Bölüm 3. Radikalizm Tehlikesine Karşı Birleşmek

Günümüzde hangi gruba veya inanca ait olursa olsun radikal eğilimler, dünya barışını ve güvenliğini tehdit eden unsurların başında gelmektedir. Radikalizm, herhangi bir konuda kökten, ani değişimler savunmak ve bu yönde sert ve tavizsiz bir politika izlemek anlamına gelir. Radikaller, köklü değişiklikler peşinde olan ve bunun için sert, sivri, hatta kimi zaman saldırgan bir üslup kullanan kimseler olarak bilinir. Radikalizmin belirgin bir özelliği "öfkeli üslup"tur. Bu üslup, radikal kimselerin konuşmalarında, yazılarında, gösterilerinde belirgin biçimde ortaya çıkar. Radikal hareketlerde, şuurlu tavırların yerini körü körüne savunulan tabular ve bu tabular doğrultusunda gelişen kitle psikolojisi alır. Söz konusu kitle psikolojisi kimi zaman öyle bir hal alır ki, neyi niçin yaptığını dahi bilmeyen kişiler etraflarına zarar veren saldırgan insanlara dönüşebilirler. Sevginin, şefkatin ve anlayışın tamamen ortadan kalktığı böyle bir ortamda, karşı tarafın ne düşündüğünü, neyi savunduğunu dinlemeye ve anlamaya gerek bile duymadan farklı ideolojilere, farklı inançlara, farklı ırklara karşı düşmanlık duyulur.

11 Eylül terör saldırıları neticesinde yıkılan Dünya Ticaret Merkezi'nde yüzlerce masum insan hayatını kaybetti.

Zararlı ve yıkıcı bir hareket olmasına rağmen radikalizmin taraftar toplayabilmesinin temelinde cehalet yatmaktadır. Gereği gibi bilgilendirilmeyen ya da yanlış veya tek taraflı bilgilendirilen kitleler aşırı akımların etkisi altına girebilmekte, bu akımların öne sürdüğü fikirleri muhakeme etmeden kabullenebilmektedirler. Bu nedenle, radikalizmle fikri mücadelede eğitim önemli bir yer tutmaktadır.

Sabah Gazetesi, 15 Eylül 2001

Bazı çevreler, 11 Eylül saldırılarını tüm Müslümanlar ile bağdaştırmaya çalıştılar. Oysa İslam ahlakı şiddeti ve saldırganlığı kesin olarak yasaklamıştır. Olayların ardından, Washington'da cami ziyaretinde bulunan George Bush da İslam'ın barış dini olduğunu vurgulamış ve Amerikan halkına yanlış bilgilendirmelere karşı dikkatli olmalarını öğütlemiştir. Olayda hayatını kaybedenler için Müslümanlar ve Hıristiyanlar birarada dua etmişlerdir.

Günümüzde radikalizm, Hristiyan ve Musevi toplumları içinde olduğu gibi İslam dünyasında da ortaya çıkabilmekte ve bu durum, iki medeniyet arasında çatışma öngörenler tarafından suistimal edilmektedir. Radikalizmin dünya barışı için ne kadar ciddi bir tehdit olduğunu ise, ABD'ye yönelik 11 Eylül terör saldırıları ve bu saldırılar sonrasında oluşan ortam bir kez daha gösterdi. Saldırıların İslam adına ortaya çıktığını iddia eden birtakım insanlar tarafından gerçekleştirildiğinin düşünülmesi, Batı dünyasının bir kısmında İslam dini hakkında yanlış izlenimler doğurdu. Oysa İslam ahlakı her türlü şiddeti ve saldırganlığı kesin olarak yasaklar. Nitekim, İslam dünyasının büyük bir bölümü teröristleri lanetledi, dünyanın dört bir yanından Müslümanlar saldırılarda hayatını kaybeden masum insanlar için Hristiyanlarla birlikte dua etti, Amerikalı Müslümanlar da saldırılarda mağdur olanların yardımına koştu. Buna rağmen –bu hain saldırıları İslam'la bağdaştırmak isteyen art niyetli çevrelerin de etkisiyle- Amerika'da ve bazı Avrupa ülkelerinde Müslümanlara yönelik ayırımcılık başladı ve hatta şiddet olayları yaşandı. Dünyayı birbirleriyle çatışan kutuplara ayırmayı hedefleyen radikallerin telkinleri, her iki medeniyetin insanları için de tedirgin edici bir ortam meydana getirdi.

Gerek Batı dünyası gerekse İslam dünyası içindeki radikalizmi ortadan kaldırabilmek, aşırılığın neden olduğu zararları engelleyebilmek için çeşitli kültürel programlar düzenlenmeli, toplumun her kesimine ulaşabilecek eğitim kampanyaları organize edilmelidir. Bu programlarda üzerinde durulması gereken hususları ve toplumun çeşitli kesimlerine düşen görevleri ise şöyle sıralayabiliriz:

◉ Radikalizm, gerçek din ahlakı ile bağdaşmayan bir aşırılıktır. Bu gerçeğin delilleri ile gözler önüne serilmesi, sözde din adına ortaya çıktığını öne süren radikallerin fikren yenilmesi için önemlidir. Her üç İlahi dinin mensuplarının da sabırlı, şefkatli, yumuşak huylu, güzel sözlü, nezaketli ve saygılı olmakla yükümlü oldukları insanlara anlatılmalıdır. Rabbimiz'in zulüm ve saldırganlığı tüm inananlara haram kıldığı, masum insanlara zarar veren her türlü hareketin Allah Katında yasak olduğu delilleri ile anlatılmalı, bu yola uyan insanların büyük bir yanlışın içinde oldukları kendilerine gösterilmelidir. Bu çalışma sayesinde, sözde din adına ortaya çıkan ancak katı ve şiddet yanlısı olan insanların doğruyu söylemedikleri, sapkın bir yola uydukları toplum tarafından hemen fark edilecek, bu kimselerin kendilerine taraftar bulmaları mümkün olmayacaktır.

◉ Tarafların birbirleri hakkında kulaktan dolma, gerçekten uzak bilgilere dayanarak kanaat geliştirmeleri ciddi sıkıntılara neden olmakta, bu durumdan kaynaklanan ön yargılar toplumlararası iş birliğinin önünde bir engel oluşturmaktadır. Her üç İlahi dinin mensuplarının birbirlerinin inançlarını, geleneklerini, ibadetlerini daha yakından tanıyabilecekleri ortamların hazırlanması, karşılıklı iyi ilişkilerin kurulmasında önemli bir adım olacaktır. Karşılıklı eğitim ve kültür programları ile bu ortam kolaylıkla hazırlanabilir. Farklı inanışlara mensup insanlar birbirlerini tanıdıkça, ne kadar çok ortak yöne sahip olduklarını görecekler, bu ortak yönler üzerinde uzlaşma imkanı elde edeceklerdir. Hem Müslümanlar hem de Musevi ve Hristiyanlar, Allah'ın kutsal kitaplarda kendilerine emrettiği ahlak doğrultusunda, dünya görüşlerini birbirlerine anlatmalı, böylece bilgi eksikliğinden kaynaklanabilecek yanlış anlaşılmalara ve aşırılıklara engel olmalıdırlar.

◉ Söz konusu kültürel çalışmaların başarıya ulaşabilmesinde medyanın üstleneceği rol büyük önem taşımaktadır. Toplumlararası iş birliği için gerekli zemin oluşturulmasında medya söz konusu kültürel faaliyetlere destek vermelidir. Ayırımcılığı ve şiddeti kışkırtan, provokasyona açık yayınlar yapmaktan kaçınılmalı, itidali, şefkati ve anlayışı teşvik eden yayınlar artırılmalıdır. Özellikle Batı basınının bu konudaki itinalı yayınları, son dönemlerde bazı çevrelerde Müslümanlara karşı yönelen ön yargıların ortadan kaldırılmasında önemli bir aşama olacaktır. İslam dünyasındaki medya kuruluşları ise, diğer dinlere ve medeniyetlere karşı nefret körükleyen yayınlardan ve şiddeti teşvik edebilecek yorumlardan itinayla kaçınmalı, İslam dünyasının kültürel ve manevi eğitimine ağırlık vermelidir.

◉ Tüm bu çalışmalarda en önemli sorumluluk ise toplumların din adamlarına ve kanaat önderlerine düşmektedir. Üç İlahi dinin de din adamları, birtakım hurafeleri ve batıl inanışları din ahlakının bir parçasıymış gibi gösterenlere karşı dikkatli olmalıdırlar. Her türlü aşırılığın din ahlakına uygun olmadığı, Allah'ın inananlara dengeli ve yumuşak huylu olmalarını emrettiği konusunda toplumlarını bilinçlendirmelidirler. Toplumların aşırılıktan korunması için kanaat önderleri de bu bilinçlendirme hareketine destek vermeli, ılımlı, yani gerçek din ahlakına uygun bir anlayışın hakim olması için gerekli zemini hazırlamalıdırlar.

1. Solda Haham Eric Yoffie tarafından yazılan ve 11 Eylül sonrasında Amerika'da bazı radikal kişiler tarafından Müslümanlara düzenlenen saldırıların kınandığı yazı görülmektedir. Unutmamak gerekir ki, radikalizmin her türlüsü ancak gerçek din ahlakının anlatılması ve yayılması ile ortadan kaldırılabilir.

Günümüzde en çok sorun yaşanan topraklardan biri de Filistin'dir. Ancak özellikle son dönemlerde, ateist Siyonizme karşı çıkan vicdan ve sağduyu sahibi Museviler ile Müslümanlar arasında ittifak ve iş birlikleri artmaktadır. "Building A Better Future Together" (Beraber Daha İyi Bir Gelecek İnşa Etmek) başlıklı haberde, teknoloji alanında Musevi ve Müslümanların ortak girişimiyle yapılan çalışmalar anlatılmaktadır. "Bridge Over Water" (Su Üzerinden Köprü Kurmak) başlıklı yazıda ise, Filistin topraklarındaki su sorununun çözümü için Müslüman ve Musevilerin ortak bazı projeler geliştirdikleri anlatılmaktadır. Gerçek din ahlakının yaşandığı ortamlarda ise bu tarz iş birliklerinin sayısı daha artırılacak ve refah, huzur ve güvenlik, Allah'ın izniyle, kalıcı olacaktır.

BBC'nin internet sitesinde yer alan "Din Adamı İntihar Saldırılarını Kınıyor" başlıklı haberde Şeyh Muhammed Tantavi'nin İslam ahlakının bu tarz saldırılarla hiçbir şekilde bağdaşmadığı yönündeki açıklamaları yer almaktadır.

Yanda çağdaş İslam alimlerinden Yusuf Kardavi'nin "İslam Masum İnsanlara Karşı Şiddeti Asla Tasvip Etmez" açıklaması görülmektedir. 

Radikalizmin ve şiddetin İslam'da hiçbir şekilde yerinin olmadığı gerçeği, çağdaş İslam alimleri tarafından da sık sık vurgulanmaktadır. Bu alimlerin başında ünlü el-Ezher Üniversitesi'nin Baş İmamı Şeyh Muhammed Tantavi gelmektedir. Görüşlerine tüm İslam dünyasında büyük saygı gösterilen Tantavi, İsrail'de sivillere karşı düzenlenen intihar saldırılarını eleştirdiği bir konuşmasında şöyle demektedir:
… Masum kadınlara ve çocuklara saldırmayı meşru gibi gösteren kişilerin bu söylediklerine tamamen karşıyım. Bu asla kabul edilemez bir açıklamadır. Ve kesinlikle Peygamberimiz (sav)’in tavsiyeleri ile çelişmektedir. Masum insanlara karşı şiddet uygulamak, İslamiyet’te kesinlikle yasaktır.
Benzer görüşleri dile getiren din adamlarından birisi de, Suudi Arabistan Müftüsü Abdulaziz bin Abdullah al Sheikh'dir. Abdülaziz bin Abdullah, intihar saldırılarına dikkat çekerek "bu bir tür intihardır ve dolayısıyla yasaklanmıştır" sözleri ile saldırganlığın her türlüsünün İslamiyet'e uygun olmadığını ifade etmiştir.
Londra Müslüman Koleji'nin Dekanı Dr. Zeki Badawi de radikalizm ve şiddetin İslam ahlakına uygun olmadığını bildiren alimlerdendir:
Şahsen ben, bu kişilerin İslamiyet'i kavrayışlarında yanlışlık olduğunu düşünüyorum, sivillere saldıranların büyük bir suç işlediklerine, çünkü bunun İslamiyet'te yasak olduğuna inanıyorum. 

 

Radikalizmi engellemenin önemli yollarından biri de, üç dinin mensuplarının ittifakı ile gerçekleştirilecek iş birliği çalışmalarıdır. Bu çalışmalardan biri, İskenderiye Patrikliği tarafından yürütülen geleneksel İskenderiye Toplantıları"dır. Yukarıda İskenderiye Patriği'nin Müslüman-Hıristiyan iş birliği üzerine yaptığı konuşmanın metni görülmektedir. Yanda ise, 2002 yılındaki toplantının deklarasyonu yer almaktadır.

Üç İlahi dinin mensuplarının el birliği ile yürütecekleri bu ve benzeri çalışmalar, radikalizme zemin hazırlayan koşulların ortadan kaldırılmasına aracı olacaktır. İnananlar, bir tarafın diğerini yok saydığı, inançlarını ve kutsal değerlerini tamamen göz ardı ettiği, sadece kendisini haklı gören bir anlayıştan sakınmalıdırlar. Samimi olarak iman edenler, birbirlerine karşı çeşitli ithamlarda bulunmak yerine, kendilerini Allah'a daha çok yakınlaştıracak yollar aramalı, samimiyetlerini artırmaya gayret etmeli, Allah'ın rızasını ve rahmetini kazanmak için çaba göstermelidirler. Bunun aksini yapanların yanlış bir tutum içinde bulundukları ayette şu şekilde açıklanmaktadır:

Museviler dediler ki: "Hristiyanlar bir şey (herhangi bir temel) üzere değillerdir"; Hristiyanlar da: "Museviler bir şey üzere değillerdir" dediler. Oysa onlar, Kitab'ı okuyorlar. Bilmeyenler (bilgisizler) de, onların söylediklerinin benzerini söylemişlerdi. Artık Allah, kıyamet günü anlaşmazlığa düştükleri şeyde aralarında hüküm verecektir. (Bakara Suresi, 113)

Unutmamak gerekir ki, hem İslam hem de Hristiyan ve Musevi alemi içinde yer alan radikallerin verdiği zararın giderilmesi, itidalli, barışsever, medeni ve samimi dindar insanların ittifakı ile mümkündür. Böylece savaşı ve çatışmayı tek çözüm gibi sunan, güvenliğin ancak şiddet kullanımı ve güç gösterisiyle sağlanacağı yanılgısına kapılmış olanların telkinleri etkisizleştirilecek, daha çok kan ve gözyaşı akmasına ve daha çok maddi kayba neden olacak girişimler engellenecektir.

Radikalizmi engellemenin bir diğer önemli yolu da, hiç kuşkusuz, aşırılığı teşvik eden akımların ve ideolojilerin yanılgılarını ortaya koymaktır. Kitabın ilerleyen sayfalarında Hristiyan ve Musevi dünyası içindeki birtakım radikal hareketlerin yanılgılarını inceleyeceğiz. Ancak bundan önce İslam dünyasının da radikalizme karşı son derece dikkatli olması gerektiğini bir kez daha hatırlatmak gerekir.

Müslümanlar, Kuran Ahlakının Kendilerini Her Türlü Aşırılıktan Sakındırdığını Unutmamalıdır

Önceki bölümde de incelediğimiz üzere, başta Peygamber Efendimiz (sav)'in dönemi olmak üzere, tarih boyunca İslam toplumları, gayrimüslimlere karşı iyilik ve şefkatin merkezi olmuşlardır. Geçtiğimiz 1400 yılın tarihi, diğer ülkelerde zulüm gören Hristiyanların ve Musevilerin, Müslümanların korumasına ve merhametine sığınmalarının örnekleri ile doludur. Bu gerçekleri göz önünde bulundurarak, barışa en çok ihtiyaç duyulan bu dönemde Müslümanların, Kuran'da emredilen ahlakı ve Hz. Muhammed (sav)'in hayatını temel alarak tüm dünyaya örnek bir model geliştirmeleri gerekmektedir.

Radikalizm olarak tanımlanan üslup, Allah'ın müminlere emrettiği üslupla hiçbir şekilde uyuşmaz. Allah Kuran'da müminleri tarif ederken; yumuşak sözlü, kavga ve çatışmadan kaçınan, en aleyhte gözüken insanlara karşı dahi ılımlı ve dostça yaklaşan, tevazulu, sabırlı, merhametli, sevecen bir karakter tarif etmektedir. Kuran ayetlerine bakıldığında, ılımlı, yumuşak, şefkatli bir üslubun tüm peygamberlerin ortak özelliği olduğu görülmektedir. Allah Hz. İbrahim (as)'ı "... doğrusu İbrahim, çok içli, yumuşak huyluydu" (Tevbe Suresi, 114) şeklinde tarif etmektedir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in ahlakını tarif eden bir ayet ise şöyledir:

Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse,
(İslam'a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden  yüz çevir.
(Araf Suresi, 199)

Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi... (Al-i İmran Suresi, 159)

Müslümanlar, sadece din ahlakını anlatmakla sorumlu olduklarına, insanların üzerinde hiçbir şekilde zorba ve zorlayıcı olmadıklarına, en zalim inkarcılara karşı bile "yumuşak söz" söylemekle sorumlu tutulduklarına göre, "radikal" de olamazlar. Çünkü radikalizm, saydığımız tüm bu özelliklerin aksini savunmakta ve uygulamaktadır.

Radikalizm, İslam ahlakına uygun olmayan bir fikir akımı ve siyasi tutumdur. Nitekim "radikalizm" olarak tarif edilen sosyal olgular incelendiğinde, bunların aslında Darwinistler ve materyalistler tarafından kullanılan yöntem ve söylemlerin bir derlemesi olduğu veya gerçekte İslam'da hiç bir yeri olmayan "öfkeli soy koruyuculuğu"nun (Fetih Suresi, 26) bir ifadesi olarak ortaya çıktığı görülecektir. Bu ideolojilerin ortak yönlerinden biri olan ve radikalizme zemin hazırlayan duygusal şiddet, Allah'ın Kuran'da bildirdiği emirlere tamamen aykırıdır. Kuran'da Müslümanlar öfkelendikleri zaman bunu yenen, akılcı, itidalli ve ılımlı insanlar olarak tarif edilmektedir. Her zaman uzlaşmayı, çatışmaları karşılıklı anlayış çerçevesinde çözüme kavuşturmayı ve olayların olumlu yönlerini görmeyi tercih ederler. Karşılaştıkları her olayda, barışçıl ve sakinleştirici bir tavır gösterirler. Bir ayette Müslümanların bu özellikleri şöyle bildirilir:

Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlardan bağışlama ile geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever. (Al-i İmran Suresi, 134)

Müslümanlar kendileriyle aynı düşünce ve inanca sahip olmayan kişilerle konuşurken ve onlara İslam ahlakını anlatırken de son derece nezaketli ve saygılı bir üslup kullanmalıdırlar. Amaçları hiçbir zaman karşılarındaki insanı zorlamak değildir. Müslümanların sorumluluğu Allah'ın Kuran'da bildirdiği ahlakı en güzel şekliyle insanlara anlatmak ve seçimi karşılarındaki insanın vicdanına bırakmaktır. Allah, aşağıdaki ayette, bir Müslümanın diğer insanlara karşı kullanacağı üslubun nasıl olması gerektiğini açıkça bildirmektedir:

Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir. (Nahl Suresi, 125)

Bu konuda bize yol gösteren örneklerden bir diğeri de, Allah'ın Hz. Musa (as)'a ve Hz. Harun (as)'a Firavun'a gitmelerini söylerken bildirdiği "yumuşak söz söyleyin" emridir:

İkiniz Firavun'a gidin, çünkü o, azmış bulunuyor. Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer-korkar. (Taha Suresi, 43-44)

Firavun kendi devrinin zulüm ve inkarda en ileri gitmiş inkarcısıdır. Allah'ı inkar edip kendini putlaştırması sapkınlığına yönelmiş, dahası iman edenlere (devrin İsrailoğulları'na) korkunç zulümler ve katliamlar uygulamış bir despottur. Buna rağmen, ona giderken dahi Allah peygamberlerine "ona yumuşak söz söyleyin" buyurmaktadır. Dikkat edilirse Allah'ın bildirdiği yöntem, ılımlı bir üslup kullanmaktır. İğneleyici sözler, öfkeli sloganlar, heyecanlı protesto gösterileri ile çatışmak, Allah'ın emrettiği ahlaka ve tebliğ üslubuna uygun değildir.

Dolayısıyla tüm Müslümanların, Kuran ahlakının ruhuna ve özüne aykırı olan her türlü sert, öfkeli, çatışmacı üsluptan tamamen uzak durması, bunun yerine Allah'ın Kuran'da tarif ettiği ılımlı, şefkat dolu, sakin ve akılcı üslubu özümsemesi gerekir. Müslümanlar; olgunlukları, sevecenlikleri, insancıllıkları, itidal, tevazu ve sükunetleri ile tüm dünyaya örnek olmalı, insanları kendilerine ve dolayısıyla İslam ahlakına hayran bırakmalıdırlar. Sadece bu alanlarda değil, bilim, kültür, sanat, estetik ve toplumsal düzen gibi alanlarda da büyük atılımlar ve güzel eserlerle hem İslam ahlakını en güzel şekliyle yaşamalı hem de dünyaya temsil etmelidirler.

Haçlılar'ı Mescid-i Aksa'yı tahrip ederken gösteren bir resim.

Müslümanların Teröre Karşı Bakış Açısı Nasıl Olmalıdır?

Her tür terörist saldırı İslam dininde şiddetle lanetlenmektedir. İslam dinine göre suçsuz bir insanı öldürmek çok büyük bir günahtır ve masum bir insanı öldüren kişi ahiret hayatında çok büyük bir azapla karşılık görecektir:

... Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Andolsun, elçilerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından onlardan birçoğu yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır. (Maide Suresi, 32)

Nativite Kilisesi

Yukarıdaki ayette de görüldüğü gibi, Kuran'da masum bir kimseyi öldürmek, tüm insanları öldürmekle bir tutulmaktadır. Kuran'da insan hayatına verilen önem Furkan Suresi'nde şu şekilde bildirilir:

Ve onlar, Allah ile beraber başka bir ilaha tapmazlar. Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa 'ağır bir ceza ile' karşılaşır. (Furkan Suresi, 68)

Allah bir diğer ayetinde ise insanlara şu şekilde emretmektedir:

De ki: "Gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anne-babaya iyilik edin, yoksulluk-endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. -Sizin de, onların da rızıklarını Biz vermekteyiz- Çirkin-kötülüklerin açığına ve gizli olanına yaklaşmayın. Hakka dayalı olma dışında, Allah'ın (öldürülmesini) haram kıldığı kimseyi öldürmeyin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki akıl erdirirsiniz." (Enam Suresi, 151)

Allah'a samimi bir kalple iman eden, O'nun ayetlerini titizlikle uygulayan ve sonsuz ahiret azabından korkan bir Müslüman, tek bir insana bile zarar vermekten sakınır. Çünkü Allah'ın sonsuz adalet sahibi olduğunu ve her yaptığının karşılığını mutlaka alacağını düşünür. Kutlu Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) bir hadisinde Allah'ın hoşnut olmadığı insanları şu şekilde saymıştır:

Harem (Kutsal bölge) içinde zulüm ve haksızlık eden, cahiliye adetini arzulayan ve haksız yere insan kanı akıtmak isteyen olmak üzere üçtür.23

Bu konuda dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ise, ibadet yerlerine yönelik eylemlerdir. Kiliseler, sinagoglar, camiler Allah’a ibadet edilen evlerdir. Masum insanların kiliselerinde, sinagoglarında ya da camilerinde Allah’a ibadet edilirken öldürülmeleri Allah Katında büyük bir suçtur. Oraya giden insanlar Allah’a dua eden, dindar kimselerdir. Allah’ın adının anıldığı tüm evler ise İslam dininde kutsaldır. Bu evlerin ziyaretçileri Musevi, Hristiyan ya da Müslüman olabilir. Ama önemli olan her birinin Allah’a iman eden, dindar kimseler olmalarıdır. Müslüman, Kitap Ehli'nin Allah'a ibadet ettikleri kutsal yerlerine saygılı davranmalı, bu mabetleri korumalıdır. Bu yerler ister Hristiyanlara, ister Musevilere ait olsun, içlerinde Allah'ın ismi anıldığı için Müslümanlar için de değerlidir ve tüm iman edenler tarafından korunmalıdır.

Terörün Kökeni Darwinizm'dir; Çözümü İse Gerçek Din Ahlakıdır

ADNAN OKTAR: Bir kere İslam, adı üstünde barış dini. Yani, "slim" barış, sevgi, şefkat, merhamet, dostluk, arkadaşlık, yardımlaşma, iyi olan her şey. Ama bunu cahilin cühelanın eline verirsen, asar, keser, bombalar, darma keşan eder. "Niçin yapıyorsun?" der. "Allah için yapıyorum" der adam. Cahilin elinde böyle olur, yani İncil’i de zaten bazı Hristiyanlar aldılar, bambaşka bir şekilde uygulamaya kalktılar. Haçlı seferleri düzenlediler, muazzam katliamlar yaptılar. Astılar, kestiler, bazı Museviler de öyle. Tevrat’la yaptıkları katliamların haddi hesabı yok. Halbuki, Tevrat komşuya dahi, yani herhangi bir komşu ama yani herhangi bir dinden, çok şefkatli ve koruyucu olmayı emrediyor. Bu Hristiyanlıkta da vardır. Yani, sevgi dini Musevilik ve Hristiyanlık da sevgi dinidir. İslamiyet de sevgi dinidir. Ama kalbi katılaşmış, Avrupa’da eğitim görmüş, Darwinist eğitimi almış, gerilla eğitimi almış, komünist eğitim almış adamın eline Kuran’ı verirsen, senin karşına böyle gelir. Çünkü adam kafasındaki kini ve nefreti uygulamak için Kuran’ı haşa kullanıyor. Halbuki Kuran’da bir insan cinayet işlediğinde, katili getiriyorlar. Allah diyor ki: "Katili affet." Ayet var. Daha bunun üstüne ne var? Adam öldürmüş, kasten, azmen ve kasten, adam öldürmüş. Kuran’da "bunu affedin" deniliyor. Çünkü, belki salah bulur, belki düzelir, belki iyi bir yola gidebilir. "Affederseniz daha hayırlıdır sizin için" diyor Allah. Böyle bir dinde şiddeti nasıl buluyorlar? Yani bombalama, asma, kesme, mesela küçük küçük çocuklar ufak, kadınlar var, aralarına bombayı koyuyor adam. Darmakeşan hepsini birden havaya uçuruyor. "Niçin yaptın?" diyorsun. "Allah için yaptım" diyor. Kardeşim desene "ben Darwinist eğitimden geçtim, materyalist eğitimden geçtim, Stalin hayranıyım. Ama Kuran’la da kendimce bağdaştırmaya çalıştım bunu, milletin gözünü boyuyorum. Biliyorum İslamiyet’te böyle bir şey yok ama", demesi lazım. "Hastayım" diyecek bu adam. İşin doğrusunu söylesin. Kuran’da böyle bir şey yok. Peygamberimiz (sav) son derece şefkatli, merhametli bir insan. Kedi uyuyor kucağında Peygamber (sav)’in, eteğini kesmiş, hayvanı rahatsız etmemek için, uyandırmamak için, öyle bir Peygamberimiz (sav) var bizim. Nerede öyle insanları bombalamak, çoluk çocuğu bombalamak, ortalığı birbirine katmak, ve şiddet. Bir de ruh şiddeti de ayrıca. İşte oturma, kalkma, sağa dönme, sola dönme, havaya bakma, yeme, içme, sanat yok, bilim yok, teknoloji yok, sevgi yok. Bunun dinle alakası yok bunların. Bunlar kendi ruhlarındaki karanlığı, kendi ruhlarındaki şirk düşüncesini, Kuran’a uygulamaya kalkan insanlar. Peygamberimiz (sav)’in hayatı ortada. Güzellikten hoşlanıyor, estetikten hoşlanıyor, sanattan hoşlanıyor, etrafı temiz ve güzel, konuşmaları son derece nezih Peygamberimiz (sav)’in. Hep şefkatli, espritüel, gönül alıcı, bulunduğu yer tertemiz, yani o zamanın güç imkanlarıyla mesela gül ektiriyor. Mekke, Medine ortamını düşünün çöl ortamı. Orada bile gül yetiştiriyor düşünün. Yani, estetiğe ve sevgiye, güzelliğe olan yatkınlığını buradan anlıyoruz. Torunlarıyla şakalaşıyor Peygamberimiz (sav). Tabi, onlarla mesela, kovalıyorlar Peygamber (sav)'i, o da onları kovalıyor. Böyle bir insan Peygamber (sav), orada bakıyorsun adamın suratından düşen bin parça, yani adamın yüzüne katil suratı çökmüş. Öyle Müslüman olur mu? Onun için böyle, haşa, dini, İslam’ı insanlara anormal göstertme, düşüncesinin arkasında bazı masonlar var. Ve bunların hepsi Darwinist, materyalist, Stalinist eğitim almış insanlar. Böyle şeytanca bir düşünceyle İslam’ı insanlara korkunç göstertmek istediler. İşte 11 Eylül terör saldırılarını Müslümanlar yaptı. Nerenin Müslümanı, arkasına bir bak bakalım, bakıyor, altında adamlar Amerika’da eğitim almış, Darwinist eğitim almış, Marksizm’i çok iyi bilen, Stalin’in bütün uygulamalarını çok iyi bilen adamlar çıkıyor. Niye buna Müslüman diyorsun? Yani, beyni yıkanmış, hasta adamlar. Onun için Müslümanlığa yapılan her saldırı şeytanın yaptığı bir saldırıdır. Biz bu oyuna gelmeyiz. İslamiyet Peygamber (sav)’in uygulamasıyla da ortada, Kuran’ın şefkat dolu izahları zaten çok çok ortada Allah’ın izahları. Kur’an ayetleri çok çok ortada. Bu oyun da aynı Darwinizm gibi bir aldatmacaydı, biz bunu da bozduk ve bozacağız inşaAllah. (Adnan Oktar'ın Kırım Gazeteleri röportajından, 14 Kasım 2008)

1. Newsweek, 7 Mart 1994 - Hz.İbrahim Camisi'ne yapılan acımasız saldırı Newsweek dergisinde "Camide katliam" başlığı ile verilmişti.

2. Time, 7 Mart 1994 - Hz. İbrahim Camisi'nde sabah namazı kılan Müslümanların üzerine ateş açan radikal Musevi yerleşimci Baruch Goldstein, 67 Müslümanı katletti. Yaklaşık 300 kişi yaralandı.

 

ADNAN OKTAR: Müslümanların yaptığı terör gibi gösterilen olay, yani nüfus cüzdanında Müslüman yazan teröristlerin yaptığı eylem komünistlerin yaptığı eylemlerdir. Eski Irak Baas Partisi’nin komünistleri, Suriye Baas Partisi’nin eski komünistleri, eski Libyalı komünistler, eski Yemenli komünistler, eski Mısırlı komünistler ve bunların yönetilmesi yani masonlar tarafından yönlendirilmesi sonucu böyle bir yapı meydana geliyor. Bütün terör faaliyetlerini yapanların tamamı, Avrupa’da eğitim görmüş, Darwinist materyalist eğitimden geçmiş, Müslüman kimliği olan, nüfus cüzdanında Müslüman yazan insanlardır. Ama bunların tamamı Darwinist eğitimden geçmişlerdir. Evlerinde Karl Marx’ın resimleri asılı olur. Marx’a, Lenin’e hayrandırlar bu kişiler genellikle, Ho Shi Minh’in hayranıdırlar. Yani terörist hayranıdır bunlar. Ama sorsan biz Müslümanız derler. Bunlar Müslüman değil, bunlar direk komünist, anarşist düşünceyi savunan terör elemanıdırlar. Nüfus cüzdanında Müslüman yazması önemli değildir. Fakat burada en önemli nokta, bu kişilerin hemen hemen tamamı Avrupa’da veyahut Amerika’da Darwinist eğitimden, materyalist eğitimden geçmiş kişilerdir. Yani bu eğitimin bir oyun olduğu, şeytanın bir oyunu olduğu insanlara anlatıldığında bu oyun tamamen bitecektir, ama bunun biteceği vakte doğru hızla geliyoruz, süratle geliyoruz.

Hz. Mehdi (as) devrine geliyoruz. Hz. İsa Aleyhisselam’ın nüzulüne yaklaşıyoruz. Önümüzdeki on, yirmi yıl içerisinde Hz. İsa Aleyhisselam’ın inişini bütün dünya görecek. Ben de buradayım, insanlar da dünyadalar. İnşaAllah Allah ömür verirse göreceğiz. Bunun kesin gerçek olduğunu bütün dünya görecek. Darwinizm önümüzdeki yıllar içerinde her yıl gittikçe mum gibi eriyor ve eriyecektir. Sonradan bunu çocuklar tarih kitaplarından okuyacaklar Darwinizm’i. Böyle komik bir pagan dininin, böyle rezalet bir pagan dininin insanlar tarafından nasıl kabul gördüğüne şaşacaklardır. (Adnan Oktar'ın Hollanda, Poli Gazette röportajından, 2 Temmuz 2009)

Radikal Hristiyanların Yanılgıları

Rabbi Meir Kahane was the founder of the radical Zionist Kach organization. This group is organized in Israel as Kach and in the United States as the Jewish Defense League

Çağımızda Hristiyan dünyasının büyük çoğunluğunun diğer dinlerin mensuplarına karşı İncil'de yer alan sevgi ve saygı prensipleriyle yaklaşması son derece önemli bir gelişmedir. Özellikle, 20. yüzyılın ikinci yarısında bu yönde çok olumlu gelişmeler yaşanmıştır. Bu tarihlerde, Hristiyan dünyasında, diğer dinlerin tamamıyla yanlış ve asılsız oldukları yönündeki görüş büyük ölçüde terk edilmiş, diğer dinlere bağlı insanların günahkar olarak değerlendirilmemesi görüşü hakim olmuştur. Hristiyan yazarlar, araştırmacılar ve din adamları bu fikri yaygın olarak dile getirmişlerdir. Hristiyanlığı temsil eden kuruluşlar dünyanın içinde bulunduğu sorunlara karşı diğer dinlerle ittifak kurma ve iş birliği yapma kararı almışlardır.

Buna rağmen, Hristiyan dünyasında halen –nadir de olsa- farklı inançlara mensup kişilere karşı katı ve hatta saldırgan yaklaşımlara rastlanabilmektedir. Kimi dini liderler, diğer dinlerle ilgili doğruluk payı olmayan açıklamalarda bulunmakta, bu dinlere inanan kişilerin günahkar ve suçlu olduklarını öne sürmektedirler. Özellikle zaman zaman Müslümanlara yönelik olarak gündeme gelen bazı haksız ve dayanaksız iddialar, İslam dünyasında da rahatsızlık meydana getirmektedir. Ortaçağ'daki Haçlı zihniyetini koruyarak Müslümanlara karşı saldırgan yorumlar yapan bazı Hristiyan liderler, Eski Ahit'e bir takım anlamlar yükleyerek yakın gelecekte Müslümanlar ile Batı dünyası arasında bir savaş yaşanacağını, daha da kötüsü, yaşanması gerektiğini savunmaktadırlar. Geçmişte yaşamış olan toplumların hayatlarından bölümlerin anlatıldığı Eski Ahit'te, o dönemlerde yaşanan savaşlar ve bu savaşların neticeleri de anlatılmaktadır. Ancak bu açıklamaların büyük çoğunluğu o döneme aittir, o toplumların yaşadığı olaylara yöneliktir. Dolayısıyla Eski Ahit'te yer alan birtakım anlatımlar, o dönemin koşulları göz önünde bulundurularak değerlendirilmeli, bu anlatımlardan günümüze yönelik savaşı ve çatışmayı destekleyen çıkarımlar yapmaktan kaçınılmalıdır.

Radikal Hristiyanların en önemli yanılgılarından bir diğeri ise yaşanması gerektiğini düşündükleri bu savaşı, yani "Armagedon"u, Mesih (as)'ın gelişinden önce gerçekleşmesi gereken bir olay olarak değerlendirmeleridir. Oysa bu çarpık anlayış Hz. İsa (as)'ın Hristiyanlara öğretmiş olduğu ahlaka tamamen terstir. İncil'e bakıldığında Hz. İsa (as)'ın insanlara hep sevgi, barış ve dostluk tavsiye ettiği açıkça görülür.

Radikal Musevilerin eylemleri, Musevi toplumu içindeki vicdan ve sağduyu sahibi kimseler tarafından da şiddetle kınanmaktadır. Bunlardan biri de dinler arası dostluk için önemli çalışmalar yürüten Musevi din adamlarından Jonathan Magonet'dir. Magonet'in, Talking to Other (Diğeriyle Konuşmak) adlı kitabında, her üç dinin mensuplarının ortak değerlerine dikkat çekilmektedir. Kitapta Londra Sinagogu'nda 1994 yılında, Hz. İbrahim Camisi'nde katledilen Müslümanlar için yapılan özel toplantıyla ilgili bilgi de yer almaktadır. Museviler tarafından düzenlenen bu toplantıya çok sayıda Musevi ve Müslüman katılmıştır. Toplantı sırasında Kuran'dan ayetler ve Musevi kutsal metinlerinden pasajlar okunmuş, toplantıya katılan Musevi ve Müslümanlar şehit olanlar için birarada dua etmişlerdir. "Hz. İbrahim Camisi Katliamı Şehitleri için Dua Akşamı" başlıklı yazıda bu organizasyon detaylı olarak anlatılmaktadır.

Ayrıca Hristiyanlar bilmelidirler ki, Hz. İsa Mesih'in ikinci kez yeryüzüne gelişini yalnız Hristiyanlar değil, Müslümanlar da büyük bir heyecanla beklemektedir. Çünkü bu mucize Kuran'da haber verilmekte ve Hz. Muhammed (sav)'in hadislerinde de açık olarak bildirilmektedir. Dolayısıyla hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar bu büyük mucize için ortak bir bekleyiş ve hazırlık içinde olmalıdırlar. Yapılması gereken en önemli hazırlık ise Allah'ın razı olacağı bir ahlak içinde olmaya çaba göstermektir. Unutmamak gerekir ki, Hz. İsa (as)'ın gelişiyle birlikte, Allah'ı inkar eden felsefeler ve putperest inançlar fikren yenilgiye uğrayacak, ırkçılık, faşizm gibi ideolojiler silinecek, böylece dünya savaşlardan, çatışmalardan, etnik düşmanlıklardan, zulüm ve haksızlıklardan kurtulacak, insanlık barış, mutluluk ve huzur içinde bir dönem yaşayacaktır. Dolayısıyla samimi olarak Hz. İsa (as)'ın gelişine hazırlanan dindarların, böyle bir ortamın alt yapısını oluşturacak çalışmalarda bulunmaları, her türlü çatışmayı engellemek için gayret etmeleri, ayrılıkları, tartışmaları ve husumetleri bir kenara bırakmaları gerekmektedir.

İki toplum arasında anlayışa ve saygıya dayalı bir ilişki kurulmasını engellemeyi amaçlayan açıklamalar ve yaklaşımlar, hiç şüphesiz en iyi şekilde Hristiyanlar tarafından etkisizleştirilebilir. Söz konusu kişilerin yanılgılarının, sağduyulu Hristiyanlar tarafından kendilerine ve topluma gösterilmesi gerekmektedir. Dünyayı büyük bir savaş alanına çevirmeyi hedefleyen, diğer medeniyetlerin varlığına tahammül gösteremeyen kişilerin bakış açıları, sevgiyi ve barışı emreden Hristiyanlık öğretilerine terstir. İncil'de yer alan hükümler dindar Hristiyanların tüm insanlara iyilik yapmalarını, düşmanlarını bile sevmelerini, kendilerinden nefret edenlere dahi iyilik yapmalarını gerektirmektedir. Başta Müslümanlara karşı olmak üzere diğer dinlerin mensuplarına karşı geliştirilen ön yargılı ve öfkeli bir bakış açısı, Hristiyan öğretisinin yanlış yorumlanmasından ve bazı din dışı ideolojilerin etkisinden kaynaklanmaktadır. Ilımlı Hristiyanlar, radikallerin öne sürdükleri iddiaların, barış ve sevgiyi savunan Hristiyan öğretileri ile çeliştiğini ortaya koymalıdırlar. Bu yönde yapılacak girişimler, radikallerin telkinlerinin yeterince bilgi sahibi olmayan kitleleri etki altına almasını engelleyecektir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, radikalizm cehaletten faydalanmaktadır. Bu cehaletin neden olabileceği tehlikeleri ortadan kaldırmak ise, Hristiyan ahlakının bir gereğidir. Hristiyanların bu sorumluluğu İncil'de şöyle ifade edilmektedir:

Kubbet-üs Sahra ve Ağlama Duvarı.

Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir.
(Nahl Suresi, 125)

Fakat Allah'ın kulları gibi iyilik işleyerek, akılsız adamların cehaletini susturun. Bütün insanlara hürmet edin. Kardeşliği sevin. Allah'tan korkun... (Petrus'un Birinci Mektubu, Bap 2, 15-17)

İçinde bulunulan mevcut koşullar, vicdan sahibi tüm Hristiyanların bu sorumluluğu tam olarak üstlenmeleri gerektiğini göstermektedir. Unutmamak gerekir ki, radikallerin talep ettiği gibi çatışma ve savaş yaşanması her iki tarafa da büyük kayıplar, acı ve gözyaşı getirecektir. Samimi olarak iman edenlerin ittifakı ile bu kötü ihtimal tamamen ortadan kaldırılabilecekken, gerekli adımları atmaktan çekinmek son derece yanlıştır. Radikaller tarafından tırmandırılmaya çalışılan gerilim, sağduyu sahibi Hristiyanların ve Müslümanların gayretiyle engellenebilir. Ön yargıların ortadan kaldırılıp inananlar arasında ittifak sağlanması, dindar insanların dünya barışının tesis edilmesinde öncü rol oynamalarına aracı olacak, böylece hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar, Allah'ın bizlere emrettiği ahlakın gereği olarak, yeryüzüne barış ve esenlik getireceklerdir.

Radikal Musevilerin Yanılgıları

25 Şubat 1994 günü, Batı Şeria'daki El-Halil (Hebron) kentinde bulunan Hz. İbrahim Camisi'nde ibadet eden Müslümanlara yönelik büyük bir saldırı gerçekleştirildi. Musevi yerleşimci Baruch Goldstein, İsrail askerlerinin koruması altındaki camiye elindeki M-16 silahıyla birlikte sabah namazı sırasında girdi. Caminin orta yerine kadar yürüdü ve defalarca şarjör değiştirerek namaz kılan 500'e yakın Müslümanı taradı. 67 Müslüman olay yerinde şehit oldu, 300'ü yaralandı. Aslında bu olay, İsrailli bazı radikal grupların gerçekleştirdiği pek çok eylemden biriydi. Aynı gruplar, 1980'li yıllarda Kudüs'teki Müslüman mabedlerini (Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra) de havaya uçurmayı denemişlerdi. Ellerinde sürekli taşıdıkları silahlarla Filistinlilere kanlı saldırılar düzenleyen radikal Musevi yerleşimciler de bu grupların üyeleriydiler.

Bu radikal grupların düşünceleri arasında; Musevilerin tüm ırklardan üstün olduğu ve diğer ırkların ("goyim") bir tür hayvan statüsü taşıdıkları; işgal altındaki topraklardaki tüm Arapların "etnik temizliğe" tabi tutulması gerektiği gibi Tevrat'a ve Musevi geleneklerine aykırı olan fanatik fikirler vardı.

Bu yorumlar, "Musevi radikalizmi" diyebileceğimiz ciddi bir tehlikenin varlığına işaret etmektedir. Bu radikalizmin ideolojisini ve acı sonuçlarını daha önceki çeşitli kitaplarımızda incelemiştik. Bu incelemenin özetlenmiş bir sonucunu şöyle ifade edebiliriz:

Bugün Musevi dünyasının bir kısmında, Musevi olmayan insanlara karşı kin ve nefret telkin eden, özellikle de Filistinlilere karşı olabilecek en sert ve acımasız yöntemlerin kullanılmasını savunan radikal bir eğilim vardır. Bu eğilim İsrail devletinde de önemli bir ağırlığa sahiptir ve İsrail'in yarım yüzyılı aşkın bir süredir Filistinlilere ve diğer Arap komşularına karşı izlediği saldırgan, işgalci, uzlaşmaz tutumun ortaya çıkmasında ve devam etmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Kuşkusuz Musevi militanlar, İsrail Musevi toplumu içinde (ve tüm dünya Musevileri arasında) çok küçük bir azınlığı oluşturmaktadırlar. Ama bu azınlığı, fikren besleyen bir radikalizm kültürü vardır ve bu da gerek Ortadoğu gerekse dünya barışı için tehlike olmaya devam etmektedir.

Bunun tedavi edilmesi içinse:

1) Musevi din adamları, Eski Ahit'in özünde var olan, sevgiye, saygıya, adalete, merhamete dayalı ahlak anlayışını yerleştirmelidirler. Nitekim bu yönde çaba gösteren pek çok Musevi din adamı vardır.

2) Siyonizmin din ahlakına uygun bir şekilde uygulanması sağlanmalıdır. İsrail'in var olma ve topraklarının güvenliğini sağlama hakları kuşkusuz vardır. Üstelik Musevilerin atalarının toprakları olan Filistin'de Müslüman ve Hristiyanlarla birarada, barış içinde yaşamayı istemeleri son derece meşrudur. Ama bir milleti yarım asırdır baskı ve zor altında yaşatmak hakkı yoktur. Filistin toprakları tüm bu halkların birarada huzur ve barış içinde yaşayabilecekleri kadar geniştir. Bu nedenle Musevi Devleti, 1967'den beri işgal altında tuttuğu tüm topraklardan çekilmeli, Batı Şeria ve Gazze'de egemen bir Filistin devletinin kurulmasını kabul etmeli, dahası bu devletle dostane ve yapıcı ilişkiler içine girerek hem Filistinlilerle hem de tüm Arap dünyasıyla barışmalıdır.

Tüm bunların yanında dindar Musevilerin, Rabbimiz'in Kuran'da da bildirmiş olduğu öğütlere uymaları ve tüm Musevileri Allah'ın emrettiği güzel ahlaka davet etmeleri büyük önem taşımaktadır.

Allah Hristiyanlara ve Müslümanlara olduğu gibi Musevilere de adaleti, dürüstlüğü, mazlumun hakkını korumayı, barışı ve sevgiyi emretmiştir. Dolayısıyla bazı radikal Musevilerin söz konusu fanatizmi, Tevrat'ta yer alan açıklamalarla çelişmektedir. "Kan dökenlerin telkinlerini dinlememek" ve "kötülük görmeye dayanamamak" Tevrat'ta Musevilere bildirilen hükümlerdir. (İşaya, Bap 33, 15) Unutmamak gerekir ki şiddet ve saldırganlık içeren, huzuru ve düzeni bozan hiçbir ideolojinin başarıya ulaşması mümkün değildir. Şiddet, her zaman için yalnızca yıkım getirir. Bu yıkımın önlenmesinde fanatiklerin çarpıtma ve yanılgılarının deşifre edilmesi, daha fazla insanı etkileri altına almalarını engelleyecek ve hatta kendilerinin de doğruyu görmelerine aracı olabilecektir.

Bu nedenle samimi olarak Allah'a iman eden Musevilerin, şiddet yanlısı, radikal Musevileri de bu tehlikeden koruyabilmek için, kitaplarında yer alan hak hükümlere uymaları ve barışın savunucuları olmaları gerekmektedir. Tevrat'ta barışın, sevginin, merhametin ve güzel ahlakın övüldüğü açıklamalardan bazıları şu şekildedir:

Hükümde haksızlık etmeyeceksiniz; fakirin hatırını saymayacaksın ve kudretlinin hatırına itibar etmeyeceksin; ve komşuna adaletle hükmedeceksin. Kavminin arasında çekiştiricilik edip gezmeyeceksin; komşunun kanına karşı ayağa kalkmayacaksın... Öç almayacaksın ve kavminin oğullarına kin tutmayacaksın ve komşunu kendin gibi seveceksin... (Levililer, Bap 19, 15-18)

Ey adam, iyi olanı sana bildirdi; ve hak olanı yapmak ve merhameti sevmek ve Allah'la alçakgönüllü olarak yürümekten başka Rab senden ne ister? (Mika, Bap 6, 8)

Katletmeyeceksin. Zina etmeyeceksin. Çalmayacaksın. Komşuna karşı yalan şehadet etmeyeceksin. Komşunun evine tamah etmeyeceksin... (Çıkış, Bap 20, 13-17)

Günümüzde gerek barış yanlısı İsrail vatandaşlarının, gerekse dünyanın diğer ülkelerinde yaşayan Musevilerin önemli bir kısmının radikalizme karşı çıkmaları çok önemli bir gelişmedir. Samimi olarak iman eden Musevilerin, "katletmemenin", "hükümde haksızlık etmemenin", "öç almamanın", "kan dökmemenin" Tevrat'ta yer alan emirler olduğunu göz önünde bulundurarak, Musevilik adına sürdürülen fanatizme karşı yürütülecek kültürel ve fikri mücadelenin ön saflarında yer almaları, bu konuda vicdan sahibi Hristiyan ve Müslümanlarla ittifak etmeleri şarttır. Musevi radikalizmine karşı yürütülecek fikri mücadele, yarım yüzyılı aşkın bir zamandır süregelen Filistin sorununun kalıcı ve adil bir çözüme kavuşturulmasının da önemli yollarından biri olacaktır. Ancak o zaman Musevilerin ve Müslümanların -ve elbette Hristiyanların- bölgede huzur içinde birarada yaşayabilecekleri bir ortam oluşturulacaktır. Filistin ve İsrail topraklarına huzuru, sevgiyi, sevecenliği, anlayışı emreden gerçek din ahlakının yaşanması ile gelecektir. Unutmamak gerekir ki, hem Museviler hem de Müslümanlar tarih boyunca en büyük zulmü din ahlakına uygun olmayan ideolojilerin savunucularından görmüşlerdir. Kitab-ı Mukaddes, putperestlerin Musevilere yaptıkları korkunç zulümleri anlatan pasajlarla doludur. Ateist ve dinsizlerin (örneğin Nazilerin, antisemit ırkçıların veya Stalin Rusyası gibi komünist rejimlerin) Musevilere uyguladıkları soykırım ve zulümler de ortadadır. Söz konusu dinsiz güçler, Musevilerden Allah'a inandıkları için nefret etmişler ve bu yüzden onlara zulmetmişlerdir. Hem Müslümanlara hem de Musevilere düşman olan bu din aleyhtarı güçlere karşı, iki dinin mensupları aynı safta yer almalı, bu birlikteliği engelleyebilecek radikal görüşlerin telkinlerine aldanılmamalıdır.

 

Dipnotlar

23. (Buhari, Rudani, Büyük Hadis Külliyatı Cem'ul-fevaid, cilt 5, No: 9704, İz Yayıncılık, İstanbul, s.324)

PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo
İNDİRMELER
  • Giriş
  • Bölüm 1. Kuran’a ve Sünnete Göre Müslümanların Kitap Ehli’ne Bakış Açısı Nasıl Olmalıdır?
  • Bölüm 2. İslam Tarihinde Müslümanlar ve Kitap Ehli
  • Bölüm 3. Radikalizm Tehlikesine Karşı Birleşmek
  • Bölüm 4. İlahi Dinlerde Ortak İnanç Esasları
  • Bölüm 5. İlahi Dinlerde Ortak İbadetler, Ortak Ahlaki Değerler
  • Bölüm 6. Ortak Fikri Mücadele
  • Bölüm 7. İlahi Dinlerde Mesih (as) ve Hz. Mehdi (as) İnancı
  • Bölüm 8. Gelin Birlik Olalım
  • Sonuç
  • Darwinizm'in Çöküşü