Bilim dünyasının genetikten, paleontolojiden, elektron mikroskobundan, DNA'dan habersiz olduğu 1800'lerde ortaya atılmış olan Darwin'in evrim teorisi, modern bilimin gelişimi ve çağdaş teknolojinin bilimsel araştırmalara uyarlanmasıyla ortaya çıkan yeni bilimsel bulgularca yalanlanmıştır. Bugün artık bir avuç inatçı evrim taraftarı bilim adamı dışında gerçekleri görmeyen ve evrim inancının yıkılışına şahit olmayan kimse kalmamıştır.
BİYOKİMYA alanında, tek bir protein molekülünün bile tesadüfen oluşma ihtimalinin matematiksel olarak "sıfır" olduğunu ortaya konmuştur.
GENETİK BİLİMİ, DNA'yı keşfetmiş ve her canlının her hücresinin çekirdeğinde, o canlı ile ilgili son derece detaylı bilgilerin, şifrelenmiş olarak kayıtlı olduğunu bulmuştur.
PALEONTOLOJİ, canlıların Prekambriyen Dönemi'nde aniden ortaya çıktığını ve canlı türleri arasında evrim teorisinin öngördüğü ara-geçiş formlarının bulunmadığını göstermiştir.
KİMYA, Le Châtelier Kanunu ile evrim teorisinin ilkel dünyada meydana gelen organik maddeler iddiasının aksine, amino asitlerin sulu ortamlarda birleşemeyeceklerini kanıtlamıştır.
JEOLOJİ, dünyanın hiçbir döneminde evrimcilerin canlılığın oluşumu için iddia ettiği atmosfer şartlarının var olmadığını tespit etmiştir.
FİZİK BİLİMİ, ilk dünya şartlarında ultraviyole ışınlarının, "fotodissosiyasyon" yoluyla meydana geldiği iddia edilen molekülleri parçalayacağını ispatlamış ve evrimin, ilk amino asitlerin atmosferdeki gazlardan oluştuğu iddiasını geçersiz kılmıştır.
Evrimciler 150 yıldır dünyanın her yerinde görüşlerini destekleyecek fosiller aramaktadırlar. Ancak bugüne kadar canlıların uzun zaman içinde tesadüfen birbirlerinden türediklerini ve sürekli değiştiklerini gösteren tek bir fosil dahi bulamamışlardır. Aksine bulunan her fosil, canlıların aniden ortaya çıktıkları yani yaratıldıkları ve türlerin değişmediği gerçeğini pekiştirmiştir.
400 milyon yıllık köpekbalığı fosili (New Scientist, 20 Ocak 1984), 400 milyon yıllık deniz yıldızı fosili (Giovanni Pinna, Histoire de la Vie Fossiles), 320 milyon yıllık hamam böceği fosili (National Geographic, Ocak 1981), 230 milyon yıllık akrep fosili (Nature, Mart 1985), 1 milyar 100 milyon yıllık solucan fosili (Ekim 1998), bu canlıların milyonlarca yıldan beri hiç değişmediğini ve bugünkü şekilleriyle ortaya çıktıklarını açıkça ispatlayan fosillerdir.
Hamam böceği (3) ve 320 milyon yıllık fosili (4) (National Geographic, Ocak 1981)Nature dergisi, BBC ve CNN gibi dünyaca ünlü basın kuruluşlarında geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir habere göre, Çin'de 150 milyon yıllık semender fosillerine rastlandı. (2) Semenderleri bulan Amerikan Doğa Tarihi Müzesi araştırmacıları Shubin ve Ke-Qin Gao, bu fosillerin, günümüz semenderleri (2) ile aynı özelliklere sahip olduklarını ve değişikliğe uğramadıklarını şöyle belirttiler: "Üster evinizin yakınındaki ormanda bir kayanın altındaki bir semendere, ister Çin'de 150 milyon yıllık bir semendere bakın, her ikisinin de aynı olduğunu göreceksiniz. Aslında büyük ölçüde benzerler. Bilek kemikleri, kafataslarının şekli, küçük detayların hepsi aynı". (http://www.cnn.com/2001/TECH/science/03/28/salamander.reut/index.html)Milyonlarca yıldır hiçbir değişim göstermeden günümüze gelen bu canlılar evrim teorisinin geçersizliğini ortaya koyan delillerden sadece birkaçıdır. |
Charles Darwin de bu gerçeği farketmiş, teorisinin en büyük açmazının bu husus olduğunu kabul etmiştir:
"Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz? Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır." (Charles Darwin, The Origin of Species by Means of Natural Selection, sf.134, Senate Press, 1995)
Bilimsel bulgular, canlıların değişmediğini ve aniden ortaya çıktıklarını gösterirken, ateşli evrimci paleontologların akla ve bilime yüz çevirerek hala evrim propagandası yapmaları son derece şaşırtıcıdır. Bu, evrimcilerin bilimsellikle ilgisi olmayan bir saplantı içinde olduğunun açık göstergesidir.
400 milyon yıllık köpekbalığı fosili (üstte) (New Scientist, 20 Ocak 1984) |
1920'li yıllardan itibaren evrenin yapısı hakkında elde edilen bilgiler, evrenin belirli bir zaman önce bir "Büyük Patlama" (Big Bang) ile yoktan var hale geldiğini ispatlamıştır. Yani evren sonsuz değildir, Allah tarafından yoktan yaratılmıştır. Bu gelişmelerle birlikte günümüze kadar evrenin yoktan yaratılışını ispatlayan daha pek çok bulgu elde edilmiştir.
Bu bulgulara yeni bir halka daha eklendi. Geçtiğimiz günlerde basında, Kuzey Kutbunda araştırmalar yapan 35 bilim adamının evrenin oluşumuyla ilgili çok önemli bir sonuca vardıkları haber verildi. Kendilerine Boomerang grubu adını veren İngiliz, Kanadalı, İtalyan ve ABD'li uzmanlar, evrenin 14 milyar yıl önce bir insan yumruğu kadar küçük bir gaz bulutu olduğunu açıkladılar. Yapılan bu açıklamalara göre gazların sürekli hareketi yüzünden zil sesini andıran bir ses dalgası meydana geliyordu. Ses dalgaları patlamalara neden oldu. Evren genişlemeye başladıkça bu ses dalgaları yayılmaya devam etti. Ekibin başındaki California Ünivesitesi'nden John Ruhr'un yaptığı açıklamaya göre ilk kez tespit edilen bu ses dalgaları, Büyük Patlama'nın (Big Bang) ateşleyicisiydi.
Evreni araştıran tüm bilim adamları hep tek bir gerçekle karşı karşıya kaldılar: Evren Allah tarafından yokluktan yaratılmış ve ilk varoluş anından itibaren kusursuzca düzenlenmiştir. Nitekim 21. yüzyıl bunun gibi, evrenin daha birçok sırrının ortaya çıktığı bir yüzyıl olmaya devam edecektir.
Bugün bilinen hayvan filumlarının (vücut planlarına göre hayvanların sınıflandırılması) tamamına yakını, yaşı 500-550 milyon yıl olarak hesaplanan Kambriyen devirde ortaya çıkmıştır.
Kambriyen devrinde bulunan fosillerden biri Hallucigenia isimli bir canlıya aittir. Bu ve bunun gibi birçok Kambriyen canlısının fosilinde saldırılara karşı korunma sağlayan dikenler ya da sert kabuklar yer alır. Hallucigenia ve diğer Kambriyen canlıları hakkında evrimcilerin kesinlikle açıklayamadıkları sorular vardır:
1. Hiçbir avcı canlının olmadığı bu devirde, bu hayvanlar nasıl olup da, muhtemel bir avcı olabileceğini düşünerek savunma sistemleri ile birlikte oluşmuşlardır?
Evrimciler, savunma mekanizmalarının, zaman içinde, canlı korunmaya ihtiyaç duydukça, doğal seleksiyon ile oluştuğunu iddia ederler. Ancak bu dikenler, canlının henüz bir ihtiyaç duymasına vakit kalmadan, ilk ortaya çıkışı ile birlikte var olmuşlardır.
2. Bu kadar çok kompleks canlının, hiçbir ataya sahip olmadan, aniden fosil kayıtlarında belirmesi evrimcileri kesinlikle yalanlar. Bu, canlıların ilkelden komplekse evrimleşmediklerini, Allah'ın "Ol" emriyle yaratıldıklarını gösteren açık bir delildir.
Büyük bir mantık çöküntüsü içindeki evrimcilerin iddiasına göre; bilinçsiz, kör, akılsız, bilgisi ve iradesi olmayan atomlar, tesadüfler sonucunda biraraya gelmişlerdir. Ve tesadüfler birbirini izlemiş, bu şuursuz atomlar, milyarlarca yıl sonra kendi kendilerini elektron mikroskobu ile inceleyen atom mühendislerini, biyoloji profesörlerini, beyin cerrahlarını, avukatları, üniversite öğrencilerini, genetik mühendislerini oluşturmuşlardır. Ve bu şuursuz atomlar bu süreç içinde de son derece bilinçli ve planlı çalışmışlardır. Sanki ileride ne meydana getireceklerini biliyorlarmış gibi, tespit ettikleri hataları elemişler, yerine doğruları gelene kadar sabırla milyonlarca yıl birbirlerinden ayrılmadan, her türlü koşula dayanarak beklemişlerdir.
Üstelik bu arada deneme yanılmalar yapmışlar, adeta bir kimya, fizik veya biyoloji profesörü gibi son derece zekice yöntemler izlemişlerdir. Örneğin, göz oluşmadan önce, sanki gözün oluşacağını biliyorlarmış gibi, kafatasında simetrik ve gözün yapısına en uygun büyüklük ve derinlikte göz çukurlarını açmayı ihmal etmemişlerdir. Evrimcilere göre şuursuz atomlar ve tesadüfen gelişen doğa olayları o kadar akıllı, o kadar uyumlu, o kadar planlı ve disiplinlidir ki, tüm insanların aklının biraraya gelip yapamayacaklarını onlar yavaş yavaş yapmışlardır. Oysa şuuru, aklı ve iradesi olmayan atomların, tesadüfler sonucunda akıl, şuur ve irade sahibi insanları kendi kendilerine oluşturamayacakları çok açıktır.
Evrimcilerin bu iddiaları, bir kayalığa çarpan dalgaların tesadüfen mimari şaheserler, saraylar oluşturmalarına inanmaya benzer. Evrimciler, dalgaların tesadüfen saraylar, konaklar inşa edeceklerine inanacak kadar, evrim teorisinin hipnozu altındadırlar.
Arkeologlar, kazılar sırasında yerin altından süs eşyaları, çanak ve çömlekler, hatta çok az şekillendirilmiş bir tahta dahi bulduklarında, hemen burada eski bir medeniyetin, akıl, beceri ve bilinç sahibi insanların yaşadıklarını anlarlar.
Ancak nedense bazı paleontologlar, yerin altında çanak ve çömleklerle karşılaştırılamayacak kadar kompleks tasarım ve özelliklere sahip 100 mercekli gözleri olan trilobitleri, salyangozları, denizyıldızlarını bulduklarında, bunların burada tesadüfen ve kendiliğinden oluştuğunu öne sürebilmektedirler.
Bu, evrim teorisinin en büyük çelişkilerinden biridir. Günümüzden 550 milyon yıl önce Kambriyen Devri olarak adlandırılan dönemde, ilk canlılardan olan trilobitler, salyangozlar, denizyıldızları gibi yumuşakçalar dünyada aniden belirdiler. Cansız dünyayı bir anda canlandıran, nefes alan, gören, kusursuz sistemlerle beslenen, birbirinden farklı taktiklerle avlanan canlıları dünyaya yerleştiren güç neydi? Bu gücün sahibi sonsuz ilim ve akıl sahibi olan Rabbimiz'dir.
Aşağıda en soldaki resimde gördüğünüz gibi, bir parça demiri, plastiği, bakırı bir çölün ortasına bırakıp gitseniz. Belli aralıklarla da buraya gelip baksanız. Bunların bir bisiklete, son model bir otomobile ya da bir tıra dönüştüğünü görmeniz mümkün olur muydu?
Doğrusu akılcı olan demirin paslanması, plastiğin deforme olması, bakırın da oksitlenmesi değil midir?
Buna Darwinistler'in verdiği cevap ise sizin verdiğiniz cevabın tam tersidir. Yani Darwinistler dağınık, düzensiz, cansız maddelerin zaman içinde tesadüflerin yardımıyla düzenli, canlı ve kompleks varlıklara dönüşebileceklerini iddia ederler. Evrimcilerin bu iddiası şu anlama gelmektedir: 1 numaralı resimdeki malzemeler zaman içinde tesadüfen bir bisiklet, sonra yine şuursuz rastlantılarla bir otomobil, daha sonra tamamen başıboş süreçlerle kamyonet ve en sonunda da bir tır haline gelebilir.
Türk Milleti keskin zekasıyla ve üstün feraseti ile birçok dünya milletinin düştüğü tuzağa düşmemiş, Darwinizm'in bu gibi safsatalarına aldanmamıştır. Darwinizm'in ne kadar mantıksız ve bilim dışı bir görüş olduğunu anlamış yegane millettir. Büyük Türk Milleti bu tuzağı bozup dünyayı Darwinizm safsatasından kurtaracak manevi güce sahiptir.
EVRİMCİLERİN KÖR TESADÜFLERİ BUNLARI YAPAMAZ |
Son günlerde Genom Projesinin gündeme gelmesini çarpıtarak kullanan birtakım evrimci çevreler, Darwinizm propagandasına başladılar. İnsanın maymunla olan genetik benzerliğini, insanın maymundan evrimleştiğine delil olarak göstermeye çalışan söz konusu çevreler yanlış bilgilerle halkı yanıltmaya çalışmaktadırlar. Oysa bahsedilen bu benzerlik hayalidir ve evrime delil olamaz, çünkü;
1. Maymunun genetik yapısı henüz incelenmemiştir ve dolayısıyla insan genomu ile karşılaştırılması söz konusu değildir.
2. Eğer maymun ile insanın genetik yapısının % 99 benzer olduğu kanıtlansa bile bu, insanın maymunla ortak bir atadan evrimleştiğine delil olamaz. Çünkü, İNSANIN GEN SAYISI İLE MISIRIN GEN SAYISI TIPATIP AYNIDIR. Eğer evrimcilerin iddiaları doğru olsaydı, mısır, insanın maymundan daha yakın bir akrabası olurdu.
İnsan bedeninin diğer canlılarla moleküler benzerlikleri olması son derece doğaldır. Çünkü tüm canlılar aynı moleküllerden oluşmakta, aynı suyu ve atmosferi kullanmakta, aynı moleküllerden oluşan besinleri tüketmektedir. Elbette ki metabolizmaları ve dolayısıyla genetik yapıları birbirine benzeyecektir. Ancak bu, onların ortak bir atadan evrimleştiklerinin veya "doğanın tesadüfen bu parçaları biraraya getirerek farklı canlılar oluşturduğunun" bir delili değildir.
Aslında canlılardaki bu "ortak malzeme", evrimin değil "ortak tasarımın", yani canlıların hepsinin aynı plan üzerine tek bir Yaratıcı tarafından yaratılmış olduklarının delillerinden biridir.
Evrim teorisi, bugüne kadar demagoji ve çarpıtmalarla ayakta kaldı. Ancak bugün doğru ve ispatlı bilgiler her insana çok kısa zamanda ulaşabilmektedir. Ve bu sayede insanlar taraflı ve bir amaca yönelik propagandalarla, çarpıtma ve demagojilerle aldatılamamaktadır. Bu Darwinizm'in sonunu getiren gelişmelerdendir.
Evrimciler, günümüzden 5 milyar yıl önce bazı atomların tesadüfen biraraya gelerek kusursuz bir plan yaptıklarına inanırlar. Evrimcilerin bu hayali senaryolarına göre, cansız ve şuursuz atomlar bu buluşmalarında bir canlı hücresi meydana getirmeye karar vermişlerdir. Ve demişlerdir ki:
Biz rastgele birbirimizin çevresinde dolaşalım. Bu arada rüzgar, fırtına, şimşekler, ultraviyole ışınları, depremler bizi rastgele birbirimize bağlar. Biz de bu şekilde ileride canlı için gerekli olacak proteinleri üreten fabrikaları, canlıyı oluşturmak için gereken tüm bilgilerin birarada tutulduğu bilgi bankasını, proteinlerin saklandığı depoyu, canlının yaşaması için gereken enerjiyi sağlayacak olan enerji santralini, gereksiz maddeleri yok edecek olan sindirim enzimlerini üretiriz. Ayrıca protein üretimi için gereken taşıma, kopyalama araçlarını, hücrenin giriş çıkışını kontrol eden hücre kapılarını, hücrenin içindeki tüm malzeme ve yapıların birbirinden ayrılmalarını engelleyen hücre zarını ve daha canlı hücresinin işe yaraması için gereken ne varsa hepsini eksiksizce inşa edip şekillendiririz. Böylece tesadüfen bir fabrikadan daha kusursuz özelliklere sahip bir hücre meydana getiririz. Hatta sonra da bunları yüz trilyonlarca üretip kendimizi inceleyecek atom profesörlerini oluştururuz.
İşte evrimcilerin tesadüfen varoluş iddialarının özü budur. Onların bu iddiaları, Taksim Meydanı'nda duran bir taş kütlesinin rüzgarların etkisiyle zaman içinde kusursuz bir sanat eserine dönüştüğüne, rüzgarların bir heykeltraş gibi sanat eseri meydana getirdiklerine inanmaktan çok daha mantık dışı ve akılsızcadır.
Tesadüfler ve bilinçsiz doğa olayları sanat eserleri, kusursuz tasarıma sahip yapılar meydana getiremezler. Bunlar için akla, bilince ve bilgiye ihtiyaç vardır. Darwinizm bu nedenle, 20. yüzyılda canlılarda bulunan son derece kompleks yapıların ve tasarımın keşfedilmesi ile çökmüştür.
Evrimciler bilimin yalanladığı teorilerini insanlar arasında yaygınlaştırmak için boş durmaz, sürekli sahte deliller üretirler.
Yandaki resimler, evrimcilerin içine düştükleri büyük hezimeti tüm açıklığıyla gözler önüne sermektedir. Çünkü ellerinde teorilerini savunabilecekleri hiçbir delil olmadığı için, evrimciler bizzat kendi elleriyle sahte delil üretmektedirler. Önce metal parçasından hayali bir iskelet oluşturmakta, daha sonra bunun üzerine hamurdan hayali bir vücut koymakta, var olduğuna inandıkları hayali tüylerle bütün vücudu kaplamakta, daha sonra da silikonla renk vermektedirler. Evrimci bilim adamlarının hayalgücüyle doğru orantılı olarak gelişen bu bilim dalına ilginç bir de isim vermişlerdir: Rekonstrüksiyon, yani "yeniden inşa!"
Ancak evrimciler bu sahte delilleri üretirken ne bilimsel bir veriden faydalanırlar, ne bir delilden, ne de bir deneyden... Ellerindeki tek kaynakları sınırsız hayalgüçleridir.
Örneğin bu rekonstrüksiyonu yaparken;
1. Ellerinde bir diş parçası ya da bir çene parçasından başka bir delil yoktur.
2. Bu kemik parçasından yola çıkarak bir iskelet, vücut şekli, yüz, yüze vahşi bir ifade, eşler ve çocuklar, daha sonra da sosyal bir hayat tablosu ortaya çıkarırlar.
3. Toprağın altında kısa sürede eriyen kas, yağ, kıkırdak gibi yumuşak dokuları tamamen hayali olarak canlandırırlar.
Bu gerçeği dünyaca ünlü bilim adamları da itiraf etmektedirler. Harvard Üniversitesi'nden Earnst A. Hooten'ın şu sözleri "yeniden inşa" sahtekarlığını açıkça gözler önüne sermektedir:
Yumuşak kısımların tekrar inşası çok riskli bir girişimdir. Dudaklar, gözler, kulaklar ve burun gibi organların altlarındaki kemikle hiçbir bağlantıları yoktur. Örneğin bir Neandertal kafatasını aynı yorumla bir maymuna veya bir filozofa benzetebilirsiniz. Eski insanların kalıntılarına dayanarak yapılan canlandırmalar hemen hiçbir bilimsel değere sahip değillerdir ve toplumu yönlendirmek amacıyla kullanılırlar... Bu sebeple rekonstrüksiyonlara fazla güvenilmemelidir. (Earnst A. Hooten, Up From The Ape, New York: McMillan, 1931, s. 332.)
Hooten'ın söylediği gibi, ne evrime ne de evrimcilerin sahte delillerine güvenmek mümkün değildir. Çünkü bugüne kadar ne bilimsel çalışmalar ne de arkeolojik araştırmalar bir sonuç vermemiş, evrimcilerin bekledikleri deliller bir türlü bulunamamıştır. Bu yüzden evrimciler bu sahte delillerle, çaresizce teorilerinin yaşam süresini uzatmaya çalışmaktadırlar. Ancak bu, evrim teorisinin son nefesleridir.
Evrimcilerin hayal güçleri ile ortaya çıkan hayali yarı maymun - yarı insan rekonstrüksiyonların nasıl oluşturulduğunu anlatan bir dergi yazısı. |
,
Tesadüfleri, cansız maddeleri ve şuursuz atomları yaratma gücüne sahip varlıklar zannetmek çok büyük bir yanılgıdır. Ancak Darwinistler cansız maddeleri akıl ve irade sahibi, karar alabilen ve bu kararları uygulayabilen varlıklar olarak düşünür, tesadüflerin herşeyi yaratabileceğine inanırlar. Gülü, portakalı, elmayı, çileği, muzu, karpuzu, maydanozu, kısacası var olan herşeyi canlı cansız tüm varlıkları tesadüflerin oluşturabileceğine inanırlar.
Madem evrimciler herşeyin tesadüfle oluştuğuna inanıyorlar, o zaman tadıyla, kokusuyla, sulu yapısıyla, şekliyle, bir daldaki kusursuz güzelliğiyle TEK BİR ÜZÜM TANESİNİ meydana getirsinler! Dünyanın en ünlü bilim adamlarını -hatta geçmişte yaşamış tüm bilim adamlarını- biraraya toplasınlar, dünyanın en gelişmiş ve en yeni teknoloji ile donatılmış laboratuvarlarını kullansınlar, ileri teknolojinin olabilecek tüm imkanlarını bunun için seferber etsinler ve bu iş için yıllarca çaba sarf etsinler… Ne yaparlarsa yapsınlar, değil tek bir üzüm tanesini, üzümü oluşturan tek bir hücreyi dahi oluşturmaları mümkün değildir. İşte bu gerçek evrimcilerin görmezden geldikleri en önemli noktalardan biridir. Herşeyi yoktan yaratan Alemlerin Rabbi olan Allah'tır.
Darwinizm savunucuları, her canlının hayatta kalmak ve kendi ihtiyaçlarını karşılamak için savaşmak zorunda olduğuna, yoksa "elenerek yok olacağına" inanırlar. Buna karşılık, canlıların niçin fedakarlık yaptıkları ve başkalarına fayda sağladıkları konusunu asla açıklayamazlar.
Örneğin işçi arılar doğumlarından sonraki ilk 3 gün boyunca "kovan temizleyicisi" olarak görev yaparlar.
3. günden sonra bir hafta boyunca kafalarında bir çift "dadı" bezi gelişir ve genç larvalar için besin salgılamaya başlarlar.
10. günden itibaren karınlarında "mum üreten" bezler gelişir ve petek yapım onarım işine başlarlar, onlar artık birer "inşaat işçisi"dirler.
20. günde mum bezleri fonksiyonlarını yitirir ve yerlerine iğne bezleri gelişir. Arılar bundan sonra zehir üretmeye başlar çünkü yeni görevleri "kovan bekçiliği"dir.
Yaşamlarının son günlerini ise "çiçek özü toplayıcısı" olarak geçirirler.
Açıkça görülmektedir ki, bu sayılan özelliklerin hiçbiri arının kendi çıkarına yönelik değildir. Her biri bir özveri, yardımlaşma, fedakarlık örneğidir. Hayatları boyunca türlü fedakarlıklarda bulunabilmeleri için vücutlarında gerçekleşen değişimler ise, kendi iradeleri ve istemleri dışında meydana gelir. Üstelik bu olağanüstü işlemlerin tamamını yeryüzünde var olan ilk arıdan bu yana yaşamış tüm arılar aynı kusursuzlukla yerine getirmiştir.
Şüphe yok ki, onları var eden sonsuz kudret sahibi Allah, arılara her gün yapacakları işleri vahyetmekte; bize de bu mucizeleri göstererek Kendi sanatının büyüklüğünü ve inceliğini takdir etme imkanı tanımaktadır.
Darwinistler, her türlü elverişsiz koşulun bulunduğu bir ortamda, amonyak, karbon, azot, fosfor gibi cansız ve şuursuz atomların tesadüfler sonucu biraraya geldiklerini ve sonra ortak bir karar aldıklarını iddia ederler. Onlara göre atomlar aldıkları bu kararı eksiksizce uygulamışlar ve bu cansız dünyanın üzerinde tesadüfen ağaçları, çimenleri, karıncaları, papağanları, salyangozları, elmaları, dutları, hurmaları, kuğuları, atmacaları, yunusları, mercanları, yosunları, arıları, atları, tavşanları, ıhlamur ağaçlarını, gülleri, yaseminleri, papatyaları, uçak mühendislerini, beyin cerrahlarını, genetik mühendislerini, kendilerini oluşturan atomları inceleyen atom profesörlerini meydana getirmişlerdir.
Darwinistler, bu akılalmaz iddialarını ağır ve ağdalı bir üslupla, bolca Latince kelimeler kullanarak anlatırlar. Bu şekilde, iddialarındaki mantık çöküntüsünü gizlemeye çalışırlar. Onların durumundan habersiz olanlar da, bu tılsımlı üsluptan etkilenip, "bunlar ne kadar bilgili, üstün insanlar" diyerek, her dediklerini kayıtsız şartsız kabul ederler.
Oysa Darwinizm'e inanmak, mantığın, düşünme yeteneğinin, aklın ve kavrayışın tamamen felç olması demektir. Normal bir insan "taşlar tesadüfen dizilip, bir gökdeleni tüm tesisatı ile birlikte inşa etti" diyebilir mi? Elbette diyemez. Darwinistler ise, bundan daha da inanılmaz olan bir iddiada bulunmakta; şuursuz atomların dizilip canlandıklarını ve canlı varlıkları oluşturduklarını söylemektedirler..
Türk Milleti, aklı ve basireti ile Darwinizm'in safsatalarına hiçbir zaman inanmadı. Bu felsefenin akılsızlığını tüm dünyaya açıklayarak, dünya insanlarını da bu gaflet uykusundan uyandırma misyonunu üstlendi.
Evrimciler, doğada bulunan 200'ün üzerindeki amino asit çeşidinden, proteinleri oluşturacak 20 tanesinin, belli sayılarda ve belli bir dizilimle biraraya gelmelerini ve proteinleri oluşturmalarını KÖR TESADÜF'lere bağlarlar. Oysa bu, mümkün değildir. Örneğin, 400 amino asitli bir proteini oluşturan amino asitlerin istenilen sırada dizilme ihtimalleri 10520'de bir ihtimaldir. Bu, 1 sayısının yanına 520 tane sıfır konduğunda oluşacak olan sayıda bir ihtimal demektir. (1 milyar sayısının yanında sadece 9 sıfır olduğunu düşünürsek, bu sayının büyüklüğü hakkında bir fikir edinebiliriz). Böyle bir tesadüfün gerçekleşmesi açıkça görüldüğü gibi imkansızdır. Üstelik burada bahsedilen orta büyüklükte tek bir proteindir. İnsan vücudunda binlerce protein türü vardır ve bazıları binlerce amino asitten oluşur.
Proteinlerin tesadüfen meydana gelemeyeceği gerçeği, en koyu evrimciler tarafından bile itiraf edilmektedir.
Evrimci jeolog William Stokes ise bu gerçeği şöyle itiraf eder:
Eğer milyarlarca yıl boyunca, milyarlarca gezegenin yüzeyi gerekli amino asitleri içeren sulu bir konsantre tabakayla dolu olsaydı bile yine (protein) oluşamazdı." (W. R. Bird, The Origin of Species Revisited, Nashville, Thomas Nelson Co., 1991, s. 305)
Proteinlerin tesadüfen oluşamayacakları, akıl, bilinç ve güç sahibi bir Yaratıcı tarafından var edildikleri kesin bir gerçektir.
Ancak asıl önemli olan, evrimcilerin bu gerçeği görememeleridir. Evrimciler proteinlerin tesadüfen oluştuğunu iddia etmekle, masaya dökülen mürekkebin tesadüfen bir sayfa dolusu anlamlı bir makale ortaya çıkardığını kabul etmekten daha da saçma bir iddiaya inanmaktadırlar. Bu, abartılı bir akılsızlık ve mantıksızlık örneğidir. Bunu söyleyen bir insana kimse güvenemez veya böyle muhakeme yeteneği olmayan bir insana hiçbir sorumluluk verilemez.
Türk Milleti Darwinist safsataları ilim ve akıl yolu ile susturmuştur. Bundan böyle Darwinizm'in insanlığı büyülemesine ve akılları devre dışı bırakmasına izin vermeyecektir.
Darwinistler, canlılığın yapıtaşı olan proteinlerin, bazı atomların tesadüfen birleşmeleri ile meydana geldiklerini iddia ederler. Darwinizm'in ne kadar inanılması imkansız, akıl ve mantık dışı bir iddia olduğunu anlamak için, proteinler hakkında verilecek kısa bir bilgi yeterli olacaktır.
Bilim adamları 500 amino asitten oluşan bir proteinin (binlerce amino asitten oluşan proteinler de mevcuttur) tesadüfen oluşma ihtimalini hesaplamışlar ve şöyle bir sonuca varmışlardır:
1. Amino asitlerin işe yarar proteini oluşturabilmek için uygun dizilme ihtimali:
10650de 1 ihtimal
2. Amino asitlerin sol-elli olma ihtimali (amino asitler doğada hem sağ-elli hem sol-elli olarak bulunurlar. Ancak canlı yapısındaki proteinler sadece sol-elli amino asitlerden oluşurlar.)
10150de 1 ihtimal
3. Amino asitlerin aralarında "peptid bağı" ile bağlanmaları ihtimali:
10150de 1 ihtimal
Toplam İhtimal: 10950de 1 ihtimal
10950, 1 rakamının yanına 950 sıfırın gelmesiyle oluşacak astronomik bir sayıdır. (Bu da imkansız bir ihtimal demektir.) Bu sayının büyüklüğünü anlayabilmek için şu örnekler üzerinde düşünebilirsiniz:
Bu kadar büyük bir sayı ile ifade edilen ihtimalin içinden tek bir ihtimalin gerçekleşmesinin ve proteinlerin tesadüfen oluşmasının kesinlikle imkansız olduğu açıkça görülmektedir. (Nitekim matematikte 1050 ihtimalin ötesi olanaksız olarak kabul edilmektedir.)
Ancak, evrimciler gerçekleşmesi kesinlikle imkansız olan ihtimallere, büyük bir bağnazlıkla, inatla ve tutuculukla inanırlar. Koyu Darwinistler'in bağnazlıklarından vazgeçmeleri olası görülmemektedir. Ancak, Darwinizm'in mantıksızlıkları gözler önüne serildiğinde, bu insanlar toplum içindeki güvenilirliklerini kaybedecekler ve yaptıkları sahtekarlıklar ortaya çıkacaktır.
Bu nedenle akıl, basiret ve sağduyu sahibi Türk Milleti'nin misyonu son derece önemlidir. Milletimiz, dünyaya Darwinizm'in mantık hezimetini ilan edecek ve insanlığı bu bağnazlıktan kurtaracaktır.