De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Yeryüzü ve onun içinde olanlar kimindir?", "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" De ki: "Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş'ın Rabbi kimdir?" "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Yine de sakınmayacak mısınız?" De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Herşeyin melekutu (mülk ve yönetimi) kimin elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken Kendisi korunmuyor.", "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?" Hayır, Biz onlara hakkı getirdik, ancak onlar gerçekten yalancıdırlar. (Mü'minun Suresi, 84-90)
Kitabın başında verilen örneğe geri dönelim. Şehirde, diğer insanlardan her yönden farklı bir grup insan olduğunu vurgulamıştık. Bu insanlara, şehrin diğer sakinlerinin önemli bir bölümünün kötü gözle baktıklarını, onlar aleyhinde davrandıklarını belirtmiştik. O bir grup insanın ise, kendilerine, o şehrin ve daha başka herşeyin sahibinin ulaştırdığı bir kitabı rehber edindiklerini söylemiştik.
O insanlar, Allah'ın verdiği isimle, Müslümanlardır:
Allah adına gerektiği gibi cehd edin (çaba harcayın). O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim'in dini(nde olduğu gibi). O (Allah) bundan daha önce de, bunda (Kur'an'da) da sizi "Müslümanlar" olarak isimlendirdi; elçi sizin üzerinize şahid olsun, siz de insanlar üzerine şahidler olasınız diye. Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a sarılın, sizin Mevlanız O'dur. İşte, ne güzel Mevla ve ne güzel yardımcı. (Hac Suresi, 78)
Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: "Gerçekten ben Müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir? (Fussilet Suresi, 33)
Burada dikkat edilmesi gereken bir husus vardır: Diğer insanların müminlere iyi gözle bakmayışları... Örnekte anlatılan şehrin bir "cahiliye şehri" olduğunu belirtmiştik. Bir toplumun "cahiliye" toplumu olması, onun dinsiz bir toplum olduğu anlamına gelmez. Tam tersine, Kuran'da anlatılan "cahiliye" toplumları kendilerini sözde "dindar" olarak görürler. Ama bağlı oldukları din, hak din değildir. Yaşadıkları, atalarından kalan, birçok batıl inanış ve hurafeye dayanan, ısrarla sürdürdükleri ve doğru olduğunu zannettikleri sapkın bir din anlayışıdır. Kur'an'da, "cahiliye" toplumunun bu özelliği şöyle vurgulanır:
Onlara; "Allah'ın indirdiklerine uyun" denildiğinde, derler ki; "Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız." Şayet şeytan, onları çılgınca yanan ateşin azabına çağırmışsa da mı (buna uyacaklar)? (Lokman Suresi, 21)
"Cahiliye" toplumunun en önemli özelliği ise, savunduğu bu batıl sistemi Allah adına savunmasıdır. Bu samimiyetsiz bir savunuştur ve "cahiliye" toplumunun üyelerinin Allah'a karşı bir bağlılıkları yoktur. Ama bu toplumun bazı üyeleri, hele önde gelenleri, dindarmış gibi bir imaj çizerler. Öyle ki, Allah'ın bir peygamberini öldürmek gibi Allah Katında olabilecek en büyük suçu işlerken bile, Allah adına yemin ederler:
Şehirde dokuzlu bir çete vardı, yeryüzünde bozgun çıkarıyorlar ve dirlik-düzenlik bırakmıyorlardı. Kendi aralarında Allah adına and içerek, dediler ki: "Gece mutlaka ona ve ailesine bir baskın düzenleyelim, sonra velisine: Ailesinin yok oluşuna biz şahit olmadık ve gerçekten bizler doğruyu söyleyenleriz, diyelim". (Neml Suresi, 48-49)
"Cahiliye" içinde öyle bir grup da vardır ki, Kuran'ı bilirler, Kuran'a uyacaklarına söz vermelerine rağmen, "dünyanın geçici yararını" tercih ederek, çıkarlarını gözetirler. Bütün bu yaptıkları ikiyüzlülüğe rağmen, kendilerini "örnek Müslüman" olarak gösterirler:
Onların ardından yerlerine kitaba mirasçı olan birtakım "kötü kimseler" geçti. (Bunlar) Şu değersiz olan (dünya)nın geçici-yararını alıyor ve; "yakında bağışlanacağız" diyorlar. Bunun benzeri bir yarar gelince onu da alıyorlar. Kendilerinden Allah'a karşı hakkı söylemekten başka bir şeyi söylemeyeceklerine ilişkin Kitap sözü alınmamış mıydı? Oysa içinde olanı okudular. (Allah'tan) Korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hala akıl erdirmeyecek misiniz? (A'raf Suresi, 169)
Bu durumda, bir insanın ya da bir grubun mümin olup olmadığını anlamak biraz daha dikkatli bir gözlem gerektirir. Çünkü bir insanın ağzından -üstteki ayette açıkça belli olduğu gibi- İslami sözlerin dökülmesi, o insanın dini kelimelerle konuşması onun gerçekten Müslüman, mümin olduğunu göstermeyebilir. Üstteki ayette anlatılan insanların bir istisna olduğu sanılabilir. Ancak Kuran ayetleri bunun böyle olmadığını göstermektedir. Birçok ayette, mümin olduğunu öne sürdüğü halde aslında mümin olmayan, üstüne üstlük, çok daha kötü bir konumda olan insanlardan söz edilmektedir:
İnsanlardan öyleleri vardır ki: "Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik" derler; oysa inanmış değillerdir. (Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller. Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını arttırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azap vardır. (Bakara Suresi, 8-10)
Başka ayetlerde, söz konusu "sahte dindar"ların, kendilerine sorulan sorulara şöyle cevaplar verdikleri bildirilir:
De ki: "Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir? Onlar: "Allah" diyeceklerdir. Öyleyse de ki: "Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız? İşte bu, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Öyleyse haktan sonra sapıklıktan başka ne var? Peki, nasıl hala çevriliyorsunuz? (Yunus Suresi, 31-32)
Andolsun, onlara: 'Kendilerini kim yarattı?' diye soracak olsan, elbette: "Allah" diyecekler. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorlar? (Zuhruf Suresi, 87)
Yukarıdaki ayetler, bir insanın gerçekten mümin olabilmesi için gerekli kıstasların, cahiliye toplumundaki sözde "dindar" kıstaslarından farklı olduğunu gösterir. Allah Kuran'da gerçek müminlerin hangi özelliklere sahip olduğunu detaylı olarak bildirmiştir. Şimdi bu özellikleri incelemekte yarar vardır.