Bilim ve Ütopya dergisinin Aralık 1998 sayısında, Doç. Dr. Alaeddin Şenel'in "Evrim Aldatmacası mı?, Devrin Aldatmacası mı?" ve Rennan Pekünlü'nün "Aldatmacanın Evrimsizliği" başlıklı birer yazıları yayınlanmıştır. Yazarlar, söz konusu yazılarında, Evrim Aldatmacası adlı kitabımızdan ve Bilim Araştırma Vakfı'nın ülkemizin dört bir yanında düzenlediği evrim teorisi'nin geçersizliğini ortaya koyan bilimsel konferanslarından duydukları rahatsızlıkları ifade etmişlerdir.
Bu tepki, evrim teorisinin bilim karşısındaki yenilgisinin ortaya konmasından rahatsızlık duyan çevrelerin, özellikle komünist ideolojiye sahip çevreler olduğunu bir kez daha göstermiştir. Evrim teorisinin komünizmin, dolayısıyla da komünizmi ideoloji olarak benimseyen bölücü terörün temeli olduğunu, bu teori yıkılınca komünist ve bölücü ideolojilerin de yıkılacağını çok iyi bilen odaklar, yayın organları kanalıyla bir süredir yürüttükleri karalama kampanyasına devam etmişlerdir.
Bilim ve Ütopya dergisinin yazarları Alaeddin Şenel ve Rennan Pekünlü, Evrim Aldatmacası kitabındaki gerçeklere karşı da birtakım eleştiriler getirmiş, özellikle kitapta yer alan "Maddenin Ardındaki Sır" bölümünü hedef almışlardır.
Yazarların mantık örgülerindeki bozukluklar ve biyoloji konularındaki koyu bilgisizlikleri, yazılardaki iddiaların ciddiyet derecesinin de bir göstergesidir. Yazarlar, materyalizme olan dogmatik bağlılıkları nedeniyle önemli yanılgılara düşmüşlerdir.
İlerleyen sayfalarda, söz konusu yazarların evrim teorisiyle ilgili yanılgılarını inceleyeceğiz. Ardından da, maddenin aslı konusundaki yanılgılarını ele alacağız.
Evrim Teorisinin Çürütülmesinin
Yaratılışın İspatı Olduğunu Kavrayamama Yanılgısı
Alaeddin Şenel
Alaeddin Şenel imzasıyla yayınlanan "Evrim Aldatmacası mı, Devrin Aldatmacası mı?" başlıklı yazıda, evrim teorisini çürüterek Yaratılışın ispatlanamayacağı, bunun mantık kurallarına aykırı olduğu ve düşünce tarihinde böyle bir ispatın örneğinin bulunmadığı iddia edilmiştir. Alaeddin Şenel'in ifadeleri şöyledir:
Bildiğim kadarıyla felsefe, düşünce tarihinde, hiçbir düşünür, yazarın bu yolda ulaştığı başarıya (!) ulaşamadı. Bir şeyin yok olduğunu kanıtlayarak başka bir şeyin varlığını kanıtlama mantığını ileri sürme yürekliliğini (!)kimse gösteremedi.
Görüldüğü gibi, Alaeddin Şenel, "Bunu kimse başaramadı" tarzı iddialı ifadelerle ve ünlem işaretli cümlelerle, evrim teorisinin çürütülüşünün Yaratılışın ispatı manasına gelmediğini öne sürmektedir.
Alaeddin Şenel, böyle bir görüş ortaya atmadan önce temel mantık kitaplarında biraz araştırma yapmış olsaydı daha iyi olurdu.
Çünkü, "iki seçenekten birinin doğru olmadığını göstererek diğer seçeneğin ispat edilebileceği" lise mantık kitaplarında bile yer alan en temel mantık yöntemlerindendir.
Buna mantıkta "ayrık çıkarım" (mantıkçılar arasında kullanılan deyimiyle, modus tolendo ponens) ismi verilmektedir. Bu temel mantıksal yöntem, mantık kurallarının geçerli olduğu her konu için olduğu gibi canlıların ortaya çıkışını açıklamak için de kullanılmaktadır.
Bu mantığı evrimciler de kabul etmektedirler. Alaeddin Şenel'in yazının yayınlandığı derginin aynı sayısında günümüzdeki evrimci bilim adamlarının en önemlileri arasında sayılmış olan Douglas Futuyma tam olarak şunları söylemektedir:
Yaratılış ve Evrim: canlı varlıkların kökeni hakkındaki bütün muhtemel açıklamalar bu ikisi arasında yer alır. Organizmalar ya bütünüyle gelişmiş bir şekilde yeryüzünde ortaya çıkmışlardır ya da bu şekilde ortaya çıkmamışlardır. Eğer bu şekilde ortaya çıkmadılarsa, kendilerinden önce var olan türlerden belli bir değişiklik süreciyle gelişmiş olmalıdırlar. Eğer bütünüyle gelişmiş şekilde ortaya çıktılarsa, o zaman gerçekten de sonsuz bir güç sahibi bir akıl tarafından yaratılmış olmalılar.44
Görüldüğü gibi, Douglas Futuyma da evrim teorisinin çürütülmesinin Yaratılış'ın kanıtlanması anlamına geleceğini ifade etmektedir. Bilimsel kanıtlar ise, evrim teorisinin geçersiz olduğunu ispatlamıştır. Bunun anlamı canlıların sonsuz güç sahibi olan bir akıl tarafından yaratıldığıdır. Bu aklın sahibi ise hiç kuşkusuz herşeyin Yaratıcısı olan Allah'tır.
Düzenin Ancak Düzensizlikle
Anlaşılabileceğini Kavrayamama Yanılgısı
Alaeddin Şenel, evreni Allah'ın yarattığı ve düzenlediği gerçeğine karşı çıkarken, doğada düzen kadar düzensizlik de olduğunu belirtmekte ve şöyle yazmaktadır:
Günlük deneyimlerimiz kadar bilimsel saptamalar da, hem cansız doğada hem canlılarda düzen kadar düzensizliğin de bulunduğunu göstermektedir. Gök cisimleri birbirleri ile çarpışmakta, atmosfere meteorlar yağmaktadır. İnsan beyni son derece karmaşık bir örgüttür (düzendir), ama bir kurşun onu darmadağın etmektedir.
Evrende "düzenli" olarak algılanan yapılar yanında "düzensiz" olarak algılanan yapılar olduğu doğrudur. Ama bu, Alaeddin Şenel'in sandığı gibi, evrenin yaratılmadığını değil, yaratıldığının göstergesidir.
Çünkü "düzensizliğin"de bir amacı vardır; bize kıyas yoluyla "düzen" kavramını öğretir. Eğer karşılaştığımız her görüntü, her tablo, doğanın ve evrenin her parçası "düzenli" olsaydı, o zaman biz düzenin ne anlama geldiğini anlayamazdık.
Güzellik çirkinlikle, siyah beyazla karşılaştırıldığında bir anlam kazanır. Düzenliliği ise, düzensizlikle karşılaştırarak anlarız. Allah bize doğada raslantısal gibi görünen olaylar göstermekte ve bunların sonucunda ortaya "düzensizlik" çıkarmakta, bunun yanında da kendi yaratmasının ispatı olan düzenlilik örnekleri meydana getirmektedir.
Mutasyonların Düzen Meydana Getirdiğini Sanma Yanılgısı
Alaeddin Şenel, "Rastlantıların düzensizlikten başka bir şey meydana getirmediği görüşü de doğru değildir. Raslantılar, bir düzeni bozabilecekleri gibi, onu bozup yeni bir düzen meydana getirebilirler" ifadelerini kullanmıştır.
Buna delil olarak şu açıklamayı yapmıştır:
"Gerçekten bir mutasyon, bir canlının (eski) düzenini bozup (canlı bunun sonunda yaşar kalabilmişse), söz konusu genin kopyalanması (redüplikasyon) ile o canlıda yeni bir düzen doğurabilmektedir. Ve bunu bilebilmek için moleküler biyoloji uzmanı olmak gerekmemektedir."
Eğer Alaeddin Şenel, biraz dikkatli düşünseydi ve moleküler biyoloji konusunda biraz altyapıya sahip olsaydı, bir varsayımı desteklemek için yine aynı varsayımı delil olarak kullandığını fark edebilirdi.
"Raslantılar düzen doğurabilir" iddiası, evrim teorisinin temel iddiasıdır. Bu raslantılar, evrim teorisine göre, mutasyonlardır. Bu durumda Alaeddin Şenel'in kurduğu mantık, "Mutasyonlar düzen oluşturabilir, çünkü bilindiği gibi mutasyonlar düzen oluşturabilir" gibi bir kısır döngüdür.
Oysa zaten Evrim Teorisi'nin en büyük sorunlarından biri, "mutasyonlar düzen oluşturabilir" iddiasının hiçbir gözlemsel ya da deneysel bulgu ile desteklenmemiş olmasıdır. "Düzen oluşturucu mutasyon", bir canlının genetik bilgisini tahrip etmeyen, geliştiren mutasyon, yani "faydalı mutasyon" anlamına gelir. Ancak faydalı mutasyonun gözlemlenmiş tek bir örneği yoktur. Amerikalı genetikçi B.G. Ranganathan bu konuda şöyle der:
Mutasyonlar çok ender olarak meydana gelirler ve her zaman zararlıdırlar. Bu, mutasyonların evrimsel bir gelişme meydana getiremeyeceğini gösterir. Zaten yüksek derecede özelleşmiş bir organizmada meydana gelebilecek rastlantısal bir değişim kaçınılmaz olarak zararlı olacaktır. Bir kol saatinde meydana gelecek rastgele bir değişim kol saatini geliştirmeyecektir. Bir deprem şehri geliştirmez, ona yıkım getirir." 45
Aminoasitlerin Dizilim Sırasının Önemini
Kavrayamama Yanılgısı
Alaeddin Şenel'in açıklamalarındaki yargı bozukluğunun bir başka önemli örneği, bir proteinin doğal şartlarda rastlantısal olarak sentezlenmesinin çok kolay bir işlem olduğunu sanmasıdır. Bu konuda şunları yazmaktadır:
Evrimci sav, hem cansız hem canlı doğada, yalından karmaşığa, zamanla (milyarları bulan yıllar içinde; milyonlarca, belki milyarlarca tepkimeyle) evrimle, gittikçe daha karmaşık yapılara geçildiğidir. Formülleştirirsek, süreç, söz gelimi ilkin iki elementle başlamıştır; a ile b'nin birleşme olasılığı diyelim yüzde ellidir; ab oluştuktan sonra ona c elementinin takılması da elli; abc'ye d elementinin takılması da elli; ya da ona benzer olasılıklar. Tümünün bir anda oluştuğu savı ve bunun olanaksızlığı, evrimcilere yüklenemez.
Alaeddin Şenel, biraz biyokimya bilen bir insanın bile şaşkınlıkla karşılayacağı bir senaryo yazmaktadır. Alaeddin Şenel, proteinlerin, tesbih taneleri gibi birbirlerine dizilmiş aminoasit yığınlarından ibaret olduğunu sanmakta, aminoasitlerin 20 ayrı türde olduğunu, daha önemlisi bir aminoasit zincirinin protein sayılabilmesi için mutlaka belirli bir sıra dizilmesi gerektiğini bilmemektedir.
Bu; bir şiiri "harflerin rastgele yanyana gelmesi" sanıp, sonra da "Bir şiirin tesadüfen oluşması çok kolay, iki harfi yanyana atarsanız, sonra bir üçüncüyü, bir dördüncüyü yanlarına atarsanız, böylece yüzlerce harflik bir şiiri kolayca oluşturursunuz" demeye benzemektedir. Oysa, harflerin anlam kazanıp şiir olabilmeleri için belirli bir sırayla dizilmeleri gerekmektedir.
Buna benzer biçimde, aminoasit dizilerinin de bir protein olabilmeleri için belirli bir sırayla dizilmeleri şarttır. Bu belli dizilimin tesadüf sonucu ortaya çıkma ihtimali "sıfır" dır. (Örneğin 400 aminoasitin belli bir sırayla dizilme ihtimali 1/10520'dir.)
Bu gerçek, en koyu evrimciler tarafından bile kabul edilmektedir. Örneğin moleküler evrim teorisinin babası sayılan Rus bilim adamı Alexander Oparin "Proteinlerin yapısını inceleyenler için bu maddelerin kendiliklerinden biraraya gelmiş olmaları, Romalı şair Virgil'in ünlü Aeneid şiirinin etrafa saçılmış harflerden rasgele meydana gelmiş olması kadar ihtimal dışı gözükmektedir" demiştir.46
Aynı olasılık hesapları, David Shapiro, Harold Morovitz, Francis Crick, Carl Sagan, Lecompte du Nuoy, Frank Salisbury gibi ünlü evrimciler tarafından da yapılmış ve aynı rakamlar elde edilmiştir. Alaeddin Şenel talep ederse kendisine bu evrimci kaynakları gönderebiliriz.
Alaeddin Şenel'in anlayamadığı ikinci nokta, canlılığın oluşması için, canlılığı oluşturan parçaların tümünün birarada oluşması gerektiğidir.
Çünkü söz konusu parçaların işe yarayabilmeleri için eksiksiz olmaları gerekir. Eksik bir yapı işlev göremez ve evrimin kendi iddiasına göre de doğal şartlar içinde ayıklanır. Şenel'in haberdar olmadığı bu kavrama "indirgenemez komplekslik" denmektedir ve evrim teorisini yıkan konulardan birini oluşturmaktadır.
Alaeddin Şenel, ayrıca "Bu hesap niye evrimcilerden soruluyor da yaradancılardan... sorulmuyor?..." demektedir.
Protein senteziyle ilgili olarak yapılan olasılık hesapları, evrimciler proteinlerin tesadüfen oluştuğunu iddia ettikleri için yapılmıştır.
Kuşkusuz evrimcilerin hepsi olasılık hesapları konusunda Alaeddin Şenel kadar bilgisiz değildir. Biyokimyayla ilgilenen evrimciler, hayatın kökeni sorusunun teorileri açısından büyük bir açmaz olduğunun farkındadırlar.
Örneğin Türkiye'nin önde gelen evrimcilerinden Prof. Dr. Ali Demirsoy, Alaeddin Şenel'in oluşmasını çok kolay sandığı proteinlerden şöyle söz etmektedir:
... Sorunun en can alıcı noktası, mitokondrilerin bu özelliği nasıl kazandığıdır. Çünkü tek bir bireyin dahi rastlantı sonucu bu özelliği kazanması aklın alamayacağı kadar aşırı olasılıkların biraraya toplanmasını gerektirir... Solunumu sağlayan ve her kademede değişik şekilde katalizör olarak ödev gören enzimler, mekanizmanın özünü oluşturmaktadır. Bu enzim dizisini bir hücre ya tam içerir ya da bazılarını içermesi anlamsızdır. Çünkü enzimlerin bazılarının eksik olması herhangi bir sonuca götürmez. Burada bilimsel düşünceye oldukça ters gelmekle beraber daha dogmatik bir açıklama ve spekülasyon yapmamak için tüm solunum enzimlerinin bir defada hücre içerisinde ve oksijenle temas etmeden önce, eksiksiz bulunduğunu ister istemez kabul etmek zorundayız.47
Ali Demirsoy, yaratılışı kabul etmemek için, "sıfır" ihtimale sahip olan evrimi kabul ettiğini onaylamaktadır. Yani en azından ideolojik ön yargılarının varlığını itiraf etmekte, okuyucuları yanıltmaya çalışmamaktadır. Alaeddin Şenel'in, biyokimya konularında mantık yürütmeye çalışıp hatalar sergilemeden önce, kendisinden daha bilgili olan Demirsoy gibi evrimcilere danışmasında fayda vardır.
Evrimi Kanıtlama Çabası İçinde
Tutarsız Örnekler Öne Sürme Yanılgısı
Alaeddin Şenel'in mantıksal çöküntüsü evrimi desteklemek için verdiği bir diğer örnekte de rahatlıkla gözlemlenmektedir. Şenel rastlantıların bir canlı oluşturabileceğine örnek olarak bir çınar ağacının gelişimini vererek şu ifadeleri kullanmaktadır: "Gerçekten, bin yıllık bir çınarın o anki biçimini almasında milyarlarca rastlantı devreye girmiş olabilir."
En başta, bin yıllık bir çınar ağacının o anki biçiminin rastlantıyla hiçbir ilgisi yoktur. Ağacın dallarının şekli, kalınlığı, gövdesinin büyüklüğü, boyu ve buna benzer özelliklerinin tümü o ağacın hücrelerindeki DNA moleküllerinde kodlanmıştır. Ağaç da gelişim süreci boyunca DNA'sında programlanmış olan aşamalardan geçerek herhangi bir anda önceden belirlenmiş olan şeklini alır. Alaeddin Şenel'in anlamadığı nokta, bin yıllık çınarın o anki haline gelmesinin rastlantıdan değil, daha en başında o şekilde programlanmış olmasından kaynaklandığıdır. Nasıl bir insanın, örneğin sarışın, mavi gözlü, uzun boylu, dalgalı saçlı, kemer burunlu vs. gibi fiziksel özellikleri doğduktan sonra karşılaştığı rastlantılardan kaynaklanmamakta, daha tek hücre halindeyken belirlenmekteyse, aynı durum çınar ağacının biçimi için de geçerlidir.
Alaeddin Şenel'in, kullandığı bu örnek teknik olarak hatalı ve geçersiz olduğu gibi, bu örnek üzerine kurduğu mantık da yanlıştır. Şenel bu örnekle, 'belli bir zaman içinde bir şey belli bir biçimde ortaya çıkmışsa demek ki rastlantılarla o şey olabilmektedir' demeye getirmektedir. Bu örnekle, 'canlılar da bugünkü halleriyle var iseler demek ki rastlantılar bunu yapmış' şeklindeki klasik evrimci mantığa varmaya çalışmıştır. Bu gülünç mantığı da şu ifadeler ile sloganlaştırmıştır. "Ama bunlar 'olasılık' değil 'olan' şeylerdir. Olanın olasılığı olmaz, sonucu alınmış olan maçı kimin kazanacağı yolunda olasılık hesapları yapılmaz, olan olmuş, biten bitmiştir."
Evrimcilerin, "canlılar varsa o zaman evrim de olmuştur" şeklindeki bu klasik mantıkları evrimin hiçbir bilimsel açıklaması olmaması ve tamamen dogmatik bir dünya görüşü ve inanç biçimi olmasından kaynaklanır.
Hiç kimse, "canlılar hiçbir şekilde var olamaz" gibi bir iddia öne sürmemektedir. Olasılık hesapları canlıların oluşması hakkında değil, canlıların evrim gibi bir süreçle ortaya çıkıp çıkamayacağı hakkındadır. Nitekim bu hesaplar böyle akıl ve mantık dışı bir sürecin tamamen imkansız olduğunu somut olarak ortaya koymuştur. Bu da "var olan" canlılığın ancak bilinçli bir yaratılışın ürünü olabileceğini kanıtlamaktadır.
Örneğin caddelerde binlerce arabanın var olmuş olması bunların bir şekilde rastlantılarla ortaya çıkmış olduğunu göstermez. Eğer bunların tek bir tanesinin bir tekerleğinin bile tesadüfen oluşabilmesinin olasılıkları hesaplansa ihtimal dışı olduğu görülecektir. Fakat Şenel'in mantığına göre arabalar olmuşsa olmuştur, milyarlarca rastlantı devreye girerek arabaları oluşturmuştur. Arabalar olduğuna göre olasılıktan söz edilemez. Olan olmuş, biten bitmiştir. Şenel'in mantığından hareket edersek, ortada ne bilinçli bir tasarımcı, ne bilgili ve zeki bir mühendis, ne yetenekli bir usta vardır; arabalar varsa "demek ki rastlantılar bunları oluşturabilmiş"tir (!)
Alaeddin Şenel'in, olanaksız olasılık olduğunu kabul ettiği, "çınarın o biçimiyle yeniden ve bir anda oluşturulması", bir hücrenin ilkel dünya şartlarında içerdiği binlerce karmaşık enzimiyle, milyonlarca anlamlı proteinlerden oluşan özelleşmiş organelleriyle, çekirdeğiyle, DNA'sıyla, hücre zarıyla, sitoplazmasıyla, içerdiği kompleks organizasyonla meydana gelmesinden daha düşük bir olasılık değildir. Alaeddin Şenel'in çınar için kabul etmek zorunda kaldığı gibi, bu olay da "yaratmadan başka bir şey değildir."
Çınar örneği ve yazısında verdiği diğer tutarsız, mantık dışı örnekler, Alaeddin Şenel'in yaratılışı ve Yaratıcıyı reddetmek ve imkansız olanı olanaklı göstermeye çalışmak için akıl ve mantığa karşı nasıl savaş açtığının açık bir göstergesidir. Ayetlerde bu tutumun inkarcıların karakteristik özelliklerinden biri olduğu belirtilmektedir:
Ahirete inanmayanların kötü örnekleri vardır, en yüce örnekler ise Allah'a aittir. O güç sahibi olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Nahl Suresi, 60)
Sana nasıl örnekler vererek saptıklarına bir bak, artık onların bir yola güçleri yetmemektedir. (İsra Suresi, 48)
Ayetlerden de anlaşılacağı gibi Alaeddin Şenel'in tutarsız örnekleri diğer Bilim ve Ütopya yazarlarında da olduğu gibi gerçeklerden gitgide uzaklaşmalarına ve kendilerini kandırmalarına yardımcı olmaktan başka bir şeye yaramamaktadır.
Zamanın İmkansızı Mümkün Kıldığını Sanma Yanılgısı
Alaeddin Şenel'in, olanaksızlıkları "mümkün" kılabilmek için yazısı boyunca ardına sığındığı kavram "zaman"dır. Her örneğinde, "Evrim bir anda olsa imkansız, ancak uzun zaman verilirse olanaklı hale gelir" şeklinde bir mantığı savunmaya çalışmaktadır.
Herşeyden önce anlaması gerekir ki, mekanizması "rastlantılar" olan bir sürecin ister kısa zamanda, isterse uzun zamanda anlamlı, planlı ve karmaşık sistemler meydana getirmesi mümkün değildir. Canlı sistemler ise bu tür bir karmaşıklığın en uç noktasıdır.
Evrimin öne sürdüğü gibi, uzun bir zaman dilimi içinde yavaş ve küçük eklemelerle ilerleyen bir süreç ancak büyük ve anlamsız yığınlar meydana getirebilir. Her parçası birbiriyle bağlantılı, içiçe geçmiş sistemlerden oluşan hücre gibi kompleks organizasyonun, "tesadüflerin art arda parça eklemesi" şeklinde ilkel bir mekanizmayla oluşabilmesi, ne bir anda ne de trilyonlarca yılda mümkün değildir.
Bu göz boyama yöntemi, profesyonel evrimcilerin kendilerinin de gerçekte inanmadığı, ancak cahil kitleleri evrime ikna etmek için sık sık kullandıkları bir yanıltma tekniğidir.
Evrimciler, "zamanla, yavaş yavaş herşeyin mümkün olabileceği" gibi toz pembe bir tablo oluşturmakta ve evrimin bütün imkansızlıklarını bu illüzyonla örtmeye çalışmaktadırlar.
Birkaç kademeden fazla tutarlı mantık yürütmekte zorlanan kimseler, evrimcilerin oluşturdukları illüzyonlara kanabilmektedirler, ama aklı başında hiç kimsenin böyle mantıksız iddialara itibar etmeyeceği açıktır.
Labaratuvarda Yapılan RNA Sentezinin
Evrimi Kanıtladığını Sanma Yanılgısı
Alaeddin Şenel yazısının 12 no.lu dipnotunda Evrim Aldatmacası kitabında, evrimcilerin Urey-Miller deneyi benzeri deneylerden kaçındıklarının söylendiğini, bunun doğru olmadığını belirtmiştir. Buna delil olarak da Cumhuriyet Bilim Teknik dergisi gibi çok ciddi bir bilimsel referans (!) göstermiştir. Buradan da tarihi belirsiz bir dergiye gönderme yaparak ne derece akademik bir üslubu olduğunu (!) kanıtlamıştır.
Ayrıca, Şenel'in bahsettiği konu Urey-Miller deneyi kategorisinden tamamen farklı bir konu, bir RNA sentezidir. Urey-Miller deneyi ise aminoasit üretmeye yönelik bir deneydir. Evrimciler ilkel atmosfer koşullarında Miller deneyinde kullanılan gazların bulunmadığını ve gerçekte ilkel atmosferde bulunması gereken gazlar kullanıldığında tek bir aminoasit bile sentezlenemediğini görmüşler ve bu tür deneylerden ümitlerini kesip, vazgeçmişlerdir. Evrim Aldatmacası kitabında bahsedilen durum da budur.
Bunların yanı sıra, Şenel'in bilimsel cehaletle buna karşıt delil olarak öne sürdüğü RNA deneyleri aminoasitlerin ilkel atmosferde oluşabileceğinden ümidini kesmiş evrimcilerin yeni bir arayışından başka bir şey değildir. RNA'ların proteinlerinden önce oluştuğu ise Şenel'in laf arasına sıkıştırdığı gibi kanıtlanmış bir gerçek değil, tamamen varsayımdır.
Dahası RNA deneylerinden evrimcilerin beklentileri, kendini kopyalayan bir RNA elde edebilmektir. Bunu da hiç kimse başaramamıştır. Şenel'in söylediği 14 zincirlik RNA sentezi ise laboratuvarlarda sentezlenen başka herhangi bir kimyasal maddeden daha fazla bir anlam ifade etmez. Bugün laboratuvarda, kimyasal tesislerde, son derece ileri teknolojilerde, pek çok kimyager ve mühendis gözetiminde çok çeşitli kimyasal maddeler üretilmektedir. Fakat bu labaratuvar çalışmaları hiçbir şekilde bu maddelerin ilkel dünya koşullarında, kontrolsüz şartlarda, doğa olayları ile, tesadüfen, kendi kendilerine oluşabileceklerinin kanıtı değildir. Zaten bugün ilkel atmosferde var olduğu kanıtlanmış gazlarla RNA'nın hiçbir molekülü elde edilememektedir.Alaeddin Şenel'e tavsiyemiz, Evrim Aldatmacası kitabını ve Bilim ve Ütopya dergisinin daha önceki sayılarındaki iddialara bu kitapta verilen cevapları daha dikkatli okumasıdır. O zaman bu açıklamalara da gerek kalmayacaktır.
Yoktan Yaratılışın Bilime Aykırı Düştüğünü Sanma Yanılgısı
Alaeddin Şenel "Yoktan yaratma, bilim dünyasının kavramı değildir... Bilimsel açıklamalar, maddenin ve enerjinin yoktan var, vardan yok edilemeyecekleri varsayımlarına dayanarak işletilir. Yaratılış savında elbette bulunulmuştur; bulunulabilir. Ama bu savlar, kampüsün dışında ileri sürülmelidir" demektedir.
Alaeddin Şenel yanılmaktadır. 19. yüzyılda donmuş kalmış materyalist bir dogma olan sabit evren modelini savunmaktadır. 20. yüzyılda pek çok somut veri ile desteklenen ve bilim dünyasında büyük kabul gören Big Bang teorisi ise "evrenin yoktan yaratıldığını" ortaya koymaktadır.
Ünlü materyalist felsefeci Antony Flew, evrenin yoktan var olduğunu ispat eden Big Bang teorisin ateizmi çıkmaza sürüklediğini şöyle itiraf etmektedir:
İtiraflarda bulunmanın insan ruhuna iyi geldiğini söylerler. Ben de bir itirafta bulunacağım: Mevcut kozmolojik konsensüs (Big Bang modeli), bir ateist açısından oldukça sıkıntı vericidir. Çünkü bilim, St. Thomas Aquinas (Hıristiyan İlahiyatçı) tarafından savunulan, ama hiçbir zaman ispat edilemeyen bir iddiayı ispat etmiştir: Evrenin bir başlangıcı olduğu iddiasını. Sadece evrenin bir sonunun ve başlangıcının olmadığını kabul ettiğimiz sürece, Evren'in şu anki varlığının mutlak bir açıklama olduğunu savunabiliriz. Ben hala bu açıklamaya inanıyorum, ama bunu Big Bang karşısında savunmanın pek kolay ve rahat bir durum olmadığını itiraf etmeliyim.48
Kısacası, Şenel'in "kampüsün dışında tutmalı" dediği "maddenin yoktan var olması" kavramı, bugün bilim dünyasının en yaygın kabul gören teorisi olan Big Bang tarafından ortaya konulmuş bir gerçektir. Bu kavramı bilim dışı saymak ise, aynı bu ateist bilim adamı gibi bu kavramdan rahatsız olan A. Şenel'e aittir. Aslında Şenel "materyalizm dışında her türlü fikir kampüsün dışında tutulmalı" demek istemektedir. Burada materyalizm dışındaki fikirlerin "kampüsün içine" girdiklerinde, materyalizmin bunların karşısında direnemeyip tarihin çöplüğüne atılacağını hissetmenin verdiği korkuyu teşhis etmemek mümkün değildir.
Doğa Kanunlarının Yaratma Gücü
Olduğunu Sanma Yanılgısı
Gerek Rennan Pekünlü, gerekse Alaeddin Şenel, doğa kanunlarının sınırsız bir güce, bir yaratma gücüne sahip olduğunu sanmaktadırlar. Bu inanç Rennan Pekünlü'nün yazısında ilginç bir biçimde ifade edilmektedir. Rennan Pekünlü, yıldızların beyaz cüceye, nötron yıldızına ve karadeliklere doğal olarak dönüştüğünü, yine doğal olarak evrende hidrojenin helyuma dönüştüğünü anlatmakta ve sonra da şöyle demektedir: "Tıpkı çenesiz balıkların çenelilere, onların tetropodlara (dört ayaklılara), onların kara sürüngenlerine dönüştüğü gibi."
Pekünlü, bu satırlarıyla doğa kanunları ile meydana gelmesi mümkün olmayan olaylar arasındaki farkı kavrayamadığını ortaya koymaktadır. Pekünlü'nün mantığını kullanarak şöyle de denebilir: "Oksijen iki hidrojenle birleştiğinde suya dönüşür, aynen tuğlaların çimento ile birleştiğinde dev gökdelenlere dönüştüğü gibi."
Oysa elbette hidrojen-oksijen reaksiyonu doğal (doğa kanunları tarafından gerçekleştirilen) bir olaydır, ama bir gökdelenin oluşması doğal bir olay değildir. Çünkü gökdelen, sadece tuğla, çimento gibi maddi etkenlerle değil, aynı zamanda çok karmaşık bir tasarımla ve bu tasarımı uygulayan akıllı insanlarla meydana gelir. Yani doğa kanunları gökdelen meydana getiremezler, gökdelen ancak bilinçli bir tasarımla ortaya çıkar.
Bu mantığı kullanarak, bir nesnenin doğal olaylarla meydana gelmiş olup olamayacağını da anlayabiliriz. Örneğin bir bozkıra gittiğimizde, etrafta gelişigüzel bulunan taşların, kayaların, toprağın vs. orada doğal şartlarla bulunduklarını söyleyebiliriz. Ama bozkırın ortasında dev bir uçak görürsek, bu uçağın doğa kanunlarının, bu kanunlar içinde gerçekleşen rastlantıların ürünü olduğunu kabul edemeyiz. Hemen "Bu uçağı kim yaptı ve buraya koydu?" diye sorarız. Çünkü anlarız ki, uçağın kökeni, yerçekimi, kimyasal olaylar, rüzgarlar, şimşekler gibi doğal olaylar değil, bilinçli bir tasarımdır.
Evrimcilerin görmek istemedikleri nokta ise, canlıların da doğal olaylarla asla oluşamayacak kadar karmaşık yapılara sahip olduğudur. Ünlü İngiliz astronom ve matematikçi Sir Fred Hoyle, aynen Rennan Pekünlü gibi materyalist olmasına rağmen, bu konuda çok daha dürüst ve mantıklı bir yorum yapar ve "Tesadüfler sonucu canlı bir hücrenin meydana gelmesiyle, bir hurda yığınına isabet eden bir kasırganın savurduğu parçalarla tesadüfen bir Boeing 747'nin oluşması arasında bir fark olmadığını" belirtir.
Bir zamanlar hayatın kökeni olduğu düşünülen basitliğin bir hayal olduğu ispatlanmış bulunuyor. Bunun yerine hücrede indirgenemez bir komplekslik hakim. Sonuç olarak hayatın üstün bir akıl tarafından tasarlanmış olduğu anlayışı, hayatı basit doğa kanunlarının bir sonucu olarak algılamaya alışkın kişiler üzerinde bir şok etkisi yaratmıştır. Ama diğer yüzyıllar da benzer şokları yaşamışlardı ve şoklardan kaçmak için bir neden de yok. Alaeddin Şenel, Rennan Pekünlü ve diğer tüm Bilim ve Ütopya yazarları ise, diğer pek çok materyalist gibi, bu "şok" tan kaçmaya, 20. yüzyıl biliminin ortaya koyduğu "hayatın üstün bir akıl tarafından tasarlanmış olduğu" gerçeğini kabul etmemeye çalışmaktadırlar. İnandıkları materyalist felsefe yalnızca maddenin varlığını kabul etmeyi zorunlu kıldığı için, evrendeki tüm düzenin ve canlılığın, maddenin kendisi tarafından verildiğine inanmaktadırlar. Oysa bu materyalist inanç, bilim karşısında yenilgiye uğramış batıl bir inanıştan başka bir şey değildir.
Bilimi Materyalist Felsefeyle
Özdeşleştirmeye Çalışma Yanılgısı
Bilim ve Ütopya yazarları Rennan Pekünlü ve Alaeddin Şenel, bu gerçek karşısında, inandıkları materyalist dogmayı bilime malederek bir kurtuluş aramaya çalışmaktadırlar. Bu çaba, her iki yazarın da savunduğu "bilim materyalist olmak zorundadır" iddiasında açıkça ortaya çıkar. Bu mantık Rennan Pekünlü tarafından şöyle ifade edilmektedir:
Tüm materyalist dallarının uğraş konusu özdektir (maddedir). Bilim doğası gereği materyalisttir.
Örneğin bizden önce bir insanın girip girmediğinden emin olmadığımız, bir mağara düşünelim. Bu mağaraya girdiğimizde eğer sadece toz, toprak, taşlar vs. bulursak "bu mağarada sadece gelişigüzel dağılmış maddeler var" diye düşünebiliriz. Ama eğer mağaranın duvarlarında çok büyük bir ustalıkla çizilmiş, göz kamaştırıcı resimler varsa, bu durumda "bizden önce burada akıllı bir varlık bulunmuş ve burada eserler meydana getirmiş" sonucuna varırız.
İşte 20. yüzyıl bilimi de bu yolla evrenin yaratılmış olduğunu ispatlayan sonuçlara varmıştır. Evrendeki büyük düzen, canlılardaki tasarım, maddenin kendi kanunları ile açıklanmayacak kadar komplekstir ve Allah'ın apaçık varlığını ispatlar.
Ünlü bir biyofizikçi olan Dean Kenyon, "Hayatın kimyasal detayları, moleküler biyoloji ve hayatın kökeni hakkında son yirmi otuz yıl içinde öğrendiklerimiz... hayatın kökeni hakkında materyalist bir açıklama yapmayı giderek daha fazla imkansız hale getiriyor"49 derken bunu ifade etmektedir.
Evrimin Termodinamik Açmazını Kavrayamama Yanılgısı
Rennan Pekünlü, Dünya'nın "açık sistem" (kendi deyimiyle "açık dizge") olduğunu, bu yüzden basit moleküllerin karmaşık sistemlere dönüşebileceğini iddia etmiştir.
Ancak açık sistemin ne olduğu ve Rennan Pekünlü'nün "açık sistemler" tanımıyla nereye varmak istediğini açıklamadan önce, Termodinamiğin 2. Kanunun ne olduğunu ve bu kanunun evrim gibi bir süreci nasıl imkansız kıldığını kısaca belirtmekte fayda görmekteyiz.
Termodinamiğin 2. Kanunu ya da diğer adıyla "Entropi Kanunu", evrende var olan herşeyin zamanla doğru orantılı olarak, geri dönüşümsüz bir biçimde düzensizliğe ve bozulmaya doğru gittiğini ispatlayan bir fizik kanunudur.
Bu kanunun doğruluğu teorik ve deneysel alanlarda kesin olarak kanıtlanmıştır. Öyle ki yüzyılımızın en büyük bilim adamı kabul edilen Albert Einstein, bu kanunu, "bütün bilimlerin birinci kanunu" olarak tanımlamıştır.
Evrim teorisi ise, bu temel fizik kanunu bütünüyle göz ardı edilerek ortaya atılmış bir iddiadır. Teori, canlılığın oluşumunu ve milyonlarca canlı türünün varlığını açıklarken; basit, düzensiz, ilkel yapılardan zaman içinde kompleks, düzenli ve planlı yapılara doğru bir gelişim sürecini öne sürmektedir.
Oysa Termodinamiğin 2. Kanunu (Entropi Kanunu) evrim gibi bir sürecin en başından en sonuna kadar varsayılan hiçbir aşamasının gerçekleşmesinin mümkün olmadığını ortaya koymuştur. Evrimci bilim adamları da bu açık çelişkinin farkındadırlar. Örneğin Roger Lewin Science dergisindeki bir makalesinde evrimin bu açmazını şöyle dile getirmektedir:
Biyologların karşılaştıkları problem, evrimin Termodinamiğin 2. Kanunu'yla olan açık çelişkisidir. Sistemler zamanla daha düzensiz yapılara doğru bozulmalıdırlar.50
Görüldüğü gibi, evrim iddiası bütünüyle fizik yasalarına aykırı olarak ortaya atılmış bir iddiadır. Termodinamiğin 2. Kanunu, evrim senaryosununun karşısına bilimsel ve mantıksal açıdan aşılması imkansız fiziksel engel koymaktadır.
Bir evrimci olan George Stavropoulos, American Scientist isimli evrimci dergide, canlılığın kendiliğinden oluşmasının termodinamik açıdan imkansızlığını şu ifadelerle ortaya koymaktadır:
Normal şartlarda, Termodinamiğin 2. Kanunu doğrultusunda, hiçbir kompleks organik molekül, hiçbir zaman kendi kendine oluşamaz, tersine parçalanır. Gerçekte, bir şey ne kadar kompleks olursa o kadar kararsızdır ve kesin olarak eninde sonunda parçalanır, dağılır. Fotosentez, bütün yaşamsal süreçler ve yaşamın kendisi, karmaşık veya kasıtlı olarak karmaşıklaştırılmış açıklamalara rağmen, halen termodinamik ya da bir başka kesin bilim dalı vasıtasıyla anlaşılamamıştır.51
Rennan Pekünlü'nün yıldızların dönüşümünü evrim teorisinin iddialarına kanıt getirmesinin mantıksız olmasının sebebi de budur.
Yıldızların enerjilerini kaybetmeleri, düzenlerini yitirmeleri, organizasyonlarının bozulması söz konusu kanunun bir gereğidir ve doğaldır. Ama cansız moleküllerin düzene girerek, organize olarak, sistemler kurarak organları, dokuları, hücreleri, canlıları, insanı medyana getirmesi, bu kanuna aykırıdır.
Evrimi Açık Sistem Çarpıtmasına Dayandırma Yanılgısı
Rennan Pekünlü ve diğer evrimciler, Termodinamiğin 2. Kanunu'nun yalnızca kapalı sistemler için geçerli olduğu, açık sistemlerin bu kanunun dışında olduğu gibi bir çarpıtmaya başvurmaktadırlar.
Açık sistem, dışarıdan enerji ve madde giriş-çıkışı olan bir termodinamik sistemdir. Evrimciler de dünyanın bir açık sistem olduğunu, Güneş'ten sürekli bir enerji akışına maruz kaldığını, dolayısıyla Entropi Kanunu'nun dünya için geçersiz olduğunu; düzensiz, basit, cansız yapılardan, düzenli, kompleks canlıların oluşabileceğini öne sürmektedirler.
Herşeyden önce bilinmesi gerekir ki, Entropi Kanunu evrensel bir kanundur. Tüm sistemler, ister açık sistem olsun, ister kapalı sistem olsun bu kanuna tabidirler. Açık sistemlerde de Termodinamiğin 2. Kanunu geçerlidir. Tek fark şudur: Açık sistemlerde, sisteme dışarıdan ısı ve madde girdiği için geçici ve bölgesel bir düzensizlik (entropi) azalması gözlenebilir. Fakat bu düşüş hiçbir şekilde organik moleküllerin, proteinlerin, canlı hücrelerin oluşumuna imkan verecek boyutlarda olmaz.
Örneğin, sıcaklık ne kadar artarsa artsın, aminoasitler düzenli dizilimlerde bağ yapmaya karşı direnç gösterirler. Aminoasitlerin çok daha karmaşık moleküller olan proteinleri ve proteinlerin de kendilerinden daha kompleks ve planlı yapılar olan hücre organellerini oluşturmaları için yalnızca enerji yeterli değildir.
Tüm bunların oluşması ve varlıklarının devam etmesi için, enerjiyi bilinçli ve planlı bir biçimde "kullanılabilir iş"e dönüştürecek mekanizmaların varlığı da şarttır.
Örneğin bir arabanın, benzindeki enerjiyi işe dönüştürmesi için motora, transmisyon sistemlerine ve bunları idare eden kontrol mekanizmalarına ihtiyaç vardır. Böyle bir enerji dönüştürücü sistem olmasa arabanın benzindeki enerjiyi kullanabilmesi mümkün olmayacaktır.
Aynı durum canlılık için de geçerlidir. Canlılık enerjisini Güneş'ten almaktadır, fakat canlılardaki inanılmaz komplekslikteki enerji dönüşüm sistemleri (örneğin bitkilerdeki fotosentez, insan ve hayvanlardaki sindirim sistemleri gibi) güneş enerjisini kimyasal enerjiye çevirmektedirler.
Bu enerji dönüşüm sistemleri var olmasa hiçbir canlı varlığını devam ettiremez. Güneş'in, enerji dönüşüm sistemi olmayan bir canlı için, yakıcı, eritici ve parçalayıcı bir enerji kaynağı olmaktan başka bir anlamı yoktur.
Görüldüğü gibi, herhangi bir enerji dönüştürücüsü olmayan, olsa bile işe dönüşecek bu enerjiyi bilinçli bir biçimde kontrol eden mekanizmaları bulunmayan bir sistem, açık da olsa kapalı da olsa evrim için hiçbir avantaj teşkil etmemektedir.
İlkel dünya şartlarında, doğada böyle kompleks ve bilinçli mekanizmaların bulunduğunu hiç kimse iddia edemez.
Kaos Kuramı Kaçışını Evrimin Delili Sanma Yanılgısı
Rennan Pekünlü, "Kaos Kuramının erke tüketici yapıları, karmaşadan düzeni yaratabilen açık dizgelerdir, öz örgütlenme yeteneği olan etkin özdeklerdir" demektedir.
Termodinamiğin 2. Yasası'nın evrimi imkansız kıldığının farkında olan bazı evrimci bilim adamları, yakın geçmişte Termodinamiğin 2. Kanunu ve Evrim Teorisi arasındaki uçurumu kapatabilmek, evrime bir yol açabilmek maksadıyla çeşitli spekülasyonlar üretme gayretine girmişlerdir.
Termodinamiği ve evrimi uzlaştırma umuduyla ortaya atılan spekülatif iddialarla en fazla adı duyulmuş olan kişi Belçikalı bilim adamı Ilya Prigogine'dir.
Prigogine, Rennan Pekünlü'nün ağzından düşürmediği Kaos Kuramı'ndan hareket ederek kaostan düzen oluşabileceğine dair birtakım varsayımlar ortaya atmıştır. Bütün çabalarına rağmen, Prigogine termodinamiği ve evrimi uzlaştırmayı başaramamıştır. Bu durum aşağıdaki ifadelerinde de açıkça görülmektedir:
Yüzyılı aşkın bir süredir aklımıza takılan bir soru var: Termodinamiğin tanımladığı ve sürekli artan bir düzensizliğin hüküm sürdüğü bir dünyada canlı bir varlığın evriminin nasıl bir anlamı olabilir?52
Moleküler düzeyde ürettiği teorilerin, canlı sistemler için, örneğin bir canlı hücresi için geçerli olmadığını bilen Prigogine bu problemi şöyle ifade etmektedir:
Kaos Teorisi moleküler seviyede tutarlı görünmekle birlikte, canlıların oldukça düzenli olan hücreleri ele alındığında, bunlardaki biyolojik düzenlilik, teorinin karşısına net bir problem olarak ortaya çıkmaktadır.53
İşte Rennan Pekünlü'nün tarihin derinliklerinden günümüze dek hikayesini anlattığı ve son olarak da evrimin en temel dayanağı olarak öne sürdüğü Kaos Kuramı ve buna dayalı spekülasyonların vardığı son nokta budur. Evrimi destekleyen, doğrulayan, evrim ile Entropi Kanunu ve diğer fizik yasaları arasındaki çelişkiyi ortadan kaldıran hiçbir somut sonuç elde edilememiştir.
"Öz Örgütlenme" Masalı
Rennan Pekünlü'nün sık sık sözünü ettiği "maddenin öz örgütlenmesi" kavramı ise, hiçbir bilimsel temeli olmayan materyalist bir dogmadan ibarettir. Evrimciler, ortaya attıkları bu hayali kavramla, cansız maddenin kendi kendisini düzenleyebileceği, tasarlayabileceği gibi bir iddia öne sürerler. Oysa tüm deneyler, maddenin kesinlikle böyle bir gücü olmadığını göstermektedir. Kendisi de bir evrimci olan New York Üniversitesi Kimya Profesörü Robert Shapiro, bu konuda şu itirafta bulunr:
Bizi basit kimyasalların var olduğu bir karışımdan, ilk etkin replikatöre (DNA veya RNA'ya) taşıyacak bir evrimsel ilkeye ihtiyaç vardır. Bu ilke "kimyasal evrim" ya da "maddenin kendini örgütlenmesi" olarak adlandırılır, ama hiçbir zaman detaylı bir biçimde tarif edilmemiş ya da varlığı gösterilememiştir. Böyle bir prensibin varlığına, diyalektik materyalizme bağlılık uğruna inanılır.54
Yani madde kesinlikle kendini düzenleyememektedir, ama materyalistler maddenin böyle bir gücü olduğuna körü körüne inanmaktadırlar. Aynen, hiçbir gücü olmadığını bildikleri putlara körü körüne tapınan eski putperestler gibi, maddeye bir yaratma gücü atfetmekte ve ona bir anlamda tapınmaktadırlar. Materyalizm, saçmalığını gördükleri halde bağlandıkları bir tür dindir.
Aklını ve vicdanını kullanan insan ise, bu dinin saçmalığını kolaylıkla görür. Tüm maddeye hakim olan üstün Yaratıcının varlığını kavrar. O üstün Yaratıcı, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan herşeyin Rabbi olan Allah'tır.
Önceki bölümde, Bilim ve Ütopya dergisinin Aralık sayısında öne sürülen evrimci iddiaları ve bunların geçersizliklerini inceledik. Ancak bu iddiaları öne süren yazarların en çok hedef aldıkları konu, evrim teorisinin de ötesinde, "maddenin aslı" konusuydu. Bizim çalışmalarımızda izah edilen maddenin sadece bir algı olduğu gerçeği, materyalist Bilim ve Ütopya yazarlarını son derece rahatsız etmiş, hatta korkutmuş olduğu için, özellikle bu konuyu ele aldılar.
Ancak maddenin algı olmadığı, mutlak varlık olduğu şeklindeki inançlarını sözde ispat etme niyetiyle yazı yazan Bilim ve Ütopya yazarları, gerçekte savundukları iddianın ne denli çürük ve gerçek dışı olduğunu sergilediler. Alaeddin Şenel'in ve Rennan Pekünlü'nün makaleleri, bu yönde çok önemli yanılgılar içeriyordu. Şimdi sırasıyla bu yanılgıları inceleyelim.
Algıların Nesnel Karşılığı Bulunduğuna Dair
Bilimsel Kanıt Olduğunu Sanma Yanılgısı
Rennan Pekünlü
Alaeddin Şenel, Bilim ve Ütopya dergisinin Aralık sayısında yayınlanan "Evrim Aldatmacası mı, Devrin Aldatmacası mı?" başlıklı yazısında, dış dünyanın beynin içinde görüntü olarak algılandığını kabul etmiş, ama görüntülerin nesnel karşılığı bulunan ve bulunmayan görüntüler olarak ikiye ayrıldığını, beyindeki görüntülerin ise nesnel karşılığının bulunduğunu iddia etmiştir.
Beyindeki görüntülerin dış dünyada karşılığı bulunduğu iddiasının bilimsel delili nedir?
Bunun hiçbir bilimsel delili yoktur. Hiç kimse beyninin dışıyla ilgili bir bilgiye veya bir kanıta sahip değildir. Çünkü insanın görebildiği ve algılayabildiği herşey beynin içinde görüntü olarak bulunmaktadır. Beynin içindeki görüntülere dayanarak beynin dışında bir şey bulunup bulunmadığını bilmek mümkün değildir. Dolayısıyla, Alaeddin Şenel'in "beyindeki görüntülerin nesnel karşılığı vardır" şeklindeki sözü kuru bir iddiadan ibarettir. Bu iddiasını ispatlayacak bilimsel bir kanıt getirmesi imkansızdır.
Alaeddin Şenel, "Beynimdeki görüntülerin dış dünyada karşılığı olup olmadığını bilmiyorum ama aynı şey telefonla konuşma yaptığımda da geçerlidir. Telefonla konuşurken karşımdaki kişiyi göremem, fakat sonradan yüz yüze konuşurken bu konuşmayı doğrulatabilirim." diyerek cevap vermektedir.
Alaeddin Şenel, bu benzetmeyle şunu kastetmektedir: Eğer algılarımızdan kuşkulanırsak, maddenin aslına bakıp gerçeği kontrol edebiliriz.
Oysa bizim maddenin aslına ulaşmamız kesinlikle mümkün değildir. Hiçbir zaman zihnimizin dışına çıkıp "dışarıda" ne olduğunu bilemeyiz.
Telefondaki sesin karşılığı olup olmadığı telefondaki kişiye doğrulatılabilir. (Esasen telefon konuşması da, bu konuşmanın sonradan teyid edilmesi de tamamen zihinde yaşanmaktadır.) Ancak beyindeki görüntülerin karşılığı olup olmadığı kime doğrulatılacaktır? Alaeddin Şenel'in, beynin dışına ait bilgi sağlayabilecek, doğrulama yapabilecek bir bilgi kaynağı bulması mümkün değildir.
Canlılığın Cansız Maddelerden Geldiğini Sanma Yanılgısı
Alaeddin Şenel, cansız maddenin kendi başına var olabileceğini, ama "ruh"un maddeye bağımlı olduğunu iddia etmiştir.
Alaeddin Şenel'in burada söylemek istediği şey şudur: Ruh, maddenin bir fonksiyonudur. Canlılık maddenin belli bir düzende bulunmasıdır. Yani cansız maddeler doğal şartlar içinde canlılık meydana getirebilirler.
Oysa çağdaş bilimin ortaya koyduğu sonuç, canlılığın asla cansız maddelerden üretilemeyeceği, yani hayatın maddeye indirgenemeyeceğidir.
Cansız maddelerin hayat oluşturabilecekleri iddiası, eski ve terk edilmiş bir iddiadır. Bilimsel literatürde buna "abiogenesis" (canlılığın cansızlıktan meydana gelmesi) teorisi denmektedir.
"Abiogenesis", biyolojinin çok geri olduğu 16. ve 17. yüzyılda bilimsel bir gerçek sanılıyordu. Böceklerin yemek artıklarından oluştuğuna, etlerin üzerindeki kurtların etin kendiliğinden kurtlanması ile ortaya çıktıklarına inanılıyordu. Söz konusu kurtların sineklerin bıraktığı mikroskobik larvalardan oluştuğu daha sonra anlaşılmıştır.
"Abiogenesis" düşüncesine Darwinizm'i ispatlayabilmek için ihtiyaç duyan evrimciler yıllarca laboratuvar şartlarında cansız maddelerden canlılık üretebilmek için uğraştılar. Ancak bu hiçbir zaman başarılamamıştır. Hiçbir deneyde bir canlı hücresi cansız maddelerin sentezlenmesiyle oluşturulamamıştır.
Bu nedenle bilim dünyasında "hayat sadece hayattan gelir" manasına gelen"biogenesis" kuralı kabul edilmiştir. Canlı bir hücrenin ancak yine canlı bir organizmadan geleceğini öngören bu kanun, yapılan bütün deney ve gözlemlerle ispatlanmıştır.
"Biogenesis" kanunu, canlılığın maddeye indirgenemeyeceğini ortaya koymuştur. Yani canlılık, maddenin bir fonksiyonu değildir ve maddeden ayrı bir kaynaktan gelmektedir. Dolayısıyla, can ya da ruh maddeden bağımsız olarak vardır. Alaeddin Şenel ve diğer materyalistler, bu kesin gerçeği, bedenleri yok olup çürüdüğünde, ama ruhları Allah katına alındığında daha iyi anlayacaklardır.
Alaeddin Şenel'in Muhakeme Bozuklukları
Alaeddin Şenel Evrim Aldatmacası isimli kitapta anlatılan gerçeklerin ne olduğunu çoğu yerde tam olarak anlayamamış ve bu nedenle bazı muhakeme bozuklukları sergilemiştir.
Bunun birinci örneği, söz konusu kitapta yer alan, "Maddesel dünya bir algılar bütününden ibarettir." ifadesini " hiçbir şey yoktur" şeklinde anlamasıdır.
Oysa "madde bir algılar bütünüdür" demek, "madde yoktur" demek değildir. Maddesel evren vardır, ama sadece bir algılar bütünü olarak vardır. (Tıpkı rüyalarımızın bir hayal olarak var olması gibi)
Bir başka örnek şudur: Alaeddin Şenel'e göre, evrenin bir algılar bütünü olduğu sonucuna varmak, evrenin nasıl işlediğini araştırmayı, yani bilimi terk etmeyi gerektirmektedir.
Bu bütünüyle gerçek dışı bir iddiadır. Elbette ki, "evren" ismi verilen algılar bütününün nasıl bir düzen içinde işlediğini anlamak, hangi kurallara tabi olduğunu öğrenmek için bilime ihtiyaç vardır.
Ama bu bilim anlayışı ile materyalist bilim anlayışı arasında çok önemli bir fark vardır. Söz konusu algılar bütününü gözlemleyerek bulduğumuz doğa kanunları, bu bütünü yaratmış olan Allah'ın kanunlarıdır.
Maddeyi mutlak varlık sanan, doğa kanunlarını maddenin kendinden kaynaklandığını düşünen ve kendilerini yaratanın da zaten doğa kanunları olduğuna inanan materyalistler ise, bu gerçek karşısında paniğe kapılmaktadır. Çünkü Bilim ve Ütopya yazarlarından Rennan Pekünlü'nün belirttiği gibi, Evrim Aldatmacası kitabında anlatılan gerçekler yalnızca evrim teorisini değil, materyalist felsefenin tüm kültür dokusunu çökertmekte, bu şekilde Kur'an-ı Kerim'in "... Biz hakkı batılın üzerine fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder..." (Enbiya Suresi, 18) ayeti gerçekleşmektedir.
Görme Dışındaki Duyuların da Beyinde
Algılandığını Göz ardı Etme Yanılgısı
Alaeddin Şenel "nesneler insanların beyninin dışında vardır... Bıçağın görüntüsü, bıçağı kaydırdığımızı gösterdiğinde doğruyu göstermiştir. Duyduğum acı, akan kan, görüntü değildir. Sevdiğim kişi de görmüştür" demektedir.
Görüldüğü gibi, Alaeddin Şenel, görme duyusunun algı olduğunu kabul etmekte, ama bıçakla ilgili bize bilgi veren diğer dört duyuyu (dokunma, işitme, tat ve koku) mutlak gerçek sanmaktadır. Bıçağın elini kesmesi üzerine de, "bakın elimi kesti, demek ki bir algı değil" demektedir. Alaeddin Şenel'in anlamakta zorluk çektiği nokta, elindeki acı hissinin, akan kanın, kanın verdiği sıcaklık ve ıslaklık hissinin ve diğer tüm algıların da yalnızca zihinde oluştuklarıdır. Aynı şekilde, "sevdiği kişi" de Alaeddin Şenel'in zihninde oluşan bir algıdan ibarettir.
Alaeddin Şenel, tarif ettiği senaryoyu (bıçakla elini kestiğini, bu kesiğin acı hissini ve kan görüntüsünü oluşturduğunu, kendisini seven bir kişinin de bu olaya şahit olduğunu)bir rüyada da aynen yaşayabilir.
Belki rüya gördüğü sırada biri ona "bu gördükleriniz aslında bir algıdır" diyebilir. Hatta Alaeddin Şenel bu insana "ben materyalistim, böyle iddialara inanmam" da diyebilir.
Alaeddin Şenel ve onunla aynı şekilde düşünen tüm materyalistler, şu an rüyadaki söz konusu adam gibidirler. İçinde yaşadıkları algılar dünyasında, onlara "tüm bunlar birer algı ve bu algıları yaratan üstün bir Yaratıcı var" denmekte, ancak Alaeddin Şenel ve arkadaşları bu gerçeğe karşı tutucu materyalist tepkiler vermektedirler. Oysa gece gördükleri rüyalarından uyandıkları gibi, öldükten sonra şu anda içinde yaşadıkları hayaller dünyasından da uyanacaklar ve kendilerini yaratmış olan Allah'a hesap vereceklerdir.
Algıların Algı Yarattığını Sanma Yanılgısı
Alaeddin Şenel, Evrim Aldatmacası isimli kitaptan "Allah görüntüleri bir sıra, bir düzen içinde yaratır; bir çiçek görüntüsü yaratmadan önce bir tohum görüntüsü yaratır" cümlelerini aktarmakta ve ardından Allah'ın neden görüntüleri belli bir sırayla yarattığını sormaktadır.
Materyalistler arka arkaya gözlenen iki olaydan önce olanı sonrakinin mutlak sebebi olarak kabul etmektedirler. Oysaki ardı ardına gelen iki olayda ikinciyi birincinin oluşturduğuna dair hiçbir bilimsel kanıt mevcut değildir. Somut olarak gözlenen, iki olayın arka arkaya gerçekleşmiş olmasından ibarettir. Bunlardan ilkinin, ikincinin sebebi olduğu görüşü, maddi kanıtı bulunmayan bir iddiadan ibarettir.
Allah zihnimizde algıladığımız görüntüleri belli bir sıra içinde, yine kendisinin belirlediği doğa kanunlarına göre yaratmaktadır. Şüphesiz ki Allah bir öncelik-sonralık ilişkisi olmadan da yaratabilirdi. Örneğin çiçeği tohum olmaksızın yaratabilirdi. Sonsuz güç sahibi olan ve hiçbir şeye ihtiyacı bulunmayan Allah'ın çiçek yaratmak için tohuma ihtiyacı yoktur.
Allah'ın görüntüleri belli bir öncelik-sonralık içinde yaratmasının sebebi, Allah'ın varlığını fark eden akıllı insanlar ile algılar dünyasına aldanarak akıllı insanların uyarılarını dinlemeyenler arasındaki farkı ortaya çıkarmaktır.
Alaeddin Şenel'in "Maddi bir olayın mutlak sebebi başka bir maddi olaydır" şeklindeki düşüncesinin (yani nedensellik inancının) yanlışlığını çok basit bir örnekle ispatlayabiliriz. Alaeddin Şenel, rüyasında bir muma elini uzattığı takdirde elinin acıdığını hissedecektir. Hatta rüyasında eli su toplayıp şişebilir. Oysaki bu sadece bir rüyadır; ortada ne bir mum ne de ateş vardır. Gerçekte eli yanmadığı halde elinin acıdığını hissetmiştir. Alaeddin Şenel'in rüyasında duyduğu acı hissi bir mumdan kaynaklanmamaktadır.
Dolayısıyla acı hissi ve mum görüntüsü, iki ayrı algıdır ve Alaeddin Şenel'e ayrı ayrı algılattırılmıştır. Biri diğerinin sebebi değildir. Bu iki olayın arasında hiçbir sebep-sonuç bağı yoktur. Alaeddin Şenel, biraz düşünürse, rüya için geçerli olan bu gerçeği aslında uyanıkken de yaşadığını kavrayacaktır. Çünkü rüyada görülenler de uyanıkken görülenler de tamamen zihnin içinde oluşmaktadır. Yani her iki durumda da aynı şartlar ve aynı kurallar geçerlidir.
"Aldatmacanın Evrimsizliği" Başlıklı Yazıdaki Yanılgılar
Bilim ve Ütopya dergisinin Aralık sayısında maddenin aslı konusunu ele almaya çalışan diğer materyalist yazar ise, Rennan Pekünlü idi. Pekünlü "Aldatmacanın Evrimsizliği" başlıklı yazısında, maddenin algılardan ibaret olduğunu reddediyor ve bunu kendince ispatlamak için bize E-5 Karayolu'nda yaya olarak dolaşmayı tavsiye ediyordu.
Rennan Pekünlü'nün bu E-5 örneği, değişik materyalistlerin kitaplarında değişik versiyonlarıyla yer almaktadır.
Örneğin materyalist felsefenin 20. yüzyıldaki en büyük savunucularından biri olan koyu Marksist George Politzer, Felsefenin Başlangıç İlkeleri adlı kitabında, maddenin varlığının büyük delili olarak "otobüs örneği"ni vermektedir. Politzer'e göre, maddenin bir algı olduğunu savunan kişiler de otoyolda otobüs gördükleri zaman ezilmemek için kaçmaktadırlar ve bu maddenin varlığının ispatıdır.
Bu örneği uzun uzun anlatan Politzer, sonunda "otobüs örneğinde gördük ki dünyanın nesnel bir gerçekliği vardır. Ve bu nesnel gerçeklik bizim düşüncemizin yarattığı bir yanılsama değildir" demektedir.55
Bir başka ünlü materyalist Johnson ise kendisine maddenin bir algılar bütünü olduğu anlatıldığında, taşlara tekme atarak onların fiziksel varlıklarını kanıtlamaya çalışmıştır.56
Benzer bir örnek, George Politzer'in akıl hocası olan Friedrich Engels tarafından verilmiş, Engels, "eğer yediğimiz pastalar birer algı olsaydı, açlığımızı geçirmezlerdi" demiştir.57
Marx, Engels, Lenin gibi ünlü materyalistlerin kitaplarında hep bu tür örnekler; "maddenin varlığını tokat yiyince anlarsınız" gibi öfke dolu cümleler yer almaktadır.
George Politzer'den etkilenerek bize E-5 Karayolu'nda yürümeyi öneren Rennan Pekünlü'ye göre, maddenin fiziksel bir varlığı olduğunun ispatı, E-5 karayolu üzerinde yaşanacak bir kaza ya da bu kazanın korkusu olacaktır! Rennan Pekünlü, E-5 Karayolu'ndan hızla geçen bir otobüsü maddenin fiziksel varlığının çarpıcı bir delili sanmaktadır.
Böyle sanmasının sebebi, görüntünün insanı aldatacak derecede gerçekçi görünmesidir. Mekan görüntülerindeki derinlik ve perspektifin kusursuzluğu, mekanda gözüken cisimlerin görüntüsünün renk, şekil, gölge olarak mükemmelliği, ses, koku ve sertlik hislerinin çok net olması ve görüntünün içinde bir mantık bütünlüğünün bulunması kimilerini yanıltabilmektedir. Bunun bir algılar bütünü olduğu unutulabilmektedir.
Ama zihinde meydana gelen algılar ne kadar eksiksiz ve mükemmel olursa olsun, bunların birer algı olduğu gerçeği değişmeyecektir.
Benzer şekilde, E-5'e ait mekan görüntüsü, trafik görüntüsü, otobüs görüntüsü, yaya görüntüsü, tüm bunlara ait sesler, perspektifler, kokular ne derece kusursuz olursa olsun bunlar sadece zihinde algılanmaktadırlar. Zihinde yaşanmaktadırlar.
İnsan, E-5'te yürürken bir kaza yaşasa da, yangında alevler tarafından sarılsa da, depremde yıkılan binaların altında kalsa da, bir trenin altında ezilse de, sürat yarışında takla atsa da bu olayların tümü zihinde yaşanmaktadır.
Şu anda elinizde tutmakta olduğunuz sayfa beyninizin içinde algılandığı gibi, savaşlar, ölümler, afetler, hastalıklar, mitingler, eğlenceler, spor müsabakaları, otobüsler, taşlar, pastalar bunların tümü beynin içinde algılanmaktadır.
İnsan, zihninin içindeki bir otobüsün önüne atladığında, bu otobüs yine onun zihninin içinde olan bedenine çarpacaktır. Eğer otobüsün önüne atlamak ölümle sonuçlanırsa, bu kez algılar dünyası tümüyle değişecektir. "Dünya" dediğimiz algılar bütünü yok olurken, "ahiret" olarak bilinen algılar bütünü başlayacaktır.
Materyalistlerin anlama güçlüğünü göz önünde bulundurarak, konuyu bir örnekle açalım.
Politzer'in otobüs kazası örneğini ele alalım. Bu kazada, otobüsün altında ezilen kişinin beş duyu organından beynine giden sinirler, bir başka insanın, örneğin (eğer bugün yaşasa) George Politzer'in beynine paralel bir bağlantıyla bağlansa, kazadaki kişiye otobüs çarptığı anda, o sırada evinde oturmakta olan Politzer'e de otobüs çarpacaktır. Daha doğrusu, kazadaki adam zihninde kendisine otobüsün çarptığına ilişkin ses, görüntü, sertlik hislerini almaya başladığı anda, bu hislerin tamamını, bir müzik teybine bağlanan iki ayrı kolondan aynı şarkının dinlenmesine benzer biçimde, Politzer de almaya başlayacaktır.
Politzer de otobüsün korna ve fren sesini, otobüsün metallerinin vücuduna değmesini, çarpma şiddetini, kırık kol, akan kan ve koşuşan insan görüntülerini, kırık ağrılarını, akan kanın sıcaklığını, hastane koridorlarını ve ameliyathaneye sokuluşunun görüntülerini, yapılan iğnenin acısını, alçının sertliğini, kolunun güçsüzlüğünü, bu durumun günlerce sürüşünü hissedecek, görecek ve yaşayacaktır.
Kazadaki adamın sinirleri kaç kişiye bağlansa bunların hepsi, aynı Politzer gibi, kazayı başından sonuna kadar yaşayacaktır. Kazadaki adam komaya girse, hepsi komaya girecektir.
Peki o halde, hangisine çarpan otobüs gerçektir? Materyalist felsefenin bu soruya verebileceği çelişkisiz bir cevap yoktur.
Doğru cevap, hepsinin trafik kazasını kendi zihinlerinde tüm ayrıntılarıyla yaşadığıdır. Bir trafik kazasına ait tüm duyuları, otobüsün sesini, sertliğini, görüntüsünü, kırık acılarını, hastaneyi, alçıyı, kolunu oynatamamasını hepsi hissettiğine ve yaşadığına göre, trafik kazasını hepsi yaşamıştır.
Hatta, söz konusu trafik kazasına ait algıların tümü (ses, görüntü, sertlik, koku, tat) bir cihaza kaydedilse ve bu algılar sürekli başa alınarak bir başka kişiye, örneğin Rennan Pekünlü'ye verilse, Rennan Pekünlü'ye de defalarca otobüs çarpacaktır.
Pasta, taşa tekme atma ve tokat örnekleri için de durum aynıdır.
Pasta yiyince karnında pastanın şişliğini gören ve tokluğunu hisseden Engels'in (eğer bugün yaşasa) duyu organlarına ait sinirler paralel olarak Rennan Pekünlü'nün beynine bağlansa, Engels pasta yediği anda Rennan Pekünlü de pasta yiyecektir. Engels'in karnı doyduğu anda Rennan Pekünlü de doyacaktır. Hangisinin yediği pasta gerçek pastadır? Hangisinin karnı doymuştur? Materyalist felsefenin buna vereceği her cevap çelişkili olacaktır.
Taşa tekme atınca ayağı acıyan materyalist Johnson'ın (eğer bugün yaşasa) ayağından, gözünden, kulağından beynine giden sinirler Rennan Pekünlü'ye bağlansa Rennan Pekünlü de taşa vuracak ve canı acıyacaktır. Johnson'ın tekme attığı taş mı, yoksa Rennan Pekünlü'nün tekme attığı taş mı gerçektir? Materyalist felsefe buna çelişkisiz bir cevap veremez.
Doğru ve çelişkisiz cevap şudur: Hem Engels hem Rennan Pekünlü pastayı kendi zihinlerinde yiyip doymuşlardır. Yine hem Johnson hem Rennan Pekünlü taşa tekme atış anını kendi zihinlerinde tüm detaylarıyla yaşamışlardır.
Hepsi birbirinin aynı olan E-5 örneği, otobüs örneği, tokat örneği, taşa vurma örneği, pasta örneği, son derece tutarsız ve ilkel mantıklardır.
Otobüsün çarpışının şiddetini de, taş darbesinin oluşturduğu acıyı da, yenen pastanın tokluk hissini de, atılan tokatın sızısını da hissetmemizi sağlayan duyu organlarımızdır. Duyu organlarının beyne gönderdiği tüm elektrik uyarıları gibi, bunlar da zihinde algılanmaktadır. Otobüs çarptığında vücudumuzun yaralandığına ve acıdığına dair hisler almamız, hem otobüsün hem de çarpmanın birer algı olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.
Rennan Pekünlü, bu basit mantığı şimdi düşünerek kavrayamazsa, yaşlanıp öldüğünde görerek ve yaşayarak kavrayacaktır. O zaman maddenin algı mı yoksa mutlak varlık mı olduğunu çok net görecektir.
Bu gerçeği, Pekünlü'nün kendisine akıl hocası olarak kabul ettiği Lenin de görmüştür. İşçiler, ihtilaller, grevler, mitingler, ayaklanmalar, komünist devrim hepsi Lenin'in zihnindeki algılardan ibaret olduğu halde bu gerçeği inkar etmiştir. Şu anda maddenin algı olduğundan hiç şüphesi bulunmamaktadır.
Materyalistlerin Büyük Korkusu
Türkiye'deki materyalist çevrelerden maddenin bir algı olduğu gerçeğine bir süre için belirgin bir tepki gelmedi. Bu ise, bizde, bu konunun yeterince açıklanmadığı ve daha detaylı bir anlatıma geçilmesi gerektiği yönünde bir izlenim doğurmuştu. Ancak kısa bir süre sonra materyalistlerin gerçekte bu konunun gündeme getirilmesinden çok büyük bir rahatsızlık duydukları, hatta bundan büyük bir korkuya kapıldıkları açık bir biçimde ortaya çıktı.
Materyalistler yaşadıkları bu korku ve paniği, bir süredir kendi yayın organlarında, konferanslarında, panellerinde yüksek sesle ifade ediyorlar. (Önceki sayfalarda ele aldığımız iki makale, bunların birer örneğidir.) Kullandıkları endişeli ve ümitsiz üsluba bakıldığında, ciddi bir fikri kriz içine girdikleri anlaşılıyor. Felsefelerinin sözde temeli olan evrim teorisinin bilimsel yönden çökertilmesiyle zaten ciddi bir şok yaşamaya başlamışlardı. Ancak, şimdi Darwinizm'den çok daha önemli bir dayanaklarını, bizzat maddenin kendisini kaybetmeye başladıklarını anladılar ve çok daha büyük bir şok içindeler. Bu konunun, kendileri açısından "en büyük tehlike" olduğundan, kendi "kültürel dokularını tamamen yıktığından" söz ediyorlar.
Türkiye'deki materyalist çevrelerin yaşadıkları bu endişe ve paniği en açık biçimde ifade edenlerden birisi, materyalizmi savunmayı görev edinmiş bulunan Bilim ve Ütopya dergisinin yazarı ve aynı zamanda bir öğretim üyesi olan Rennan Pekünlü oldu.
Pekünlü, gerek söz konusu dergide yazdığı yazılarda, gerekse söz aldığı birtakım panellerde, Evrim Aldatmacası kitabını bir numaralı "tehlike" olarak gösterdi. Pekünlü'yü en çok endişelendiren konu ise, kitabın Darwinizm'i geçersiz kılan bölümlerinin de ötesinde, asıl olarak "maddenin aslı" ile ilgili kısmıydı. Okurlarına ve (oldukça az sayıdaki) dinleyenlerine "sakın kendinizi idealizmin bu telkinlerine kaptırmayın, materyalizme olan sadakatinizi koruyun" mesajları veren Pekünlü, kendisine dayanak olarak az önce de belirttiğimiz gibi, Rusya'daki kanlı komünist devriminin lideri Vladimir I. Lenin'i bulmuştu.
Lenin'in, bir asır önce yazdığı Materyalizm ve Ampiryokritisizm isimli kitabı okumayı herkese öğütleyen Pekünlü'nün yaptığı tek şey ise, yine Lenin'e ait olan "sakın bu konuyu düşünmeyin, yoksa materyalizmi kaybedersiniz ve kendinizi dine kaptırırsınız" şeklindeki uyarıları tekrarlamak oldu. Pekünlü, söz konusu materyalist yayın organında yazdığı bir makalede, Lenin'den şu satırları aktarıyordu:
Duyularımızla algıladığımız nesnel gerçekliği bir kere yadsıdın mı, kuşkuculuğa (agnostisizm) ve öznelciliğe (subjektivizme) kayacağından, fideizme (dini inanca) karşı kullanacağın tüm silahları yitirirsin; bu da fideizmin istediği şeydir. Parmağını kaptırdın mı, önce kolun sonra tüm benliğin gider. Duyuları nesnel dünyanın bir görüntüsü olarak değil de, özel bir öğe olarak aldığında, diğer bir deyişle materyalizmden ödün verdiğinde, benliğini fideizme kaptırırsın. Sonra duyular hiç kimsenin duyuları olur, us hiç kimsenin usu, ruh hiç kimsenin ruhu, istenç hiç kimsenin istenci olur.58
Bu satırlar, Lenin'in büyük bir korkuyla fark ettiği ve hem kendi kafasından hem de "yoldaş"larının kafalarından silmek istediği gerçeğin, günümüzün materyalistlerini de aynı biçimde tedirgin ettiğini göstermektedir. Ama Pekünlü ve diğer materyalistler Lenin'den daha da büyük bir tedirginlik içindedirler; çünkü bu gerçeğin bundan 100 yıl öncesine göre çok daha açık, kesin ve güçlü bir biçimde ortaya konduğunun farkındadırlar. Bu konu, tüm dünya tarihinde ilk kez bu kadar karşı konulamaz bir biçimde anlatılmaktadır.
Ama yine de birçok materyalist bilim adamının "maddenin bir hayalden ibaret olduğu" gerçeğini son derece yüzeysel bir bakış açısıyla değerlendirdiği fark edilmektedir. Çünkü burada anlatılan konu bir insanın hayatında karşılaşabileceği en önemli, en heyecan verici konulardan biridir. Bu derece çarpıcı bir konu ile daha önce yüz yüze gelmiş olmaları mümkün değildir. Buna rağmen söz konusu bilim adamlarının gösterdikleri tepkiler, ya da konuşma ve yazılarındaki üslup, son derece sığ ve yüzeysel bir kavrayışa sahip olduklarını ele vermektedir.
Öyle ki bazı materyalistlerin burada anlatılanlara gösterdikleri tepkiler, materyalizme olan körü körüne bağlılıklarının onlarda bir tür mantıksal tahribat oluşturduğunu ve bu nedenle konuyu anlamaktan çok uzak olduklarını göstermiştir.
Materyalistlerin bu konuyu anlayamamalarının bilinçaltındaki asıl nedeni ise, anladıklarında karşı karşıya kalacakları gerçekten büyük bir korku duymalarıdır. Lincoln Barnett, bu konunun sadece "sezilmesinin" bile materyalist bilim adamlarını korku ve endişeye sürüklediğini şöyle belirtiyor:
Filozoflar tüm nesnel gerçekleri algıların bir gölge dünyası haline getirirken, bilim adamları insan duyularının sınırlarını korku ve endişe ile sezdiler.59
Maddenin ve zamanın birer algı olduğu gerçeği anlatıldığında bir materyalist büyük bir korkuya kapılır. Çünkü madde ve zaman mutlak varlık olarak bağlandığı yegane iki kavramdır. Bunlar adeta tapındığı birer puttur; çünkü kendisinin madde ve zaman tarafından (evrim yoluyla) yaratıldığına inanmaktadır.
İçinde yaşadığını sandığı evrenin, dünyanın, kendi bedeninin, diğer insanların, fikirlerinden etkilendiği materyalist filozofların, kısacası herşeyin bir algı olduğunu hissettiğinde ise tüm benliğini bir dehşet duygusu sarar. Güvendiği, inandığı, medet umduğu herşey bir anda kendisinden uzaklaşıp kaybolur. Aslını mahşer günü yaşayacağı ve "O gün (artık) Allah'a teslim olmuşlardır ve uydurdukları (yalancı ilahlar) da onlardan çekilip uzaklaşmıştır" (Nahl Suresi, 87) ayetinde tarif edilen çaresizliği hisseder.
Bu andan itibaren materyalist kendisini maddenin gerçekliğine inandırmaya çabalar, bunun için kendince "delil"ler oluşturur; yumruğunu duvara vurur, taşları tekmeler, bağırır, çağırır, ama asla gerçekten kurtulamaz.
Materyalistler, bu gerçeği kendi kafalarından atmak istedikleri gibi, diğer insanların da zihninden uzaklaştırmak isterler. Çünkü maddenin gerçek mahiyeti insanlar tarafından bilindiği takdirde, felsefelerinin ilkelliğinin ve cahil bakış açılarının ortaya çıkacağının, görüşlerini anlatacak bir zemin kalmayacağının farkındadırlar. İşte burada anlatılan gerçekten bu denli rahatsız olmalarının nedeni, yaşadıkları bu korkulardır.
Allah inkarcıların bu korkularının ahirette daha da şiddetleneceğini bildirmiştir. Hesap günü Allah onlara şöyle seslenecektir:
Onların tümünü toplayacağımız gün; sonra şirk koşanlara diyeceğiz ki: "Nerede (o bir şey) sanıp da ortak koştuklarınız?" (Enam Suresi, 22)
Bunun ardından inkarcılar, dünyada var zannederek Allah'a şirk koştukları mallarının, evlatlarının, çevrelerinin kendilerinden uzaklaştığına ve tamamen yok olduklarına şahit olacaklardır. Allah bu gerçeği de, "Bak, kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve düzmekte oldukları da kendilerinden kaybolup-uzaklaştı" (Enam Suresi, 24) ayetiyle haber vermiştir.
Materyalistler Tarihin En Büyük Tuzağına Düşmüşlerdir
Türkiye'deki materyalist çevrelerde baş gösteren ve burada sadece bir kaç belirtisine değindiğimiz panik atmosferi, aslında materyalistlerin tarih boyunca karşılaşmadıkları kadar büyük bir hezimetle yüzyüze olduklarını göstermektedir. Maddenin bir algıdan ibaret olduğu gerçeği, modern bilim tarafından ispat edilmiştir ve dahası çok açık, kesin ve güçlü bir biçimde ortaya konmaktadır. Materyalistler körü körüne inandıkları, bel bağladıkları, güvendikleri maddesel dünyanın, içindeki herşeyle birlikte tamamen yok olduğunu görmekte ve buna karşı hiçbir şey yapamamaktadırlar.
İnsanlık tarihi boyunca materyalist düşünce hep var oldu ve bu kişiler kendilerinden ve savundukları felsefeden çok emin bir şekilde, kendilerini yaratmış olan Allah'a baş kaldırdılar. Ortaya attıkları senaryoya göre madde ezeli ve ebediydi ve tüm bunların bir Yaratıcısı olamazdı. Yalnızca kibirlerinden dolayı, Allah'ı reddederlerken var zannettikleri maddenin ardına sığındılar. Bu felsefeden öylesine eminlerdi ki, hiçbir zaman bunun aksini ispatlayacak bir açıklama getirilemeyeceğini düşünüyorlardı.
İşte bu yüzden, maddenin aslı ile ilgili olarak bu kitapta anlatılan gerçekler bu kişileri büyük bir şaşkınlığa düşürmüştür. Çünkü burada anlatılanlar felsefelerini temelden yıkıp atmış, üzerinde tartışmaya dahi imkan bırakmamıştır. Tüm düşüncelerini, hayatlarını, kibirlerini ve inkarlarını üzerine bina ettikleri madde, ellerinden bir çırpıda uçup gitmiştir. Madde yoktur ki maddecilik olsun.
Allah'ın bir sıfatı, inkarcılara tuzak kurmasıdır. "... Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır" (Enfal Suresi, 30) ayetiyle bu gerçek bildirilir.
İşte Allah, maddeyi var zannettirerek materyalistleri tuzağa düşürmüş ve tarihte benzeri görülmemiş şekilde küçültmüştür. Mallarını, mülklerini, mevkilerini, ünvanlarını, içinde bulundukları toplumu, tüm dünyayı ve aslında birer hayalden ibaret olan herşeyi var sanmışlar, üstelik bunlara güvenerek Allah'a karşı büyüklenmişlerdir. Böbürlenerek Allah'a isyan etmiş ve inkarda ileri gitmişlerdir. Bunları yaparken de güç aldıkları tek şey madde olmuştur. Ama öyle bir anlayış eksikliği içine düşmüşlerdir ki, Allah'ın kendilerini çepeçevre sarıp kuşattığını hiç düşünmemişlerdir. Allah inkarcıların anlayışsızlıkları sonucunda düşecekleri durumu Kuran'da şöyle haber vermiştir:
Yoksa hileli-bir düzen mi kurmak istiyorlar? Fakat (asıl) o inkar edenler hileli-düzene düşecek olanlardır. (Tur Suresi, 42)
Bu, belki de tarihin gördüğü en büyük yenilgidir. Materyalistler kendilerince büyüklenirken, aslında büyük bir oyuna gelmişler, Allah'a karşı çirkin bir cesaret göstererek açtıkları savaşta kesin olarak yenilmişlerdir.
Kuran'da, Böylece biz, her ülkenin önde gelenlerini -orada hileli-düzenler kursunlar diye- oranın suçlu günahkarları kıldık. Oysa onlar, hileli-düzeni ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar" (Enam Suresi, 123) ayeti Yaratıcımıza baş kaldıran bu gibi inkarcıların nasıl bir şuursuzluk içinde olduklarını ve nasıl bir sonla karşılaşacaklarını en açık şekilde haber verir.
Bir başka ayette ise bu gerçek şöyle vurgulanır:
(Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller. (Bakara Suresi, 9)
İnkarcılar kendilerince tuzak kurmaya kalkışırlarken ayetteki "şuuruna varmazlar" ifadesiyle açıklandığı gibi, çok önemli bir gerçeği fark edememişlerdir: Yaşadıkları tüm olayların onlara algılatılan birer hayal olduğu ve işledikleri her fiil gibi, kurdukları tuzakların da zihinlerinde oluşan bir görüntüden ibaret olduğu gerçeğini... Bu kavrayışsızlıkları sebebiyle de, Allah ile yalnız olduklarını unutarak kendi kendilerini hileli bir düzene düşürmüşlerdir.
Her dönemde olduğu gibi bu dönemde de Allah inkarcıların tüm hileli düzenlerini temelinden yıkacak bir gerçekle onları yüz yüze getirmiştir. Allah "... hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır" (Nisa Suresi, 76) ayetiyle, bu düzenlerin daha ilk kuruldukları anda sonuçlarının yıkım olacağını da haber vermiştir. Ve müminleri de "... onların hileli düzenleri size hiçbir zarar veremez" (Al-i İmran Suresi, 120) ayetiyle müjdelemiştir.
Allah bir başka ayetinde, "inkar edenlerin işleri bir seraba benzer, susayan onu bir su sanır, Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allah'ı bulur..." (Nur Suresi, 39) şeklinde haber verir. Materyalizm de bu ayette işaret edildiği gibi, isyan edenler için bir "serap" oluşturur; ona güvenerek ellerini uzattıklarında, herşeyin bir hayalden ibaret olduğunu anlarlar.
Allah onları böyle bir serapla kandırmış, bütün bu algılar bütününü var gibi göstermiştir. "Koskoca" insanlar, profesörler, astronomlar, biyologlar, fizikçiler, ünvanları, mevkileri her ne olursa olsun maddeyi kendilerine ilah edinmeleri sebebiyle bu oyuna gelmişler, birer çocuk gibi aldanmış ve küçük düşmüşlerdir. Bir algılar bütününü mutlak sanarak onun üzerine felsefelerini, ideolojilerini kurmuşlar, hakkında ciddi tartışmalara girmişler, sözde "entelektüel" anlatımlar kullanmışlardır. Tüm bunlardan dolayı da kendilerini çok akıllı saymışlar, evrenin gerçeği hakkında fikir yürütebileceklerini düşünmüşler ve en önemlisi kendi sınırlı akıllarıyla Allah'ı kandırabileceklerini (Allah'ı tenzih ederiz) sanmışlardır. Allah, bu kişilerin içine düştükleri durumu bir ayetinde şöyle bildirir:
Onlar (inanmayanlar) bir düzen kurdular. Allah da (buna karşılık) bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır. (Al-i İmran Suresi, 54)
Dünyada bazı tuzaklardan kurtulmak mümkün olabilir; ancak Allah'ın inkar edenlere kurduğu bu tuzak öyle sağlamdır ki, asla bir kurtuluş imkanları kalmamıştır. Ne yaparlarsa yapsınlar, kime başvururlarsa vursunlar, kendilerini kurtaracak, Allah'tan başka bir yardımcı bulmaları da mümkün değildir. Çünkü Allah Kuran'da, "... kendileri için Allah'tan başka bir (vekil) koruyucu dost ve yardımcı bulamayacaklardır" (Nisa Suresi, 173) şeklinde haber vermektedir.
Materyalistler böyle bir tuzağa düşeceklerini hiç beklemiyorlardı. 20. yüzyılın bütün imkanları ellerindeyken rahatça inkarda diretebileceklerini ve insanları da inkara sürükleyebileceklerini sanıyorlardı. Allah inkarcıların tarih boyunca taşıdıkları bu zihniyeti ve uğradıkları sonu Kuran'da şöyle haber vermiştir:
Onlar hileli bir düzen kurdu. Biz de onların farkında olmadığı bir düzen kurduk. Artık sen, onların kurdukları hileli düzenin uğradığı sona bir bak; biz, onları ve kavimlerini topluca yok ettik. (Neml Suresi, 50-51)
Ayetlerde anlatılan gerçeğin bir anlamı da şudur: Materyalistlere sahip oldukları herşeyin bir hayalden ibaret olduğu açıklanmış, yani ellerindeki herşey topluca yok edilmiştir. Ve onlar, var zannettikleri mallarının, fabrikalarının, altınlarının, dolarlarının, çocuklarının, eşlerinin, dostlarının, makam ve mevkilerinin, hatta kendi bedenlerinin ellerinin arasından kayıp gittiğine şahitlik ederken, bir anlamda "yok olmuşlardır". Madde olmaktan çıkmış artık birer ruh haline gelmişlerdir.
Kuşkusuz bu gerçeğin farkına varmak materyalistler için olabilecek en dehşet verici olaydır. Çünkü sahip oldukları herşeyin bir hayalden ibaret olması, kendi tabirleri ile onlar için henüz dünyadayken, "ölmeden bir ölüm" hükmündedir.
Bu gerçekle birlikte, bir Allah, bir de kendileri kalmıştır. Nitekim Allah, "kendisini tek olarak (ve yapayalnız) yarattığım (şu adam)ı Bana bırak" (Müddessir Suresi, 11) ayetiyle, her insanın Kendi katında aslında yapayalnız olduğu gerçeğine dikkat çekmiştir. Bu olağanüstü gerçek daha pek çok ayetle haber verilmiştir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) 'teker teker, yapayalnız ve yalın (bir tarzda)' bize geldiniz ve size lütfettiklerimizi arkanızda bıraktınız... (Enam Suresi, 94)
Ve onların hepsi, kıyamet günü O'na, 'yapayalnız, tek başlarına' geleceklerdir. (Meryem Suresi, 95)
Bu ayetlerde anlatılan gerçeğin bir manası da şudur: Maddeyi ilah edinenler, Allah'tan gelmiş ve yine O'na dönmüşlerdir. İsteseler de, istemeseler de Allah'a teslim olmuşlardır. Şimdi hesap gününü beklemektedirler ve o gün hepsi tek tek sorguya çekileceklerdir. Her ne kadar anlamak istemeseler de...
44. Douglas J. Futuyma, Science on Trial, 1983, s. 197
45. B.G. Ranganathan, Origins Pennsylvania: The Banner of Truth Trust 1988, s. 34
46. Alexander I.Oparin, Origins of Life, s. 132-133
47. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, s. 94
48. Henry Margenau, Roy Abraham Vargesse. Cosmos, Bios, Theos I a Salle IL: Open Court Publishing, 1992, s.241
49. Dean Kenyon. "Going Beyond Naturalistic Mindset in Origin -Of- Life Research"; The Creation Hypothesis: Scientific Evidence for an Intelligent Designer. ed J.P. Moreland., Intervarsity Press, Doqners Grove, 1994, s.68
50. Roger Lewin, "A Downward Siope to Greater Diversity", Science, vol. 217, 24.91982, s. 1239
51. George P. Stavropoulos, "The Frontiers and Limits of Science", American Scientist, vol. 65, Kasım-Aralık 1977, s. 674
52. Ilya Prigogine, Isabelle Stengers, "Order Out of Chaos", 1984, s. 129
53. Ilya Prigogine, Isabelle Stengers, "Order Out of Chaos", 1984, s. 175
54. Robert Shapiro, Origins: A Sceptics Guide to the Creation of Life on Earth. Summit Books, New York:1986, s. 207
55. George Politzer, Felsefenin Başlangıç İlkeleri, s. 58
56. Orhan Hançerlioğlu, Düşünce Tarihi, s. 261
57. George Politzer, Felsefenin Başlangıç İlkeleri, s. 65
58. Rennan Pekünlü, "Aldatmacanın Evrimsizliği" Bilim ve Ütopya, Aralık 1998
59. Lincoln Barnett, Evren ve Einstein, Varlık Yayınları, 1980, s. 17-18