Bilim ve Teknik dergisi, evrim teorisinin propagandasını yapma misyonunu Ağustos 2002 sayısında da sürdürdü. Derginin bazı bölümlerinde, gerçekte evrim teorisinin çelişkilerini ortaya koyan gelişmeler, evrim teorisinin yeni bir açıklaması veya delili gibi sunulmuştu. Bu yazılardan ikisine ("En Eski İnsan mı?" ve "Büyük Göçe Büyük Beyin Gerekmiyormuş") konu olan iki ayrı fosil hakkındaki evrimci iddialara önceki serilerde cevap verilmişti. (bkz. Evrimcilere Net Cevap 2-3, Harun Yahya) Bu nedenle bu yazıda, bu iki konuya yer verilmeyecektir.
Aşağıda, Bilim ve Teknik dergisinin Ağustos 2002 sayısında yer alan "Atalarımız Çoğalıyor" ve "Global Isınma Evrimi Hızlandırıyor mu?" başlıklı yazılardaki bilimsel ve mantıksal yanılgılar incelenecektir.
Bu yazıda, Illinois Üniversitesi'nden Carl Woese'un geçtiğimiz ay, canlıların kökeni hakkında yaptığı yeni açıklamalara yer verilmektedir. Woese, klasik Darwinci düşüncenin doğru olmadığını, bu düşünce ile hayatın kökeninin açıklanamayacağını belirtmektedir. Ancak kendi getirdiği açıklama, en az klasik Darwinci tez kadar çıkmazdadır. Klasik Darwinci görüşe göre, canlılık tek bir ata hücreden evrimleşerek meydana gelmiştir. Tesadüfen oluştuğuna inanılan ilk ata hücre, evrimleşerek iki türe, arke ve öbakterilere bölünmüş, ökaryotlar ise daha sonra arkelerden ya da arkelerle öbakteri karışımı bir türden evrimleşmiştir. Woese ise, bu üç hücre türünün birbirinden bağımsız olarak ortaya çıktıkları görüşünü savunmaktadır.
Ancak, Woese'un açıklamaları evrim teorisi için daha da büyük sorunlar getiriyor. Çünkü, evrimciler henüz tek bir hücrenin, hatta hücreyi meydana getiren proteinlerden tek bir tanesinin dahi tesadüfen nasıl oluştuğunu açıklayamazken, Woese, üç farklı hücre tipinin birbirinden bağımsız olarak, ayrı ayrı nasıl olup da tesadüfen oluşabildiğini açıklamak zorunda.
Evrimciler daha hücre aşamasına gelmeden çıkmaza girerler. Hücrenin yapı taşları olan proteinlerin tek bir tanesinin dahi tesadüfen meydana gelmesi ihtimali matematiksel olarak "0"dır.
Hücrenin ve proteinlerin yapısındaki komplekslik ortaya çıktıktan sonra, birçok moleküler biyolog, proteinlerin tesadüfler sonucunda meydana gelme ihtimallerinin olup olmadığı konusunda pek çok olasılık hesabı yapmıştır. Bu bilim adamları arasında Harold Morowitz, Fred Hoyle, Ilya Prigogine, Hubert Yockey ve Robert Sauer gibi ünlü kişiler de bulunmaktadır. Burada sayılanlar, evrimci bilim adamları olmalarına rağmen, vardıkları sonuç, protein gibi makromoleküllerin tesadüfen oluşma ihtimallerinin kesinlikle olmadığı yönündedir.
Örneğin 100 aminoasite sahip küçük bir protein molekülünün tesadüfler sonucunda oluşma ihtimalinin imkansızlığını şöyle bir matematik hesabı ile görebiliriz:
100 aminoasit uzunluğundaki bir proteinde, tüm aminoasitlerin tesadüfen sol-elli olma ihtimali yaklaşık olarak (1/2)100 ya da 1030'da 1 ihtimaldir. (Doğada her aminoasit sağ elli ve sol elli olmak üzere iki türlüdür. Canlılardaki aminoasitlerin tamamı sol ellidir.) Canlılardaki proteinlerde 20 aminoasit bulunduğundan, proteini oluşturan aminoasit zincirinin belli bir bölgesinde özel bir aminoasit elde etme ihtimali 1/20 dir. 100 aminoasit uzunluğundaki özel bir proteini elde etme ihtimali (1/20)100 ya da 10130'da 1'dir. Belli bir aminoasit zincirinde peptid bağ elde etme ihtimali yaklaşık %50'dir. (Fonksiyonel bir proteini oluşturan aminoasit aralarında peptid bağ denilen bağ ile bağlanmalıdırlar.) İçindeki bütün bağların peptid olduğu 100 aminoasitlik bir zincir elde etme ihtimali yaklaşık (1/2)100 yada 1030'da bir ihtimaldir. Bu da neredeyse sıfır denebilecek kadar az bir ihtimaldir.
Şimdi tüm bu olasılık hesaplarını göz önünde bulundurarak, bütün bağlarının peptid bağ olduğu, bütün aminoasitlerinin sol-elli olduğu ve aminoasitlerin belirli bir protein için özel bir sıralamaya göre dizildiği 100 aminoasit uzunluğundaki bir zincirin tesadüfen oluşma ihtimalinin ne olduğuna bakalım. Bu ihtimal yaklaşık 10190'da 1 olur. Böyle bir ihtimalin gerçekleşebilmesi için dünyanın yaşı kadar uzun bir süre verilse bile, pratik olarak bu proteinin oluşması ihtimali sıfırdır. Ayrıca matematiksel olarak 1050'de bir ihtimalin "sıfır" olduğunu da göz önünde bulundurursak, böyle bir durumun tesadüfen oluşum ihtimalinin kesinlikle imkansız olduğunu daha açık görebiliriz. Hatta 10190 sayısının yaklaşık 4 tane 1050 sayısı içerdiği düşünülürse, bu imkansızlık daha da iyi anlaşılır. (1050.1050.1050.1040=10190).
Bu sonuçların ışığında dünyaca ünlü biyokimyacı Prof. Dr. Michael Behe, 100 aminoasit uzunluğundaki bir proteinde uygun bir dizilim elde etme ihtimalinin, gözleri kapalı birinin 8.600.000 kilometrekare büyüklüğündeki Sahra Çölü'ndeki işaretlenmiş tek bir kum parçasını bulma ve bunu üç kez tekrarlama ihtimalinden bile çok daha az olduğunu ifade etmektedir.1
Science News isimli bilimsel derginin Ocak 1999 sayısında yayınlanan bir makalede de, aminoasitlerin nasıl olup da proteinleri oluşturduğuna hala hiçbir açıklama getirilemediği şöyle belirtilmektedir:
Hiç kimse şimdiye kadar nasıl olup da geniş çapta dağılmış yapı taşlarının proteinlere dönüştüğünü tatmin edici bir şekilde açıklayamamıştır. İlkel dünyanın varsayılan koşulları, aminoasitleri yalıtılmış bir yalnızlığa doğru sürükleyecek şekildedir.2
Tek bir proteinin dahi tesadüfen oluşması imkansızlığın bu kadar ötesinde iken, canlıların yapılarında görev yapan binlerce çeşit proteinin tesadüfen oluşup, biraraya gelerek hücreleri oluşturduğunu iddia etmenin ne kadar mantık dışı olduğu ortadadır. Kaldı ki, hücre bünyesinde görev yapanlar sadece proteinler değildir. Hücre üstün bir şuurla yaratılmış olan proteinlerin ve diğer moleküllerin aynı şuur ile ve eşsiz bir planla organize edilmelerinden oluşur. Hücrenin planı içinde hiçbir molekül boş yere üretilmez, her birinin kendi özelliklerine uygun bir görevi vardır.
Evrimciler, hücrenin içindeki tek bir proteinin dahi tesadüfen nasıl oluştuğunu açıklayamazken, Woese'un öne sürdüğü gibi üç ayrı hücre tipinin ayrı ayrı tesadüfen oluştuğunu kesinlikle açıklayamazlar. Woese, her ne kadar yeni tezini ortaya atarken, "klasik Darwinist düşünce ile hücrenin evriminin açıklanmasının imkansızlaştığını, yeni görüşler öne sürmek gerektiğini" belirtmiş olsa da, kendi açıklaması ile evrim teorisi kurtulmamış, bilakis evrim teorisinin en önemli çıkmazlarından biri bir kez daha gözler önüne getirilmiştir.
Woese'yi böylesine imkansız bir tez öne sürmeye iten nedene de dikkat etmek gerekir: Söz konusu üç ayrı hücre tipi (yani arkebakteriler, öbakteriler ve ökaryotlar) birbirlerinden yapısal olarak çok farklıdırlar ve bu hücrelerin arasında "evrim basamağı" teşkil edecek bir ara form bulunmadığı gibi böyle bir ara formu teorik olarak tasarlamak bile mümkün gözükmemektedir. Dolayısıyla bunların ayrı ayrı ortaya çıktıkları tezi, herhangi bir kanıttan değil, bunların birbirlerinden evrimleşmelerinin imkansız olduğunun görülmesinden kaynaklanmaktadır. Bu açıdan da Woese'nin tezi evrim teorisi için yaşamın kökeni konusunda bir çıkış yolu değil, sadece büyük bir çıkmazın itirafıdır.
Bilim ve Teknik dergisinin Ağustos 2002 tarihli sayısında yer alan "Global Isınma Evrimi Hızlandırıyor mu?" başlıklı yazıda ise, çok daha vahim sayılabilecek bir iddia yer alıyor. Kansas Üniversitesi'nden bazı araştırmacılara göre, atmosferdeki CO2 oranı arttıkça, türlerin sayısı da artış gösteriyor. Fosil verileriyle, CO2 artış oranını karşılaştıran araştırmacılar, CO2 oranı ile yeni türlerin ortaya çıkışı arasında bir ilişki olduğunu gördüklerini iddia etmektedirler.
Bu iddia, evrimcilerin kısır döngü mantıklarının tipik bir örneğidir. Evrimciler, her koşulda evrim teorisinin doğru olduğunu kabul ettikleri için, tüm mantıklarını bunun üzerine kurarlar. Örneğin,
CO2 ile türlerin ortaya çıkışı konusunda da aynı durum söz konusudur.
Ne var ki, bir önceki örnekte de olduğu gibi, evrimcilerin bu kez de, "CO2 nasıl olup da evrimi hızlandırıyor?" sorusuna verebilecekleri bir cevapları yoktur. Nitekim New Scientist dergisinde yer alan "Nature Steps on the Gas" (Doğa Gaz Üzerinde Yükseliyor) başlıklı makalede konu hakkında şu yoruma yer veriliyor:
Araştırmacılar, CO2 seviyesinin evrimi nasıl etkilediği konusunda emin değiller.3
Evrimcilerin bu kısır döngü mantığı ile, her olayı birbiri ile ilişkili göstermek mümkündür. Örneğin, güneşli havalarda borsada satışların artış gösterdiğini öne sürebilirsiniz. Ancak biri size, Güneş ile borsa arasında nasıl bir ilişki olduğunu sorduğunda, "bunu bilmiyoruz" diyebilirsiniz. Veya, elma tüketiminin çok olduğu bir şehirde, kitap okuma oranının da yüksek olduğunu tespit edebilirsiniz. Ve eğer evrimciler gibi bir mantık yapısına sahipseniz, hemen elma tüketimi ile kitap okuma alışkanlığı arasında bir ilişki olduğunu öne sürebilirsiniz. Ancak yine, evrimciler gibi "nasıl" sorusuna bir cevabınız olmaz.
Bilim alanındaki gelişmeler, evrim teorisinin 19. yüzyıla ait gerçekdışı bir inanç olduğunu açıkça ortaya çıkardı. Ne var ki evrimciler, bu gerçeği görmezden gelerek, evrim teorisini ayakta tutmak için hala büyük bir uğraş vermeye devam etmektedirler. Fransız Bilimler Akademisi eski başkanı ve Evolution of Living Organisms (Canlı Organizmaların Evrimi) isimli kitabın yazarı Pierre Paul Grassé, bir evrimci olmasına rağmen, evrim teorisini açık sözlülükle eleştirmesi ile tanınmaktadır. Grassé, evrimcilerin gözü kapalı taraftarlıkları hakkında şu yorumda bulunur:
Bugün, bizim görevimiz, bizden daha önce baş gösteren ve basit, anlaşılır ve açıklanmış bir olgu olarak kabul edilen evrim mitolojisini yıkmaktır.
Hile (aldatma) bazen bilinçsiz olur, ama her zaman değil, çünkü bazı insanlar, tarafgirlikleri nedeniyle, amaçlı olarak gerçeği görmezden gelirler ve inançlarının yetersizliğini ve yanlışlığını kabul etmeyi reddederler.4
1. Mere Creation, edited by William A. Dembski, Intervarsity Press, Illinois, 1998, ss. 125-126.
2. Sarah Simpson, "Life's First Scalding Steps", Science News, no. 155(2), 9 Ocak 1999, s. 25.
3. Dan Eatherley, "Nature steps on gas", New Scientist, cilt 174, no. 2348, 22 Haziran 2002, s. 13.
4. Pierre Paul Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New York, 1977, s. 8.