11 Ağustos 2001 tarihli Cumhuriyet Bilim Teknik dergisinde "Deney Tüpünde Evrim" başlıklı bir yazı yayınlandı. Yazıda, proteinler üzerinde yapılan bazı deneyler anlatılarak, bu deneylerin evrim teorisinin delili oldukları öne sürülüyordu. Aşağıda, söz konusu yazıdaki bilimsel yanılgılar ortaya konmakta ve söz konusu deneylerin evrim teorisine bir kanıt oluşturmadığı açıklanmaktadır.
"Deney Tüpünde Evrim" başlıklı yazıda, bilim adamlarının "DNA Shuffling" olarak isimlendirdikleri bir yöntemden bahsedilmektedir. (İngilizce "Shuffling" kelimesinin Türkçe karşılığı "oyun kağıtlarını karıştırmak-karmak" anlamına gelmektedir. Yazıda bu ismin verilmesinin nedeni ise söz konusu yöntemde bir proteine ait DNA bilgilerinin karıştırılmasıdır.)
Bilindiği gibi, bir canlı vücudundaki her proteinin üretimini sağlayan bilgi, canlı hücresinin çekirdeğindeki DNA'da bulunur. Örneğin insan DNA'sı, 3,5 milyar harften oluşan bir bilgi bankası gibidir. Bir proteini oluşturmak için gereken bilgiler de bu 3,5 milyar harfin içinde bulunan bir grup harftir.
Söz konusu deneyde ise, bir proteini oluşturan bilgiler DNA'dan gen parçaları olarak kesilmiş ve bu genler birbirleri ile karıştırılmışlardır. Bu yolla proteini oluşturan genlerin birbirleri ile gelişigüzel birleşmeleri sağlanmıştır. Böylece birçok gen kombinasyonu elde edilmiştir. Bu genler tekrar o proteini üreten bakterilere aşılanmışlardır. Bakterilerin uygun ortamda gelişmeye ve üremeye bırakılması ile aşılanan genlerin ürünleri olan proteinlerin sentezlenmesi sağlanmıştır. Bunun sonucunda ise işe yarar proteinler tespit edilmiş, gerektiği durumlarda tekrar laboratuvar koşullarında birbirleriyle karıştırılmışlardır.
Günümüzde biyoteknoloji ve genetik mühendisliği alanında, özellikle ilaç veya insülin gibi proteinlerin üretiminde veya bazı enzimlerin reaksiyon hızlarını değiştirme gibi konularda kullanılan bu ve benzeri yöntemler, evrimciler tarafından evrim teorisinin bir delili gibi gösterilmektedir. Oysa bu çalışmaların evrim teorisi lehinde bir delil olması mümkün değildir. Genetik mühendisliği çalışmaları, "Rekombinant DNA" teknolojisinin gelişimi ile yürür. "Rekombinant" kelimesi ile, önceden ortamda var olan yapıların (burada genlerin) yeniden birleştirilmesi kastedilmiştir. Bu durumda, evrimcilerin öncelikle, genetik mühendisliğinin hammaddesi olan genlerin kökenini açıklayabilmeleri gerekmektedir. Oysa bilinen tüm evrimci yayınlarda bu konu hakkındaki açıklamalar birer masaldan öteye geçmemektedir. DNA'nın kökeni konusunda tam bir çıkmazda olan evrimciler, son bir umutla genetik mühendisliğinde kullanılan ve kesinlikle tesadüfe yer verilmeyen, yönlendirilerek hazırlanan çalışmalara bel bağlamışlardır. Oysaki evrim teorisi, canlı türlerinin sadece tesadüfi mekanizmalar ile oluştuğunu temel alan bir görüştür.
Cumhuriyet Bilim Teknik dergisindeki yazıda da, genler üzerinde yapılan birtakım değişiklikler, "laboratuvarda evrimin bir aşaması oluşturuldu" gibi yanıltıcı bir şekilde duyurulmaktadır. Oysa başta da belirttiğimiz gibi bu ve benzeri deneylerin evrim teorisi ile hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.
Bu çok açık bir gerçektir, çünkü genetik mühendisliğinin temel alındığı deneyler ile yeni bir tür oluşturulmamakta, sadece aynı tür içinde farklı özellikler elde edilebilmektedir.
Örneğin, Cumhuriyet Bilim Teknik dergisindeki yazıda da, çamaşır suyunun soğuk suda da etkinliğini kaybetmemesi için yapılan çalışmalar örnek verilmiştir. Bu çalışmalar, Pseudomonas bakterisinde bulunan ve yağları çözebilme özelliğine sahip lipaz enzimlerinin, düşük sıcaklıklarda elde edilmesi esasına dayanır. Lipaz enziminin bilgisini taşıyan gen dizisi, çeşitli yöntemlerle daha küçük DNA parçalarına ayrılmaktadır. Daha sonra da bu parçalar gelişigüzel bir biçimde birbirleriyle birleşmeye bırakılmışlardır.
Bu deney, bir canlı türü içinde genetik değişimlerden ibarettir. Lipaz enzimine ait gen bilgisine yeni bir bilgi eklenmemekte, sadece enzimi etkin hale getiren sıcaklık derecesi düşürülmektedir. Bu ise, ne enzimin başka bir enzime ne de Pseudomonas bakterisinin bir başka tür bakteriye dönüşmesini sağlamaktadır. Buna "genetik çeşitlenme" (genetik varyasyon) denir ve bu çeşitlenme evrim teorisine hiçbir kanıt oluşturmaz.
Genetik çeşitlenmenin bakteriler düzeyinde pek çok örneği vardır. Sözgelimi, genetik mühendisliği çalışmalarında en çok kullanılan E. coli bakterisinin bir proteinine ait bilgiler, yukarıdaki yöntemle parçalanmakta, farklı eşleşmeler meydana getirilmekte ve böylece E. coli bakterisindeki bir proteine farklı özellikler kazandırılmaktadır. Ancak, burada kritik bir nokta vardır: Bu değişiklikler sonucunda, E. coli bakterisi hala E. coli bakterisi olarak kalmaktadır. Sadece, E. coli bakterisinin sahip olduğu bir özellik, örneğin bir enziminin etkin hale geldiği ısının derecesi değişmektedir.
Allah; sizi yarattı, sonra size rızık verdi, sonra sizi öldürmekte, daha sonra sizi diriltmektedir. Ortaklarınızdan bunlardan herhangi birini yapacak var mı?... (Rum Suresi, 40)
Evrimciler ise, bu gerçeği bilmelerine rağmen biyoteknoloji ile genlerde yapılan değişiklikleri evrimin bir delili olarak sunmaya çalışırlar. Oysa, bu genetik değişikliklerin evrim teorisinin bir delili olabilmesi için, bu değişiklikler sonucunda bir genetik bilgi artışı olması ve farklı türlerin ortaya çıkması gerekmektedir. Çünkü evrim teorisinin temel iddiasına göre, türler, tamamen farklı özelliklere sahip başka türlere dönüşmektedir ve yeryüzündeki canlı türlerinin kaynağı bu değişimdir.
Laboratuvar deneyleri sonucunda elde edilen genetik çeşitlenmeler ise, bir canlı türünden tamamen farklı bir genetik yapıya sahip başka bir canlı türünün oluştuğu iddiasını açıklamaz. Genetik çeşitlenmede, sadece potansiyel veya mevcut genetik bilginin ortaya çıkması veya kaybolması söz konusudur.
Evrimciler genetik çeşitlenmeye "mikroevrim' adını vererek, kasıtlı olarak bu gerçeği saptırmaya ve genetik çeşitlenmeyi evrimin delili olarak göstermeye çalışırlar. Bazı evrimcilerin iddiasına göre, genetik çeşitlenme, milyonlarca yıl içinde yeni bir türün oluşması ile sonuçlanır. Darwin'in iddiası da bu yöndedir.
Ancak genetik bilimi, evrimcilerin bu hayallerinin hiçbir zaman gerçekleşemeyeceğini ortaya koymaktadır. Çünkü, genetik çeşitlenmeye neden olan DNA'ların karışması, mutasyonlar, gen kombinasyonları gibi etkiler, sadece o canlı türünün sahip olduğu gen havuzu içinde gerçekleşir. Yani bu gen havuzuna yeni bir gen, başka bir deyişle farklı bir bilgi eklemek mümkün değildir. Sürekli karıştırılan oyun kartlarına yeni kartlar eklenmediği gibi, genlerin sürekli olarak birbirleri ile karıştırılmaları neticesinde yeni genler oluşmaz. 20. yüzyılın ünlü hayvan yetiştiricisi Luther Burbank da, türe bağlı kalma eğiliminin tüm canlıları belli bir sınır içinde tuttuğunu belirterek, türler arası değişimin olamayacağını açıklamıştır.1
Bunun en açık delillerinden biri ise, yıllardır meyve sinekleri üzerinde yapılan deneylerdir. Radyasyona maruz bırakılan meyve sineklerinin birçok mutantı oluşmuştur: fazladan kanadı çıkan meyve sinekleri, kanatsız meyve sinekleri, çok büyük kanatları olan meyve sinekleri, çok küçük kanatları olan meyve sinekleri gibi... Ancak yine de bunların tamamı meyve sineği olarak kalmıştır, çoğu sakat kalmış, bir kısmı yaşamını dahi sürdürememiştir. Hayatta kalanlardan da ortaya yeni bir tür çıkmamıştır.
Moleküler biyolog Dr. Michael Thomas, mikroevrimin, türler arasında değişime olanak tanımadığını ve evrimcilerin bu konuda bir çarpıtma yaptıklarını açıklar. Bu konuda verdiği örneklerden biri, evrimciler tarafından çarpıtılarak kullanılan bakteri ribozomu mutasyonlarıdır. Bu mutasyonlar bazı durumlarda ribozumun çalışmasını durdurmamakta, sadece form değişikliğine yol açmaktadır. Bu form değişikliği ise bakterinin streptomicin gibi ribozom üzerinde etkili olan antibiyotiklerden etkilenmemesini sağlamaktadır. Ancak bu durum bakteriye yeni bir genetik bilgi eklememekte, dolayısıyla iddia edildiği gibi bir "evrim örneği" oluşturmamaktadır. Dr. Thomas şu yorumu yapmaktadır:
Mutasyona uğrayan ribozom hala tipik bir bakteri ribozomudur. Bakteri hala bir bakteri olarak değişim göstermiş, başka bir türe dönüşmemiştir. Bugüne kadar bakteriler üzerinde uygulanan mutasyonlarda, bakteriye değil de farklı bir türe ait bir özelliğe dönüşüm görülmemiştir.
Mikroevrim türleri değiştirmez, ancak organizmanın kendi türü içinde bazı değişikliklere sahip olmasına olanak tanır.
Bazı evrimciler bu "küçük" değişikliklerin milyonlarca yıl içinde makroevrimsel bir değişimle sonuçlanacağını öne sürebilirler. Ancak, E. coli gibi metabolik kapasitesi olan bir bakteriye uygulanan değişimler bile bakterinin türünü değiştirmesine yetmemiştir. Ayrıca laboratuvarda gözlemlenen değişimler, makroevrim için gereken değişimler değildir. Öyle ise, mikroevrimin, makro evrim ile sonuçlanacağını iddia edenler yanlış bir benzetme kullanmakla suçlanabilirler.2
Onlar, üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahman (olan Allah')tan başkası (boşlukta) tutmuyor. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla görendir. (Mülk Suresi, 19)
Evrimcilerin kasıtlı olarak mikroevrim olarak adlandırdıkları genetik çeşitlenmenin, evrim teorisinin temelini oluşturan makroevrim iddiasını açıklayamayacağını, ünlü evrimci paleontolog Roger Lewin ise şöyle açıklamaktadır:
Darwin'in (varyasyonlardan yola çıkarak) yaptığı mantık yürütmeler haklı mıydı? Evrimsel biyolojinin tarihindeki son 40 yılın en önemli konferanslarından birine katılan bilim adamlarının ortaya koydukları yargıya göre, bu sorunun cevabı "hayır"dır. Chicago konferansındaki temel sorun, "mikroevrimi sağlayan temel mekanizmaların, makroevrim adını verdiğimiz fenomeni açıklamak için de kullanılıp kullanılamayacağı olmuştur. Cevap açıkça verilebilir: Hayır.3
Evrim teorisini eleştiren kitap ve makaleleri ile tanınan biyofizik profesörü Lee Spetner ise, bu gerçeği şöyle ifade etmektedir:
Evrimciler, 'evrim bir gerçektir' diye ısrar etseler de, evrim imkansız bir hikayeden başka bir şey değildir. Hiç kimse makroevrimin oluştuğunu gösterememiştir. Birçok evrimci makroevrimin, uzun bir mikroevrim dizisinin sonucu olduğunu öne sürer, ancak bugüne kadar bunu kanıtlayabilen biri olmamıştır.4
Sonuç olarak, Cumhuriyet Bilim Teknik dergisinde yer verilen ve genetik çeşitlenme ile sonuçlanan deneyler, evrim teorisinin bir delili değildir. Çünkü evrim teorisi, doğada canlıları daha kompleks hale getiren mekanizmalar bulunduğunu ve bu yolla bir canlı türünün bir başka canlı türüne dönüştüğünü iddia eder. Oysa, genetik mühendisliği ve biyoteknoloji alanında yapılan deneylerde genetik çeşitlenmelerin, tür değişikliğine yol açmasının imkansız olduğu görülmüştür. Ancak evrimci yayınlarda bu gerçek görmezden gelinmekte ve bazı kelime oyunları ile evrim teorisinin laboratuvarda ispatlandığı gibi gerçek dışı iddialar öne sürülmektedir.
Bu noktada belirtilmesi gereken bir başka konu ise, evrimcilerin evrime delil gibi sundukları deneylerin yapısıyla ilgilidir. Evrimciler, hem genlerde oluşan değişikliklerin rastgele meydana geldiğini öne sürerler, hem de bu rastgele değişikliklerden faydalı olanların doğal seleksiyon gibi şuursuz bir mekanizma vasıtasıyla seçildiğini iddia ederler. Ancak, laboratuvarda oluşturdukları ortamda hiçbir şey rastgele değildir. Aksine, genlerin çeşitli özel enzimlerin kullanılmasıyla DNA'dan kopartılarak, birbirleri ile karıştırılmaları, daha sonra tekrar bakterinin hücresine yerleştirilmeleri, ardından faydalı olanların seçilerek, tekrar birbirleri ile karıştırılmaları ve bu esnada hep uygun ortamlarda bulundurulmaları gibi aşamalar, bilinçli, akıl ve bilgi sahibi bilim adamları tarafından, özel hazırlanmış laboratuvar koşullarında yapılmaktadır. Ancak evrimcilerin iddiasına göre, doğada "evrim" gerçekleşirken herhangi bir akıl, bilinç ve bilgi bulunmamaktadır. Sadece tesadüfler ve bilinçsiz doğa kanunları etkindir. Evrimciler her ne kadar "laboratuvarda evrim kanıtlandı" başlıkları ile deneylerini duyursalar da, bu deneyler aslında, laboratuvarda yaratılışın gerekliliğinin kanıtlandığını göstermektedir.
Aslında genetik mühendisliğini içine alan araştırma ve deneylerin tamamı, canlılığın var olabilmesi için akıl, bilinç ve bilgi gerektiğini göstermektedir. Bu ise, sonsuz bir akıl ve bilgiye sahip olan Yaratıcı'nın, Allah'ın varlığının açık bir ispatıdır. Fakat evrimciler, evrim teorisine körü körüne bağlılıkları nedeniyle bu açık gerçeği görmezden gelmektedirler. Kansas State Üniversitesi'nden Scott C. Todd'un 30 Eylül 2000 tarihli Nature dergisinde yer alan sözleri bunun en açık delillerindendir:
Bütün veriler bilinçli bir tasarım olduğunu gösterse dahi böyle bir hipotez, natüralizme uymadığı için bilimden dışlanır.
Todd'un natüralizmden kastettiği ise, materyalist bilim anlayışıdır. Sadece maddenin varlığını kabul eden ve Allah'ın varlığını inkar etmeyi zorunlu kılan bir saplantıdır bu. İşte evrimciler bu materyalist saplantıları nedeniyle, evrim teorisini çürüten deney veya delilleri dahi, evrim teorisinin bir delili gibi sunma saplantısına sahiptirler
1. World Magazine, cilt 16, no. 7, 24 Şubat 2001.
2. Michael Thomas, "Stasis Considered", Origins Research, cilt 12, no. 2.
3. Roger Lewin, "Evolutionary theory under fire", Science, cilt 210 (4472), 21 Kasım 1980, s. 883.
4. Dr. Lee Spetner, Lee Spetner/Edward Max Dialogue, continuing an exchange with Dr. Edward E. Max; http://www.trueorigin.org/spetner2.htm.