Evrim teorisi Darwin'in özgün bir buluşu değildi. Darwin, önceden oluşturulmuş batıl bir felsefeyi doğaya uyarlamaktan başka bir şey yapmadı.
Tarihler 1832 yılını gösteriyordu.
H.M.S. Beagle gemisi, Atlas Okyanusu'nun derin sularında hızla ilerliyordu. Gemi sıradan bir yük ya da yolcu gemisi görünümündeydi, ama çıktığı yolculuk yıllar sürecek uzun bir keşif gezisi niteliğindeydi. İngiltere'den yola çıktıktan sonra tüm okyanusu kat edecek ve Güney Amerika sahillerine varacaktı.
O zamanlar hemen hiç kimse için çok büyük bir anlam ifade etmeyen Beagle gemisinin 5 yıllık uzun yolculuğu başlıyordu.
Gemiyi daha sonra çok ünlü yapacak olan şey ise, içindeki bir yolcuydu. Charles Robert Darwin adında 22 yaşındaki bir doğa araştırmacısıydı bu. Aslında öğrenimini biyoloji değil din üzerine yapmış, Cambridge Üniversitesi'nde teoloji okumuştu.
Genç adam, uzun bir din eğitimi görmüş, ama öte yandan içinde yaşadığı yüzyıldaki materyalist düşüncelerden de çokça etkilenmişti. Nitekim Beagle yolculuğuna çıkmadan bir yıl önce de, Hıristiyan inancının bazı temellerinden kesin olarak vazgeçmişti.
Genç Darwin bu yanılgılar içinde çıktığı yolculuk boyunca, karşılaştığı tüm bulguları materyalist bir gözle yorumladı; incelediği canlılara yaratılış dışında bir açıklama getirmeye çalıştı. İlerleyen yıllarında bu temelsiz fikri daha da geliştirdi, detaylandırdı ve bir teori olarak ortaya koyup yayınladı. 1859 yılındaki Türlerin Kökeni adlı kitabıyla ileri sürdüğü bu teori, 19. yüzyıl fikir dünyasına çok olumsuz bir etkide bulunacak, ateizmin yüzyıllardır aramakta olduğu sözde "bilimsel" dayanağı oluşturacaktı. Peki acaba evrim teorisi Darwin'in özgün bir buluşu muydu? Dünya tarihinin en büyük aldatmacalarından birine yol açan teoriyi, kendi başına mı geliştirmişti?
Gerçekte Darwin, daha önceden temel argümanları oluşturulmuş, fikri alt yapısı kurulmuş batıl bir düşünceyi bazı rötuşlarla yeniden öne sürmekten başka bir şey yapmamıştı.
Materyalist evrim teorisi, Eski Yunan'ın pagan düşünürleri tarafından geliştirildi.
Darwin'in evrim teorisinin özü sözde, cansız maddenin kendi kendine, doğa şartları içinde ilk canlıyı ortaya çıkardığı ve sonra da bu ilk canlıdan, yine doğal şartlar ve rastlantılar sonucunda diğer tüm canlı türlerinin türediği iddiasıdır. Diğer bir deyişle, evrim teorisi, doğanın kendi içine kapalı bir sistem olduğunu, hiçbir yaratılış olmadan, kendi kendine düzenlendiğini ve canlılık oluşturduğunu iddia eder. Bu batıl düşünceye, yani bir Yaratıcı olmadan doğanın kendi kendine organize olduğu düşüncesine "natüralizm" adı verilir.
Natüralizm, bir kütüphanenin, hiçbir yazar olmadan "kendi kendine" ortaya çıktığını iddia etmek kadar saçma bir düşüncedir. Ama tarihin eski çağlarından bu yana, felsefi ve ideolojik tercihler nedeniyle, birtakım düşünürler tarafından savunulmuş ve bazı kültürler tarafından benimsenmiştir.
Natüralizmin doğduğu ve kabul gördüğü toplumlar ise pagan toplumlardır. Eski Mısır ve Eski Yunan gibi. Ancak Hıristiyanlığın dünyaya yayılmasıyla birlikte, bu pagan felsefe büyük ölçüde terk edilmiş ve tüm evreni ve doğayı Allah'ın yaratmış olduğu gerçeği Batı düşüncesine hakim olmuştur. Aynı şekilde İslam'ın Doğu'ya yayılması ile birlikte, Zerdüştlük, putperestlik, Şamanizm gibi pagan inançlarla birlikte natüralist fikirler de ortadan kalkmış, yaratılış gerçeği kabul görmüştür.
Ancak natüralist felsefe yer altında da olsa yaşamaya devam etmiş, özellikle gizli dernekler yoluyla yaşatılmış ve uygun zemin bulunduğunda da yeniden ortaya çıkmıştır. Hıristiyan dünyasında natüralizmi yaşatanlar, başta da belirtmiş olduğumuz gibi, masonlar ve onların öncüleri olan benzeri gizli derneklerdir. Türk masonlarının üyelerine mahsus yayınlarından biri olan Mason dergisinde bu konuda şu ilginç bilgiler verilmektedir:
Tanrıların dışında, doğa olay ve olgularına ilişkin araştırmalarında yeni yeni buluşlara erişen kişiler, bulgularını kendilerine saklamak zorunda kaldılar. Araştırmaların gizli yapılması, hatta benzer araştırmalarda bulunanların birbirleriyle ilişkilerinin bile gizli tutulması zorunluluğu doğdu. Bu gizlilik, ele alınan konuların işlenmesi sırasında türlü işaretlerin ve simgelerin kullanılmasını gerektirdi.89
Burada "yeni buluşlar" sözüyle kastedilen kavram, natüralizme uygun, yani alıntıda belirtildiği gibi, Allah'ın varlığını kabul etmeden yürütülen bir "bilim anlayışı"dır. Bu çarpık bilim anlayışı, dindar toplumlarda "gizlice" geliştirilmiş, bu amaçla işaret ve simgeler kullanılmasına ihtiyaç duyulmuş ve böylece masonluğun kökenleri oluşmuştur.
Yakın Çağ Avrupası'nda evrim teorisini ilk savunanlar, masonik Gül-Haç (Rosecroix) derneğinin üyeleriydi. Üstte; bir Gül-Haç sembolü
Masonluğun kökenini oluşturan söz konusu gizli derneklerin biri, Tapınakçılar ile masonlar arasında bir tür "geçiş aşaması" olarak kabul edilen Gül-Haç (Rose-Croix) derneğidir. 15. yüzyılda adı duyulmaya başlayan bu dernek, Avrupa'da özellikle simya konusunda bir furyanın doğmasına neden olmuş, derneğin üyelerinin bu konuda "gizli bilgilere" sahip olduğu efsanesi yayılmıştır. Ancak Gül-Haçlar'dan günümüze kalan en önemli miras, natüralist felsefe ve onun ayrılmaz bir parçası olan "evrim" fikridir. Mason dergisinde, masonluğun Tapınakçılar ve Gül-Haçlar'a uzanan kökeni anlatılmakta ve ardından Gül-Haçlar'ın evrimci felsefesi şöyle vurgulanmaktadır:
Spekülatif Masonluk, ya da modern çağdaş masonluk örgütlenmesini Operatif Masonluk dediğimiz yüzyılların inşaatçı birlikleri üzerine kurmuştur. Fakat bu kuruluşta asıl spekülatif öğeleri getirenler, tarih öncesi çağların ezoterik ekollerinin sistem ve bilgilerini izleyen bazı örgütlerin üyeleridir. Bu örgütler arasında en önemli olanları Tampliye (Templiers) ve Rozkrua (Rose-croix) tarikatlarıdır...
Rozkrua Tarikatı'nın nerede ve nasıl kurulmuş olduğu kesinlikle bilinmemektedir. Bu tarikatın izlerine Avrupa'da ilk kez 15. yüzyıl ortalarında rastlanmaktadır. Fakat tarikatın çok daha eski bir kuruluş olduğu da bellidir. Tampliye Tarikatı'ndan farklı olarak Rozkrua Tarikatı'nın temel uğraşı alanı bilimseldir. Üyeleri geniş çapta alşimi (simya) ile uğraşmışlardır... Tarikat üyelerinin en önemli özelliği, her oluşumda bir evrim süreci olduğunu benimsemiş olmaları, bu nedenle de felsefelerinin temelinde natüralizme yer vermiş bulunmalarıdır. Bu nedenle de Rozkrua Tarikatı Tabiyyun (natüralistler) adıyla anılmıştır.90
Evrim fikrinin geliştirildiği bir diğer masonik örgütlenme ise, Batı'da değil Doğu'da kurulmuş olan bir başka masonik teşkilattır. Üstad Mason Selami Işındağ, "Kuruluşundan Bugüne Masonluk ve Bizler" başlıklı makalesinde bu konuda aşağıdaki bilgileri verir:
İslam dünyasında adeta masonluğun karşılığı olan İhvanussafa derneği vardı. Abbasiler zamanında Basra'da kurulan bu gizli dernek, 52 büyük fasikülden oluşan bir ansiklopedi yayınlamıştı. Bunların 17'si Doğa Bilimlerini içerir. Bu fasiküllerde Darwinizm'e çok benzeyen bilimsel açıklamalar vardır. Bunlar İspanya'ya kadar yayılmış ve Batı'da düşünü çevresini etkilemiştir.91
İslam dünyasında gelişmesine rağmen İslam'ın temel esaslarından uzaklaşan bu dernek, Eski Yunan felsefesinden etkilenmiş ve bu felsefeyi üstü kapalı bir sembolizm ile ifade etmiştir. Selami Işındağ, üstteki açıklamasına şöyle devam etmektedir:
İsmailiyye mezhebinden kaynağını alan bu gizli derneğin başlıca amacı, dinsel dogmaların benzetmeler ve simgesel (remzî, sembolik) açıklamalarla ussal (aklî) yola getirilmesi idi. Bu derneğin felsefesi, Pithagore ve Eflatun'dan etkilenmiştir. Bu gizli derneğe girebilmek için, insan önce mistik öğütlerle heyecanlandırılır, sonra dinsel boş inançlar ve dogmalardan kurtarılırdı. Daha sonra da filozofik ve simgesel yöntemlere alıştırılırdı. Artık çıraklık aşamasını geçen böyle bir üye, bazen neo-Platonik görüşlerden geçirildikten sonra, kimya, astroloji ve sayılara anlam verme bilimi olan aritmolojiye başlayabilirdi. Ama bütün bu bilgiler gizli tutulur ve ancak öğrenmeye layık olduğu anlaşılanlara verilirdi. İşte masonluk kaynağını bütün bu kuruluşlardan almıştır. Bunlardaki bazı simgesel ögelerin (unsurların) anlamı, bilim ve akla aykırı düşmediği için, bugün bile ritüellerimizde yer yer kalmıştır.92
Mason localarında kullanılan üstteki sembolde, mason ve Gül-Haç sembolleri iç içe geçmiş durumda: Gönye ve pergelin içinde gül ve haç
Bu alıntıda yer alan "dinsel boş inançlar ve dogmalardan kurtarma" ifadesinden kasıt, dini inançların reddettirilmesidir. Mason Işındağ, dini kendince böyle tanımlamaktadır. Oysa daha önceki bölümlerde de değindiğimiz gibi, "boş inanç ve dogma" asıl olarak masonluğun kendi felsefesine uyan tanımlardır. Masonların (veya diğer herhangi bir materyalist mahfilin) din aleyhinde kullandıkları bu gibi sözlerin, hiçbir delile dayanmayan, sadece propaganda ve telkin amaçlı kavramlar olduğuna dikkat etmek gerekir. Dine karşı fikri bir itiraz getiremedikleri için, bu gibi telkin yöntemlerine, insanlarda psikolojik etki uyandırmasını umdukları kelimelere sığınmaktadırlar.
Üstteki alıntıda verilen bilgiler ise, bizlere masonluğun İslam dünyasındaki paraleli olan İhvanussafa derneğinin aynen günümüz masonları gibi çalıştığını göstermektedir. Yöntem, hak dine karşı pagan bir felsefeyi savunmak, bunu sembolizm yoluyla ifade etmek ve örgüte katılan üyelere bu gizli felsefeyi yavaş yavaş aşılamaktır.
İslam tarihinde, İslam'dan bu şekilde uzaklaşarak Eski Yunan'ın materyalist ve evrimci hurafelerine aldanan çeşitli düşünürler olmuştur. Büyük İslam alimi İmam Gazali'nin eserlerinde şiddetle yerdiği ve çürüttüğü bu fikir ekolünün masonik karakterde olması ise, kuşkusuz tarihe önemli bir ışık tutmaktadır. Gazali, el-Münkız mine'd-dalal adlı eserinde İhvanussafa'yı da doğrudan eleştirmiş, Eski Yunan düşüncesinden etkilenen sapkın bir felsefe savunduğunu açıklamıştır. Fedaih-ul-Batıniyye adlı eserinde ise, İhvanussafa'nın da dahil olduğu İsmailiye mezhebinin öğretilerinin çarpıklığını ortaya koymuştur.
Gül-Haçlar veya İhvanussafa gibi masonik örgütler tarafından benimsenen ve gizli bir şekilde, çoğu kez sembolizm yoluyla ifade edilen materyalist ve evrimci düşünceler, Avrupa'da Katolik Kilisesi'nin sosyal gücünün zayıflaması ile birlikte daha açık ifade edilir hale geldi. Böylece Hıristiyanlığın fikri ve sosyal egemenliği nedeniyle yaklaşık 1000 yıl boyunca yer altına inmiş olan bu pagan öğretiler, 17 ve 18. yüzyılda Avrupalı düşünürler arasında yeniden revaç buldu.
Materyalist ve evrimci fikirlerin Avrupa toplumlarında yaygın bir kabul görüp toplum yapısını dinden uzaklaştıracak şekilde etkileyişi, "Aydınlanma" dönemi olarak bilinir. Kuşkusuz bu terimi seçenler, (yani bu fikri değişime "aydınlanmak" gibi olumlu bir tanım getirenler) bu fikri sapmanın öncüleridir. Daha önceki dönemi "karanlık dönem" olarak tanımlamışlar, bunun sorumluluğunun din olduğunu öne sürmüşler ve Avrupa'nın sekülerleşmesiyle, yani dinden uzaklaşmasıyla birlikte "aydınlandığını" iddia etmişlerdir. Bu, taraflı, çarpık ve sahte tablo, günümüzde hala din karşıtlarının en temel propaganda malzemelerinden birini oluşturur.
Edmund Burke, Reflections on the French Revolution adlı kitabında, Fransız Devrimi'nin ve Aydınlanma'nın yıkıcı etkisini ortaya koydu.
Gerçekte ise 'Aydınlanma' Batı'ya hiç de olumlu şeyler getirmemiştir. Aydınlanma'nın en önemli ayağı Fransa'da yaşanmıştır ve bu süreçten sonra gelen Fransız Devrimi, ülkeyi bir kan gölüne çevirmiştir. Bugün aydınlanmacı literatürde Fransız Devrimi övülerek anlatılır, oysa devrim Fransa'ya çok şey kaybettirmiş, 20. yüzyıla kadar sürecek olan sosyal çatışmaları başlatmıştır. Ünlü İngiliz düşünür Edmund Burke'ün Fransız Devrimi ve Aydınlanma dönemi hakkındaki analizleri bu konuda oldukça yol göstericidir. Burke, 1790'da yayınladığı Reflections on the French Revolution (Fransız Devrimi Hakkında Düşünceler) adlı ünlü eserinde, gerek Aydınlanma fikrini gerekse onun meyvesi olan Fransız Devrimi'ni eleştirmekte, bu hareketlerin toplumu birarada tutan din, ahlak, aile yapısı gibi temel değerleri parçaladığını, teröre ve anarşiye zemin hazırladığını vurgulamakta, Aydınlanma'yı "insan aklının parçalayıcı bir hareketi" olarak nitelemektedir.93
Bu parçalayıcı hareketin liderleri ise masonlardır. Fransız Devrimi'ni hazırlayan Voltaire, Diderot, Montesquieu gibi din aleyhtarı düşünürlerin hepsi masondur. Masonlar, Fransız Devrimi'nin öncülüğünü yapan Jakobenler ile de hep iç içe olmuşlardır. Öyle ki, kimi tarihçiler dönemin Fransası'nda Jakobenizmi ve masonluğu birbirinden ayırmanın güç olduğu kanısındadırlar. (Bkz. Harun Yahya, Yeni Masonik Düzen, 1996)
Fransız Devrimi sırasında dine karşı çok ciddi bir düşmanlık sergilenmiştir. Pek çok din adamı giyotine gönderilmiş, kiliseler tahrip edilmiş, dahası Hıristiyanlığı tamamen kaldırıp yerine "Akıl Dini" denen ve pagan sembolleri ile ifade edilen sapkın bir din oluşturulmak istenmiştir. Devrime liderlik edenler de bu çılgınlığın kurbanı olmuş, her biri pek çok insanı gönderdikleri giyotine en son kendi başlarını vermiştir. Bugün pek çok Fransız "devrim yapmakla iyi mi yaptık" sorusunu tartışmaktadır.
Devrim. Fransa'yı tam bir kan gölüne çevirdi.
Fransız Devrimi'nin din aleyhtarı dalgası kısa sürede tüm Avrupa'ya yayılmış ve bunun sonucunda da 19. yüzyıl, din düşmanlığının en küstah ve saldırgan dönemi olmuştur.
İşte bu süreç, asırlardır yer altında yürütülen, sadece semboller yoluyla ifade edilen materyalist ve evrimci düşüncenin de yer üstüne çıkmasına olanak tanımıştır. Diderot, Baron d'Holbach gibi materyalistler dine karşı açıkça karşı çıkmaya kalkışırken, Eski Yunan'ın "evrim" efsanesi de bilim dünyasında ortaya çıkmıştır.
Aydınlanma akımının din düşmanı ve mason liderleri:
Voltaire, Diderot ve "Ansiklopedistler"
Evrim teorisinin kurucuları sayılırken genellikle Fransız biyolog Jean Baptist Lamarck ve İngiliz biyolog Charles Darwin'in ismi anılır. Klasik hikayeye göre, ilk evrim teorisini Lamarck ortaya atmış, ancak bunu "kazanılmış özelliklerin aktarılması" kavramına dayandırarak yanılmış, daha sonra ise Darwin doğal seleksiyona dayalı ikinci bir evrim teorisi ortaya atmıştır.
Ama burada, evrim teorisinin kökeni konusunda çok önemli bir rol üstlenmiş olan bir başka teorisyen atlanmaktadır: Erasmus Darwin, Charles Darwin'in dedesi.
Erasmus Darwin, Lamarck ile aynı dönemde, 18. yüzyılda yaşayan bir İngilizdi. Fizikçi, psikolog ve şair sıfatlarını üzerinde taşıyan Darwin, oldukça "sözü dinlenir" bir insan olarak bilinirdi. Hatta bibliyografyasını yazan Desmon King-Hele onu, "18. yüzyılın en büyük İngilizi" olarak tanımlamaktan çekinmemişti.94 Ancak Erasmus Darwin'in oldukça karanlık bir özel hayatı vardı.95
Erasmus Darwin, Charles Darwin'in "büyük üstad" derecesindeki dedesi
Erasmus Darwin'in en önemli özelliği ise, İngiltere'nin en önde gelen birkaç "natüralist"inden biri olmasıydı. Natüralizm, başta da belirttiğimiz gibi, Allah'ın canlıları yarattığını kabul etmeyen bir felsefi görüştü. Gerçekte materyalizmden pek bir farkı olmayan bu görüş, Erasmus Darwin'in evrim teorisinin de çıkış noktasıydı.
Erasmus Darwin, tüm canlıların rastlantılar ve doğa kanunları sonucunda ortak bir atadan türedikleri şeklindeki evrim teorisinin ana çatısını 1780'li ve 1790'lı yıllarda geliştirdi. Kurduğu sekiz dönümlük botanik bahçede yaptığı araştırmalarla, bu fikre kanıt olarak gösterebilecek bulgular aramıştı. Teorisini Temple of Nature (Doğa Tapınağı) ve Zoonomia adlı kitaplarında açıkladı. Öte yandan 1784 yılında da, bu fikirlerin yayılmasına öncülük edecek bir dernek kurdu: Philosophical Society, yani "Felsefe Derneği".
Yıllar sonra Charles Darwin evrim teorisini ortaya atarken, bu iş için dedesinden hem fikri hem de örgütsel bir miras devralacaktı: Charles Darwin'in teorisi, dedesi Erasmus Darwin'in kurduğu çatı üzerinde yükseliyordu ve Philosophical Society, Darwin kuramının en büyük ve ateşli destekçilerinden biri oldu.96
Kısacası Erasmus Darwin, bugün "evrim teorisi" olarak bildiğimiz ve 150 yıldır tüm dünyada propagandası yapılan kuramın asıl öncüsüydü.
Peki evrim fikrini Erasmus Darwin nereden almıştı? Onun bu konuyla ilgisi nereden geliyordu?
Bu sorunun cevabına baktığımızda karşımıza kaçınılmaz olarak Erasmus Darwin'in masonik kimliği çıkar. Erasmus Darwin bir masondu, hem de sıradan bir mason değil, örgütün en üst düzey "üstad"larından biriydi.
İskoçya'nın Edinburgh kentindeki ünlü Canongate Kilwining locasının üstadı oydu.97 Dahası, o sıralarda Fransa'daki devrimi organize eden Jakoben masonlarla ve din düşmanlığını bir numaralı görev haline getiren masonik İllüminati örgütüyle de yakın bağlantısı vardı.98 Yani Erasmus Darwin, Avrupa'daki din aleyhtarı masonik organizasyonun önemli isimlerinden biriydi.
Erasmus Darwin'in, içinde evrim teorisinin temellerini ortaya attığı Zoonomia adlı kitabı
Erasmus, oğlu Robert'ı da (Charles Darwin'in babasını) kendisi gibi yetiştirmiş ve mason localarına üye yapmıştı.99 Bu nedenle Charles Darwin, hem dede hem de baba tarafından masonik bir miras devralacaktı.
Erasmus Darwin, teorisinin oğlu Robert tarafından geliştirilip yayılacağı ümidindeydi. Ancak bu işi üstlenen kişi torunu Charles oldu. Erasmus Darwin'in "Doğa Tapınağı", biraz gecikmeyle de olsa, sonunda Charles Darwin tarafından hayata geçirildi. Çünkü Darwin'in teorisi, "bilimsel" bir görünüm taşımasına rağmen, gerçekte doğayı yaratıcı olarak kabul eden natüralist dogmanın bir ifadesiydi.
Darwinizm'in, Charles Darwin'in özgün bir buluşu olmadığı gerçeğine dikkat etmek gerekir. Her ne kadar Darwin kitabında sürekli olarak "benim teorim" demişse de, gerçekte çok daha eskilere uzanan natüralist felsefeyi, döneminin gözlemlerini kullanarak yeniden yorumlamaktan başka bir şey yapmamıştır. Zaten dedesi, az önce belirttiğimiz gibi, Darwin'in teorisinin ana hatlarını ondan 60 yıl kadar önce çizmiştir.
Darwin'in tek özgün buluşu gibi gösterilen doğal seleksiyon kavramı ise, gerçekte ondan daha önce çeşitli bilim adamları tarafından vurgulanmış bir olgudur. Ancak Darwin'den önceki bilim adamları doğal seleksiyonu yaratılışa aykırı bir argüman olarak kullanmamışlar, aksine bu olguyu Yaratıcının türleri kalıtsal bir bozukluktan korumak için meydana getirdiği bir sistem olarak görmüşlerdir. Darwin, aynı materyalist Karl Marx'ın idealist Hegel'in "diyalektik" kavramını alıp, kendi felsefesine göre çarpıtıp sahiplenmesi gibi, doğal seleksiyon kavramını da yaratılışçı bilim adamlarından almış ve natüralizme göre çarpıtarak kullanmıştır.
Dolayısıyla Darwinizm'in ortaya çıkışında Darwin'in kişisel rolünü fazla büyütmemek gerekir. Darwin'in kullandığı felsefe ve kavramlar, kendisinden daha önce natüralist düşünürler tarafından inşa edilmiştir. Eğer Darwin evrim teorisini ortaya atmasaydı, aynı işi bir başkası yapacaktı. Nitekim Darwin'in teorisinin çok benzeri aynı dönemdeki bir başka İngiliz doğa bilimci olan Alfred Russel Wallace tarafından da geliştirilmiş, hatta Darwin bu nedenle Türlerin Kökeni'nin basılmasında acele etmiştir.
Sonuçta Darwin, Avrupa'da Allah'a ve dine olan inancı kendilerince yok etmek, bunun yerine materyalist ve natüralist felsefeyi, hümanist bir yaşam modelini yerleştirmek için yürütülen uzun bir mücadelenin bir aşamasında ortaya çıkmış bir kişidir. Bu mücadeleyi yürüten en etkin güç ise, şu veya bu düşünür değil, pek çok düşünürü, ideoloğu, siyasi lideri bünyesinde barındıran masonluk örgütüdür.
Alfred Russel Wallace ve Charles Darwin
Bu gerçek, dönemin Hıristiyanları tarafından da teşhis ve ifade edilmiştir. Katolik dünyasının lideri Papa XIII. Leo'nun 1884 tarihli ünlü Humanum Genus adlı fermanında masonluk ve faaliyetleri hakkında çok önemli tespitler vardır. Papa şöyle yazmıştır:
"Zamanımızda Masonluk isimli, çok yaygın ve kuvvetli bir örgüte sahip bir derneğin desteği ve yardımıyla, karanlık kuvvetlere tapanlar olağanüstü bir gayret içinde birleşmiş durumdalar. Bunlar artık niyetlerini gizleme ihtiyacı duymadan Tanrı'nın Yüksek Varlığı ile mücadele etmektedirler...
Masonların istekleri ve bütün çabaları aynı amaca yönelmektedir: Hıristiyanlığın gereği olan her türlü sosyal ve dini disiplini tamamen yıkmak ve yerine prensiplerini natüralizmden alan ve kendi fikirlerine göre şekillenmiş yeni kuralları oturtmak."100
Papa XIII. Leo'nun yukarıdaki sözleriyle ifade ettiği gerçek, dinin getirdiği ahlak kurallarının tamamen ortadan kaldırılmaya çalışılmasıdır. Masonluğun, Darwinizm aracılığı ile yapmaya çalıştığı, hiçbir İlahi kanun tanımayan, Allah korkusundan uzak, her türlü suçu işleyebilecek, ahlaki yönden dejenere olmuş toplumlar meydana getirmektir. Yukarıdaki ifadede "prensiplerini natüralizmden alan ve kendi fikirlerine göre şekillenmiş yeni kurallar" derken kastedilen de tam olarak böyle bir toplum modelidir.
Papa XIII. Leo
Masonlar, amaçlarına hizmet edeceğini düşünerek Darwinizm'in kitlelere yayılması konusunda da büyük bir rol oynadılar. Darwin teorisini yayınlar yayınlamaz, etrafında bir grup gönüllü propagandacı oluştu. Bunların en önde geleni ise, o zamanlar kendisine "Darwin'in çoban köpeği" sıfatı bile yakıştırılan Thomas Huxley'di. "Darwinizm'in yayılmasındaki tartışılmaz en önemli faktör" sayılan Huxley101, 1860 yılında Oxford Piskoposu Samuel Wilberforce ile giriştiği "Oxford Tartışması"yla tüm dünyanın dikkatini evrim konusuna çekmişti.
Huxley'in kendisini evrimi yaymaya bu denli adaması, onun "örgütsel bağlantı"ları ile birarada düşünüldüğünde ortaya ilginç bir tablo çıkıyordu: Huxley, İngiltere'nin en önemli bilim kurumlarından biri olan Royal Society'nin bir üyesiydi ve bu kurumun neredeyse tüm diğer üyeleri gibi kıdemli bir masondu.102 Royal Society'nin diğer üyeleri de, hem kitabını yayınlamadan önce hem de yayınladıktan sonra Darwin'e büyük destek ve katkılarda bulundular.103 Bu masonik kurum, Darwin'i ve Darwinizm'i o denli sahiplendi ki, bir süre sonra, aynı Nobel ödülleri gibi, her yıl başarılı bulduğu bilim adamlarına "Darwin madalyası" hediye etmeye başladı.
Thomas Huxley, Darwin'in fanatik savunucusu
Kısacası Darwin tek başına değildi. Teorisini ortaya attığı andan itibaren "örgütlü" bir şekilde desteklendi. Bu örgütlü destek, çekirdeğini masonların oluşturduğu sosyal sınıf ve gruplardan geliyordu. Marksist düşünür Anton Pannekoek Marxism And Darwinism (Marksizm ve Darwinizm) adlı kitabında, bu önemli gerçekten söz eder ve burjuvazinin, yani Avrupalı zengin kapitalist sınıfın Darwinizm'i destekleyişini şöyle anlatır:
Marksizm'in önemini ve pozisyonunu sadece proleter sınıf mücadelesindeki rolüne borçlu olduğu herkesçe bilinir... Darwinizm'in de Marksizm'le aynı tecrübeleri yaşadığını görmek zor değildir. Darwinizm, bilim dünyası tarafından objektif bir yaklaşımla tartışılarak ve test edilerek kabul edilmiş soyut bir teori değildir. Hayır, Darwinizm ilk adımı atar atmaz, hevesli destekçileri ve tutkulu düşmanları olmuştur. Darwin'in ismi, teorisinden az bir şey anlayan insanlar tarafından yüceltilmiştir... Darwinizm de, sınıf mücadelesinde bir rol oynamıştır ve bu rol sayesinde hızla yayılmış, tutkulu taraftarlar ve çetin düşmanlar kazanmıştır.
Darwinizm, kilise haklarına ve aristokrasiye karşı çıkan burjuvazi için bir araç olmuştur... Burjuvazinin amacı, önlerine çıkan eski hakim yönetici güçleri ortadan kaldırmaktır... Din sayesinde rahipler büyük kitleleri kontrol altında tutmuş ve böylece burjuvazinin isteklerine karşı koyabilmiştir.... Doğa bilimi inanca karşı bir silah haline getirilmiş, bilim ve yeni keşfedilen doğal yasalar öne sürülmüş ve burjuvazi bu silahlarla birlikte savaşmıştır...
Darwinizm tam istenen zamanda gelmiştir; Darwin'in insanın aşağı hayvanlardan türemiş olduğunu öne süren teorisi, Hıristiyan inancının bütün temelini yok etmiştir. İşte bu nedenledir ki, Darwinizm ortaya çıktığı anda, burjuvazi onu büyük bir hırsla sahiplenmiştir... Bu şartlar altında, bilimsel tartışmalar bile, sınıf savaşının fanatizmi ve tutkusu ile yürütülmüştür. Darwin hakkında yazılmış yazılar, bilimsel yazarların isimlerini taşımalarına rağmen, sosyal polemiklerin karakterini sergilemektedir.104
Anton Pannekoek, Marksist "sınıf analizi" terimleriyle düşündüğü için, Darwinizm'i yayarak dine karşı örgütlü bir mücadele yürüten gücü "burjuvazi" olarak tanımlamaktadır. Ancak konuyu biraz daha tarihsel veriler ışığında incelediğimizde, söz konusu burjuvazinin içinde, din aleyhtarı savaşı organize eden -ve bunun için Darwinizm'i kullanan- bir örgütlenme olduğunu görürüz: Masonluk.
Darwin'in ismi, teoriyi tam anlamıyla kavrayamayan bazı insanlar tarafından yüceltilmeye çalışılmıştır.
Bu gerçek, gerek tarihsel verilerle ortadadır, gerekse masonların kendi kaynaklarında açıkça ifade edilmektedir. Bu kaynaklardan biri, Üstad mason Selami Işındağ'ın Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonları Büyük Locası, 1962 Yılı Bülteni adlı kitabında yayınlanan "Bilginin Gelişmesinde Engeller ve Masonluk" adlı makalesidir. Işındağ, makalesinin başında, dinin insanlar tarafından ortaya atılmış bir efsane olduğunu iddia etmekte ve tüm İlahi dinlerin akıl ve bilime aykırı olduğu şeklindeki klasik masonik hikayeyi tekrarlamaktadır. Daha sonra da, bilimsellik görüntüsü altında dine karşı verilen savaşın gerçek organizatörünü şöyle açıklamaktadır:
Bilginin gelişmesindeki şu mücadeleye dikkat edilirse, her safhasında masonluğun savaştığı kabul edilebilir. Bunun sebebi şudur: Masonluk, her devirde daima akıl, ilim ve olgunluğu, yani hikmeti kendine rehber edinmiştir. Kurulduğu tarihten beri, batıl ve hurafe ile savaşmıştır.105
Oysa gerçekte "batıl ve hurafe", masonların iddia ettiği gibi din değil, kendilerinin inanmakta olduğu materyalist, natüralist ve evrimci dogmalardır. Bunun en açık kanıtı da, Eski Mısır, Eski Yunan gibi pagan medeniyetlerin boş inançlarının birer tekrarı olan bu köhne düşüncelerin çağımızın bilimsel bulguları tarafından reddedilmesidir.
Sadece yaşamın kökeni konusundaki bilimsel gerçekleri ve masonik inançları karşılaştırmak, bu konuda fikir edinmek için yeterlidir.
Evrim teorisi başta da belirttiğimiz gibi, canlılığın yaratılmadığı, rastlantılar ve doğa kanunları ile kendiliğinden doğduğu ve geliştiği iddiasına dayanır. Bu teoriyi bilimsel yönden test etmek için, iddia ettiği bu sürecin her aşamasına bakmak ve gerçekten geçmişte böyle bir evrim süreci yaşanıp yaşanmadığını, bunun mümkün olup olmadığını incelemek gerekir.
Bu sürecin ilk basamağı ise, cansız maddenin içinden kendi kendine canlı bir organizmanın doğması senaryosudur.
Bu senaryoyu incelemeden önce, biyolojide Pasteur'den bu yana geçerli olan bir kuralı hatırlatmak gerekir: "Hayat hayattan gelir." Yani canlı bir organizma, yine ancak canlı bir organizmadan doğar. Örneğin, memeli hayvanlar, anneleri tarafından doğurularak dünyaya getirilir. Diğer pek çok hayvan sınıfı, anneleri tarafından bırakılan yumurtalardan doğarlar. Bitkiler tohumlar yoluyla ürer. Tek hücreli canlılar, örneğin bakteriler ise, bölünerek çoğalırlar.
Bundan farklı bir durum hiçbir zaman gözlemlenmemiştir. Dünya tarihi boyunca hiç kimse cansız maddelerin biraraya gelip canlı bir varlık meydana getirdiğini görmemiştir. Eski Mısır'da, Eski Yunan'da veya Ortaçağ'da bunu gözlemlediklerini zanneden pek çok insan olmuştur elbette; Mısırlılar kurbağaların Nil Nehrinin çamurundan çıkıp fırladığını zannetmiş, Aristo gibi eski Yunan felsefecileri bu inancı korumuş, Ortaçağ'da ise farelerin tahıl ambarlarındaki buğdayların içinden peydah olduğu sanılmıştır. Oysa bütün bunların birer cehalet ifadesi oldukları ortaya çıkmış ve sonunda Pasteur, 1960'lardaki ünlü deneyleri ile, en basit canlılar sayılan bakterilerin dahi, ataları olmaksızın ortaya çıkmadıklarını, yani cansız maddenin hayat oluşturmasının imkansız olduğunu kanıtlamıştır.
Ama evrim teorisinin bu imkansıza ihtiyacı vardır. Çünkü canlılığın hiçbir yaratıcı müdahale olmaksızın doğduğu ve geliştiği iddiasındadır ve bu senaryonun ilk aşaması, ilk canlının tesadüfen oluşmasını gerektirir.
Aristo'nun, yaşadığı dönemin ilkel bilim anlayışı nedeniyle ortaya attığı hurafeler, hala masonik literatürde itibar bulmaktadır.
Darwin, hakkında fazla bir şey bilmediği bu "hayatın kökeni" konusunu, "hayatın küçük, sıcak bir gölde doğmuş olması gerekir" diye bir cümlelik bir izahla geçiştirmeye çalışmışsa da, onu izleyen evrimciler, bu konunun vehameti karşısında daha kapsamlı çabalara girişmişlerdir. Ancak 20. yüzyıl boyunca hayatın kökenine evrimci bir açıklama getirebilmek için yürütülen çabalar, bu konudaki evrimci çıkmazı daha çok genişletmekten başka bir sonuç vermemiştir. Evrimciler, cansız maddenin hayat oluşturabileceğine dair en ufak bir deneysel ve gözlemsel kanıt göstermek bir yana, bu konuda teorik bir açıklama bile getirememektedirler. Çünkü en basit canlı olarak kabul ettikleri tek hücreli bir canlının yapısı dahi son derece komplekstir: Hücrenin tamamı bir yana, en temel parçaları olan proteinlerin, DNA'nın veya RNA'nın bile rastlantılarla oluşması matematiksel olarak imkansızdır.
Tesadüfün imkansız olması, bir düzenin varlığını kanıtlamakta, yani yaratılışı ispat etmektedir. Nobel Ödüllü İngiliz matematikçi ve astronom Fred Hoyle, bu konuda şu yorumu yapar:
Aslında, yaşamın akıl sahibi bir varlık tarafından meydana getirildiği o kadar açıktır ki, insan bu açık gerçeğin neden yaygın olarak kabul edilmediğini merak etmektedir. Bunun (kabul edilmemesinin) nedeni, bilimsel değil, psikolojiktir.106
Hoyle'un söz ettiği psikolojik neden, evrimcilerin kendilerini Allah'ın varlığını kabul etmeye götürecek her sonucu peşinen reddetmeleri, kendilerini bunun için şartlandırmalarıdır.
Evrim teorisiyle ilgili bilimsel eserlerimizde, buna dair, evrimcilerden pek çok itiraf aktarmış ve sırf Allah'ın varlığını kabul etmemek için akıl dışı senaryoları körü körüne savunduklarını incelemiştik. Burada ise dikkatimizi mason localarına çevirecek ve onların bu konudaki görüşüne bakacağız. Acaba, "yaşamın akıl sahibi bir Yaratıcı tarafından meydana getirildiği o kadar açık" iken, masonlar bu konuda ne düşünmektedirler?
Üstad mason Selami Işındağ, yine masonlara özgü yayınlanmış olan Evrim Yolu adlı kitabında bu konuda şu açıklamayı yapar:
Ahlak okulumuzun en önemli niteliği, bilim ve akıl ilkelerinden ayrılmamak, Theisme'in bilinmezlerine, gizli anlamlarına ve dogmalarına girmemektir. BUNA DAYANARAK DİYORUZ Kİ, yaşamın ilk oluşması, bugün bilemediğimiz, bulamadığımız koşullarla, kristallerde başladı. Evrim yasasıyla canlılar doğdu ve yavaş yavaş yeryüzüne dağıldı. Evrim sonucu olarak bugünkü insan oluştu. Bilinci ve aklı ile hayvanlığın üstüne yükseldi.107
Üstteki alıntıda ifade edilen sebep-sonuç ilişkisine dikkat etmek gerekir: Işındağ masonluğun en önemli özelliğinin "Teizmi", yani Allah inancını kabul etmemek olduğunu vurgulamaktadır. Ve hemen ardından, "buna dayanarak", yaşamın cansız maddenin içinden kendiliğinden doğduğunu, sonra bir evrim yaşandığını ve bunun insana kadar gittiğini iddia etmektedir.
Dikkat edilirse, Işındağ'ın evrim teorisine getirdiği dayanak herhangi bir bilimsel bulgu değildir. (Zaten böyle bir bulgu olmadığını, "bugün bilemediğimiz, bulamadığımız koşullar" sözüyle üstü kapalı kabul etmektedir.) Işındağ'ın evrim teorisine getirdiği dayanak, "masonluğun Teizmi kabul edemez oluşu"dur.
Yani masonlar evrimcidirler, çünkü Allah'ın varlığını kabul edemezler. Evrimci olmalarının tek nedeni budur.
33. dereceden Türk masonlarının düzenlediği "Türkiye Yüksek Şurası"nın kayıtlarında ise, bu kez evrim senaryosu yine anlatılmakta, ardından masonların "yaratılış izahını reddettikleri" şöyle belirtilmektedir:
Çok eski bir devirde, inorganik bir şekil içinde, organik hayat ortaya çıktı; selül (hücre) organizmalarını meydana getirmek için selüller gruplaştı; bu selül organizmaları, çok selüllü kompleksler halinde geliştiler. Sonra, akıllı düşünce fışkırdı ve insan doğdu; ama nereden? Kendi kendimize bunu sormaktayız. Acaba, Allah'ın, şekilsiz çamur üzerine üflemesi ile mi? Biz, anormal bir yaratılış şeklini, bizzat insanın dışında kalan bir yaratılış izahını reddediyoruz. Hayat ve hayatın ağacı var olduğuna göre, biz, filogenetik çizgiyi takip ederek, "atlama" hareketi olan bu büyük fiili izah eden halkanın varlığını hissetmeli, anlamalı ve müşahede etmeliyiz; bir gelişme safhası olduğunu, belli bir anda, oradan, hayatın bir satıhtan başka bir satha geçişini gerçekleştiren büyük fiilin fışkırdığını kabul etmeliyiz.108
MASONLARIN HAECKEL YANILGISI Masonik kaynaklara bakıldığında, evrim teorisine yönelik körü körüne bir bağlılığın yanında, oldukça ciddi bir bilgisizlik de dikkati çeker. Örneğin Türkiye'deki masonların kaynakları incelediğinde, bir sahtekarlık olduğu henüz 20. yüzyılın ilk çeyreğinde anlaşılmış evrimci iddiaları hala büyük bir hararetle savundukları görülmektedir. Bunların biri, evrimle ilgili hemen her masonik yayında sözü edilen "Haeckel'in embriyoları" hikayesidir. Hikaye, Charles Darwin'in yakın bir dostu ve destekçisi olan ve onun ölümünden sonra evrim teorisi lehine en çok sivrilen isimlerin başında gelen Alman biyolog Ernst Haeckel ile ilgilidir. Haeckel evrim teorisine kanıt bulabilmek amacıyla farklı canlıların embriyolarını incelemiş, bunların birbirine çok benzediklerini, dahası doğum öncesi gelişimleri sırasında minyatür bir "evrim süreci" geçirdiklerini ileri sürmüştür. Bu iddiayı desteklemek için karşılaştırmalı embriyo çizimleri de yapan Haeckel, 20. yüzyılın ilk yarısında bu iddiayla pek çok insanı evrim teorisinin doğruluğuna ikna etmiştir. ... Konumuzu ilgilendiren çok önemli bir tabiat yasası üzerinde duracağız. Bu, Haeckel'in ortaya koyduğu: "Birey oluş, soy oluşun kısa bir tekrarıdır" formülüdür. Örnek olarak insan alınırsa, bu yasanın anlamı şudur: Bir insanın ana döl yatağındaki ilk hücresel oluşundan başlayarak doğuncaya ve doğduktan sonra tabii ömrünü bitirerek ölünceye kadar geçirdiği morfolojik ve organların düzen ve görevlerindeki değişiklikler, onun yeryüzünde ve sular içinde bir hücre halindeki hayati oluşundan başlayarak bugüne kadar geçirdiği bütün değişikliklerin kısaca tekrarından başka bir şey değildir.1 Üstad mason Selami Işındağ da Haeckel'e büyük önem vermektedir. Işındağ, "Masonluk Öğretileri" başlıklı yazısında, "Darwin deneysel çalışmalarıyla, çeşitli hayvan türlerinin önce bir tek hücreden ve sonra bir tek türden oluştuğunu kanıtlamıştır..." diye yazdıktan sonra, şöyle eklemektedir: Haeckel, bütün bu deneysel bulguları destekleyici çalışmalar yapmıştır. Ona göre en basit hayvan, inorganik özdeklerden organik, canlı hale gelmiş olan Monera adlı hayvandır... Böylece Haeckel, herşeyin temelinde bir birlik (vahdet) bulunduğunu göstermiştir. Bu Monizm'de özdek ve güç (madde-ruh) biraradadır (Tev'emdir). Bunlar, temellerini oluşturan tözün (cevher) iki görünümüdür. Masonluğun benimseyişleri de bu bilimsel ve deneysel bulgulara uygundur.2 Bir diğer masonik metinde Haeckel'den "büyük alim" diye söz edilmekte ve ileri sürdüğü "bireyoluş soyoluşun tekrarıdır" tezi, evrimin açık bir kanıtı olarak sunulmaktadır.3 Oysa masonların "büyük alim" sandıkları Ernst Haeckel bilimsel bulguları kasten tahrif eden bir sahtekar, "yasa" sandıkları "bireyoluş soyoluşun tekrarıdır" tezi ise bilim tarihinin en büyük sahtekarlıklarından biridir. Haeckel Sahtekarlık, Haeckel'in yaptığı embriyo çizimlerinden kaynaklanmaktadır. Haeckel, insan, tavuk, tavşan, semender gibi farklı canlıların gerçekte hiç de benzer olmayan embriyolarını benzer gösterebilmek için çizimlerini çarpıtmıştır. Bazı durumlarda embriyolardan organlar çıkarmış, bazı durumlarda eklemiş, öte yandan embriyoların büyüklükleri ile oynayarak, sanki hepsi aynı boyutta gibi göstermeye çalışmıştır. Kısacası Haeckel, evrim teorisine uymayan delilleri uyuyor gibi gösterebilmek için sahtekarlık yapmıştır. Ünlü bilim dergisi Science, 5 Eylül 1997 tarihli sayısında bu konuda özel bir makale yayınlamıştır. Makaleye göre, "gerçekte birbirlerine çok yakın olan balık türlerinin embriyolarında bile, görünümleri ve gelişim süreçleri açısından çok büyük farklılıklar bulunmakta"dır. Dergi, Haeckel'in çizimlerinin "biyolojideki en büyük sahtekarlıklardan biri" olduğunu da not etmiştir.4 İşin ilginç yanı, bu sahtekarlığın çok daha önceden beri biliniyor olmasıdır. Haeckel'in çizimlerde sahtekarlık yaptığı henüz o hayatta iken, 1910'larda ortaya çıkmış ve kendisi de bunu itiraf etmiştir. American Scientist'te yayınlanan bir makalede, "Biyogenetik yasası (Haeckel'in tezi) artık tamamen ölmüştür... Aslında bilimsel bir tartışma olarak 20'li yıllarda sonu gelmişti" denmektedir.5 Evrimcilerin buna rağmen bu sahte çizimleri on yıllar boyunca kullanmalarının, konu hakkında bilgisi olmayan kitleleri aldatmaktan başka bir amacı yoktur. Masonların Haeckel'in teorisini hala büyük bir evrim kanıtı zannetmelerinin, dahası onu bir de "büyük alim" saymalarının ise tek bir anlamı vardır: Masonların evrim teorisine olan bağlılıkları, iddia ettikleri gibi "akıl ve bilim" tutkusundan değil, aksine bilgisizlikten kaynaklanmaktadır.
1 Naki Cevad Akkerman, Mimar Sinan, Sayı 1, s.13 |
Bu alıntıda da masonik bağnazlığı görmek mümkündür. Yazar, "biz, insanın dışında kalan bir yaratılış izahını reddediyoruz" derken, hümanist felsefenin temel dogması olan "insan, var olan en yüce varlıktır" safsatasını tekrarlamakta ve bunun dışında kalan bir izahı peşinen reddettiklerini ilan etmektedir. "Anormal bir yaratılış şekli" derken, kendince canlılığı Allah'ın yaratmasını kastetmekte ve bunu peşinen reddetmektedir. (Oysa asıl "anormal" olan, yani gözlemlerimize, deneylerimize, akıl ve mantığımıza aykırı olan düşünce, cansız maddenin kendi kendine canlanıp insan haline geldiğini savunan masonların inancıdır.) Dikkat edilirse, bu masonik izahlarda bilimsel delillerden bir bahis yoktur. Masonlar "Evrime dair bilimsel kanıtlar var, onun için yaratılışı reddediyoruz" dememektedirler. Sadece felsefi bir bağnazlık ve bu bağnazlık uğruna körü körüne kabul edilen bir evrim inancı vardır.
Bu inanç masonik yayınlarda ısrarla vurgulanır. Üstad mason Selami Işındağ "Doğa dışında bizi yöneten, düşünü ve davranışlarımızdan sorumlu bir gücün bulunamayacağını" iddia etmekte, sonra da hemen "yaşamın tek hücreden başlayıp değişmeler ve evrim ile bugünkü çeşitlenme aşamasına vardığını" ileri sürmektedir.109 Ardından da evrim teorisinin masonlar için ne anlam ifade ettiğini şu iddiayla özetlemektedir:
İnsan, evrim bakımından, hayvandan ayrı değildir. İnsanın oluşması ve evrimi için, hayvanların tabi oldukları güçlerden ayrı, özel güçler yoktur.110
Bu iddia, masonların evrim teorisine neden önem verdiklerini açıkça göstermektedir. Onların amacı, insanın yaratılmadığını savunmak, böylece sahip oldukları hümanist ve materyalist felsefeyi tutarlı gibi gösterebilmektir. İnsanın yaratılmadığını savunmanın tek yöntemi ise evrim teorisidir. İşte bu nedenle masonluk, her ne surette olursa olsun evrim teorisine inanır, bunu savunur ve topluma yaymaya çalışır.
Bu ise bizlere, dindarları sürekli olarak "dogmatik" olmakla suçlayan masonların aslında kendilerinin dogmatik olduğunu göstermektedir.
Dogmatizm, doğruluğuna dair herhangi bir kanıt bulunmayan bir görüşü, psikolojik nedenlerle ısrarla ve körü körüne savunmak anlamına gelir. Dogmatik bir insan, bir kanıt olmadan inandığı bu görüşü hiçbir şekilde sorgulamaz ve tartmaz. Kayıtsız şartsız kabullenir ve savunmaya devam eder.
Masonlar veya diğer din aleyhtarı gruplar, "dogmatizm" kavramını hep dindarları kastederek kullanagelmişlerdir. Bu suçlamaya günümüzde de sık sık rastlayabiliriz. Örneğin evrim teorisiyle ilgili bir tartışmada, evrimci olan taraf bu teoriyi kabullenmeyenleri büyük ihtimalle "dogmatizm"le suçlayacak, bilimin dogmalarla ilgisi bulunmadığını anlatıp kendisini bilimsel ilan edecektir.
Oysa bu tablo çok sahtedir. Çünkü Allah'ın varlığına ve mevcut varlıkların O'nun yaratmasıyla var olduğuna inanmak bilimsel kanıtlarla da ispatlanmış olan bir gerçektir: Doğada büyük bir denge ve düzen vardır ve bunun bir amaca göre bilinçli bir şekilde kurulmuş olduğu açıktır.
Nitekim Kuran'da insanlar Allah'ın varlığına imana çağrılırken, söz konusu denge, düzen ve kusursuzluk üzerinde düşünmeye davet edilirler. Pek çok ayette, Allah'ın göklerdeki ve yerdeki delilleri üzerinde düşünmek emredilmektedir. Ayetlerde dikkat çekilen bu deliller; evrendeki denge ve düzen, dünyanın insan yaşamına uyumu, bitki ve hayvanların tasarımı, insan bedeninin mucizevi özellikleri ve insanın ruhsal özellikleri gibi konulardır ki, çağdaş bilim tüm bu alanlarda Allah'ın varlığını gösteren açık kanıtlar ortaya koymuş durumdadır. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Harun Yahya; Allah Akılla Bilinir, Evrenin Yaratılışı, Mucizeler Zinciri, Hayatın Gerçek Kökeni, Düşünen İnsanlar İçin, Doğadaki Tasarım.)
Asıl dogmatizm ise tüm bunları göz ardı ederek Allah'ı inkar eden, evrenin ve canlıların rastlantılarla oluştuğunu savunmaya devam eden inkarcılara aittir. Masonlar tam bu tavrı göstermektedirler. Allah'ın varlığının delillerini görmelerine rağmen, hümanist ve materyalist felsefe uğruna bunları reddetmekte, görmezden gelmektedirler.
Allah Kuran'da bu zihniyete sahip insanlardan şöyle söz etmektedir:
Görmüyor musunuz ki, şüphesiz Allah, göklerde ve yerde olanları emrinize amade kılmış, açık ve gizli sizin üzerinizdeki nimetlerini genişletip-tamamlamıştır. İnsanlardan öyleleri vardır ki, hiçbir ilme dayanmadan, bir yol gösterici ve aydınlatıcı bir kitap olmadan Allah hakkında mücadele edip durur. Onlara; "Allah'ın indirdiklerine uyun" denildiğinde, derler ki; "Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız." Şayet şeytan, onları çılgınca yanan ateşin azabına çağırmışsa da mı (buna uyacaklar)? (Lokman Suresi, 20-21)
Ayette inkarcıların Allah'ın delillerini görmelerine rağmen, "Allah hakkında mücadele ettikleri", yani O'nun dinine karşı savaş açtıkları belirtilmektedir. Bunun nedeni ise, bu inkarcıların "atalarını üzerinde buldukları şeye uymaları", yani körü körüne bir gelenekçilik içinde olmalarıdır.
Bu "gelenekçilik" kavramının, kitabın başından bu yana incelediğimiz mason tarihini ve felsefesini çok iyi tanımladığını fark ettiniz mi?
Evet, gelenekçilik, masonluğu çok iyi tanımlayan bir kelimedir; çünkü masonluk, kökenleri binlerce yıl öncesindeki pagan toplumlara uzanan bir "gelenekler örgütü"nden başka bir şey değildir. Eski Mısır'ın, Firavunların, Firavun'un büyücülerinin, Eski Yunan'ın materyalist düşünürlerinin, Hermetiklerin, Kabalacıların, Tapınakçılar'ın, Gül-Haçlar'ın ve kendilerinden önceki masonların geleneklerini körü körüne izlemektedirler.
Masonların bu gelenekçiliğini iyi teşhis etmek gerekir. Günümüzün mason localarında, hala binlerce yıl öncesinin efsaneleri, sembolleri, sözcükleri kullanılmaktadır. Masonlar, hemen hepsi yüksek eğitim görmüş, toplumun üst kesimlerinden gelen kimseler olmalarına rağmen, ellerine yaldızlı kılıçlar, kuru kafalar alıp, Eski Mısır dilinde sözcükler mırıldanarak, Eski Mısır tapınaklarının sütunları önünde, simli önlükler, beyaz eldivenler ve kimi zaman daha da garip kostümler içinde, ciddi ciddi yeminler etmekte, merasimler düzenlemektedirler. Masonluğun ne olduğunu hiç bilmeyen bir insan locaya sokulsa, muhtemelen traji-komik bir filmin setinde olduğunu düşünecek, tekris töreni sırasında gözleri bağlanan, boyunlarına ip geçirilen, bir ayağı çıplak halde yürüyen bir masonu gördüğünde ise belki gülmeden edemeyecektir. Ama kendi içlerine kapalı bir dünyada yaşayan masonlar bu garip gelenekleri çok normal karşılamakta, locaların mistik atmosferi içinde psikolojik bir tatmin bulmakta, sonra da oturup birbirlerine "atomların ruhu var, ondan biraraya gelip canlıları oluşturdular", "mağmanın görünmez zekası sayesinde dünya denge buldu", "Doğa Ana bizleri ne güzel yarattı" gibi hurafeler anlatmakta ve bunlara inanmaktadırlar. Sırf gelenekleri korumak adına sergilenen tüm bu komedi, açıkçası, o kadar akıl dışıdır ki, böyle bir fikir sisteminin yaşanılıyor ve savunuluyor olması hayret vericidir.
Masonluk koyu bir gelenekçilik içindedir. Günümüz masonları, asırlar önceki
"biraderlerinin" inandığı batıl inanışları hiç sorgulamadan aynen kabul etmekte
ve korumaktadırlar.
Masonların geleneklerine olan körü körüne bağlılıkları, büyük önem verdikleri "landmark" kavramında açıkça ortaya çıkar. İngilizce bir kelime olan "landmark", tarihsel bir önem veya anlam taşıyan bir kavramı sembolize eden yapıt anlamına gelir. Mason dilinde ise "landmark"lar, örgütün kurulduğu dönemden beri değişmeden gelen kurallardır. Peki neden bunlar hiç değişmemektedir? Masonların bu konudaki cevapları ilginçtir. Mimar Sinan dergisinde 1992 yılında yayınlanan bir makalede şunlar yazılıdır:
Masonluğun Landmarkları çok eskilerden gelen yasalardır; bunlar çağdan çağa, nesilden nesile geçmiştir; hiç kimse bunların ne zaman ortaya çıktıklarını bilmez, kimsenin bunları değiştirmeye veya ortadan kaldırmaya hakkı yoktur. Bunlar Cemiyetin yazılı ya da yazılı olmayan yasalarıdır. Yazılı olmayan Landmarklar, başka hiçbir yerde öğrenilemeyecek Loca ritüelleri ve öğretileridir. Yazılı Landmarklar ise altı tanedir ve ilk defa 1723'te yayınlanmış İngiliz Anayasasında "Hürmasonun Mükellefiyetleri" başlığı altında bulunabilir.111
Masonların "anayasa" olarak kabul ettikleri
kurallar, asırlardır değişmeden korunmaktadır.
Üstteki sözleri akıl süzgecinden geçirerek bir düşünelim: Ortada masonluk adlı bir örgüt vardır. Bu örgütün üyeleri, kimin koyduğu belli olmayan birtakım kurallara asırlardır uymaktadırlar. Dahası, bu kuralları kimsenin değiştiremeyeceği konusunda da çok kararlıdırlar. İçlerinden bir tanesi de çıkıp "neden bunlara uyuyoruz" diye sormamaktadır!... Üstelik bu kurallara uymak uğruna bilimin bulgularını da kolayca göz ardı edebilmektedirler. Böyle bir topluluğun "akıl ve bilim" yolunda olduğuna inanabilir misiniz?
Üstteki makalenin bir başka yerinde, bir masonun landmarklar konusundaki "sorgulamadan itaat etme" yaklaşımı kendi sözleriyle şöyle aktarılıyor:
Bana göre Landmark masonluğun o kadar eskiden beri mevcut bir parçası gibidir ki, ne locadaki ne de hürmason olarak davranışımla ilgili olarak onun nereden geldiğini hiç merak etmedim; neden böyle hissetmem gerektiğini tahlil etmeden duramıyorum, ama hürmasonluğun yapısını, bana göre, değiştirmeden ortadan kaldırılamayacağını da hissediyorum… Herhangi bir özel çaba göstermeden onunla yaşıyorum.112
Nereden geldiğini merak bile etmedikleri kurallara inanan ve bunlarla "birlikte yaşayan" insanlarla dolu bir derneği, "akılcı" sayabilir misiniz?...
Masonların "anayasa" olarak kabul ettikleri
kurallar, asırlardır değişmeden korunmaktadır.
Kuşkusuz masonluğun "akılcılık ve bilimsellik" iddiası tamamen boştur. Diğer materyalistler gibi onlar da bilim ve akıl kavramlarını sürekli kullanmalarına rağmen, gerçekte hiçbir akılcı ve bilimsel dayanağı bulunmayan bir felsefeyi ısrarla savunmakta, bilimin ortaya koyduğu gerçeklere ise yüz çevirmektedirler. Bu konuda masonları en çok yanılgıya düşüren, adeta büyüleyen unsur ise, geleneklerine olan körü körüne bağlılıklarıdır.
Bu durum masonluğun, insanları Allah'a iman etmekten uzaklaştıran, onları boş kurallar, hurafeler, efsaneler ile oyalayıp, batıl inanışların peşine düşüren bir aldanış öğretisi olduğunu göstermektedir. Kuran'da, Allah'ı bırakıp da Güneş'e secde eden pagan Sebe kavmi ile ilgili olan "Şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar" (Neml Suresi, 24) ayeti masonluk için de geçerlidir. Masonlar, yaldızlı sembollerle, mistik öğelerle süslenen köhne bir öğreti uğruna, Allah'ın dinini reddetmektedirler.
Dahası, reddetmekle kalmamakta, din ahlakına karşı savaşmaktadırlar. Hem de oldukça uzun bir süredir.
89 Mason Dergisi, sayı 48-49, s. 67
90 Mason Dergisi, sayı 48-49, s. 67
91 Dr. Selami Işındağ, Kuruluşundan Bugüne Masonluk ve Bizler, Masonluktan Esinlenmeler, İstanbul 1977, s. 274-275
92 Dr. Selami Işındağ, Kuruluşundan Bugüne Masonluk ve Bizler, Masonluktan Esinlenmeler, İstanbul 1977, s. 274-275
93 Pocock, in; Edmund Burke, Reflections on the Revolution in France, ed. J. G. A. Pocock, Indianapolis: Hackett Publishing Company, 1987, pp. 33-38
94 Desmond King-Hele, Doctor of Revolution: The Life and Times of Erasmus Darwin, Faber & Faber, London, 1977, s. 361
95 Henry Morris, The Long War Against God, s. 178
96 William R. Denslow, 10,000 Famous Freemasons, vol. I. Macoy Publishing & Macoy Supply Co., Inc. Ricmond, Virginia, 1957, s. 285
97 William R. Denslow, 10,000 Famous Freemasons, vol. I. Macoy Publishing & Macoy Supply Co., Inc. Ricmond, Virginia, 1957,s. 285
98 Henry Morris, The Long War Against God, s. 198. 1776 yılında Almanya, Bavyera'da kurulan "İllüminati" (İllümineler) adlı örgüt, bir tür mason locasıydı. Locanın Yahudi asıllı kurucusu Adam Weishaupt, örgütün amaçlarını şu şekilde sıralamıştı: 1- Bütün monarşilerin ve düzenli hükümetlerin feshedilmesi, 2- Şahsi mülkiyet ve verasetin feshedilmesi, 3- Aile hayatı ve evlilik kurumunun feshedilmesi ve çocuklar için komünal bir eğitim sisteminin kurulması, 4- Bütün dinlerin feshedilmesi. (bkz. Eustace Mullins, The World Order: Our Secret Rulers, s. 5; Lewis Spence, The Encyclopedia of the Occult, s. 223)
99 Henry Morris, The Long War Against God, Master Books, April 2000, s. 198
100 C. L. "Mason Aleyhtarlığı", Mimar Sinan, yıl 4, sayı 13, 1973, s. 87-88
101 Henry Morris, The Long War Against God, s. 60
102 Huxley'in masonluğu için bkz. (Albert G. Mackey. "Charles Darwin and Freemasonry". An Encyclopedia of Freemasonry New York: The Masonic History Company, 1921, Vol. III.) Royal Society ya da uzun adıyla The Royal Society of London for The Improvement of Natural Knowledge (Doğasal Bilginin Geliştirilmesi İçin Londra Kraliyet Derneği) 1662 yılında kuruldu. Kurumun bütün üyeleri istisnasız masonlardan oluşuyordu bkz. John J. Robinson, Born in Blood, s. 285
103 Royal Society'nin Darwinizm'e verdiği destek hakkında bkz. Henry Morris, The Long War Against God, s. 156-57
104 Anton Pannekoek, Marxsizm And Darwinism, Translated by Nathan Weiser. Transcribed for the Internet by Jon Muller, Chicago, Charles H. Kerr & Company Co-operative Copyright, 1912 by Charles H. Kerr & Company (http://www.marxists.org/archive/pannekoe/index.htm)
105 Dr. Selami Işındağ, "Bilginin Gelişmesinde Engeller ve Masonluk", Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonları Büyük Locası, 1962 Yılı Bülteni, İstanbul, 1962. s. 44
106 Fred Hoyle, Chandra Wickramasinghe, Evolution from Space, s. 130.
107 Dr. Selami Işındağ, Evrim Yolu, İstanbul 1979, s. 141
108 P. M. Giovanni, Türkiye Fikir ve Kültür Derneği E. ve K. S. R. Sonuncu ve 33. Derecesi Türkiye Yüksek Şurası, 24. Konferans, İstanbul, 1973, s. 107
109 Dr. Selami Işındağ, Sezerman Kardeş VI, Masonluktan Esinlenmeler, İstanbul 1977, s. 78
110 Dr. Selami Işındağ, "Masonluk Öğretileri", Masonluktan Esinlenmeler, İstanbul 1977, s. 137
111 Tanju Koray, Mimar Sinan, 1992, No: 85, s. 46
112 Tanju Koray, Mimar Sinan, 1992, No: 85, s. 49