Aydınlık dergisinin 16 Ağustos 1998 tarihli sayısında Nezahat Güventürk imzalı"Evrim Teorisinin Çöküşü" başlıklı bir makale yayınlanmıştır. Doğu Perinçek'in başını çektiği diyalektik materyalist dergide yer alan söz konusu makaledeki evrimci yanılgıları şöyle inceleyebiliriz:
"Evrim Teorisinin Din Olgusunun
En Yumuşak Karnı" Olduğu Yanılgısı
Evrim teorisi, dinin değil, materyalist felsefenin yumuşak karnıdır. Çünkü, başta Karl Marx ve Friedrich Engels olmak üzere materyalist felsefenin en önde gelen fikir babaları tarafından da defalarca ifade edildiği gibi, evrim teorisi materyalist felsefenin temel dayanağını teşkil etmektedir. Nitekim Karl Marx, evrim teorisini ortaya atan Charles Darwin'in kitabı için "Bizim görüşlerimizin doğal tarih temelini içeren kitap, işte bu kitaptır." (F. Engels'e yazdığı 19.12.1860 tarihli mektup) ifadesini kullanmıştır.
Evrim teorisi, materyalist felsefenin temeli olduğu için, bu teorinin mesnetsizliğini ortaya koyan her bulgu, materyalist felsefenin ve onunla bağlantılı tüm ideolojilerin de mesnetsizliğini ortaya çıkarmaktadır. İşte Aydınlık dergisi ile onun paralel yayın organı Bilim ve Ütopya dergisinin Türk Milleti'nin dini ve manevi değerlerine karşı böylesine saldırgan bir tutum sergilemesinin ardında yatan asıl sebep budur. Bugün Türkiye'de ateist ideoloji, evrim teorisinin yıkılışı karşısında panik içinde saldırıya geçmiştir. BAV'ın bilimsel girişimlerinin hemen ardından bu dergilerde çeşitli karşı faaliyetler başlatılmış olması, materyalist, komünist çevrelerin kendi yumuşak karınlarını tehlikede gördüklerini göstermektedir.
Doğal Seleksiyon Adı Verilen Mekanizmayı
Evrimleştirici Bir Doğa Kanunu Sanma Yanılgısı
Nezahat Güventürk yazısında,"Doğal Seçme Yasası ile Tanrı kelamı asla bağdaşmaz" demektedir. Bu ifadelerden, söz konusu muhabirin sadece dinler hakkkında değil, evrim teorisi ve bilim hakkında da herhangi bir bilgi sahibi olmadığı anlaşılmaktadır.
Doğal seleksiyonun evrimleştirici gücü olduğu iddiasını ilk ortaya atan kişi teorinin kurucusu Charles Darwin'dir. Bu kavramın evrim teorisinin belkemiğini teşkil ettiği, Darwin'in ünlü kitabına verdiği isimden de anlaşılır: Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon Yoluyla...
Darwin, canlıların yaşamları boyunca kazandıkları her türlü fiziksel özelliğin sonraki nesillere aktarıldığını, zamanla faydalı özellikleri biriktiren bireylerin daha gelişmiş yeni türlere dönüştüğünü, zararlı özelliklerin biriktiği bireylerin ise hayatta kalma ve çoğalma imkanları azaldığı için yok olduklarını öne sürmüştü. Bu sisteme de "doğal seleksiyon" adını vermişti. Darwin kendisine çok makul gelen bu senaryoyla bütün canlı türlerinin kökenini bulduğunu düşünmüştü: Bir türün kökeni bir başka türdü.
Başlangıçta Darwin'i herşeyin sırrını çözdüğüne inandıran bu senaryo, Darwin'den sonra genetik biliminin ortaya çıkmasıyla temelinden çöktü. Genetik, canlıların kazandıkları fiziksel özellikleri gelecek nesillere aktaramayacaklarını ortaya koydu. Aktarılan yalnızca genlerdi. Genlere dış etkenlerle (mutasyonlarla) yeni bilgiler eklenmesi, böylelikle genetik bilginin gelişmesi gibi bir durum ise mümkün değildi.
Bu durumda, Darwin'in hayali gelişme ve bu gelişimi yeni nesillere aktarma senaryosu çöktüğü için doğal seleksiyonun seçebileceği gelişmiş, evrimleşmiş bireyler diye bir kavram da kalmıyordu. Doğal seleksiyon en fazla, genetik yapısı hasar gören, sakatlanan, hastalanan bireylerin ayıklanmasını sağlayabilirdi. Bu şekilde türün en dayanıklı, en güçlü, en sağlam bireylerinin hayatta kalıp çoğalmasına ve türün mükemmelliğinin nesiller boyu korunmasına imkan tanıyabilirdi. Bu da doğal seleksiyonun geliştirici, evrimleştirici bir özelliğinin olmadığını göstermekteydi. Doğal seleksiyon ancak mevcut türlerin içindeki canlılar arasında bir ayıklanma sağlayarak türün mükemmelliğini koruyabilirdi.
Aslında doğal seleksiyon ilk defa Darwin'in ortaya attığı bir kavram değildi. Darwin'den önce de yaratılışı savunan pek çok araştırmacı ve bilim adamı, doğal ayıklanma mantığını, türlerin korunma mekanizması olarak öne sürmüştü. Bunlardan Edward Blyth daha Darwin'den 24 yıl önce bu konuyu ele almıştı. Günümüz evrimcilerinden Loren Eiseley, Darwin'in doğal seleksiyon mantığını Blyth'dan aldığını belirtir. Evrim teorisinin en ünlü savunucularından Stephen Jay Gould da Darwin'den önceki pek çok yaratılışçının doğal seleksiyon görüşünü benimsediğini kabul eder:
Darwinciler sadece, 'doğal seleksiyon işlemektedir' diye iddia edip geçemezler. Çünkü Paley de dahil herkes, bütün yaratılışçı doğa bilimciler, doğal seleksiyonu, uygun olmayan bireyleri ortadan kaldıran ve yaratılmış olan türü kusursuzca muhafaza eden bir mekanizma olarak zaten savunmuşlardır... William Paley'in 1803'te yayınlanmış" Doğal Teoloji" (Natural Theology) adındaki klasik eseri, seçici ayıklanma ile ilgili pek çok referans içerir.67
Görüldüğü gibi doğal ayıklanma, uygun olmayan bireyleri eleyen ve nesillerin bozulmasını engelleyen bir mekanizma olarak Darwin'den çok önceleri yaratılışçı düşünürler ve bilim adamları tarafından ortaya atılmış bir kavramdır.
Nitekim 20. yüzyılda gelişen genetik, doğal seleksiyonun yalnızca, genetik bilgisi hasara uğramış ve bu hasarlı genetik yapıyı gelecek nesillere aktararak hasta, sakat kusurlu bireylerin çoğalmasına sebep olacak canlıları ayıkladığını göstermiştir. Böylece, türlerin zaman içinde dejenere olması önlenmiş olur.
Öte yandan doğal seleksiyonun evrim teorisine kazandırdığı hiçbir şey yoktur. Çünkü bu mekanizma, hiçbir zaman bir türün genetik bilgisini zenginleştirip geliştirmez. Hiçbir zaman bir türü bir başka türe çevirmez; yani deniz yıldızını balığa, balıkları kurbağaya, kurbağaları timsaha, timsahları da kuşa dönüştüremez.
Önde gelen evrimcilerden, İngiltere Doğa Tarihi Müzesi'nin baş paleontoloğu Colin Patterson doğal seleksiyonun herhangi bir evrimleştirici özelliğinin gözlemlenemediğini şöyle vurgulamaktadır:
Hiç kimse doğal seleksiyon mekanizmalarıyla yeni bir tür üretememiştir. Hiç kimse böyle bir şeyin yakınına bile yaklaşamamıştır. Bugün neo-Darwinizmin en çok tartışılan konusu da budur.68
Sıçramalı evrimin en büyük savunucusu olan Gould da doğal seleksiyonun evrim teorisini soktuğu açmazı şöyle dile getirmektedir:
Darwinizm'in özü tek bir cümlede ifade edilebilir: "Doğal seleksiyon evrimsel değişimin yaratıcı gücüdür." Kimse doğal seleksiyonun uygun olmayanı elemesindeki negatif rolünü inkar etmez. Ancak Darwinci teori doğal seleksiyonun uygun olanı yaratmasını da istemektedir.69
Daha önceki bölümlerde de ayrıntılı belirttiği gibi doğal seleksiyon, canlıların, bulundukları coğrafi konumun doğal şartlarına uygun yapıda olanlarının hayatlarını ve nesillerini sürdürmeye imkan bulması, uygun yapıda olmayanların ise bu imkanı bulamayıp zamanla yok olmalarıdır.
Sonuçta, ortada doğa ve canlılar arasında yaratılmış mükemmel bir uyum ve denge söz konusudur. Canlıları yoktan var eden, yaratan Allah doğayı da bu canlılığın devamı ve korunması için en elverişli biçimde yaratmıştır. Eğer doğal seleksiyon kavramıyla bu iç içe yaratılmış sistemlerin mükemmel uyumu ve dengesi kastediliyorsa, bunda bir çelişki yoktur. Ancak evrimciler doğal seleksiyonu adeta kendine ait bir bilinci, aklı ve iradesi olan bir mekanizma gibi öne sürmüşlerdir. Oysa doğanın bir aklı, bilinci, dolayısıyla da bir seçim yapabilme kabiliyeti bulunmaz. Rüzgarın, fırtınanın, yağmurun, depremin, Güneş'in ne kendilerine ait ne de biraraya geldiklerinde ortaya çıkan bir akıl ve iradeleri vardır.
Ancak, canlılarda açıkça gözlemlenen üstün plan ve tasarımın bilinçli bir irade olmadan ortaya çıkması imkansız olduğundan, evrimciler onları yaratan sonsuz güç, akıl ve irade sahibi Allah'ın yaratmasını doğa gibi soyut bir kavrama mal etmeye çalışırlar. Bu şekilde, Allah'ın yaratmasını reddetmelerinden kaynaklanan mantık boşluğunu ve çelişkiyi kendi ürettikleri bu tür sahte kavramlarla kapatma çabasındadırlar. Amaç her zaman olduğu gibi Allah'ın varlığının ve yaratmasının apaçık delillerini gözlerden kaçırabilmektir. Nezahat Güventürk de, yazdıklarıyla, bu dogmatik materyalist zihniyetin canlı bir örneği olduğunu ispat etmiştir.
Evrimle Bilimi Birbirine Karıştırma Yanılgısı
Nezahat Güventürk, "İnsanlar tercihlerini ya inançtan ya da bilimden yana yapacaklardır" demektedir.
Eğer burada Nezahat Güventürk'ün "inanç"tan kastettiği "yaratılış inancı" ise, iddiası gerçek dışıdır. Yaratılış ile bilim arasında hiçbir aykırılık mevcut değildir. Bilimsel gerçekler, yaratılışı desteklemekte ve doğruluğunu ortaya koymaktadır. Bu nedenle "ya inanç ya bilim" gibi bir ifadenin hiçbir mantığı ve dayanağı bulunmamaktadır.
Eğer Nezahat Güventürk'ün "inanç"tan kastettiği, evrimcilerin evrim teorisine olan körü körüne bağlılıkları ise bu tesbiti çok doğrudur. Bilimsel bulgular karşısında, evrim teorisi çökmüştür. Bilim başka şey, evrim teorisi başka şey söylemektedir. İnsanlar tercihlerini ya bilimden ya da evrim teorisinden yana yapacaklardır. Hem bilimi hem evrim teorisini savunmak hiçbir şekilde mümkün değildir.
Evrim Teorisini Kanıtlanmış
Bilimsel Bir Gerçek Zannetme Yanılgısı
Nezahat Güventürk, "evrim teorisinin bugün neredeyse Rölativite, Kuantum teorileri kadar sağlam ve güvenilir" olduğunu iddia etmiştir.
Bilimselliğin temelinde, ortaya atılan teorilerin ispata dayalı olması yatar. Eğer bir iddia, herhangi bir ispata dayanmıyorsa, o iddiaya son verilir. Bugün örneğin rölativite teorisi, "gözlemlenebilir" olduğundan dolayı teori olmaktan bir adım öne geçmiştir. Çünkü ispata dayanmaktadır ve bunun sonucunda da sağlam ve güvenilir bir teori olarak kabul edilmektedir.
Oysa evrim teorisi, tüm çabalara rağmen herhangi somut bir delille desteklenebilmiş değildir. Türlerin birbirlerine dönüştükleri hiçbir zaman gözlemlenmemiş, böyle bir dönüşümün yaşandığını gösterecek tek bir fosil bile bulunamamıştır. Üstelik ortaya çıkan her yeni bulgu teoriyi çürütmüştür. Bilimsel gelişmeler ışığında hiçbir delil öne süremeyince, evrimciler 19. yüzyılda ortaya atılan köhne zihniyetin içerdiği iddiaları ve çoktan çürütülmüş delilleri öne sürmek durumunda kalmışlardır.
Teknolojik gelişmeler ve yeni bilimsel veriler evrim teorisi açısından açıklanması mümkün olmayan yeni soruları beraberinde getirmiş, canlılığın kökeninin evrim olamayacağını, canlıların ancak "bilinçli" bir tasarımla yaratılmış olduklarını göstermiştir. Canlılar üzerinde yapılan bilimsel araştırmalarla ortaya çıkan kompleks sistemler, hayatın asla rastlantılarla ortaya çıkamayacağını kesin olarak kanıtlamaktadır. Nitekim günümüzde pek çok bilim adamı bu gerçeği kendi yaptıkları araştırmalar sonucunda görmüşler ve Allah inancına yönelmişlerdir. Bilim Araştırma Vakfı'nın gerçekleştirmiş olduğu konferansa katılan dünyaca ünlü bilim adamları, bu gerçeğin önemli bir ispatıdır.
Evrim Teorisinin Çöküşünün Aynı Zamanda Yaratılış
Gerçeğini de Gözler Önüne Serdiğini
Kavrayamama Yanılgısı
Nezahat Güventürk, söz konusu yazısında, "yaratılış'a inananlar evrim teorisini çürütseler bile yine de bu, insanları yaratılış masalına inandırmaya yetmez" demektedir.
Birincisi, yaratılış, masal değil gerçektir. Tüm bilimsel veriler, canlıların üstün bir Yaratıcının tasarlamasıyla meydana geldiğini doğrulamaktadır. Esas masal olan, çeşitli türlerde atomların uzun bir zaman içinde, tesadüfler sonucu biraraya gelerek elektron mikroskobu yapıp kendi vücudunun hücre yapısını inceleyen bilim adamlarına dönüştüğünü iddia eden evrim teorisidir.
İkincisi, evrim teorisinin yanlışlığı, elbette ki, yaratılışı ispatlayan delillerden biridir. Canlıların tesadüflerle oluşmasının imkansızlığı, canlıların oluşumunda bir tasarım, bilinç ve şuurun varlığını, bu da Yaratıcı'nın varlığını ispatlamaktadır. Başka bir deyişle, yaratılış, hem bilimsel verilerin yaratılışı doğrulamasıyla hem de yaratılış dışındaki alternatiflerin imkansızlığıyla kesinlik kazanmaktadır.
Güventürk gibi yerli evrimciler bu gerçeklerin farkında değildirler, ama evrim teorisinin dünyaca ünlü savunucuları, evrim dışındaki tek alternatifin yaratılış olduğunu gayet iyi bilirler. Örneğin neo-Darwinizm'in çağdaş savunucularının en ünlülerinden biri olan ünlü biyolog Douglas Futuyma şöyle der:
Yaratılış ve evrim, yaşayan canlıların kökeni hakkında yapılabilecek yegane iki açıklamadır. Canlılar dünya üzerinde ya tamamen mükemmel ve eksiksiz bir biçimde ortaya çıkmışlardır ya da böyle olmamıştır. Eğer böyle olmadıysa, bir değişim süreci sayesinde kendilerinden önce var olan bazı canlı türlerinden evrimleşerek meydana gelmiş olmalıdırlar. Ama eğer eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya çıkmışlarsa, o halde sonsuz güç sahibi bir akıl tarafından yaratılmış olmaları gerekir.70
Milliyet gazetesinin 30 Temmuz 1998 tarihli sayısında, Şahin Alpay ve Nilüfer Kuyaş'ın "Entelektüel Bakış" isimli sayfasında, Hacettepe Üniversitesi öğretim üyelerinden Şevket Ruacan imzalı "Evrimin Neresindeyiz?" başlıklı bir yazı yayınlanmıştır.
Evrim teorisinin klasik temelsiz iddialarının içine serpiştirilmiş olduğu yazıda, teorinin bilimsel kanıtı olarak evrimle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir mikrobik bağışıklık mekanizması, Papa II. John Paul'ün evrimci görüşleri ve bir de Amerikan mahkemesi kararı gösterilmiştir. Ruacan, okuyucuya evrim teorisini tüm dünyaca kabul edilmiş bilimsel bir gerçek olarak empoze etmeye çalışırken, herhalde, başta ABD olmak üzere Batı dünyasının kendi alanında uzman pek çok bilim adamının bugün evrim teorisinin bütünüyle bir safsata olduğu gerçeğinde birleştiğinden habersizdir. Ya da Ruacan ve yandaşları, sıkı sıkıya bağlı oldukları materyalist dünya görüşü ve ideolojiler doğrultusunda bu gerçeğe kasıtlı bir biçimde kulaklarını tıkamaktadırlar. Bilimsellik ve bilim ahlakıyla taban tabana zıt olan bu tutum, ne yazık ki ülkemizin"bilim adamı" olduklarını düşünen evrimcileri arasında oldukça yaygındır. Bu önyargılı tutumun bir yansıması olarak bugün dünyanın en ünlü evrim otoritelerinin dahi savunmaktan vazgeçtikleri birtakım demode tezler, ülkemizde bazı evrimci profesörler tarafından hala ders konusu olarak okutulmaktadır.
Şevket Ruacan'ın makalesinde yer alan beli başlı yanılgılar şunlardır:
Evrimin Kanıtlanmış Bilimsel Bir Teori Olduğu Yanılgısı
Evrim teorisinin yerli taraftarlarından Şevket Ruacan teoriyi savunmaya çalıştıkça, teorinin sefaleti de gözler önüne serilmekte.
Ruacan, evrimin doğruluğu kesinlikle ispatlanmış bilimsel bir gerçek olduğu iddiasındadır. Ancak bu iddia, gerçek değil, Ruacan ve evrimci yandaşlarının inanmak ve inandırmak istedikleri bir masaldır. İşin aslında, Ruacan ve dostları da şu kaçınılmaz gerçeklerin çok iyi farkındadırlar:
1- 150 yıla yakın bir süredir yeryüzünün dört bir yanı evrimciler tarafından kazıldığı halde evrimi doğrulayan tek bir geçerli fosil kaydına rastlanamamıştır. Evrimin iddia ettiği, "türlerin birbirinden kademe kademe evrimleştikleri"ni göstermesi gereken "ara geçiş formlarına" yani, "yarı balık-yarı sürüngen", "yarı sürüngen-yarı kuş" gibi hayali canlılara hiçbir zaman rastlanamamıştır. Eğer evrimin iddiası gerçek olsaydı böyle, eksik gözlü, eksik organlı, yarım kanatlı, yarım omurgalı ve benzer kusur ve eksikliklere sahip milyarlarca canlının yeryüzü katmanlarında gömülü olarak bulunması gerekirdi. Oysa bu hayali canlılardan eser yoktur.
Evrim teorisinin kurucusu Charles Darwin de bu gerçeği fark etmiş ve teorisinin en büyük açmazının bu olduğunu şu sözlerle kabul etmişti:
Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden doğa bir karmaşa halinde değil de tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz? Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır.71
Canlıların birden bire ortaya çıktıkları ve ara formlar bulunmadığı gerçeği, günümüzde de artık en ateşli evrimciler tarafından dahi kabul edilmektedir. Ünlü İngiliz paleontolog Derek Ager bu gerçeği şöyle itiraf eder:
Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılarız: Kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz.72
Fosil kayıtlarındaki bu boşluklar, yeterince fosil bulunamadığı ve bir gün aranan fosillerin ele geçeceği gibi bir avuntuyla da açıklanamaz. Bir başka evrimci paleontolog T. N. George, bunun nedenini şöyle açıklamaktadır:
Fosil kayıtlarının (evrimsel) zayıflığını ortadan kaldıracak bir açıklama yapmak artık mümkün değildir. Çünkü elimizdeki fosil kayıtları son derece zengindir ve yeni keşiflerle yeni türlerin bulunması imkansız gözükmektedir... Her türlü keşfe rağmen fosil kayıtları hala (türler arası) boşluklardan oluşmaya devam etmektedir.73
Bilimsel bulgular, canlıların değişmediğini ve aniden ortaya çıktıklarını gösterirken ve en ateşli evrimci paleontologlar bile bunu teorinin en büyük çelişkisi olarak görürken, evrim teorisine itibar etmenin bilimsel düşünceye uymayacağı ortadadır.
2- Yapılan bu kazılarda elde edilen fosil kayıtları, türlerin evrimleşmediğini ve evrimle ortaya çıkmadığını açık biçimde gösterdiği gibi, yine canlı türlerinin yeryüzünde aniden ve en mükemmel yapılarıyla belirdiklerini, yani diğer bir deyimle"yaratıldıklarını" ortaya koymuştur. Örneğin, yaklaşık 530 milyon yıllık Kambriyen devri katmanlarında pek çok omurgasız fosilinin, son derece kompleks yapılarıyla birdenbire ortaya çıktıkları saptanmıştır. Bu canlıların önceki dönemlerde hiçbir ataya sahip olmadan bu kompleks ve mükemmel halleriyle ortaya çıkmasına kendi yorumlarıyla hiçbir açıklama getiremeyen evrimciler, konuyu, 'Kambriyen patlaması', 'Kambriyen mucizesi', hatta 'evrimsel patlama', 'evrim mucizesi' gibi başlıklarla geçiştirmeye çalışırlar. Oysa, Kambriyen patlamasının evrimin bütün tezlerini temelinden yıkan bir gerçek olduğunu en basit zekaya sahip kimseler bile anlayabilir. Bu nedenle evrimciler, kendi tezlerini çürüten bir olaya evrimci başlık atmakla gerçekleri örtbas edemeyeceklerini, yalnızca kendilerini kandırdıklarını unutmamalıdırlar.
Evrimci düşüncenin dünya çapındaki en önde gelen savunucularından İngiliz zoolog Richard Dawkins, savunduğu tezleri temelinden iptal eden bu gerçek hakkında şunları söylemektedir:
... Kambriyen katmanları, başlıca omurgasız gruplarını bulduğumuz en eski katmanlardır. Bunlar, ilk olarak ortaya çıktıkları halleriyle, oldukça evrimleşmiş bir şekildeler. Sanki hiçbir evrim tarihine sahip olmadan, o halde, orada meydana gelmiş gibiler. Tabii ki, bu ani ortaya çıkış, yaratılışçıları oldukça memnun etti.74
Kambriyen devri canlılarının atası olmadığı gibi, daha sonraki dönemlerde ortaya çıkan omurgalı balıklar, amfibiyenler, sürüngenler, memeliler, kuşlar gibi sınıfların ve bunların içindeki türlerin de evrimsel ataları yoktur. Bu türlerin arasında evrimsel bir gelişme olduğunu gösterecek tek bir fosil bulunamamış, aksine bu canlıların yeryüzünde hep aniden ortaya çıktıkları anlaşılmıştır.
Öte yandan bulunan her fosil, türlerin ortaya çıktıkları dönemlerden bu yana hiç değişmediklerini de göstermiştir:
400 milyon yıllık köpek balığı fosili (New Scientist, 20.1.1984), 400 milyon yıllık deniz yıldızı fosili (Giovanni Pinna, Histoire de la Vie des Fossiles), 320 milyon yıllık hamam böceği fosili (National Geographic, Ocak 1981), 230 milyon yıllık akrep fosili (Nature, Mart 1985) ve son olarak bulunan 1 milyar 100 milyon yıllık solucan fosili, bu canlıların milyonlarca yıldan beri hiç değişmediğini ve bugünkü şekilleriyle ortaya çıktıklarını gösteren fosil örnekleridir.
3- Evrimcilerin "insanın evrimi" senaryosunu desteklemek için kullandıkları sözde deliller de tamamen göz boyama ve sahtekarlıklardan ibarettir. Ortada yalnızca, kimisinin nesli tükenmiş binlerce değişik maymun türünün ve yine bazı kaybolmuş insan ırklarının kafatası ve kemik kalıntılarından yola çıkılarak yapılan hayali çizimler, uydurma rekonstrüksiyonlar, ve bunların küçükten büyüğe sıralanmasıyla oluşturulmuş birtakım düzmece soy ağacı şemaları vardır.
4- Darwin'in, evrimci tezlerini ortaya attığı dönemdeki bilim anlayışının ne derece ilkel bir düzeye, hurafelere, batıl inançlara dayandığı bilinen bir gerçektir. Örneğin, Darwin, aynen selefi Lamarck gibi, canlıların hayatlarında edindikleri fiziksel özelliklerin, daha sonraki nesillere aktarıldığı gibi batıl bir inanca sahipti.
Zira genlerden, DNA'dan, kalıtım kanunlarından haberi yoktu. Dolayısıyla, öne sürdüğü evrim teorisi de bu tür ilkel bir ortamın ve çarpık bir anlayışın ürünüydü. Bütünüyle yanlış bilgiler, kabuller ve inanışlar üzerine kurulan Darwinizm'in temeli, modern bilim ve teknoloji tarafından defalarca yıkılmıştır.
Genetik kanunlarının, DNA'nın yapısının keşfi, mikrobiyoloji ve biyokimya bilimlerinin doğuşu, doğal şartların canlılar üzerinde yaptıkları fiziksel değişikliklerle bir sonraki nesillerde yeni ve daha gelişmiş türlerin ortaya çıkmasının mümkün olmadığını göstermiştir.
5- Evrimciler canlıların ilkel türlerden gelişmiş türlere iki mekanizma sayesinde evrimleştiklerini savunurlar, "doğal seleksiyon" ve "mutasyon". Bugün, modern bilim bu iki mekanizmanın da hiçbir geliştirici etkisi olmadığını ortaya koymuştur. Doğal seleksiyonun gerçek anlamı şudur: "Mevcut türlerin içinde, yaşadıkları coğrafi şartlara daha uygun fiziksel özelliklere sahip olanlar, nesillerini sürdürülebilirler. Uygun fiziksel özelliklere sahip olmayanlar ise zamanla azalırlar ve nesilleri tükenir."
Doğal seleksiyonun evrim teorisine kazandırdığı hiçbir şey yoktur. Çünkü bu mekanizma, hiçbir zaman bir türün genetik bilgisini zenginleştirip geliştirmez. Hiçbir zaman bir türü bir başka türe çevirmez; yani deniz yıldızını balığa, balıkları kurbağaya, kurbağaları timsaha, timsahları da kuşa dönüştüremez. Yani doğal seleksiyonla yeni bir tür ortaya çıkması hiçbir zaman için söz konusu değildir.
Önde gelen evrimcilerden, İngiltere Doğa Tarihi Müzesi'nin baş paleontoloğu Colin Patterson doğal seleksiyonun herhangi bir evrimleştirici özelliğinin gözlemlenemediğini şöyle vurgulamaktadır:
Hiç kimse doğal seleksiyon mekanizmalarıyla yeni bir tür üretememiştir. Hiç kimse böyle bir şeyin yakınına bile yaklaşamamıştır. Bugün neo-Darwinizmin en çok tartışılan konusu da budur.75
Darwin'in ilkel bilim anlayışından miras kalan bu doğal seleksiyon mantığının evrimin hiçbir işine yaramadığını kendileri de çok iyi bilen evrimciler, bu anlamsız teoriyi terk etmek yerine birtakım ideolojik kaygılarla teoriyi ayakta tutmaya çabaladılar. Bu amaçla teorinin açıklarını yamamaya çalıştılar.
Doğal seleksiyona ek olarak öne sürülen ikinci mekanizma olan mutasyon da bu çabanın bir ürünüdür. Mutasyon, bir canlının DNA şifresinde radyasyon ya da kimyasal etkiler sonucu meydana gelen yer değiştirme ve bozulmalardır.
Mutasyonla yeni bir tür ortaya çıkamadığı gibi mevcut türün genetik yapısı da tahrip olur. Mutasyonların net etkisi bütünüyle zararlıdır. Bugüne kadar bir canlının genetik yapısındaki bilgiyi artıran ya da geliştiren hiçbir mutasyon örneği gözlemlenmemiştir.
Mutasyonların bir canlıyı evrimleştirerek ileriye götürme gücü yoktur. B. G. Ranganathan bu konuda şöyle der:
Mutasyonlar küçük, rastgele ve zararlıdırlar. Çok ender olarak meydana gelirler ve en iyi ihtimalle etkisizdirler. Bu dört özellik, mutasyonların evrimsel bir gelişme meydana getiremeyeceğini gösterir. Zaten yüksek derecede özelleşmiş bir organizmada meydana gelebilecek rastlantısal bir değişim, ya etkisiz olacaktır ya da zararlı. Bir kol saatinde meydana gelecek rastgele bir değişim kol saatini geliştirmeyecektir. Ona büyük ihtimalle zarar verecek veya en iyi ihtimalle etkisiz olacaktır. Bir deprem bir şehri geliştirmez, ona yıkım getirir.76
6- Evrim herşeyden önce temel mantığını rastlantı ve tesadüflere dayandıran bir teoridir. Oysa, tesadüf ve rastlantıların canlılarda mevcut olan üstün yapı ve tasarımı, iç içe geçmiş ve hepsi birbirine bağımlı olarak işleyen karmaşık sistemleri meydana getirmesi tesadüfün kendi iç mantığına aykırıdır. Tesadüfler ancak kargaşa, karışıklık ve anlamsızlığa yol açar. Rastlantısal olaylar milyarlarca sene de sürse, denge, düzen ve dizayn meydana getiremez, tam tersine daha çok düzensizlik ve karmaşaya neden olurlar. Ancak bilinçli bir müdahale canlılardaki bu üstün tasarım ve kompleksliği sağlayabilir.
Göz, kanat, akciğer, beyin gibi ancak eksiksiz ve mükemmel biçimleriyle var oldukları takdirde işe yarayan organların eksik yapılarla işlev görmeleri mümkün değildir. İşlev görmeyen eksik organların seçilmesi değil yok olması gerekir. Dolayısıyla bunların tesadüfi bir evrim süreci ile ortaya çıktıklarını iddia etmek, akla ve bilime aykırıdır.
7- Evrim teorisi, canlılığın ilkel dünya koşullarında rastlantılar sonucu meydana gelmiş bir hücreyle ortaya çıktığını savunur. Fakat araştırmalar göstermiştir ki, değil hücre gibi son derece kompleks bir yapının, bu hücreyi meydana getiren milyonlarca proteinden tek bir tanesinin bile tesadüfen meydana gelmesi ihtimal dışıdır. Canlılarda bulunan ortalama bir protein molekülünün içerdiği aminoasitlerin uygun çeşit ve dizilimde birleşebilmesi tesadüflere ve doğal şartlara bırakıldığında tek bir proteinin bile deneme-yanılma sonucu oluşması için dünyanın milyarlarca yıllık yaşı dahi yeterli olmamaktadır. Hatta proteinleri oluşturan aminoasit moleküllerinin dahi ilkel atmosfer şartlarında sentezlenmesinin mümkün olmadığını bugün evrimci otoriteler bile itiraf etmektedirler.
Aminoasitlerin ilkel atmosferde tesadüfen oluşabileceklerini ispat etmeye yönelik 1953'de bir deney yapan Stanley Miller isimli evrimci araştırmacı, o deneyde kullandığı gazların gerçekte ilkel atmosfer ortamını yansıtmadığını bugün kendisi de kabul etmiş ve deneyinin geçersiz olduğunu itiraf etmiştir.
Rastlantısal yöntemlerle tek bir protein zinciri oluşturma işlemi için gerekli olan malzemeye evrendeki tüm atomlar bile yetmemektedir. Oysaki örneğin Mycoplasma Hominis gibi küçük bakteri türlerinde dahi 600'den fazla çeşit protein mevcuttur.
Evrimciler proteinlerin denizlerde oluştuğunu iddia etmektedirler. Ama aminoasitlerin suda birleşerek bağ kurmaları Kimya'daki Le Châtelier Yasası'na göre mümkün değildir. Le Châtelier Yasası, bağ kurmuş aminoasitlerin suda parçalanacaklarını öngörmektedir.
8- Evrimciler DNA, RNA gibi nükleik asitlerin meydana gelmesine ise hiçbir açıklama getirememektedirler. Hatta DNA'nın kompleks yapısını keşfeden Francis Crick, kendisi de bir evrimci olmasına karşın böyle bir yapının tesadüfler sonucu oluşmasının mümkün olmadığını itiraf etmek zorunda kalmıştır.
Nükleik asitlerin yapıtaşları olan nükleotidlerdeki adenin, timin, guanin, sitozin ve urasil isimli baz gruplarından hiçbiri "ilkel atmosfer" denen şartlarda sentezlenememiştir. Evrimci araştırmacılar bazı sentez girişimlerinde bulundularsa da deneylerinde ilkel atmosferde bulunma ihtimali olmayan gazlar ve şartlar kullandıkları için bu deneyleri geçersiz sayılmıştır. Yeryüzündeki tüm karbon atomları denizlere aksa bile, nükleotidlerdeki riboz, deoksiriboz gruplarını oluşturmaya yetecek yoğunluğa ulaşamamaktadır. Nükleotidlerin 3 ana parçasından biri olan fosfat grubu için gerekli olan fosfor atomları ne atmosferde ne de denizlerde serbest olarak bulunmamaktadır. Polimeraz isimli özel enzim olmadan, nükleotidlerin aralarındaki 3'-5' Bağları adı verilen bağları kurmak mümkün değildir. Nükleotidlerin birleştirilmesi ve nükleik asitlerin çoğaltılması için birçok enzime, bu enzimleri oluşturan proteinlerin sentezlenmesi için de nükleik asitlere ihtiyaç vardır. Bu durumda, önce proteinlerin mi yoksa nükleik asitlerin mi oluştuğu sorununu evrim mantığı içinde çözmek mümkün değildir.
Dolayısıyla evrim teorisi daha canlılığın başlangıcı aşamasında, yani ilk canlı hücrenin en küçük proteinin ya da bunun genetik bilgisinin nasıl oluştuğu safhasında çıkmaza girmiş ve daha ileri gitme şansı olmayan bir teoridir. Canlı hücresindeki tek bir proteinin ortaya çıkışını bile açıklayamayan bir teorinin çeşitli maymun türlerine ait kafataslarını, kemikleri art arda sıralayıp "işte evrim" demesinin çocukça bir saçmalık olacağı ortadadır.
Tüm bunlardan anlaşılacağı üzere, Ruacan'ın dediğinin aksine, ne arkeoloji ne antropoloji ne de biyokimya evrimi doğrulamakta, aksine bütün bu bilim dalları evrimin tamamen geçersiz bir iddia olduğunu her alanda ortaya koymaktadır.
Evrimciler, teorilerinin bu çıkmazlarını görmek yerine, klasik demagojileriyle konuyu geçiştirmeye, kalıplaşmış cümlelerle ve Latince terimlerle bilim tarihinin en büyük yalanını hasıraltı etmeye çalışmaktadırlar.
Bütün bu gerçeklere rağmen Ruacan, yandaşı olan diğer yerli evrimciler gibi, dünya literatüründen habersiz olduğu için, daha hala 50 yıl önceki Miller deneyinin canlılığın oluşumunu ispatladığını zannetmektedir. Aynı şekilde, evrimcilerin yıllar önce literatürden çıkardıkları fosil kalıntılarının evrimin delili olduğunu ve bunlar gibi evrimcilerin bile çoktan savunmayı terk ettikleri pek çok hayali ve düzmece senaryonun evrimi kanıtladığını düşünmeye devam etmektedir. Bu nedenle, Darwin'in dönemindekine yakın bilimsel düzeyiyle Ruacan'ın, "Evrim kuramının geçerliliğini gösteren bilimsel deliller o kadar güçlüdür ki" ifadesini anlayışla karşılamak ve kendisini bilimin geldiği son aşamalar hakkında bilgilendirmek gerektiği kanaatindeyiz.
Evrimin Yaşamı Tanımlayan En Geçerli İlke Olduğu Yanılgısı
Yazısında,"Evrim, yaşamı tanımlamakta kullanılan en geçerli ilkelerden biri, belki de en önde geleni" diyerek evrime zorlama payeler kazandırmaya çalışan Ruacan, herhalde bu ifadesiyle evrimin yaşamın kökeni hakkında öne sürdüğü senaryoları kastediyor olmalıdır.
Çünkü evrimcilerin (Ruacan dışında) yaşamı tanımlama gibi bir iddiaları yoktur. Yaşamın tanımını biyoloji, tıp gibi pozitif bilimler yapar. Evrim ise, bilimi kendi felsefi yorumlarına alet etmeye çalışan spekülatif bir dünya görüşünden ibarettir. Yaşamın kökeni hakkında ise geçerli ve gözlemlenen tek bir kanun vardır: "Biogenesis", yani canlılığın ancak canlılıktan gelebildiği kuralı. Bu, şu ana dek sürekli olarak gözlemlenmiş ve şimdiye kadar tek bir örnekle dahi yalanlanamamış bir kanundur.
Oysa evrim canlılığın cansız maddelerin rastlantısal birleşmelerinden meydana geldiğini öne sürer. Bugüne kadar,"abiogenesis" olarak tanımlanan bu hayali oluşumun gerçekleştiği hiçbir zaman gözlemlenmemiştir. Hatta, en son teknolojilere sahip laboratuvarlarda bile, bilinçli ve kontrollü bir şekilde cansız maddelerden yola çıkılarak canlı bir hücre sentezlenememiştir.
Tüm bunlar da bizi mantıksal olarak canlılığın en başta da "Hayat"tan gelmiş, yani üstün bir güç sahibi tarafından yaratılmış olduğu sonucuna götürür. Bu benzeri olmayan güç yüce Allah'a aittir.
Antibiyotik Direnci ve DDT Bağışıklığının
Evrimin Kanıtı Olduğu Yanılgısı
Ruacan'ın evrimin bilimsel delili olarak öne sürdüğü yegane konu, mikropların antibiyotiklere karşı olan direncidir.
Mikropların antibiyotiklere karşı olan direncinin evrimi desteklediği tamamen temelsiz bir iddiadır. Bakterilerin kendi türleri içinde sayısız varyasyonlara sahip oldukları bilinen bir gerçektir. Bu varyasyonların içinde, çeşitli ilaçlara karşı direnç göstermeyi sağlayacak genetik materyale sahip cinsler bulunur. Bakteriler belli bir ilacın etkisine sürekli maruz kaldıklarında, aynı bakterinin ilaca dirençsiz varyasyonları yok olur; dirençlileri ise hayatta kalır ve çoğalma imkanı bulurlar. Belli bir zaman süreci içinde aynı bakteri türü yalnızca o antibiyotiğe dayanıklı olan bireylerden oluşmuş bir koloni haline gelir ve artık aynı antibiyotik o bakteri türüne karşı etkisiz hale gelir. Ancak bakteri yine aynı bakteri, tür yine aynı türdür.
Örneğin antibiyotik direnci bulunan sayısız E. Coli bakterisi üzerinde on yıllar boyunca yapılan incelemeler bu bakterilerin hiçbirinin başka bir türe dönüşmediğini her zaman E. Coli bakterisi olarak kaldıklarını göstermiştir.
Evrim teorisi, "mutasyonla tür değiştirme" iddiasına dayanır. Ancak bu örnekte, evrimcilerin yaptığı aldatıcı propagandanın aksine, dirençsiz olan bakterilerin mutasyonla dirençli olanlara evrimleşmesi gibi bir süreç yoktur. Bir bakteri türü gelişerek, evrimleşerek diğerine dönüşmemiştir. Aynı türün zaten birarada mevcut olan dirençli ve dirençsiz cinsleri arasında bir elenme söz konusudur.
Bir benzetmeyle açıklamak gerekirse, kürklü, sağlam yapılı ve soğuğa dayanıklı olan köpek cinsleri ile, tüysüz, sıcak iklime yatkın ve narin yapılı köpek cinslerinden eşit sayılarda içeren bir köpek sürüsü Sibirya çöllerine bırakılsa, bir süre sonra yalnızca kürklü ve soğuğa dayanıklı olanlarının hayatta kalıp çoğaldıkları, o iklimde yaşamaya fiziksel yapı olarak uygun olmayanların ise zamanla yaşamlarını yitirip, yok oldukları gözlemlenecektir. Sonuçta ortaya yalnızca kürklü ve dayanıklı olanlardan oluşmuş bir popülasyon çıkacaktır. Fakat böyle bir olaydan, kürksüz ve dayanıksız olanların zamanla evrimleşerek kürklü ve dayanıklı hale geldikleri gibi bir sonuç çıkarmanın ne derece mantık ve bilim dışı olduğu ortadadır. Çünkü başlangıçta her iki cins de mevcut olduğundan, birinin gelişerek diğerine dönüşmesi ya da diğer bir deyimle 'evrimleşmesi' söz konusu değildir.
Buna rağmen evrimciler, aynı mantıktaki bir olay olan "bakterilerdeki ilaç direnci"ni, halkın çoğunluğunun mikrobiyoloji konusunda bilgi sahibi olmayışından yararlanarak, evrimin çok büyük bir kanıtı gibi göstermeye çalışmaktadırlar.
Ayrıca unutulmamalıdır ki, bakteri örneğinde, organizmaların dış etkenlere karşı gösterdikleri direnç yine ancak organizmanın kendi genetik yapısında halihazırda bulunan genlerin içerdiği enformasyon çerçevesinde gerçekleşmektedir. Organizmanın ilaç direncine ait bu bilgi genelde DNA'nın 'plasmid' adı verilen ekstra-kromozomal parçasında kodlu bulunur. Bir organizmanın, bakteri ya da kanser hücresi olsun, ilaç ya da radyasyon karşısında direnç göstermesi ancak bu genetik şifredeki bilgi sayesinde gerçekleşebilir. Sonuçta, bakterinin rastgele mutasyonlar sonucu yeni bir özellik kazanması, ya da önceden hiç olmayan bilgileri içeren bir genetik materyal üretmesi söz konusu değildir.
Dahası, mutasyonlarla çok kısa bir sürede faydalı özelliklerin meydana gelmesi zaten evrimin kendi tezine aykırıdır. Çünkü evrimciler, kendileri bile, mutasyonlarla ancak milyonlarca yılda faydalı özelliklerin belirdiğine inanmaktadırlar.
Papa'yı ve Bir ABD Mahkemesi Kararını Bilimsel
Referans Olarak Gösterme Yanılgısı
Ruacan'ın, evrimin bilimselliğine dair verdiği diğer iki vurucu (!) delilinden birincisi Papa II. Jean Paul'ün evrimi kabul etmesi, ikincisi de bir Amerikan mahkemesi kararıdır. Evrimi bilimsel kabul eden bir zihniyetin bu iki kurumu bilimsel referans (!) olarak göstermesini de fazla yadırgamamak gerekir. Bu, evrimcilerin teorilerini savunmakta içine düştükleri aczin açık bir göstergesidir.
Bir konunun bilimselliğinin saptanacağı kurum ne papalık ne de mahkemelerdir. Mahkemeler ancak bir konunun o bölgedeki saptanmış hukuk kurallarına, yasalara uygun olup olmadığına karar verirler. Aynı konuda farklı ülkelerin mahkemeleri, farklı hatta zıt hükümler verebilir. Bu durumda Ruacan'a, hangi mahkeme kararının esas alınması hakkındaki ölçüsünü sormak gerekir. Mahkemelerin kararları evrensel değildir. Oysa bilim evrensel bir kavramdır ve bir konunun bilimselliğine yine bilimsel kriterlerle karar verilir. Mahkeme kararlarıyla ya da Papa'nın görüşüyle değil...
Din Adına Öne Sürdüğü Kulaktan Dolma,
Temelsiz İddialarla Evrimi Meşru Gösterme Yanılgısı
Şevket Ruacan, karşı olduğu ya da eleştirdiği kavramlar hakkında bile yeterli bilgiye sahip değildir. Bunun bir göstergesi, yaratılışı savunan herkesin, dünyanın ve evrenin yaşının genç olduğunu savunduğunu sanmasıdır.
Oysa yaratılışı savunan bilim adamları arasında evrenin ve dünyanın yaşı konusunda farklı yaklaşımlar vardır. Bazıları evrenin ve dünyanın yaşının çok genç olduğunu savunurken, diğerleri ise bu konudaki genel kabulleri onaylarlar. Çünkü evrenin ve dünyanın yaşının büyük ya da küçük rakamlarla ifade edilmesi, yaratılışın savunduğu gerçekleri değiştirmez. Dünyanın yaşı her ne olursa olsun evrim oluşamaz ve canlılar evrimle ortaya çıkamayacak kadar komplekstirler.
Herşeyden önce, Kuran'da dünyanın yaşı hakkında herhangi bir bilgi verilmemektedir. Orijinalinden büyük ölçüde saptırılmış olan Muharref Tevrat'ta dünyanın yaşı hakkında verilen rakamlar ise din adına referans gösterilemez ve Müslümanlar sorumlu tutulamaz.
(Şunu da belirtmek gerekir ki Ruacan, eleştirmeye çalıştığı "genç dünya" teorisi hakkında da ciddi bir bilgi eksikliğine sahiptir. Kullandığı, "İncil'e göre evren İÖ 22 Ekim 1650'de, yani yaklaşık 4000 yıl önce yaratılmış sayılırken..." ifadesi, bunun bir örneğidir. Oysa, dünya üzerinde hiçbir yaratılışçı, dünyanın yaşı için MÖ 1650 gibi bir rakam öne sürmemiştir. Çünkü bu rakam, yazılı tarihin sınırları içindedir ve herkes bu tarihten önce de medeniyet olduğunun bilincindedir. Dünyanın yaşı ile ilgili tartışmalar, tarih öncesi devirleri kapsamaktadır. Ruacan, "İncil'e göre" diye başlayan cümlesinde, dini kaynaklar hakkında hemen hiçbir bilgisi olmadığını da ortaya koymaktadır. Çünkü İncil'de, yani Hıristiyanların kutsal kitabı olan Yeni Ahit'te dünyanın yaşına dair hiçbir açıklama yer almaz.)
Şevket Ruacan'ın, hiçbir ciddi araştırmaya gerek duymaksızın, kulaktan dolma edindiği bilgilerle yaratılış ve din konularında açıklamalar yapması kuşkusuz taşıma iddiasında olduğu akademik kimliğiyle bağdaşmayan bir tutumdur. Ayrıca bu tutumu, makalesinde hiçbir geçerli kaynak göstermeden yaptığı kişisel evrimci yorumların bilimsel ciddiyeti ve geçerliği hakkında da bilgi vermektedir.
Evrimi Reddeden Bilim Adamlarını Örtbas Etme Yanılgısı
Şevket Ruacan'ın, 1998 yılı içerisinde Bilim Araştırma Vakfı'nın düzenlediği,"Evrim Teorisinin Çöküşü, Yaratılış Gerçeği" isimli ilk ikisi İstanbul'da, üçüncüsü Ankara'da düzenlenen konferansları,"Türk ve Amerikan dini gruplarının biraraya gelmesi" gibi demagojik bir ifadeyle tanımlamasının, konferansa katılan konuşmacıların bilimsel ve akademik kimliklerini belirtmekten duyduğu endişeden kaynaklandığı açıktır. Bu konferanslara katılan ve Ruacan'ın örtbas etmeye çalıştığı konuşmacıların her biri ABD'de paleontoloji, mikrobiyoloji, biyokimya, anatomi, jeoloji gibi bilim dallarında on yıllarca akademik araştırmalar yapmış kendi branşlarında uzman bilim adamlarıdır. Aşağıda, bilimsel kariyerlerini özetle verdiğimiz konuşmacıların akademik kimlikleri sanırız konferansın bilimsellik ve ciddiyet düzeyini yansıtmaya yeterlidir:
Konferanslara Türkiye ve ABD'den katılan, mikrobiyoloji, biyokimya, anatomi, paleontoloji gibi dallarda uzman bilim adamları evrimin modern bilim tarafından nasıl geçersiz kılındığını anlattılar.
- Prof. Dr. David Menton (anatomi):
Washington Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde anatomi dersleri okutmaktadır. Amerika'da 1997-1998 öğretim yılı için "yılın profesörü" ünvanını kazanmıştır. Bilim dergilerinde 30'un üstünde bilimsel makalesi yayınlanmıştır. Hazırladığı eserler halen birçok tıp fakültesinde okutulmaktadır. Amerikan Dermatoloji Akademisi tarafından büyük ödülle ödüllendirilmiştir. Evrim teorisi konusunda 100 civarında konferansa katılmıştır. Türkiye'deki konferanslarında yaptığı "The Evidence for Design in Feathers" (Kuşların Tüylerindeki Tasarıma İlişkin Kanıtlar) başlıklı konuşmasında, kuşların anatomik yapılarının belli bir tasarım ürünü olduğunu, bu tasarımın evrimle oluşamayacağını anlatmıştır. Öte yandan, kuş tüyleri ile sürüngen pulları arasındaki büyük anatomik farklılıkları anlatarak, kuşların sürüngenlerden evrimleştiği iddiasının geçersizliğini açıklamıştır.
- Prof. Dr. Carl Fliermans (mikrobiyoloji):
Tüm dünya çapında tanınan çok önemli bir mikrobiyologtur. Ayrıca ekoloji ve limnoloji (tatlı su bilimleri) dallarında da profesörlük ünvanına sahiptir. Indiana Üniversitesi'nde mikrobiyoloji profesörü olarak görev yapmaktadır ve toplam 6 üniversite, 2 kolej ve 1 enstitüde ders vermektedir. Yayınlanmış 124 makalesi bulunmaktadır. Yaptığı bilimsel çalışmalar nedeniyle, 1997 yılında ABD hükümeti tarafından özel olarak ödüllendirilmiştir. Halihazırda Amerikan Savunma Bakanlığı'nın birçok projesini yönetmektedir. Bilim Araştırma Vakfı'nın konferanslarında yaptığı "Origin of Macromolecules" (Makromoleküllerin Kökeni) başlıklı konuşmasında, organik moleküllerin her yönleriyle karmaşık ve kusursuz olduklarını, bunların basit tesadüfler sonucu meydana gelmelerinin mümkün olmadığını anlatmıştır.
Bilim Araştırma Vakfı'nın düzenlediği "Evrim Teorisinin Çöküşü, Yaratılış Gerçeği" uluslararası konferanslar dizisi halkımızdan olağanüstü ilgi gördü. Konferanslar halen tüm yurt çapında devam etmektedir.
- Prof. Dr. Eduard Boudreaux (kimya):
New Orleans Üniversitesi Kimya bölümü öğretim görevlisidir. 29 yıldan bu yana kimya dersleri okutmaktadır. 4 kitabı ve 30 civarında makalesi yayınlanmıştır. 54 konferansta konuşma yapmıştır. Yaptığı bilimsel çalışmalar nedeniyle 20'den fazla akademik ödüle layık görülmüştür. Bilim Araştırma Vakfı'nın konferanslarında yaptığı "Chemistry by Design" (Kimyada Tasarım) başlıklı konuşmasında, kimyasal elementlerin biraraya gelerek oluşturdukları organize yapıların açık bir tasarım ürünü olduklarını anlatmıştır.
- Prof. Dr. Michael Girouard (biyoloji):
Akademik kariyerini Southeastern Üniversitesi'nde yapmıştır. Amerika'da 2 yıldan bu yana biyoloji dersleri okutmaktadır. Sayısız konferansa katılmıştır. Türkiye'deki konferanslarda yaptığı "Is Life Just Chemistry?" (Yaşam Sadece Kimya'dan mı İbaret?) başlıklı konuşmasında, canlılığın atom ve moleküllerin rastgele biraraya gelmesiyle oluşamayacağını, evrimin"abiogenesis" iddiasının bilime aykırı olduğunu anlatmıştır.
- Prof. Dr. Duane Gish (biyokimya-paleontoloji):
Akademik kariyerini California Berkeley Üniversitesi ve Cornell Üniversitesi'nde yapmıştır. 1956 yılında profesörlük ünvanı almıştır. Evrim teorisiyle ilgili 10 kitap yazmıştır. 29 ülkede sayısız konferans ve sempozyumlara katılmıştır. BAV'ın konferanslarında yaptığı "Origins and The Fossil Record" (Kökenler ve Fosil Kayıtları) başlıklı konuşmasında, fosil kayıtlarının evrimi çürüttüğünü, türlerin birbirlerinden evrimleştiği iddiasının mesnetsiz olduğunu, buna ilişkin hiçbir delil bulunmadığını anlatmıştır.
- Prof. Dr. Cevat Babuna (jinekoloji):
Akademik kariyerini İstanbul Üniversitesi ve Chicago Northwestern Üniversitesi'nde yapmıştır. Profesörlük ünvanını 1970 yılında almıştır. İstanbul Tıp Fakültesi'nde 30 yıl süreyle jinekoloji dersleri okutmuştur. 40'ı yabancı dilde olmak üzere 200'den fazla bilimsel makalesi yayınlanmıştır. 500 civarında konferansa katılmıştır. Bilimsel çalışmaları nedeniyle sayısız ödül almıştır. Konferanslarda insanın anne karnındaki gelişiminin ancak bilinçli bir yaratılışın eseri olabilecek mucizeler ve harikalıklarla dolu olduğunu ele almıştır.
- Prof. Dr. Kenneth Cumming (biyoloji):
Akademik kariyerini Harvard Üniversitesi'nde tamamlayarak profesör ünvanını almıştır. 1985'den bu yana ICR'da biyoloji dersleri okutmaktadır. Bilim dergilerinde sayısız makaleleri yayınlanmıştır. Birçok konferansa konuşmacı olarak katılmıştır. "Mutations" (Mutasyonlar) başlıklı konuşmasında, mutasyonların canlıların genetik yapılarını bozduğunu, bünyeye yararlı bir mutasyon mevcut olmadığını, bu sebeple mutasyonların yeni türler meydana getirmesinin mümkün olmadığını anlatmıştır.
- Prof. Dr. John Morris (jeoloji):
Oklohoma Üniversitesi'nde jeoloji doktorası yaptıktan sonra ABD'de ve Türkiye dahil çeşitli ülkelerde jeolojik araştırmalar yürütmüştür. Evrim hakkında beş ayrı kitabı yayınlanmış ve 100'ün üzerinde konferans ve tartışmaya katılmıştır. Halen ICR'ın Başkanıdır. İstanbul'daki konferansta yaptığı "Evolution and Ideology" (Evrim ve İdeoloji) başlıklı konuşmasında, evrim teorisinin jeolojiden biyokimyaya kadar her bilim dalı tarafından çürütüldüğünü, buna rağmen gündemde tutulmaya çalışılmasının arkasında bilimsel değil ideolojik sebepler bulunduğunu anlatmıştır.
Dünyaca ünlü paleontolog Prof. Duane Gish ve mikrobiyolog Prof. Carl Fliermans.
Elbette ki bilim adına ortaya çıkan ve materyalist felsefenin bir numaralı dayanağı olan evrim teorisinin iç yüzü ve bu teorinin ardındaki çarpık ideolojik beklentiler hakkında Türk gençliğinin bilinçlendirilmesi, çok önemli bir yurttaşlık görevidir. Bilim Araştırma Vakfı da bu şerefli görevin öncülüğünü üstlenmiştir. Bilim Araştırma Vakfı, sayısız bilimsel sahtekarlıkla ayakta tutulmaya çalışılan evrim teorisi gibi çarpık bir felsefi düşünce ve dünya görüşünün iç yüzünü kültürel ve bilimsel bir platformda tüm açıklığıyla Türk Milleti'nin gözleri önüne sermekte sonuna kadar kararlı olduğunu kanıtlamıştır. Vatanını, milletini seven, milli ve mukaddes değerlerine bağlı, ülkenin bölünmez bütünlüğünü savunan her Türk vatandaşı, Bilim Araştırma Vakfı'nın bu değerli çalışmalarını takdirle karşıladığı gibi, bu hizmet ve faaliyetlere büyük bir istek ve gayretle destek olmaya çalışmaktadır.
Bilim Araştırma Vakfı'nın evrim teorisi hakkındaki bilimsel gerçekleri ortaya koyması, evrimci ve materyalist çevreleri şiddetle rahatsız etmeye devam etmektedir. Evrensel Kültür dergisinin Ekim 98 sayısında İrfan Unutmaz imzasıyla yazılan "Evrim Teorisi ve Yaratılış Paradoksu" başlıklı yazı, bu rahatsızlığın ve umutsuz cevap arayışlarının örneklerinden birini teşkil etmektedir.
Söz konusu makaledeki yanılgılarla ilgili olarak aşağıdaki hususları belirtmekte yarar görüyoruz.
Evrimin Gözlemlendiğini ve Bilim Dünyasında Tartışılmadığını Sanma Yanılgısı:
Hacettepe Üniversitesi'nden Prof. Ali Demirsoy evrim teorisinin açmazları hakkında kitaplarında yaptığı itiraflarıyla ünlü bir evrimcidir.
Evrensel Kültür dergisinin yazarı, evrim teorisini savunmaya çalışırken,"Bilim dünyası artık evrim olgusunu tartışmıyor. Çünkü evrim olgusu cansızlar ve canlılar dünyasında öyle açık bir şekilde gözlemleniyor ki, hiçbir gerçek bilim adamı ortaya çıkıp yanlışlayamıyor" ifadelerini kullanmıştır. Bu iddia tümüyle gerçek dışıdır:
Birincisi; evrim teorisi "gözlemlenememektedir": Eğer evrim teorisi İrfan Unutmaz'ın söylediği gibi "gözlemlere" dayalı kanıtlanmış bir iddia olsaydı, adı evrim "teorisi" değil, evrim "yasası" olurdu. Bunu da herkesten önce evrimciler sahiplenirlerdi. Fakat bugün en fanatik evrimciler dahi, evrimin gözlemlenmesi mümkün olmayan bir iddia olduğunu, bu nedenle bir teori olmaktan öteye gidemeyeceğini kabul etmektedirler.
İkincisi, evrim teorisi, bugün dünyanın dört bir yanında, her biri kendi branşında uzman binlerce saygın bilim adamı tarafından reddedilen, çürütülen bir iddiadır. ABD'de, Almanya'da, İngiltere'de, Fransa'da, İsrail'de, Avustralya'da Darwinizm'i reddeden ve hayatın kökeninin rastlantılarla değil, ancak bilinçli bir "dizayn"la açıklanabileceğini savunan ve bilimsel olarak ispatlayan çok sayıda bilim adamı bulunmaktadır. Bu bilim adamlarının yazdıkları yüzlerce bilimsel kitap, evrim teorisinin iddialarının tüm bilimsel gözlem ve deneylerle, eldeki somut bulgularla çeliştiğini çok detaylı bir biçimde anlatmaktadır.
İnanmak İçin Mucize Bekleme Yanılgısı
Kuran'da tarif edilen gerçek İslam'ı tanımayan kişilerin verdikleri klasik örneklerden biri, Evrensel Kültür dergisinin yazarı İrfan Unutmaz tarafından da kullanılmaktadır. Söz konusu yazar, yazısında yaratılışın bir delili olmadığını iddia ettikten sonra, Allah'ın buna delil olarak "çok değişik bir yaratığı Londra, Moskova, New York, İstanbul ya da Mekke'nin ortasına indirmesini" istiyor.
Cehaletle sarf edilmiş bu satırlar, söz konusu yazarın din ve yaratılış hakkında hiçbir şey bilmediğini de ortaya çıkarmaktadır. Çünkü Allah'ın insanların Kendisini bilmeleri ve tanımaları için kullanmalarını istediği yöntem "akıl"dır. İnsanlar, Allah'ı akıl yoluyla tanırlar. O'nun yarattığı şeylerde O'nun varlığının delillerini görür, bunlardaki yaratılışı takdir eder, Allah'ın varlığını ve gücünü öyle anlarlar. Ancak akletme yeteneğinden yoksun olan insanlar bu kavrayıştan yoksundurlar ve inanmak için Allah'ın mucizeler indirmesini isterler.
İrfan Unutmaz'ın talebi de böyle bir mucize isteğidir. Bu yalnızca ona ve diğer çağdaş materyalistlere ait bir talep de değil, tarihin başından bu yana tüm inkarcılar tarafından seslendirilmiş bir taleptir. Bu gerçek Kuran'da şöyle anlatılır:
Biz Kitabı üzerine yazılı bir kağıtta göndersek ve onlar elleriyle dokunsalar bile, inkar edenler, tartışmasız: "Bu apaçık bir büyüden başkası değildir" derler. Ve derler ki: "Ona bir melek indirilmeli değil miydi?" Eğer bir melek indirilseydi, elbette iş bitirilmiş olurdu da sonra kendilerine göz açtırılmazdı. (Enam Suresi 7-8)
Bize kavuşmayı ummayanlar, dediler ki: "Bize meleklerin indirilmesi ya da Rabbimizi görmemiz gerekmez miydi?" Andolsun, onlar kendi nefislerinde büyüklüğe kapıldılar ve büyük bir azgınlıkla baş kaldırdılar. Melekleri görecekleri gün, suçlu-günahkarlara bir müjde yoktur. Ve o gün (melekler onlara) derler ki: "(Size sevinçli haber) Yasaktır, yasak." (Furkan Suresi, 21-22)
"İstek Dolu Sözcükler" Yanılgısı
İrfan Unutmaz, Bilim Araştırma Vakfı'nın çalışmalarını hedef alırken, bu çalışmalarda bilimsel bir yöntem kullanılmadığını iddia etmekte ve"bir bilimsel örnek verip ardından, 'bu imkansızdır, olamaz, olanaksızdır, olmamalı, nasıl yapılabilir' gibi arzu ve istek dolu sözcükler" kullanıldığını öne sürmektedir. Öncelikle belirtmek gerekir ki, Unutmaz'ın sözünü ettiği ve BAV camiasının çalışmalarında yer alan, ancak matematik hesapları ile ortaya konan somut bilimsel verilerdir. İrfan Unutmaz'ın yalan ve çarpıtma yöntemiyle kendinden araya sıkıştırmaya çalıştığı, "olmamalı", "nasıl yapılabilir" gibi arzu ve istek sözcükleri ise bu çalışmaların hiçbir yerinde bulunmamaktadır. Söz konusu çalışmaları okuyan yüz binlerce kişi, bunlardaki şansa, tesadüfe, beklentiye, arzu ve isteğe en küçük pay bırakmayan bu açık, net ve keskin üslubu bizzat görmektedir.
Arzu ve istek dolu üslup ise her noktadan patlak veren teorilerinin bir gün kanıtlanacağını ümit eden evrimci çevrelerin ve bu çevrelerin İrfan Unutmaz gibi romantik ve ütopik alkışçılarının hayal dünyalarını yansıtan karakteristik üsluplarıdır.
BAV'ın çalışmalarındaki "imkansızdır", "olanaksızdır", "ihtimal dışıdır", "sıfır ihtimaldir" gibi kelimeler ise bilimsel kesinlik ifade etmektedirler ve çok somut örnekler için kullanılmaktadırlar.
Örneğin, bileşiminde 288 aminoasit bulunan ve 12 farklı aminoasit türünden oluşan ortalama büyüklükteki bir protein molekülünün rastlantılar sonucunda sentezlenmesi ihtimali 10300 de 1'dir. Oysa matematikte 1050'de 1'den küçük ihtimaller gerçekleşme şansı "sıfır ihtimal" olarak kabul edilirler. Dolayısıyla 288 aminoasitli bir protein molekülünün rastlantısal olarak oluşması teknik anlamda imkansızdır. Benzer matematiksel imkansızlıklar, en küçük protein moleküllerinden, en kısa DNA zincirlerinin bile tesadüflerle oluşma ihtimallerine kadar geçerlidir ve evrimin iddia ettiği her aşama için bu astronomik imkansızlıklar katlanarak artmaktadır.
Bu imkansızlığı evrimciler zaman zaman kendileri de itiraf etmektedirler. Örneğin, Türkiye'nin önde gelen evrimcilerinden biri olan Hacettepe Üniversitesi profesörü Ali Demirsoy'a göre, yaşam için mutlaka var olması gereken temel proteinlerden Sitokrom-C'nin tesadüfen oluşması ihtimali "bir maymunun daktiloda hiç yanlış yapmadan insanlık tarihini yazma olasılığı kadar azdır."77
Profesyonel bir evrimcinin bu itirafları dahi göstermektedir ki, evrim gibi bir süreç imkansızdır. Bilinçsiz maddelerin raslantısal olarak biraraya gelip canlı hücresini ve sonra da canlı hücrelerini meydana getirmesi, doğa kanunlarına aykırıdır. "Arzu ve istek dolu sözcükler" ise, bu imkansızlığı görmelerine rağmen, "Yaratılışı kabul edemeyeceğimize göre evrim gerçekleşmiş olmalı" mantığını sürekli olarak tekrarlayan evrimcilere aittir.
Ardipithecus Ramidus'u Ara Form Sanma Yanılgısı
Evrensel Kültür dergisindeki yazıda ayrıca fosil kayıtlarında evrim teorisini destekleyen hiçbir ara form olmadığı gerçeği reddedilmeye çalışılmış ve buna delil olarak da iki tane fosil gösterilmiştir: Ardipithecus (Australopithecus) ramidus ve Archaeopteryx. Oysa bu iki fosilin de hiçbir ara form özelliği taşımadığı, dahası evrimcilerin az sayıdaki diğer ara form iddialarının da hiçbir geçerliliği olmadığı şimdiye kadar Bilim Araştırma Vakfı camiasının birçok çalışmasında ispat edilmiştir.
Ardipithecus (Australopithecus) ramidus, İrfan Unutmaz'ın sandığı gibi "yarı maymun, yarı insan" bir canlı değildir. Evrimcilerin bile böyle bir iddiası yoktur. Söz konusu fosil, bir Australopithecus türüdür. Australopithecus terimi "güney maymunu" anlamına gelir. Bu canlılar soyu tükenmiş bir maymun türüdür. Kafatası ve iskelet yapıları ile günümüz maymunları arasında hiçbir önemli fark yoktur. Evrimciler de bunu kabul ederler. Evrimcilerin Australopithecuslar hakkındaki tek kayda değer iddiası ise, bu canlıların diğer maymunların aksine dik yürüyen canlılar olduklarıdır. Oysa bu iddia, İngiltere ve ABD'den dünyaca ünlü iki anatomist Lord Solly Zuckerman ve Prof. Charles Oxnard'ın Australopithecus örnekleri üzerinde yaptıkları çok geniş kapsamlı çalışmalar bu canlıların iki ayaklı olmadıklarını, günümüz maymunlarınınkiyle aynı hareket şekline sahip olduklarını göstermiştir. İngiliz hükümetinin desteğiyle, beş uzmandan oluşan bir ekiple bu canlıların kemiklerini on beş yıl boyunca inceleyen Lord Zuckerman, kendisi de bir evrimci olmasına rağmen, Australopithecusların sadece soyu tükenmiş bir maymun türü oldukları ve kesinlikle dik yürümedikleri sonucuna varmıştır. Bu konudaki araştırmalarıyla ünlü diğer evrimci anatomist Charles E. Oxnard da Australopithecuslar'ın iskelet yapılarını günümüz orangutanlarınkine benzetmektedir.78
Son olarak 1994 yılında İngiltere'deki Liverpool Üniversitesi'nden bir ekip, Australopithecuslar'ın iskeleti ile ilgili kesin bir sonuca varmak için kapsamlı bir araştırma yapmıştır. Vardıkları sonuç, Australopithecusların dört ayaklı olduklarıdır.79
Kısacası Australopithecuslar, insanlarla hiçbir ilgisi olmayan, nesli tükenmiş bir maymun türünden başka bir şey değildirler. Bütün Australopithecus serileri için geçerli olan bu durum, Australopithecus Ramidus için de geçerlidir. Ramidus'un fosili California Üniversitesi'nden Tim D. White ve J. Desmond Clark başkanlığındaki bir ekip tarafından Etiyopya'da bulunmuş ve Eylül 1994'de kamuoyuna duyurulmuştur. 4.4 milyon yıl yaşında olduğu söylenen bu canlının hemen hemen tüm el parmak kemikleri ve 7 bilek kemiği bulunmuştur. Elleri uzun ve kavislidir. 120 cm. civarında bir boya sahip olduğu tahmin edilmektedir. Dişler maymunlarınkine benzerdir. Bebek dişleri, diğer Australopithecuslar'dan bile daha çok maymuna benzemektedir. Ramidus ile beraber bulunan diğer fosiller ise, canlının ormanda ağaçlar üzerinde yaşadığını göstermektedir. Evrimciler genel olarak bunun yakın zamana dek en eski Australopithecus türü olarak kabul edilen Australopithecus Aferensis'ten bile daha ilkel olduğunu düşünmektedirler.
Austrolopithecus Ramidus, İrfan Unutmaz'ın belirttiği gibi 1994'te tüm evrimci yayın organlarında büyük bir buluş gibi sunulmuş, ancak bu fosilin insanla maymun arasındaki "kayıp bağlantı" ile hiçbir ilgisi olmadığı anlaşıldığı için kısa sürede popülaritesini yitirmiştir. Evrimcilerin insanla maymun arasındaki uçurumu ortadan kaldırabilmeleri için, eğik yürüyen sıradan bir maymun grubu olan Australopithecuslar ile, dik yürüyen normal insanlar olan Homo erectusların arasını doldurmaları gerekmektedir. Bu aranın Ramidus gibi diğer Australopithecuslar'dan bile daha maymunsu bir canlı tarafından doldurulabileceğini sanmak ise, ancak cahil materyalistlere düşmektedir.
Archaeopteryx'i Ara Form Sanma Yanılgısı
İrfan Unutmaz'ın ara form olarak göstermeye çalıştığı ikinci fosil ise, ünlü Archaeopteryx fosilidir. Unutmaz, gerçekte 150 milyon yaşında olmasına karşın, 190 milyon yıl yaşında sandığı ve adını yazmayı bile bilmediği bu canlının "yarı kuş-yarı sürüngen bir canlı" olduğunu iddia etmekte ve bunun da çok açık bir gerçek olduğunu sanmaktadır. Oysa yine Bilim Araştırma Vakfı camiasının çalışmalarında defalarca gösterildiği gibi, Archaeopteryx günümüzün uçucu kuşlarından hiçbir uçuş yeteneği eksikliği olmayan arkaik bir kuştur. Canlıyı ara form gibi göstermeye çalışan evrimci iddialar, Alan Feduccia, Larry Martin gibi dünyanın en ünlü ornitologları tarafından reddedilmektedir. Evrim teorisinin yaşayan en önde gelen isimlerinden Harvard Üniversitesi paleontologları Stephen Jay Gould ve Niles Eldredge bile, bu canlının bir ara form sayılamayacağını kabul ederler. Archaeopteryx'in ara form olduğu iddialarının geçersizliğini açıkça ortaya koyan bilgiler kitabın ilk bölümünde yer almaktadır. İrfan Unutmaz, ilgili bölümü okuyup oradan Archaeopteryx hakkındaki gerekli bilgileri edinebilir.
İrfan Unutmaz'ın konu hakkındaki bilgisizliği Archaeopteryx için öne sürdüğü "ön ayakları ilkel sürüngen özelliğindedir ve kanata dönüşümünü henüz tamamlamamış durumdadır" şeklindeki komik iddiasından da açıkça bellidir. Archaeopteryx'in kanatlarını "ilkel sürüngen ayağı" olarak tanımlamak en taraflı evrimcilerin bile kalkışmayacağı bir cehalettir. Canlının kanatlarının mükemmel yapısı, özellikle de günümüz uçucu kuşlarında da var olan asimetrik tüy yapısı, evrimci yayınlarda da kabul edilir, hatta evrimciler tarafından yapılan rekonstrüksiyonlarda bile ifade edilir. Nitekim evrimcilerin Archaeopteryx'in kanatları hakkında söyleyebildikleri tek şey, kanatların ön kısmındaki tırnaklardır. Bunun dışında kanatların hiçbir "ilkel" özelliği olduğunu iddia etmezler. Oysaki söz konusu tırnaklara günümüzde yaşayan Hoatzin gibi kuşlarda da rastlanır, dolayısıyla bunlar hiçbir şekilde "ilkellik" belirtisi değildirler.
Kuşların Dinozorlardan Evrimleştiğini Sanma Yanılgısı
İrfan Unutmaz'ın paleontoloji ve anatomi konularındaki derin bilgisizliğinin bir başka göstergesi, dinazorların kalça kemiklerindeki farklılıklardan yola çıkarak, kuşların dinozorlardan evrimleştiği tezine bir dayanak sağladığını zannetmesidir. Saurischian (sürüngen-benzeri kalça kemerliler) ve Ornithischian (kuş-benzeri kalça kemerliler) gruplarına bağlı dinozorlardan söz etmekte, sonra da Ornithischian'ların "kuşların atası" olduğunu sanmaktadır. Anlaşılan İrfan Unutmaz, "kuş-benzeri kalça kemerli dinozorlar" kavramını duyar duymaz sevince kapılarak "kuşların ataları"nı bulduğunu düşünmüştür.
Oysa söz konusu kalça kemeri farklılığı, kuşların atalarının dinozorlar olduğu iddiasına hiçbir destek sağlamamaktadır. Çünkü Ornithischian (kuş-benzeri kalça kemerliler) gruplarına bağlı dinozorlar, diğer anatomik özellikleri açısından hiçbir şekilde kuşlara benzemezler. Örneğin kısa bacaklara, dev gövdeye, zırha benzer dev pullu bir deriye sahip olan (hatta savaş tanklarına benzetilen) Ankylosaurus, Ornithischian grubuna bağlı bir kuş benzeri kalça kemerli dinozordur. Buna karşılık, bazı anatomik özellikleri ile kuşlara benzetilebilecek olan, uzun bacaklı, kısa ön ayaklara sahip ince yapılı Struthiomimus (sürüngen-benzeri kalça kemerliler) grubuna dahildir.80
Kısacası, kalça kemeri yapısı hiçbir şekilde dinozorlar ile kuşlar arasında evrimsel bir ilişki olduğu iddiasına delil oluşturmamaktadır. "Kuş benzeri kalça kemerli dinozorlar" tanımı, sadece benzerlikten kaynaklanan bir tanımdır ve iki canlı grubu arasındaki diğer büyük anatomik farklılıklar, bu benzerliği evrimci bir bakış açısıyla yorumlamayı imkansız kılmaktadır. Nitekim bu nedenle dünyanın en önde gelen kuşbilimcilerinden biri olan Kuzey Carolina Üniversitesi profesörü Alan Feduccia, bir evrimci olmasına karşılık, kuşların dinozorlarla akraba olduğu teorisine kesinlikle karşı çıkmaktadır. Fediccua, şöyle der:
25 sene boyunca kuşların kafataslarını inceledim ve dinozorlarla aralarında hiçbir benzerlik görmüyorum. Kuşların dörtayaklılardan evrimleştiği teorisi paleontoloji alanında 20. yüzyılın en büyük utancı olacaktır.81
Nitekim dinozorlar ile kuşlar arasındaki geçişi gösterecek hiçbir ara form fosili de yoktur. Kuşlar da, dinozorlar da yeryüzünde bir anda ve mükemmel yapılarıyla birlikte ortaya çıkmışlardır. Bir başka deyişle; yaratılmışlardır. Tümünü yaratan yüce Allah'tır.
Piltdown Sahtekarlığını Örtbas Etme Çabası
Evrensel Kültür dergisinin evrim uzmanı İrfan Unutmaz, evrim teorisini savunma amacıyla kaleme aldığı makalesinde bir de çok ilginç bir tutarsızlık örneği sergileyerek, evrimci bilim adamları tarafından gerçekleştirilen en büyük bilim sahtekarlığını, yani Piltdown Adamı fosilini temizlemeye çalışmıştır. Bu fosilin, Charles Dawson adlı amatör bir evrimci bilim adamı tarafından insanın evrimi efsanesini desteklemek için üretildiği, bir insan kafatasına bir orangutan çenesi eklenmesiyle yapıldığı bilinen tarihsel bir gerçektir. İrfan Unutmaz ise "Yaratılışçıların bu olayı sahiplenmeleri çok anlamsız" demekte ve ardından da neden"anlamsız" olduğunu kendince şöyle açıklamaktadır: "Öncelikle bir bilim adamı kendini yanıltmak için böyle bir işlem yapmaz. Sonra bu sahtekarlığı ortaya çıkaran yine bilim, devre dışı bırakan da yine bilim."
İrfan Unutmaz'ın "açıklama"sında öne sürdüğü "mantığın" tutarsızlığı açıkça ortadadır. Unutmaz, " bir bilim adamı kendini yanıltmak için böyle bir işlem yapmaz" demektedir. Zaten BAV çalışmalarında savunulan nokta, Charles Dawson'un kendisini aldatmak için değil, evrim teorisi adına tüm bir bilim dünyasını aldatmak için bu sahtekarlığı düzenlediğidir. Öte yandan İrfan Unutmaz'ın "sahtekarlığı ortaya çıkaran yine bilim, devre dışı bırakan da yine bilim" demesi de bütünüyle mantık dışıdır. Çünkü sorun sahtekarlığı ortaya çıkaranın bilim olması değil, onu deşifre eden, ortaya çıkaran ve sonuçta evrimin gerçek yüzünü ortaya koyan kurumdur.
BAV, Piltdown Adamı örneğinde de, benzeri evrim sahtekarlıklarında da, bunların bilimi yanlış yönlendirmek isteyen evrimciler tarafından ortaya atıldığını, ama sonunda bizzat bilimsel yöntem tarafından ortaya çıkarıldığını anlatmaktadır. Evrim teorisi de bilimi yanlış yönlendirmek ve materyalist felsefenin varsayımlarına uydurmak için ortaya atılmış bir 19. yüzyıl dogmasıdır, ama modern bilimin bulguları karşısında çökmektedir.
Evrimci Dergilerin Yanlış
Yorumlandığını İddia Etme Yanılgısı
İrfan Unutmaz yazısında BAV camiasının çalışmalarında, Nature, Discover, New Scientist gibi evrimci bilim dergilerinden yapılan alıntılardan söz etmiştir. BAV'ın bu dergilerin evrimi reddettiklerini iddia ettiğini öne sürmüş ve sonra da "Yaratılışçıların dediği gibi olsa evrim diye bir şey kalmazdı" denmiştir. Burada da yine çok ilkel bir polemik vardır. BAV camiasının çalışmalarında zaman zaman gerek İrfan Unutmaz'ın saydığı dergiler, gerekse Scientific American, National Geographic, American Scientist, Science et Vie gibi başka evrimci yayınlar kaynak gösterilmektedir. Ancak, hiçbir zaman bu dergilerin evrim teorisini reddettikleri savunulmamakta, aksine bu yayınların evrimci oldukları özellikle vurgulanmaktadır. İrfan Unutmaz'ın anlayamadığı nokta ise, bu dergilerin evrim yanlısı olmalarına rağmen, evrim iddialarını geçersiz kılan bazı bilimsel bulguları da zaman zaman dile getirmeleri, teoriyi sorgulamaları ve evrimcilerin açmazlarına, ihtilaflarına ve itiraflarına da objektif bir biçimde yer vermeleridir.
Örneğin Archaeopteryx'in ilkel bir kuş olmadığını ispatlayan en önemli bulgulardan biri, 1992 yılında bulunan yedinci Archaeopteryx fosilidir. Bu fosilde, daha önceden Archaeopteryx'te olmadığı sanılan ve bütün modern kuşlarda yer alan sternum (göğüs) kemiği bulunmuştur. Uçuş kaslarının bağlı olduğu bu kemiğin varlığının anlaşılması, Archaeopteryx'in ilkel ve tam uçamayan bir kuş olduğu yönündeki iddialara da ağır bir darbe indirmiştir. Evrimci iddiaları yalanlayan bu bilgi, İrfan Unutmaz'ın saydığı evrimci bilim dergilerinde de yayınlanmıştır. Bu dergiler böyle bir bulgu ile karşılaşmaktan mutlu olmamışlardır belki, ama bilimin gereklerini düşünerek bu bilgiyi yayınlamışlardır. Aynı şekilde İrfan Unutmaz'ın savunmaya çalıştığı Piltdown Adamı sahtekarlığı da söz konusu dergilerde yayınlanmıştır.
Anlaşılan İrfan Yılmaz, Piltdown Adamı sahtekarlığına bile sahip çıkabilecek kadar gözü kapalı bir evrimci olduğu ve bilim dünyası hakkındaki bilgisizliği nedeniyle diğer evrimcileri de kendisi kadar gözü kapalı ve bağnaz sandığı için, Nature, Discover, New Scientist gibi dergilerin asla ve asla evrimci iddiaları çürüten, tartışan, sorgulayan bilgiler yayınlamadığını sanmaktadır. Kulaktan dolma öğrendiklerini bir kenara bırakıp da söz konusu dergileri takip etse evrim teorisinin büyük bir kriz içinde olduğunu, teoriyi savunan hiçbir bilimsel bulgu ortaya konamadığını ve teorinin iddialarının birer birer çürütüldüğünü görebilir.
Jeolojik Katmanların Evrime Delil
Oluşturduğunu Sanma Yanılgısı:
İrfan Unutmaz yazısında kendince çok önemli bir paleontolojik kanıt ortaya koyarak, "yaratılış yanlısı bir uzman... çok sözü edilen Kambriyum (doğrusu Kambriyen) tabakalarında bir memeli fosili bulabilirdi ve evrim teorisini bütün yapısıyla anında çökertebilirdi" demektedir. Buradaki iddiasının altında, canlı gruplarının yeryüzü tabakalarında belirli bir sıra ile bulunmasını evrim ispatı sanma yanılgısı yatar. Konu hakkında yeterli bilgisi olmayan evrim taraftarlarınca sık sık dile getirilen bu iddia, tamamen ön yargılı bir bakış açısından doğmaktadır.
Canlı gruplarının fosil kayıtlarında belirli bir sırayla belirdikleri doğrudur. En eski kompleks canlı fosillerini barındıran Kambriyen tabakada omurgasız deniz canlılarının fosilleri vardır. Daha genç tabakalarda balıklar ve amfibiyenler daha sonra ise sürüngenler, kuşlar ve memeliler gibi kara canlıları yer alır. Evrimciler de bu sıralamaya dayanarak bu grupların birbirinden evrimleştiğini iddia ederler.
Oysa bu farklı canlı grup ve türlerinin birbirinden evrimleştiklerinin kabul edilmesi için, bu canlıları evrimleştirecek doğa mekanizmalarının ne olduğu açıklanmalı ve bu kademeli dönüşümü gösterecek "ara form"ların fosilleri bulunmalıdır. Ancak canlıları evrimleştirebilecek hiçbir doğal mekanizma yoktur. Bir canlı türünün bir başkasına evrimleşebilmesi için, genetik bilgisinin değişmesi ve gelişmesi gerekir. Neo Darwinizm'in genetik bilgiyi geliştiren mekanizma olarak göstermeye çalıştığı mutasyonların ise canlılar üzerinde her zaman için zararlı etkiler doğurduğu bilinmektedir. Genetik bilgiyi artıran ve geliştiren tek bir gözlemlenmiş mutasyon yoktur; buna karşın mutasyonların canlılar üzerinde her zaman için zararlı etkiler doğurduğu çok iyi bilinmektedir. Mutasyonlar her zaman için genetik bilgiyi tahrip etmekte ve ortaya sakat canlılar çıkartmaktadırlar. Evrimleştirici mekanizma olmadığına göre, evrim de yaşanmış olamaz.
Nitekim fosil kayıtları tam da bu gerçeği ispat ederler. Fosil kayıtlarına baktığımızda, ortaya çıkan tüm canlı gruplarının yeryüzünde bugünkü eksiksiz şekilleriyle ve aniden ortaya çıktıklarını, hiçbir atalarının olmadığını görürüz.
Kambriyen devirde aniden ortaya çıkan omurgasız deniz canlılarının hiçbir ataları yoktur. Bu canlılar ile sonraki tabakalarda ortaya çıkan balıklar arasında hiçbir ara form yoktur. Balıklarla amfibiyenler, amfibiyenlerle sürüngenler, sürüngenlerle kuşlar ve memeliler arasında da hiçbir ara form yoktur. Bu gerçek evrimci paleontologlar tarafından da kabul edilmekte ve "doğanın çözülememiş bir sırrı" olarak geçiştirilmek istenmektedir. Dolayısıyla kurbağaları ve su böceklerini birer "ara form" örneği sanan İrfan Unutmaz da bu iddialarıyla ciddi bir yanılgı içindedir.
Kısacası canlı gruplarının fosil katmanlarında belirli bir sıra ile ortaya çıkmaları, bu canlıların evrimleştiğinin delili değildir. Bu canlılar, hiçbir evrimsel ataya sahip olmadan bir anda ve kusursuz bir biçimde ortaya çıktıklarına göre, evrimleşmemiş, yaratılmışlardır. Canlıların ortaya çıkış sıralamaları bu nedenle, ancak "yaratılışın sıralaması"dır.
Bilim Dünyasında Reddedilmiş Olan
Rekapitülasyon Teorisini Savunma Yanılgısı
İrfan Unutmaz, yazısında 19. yüzyılda yaşamış evrimci bilim adamı Ernst Haeckel'den de söz ederek, "Yaratışçılar embriyolojinin babası sayılan Ernst Haeckel'den hiç söz etmiyorlar" demektedir. Evet, BAV camiası çalışmalarında Haeckel'den ve onun ortaya attığı evrimci "Rekapitülasyon" teorisinden fazla söz etmemektedir. Çünkü bütün bunlar, Haeckel'in Rekapitülasyon iddiası da dahil olmak üzere, geçersizliği anlaşılmış ve bilimin gündeminden çıkarılmış konulardır.
Rekapitülasyon terimi, Ernst Haeckel'in 19. yüzyılın sonlarında ortaya attığı "Ontogeny Recapitulates Phylogeny" (Bireyoluş Soyoluşun Tekrarıdır) teorisini ifade eder. Haeckel, çeşitli canlılardaki embriyolojik gelişimi incelemiş ve embriyoların gelişim süreçleri sırasında, türlerinin yaşamış olduğu evrimsel süreci yeniden geçirdiğini iddia etmiştir. Örneğin Haeckel'e göre insan embriyosu, anne karnındaki gelişimi sırasında önce balık, sonra sürüngen ve ilkel memeli özellikleri göstermekte, en son olarak insana dönüşmektedir.
Oysa ilerleyen yıllarda bu teorinin tamamen hayal ürünü bir senaryo olduğu ortaya çıkmıştır. İnsan embriyosunun ilk dönemlerinde ortaya çıktığı iddia edilen "solungaçların", gerçekte insanın orta kulak kanalının, paratiroidlerin ve timüs bezlerinin başlangıcı olduğu anlaşılmıştır. Embriyonun "yumurta sarısı kesesi"ne benzetilen kısmının da gerçekte bebek için kan üreten bir kese olduğu ortaya çıkmıştır. Haeckel'in ve onu izleyenlerin "kuyruk" olarak tanımladıkları kısım ise insanın omurga kemiğidir ve sadece bacaklardan daha önce ortaya çıktığı için "kuyruk" gibi gözükmektedir.
Bunlar bilim dünyasında herkesin bildiği gerçeklerdir. Evrimciler de bunu kabul ederler. Neo-Darwinizm'in kurucularından George Gaylord Simpson, "Haeckel evrimsel gelişimi yanlış bir şekilde ortaya koydu. Bugün canlıların embriyolojik gelişimlerinin geçmişlerini yansıtmadığını artık kesin olarak biliniyor" diye yazar.82 American Scientist'te yayınlanan bir makalede ise şöyle denmektedir: "Biyogenetik yasası (Rekapitülasyon Teorisi) artık tamamen ölmüştür. 1950'li yıllarda ders kitaplarından çıkarıldı. Aslında bilimsel bir tartışma olarak 20'li yıllarda sonu gelmişti."83
Konunun daha da önemli bir başka yönü ise, İrfan Unutmaz'ın "embriyolojinin babası" olarak övdüğü Earnst Haeckel'in, ortaya attığı Rekapitülasyon teorisini desteklemek için çizim sahtekarlıkları yapan bir şarlatan olmasıdır. Haeckel, balık ve insan embriyolarını birbirine benzetebilmek için sahte çizimler yapmıştır. Bunun ortaya çıkmasından sonra yaptığı savunma ise şöyledir:
Bu yaptığım sahtekarlık itirafından sonra kendimi ayıplanmış ve kınanmış olarak görmem gerekir. Fakat benim avuntum şudur ki; suçlu durumda yan yana bulunduğumuz yüzlerce arkadaş, birçok güvenilir gözlemci ve ünlü biyolog vardır ki, onların çıkarttıkları en iyi biyoloji kitaplarında, tezlerinde ve dergilerinde benim derecemde yapılmış sahtekarlıklar, kesin olmayan bilgiler, az çok tahrif edilmiş şematize edilip yeniden düzenlenmiş şekiller bulunuyor.84
Moleküler Evrim Senaryosunu Savunma Yanılgısı
Evrensel Kültür dergisindeki makalede ayrıca BAV'ın çalışmalarında türler arası evrim kavramının fazlaca hedef alındığı, ancak moleküler evrim kavramının fazla üzerinde durulmadığı iddia edilmekte ve "oysa insanın evriminden önce 'anorganik evrim', 'kimyasal evrim', 'organik evrim' ve 'hücrenin evrimi' gibi aslında hepsi birbirine bağlanan ve evrimin halkalarını oluşturan bir süreç var" diye yazmaktadır.
Bu satırlardan, İrfan Unutmaz'ın BAV camiasının çalışmalarını ya hiç okumadığı ya da anlamadığı açığa çıkmaktadır. Çünkü evrimcilerin "moleküler evrim" olarak adlandırdıkları ve cansız maddelerin ilkel dünya atmosferinde nasıl olup da bir canlı hücresini rastlantısal olarak meydana getirdiklerini anlatan senaryo, bizim diğer çalışmalarımızda çok ayrıntılı olarak ele alınmaktadır. Evrim Aldatmacası kitabında da bu konu 34 sayfa boyunca incelenmekte ve neden imkansız bir senaryo olduğu tüm bilimsel delilleriyle ortaya konmaktadır.
Cansız maddelerin rastlantısal olarak biraraya gelip canlı bir organizma oluşturabilecekleri düşüncesi, Louis Pasteur'a kadar savunulmuş olan ilkel bir varsayımdır. Pasteur'den bu yana böyle bir oluşumun imkansız olduğu sayısız deneyle gözlemlenmiştir. Kaldı ki, olasılık hesapları da böyle bir rastlantısal oluşumu imkansız kılar. Hücre o kadar kompleks bir yapıdır ki, ünlü İngiliz astronom Fred Hoyle'un ifadesiyle, rastlantılarla oluşması "bir hurda yığınına isabet eden kasırganın savurduğu parçalarla tesadüfen bir Boeing 747'nin oluşması" kadar imkansızdır.85
İşte bu nedenle ilk canlı moleküllerin (proteinler, RNA ve DNA) ve ilk canlı hücrenin nasıl oluştuğu sorusu, evrim teorisini henüz ilk aşamada ve hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak kesinlikte çökerten bir konudur. San Diego Scripps Enstitüsü'nden jeokimyacı Jeffrey Bada'nın "Bugün, 20. yüzyılı geride bırakırken, hala, 20. yüzyıla girdiğimizde sahip olduğumuz en büyük çözülmemiş problemle karşı karşıyayız; hayat yeryüzünde nasıl başladı" şeklindeki sözleri 2000 yılına bir kala, evrimcilerin hala bu büyük açmazla karşı karşıya olduğunun çaresiz ifadesidir.86
Ancak Evrensel Kültür dergisinin evrim uzmanı İrfan Unutmaz her konuda olduğu gibi, bu gerçeğin BAV camiası tarafından çok açık bir biçimde dile getirildiğinden habersizdir.
Madde ve Zamanın Yaratma Gücü Olduğunu Sanma Yanılgısı
İrfan Unutmaz, bilimsel gerçekler hakkındaki tüm bilgisizliğine rağmen, makalesi boyunca evrim teorisini son derece kesin bir üslupla savunmaktadır. Ancak kullanılan üsluptan da anlaşıldığı üzere, Unutmaz söz konusu yazısında materyalist felsefeye olan dogmatik inancını sergilemiştir. Bu inancını, kullandığı "Doğa yasaları varsa, o zaman yaratmaya gerek yok, çünkü onlar herşeyi belirli bir zaman içinde hallediyorlar" cümlesi ile ifade etmiştir.
Burada ifade edilen inanç, maddenin belirli bir zaman dilimi içinde "yaratma" gücüne sahip olduğu inancıdır. Maddeden başka bir varlığı kabul etmeyen materyalist felsefe, işte bu varsayıma inanır. Madde ve zamanın biraraya geldiklerinde bir irade sahibiymişcesine, hayatı yaratabileceklerini, evreni, doğayı ve canlı bedenlerini şekillendirebileceklerini savunur. Bu, aslında dikkat edilirse ilkel putperest toplumlardaki dini inançlara büyük ölçüde benzerdir. Putperest inançlarda maddesel bir cisim (bir totem, tahtadan yapılmış bir put) "Yaratıcı" sayılmaktadırlar.
Oysa bu ilkel anlayış, hem akla ve sağduyuya aykırıdır, hem de modern bilim tarafından geçersiz kılınmaktadır. Akla aykırıdır, çünkü akıl sahibi her insan, ortada kompleks bir eser gördüğünde bunun maddenin rastlantısal etkileşimlerinin bir sonucu olmadığını, bir aklın ürünü olduğunu anlar. Örneğin bir kitap gören insan, bunun kağıtların ve mürekkeplerin rastgele biraraya gelmesiyle oluşmadığını, aksine bir aklın, yani bir yazarın ürünü olduğunu kavrar. Çünkü kitapta çok büyük bir bilgi vardır ve madde tesadüfler sonucunda ortaya bilgi koyamaz. Bilgi, ancak aklın bir ürünüdür. Evrenin ve canlıların yapısında var olan olağanüstü bilgi de yine maddenin tesadüfi etkileşimleriyle açıklanamaz ve maddeye hakim olan madde-üstü bir Aklın varlığını ispatlar. Dolayısıyla, maddeden başka hiçbir şeyin var olmadığını iddia eden materyalist felsefe, bir safsatadır.
Öte yandan, belirttiğimiz gibi bilim de materyalizmi geçersiz kılmaktadır. Materyalizm madde ve zamanı "Yaratıcı" saymakla bunları mutlak varlık saymış olur. Oysa ne zaman ne de madde mutlak varlık değillerdir. Madde, insan zihninin algıladığı bir algılar bütününden ibarettir ve tam anlamıyla"gölge varlık"tır. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Harun Yahya, Evrim Aldatmacası) Zamanın mutlak bir kavram olmadığı , aksine tümüyle izafi bir kavram olduğu ise Einstein'in rölativite teorisi ile anlaşılmış bulunmaktadır.
Allah ve Din Hakkındaki Cahilce ve Tutarsız İfadeler
İrfan Unutmaz, yazısı boyunca bilimsel konulardaki bilgisizliğini ve tutarsızlığını sergiledikten sonra, yazısının sonlarına doğru sarf ettiği "felsefi" sözlerde bazı muhakeme bozuklukları sergilemiştir. İrfan Unutmaz'ın yazısının sonunda aklınca İslam'ın sorunu gibi göstermeye çalıştığı konular aslında kendindeki mantık ve anlayış bozukluğundan kaynaklanan sorunlardır. Buna bilgisizliği de eklenince, başı sonu tutmayan, kendi içinde çelişkili sayısız iddia ve ifade ortaya çıkmıştır.
A. Zamanın başlangıcı olduğunu kavrayamama sorunu
İrfan Unutmaz, "zamanın bir başlangıcı olduğu ve yoktan var olduğu" gerçeğini şu ifadelerle, kendince İslam'ın bir önyargısı gibi sunmaya çalışmaktadır.
İslami görüşe göre, Allah evreni harekete geçirdiğinde, zamanın ilk anı var olmuştur. Bu andan önce ise hiçbir şey yok, ama Allah vardı.
İrfan Unutmaz, 19. yüzyıldan kalma köhne materyalist felsefe kitapları yerine temel bilimsel gelişmeleri öğrenmeye zaman ayırsaydı, bu söylediklerinin yalnızca İslam'ın görüşü değil, bugün tüm bilim dünyasının ulaştığı ortak gerçekler olduğunu görürdü.
Bilindiği gibi, bugün evrenin var oluşu hakkında kabul edilmiş tek temel görüş "Big Bang" yani "Büyük Patlama" teorisidir. Big Bang teorisi evrenin bir başlangıcı olduğunu ve bütün varlıkların yaklaşık 15 milyar yıl önce büyük bir patlamanın sonucunda varlık sahnesine çıktıklarını kanıtlamıştır. Bunun gözlemlenmiş ve teorik olarak ispatlanmış pek çok delili vardır. Yıldızların ışık tayflarının kızıla kayması, kozmik fon radyasyonu, yıldızlardaki hidrojen-helyum oranı, evrendeki entropi düzeyi bu somut delillerden birkaçıdır. Ayrıca teorik fizikçilerin, Einstein'in Rölativite ve Kuantum teorilerinin sentezinden formüle ettikleri denklemler de bugün içinde bulunduğumuz evrenin bir sıfır noktasının patlayarak genişlemesi sonucunda meydana geldiğini göstermiştir. Bugün başta Stephen Hawking olmak üzere, dünyanın bütün önde gelen astrofizikçileri Big Bang teorisinin kanıtlanmış bir gerçek olduğunda hemfikirdirler.
Kısacası Big Bang evrenin, sonsuz yoğunluğa ve sıfır hacme sahip olan bir noktanın patlamasıyla başladığını kanıtlamıştır. Big Bang'in başlangıç safhasına nokta denmesinin sebebi de bilimin insan aklının kavrama noktasını aşan "yokluk" kavramını ancak "nokta" kelimesiyle tarif edebilmesidir. Gerçekte ise hacmi olmayan bir nokta "YOK" demektir. Yani evren "YOK"tan "VAR" olmuştur.
Big Bang teorisi evrenin bir başlangıcı olduğunu ve bütün varlıkların yaklaşık 15 milyar yıl önce büyük bir patlamanın sonucunda varlık sahnesine çıktıklarını kanıtlamıştır.
Maddenin, enerjinin, zamanın dahi bulunmadığı, tamamen metafizik olarak açıklanabilecek bu hiçlik ortamından bir anda madde ve zaman yaratılmıştır.
Madde olmadan zaman diye bir kavramdan da bahsedilemez. Zamanın maddeye ve maddenin hareketine bağlı bir kavram olduğunu, madde olmadan zaman diye bir kavramın söz konusu olmadığını Einstein Rölativite kuramıyla ispat etmiştir. Bu gerçek bilimsel bir kaynakta da şöyle ifade edilir:
Zaman, varlığına işaret eden mekan olmadan var olamaz; aynı şekilde mekan da zamanın dışında var olamaz. Evren birbiriyle bağdaşmış zaman-mekandan oluşmuş gibi düşünülmelidir.87
Bu nedenle, madde Big Bang'le var olduğuna göre, zaman kavramı da Big Bang'le ortaya çıkmıştır. Yani maddeyle birlikte, madde ve hareketin ortak bir türevi olan zaman da sıfırdan yaratılmıştır ve bir başlangıcı vardır. Bu başlangıç anından önce zaman diye bir kavram yoktur, hatta bu anın "öncesi" diye bir kavram bile yoktur. Yani İrfan Unutmaz'ın bilgisizce İslam'ın açmazı gibi göstermeye çalıştığı konu aslında modern bilimin ulaştığı son noktadır.
Buraya kadar ana hatlarıyla özetlediğimiz gerekçelerden çıkan temel mantık şudur: Zamanın bir başlangıcı vardır ve "yoktan" var edilmiştir. Zaman yaratıldığına göre de, onu yaratan Allah'ın zamana tabi ve bağımlı olması gibi bir durum söz konusu olamaz. Bu anlaşıldıktan sonra İrfan Unutmaz'ın aşağıdaki ifadelerindeki tutarsızlık ve mantık zaafı daha net ortaya çıkar. Ancak, İrfan Unutmaz'ın kültür ve bilgi birikimi 19. yüzyıl materyalistlerinin felsefe kitaplarının ötesine geçemediği için kendisi hala zaman kavramının mutlak, değişmez ve ezeli olduğunu sanmaktadır.
İrfan Unutmaz'ın yazısı boyunca dil uzatmaya çalıştığı, oysa bugün modern bilimin de kanıtladığı evrenin "YOKTAN VAR EDİLMESİ" gerçeği, Kuran'da şöyle haber verilir:
O (Allah) gökleri ve yeri yoktan var edendir. (Enam Suresi, 101)
Zamanımızdan tam 14 asır önce insanların evrenle ilgili bilgilerinin son derece kısıtlı olduğu zamanlarda yine Kuran tarafından bildirilen bir başka gerçek de Big Bang teorisinin,"Başlangıçta tüm evrenin tek bir noktada birarada bulunduğu" açıklamasıyla paralellik göstermektedir.
O inkar edenler görmüyorlar mı ki göklerle yer birbiriyle bitişikken, Biz onları ayırdık... (Enbiya Suresi, 30)
Ayrıca, yine Big Bang teorisinin ortaya koyduğu evrenin Büyük Patlama'dan itibaren genişlemekte olduğu ve halen de genişlemeye devam ettiği gerçeği yine Kuran'da 1400 yıl önce bildirilmiştir:
Biz göğü, 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz, genişleticiyiz. (Zariyat Suresi, 47)
B. Zamansızlıkta Zamanın Olduğunu Sanma Yanılgısı
İrfan Unutmaz yukarıda İslam'ın çelişkisi gibi göstermeye çalıştığı ifadelerini takiben, kendince yeni çelişkiler bulduğu zannıyla Allah katındaki zaman kavramını sorgulamaya kalkmıştır. Oysa bu sorgulamada ciddi algılama ve değerlendirme bozukluğu vardır. Bu ise materyalist düşünce sisteminin insan düşüncesinde oluşturduğu tahribata bir örnek teşkil etmektedir. İrfan Unutmaz'ın kavrayamadığı gerçek şudur:
Evren yaratılmadan zaman diye bir kavram yoktur. Zaman maddenin ve evrenin yaratılmasıyla başlamıştır. Az önce de belirttiğimiz gibi, zamanın bir başlangıcı olduğuna ve yoktan var edildiğine göre, bu başlangıcın gerisinde zamansızlık vardır. Dolayısıyla madde ve zamanı, Allah zamansızlıkta yaratmıştır. Bu nedenle Allah'ın evreni yaratmak için belli bir süre beklemesine de gerek yoktur. Sonuç olarak zamansızlıkta yaratmayı başlatmak için Kendisi açısından 'tercih edip etmeyeceği bir vakit'ten bahsetmek de son derece mantıksızdır.
Tüm bunlara rağmen, İrfan Unutmaz'ın, Rölativite ve Big Bang kuramlarının ortaya koyduğu, "zamanın göreceliği", "zamanın başlangıcı olduğu", aynen madde gibi zamanın da "yoktan var olduğu" konularındaki koyu cehaleti, evrenin var olmasından önce de zamanın geçtiği gibi bir zanna kapılmasına yol açmıştır. Bunun sonucunda da evreni ve zamanı yoktan var eden Allah'ın, zamanın hangi noktasında buna karar verdiği gibi hezeyanlarını İslam'a eleştiri olarak yöneltme akılsızlığına düşmüştür.
C. Allah'ın, Yarattığı Zamana Tabi Olmadığını Kavrama Eksikliği
İrfan Unutmaz, buraya kadar izah ettiğimiz gibi, yaratılanlar arasında yalnızca insanların değil, zaman kavramının da olduğunu bilmiş ve kavrayabilmiş olsaydı, "önce" ve "sonra" kavramının ancak bu yaratılanlar için geçerli olduğunu, Allah için bunları beklemek gibi bir durumun bulunmadığını anlardı. Bununla da kalmaz "Kader" konusunun da zaman kavramına her yönüyle açıklık getiren modern bilimin doğruladığı bir gerçek olduğunu görürdü.
Buraya kadar bir kaçını ele aldığımız ifadeleri, İrfan Unutmaz'ın kavrama güçlüğünü ve yargı bozukluğunu sergilemesi açısından yeterli örnek teşkil etmektedir. Bu nedenle yazısının sonuna kadar devam eden benzeri çarpık mantık örgüsüne sahip, her biri bir diğeriyle çelişen ifadelerine -çok sayıda olmaları nedeniyle- burada tek tek yer ayırmadık.
Sonuç olarak İrfan Unutmaz'ın kendince İslam'ı çıkmaza soktuğunu sanıp sevindiği konular, gerçekte kendisinin ve kendisiyle aynı zihin yapısındakilerin acınacak durumlarını gösteren konulardır. Yaratılış ve İslam gerçeği karşısında ağzından düşürmediği "paradoks" kavramı ise, buraya kadar açıkça anlaşılmaktadır ki, gerçekte kendi yazısını ve yazısında kullandığı çarpık mantıkları tanımlamaktadır.
İrfan Unutmaz, eğer bu yazısını 19. yüzyılın ortalarında yazmış olsaydı; ateist, materyalist çevrelerin ilgi ve takdirleriyle karşılaşabilirdi. Ancak içinde yaşadığımız şu dönemde, 20. yüzyıl biliminin eriştiği noktalardan bütünüyle habersiz, dogmatik materyalist kabuller gözetilerek ilkel bilgiler ışığında hazırlanmış, tutarsız mantıklarla dolu böyle bir yazının kaleme alınmış olması, ancak materyalistlerin felsefelerini terk etmede ve bilimsel gerçeklere uyum göstermede ne büyük zorluk çektiklerini gözler önüne serebilir.
Sonuç
Tüm bunlar göstermektedir ki, Evrensel Kültür dergisinde evrim teorisini savunma çabaları içine giren İrfan Unutmaz'ın tüm iddiaları geçersizdir ve içinde bulunduğu koyu bilgisizliğin ve kavrayış eksikliğinin ifadesidir. Bu özellikler sadece söz konusu kişiye değil, evrim teorisini savunmaya çabalayan diğer tüm materyalist çevrelere de aittir. Söz konusu kişiler, 19. yüzyılın köhne felsefelerinden ve düşünce kalıplarından bir türlü kurtulamamakta ve modern bilimin ispat ettiği yaratılış gerçeğini görememektedirler. Bu gerçek karşısında gösterdikleri tüm ümitsiz, cılız ve cahilce çabalar da, gerçekte materyalizmin ne kadar ilkel bir düşünce sistemi olduğunun ve bağlılarının zihinlerinde ne denli büyük bir tahribat meydana getirdiğinin ifadesidir.
Bu çabalarının hedefleri açısından hiçbir etkisi olmadığını, aksine sadece ve sadece yaratılış gerçeğinin doğruluğunun ortaya çıkmasına yaradığını ise bilmelidirler. Materyalizm çökmektedir ve hiçbir materyalist bu karşı konulamaz gerçeğe bir çare bulamayacaktır.
67. Stephen Jay Gould, "Darwinism and the Expansion of Evolutionary Theory", Science, vol. 216, Nisan 23, 1982, s. 386
68. Colin Patterson, "Cladistics", İngiliz BBC televizyonundaki röportajından, 4 Mart 1982
69. Stephen Jay Gould, "The Return of Hopeful Monsters, "Natural History", vol. 86, Temmuz-Ağustos,1977, s. 28
70. Douglas J. Futuyma. Science on Trial. New York, Pantheon Book, 1983. s. 197
71. Charles Darwin, The Origin of Species by Means of Natural Selection, s. 134, Senate Press, 1995
72. Derek Ager. "The Nature of the Fossil Record", Proceedings of the British Geological Association, cilt 87, no 2, s. 133, 1976
73. T. N. George, "Fossils in Evolutionary Perspective", Science Progress, cilt 48, s. 1, Ocak 1960
74. Richard Dawkins, The Blind Watcmaker, London: W. W. Norton 1986, s. 229
75. Colin Patterson, "Cladistics", İngiliz BBC televizyonundaki röportajından, 4 Mart 1982
76. B. G. Ranganathan, "Origins?", Pennsylvania: The Banner Of Truth Trust 1988
77. Prof. Ali Demirsoy, "Kalıtım ve Evrim", s. 61
78. Solly Zuckerman, "Beyond The Ivory Tower", New York; Toplinger Pub. Co., 1970, s. 75-94
79. F. Spoor, B. Wood, F. Zonneveld, "Implication of Early Hominid Labryntine Morphology for Evolution of human Bipedal Locomotion", Nature, 23 Haziran 1994, s. 645-648
80. Duane T. Gish, Dinosaurs by Design, Master Books, AR, 1996, s. 65-66
81. Pat Shipman, "Birds do it.. Did Dinosaurs?", New Scientist, 1 Şubat 1997, s. 31
82. G.G. Simpson, W. Beck, An Introduction to Biology, New York, Harcourt Brace and World, 1965, s. 241
83. Keith S. Thompson, "Ontogeny and Phylogeny Recapitulated", American Scientist, vol. 76, May/June 1988, s. 273
84. Francis Hitching, "The Neck of the Giraffe: Where Darwin Went Wrong", New York: Ticknor and Fields 1982, s. 204
85. Fred Hoyle, Nature, 12 Kasım 1981