6 Kasım 2002 tarihinde NTV kanalında yayınlanan The Human Body (İnsan Vücudu) isimli belgeselin bu bölümünün konusu insan beyni idi. Belgeselde, insan beyni hakkında verilen bilgiler, her zamanki gibi klişeleşmiş evrimsel propaganda cümleleri ile tamamlanıyor, insan beyninin kompleksliği "evrim mucizesi" olarak tanımlanıyordu.
NTV'de dizi olarak yayınlanan The Human Body adlı belgeselde bugüne kadar insan vücudu ve insanın doğumu hakkında birçok bilgi verildi. Bu belgeselde en çok tekrarlanan cümlelerden biri ise "bu evrimin bir mucizesidir" oldu. Evrimden, bilinçli, ne yaptığını bilen, planlar yapan, bu planlara uymak için cansız varlıkları ve atomları kusursuzca organize eden bir varlık gibi söz eden NTV, belki de belgeselde öne sürülen mantıkların gerçekte nasıl bir anlam içerdiğinin tam olarak farkında değildi.
"Evrimin mucizesi" demek, "tesadüflerin mucizesi" demektir, çünkü evrim teorisine göre, tüm canlılar, cansız maddelerin tesadüfler sonucunda kendi kendilerini organize etmeleri ile gelişmektedirler. Bu iddiaya göre, karbon, fosfat, hidrojen, oksijen, azot gibi atomlar, tesadüfler sonucunda proteinleri, hücreyi, bakterileri, balıkları, kuşları, deniz yıldızlarını, yunusları, ceylanları, filleri, arıları, karıncaları, gülleri, portakalları, kartalları, aslanları, insan beynini, kalbini, günümüz teknolojisi ile dahi taklit edilemeyen insan elini, gözü ve düşünen, karar veren, okuyan, okuduğunu anlayan, sevinen, üzülen, heyecanlanan insanı meydana getirmiştir. Burada sayılanların her biri olağanüstü kompleks ve kusursuz yapıları ve özellikleri olan mucizelerdir ve evrende bu mucizelerden sayısız miktarda bulunmaktadır. Kuşkusuz, tüm bunların tesadüfen meydana geldiğini iddia etmek, "ileri derecede saçmalamaktır". Evrim teorisinin mimarı Charles Darwin de bunu fark etmiş ve sayısız kompleks yapıdan biri olan gözün meydana gelişi hakkında şu itirafta bulunmuştur:
Gözün odağını farklı uzaklıklara uydurması, içeri bırakılacak ışık tutarını ayarlaması, küresel ve renksel sapmayı (aberration) düzeltmesi gibi eşsiz düzenlenişlerinin tümünün Doğal Seçme ile oluşabildiğini düşünmenin en ileri derecede saçmalamak gibi göründüğünü açık yürekle itiraf ederim…1
Parmağınızla bir düğmeye bastığınızda beyninizde bir dizi işlem başlar. Öncelikle parmak ucunuzdaki binlerce alıcı harekete geçer. 1) Deri yüzeyindeki sinir uçları ilk etkilenen alıcılardır. Baskı onların biçimini değiştirir ve bir elektrik boşalması olur. 2) Bu elektrik akımı akson adı verilen sinir liflerine geçer. 3) saniyede 133 metre hızla omurilik boyunca ilerler. 4) Uyarı omuriliğe girdikten sonra 5) beyin soğancığının zıt yönüne geçer. 6) Buradan beynin derinliklerindeki talamustan geçer ve varış noktası olan duyu korteksine ulaşır. Tüm bu işlemler ise sizin gözünüzü açıp kapamanızdan daha kısa zamanda olur.
Tüm canlıların ve canlılara ait organ ve yapıların tesadüfen meydana geldiklerini ileri sürmenin "ne derece saçmalamak" olduğunu daha iyi anlamak için, The Human Body belgeselinin son bölümünün konusu olan beynin sadece birkaç özelliğini hatırlamak yeterli olacaktır.
Yetişkin bir insanın beyninde ortalama 10 milyar nöron (sinir hücresi) vardır. Nöronların "akson" ve "dendrit" adı verilen çıkıntıları bulunur ve nöronlar bu çıkıntılar sayesinde birbirlerine bağlanırlar. Sinaps olarak adlandırılan bu bağlantılar sayesinde bir beyin hücresi diğerine mesajlar gönderir. Ünlü biyokimyacı Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis (Evrim: Kriz İçinde Bir Teori) adlı eserinde nöronların arasındaki bağlantı sayısının yaklaşık 1 katrilyon (1015= 1.000.000.000.000.000) olduğunu belirtip sözlerine şöyle devam eder:
1015 sayısı elbette algılarımızın üzerinde bir sayıdır. ABD'nin yarı büyüklüğündeki bir arazi düşünün (1 milyon mil kare). Bu bölgede 1 mil kareye 10.000 ağaç düşmektedir. Eğer her ağacın 100.000 tane yaprağı olduğunu kabul edersek, bu bölgedeki yaprak sayısı beynimizdeki bağlantıların sayısına eşit, yani 1015 olacaktır.2
Kafatasınızın içine sığacak kadar küçük olan beyninizin içindeki bu olağanüstü sayıdaki ve karmaşıklıktaki bağlantıların her biri, tam olması gerektiği şekilde ve belirli bir amaç için yaratılmıştır. Allah'ın yaratışındaki üstün ilim sonucu olan bu bağlantılar sayesinde, birbirinden bağımsız işleri birbirine karıştırmadan aynı anda gerçekleştirebilirsiniz. Örneğin bu satırları okurken aynı zamanda müzik dinleyebilir, bir yandan da kahvenizi yudumlayabilirsiniz.
İnsan beyni, en ileri teknoloji ile üretilmiş bilgisayarlardan çok daha üstün özelliklere sahiptir. Ancak bir bilgisayarın silikon, tel, cam gibi maddelerin rastlantılar sonucunda biraraya gelmelerinden oluşamayacağını kabul eden evrimciler, bilgisayardan çok daha üstün olan insan beyninin fosfat, karbon, nitrojen gibi atomların rastlantısal birleşimleri sonucunda oluşabileceğini iddia edebilmektedirler. Kuşkusuz bu, büyük bir çelişkidir.
Ayrıca beyniniz, aynı anda siz farkında bile olmadan, kalp atışlarınızı düzenler, kandaki oksijen miktarını çok hassas bir seviyede sabit tutarak nefes alıp vermenizi sağlar, vücut ısınızı belirler, kaslarınızın hangilerinin hangi sıra ya da şiddette kasılarak elinizdeki bardağı düşürmeden ağzınıza götürebileceğinizi hesaplar, dik durmanız için gerekli olan çok detaylı denge hesaplarını yapar. Bunlar gibi birbirinden farklı yüzlerce işlem, hayatınız boyunca, beyniniz tarafından en mükemmel biçimde gerçekleştirilir. Siz ise bu işlemler için beyinde yapılan hesaplamalardan haberdar bile olmazsınız.
New Scientist dergisinde yayınlanan "Computing from the Brain" (Beynin İşlem Kapasitesi) başlıklı makalede beynin olağanüstü işlem kapasitesi için şu benzetme yapılmıştır:
En kaba deyimiyle, insan beyni, 10 ile 100 milyar arasında sinir hücresine sahip ve her bir sinir hücresinin 10.000 sinir hücresine bağlı olduğu ve birbirine paralel olarak fonksiyon gösteren doğal bir bilgisayardır... Sinir sistemi, görmek veya konuşmak gibi kompleks bir eylem için 100 farklı işlem gerçekleştirir, aynı işlemleri bir elektronik bilgisayar ancak milyarlarca aşamada gerçekleştirebilir.3
Görüldüğü gibi insan beyni, en ileri teknoloji ile üretilmiş bilgisayarlardan çok daha üstün özelliklere sahiptir. Ne var ki, bir bilgisayarın silikon, tel, cam gibi maddelerin rastlantılar sonucunda biraraya gelmelerinden oluşamayacağını kabul eden evrimciler, bilgisayardan çok daha üstün olan insan beyninin fosfat, karbon, nitrojen gibi atomların rastlantısal birleşimleri sonucunda oluşabileceğini kabul edebilmektedirler. Hatta bundan en ufak bir kuşku dahi duymamakta veya öyle gözükmeyi tercih etmektedirler. Oysa, bir bilgisayarın meydana gelebilmesi için nasıl tasarımcılara, mühendislere, teknik bir ekibe, en uygun miktar ve kalitede malzemeye ve uzmanlık bilgisine ihtiyaç varsa, beyin için de aynı durum geçerlidir. Ancak doğada bunların hiçbiri bulunmamaktadır. Doğadaki malzemenin kuşları, balıkları, atları, çiçekleri ve her ırktan insanı meydana getirebilmesi için, o malzemeyi sonsuz bir akıl, ilim ve güç sahibi olan üstün bir Yaratıcı'nın varlığının gerektiği açıktır. O üstün Yaratıcı, tüm alemleri yoktan var eden Rabbimiz'dir.
Akıl sahibi bir zihnin ürünü olarak örneğin mühendislerin çalışmalarıyla ortaya çıkan otomobiller son derece kullanışlıdır. Ancak evrimci iddialar kabul edilirse, tesadüflerle kusursuz bir arabanın tüm teknik teçhizatıyla kendi kendine oluşabileceğini de kabul etmek gerekir ki bu, çok mantıksız bir iddiadır. O halde bilinmelidir ki, bir arabanın sahip olduğu tasarımdan çok daha kompleks ve kusursuz yapılara sahip canlıların tesadüflerin eseri olduğunu öne sürmek çok daha akıl dışıdır.
NTV belgeselinde klasik evrimci iddia yinelenmiş ve maymun benzeri sözde atalarımızın beyinlerinin 2,5 milyon yıl içinde insan beynine dönüştüğü öne sürülmüştür. Bunun içinse, bir benzetme kullanılmıştır: Maymun benzeri atalarımızın beyin kapasitesi küçük bir Fiat arabanın motoruna, insan beyninin kapasitesi ise daha gelişmiş bir spor arabanın motoruna benzetilmiştir.
Aslında, bu benzetme ile evrimciler kendi tezlerini kendi elleriyle çürütmektedirler. Çünkü herkes bilir ki, hiçbir arabanın motoru, değil 2,5 milyon yıl, trilyonlarca yıl geçse dahi kendi kendine, tesadüfi olaylar sonucunda çok daha gelişmiş bir arabanın motoruna dönüşmez. Hatta, fizik kanunlarına göre zaman geçtikçe çok daha eski ve yıpranmış bir hale gelir, çürür ve yok olur. Bu motorun gelişebilmesi için, onu geliştirecek bilgi ve yetenek sahibi bir tasarımcıya ihtiyacı vardır.
Ayrıca, bugün evrimci bilim adamlarının dahi kabul etmek zorunda kaldıkları önemli bir gerçek vardır: Maymun beyni ile insan beyni arasındaki tek fark kapasite ve büyüklük farkı değildir. Materyalistler, insana ait özelliklerin tamamını maddeye dayandırır, dolayısıyla beynin fonksiyonlarına indirgemeye çalışırlar. Oysa bugün kabul edilmektedir ki, insan ruhuna ait özellikler maddeye indirgenemez. İnsanın konuşma, düşünme, karar alma, plan yapma, istek ve heveslere sahip olma, sanat, estetik gibi yeteneklere sahip olma, ideolojileri destekleme, fikirler üretme, hayal kurma, sevgi, vefa, dostluk gibi erdemlere sahip olma gibi özellikleri onun beyninin fonksiyonlarının bir ürünü değildir. İnsan ruhu, maddenin ötesinde bir şeydir ve bu gerçek tek başına materyalizme meydan okumaktadır.
Evrimci nörolog ve beyin cerrahı Dr. Wilder Penfield, The Mystery of the Mind: A Critical Study of Consciousness and the Human Brain (Zihnin Sırları: Bilinç ve İnsan Beyni Hakkında Eleştirel Bir Çalışma) adlı kitabında, insan ruhunun beynin fonksiyonları ile açıklanamayacağını defalarca itiraf etmek zorunda kalmıştır. Bu itiraflardan bazıları şöyledir:
Yıllarca zihni sadece beyin faaliyetleri ile açıklamaya çabaladıktan sonra bir insanın varlığının iki temel öge (beyin ve ruh) içerdiği hipotezini kabul etmenin daha kolay olduğu sonucuna vardım.4
Zihnin yaptığı işleri beynin tek başına yüklenebileceğine dair hiçbir iyi kanıt olmadığı sonucuna varıyorum.5
Dolayısıyla, maymunların beyin yapıları ile insan beyninin yapısını karşılaştırmak evrimcilere hiçbir şey kazandırmaz. Çünkü doğadaki hiçbir mekanizmanın insana, onu insan yapan özellikleri kazandıramayacağı açıkça ortadadır. İnsana sahip olduğu ruhu veren, onu yoktan yaratan ve ona ruhundan üfleyerek onu diğer canlılardan farklı kılan Alemlerin Rabbi olan Allah'tır.
Uykuya daldığınız sırada rüyanızda kendinizi yüzlerce insanın karşısında konser veren biri olarak görebilirsiniz. Ancak siz bu yüksek müziği dinlerken aslında sessiz bir bahçede dinleniyor olabilirsiniz. Siz beyninize ulaşan algılar dışında birşey yaşayamazsınız. Bu, rüyanızda da böyledir, gerçek yaşamınızda da...
NTV belgeselinde çok önemli bir bilimsel gerçek dile getirilmekte, ancak bu gerçek gereği gibi vurgulanmadan geçilmektedir. Belgeselde şöyle denmektedir:
Gözlerimiz yalnızca bir penceredir. Çevremizi gören beynimizdir. Göz sadece ilk basamağı oluşturur.
Ortaokul yıllarından itibaren biyoloji kitaplarında da rastladığımız bu cümle aslında çok önemlidir ve insanın hayata bakış açısını tamamen değiştirecek önemli bir sırrı içermektedir.
İnsanlar dünyayı gözleriyle gördüklerini zannederler. Oysa, gözler ve gözü oluşturan hücreler, sadece dışarıdan gelen ışığı kimyasal işlemler sonucunda elektrik sinyaline çevirmekten sorumludurlar. Bu elektrik sinyalleri, daha sonra beynin arkasındaki görme merkezine ulaşır ve gördüğümüz görüntü bu merkezde oluşur. Örneğin şu anda bu satırları okuyan kişi, bu yazının görüntüsünü beyninin arkasındaki görme merkezinde görmektedir. Yani gören gözleri değildir. Peki beynin arka kısmında oluşan görüntüyü gören, bu yazıyı okuyan kimdir? Işığa yalıtkan, kapkaranlık beyninizin içinde oluşan rengarenk, ışıltılı, üç boyutlu görüntüyü seyrederken heyecanlanan, kızan veya sevinen kimdir?
Aynı gerçek işitme, dokunma, tat ve koku alma duyularımız için de geçerlidir. En sevdiğiniz şarkıyı dinlerken, duyan kulaklarınız değildir. Kulaklarınızın görevi ses dalgalarını toplamaktır. Kulağınızdaki hücreler, ulaşan ses dalgalarını elektrik sinyallerine çevirir ve beyindeki işitme merkezine iletir. Beyninizde ise bu elektrik sinyalleri en sevdiğiniz şarkı olarak duyulur. En yakın dostunuzun sesini de beyninizde duyarsınız. Peki sese de yalıtkan olan ıpıssız beyninizde bu sesleri duyan, duyduğu melodi ile coşku duyan, ritimden zevk alan kimdir?
Bu soruların cevabı, düşünen her insana ruhun varlığını gösterir. Bu bilimsel gerçeğin gösterdiği bir başka önemli nokta ise şudur: Biz hayatımız boyunca gördüğümüz, duyduğumuz, dokunduğumuz herşeyi beynimizde algılarız. Yani biz aslında hiçbir zaman nesnelerin asıllarını göremeyiz, nesnelerin asıllarına dokunamayız. Daima beynimizin içindeki algılarla muhatabızdır ve algılarımız yoluyla dış dünyadaki bu nesnelerin asıllarına ulaşmamız kesinlikle mümkün değildir. Dolayısıyla her insan, en kalabalık salondayken bile, gerçekte beyninin içindeki algıları izlemektedir ve aslında yapayalnızdır.
İnsan biraz düşündüğünde dünyaya ait tüm hırslarının ne kadar anlamsız olduğunu kolayca anlar. Çünkü insan hiçbir zaman hırsını yaptığı arabasının, evinin veya işinin aslına sahip olamaz. Bunlar ancak bizim beynimizde olan görüntülerdir. O halde bu gerçekten haberdar olan insan bir an evvel kendini yaratan Rabbimiz'e yönelmeli ve dünya hırslarına kapılmamalıdır.
Bunu daha iyi anlayabilmek için rüyalarımızı düşünebiliriz. Rüyasında çok büyük bir salon dolusu insana konferans veren bir kişi, gerçekte yapayalnız yatağında yatmaktadır. Konferans görüntüsü ise, beyninin içinde oluşmaktadır. Ve insan uykusundan uyanana kadar bunun bir rüya olduğunu anlamaz, gerçek bir konferansta olduğunu zannederek yanılır.
Bilim yazarı Rita Carter, dış dünyanın aslını göremeyeceğimizi şöyle açıklar
Bir yüz veya manzara gördüğümüzde, tam aslını görmeyiz, gördüğümüz orjinalinin bir yorumu veya tamamen yeni inşa edilmiş bir versiyonudur... Bunlar her ne kadar çok iyi kopyalar olsa bile orijinalinden eksik veya farklıdır.6
Biraz düşünen her insan, dünya hayatının gerçek yönünü gösteren, insanın dünyaya yönelik tüm hırs ve tutkularının ne kadar boş ve anlamsız olduğunu anlamasına yardımcı olan bu gerçeği kavrayacaktır. Her insanın kasasındaki paraları, milyonlarca dolara satın aldığı yatı, holdingi, en son model arabası, gösteriş yaptığı insanlar, o insanın beyninde oluşan görüntülerdir. Ve bu insan, bu görüntülerin asıllarına asla dokunamaz, onların asıllarını asla göremez, tek algıladığı beyninin arka kısmındaki görüntülerdir. Bu bilimsel bir gerçektir. Akıl ve vicdan sahibi bir insanın yapması gereken "uykudan uyanmadan", yani ölüm gelmeden evvel, bu gerçeği kavramak ve dünya hayatına kapılıp aldanmamaktır.
İnsanın hayata bakış açısını tamamen değiştiren bu büyük gerçekle ilgili detayları ve bilimsel açıklamaları Hayalin Diğer Adı: Madde isimli kitabımızdan öğrenebilirsiniz.
Düşünmek, zevk almak, fikir sahibi olmak, sevgi, merhamet, özlem, şefkat duymak, sevinmek, üzülmek, keyiflenmek, heyecanlanmak gibi insani özellikler materyalist ve Darwinist bakış açısı ile açıklanamaz. Tüm canlıların cansız maddelerden tesadüfen oluştuğuna inanan materyalizm ve Darwinizm, cansız maddelerin nasıl olup da bir gün düşünmeye, karar vermeye, fikir üretmeye, sanat ve estetik zevkine sahip olmaya başladığını açıklayamamaktadır. NTV'nin, Darwinist ve materyalist anlayışla hazırlanmış belgesellerin etkileyici görüntülerine kapılıp, bu belgesellerdeki bilim, akıl ve mantık dışı iddiaları görmezlikten gelmemesi gerekir.
1. Charles Darwin, Türlerin Kökeni, Onur Yayınları, 5. baskı, Ankara, 1996, s.198.
2. Michael Denton, Evolution: A Theory In Crisis, Burnett Books, London, 1985, s. 330.
3. Michael Recce and Philip Treleavan, "Computing from the Brain," New Scientist, cilt 118, no. 1614, 26 Mayıs 1988, s. 61.
4. Wilder Penfield, The Mystery of the Mind: A Critical Study of Consciousness and the Human Brain, Princeton University Press, New Jersey, 1975, s. 80.
5. Wilder Penfield, The Mystery of the Mind: A Critical Study of Consciousness and the Human Brain, Princeton University Press, New Jersey, 1975, s. xxi.
6. Rita Carter, Mapping The Mind, University of California Press, London, 1999, s. 135.