İnsanların birçoğunu dünyada sıkıntıya ve görünmez azaplara sürükleyen konulardan biri, kendilerini kandırmaları ve gerçek olmayan şeylere inanmalarıdır. İnsan telkin yoluyla inanmak istediği bir konuda kendini istediği şekilde ikna edebilir; olayları görmek istediği gibi yorumlayıp, buna öylesine inanır ki, aksini savunanların, doğru söyledikleri çok açık olduğu halde, büyük bir yanılgı içerisinde olduklarını düşünecek hale gelebilir.
Bu konuyu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: Bir insan, kendi kendine yaptığı telkin ile, arkadaşlarının kendisini yeteri kadar sevmediğini düşünebilir. Karşılaştığı tüm olayları bu doğrultuda yorumlayıp haklılığına dair pek çok delil oluşturabilir. Karşı taraf kişinin bu inancını kıracak şekilde doyurucu konuşmalar yapsa, tüm tavırlarıyla aksini ispatlasa dahi, kendini bu konunun doğruluğuna ikna eden bir kimse, bunların hiçbirine itibar etmez. Her detayı kendi inancını daha da pekiştirmek için kullanır, sürekli kendini inanmak istediği şeye inandıracak yeni deliller üretir. Oysaki ortada böyle bir şey yoktur. Ama bu kimse dünyayı kendi görmek istediği gibi görür, olayları da kendi yaşamak istediği şekilde yorumlar ve bu sebeple de sürekli azap içinde yaşar.
Cahiliye insanlarının pek çoğunda görülen bu özellik, kimi zaman inandıkları halde imanı kalbine tam yerleştirememiş, olayları Kuran ile yorumlamayı hayatlarına tam olarak hakim etmemiş olan insanlarda da görülür. Olayları ya da insanları Kuran'a göre yorumlamamak ise insanı her zaman için yanılgıya sürükler. Çünkü Kuran'ın ölçü alınmadığı yerde, insan, cahiliye toplumunun bakış açısına göre, yani nefsinin ve şeytanın tarafında teşhislerde bulunacaktır. Dolayısıyla başta kendisi ile ilgili teşhisleri olmak üzere, çevresinde olup biten tüm olayları çarpık bir anlayışla değerlendirecektir. Örneğin Kuran ahlakı ölçü alınarak bakıldığında düşüncesizce hareket ettiği fark edilen bir kimse, cahiliye bakış açısıyla kendisini son derece ince düşünceli bir insan sanabilir. Ya da Kuran'a göre kibirli bir tavır içerisinde olan bir kimse, Kuran'ı ölçü alarak düşünmediği için çok alçakgönüllü ve tevazulu bir insan olduğuna inanmış olabilir. Aynı şekilde imanı zayıf olan bir kimse de kendisini, Allah'tan çok korktuğuna, Kuran ahlakına eksiksiz olarak tabi olduğuna, Allah'a karşı tümüyle dürüst ve samimi olduğuna da inandırabilir. Ancak elbette ki bu noktada insanların kendilerini ikna etmek ve vicdanlarının sesini bastırabilmek için kullandıkları, Kuran'a uygun olmayan birtakım mantıklar vardır. Bu yanlış mantıkları kendi içlerinde bir şekilde makul hale getirip, kendilerini bunların din ile çatışmadığına, Allah Katında da mazeret olarak kabul görebileceğine inandırırlar. Bu da bu kimselerin samimiyetten uzaklaşmalarına neden olur.
Kendilerini kandıran insanlar, bir yandan da takva sahibi Müslümanlar oldukları iddiasında oldukları için, iddiaları ile tavırları çelişkili olur. Bu ise, onların hep sıkıntı çekmelerine neden olur. Bir yandan da bilinçaltlarında gerçek yüzlerini bildikleri ve iddia ettikleri kadar güzel ahlaklı, güzel düşünceli olmadıklarını fark ettikleri için, bunun vicdani sıkıntısı ile yaşarlar. Ne var ki, bunları fark edip, davranış ve inanç bozukluklarını düzelteceklerine, kendilerini kandırma, hatalarının üzerini örtme yolunu seçerler. Bu da söz konusu insanlar üzerinde maddi ve manevi çeşitli tahribatların oluşmasına neden olur.
İlerleyen sayfalarda dünyada bir azap olarak yaşanan bu tahribatın üzerinde duracağız.
Adnan Oktar: İnsanlar telkine açıktır; savaşı telkin edersen savaşa gider, barışı telkin edersen barışa gider. Nefret telkini verirsen nefrete gider, sevgiyi telkin edersen sevgiye gider. İnsan ruhu sevgiye yatkındır. (Adnan Oktar’ın 14 Nisan 2013 tarihli A9 TV röportajından)
Samimiyetsizlik insanlar için gizli bir beladır; sadece kişilerin yaşamlarını zorlaştırmakla, sıkıntı ve mutsuzluğa sürüklemekle kalmaz. Aynı zamanda onları hem fiziksel hem de manevi yönde büyük bir hızla yıpratır. Bu kişiler, üzerlerinde oluşan bu tahribatın kimi zaman farkına varmayabilirler. İçlerinde tuttukları gizli samimiyetsizliklerden dolayı bir zarara uğramadıklarını sandıkları için, bunu bir hayat şekli olarak sürdürmekte hiçbir sakınca görmezler.
Oysaki gerçek imanı yaşayan kimseler, bu kişilerde meydana gelen tahribatı çok açık bir şekilde fark ederler. Çoğu zaman bu durumu karşı tarafa da açıklamaya çalışır, onları samimiyete çağırırlar. Ancak bazı insanların içinde bulunduğu ruh hali, anlatılmak istenenlere de aynı şekilde samimiyetsizce yaklaşmalarına neden olur. Bu yüzden ortaya konan bu gerçeklerden de gereği gibi istifade edemezler.
Adnan Oktar: Samimi insan ne güzel oluyor. Sahtekar insan ne kötü oluyor, ne kadar sıkıcı. Ne olur dürüst yaşasa insanlar? Ben anlamıyorum çünkü dürüstlükte rahat ediyor insan. Mesela yalan insanı boğar, sıkar, mesela intikam, samimiyetsizlik sıkar. Perişan olur, her yeri kasılır. Acı çeker, sağlığı bozulur. En güzeli affedici olmaktır, barış insanı olmaktır, her şeyde hayır görmektir. İnsan zayıf yaratılmış öyle belayı kaldıracak gibi değil….
…Temiz ol, dürüst ol, samimi ol. Samimiyet müthiş bir ferahlıktır. İnsanı güzelleştirir samimiyet, sevgi insanı güzelleştirir. Samimi olan sevgiyi bilir. Samimi olmayan çok sahtekar olur, çok kötü olur.
İnsanlar samimi olsa, sevgi arasa Allah dünyayı cennete çevirir. (Adnan Oktar’ın 3 Ağustos 2015 tarihli A9 TV röportajından)
Samimiyetsizliğin insanlar üzerinde oluşturduğu olumsuz etkilerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
İmanın gereklerini yaşamayan kişiler üzerinde görülen en belirgin etkilerden biri 'akılsızlık'tır. Allah, aklı insanlara ancak samimi iman ile birlikte vermektedir. İnsanın bunun dışında ortaya koyabildiği tüm yetenekler, ancak zekası ile oluşabilmektedir. Belki ilk bakışta zeki bir insanın da akıllı bir kimse ile aynı özellikleri gösterebileceği düşünülebilir. Zaten insanların yanılıp kendilerini akıllı sanmalarının nedeni de budur. Ancak gerçekte durum çok farklıdır. Akıl, Allah'ın insanlar için belirlediği ve uyulduğunda en mükemmel sonuçlara ulaştıran ve kişinin Kuran'a tabi olmasından kaynaklanan bir üstünlüktür. Allah Kuran'ın bir ayetinde "Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir." (Enfal Suresi, 29) sözleriyle ancak Kendisi'nden korkup sakınanlara verdiği özel bir anlayıştan bahsetmektedir. Bu anlayış, insanların, başta kendileriyle ilgili olanlar olmak üzere, hayata dair her konuda neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt edebilmelerini sağlamaktadır.
Kuran ahlakından uzaklaşıldığında ya da kimi noktalarda da olsa samimiyetsizliğe hayat hakkı tanındığında, insanların doğruyu yanlıştan ayırt edebilme özelliklerinde zayıflık olur. Bunun en önemli alameti ise kişilerin içerisinde bulundukları durumu görüp Kuran'a uygun şekilde teşhis edememeleri, başkaları tarafından hatırlatılsa bile bunu yine de kavrayamamalarıdır.
Samimi insanların akıllarında oluşan netlik, sadelik ve berraklık bu kimselerde yoktur. Tam tersine bir pus, bulanıklık ve karmaşa dikkati çeker. Özellikle de müminlerde oluşan keskin akıl alametleriyle kıyaslandığında ortaya çıkan tablo bu durumu daha da net bir şekilde ortaya koyar. Aklın netliğini ve teşhis kabiliyetindeki keskinliği bu insanların yaşayamamaları aslında kendileri için dünyada bir azap çeşitidir. Kendileri akılları üzerindeki pus nedeniyle bunun bir azap olduğunun da çoğu zaman farkında olmayabilirler. Ama gerçek imanın getirdiği aklın konforunu hiçbir zaman yaşayamazlar. Bu kimselerin, insanlar ya da olaylar hakkında yaptıkları yorumlar, bu akılsızlığı çok açık bir şekilde yansıtır niteliktedir.
Adnan Oktar: Sevgiyi bilmeyen samimiyeti bilmez, samimiyeti bilmeyen de sevgiyi bilmez. Bunlar da akılla irtibatlı, akıl da Kuran’la irtibatlı, Kuran Allah korkusuyla irtibatlı. (Adnan Oktar’ın 13 Nisan 2014 tarihli A9 TV röportajından)
Adnan Oktar: Sevginin girmediği bir yerde mağlubiyet vardır. Sevginin olmadığı bir yerde akılsızlık vardır, ölüm vardır. Sevgisizlik ölüm getiriyor, acı, ızdırap, bereketsizlik, uğursuzluk getiriyor. Başka bir şey getirmez. (Adnan Oktar’ın 13 Ekim 2014 tarihli A9 TV röportajından)
Akılda oluşan pusun yanı sıra, samimiyetsizliği sürdüren insanların uğradığı zararlardan biri de üzerlerinde oluşan ağırlıktır. Bu ağırlık, vicdanlarının sesinden bile bile yüz çevirmiş olmalarının üzerlerinde oluşturduğu baskıdan kaynaklanır. Vicdan azabının verdiği manevi sıkıntı, kişinin hem ruh halini hem de tüm fiziksel fonksiyonlarını derinlemesine etkiler. Böyle bir insan, dünyanın en güzel, en konforlu evinde, istediği her nimete anında ulaşabilecek imkanlar içinde, en güzel ahlaklı insanlarla birlikte yaşasa, sağlığı, güzelliği, zenginliği dünya şartlarında olabilecek en mükemmel seviyede olsa, yine de içindeki bu sıkıntıdan kurtulamaz. Çevresindeki bu nimetlerin hiçbirinden gereği gibi zevk alamaz. Ne yediği yemek, ne dostlarının candan sohbetleri, ne güzel bir manzara, ne gittiği güzel bir yer bu insana zevk vermez. Herkesin eğlendiği, gülüp oynadığı bir ortamda o için için azap çeker. Etrafına her ne kadar neşe ve mutluluk taklitleri yapsa da, içindeki manevi azap bir an olsun hafiflemez. Doğal neşe ve doğal huzuru hiçbir zaman için yaşayamaz. Bunu ancak özel bir irade ve dikkat ile elde edebilir. Aksinde üzerinde daimi olarak bir ağırlık vardır. Bu ağırlık, kişinin bedenen uyanık olduğu halde bir çeşit uyku halinde yaşamasına neden olur; gözleri açıktır ama gözündeki mat ve donuk ifade, iman eden bir kimsede olması gereken şuurdan çok uzaktır. Bakışlarına bitkin bir ifade hakimdir.
Bu manevi baskının neden olduğu ağırlık kişiyi fiziksel açıdan da yoğun şekilde etkiler. Algıda, konuşmada, el becerilerinde ve vücudun tüm diğer yetenek gerektiren fonksiyonlarında azalma görülür. Normal şartlarda kişinin fiziksel anlamda hiçbir rahatsızlığı yoktur. Ama beyinde oluşan baskı ve donukluk, kişinin hayatını normal bir insan gibi yaşamasını engeller. Bilinçaltında bir yerlerde her zaman vicdan azabından kaynaklanan huzursuzluğu hisseder. Bu huzursuzluğunu çözüme kavuşturmadığı sürece de rahata kavuşamaz. Allah, Kuran'da imanı kalplerine tam sindirememiş olan bu insanların sıkıntılı ruh halini şöyle tarif etmiştir:
Kim de Benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve Biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz. (Taha Suresi, 124)
Adnan Oktar: İnsanların ömrü uzar sevgide. Neşeleri de artar, sağlıkları, sıhhatleri de artar. Sevgisizlikten kanser oluyorlar, ülser oluyorlar, ciltleri bozuluyor. Bin bir türlü hastalık oluyor ve ruh hastalıkları gelişiyor. Halkın büyük bir bölümü yüzde 70-80’ni sinir ilaçları kullanıyor. Psikiyatrik ilaçlar kullanıyorlar. Acı ızdırap içinde yaşıyorlar. Halbuki sevgi hakim olsa, hiçbir şeye gerek yok. Bütün o ilaçları alıp çöp kutusuna atarlar. O sinir ilaçlarının hiç birine ihtiyaç kalmaz. Yatıştırıcıların hiç birine ihtiyaç kalmaz. Sevgisizlik insanın bedeninin kaldırabileceği bir şey değil. (Adnan Oktar’ın 11 Aralık 2012 tarihli A9 TV röportajından)
Samimiyetsizliğin insanlar üzerinde oluşturduğu bir başka tahribat şekli ise Kuran'da şu ayetle bildirilmektedir:
O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar. (Yunus Suresi, 100)
Vicdanları kabul ettiği halde akıllarını kullanmayan, samimiyetsiz yaşayan insanlar Allah'ın 'iğrenç bir pislik' olarak ifade ettiği bir bela ile karşılık bulurlar. Allah bir ayette, "Kalplerinde hastalık olanların ise, iğrençliklerine iğrençlik (murdarlık) ekleyip-artırmış ve onlar kafir kimseler olarak ölmüşlerdir." (Tevbe Suresi, 125) şeklinde buyurmuştur. Bu, Allah'ın dilemesiyle insanlar üzerinde hem maddi hem de manevi bir kir şeklinde görülebilmektedir. Allah dilerse bu kişiler gerçekten bedensel olarak da kirli bir görünüm alabilirler. İçlerindeki huzursuzluk ve stres bedenlerinin normalden çok daha hızlı bir şekilde kirlenmesine, hatta ciltlerinin bozulmasına, ağız ve beden kokularına neden olabilir.
Bunun yanı sıra bu kimseler fiziksel anlamda tüm tedbirleri alsalar, temizliklerine diğer insanlardan çok daha fazla özen gösterseler dahi üzerlerinde oluşan manevi kirden kurtulamazlar. Çevrelerindeki insanlarda her zaman için kirli bir insan izlenimi uyandırırlar. Bu elbette ki Allah'ın bu kimselerin samimiyetsizliğine karşılık olması için insanların içine verdiği bir histir. Ne kadar temiz olursa olsun bu kişinin oturduğu yere oturmak, yediği yemekten yemek, elini sürdüğü bir şeye dokunmak dahi insanlara rahatsızlık verecek hale gelebilir. Bu da söz konusu insanın içten içe yaşadığı bir azap haline dönüşür. Kendisi Allah'ı unutmuş ve insanların hoşnutluğunu arayan bir yaşam sürdürmek istemiştir. Ama hoşnutluğunu aradığı insanlar ondan kaçmakta, onu küçük görmektedirler. İşte bu da, Allah'ın dünyada vicdanları kabul ettiği halde gerçek imanı yaşamayan insanlara tattırdığı gizli bir beladır.
Adnan Oktar: Müminlerin nazarları birbirlerine şifadır. Mümin mümini gördüğünde şifa alır. Kalbine ferahlık gelir. Kafir nazarı zehirdir. Ahlaksız insanların nazarları kirleticidir, pistir. Üstüne kir getirir. İnsanın gücüne zarar verebilir. Samimiyetsiz, vicdansız ve ahlaksızsa karşındaki, ondan uzak durmak lazım. (Adnan Oktar’ın 12 Kasım 2012 tarihli A9 TV röportajından)
Önceki bölümde yer alan ayette ifade edilen manevi kirin bir başka tezahürü olarak, samimiyetsiz insanların yüzlerinde de bir nursuzluk oluşur. Bu nursuzluk her insanda aynı belirtilerle ortaya çıkmaz. Kimi insanların yüzünde, iman edenlerin yüzünde oluşan canlılığın, şevkin ve dürüst ifadenin olmamasıyla kendini belli eder. Kimi insanlarda anlamsız, hayatından bezmiş, boş bakışların getirdiği bir görünüm ortaya çıkar. Kimi insanlarda ise yüzde oluşan sebepsiz bir kararma dikkati çeker. Tüm bu belirtiler kişilerin içlerinde yaşadıkları karanlık ruhun birer yansımasıdır.
Burada dikkati çeken nokta ise, kişilerin fiziksel güzelliklerinin hiçbir şekilde bu sonucu etkileyemiyor oluşudur. Dünyanın en güzel yüzüne, en mükemmel tenine, en güzel renkli, en güzel biçimdeki gözlerine sahip bir insan dahi, samimiyetsiz bir ahlak gösterdiği takdirde yüzüne nursuz bir ifade çökmesini engelleyemez. Ortaya çıkan manzara güzelliklerini tümüyle gölgeler niteliktedir. Bunun sebebi de nurun ancak Allah Katından samimi bir kalple iman eden insanlara verilen bir özellik olmasıdır. Allah bir ayetinde bu gerçeği şöyle bildirmektedir:
Ya da (inkar edenlerin amelleri) engin bir denizdeki karanlıklara benzer; onun üstünü bir dalga kaplar, onun üstünde bir dalga, onun da üstünde bir bulut vardır. Bir kısmı bir kısmı üzerinde olan karanlıklar; elini çıkardığında onu bile neredeyse göremeyecek. Allah kime nur vermemişse, artık onun için nur yoktur. (Nur Suresi, 40)
Allah samimi ve samimiyetsiz insanların ruhlarında yaşadıklarının bedenlerine olan etkisine Kuran'da şöyle bir karşılaştırma ile dikkat çekmektedir:
Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır.
Kötülükler kazanmış olanlar ise; her bir kötülüğün karşılığı, kendi misliyledir. Bunları bir zillet sarıp kaplar. Onları Allah'tan (kurtaracak) hiçbir koruyucu yok. Onların yüzleri, sanki bir karanlık gecenin parçalarına bürünmüş gibidir... (Yunus Suresi, 26-27)
Adnan Oktar: İmanın hâkim olduğu yerlerde bir bereket ve nur oluyor. İnsanların yüzünde bir tatlılık, hoşluk ve ışık geliyor. İnsan bakmaya doyamıyor, sevmeye doyamıyor. Aksinde de bir lanetlik, nursuzluk ve pislik hâkim oluyor, leş gibi bir ortam meydana geliyor. (Adnan Oktar’ın 22 Ağustos 2012 tarihli A9 TV röportajından)
Allah, Kendisi'ne samimi bir kalple iman eden kimselere Katından bir güzellik, sevimlilik ve nur verir. Bu insanlar varlıklarıyla girdikleri her ortama güzellik ve esenlik getirirler. Yüzlerine bakmak, seslerini duymak, Allah'a olan derin imanlarını hissettiren samimi konuşmalarına ve tavırlarına şahit olmak çevrelerindeki insanlar için birer nimet olur. Kuran'da samimi müminlerin bu özelliklerine ve bunu ifade eden, yüzlerindeki 'secde izi'ne şöyle dikkat çekilmektedir:
Muhammed, Allah'ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar da kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir... (Fetih Suresi, 29)
Samimiyetsiz bir tavır içerisinde olan insanların üzerinde ise, müminlerin tam tersine olumsuz bir hal oluşur. Kendi iç dünyalarında yaşadıkları tevekkülsüzlük, hüzünlü, sıkıntılı ve gergin ruh halleri ve kibirleri, bu insanların girdikleri her ortamda negatif bir hava esmesine neden olur. Hiçbir söz söylemeseler, hiçbir şey yapmasalar dahi bulundukları yerden çevrelerine olumsuz bir elektrik yayarlar. Gergin ruh halleri, azap dolu yüzleri ve sıkıntılı sesleri insanlara bu durumu açıkça hissettirir. Samimi olmadıkları, Allah'a karşı mutlak dürüstlüğü yaşamadıkları sürece bu iticilik üzerlerinden gitmez. Çevrelerindeki insanlara sempatik görünebilmek için her ne yaparlarsa yapsınlar, olumlu bir etki oluşturamazlar.
Bu, Allah'ın insanlar üzerinde yarattığı mucizevi bir durumdur. Böyle olumsuz bir halin nedeni kimi zaman tam olarak tarif edilemeyebilir, ama çoğu kişi böyle insanları anlar ve onlarla aynı ortamı paylaşmak istemez. Bu da, olumsuz hali üzerinde barındıran insanın dünyada içten içe yaşadığı sıkıntılardan biridir.
Ancak unutulmamalıdır ki aynı insan kalbini temiz tutup, Allah'a karşı samimi olmaya niyet ettiği andan itibaren de, üzerindeki bu kötü hal Allah'ın dilemesiyle hemen dağılır ve yerini nurlu bir yüze bırakır.
Buraya kadar saydığımız özellikler Allah'ın gerçek imana yanaşmamalarına karşı insanlara verebileceği karşılıklardan sadece birkaç tanesidir. Unutulmamalıdır ki Allah'ın gücü sonsuzdur. Eğer meydana gelen tüm bu açık alametlere rağmen, kişi nasıl bir zarara uğradığını görmezlikten gelir ve Allah'a sığınmaz ise, Allah daha şiddetli karşılıklar da verebilir.
Hiç kimse "nasıl olsa iman ediyorum, ibadetlerimi yerine getiriyorum" diyerek kendisini kandırmamalı, hiçbir noktada samimiyetsizlik bırakmadan Allah için kalbini arındırmalıdır. Allah'ın "Hayır; gerçekten insan, azar. Kendini müstağni gördüğünden." (Alak Suresi, 6-7) ayetleriyle bildirdiği gibi bir sonuç oluşmasından Allah'a sığınmalıdır.
Adnan Oktar: Kuran’da Allah insanın normal akılda olmasını sağlayacak çok güzel sırlar vermiş. Mesela bir kere kendini Allah’a adaması bütün ahlaksızlığı ortadan kaldırıyor, anormalliği ortadan kaldırıyor, tevekküllü olması kendine yaptığı eziyeti ortadan kaldırıyor. Yani bedenine yaptığı bütün eziyet ortadan kalkıyor tevekkülde. Sabırlı olduğunda herkesle dost oluyor yani düşman olduğu, ayrıldığı hiç kimse kalmıyor. Vefalı olduğunda herkesin seveceği bir kişilikte oluyor. Kendini eleştirdiğinde akli dengesi yerine geliyor. Başkasını eleştirdiğinde de tamamen makul, tutarlı, sevilen bir insan haline geliyor. Bu sırlar Kuran’ın içine konmuş bazı insanlar da bunları okuyup geçiyorlar. Sanki herhangi bir şeymiş gibi geliyor onlara. Halbuki bütün bu uygulamalar yapıldığında insan akli dengesinin mükemmel hale geldiğini bilemiyor. (Adnan Oktar’ın 11 Aralık 2015 tarihli A9 TV röportajından)