Bilim ve Teknik dergisinin evrim teorisi lehindeki iddialarının cevapları defalarca açıklanmış, hatta kitaplara konu olmuştur. (bkz. Harun Yahya, Evrimcilerin Yanılgıları, Evrimcilere Net Cevap I, Evrimcilere Net Cevap II) Ancak Kasım 2001 sayısında, dergi yönetiminin bu konuda daha duyarlı bir tutum takındığını ve evrim teorisini eleştiren bilimsel bir makaleyi de yayınladığını görüyorüz. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi ve Adana Milletvekili Sayın Prof. Dr. Ali Gören'in dergide yayınlanan "Yaşamın Kökeni Hakkında Yeni Bir Yaklaşım: Bilinçli Tasarım" başlıklı yazısı, Bilim ve Teknik'in artık bu konuya daha açık fikirli bakmaya başladığının bir göstergesidir.
Dergide evrim teorisini savunan yazıların ilki, editör Raşit Gürdilek tarafından kaleme alınan "Evrim Tartışmaları" başlıklı kısa bir makaledir. İkincisi ise, Gürdilek tarafından İngiliz evrimci genetikçi Dr. Andrew Berry ile yapılan "Evrim Rastlantı Değil ki" başlıklı bir röportajdır.
İlk yazıyı incelediğimizde, Sayın Gürdilek'in bir dizi evrimci iddiayı birer cümle ile belirttiğini, ancak bu iddiaların her birinin önemli yanılgılar içerdiğini, bazılarının ise tamamen yanlış olduğunu görebiliyoruz:
Yazıda "fosil kayıtlarında Darwin'in öngörüleri doğrultusunda bir değişimin işaretleri veriliyor" denmektedir. Yazının bir diğer cümlesinde ise, "fosillerin kolayca gösterdiği anatomik evrim"den söz edilmektedir.
Oysa bu cümlelerde ileri sürülen "fosiller evrimi destekler" iddiasını geçersiz kılan binlerce bilimsel kitap ve makale vardır. Fosillerin Darwin'in hayal ettiği "türler arası ara form"ları ortaya çıkarmadığı, aksine yeryüzündeki farklı canlı gruplarının fosil kayıtlarında kendilerine özgü yapılarıyla bir anda ortaya çıktıkları, bugün evrimci paleontologların önemli bir bölümü de dahil olmak üzere, pek çok bilim adamı tarafından kabul edilmektedir. Bu konudaki itiraflar oldukça açıktır. İşte birkaç örnek:
Evrimci biyoloğu Ernst Mayr |
Indiana Moleküler Biyoloji Enstitüsü Başkanı Prof. Rudolf A. Raff ve Indiana Üniversitesi'nden Thomas Kaufman:
Fosil türleri arasındaki atalara veya ara geçiş formlarına ait fosillerin eksikliği sadece erken metazoan dönemine özel bir gariplik değil. Boşluklar genel olarak var ve fosil kayıtları boyunca geçerli.1
Neo-Darwinizm'in kurucularından, 20. yüzyılın en önemli evrimci biyoloğu Ernst Mayr:
Paleontologlar uzun süredir Darwin'in küçük aşamalarla değişim şartının paleontolojinin bulguları ile çeliştiğinin farkında. Filumlara ait çizgiler izlendiğinde, çok küçük aşamalı değişiklikler görülüyor, ancak bu değişiklikler bir türü farklı bir cinse (genus) dönüştürecek türden değil ve yeni bir türün kökenine dair bir açıklama getirmiyor. Gerçekte (fosil kayıtlarında) yeni olan her tür, her zaman aniden beliriyor.2
Rethinking Anthropology isimli kitabın yazarı E. R. Leach, Nature dergisindeki bir yazısında:
Fosil kayıtlarındaki eksik halkalar Darwin'i endişelendiriyordu. Bunların gelecekte bulunacağından emindi, ancak bu kayıp halkalar hala eksik ve eksik olarak kalmaya devam edecekler gibi görünüyor.3
Kısacası, fosil kayıtlarının Darwinizmi kanıtladığı yönündeki iddia doğru değildir. Bilimsel literatür yakından takip edildiğinde, bu gerçek kolaylıkla görülebilmektedir.
Paleontologlar uzun süredir Darwin'in küçük aşamalarla değişim şartının paleontolojinin bulguları ile çeliştiğinin farkında. Fosil kayıtlarındaki eksik halkalar Darwin'i endişelendiriyordu. Bunların gelecekte bulunacağından emindi, ancak bu kayıp halkalar hala eksik ve eksik olarak kalmaya devam edecekler gibi görünüyor.
E.R. Leach
"Evrim Tartışmaları" başlıklı yazıda mutasyonlar moleküler düzeyde evrim teorisini kanıtlayan bir olgu olarak gösterilmek istenmiştir. Oysa mutasyonlar hiç de evrimcilerin umdukları gibi canlıların evrimleşmesini sağlayacak özelliklere sahip değildirler. DNA'da meydana gelen mutasyonların bir kısmının DNA üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Çoğu ise DNA'ya, dolayısıyla organizmaya zarar verir.
Evrimcilerin "faydalı mutasyonlar" olarak tanımladıkları mutasyonlar ise gerçekte yanıltıcı bir yoruma dayalıdır. Söz konusu "faydalı" mutasyonlara evrimcilerin verdikleri iki klasik örnek; bakterilerin antibiyotiklere, böceklerin ise böcek zehirlerine karşı direnç kazanmalarıdır. Ancak her iki durumda da, mutasyon canlılarda gerçekte genetik bilgi kaybına yol açmakta, bu mutlak zararın ise dolaylı bir faydası oluşmaktadır. Örneğin mutasyon sonucunda antibiyotiklere karşı direnç kazanan bakterilerdeki asıl etki, ribozomlarının yapısının bozulmasıdır. Ribozomdaki bozukluk, antibiyotiğin bu organele yapışmasını engellemekte, bu da "bağışıklık" sağlamaktadır. Ama sonuçta bakterinin ribozomu genetik bilgi kaybetmektedir. Bu durum, görme yeteneğini kaybeden bir insanın göz hastalıklarına karşı "bağışıklık" kazanması gibi bir örnektir. Elbette ki bu gibi dolaylı bir "fayda", bir evrim örneği sayılamaz.
Mutasyonlarin Canlilik Üzerindeki Etkisi % 99 Olumsuzdur |
Meyve sineklerine uygulanan mutasyonlar sonucunda yeni bir tür elde edilemediği gibi, gözünden bacak çıkan, sakat kanatları olan meyve sinekleri oluşmuştur. Bu deneyler, mutasyonların evrime yol açtığını ispatlamak için yapılmıştır, ancak evrimciler istedikleri sonuçları elde edememişler, hatta mutasyonların canlılara sadece zarar verdiğini bir kez daha göstermişlerdir. |
1) Normal meyve sineklerinde uçuş sırasında dengede durmalarını sağlayan bir çift kanat ve özel bir kas yapıları vardır. |
Dahası, tüm bu bağışıklık örnekleri, biyokimyasal mutasyonlarla ilgilidair. Ancak biyokimyasal mutasyonlar, farklı canlı türlerin oluşması için gereken büyük yapısal değişiklikleri açıklayamazlar. Farklı canlı gruplarının oluşması için, mutasyonların, organizmanın morfolojisini –şeklini– değiştirmesi gerekmektedir. Oysa bilinen hiçbir "faydalı morfolojik mutasyon" örneği yoktur. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni, Araştırma Yayıncılık, İstanbul, 2005)
Evrimciler bu konuda köşeye sıkıştıkları için, eldeki bazı bulguları çarpıtarak yorumlamak durumunda kalırlar. Bunun en ünlü örneği, laboratuvar deneyleri sırasında morfolojik mutasyonlara maruz kalan meyve sineği, yani Drosophila melanogaster'dir. Drosophila'ya uygulanan bir seri mutasyon, iki kanatlı olan bu canlının bazı bireylerinin dört kanada sahip olmasına neden olmuştur. Bu nedenle 1978 yılından bu yana meyve sineği ders kitaplarında ve evrimci basında yer alan en popüler evrimci konulardan biri olmuştur. Evrimciler canlının 2 yerine 4 kanada sahip olmasını bir "evrim", yani biyolojik gelişme örneği gibi gösterirler.
Mutasyonlar ya etkisizdirler ya da canlılara zarar verirler. |
Ama gizledikleri çok önemli bir nokta vardır: Söz konusu 4 kanatlı mutant (mutasyon geçirmiş) meyve sineklerinin sadece iki kanadında kas vardır. Diğer iki ekstra kanat, uçuş kaslarından yoksundur. Dolayısıyla da canlıya uçuşta bir avantaj sağlamamakta, sadece yük olmaktadırlar. 4 kanatlı mutant sinekleri yakından gözlemleyen herkes, bu canlıların aslında sakat olduklarını görebilir. Ama evrimciler bu ayrıntıyı hiç belirtmemekte, sadece 4 kanatlı sineklerin durağan resimlerini yayınlayarak sahte bir "biyolojik gelişim" izlenimi vermeye çalışmaktadırlar.
Dikkat edilmesi gereken ikinci bir nokta da şudur: 4 kanatlı meyve sineği tek bir mutasyonla, doğal şartlarda oluşmamaktadır. Üç kuşak boyunca bilim adamları tarafından yapay mutasyonlara uğratılmış ve laboratuvarda dikkatlice bakılıp korunmuştur. Moleküler biyolog Jonathan Wells'in ifadesiyle "bu 4 kanatlı sinekler, genetikçilerin hünerlerini görmek ve genlerin organizmaların gelişmesindeki rollerini anlamak açısından önemlidir. Ancak, DNA mutasyonlarının evrim için bir ham madde sağladığı iddiasına kesinlikle delil oluşturmamaktadır". (Ayrıntılı bilgi için bkz. Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni, Vural Yayıncılık, İstanbul, Şubat 2000; Johathan Wells, Icons of Evolution, Regnery Publishing, Washington DC, 2000, s. 177-193)
Sonuç olarak yazıda yer alan kalıtım şifresindeki mutasyonların, moleküler düzeyde evrimi kanıtladığı iddiası büyük bir yanılgıdır. Örneğin yukarıda anlattığımız mutasyonlar konusundaki ifade ilginçtir:
"Ancak bu tartışma (evrim-yaratılış tartışması), objektif verilerin etkisiyle ve moleküler biyolojinin gelişmesi sayesinde en az Batı'da büyük ölçüde durulmuş görünüyor. Nedeni, kalıtım şifresindeki mutasyonların, türlerdeki değişimi moleküler düzeyde de açıklayabilmesi."
Burada Batı dünyasında evrim teorisinin genel kabul gördüğü iddia edilirken -ki bu da doğru olmayan bir iddiadır- konu mutasyonlara dayandırılmaktadır. Mutasyonlar evrim teorisine delil gibi gösterilirken kullanılan ifade de ilginçtir: "Mutasyonların, türlerdeki değişimi moleküler düzeyde de açıklayabilmesi..."
Elbette mutasyonlar "moleküler düzeydeki değişimleri" açıklar ama bu, evrim teorisine kanıt değildir. Mutasyon, zaten genetik bilgiyi değiştiren etkinin ismidir. Önemli olan nokta, mutasyonun canlılarda olumlu mu yoksa olumsuz mu değişiklikler oluşturduğudur. Elbette bir mutasyon bir türdeki, örneğin mutant meyve sineklerindeki değişimi moleküler düzeyde açıklar. Ama açıkladığı gerçek, bu canlıların mutasyon sonucunda hep sakat kaldıklarıdır. Canlılara genetik bilgi ekleyen hiçbir mutasyon örneği yoktur ve zaten evrim teorisini çürüten en önemli gerçeklerden biri budur.
Yukarıdaki tabloda tek bir hücre içinde meydana gelen kimyasal reaksiyonların şeması görülmektedir. Hücrenin içindeki, ancak elektron mikroskobuyla görebildiğimiz son derece yoğun faaliyetler, hiçbir hataya ihtimal bırakmaksızın aralıksız devam ederler. Bilim adamlarının tarif etmekte güçlük çektiği hücrenin kompleks yapısı, bugün evrimcileri hayatın nasıl başladığı noktasında çaresiz bırakmaktadır. Hücredeki komplekslik, sistemin çalışması için aynı anda pekçok unsurun kusursuzca varolması koşulunu öngörür. Ayrıca bütünü oluşturacak olan parçalar da ayrı ayrı son derece kompleks yapılara sahiptir ve bu parçaların varlığından ancak tümü birarada olduğunda söz etmemiz mümkündür. Hücredeki birbiriyle içiçe geçmiş ve birbirine bağımlı parçalardan oluşan bu sistem, tesadüflerle açıklanamayacak kadar üst düzeyde bir kompleksliğie sahiptir. |
Prof. Michael Behe'nin Darwin'in Kara Kutusu adlı kitabında yeralan ve evrim teorisinin geçersizliğini ispatlayan kavramlardan biri, canlılarda görülen indirgenemez kompleks sistemlerdir. İndirgenemez komplekslik kısaca, canlı sistemlerde yer alan kanın pıhtılaşması, bakteri kamçısı, hücre içi haberleşme sistemi gibi birçok yapının, birçok farklı parçalardan oluştuğunu ve bu parçalardan birinin eksikliği durumunda bu sistemlerin atıl durumda olacağını, işe yaramayacağını anlatan bir terimdir. Evrim teorisi ise aşamalı bir gelişim olduğunu, dolayısıyla bir sistemin farklı parçalarının aşamalı olarak, doğal seleksiyon yoluyla meydana geldiğini öne sürer. Ancak, sözü edilen kompleks sistemler bu şekilde açıklanamaz, çünkü ara aşamalar hiçbir fonksiyona sahip olmadığı için "doğal seleksiyon" vasıtasıyla seçilemez. Dolayısıyla canlılardaki indirgenemez komplekslik, Darwinizm'i geçersiz kılmakta ve canlılığın yaratılış ürünü olduğunu göstermektedir.
Bilim ve Teknik dergisi editörü Sayın Gürdilek ise, "Evrim Tartışmaları" başlıklı yazısında, bazı evrimci bilim adamlarının Behe'nin açıklamalarına getirdikleri bazı eleştirilere yer vermiştir. Sayın Gürdilek'in dayanak aldığı iki evrimci, Jerry Coyne ve Allen Orr'dur. Bu iki bilim adamı, Behe'nin tezine karşı çıkan yazılar kaleme almışlardır. Bu yazıların cevabı ise yine Behe tarafından verilmiştir. Behe, bu konuyla ilgili cevabında şunları yazmaktadır:
Profesör Orr, indirgenemez komplekslik kavramı hakkında yanlış bir görüşe sahip... Darwin'in Kara Kutusu'nda indirgenemez kompleksliği şöyle tanımladım: "İyi uyumlu ve temel fonksiyon için birbiriyle etkileşim içindeki pek çok parçadan oluşan ve bu parçaların herhangi birinin eksiltilmesinin sistemin fonksiyonunun durmasına neden olacağı bir sistem." Orr ise bu terimi yüzeysel bir şekilde kullanmakta ve "eğer bir parça çıkarırsan, organizma ölür" şeklinde anlamaktadır...
Kısacası, bazı sistemler diğerlerinden daha komplekstir ve dolayısıyla daha indirgenemezdir... Aslında, her sistemin detaylarını incelediğinizde, benim yaptığım gibi, Darwinizm'in zorlukları pek çok yerde ortaya çıkar...
Görünen odur ki, Orr, (yaşama getirilecek) açıklamanın özünün, evrimcilerin kavramlar üzerine kondurdukları etiketleri bilmeyle olacağını sanmaktadır. Oysa önemli olan, bu kavramların gerçekten hayatın nasıl oluştuğunu açıklayıp açıklamadıklarıdır.4
Bilim ve Teknik'teki makalede, Profesör Jerry A. Coyne'un canlılarda görülen yaratılış delillerine karşı getirdiği bir itiraz, çok güçlü bir argüman gibi aktarılmaktadır: Coyne, "herşeyi açıklayamayacağımıza göre, her zaman tasarım için bir kanıt bulunabilecektir" demektedir. Ancak evrimcilerin "açıklayabildiği" bir sistem yoktur. Behe, bu gerçeği şöyle açıklar:
Coyne, eğer bir biyokimyasal sistem doğal seleksiyonla açıklanırsa, yaratılışı savunanların bir diğer sisteme atlayacaklarından ve bu nedenle bu teorinin yanlışlanamaz olduğundan yakınmaktadır. Eğer Darwinistler herhangi bir kompleks biyokimyasal sistemi açıklayabilmiş olsalardı, bu yakınmanın bir haklılık payı olabilirdi... Oysaki bugüne kadar (doğal seleksiyon) kompleksliğe sahip fonksiyonel sistemlerin hiçbirinin kökenini açıklamayı başaramamıştır.5
Gürdilek, Bilim ve Teknik'teki makalesinde, Coyne'un bir itirazını daha aktarmaktadır: "Coyne, küçük parçaların birbirlerine eklenerek en sonunda işlev kazanmadıklarını öne sürmekte ve "daha başka süreçlerle paylaşılan, bazen işe yaramayan, atıl, kopya genlerden, ya da eski işlevlerini çoktan yitirmiş fosil parçalardan da oluşuyor. Demek ki daha önce 'evrilmiş' yapıtaşları da söz konusu" demektedir."
Prof. Michael Behe'nin Darwin'in Kara Kutusu isimli kitabı. |
Oysa bu "açıklama" da temelsiz bir spekülasyondan başka bir şey değildir ve evrimcilerin sorununu çözmemektedir. Behe, Coyne ve Orr gibi evrimciler tarafından teorisine karşı yöneltilen bu yüzeysel itirazı şöyle açıklar:
Orr, bir fare kapanının (Behe'nin indirgenemez kompleksliği açıklamak için kullandığı örnek) parçalarının başka bir şey olarak oluşmaya başlamış ve sonradan şu anki yapılarına dönüşmüş olabileceklerini söylemektedir. Bu gibi argümanları Darwin'in Kara Kutusu'nun 66. sayfasında cevaplandırdım. Özetle, bu yaklaşımın (evrimcilere) kazandırdığı bir şey yoktur. Parçaların sonraki bir aşamada yine birbirlerine uyumlu hale getirilmeleri gerekecektir ve yine tüm parçalar gerektiği şekilde ayarlanmadan sistem çalışmayacaktır. Bu, bilinçli bir düzenleme gerektirmektedir.6
Sonuçta, evrimcilerin canlıların yapısında görülen tasarım delillerine karşı getirebildikleri tutarlı bir itiraz ve "indirgenemez kompleks" sistemlere getirebildikleri bilimsel bir açıklama yoktur. Coyne ve Orr gibi evrimcilerin argümanları, aslında, sadece ne kadar yüzeysel ve dogmatik düşündüklerini göstermektedir. Tüm gerçekler göstermektedir ki, canlılardaki tasarım örnekleri Allah’ın yaratışının apaçık delilleridir.
Üstte evrimci biyolog Ernst Haeckel tarafından 1866 yılında çizilen hayali "hayat ağacı" günümüzde moleküler bilimin ortaya koyduğu gerçeklerle bir kez daha yalanlanmıştır. Hiçbir bilimsel değeri olmayan evrimsel soyağaçları, amatörce ortaya atılmış iddialar olarak tarihte yerlerini almıştır. |
Evrim teorisi, 19. yüzyıldan bu yana, ufak tefek değişikliklere rağmen temelde aynı kalan bir "hayat ağacı şeması"nı savunmaktadır. Bu şema, canlıların anatomik benzerliklerine göre çıkarılmış, birbirine en benzer görülen canlılar, bu şemada "en yakın evrimsel akrabalar" olarak tanımlanmıştır. Fosil kayıtlarından gelen bilgiler çoğu kez bu şemaya uyum göstermese de, bazı noktalar karanlıkta bırakılarak, şema büyük ölçüde tamamlanmıştır.
Dış görünüme ve fosillere dayanan bu şemanın test edilmesi ise, canlıların moleküler yapılarının (protein dizilimlerinin, DNA dizilimlerinin ve rRNA dizilimlerinin) birbirleriyle karşılaştırılması ile başlamıştır. 1970'lerde başlayan, ancak asıl olarak 90'lı yıllarda gelişen ve "sekans (dizilim) analizi" olarak bilinen yöntemlerle, farklı canlı türlerinin ortak proteinleri, ortak genleri veya ortak rRNA'ları (ribozomal RNA'ları) karşılaştırılmıştır. Evrimciler, teorilerine göre birbirlerine "yakın akraba" saydıkları canlıların molekül yapılarının, birbirine çok benzer çıkacağını ummuşlardır. Ama sonuçlar onlar için tam bir hayalkırıklığı olmuştur.
"Evrim Tartışmaları" yazısında, bu konuda da yüzeysel bir açıklama yapılmakta ve Coyne'dan alınan bir bilgi aktarılarak "bir memeli olan yarasanın kanındaki hemoglobin kuşlardan çok, bir başka memeli olan balinanınkine yakın" denmekle yetinilmektedir. Oysa moleküler biyolojinin sonuçları, tek bir örnekten değil, pek çok farklı örneğin birarada incelenip topluca yorumlanmasıyla anlaşılabilir. Bu toplu sonuçlar incelendiğinde ise, moleküler karşılaştırmaların "anatomi üzerinde bina edilen sınıflandırmaları" alt-üst ettiği ortaya çıkmaktadır. (Ayrıntılı bilgi için bkz, Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni, "Moleküler Homoloji İddiasının Geçersizliği" bölümü)
Proteinler, rRNA veya genler üzerindeki karşılaştırmalar, evrim teorisine göre birbirinin yakın akrabası sayılan canlıları birbirinden çok uzak çıkarmaktadır. 1996 yılında 88 proteinin dizilimi üzerinde yapılan karşılaştırmalar; tavşanları kemirgenler yerine primatlara yakın çıkarmıştır. 1998 yılında 19 farklı hayvan türünün 13 geni üzerinde yapılan analizler, deniz kestanelerini (hiçbir evrimsel yakınlıkları iddia edilemeyen) kordalılar filumuna yakın göstermiştir. 1998 yılında 12 farklı protein temel alınarak yapılan karşılaştırmalar inekleri balinalara atlardan daha yakın çıkarmıştır. 7
Illinois Üniversitesinden ünlü biyolog Carl Woese "filogeni" (evrimsel akrabalık) kavramının moleküler bulgular karşısında anlamını yitirdiğini şöyle kabul eder:
Şimdiye kadar üretilen pek çok bireysel protein filogenilerinden hiçbir kapsamlı organizmal filogeni çıkmamıştır. Filogenetik uygunsuzluklar, evrensel ağacın (evrimsel soyağacının) her yerinde görülebilir; köklerinden ana dallarına ve ana gruplamaları oluşturan grupların kendi aralarında.8
Evrimciler, Ortaçağ'ın tutucu çevrelerinin dogmatik tutumunu sergilemekte, bilimsel bulgulara rağmen "dünya düzdür" diye ısrar edenlerle aynı mantık örgüsünü sergilemektedirler. |
Moleküler karşılaştırmaların evrim teorisi lehinde değil, aleyhinde sonuçlar verdiği, 1999 yılında Science dergisinde yayınlanan "Is It Time to Uproot the Tree of Life?" (Hayat Ağacı'nı Yerinden Sökmenin Zamanı mı Geldi?) başlıklı bir makalede de kabul edilmiştir. Elizabeth Pennisi imzalı makalede, Darwinist biyologların "evrim ağacını" aydınlatmak için yürüttükleri genetik analiz ve karşılaştırmaların tam aksi yönde sonuç verdiği belirtilmiş, "yeni verilerin evrimsel tabloyu kararttığı" ifade edilmiştir:
Bir yıl önce, bir düzineden fazla mikro organizmanın yeni dizinlenmiş genomlarını inceleyen biyologlar, bu bilgilerin yaşamın erken zamanlarının tarihi hakkındaki kabul edilmiş çizgileri destekleyeceğini ummuşlardı. Ama gördükleri şey onları şaşkına düşürdü. O an mevcut olan genomların karşılaştırılması, yaşamın büyük gruplarının nasıl ortaya çıktığına dair tabloyu aydınlatmadığı gibi, onu daha da karışık hale getirdi. Ve şimdi, elde bulunan 8 yeni mikrobial dizilimle birlikte, durum daha da kafa karıştırıcı bir hal aldı...
Çoğu evrimci biyolog, yaşamın başlangıcını üç temel alemde bulabileceklerini düşünüyorlardı... Tam DNA dizilimleri, başka türlü genlerin karşılaştırılmasının yolunu açtığında, araştırmacılar basitçe bu ağaca daha fazla detay ekleyeceklerini umuyorlardı. Ama "hiçbir şey gerçekten bu kadar daha uzak olamazdı" diyor Claire Fraser, Rockville Maryland'deki The Institute for Genomic Research'ün başkanı. Aksine, (genetik) karşılaştırmalar, hem rRNA ağacıyla hem de birbirleriyle çelişki içinde bulunan pek çok farklı hayat ağacı versiyonu ortaya çıkardı.9
Kısacası, canlılık moleküler düFzeyde incelendikçe, evrim teorisinin homoloji varsayımları birer birer çökmektedir. Amerikalı moleküler biyolog Jonathan Wells, 2000 yılındaki durumu şöyle özetler: "Farklı moleküller üzerine kurulu olan ağaçlardaki uyumsuzluklar ve moleküler analizler sonucunda ortaya çıkan garip sonuçlar, moleküler filogeniyi bir krize sürüklemiş durumdadır."10
Bilim ve Teknik Dergisi'nin Kasım 2001 sayısındaki "evrim teorisini kurtarma" amaçlı yazılardan ikincisi, derginin editörü Raşit Gürdilek tarafından, Oxford Üniversitesi ve dönem dönem Sabancı ve Harvard Üniversitelerinde dersler veren Dr. Andrew Berry ile yapılan bir röportajdır. Bilimsel yanılgılarını daha önce de açıkladığımız "evrimsel genetikçi" Dr. Berry, yine evrim teorisine gözü kapalı bir bağlılık sergilemiştir.
Berry'nin Bilim ve Teknik'in bu sayısında ileri sürdüğü iddiaların cevaplarının hepsini daha önce vermiştik. Burada yine kısaca belirteceğiz. Ancak bundan da önemli olan, Berry tarafından kullanılan ve evrimciler arasında çok yaygın olan "demagoji yöntemleri"ni tespit etmek ve ortaya çıkarmaktır. Evrimciler, bilimsel kanıtlardan yoksun olan teorilerini, küçük mantık oyunlarıyla ayakta tutma çabasındadırlar. Bunları ilerleyen sayfalarda sırayla inceleyeceğiz.
Evrimcilerin demagoji yöntemlerinin en belirginlerinden biri, kasıtlı olarak hatalı örneklendirmeler kullanmaktır. Berry'nin bunu nasıl kullandığını aşağıdaki cümlelerinde görelim:
Yaratılışı savunanlarca geliştirilen bir hipotezin kanıtlanması olanaklı değildir. Tanrının her kuş için ayrı, her yarasa için ayrı, her böcek için ayrı kanat yarattığının tersini kanıtlayamam. Tıpkı, Tanrı'nın kütle çekiminin ivmesini 9,8 m/s2 olarak belirlediğinin tersini kanıtlayamayacağım gibi.
Dikkat ederseniz Berry iki farklı kavramdan, yani yerçekimi ivmesinden ve canlıların vücut yapılarından söz etmektedir. İlk bakışta aradaki fark ayırdedilmeyebilir, oysa çok önemli bir fark vardır: Yerçekimi ivmesi, tek bir "sayısal değer"dir, canlıların vücut yapıları ise bir "sistem"dir. Bir sayısal değerin nasıl belirlendiği konusunda yürütülecek bilimsel bir araştırma ile, bir sistemin nasıl ortaya çıktığı konusunda yürütülecek bilimsel bir araştırmanın yöntemleri birbirinden farklıdır.
Bir örnekle konuyu açıklayalım: Bir grup astronotun uzaktaki bir gezegene ilk kez indiklerini varsayalım. Eğer astronotlar gezegenin yüzeyinde küçük bir göl bulur ve bunun %0.1 oranında klor içerdiğini tespit ederlerse, bundan nasıl bir sonuç çıkarılabilir? Sudaki klorun oranı, gezegenin doğal dengesi ile mi oluşmuş, yoksa bilinçli birisi bu suya özellikle mi klor katmıştır? Bunun cevabı tek başına bulunamaz. Aynı şekilde Berry'nin dediği gibi, eğer astronotların birisi "bu özel bir tasarımdır derse", bu iddianın aksi de ispatlanamaz, kendisi de. Ortada sadece bir "sayısal değer" vardır ve bunun bir tasarım ürünü olup olmadığını tek başına bilmek mümkün değildir.
Ancak eğer astronotlar gezegende bir de dev bir yeraltı şehri ile karşılaşırlarsa? İçinde hiçbir canlının yaşamadığı, ama çok iyi inşa edilmiş evler, yollar, tüneller, ısıtma ve havalandırma sistemleri, teknolojik araçlar ile dolu bir şehirse bu? Yani karşılarına çok kompleks bir "sistem" çıkarsa? O zaman elbette astronotlar, hiç tereddüt etmeden, bilinçli varlıkların eserleri ile karşı karşıya olduklarını anlayacaklardır. O bilinçli varlıkları hiç görmeseler bile, sırf eserlerine bakarak var olduklarını tartışmasız bileceklerdir. Çünkü kompleks bir sistemin varlığı, onu tasarlayan ve inşa eden bir bilincin varlığının ispatıdır.
Canlılar da sözünü ettiğimiz şehir gibi, hatta ondan çok daha kompleks sistemlerdir. (Moleküler biyolog Denton, en basit canlı hücresinin, dev bir şehir kadar karmaşık bir organizasyona sahip olduğunu vurgular.) Bu nedenle canlıların moleküler yapıları da, Berry'nin söz ettiği kanat gibi kompleks anatomik yapıları da, birer "tasarım"ın ispatıdır. Yani, canlıları Allah'ın yaratmış olduğunun bilimsel kanıtlarıdır.
Berry ise bu gerçeği gizlemek için, bir "sayısal değer" olan yerçekimi ivmesi ile bir "kompleks sistem" olan kanatları, büyük bir mantık hatasıyla birbirine benzetmektedir.
Berry'nin bu küçük mantık oyunu ile gizlediği diğer bir gerçek ise, kanatların kökeninin evrim teorisi için çok büyük bir sorun oluşudur. Gerçekte kanatlar, doğal seleksiyon-mutasyon mekanizmalarını geçersiz kılan indirgenemez yapılarıyla, Darwinizm'in hiçbir zaman açıklayamadığı bir yaratılış delilidir. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni; "Evrimcilere Göre Uçuşun Kökeni", "Kuş Tüyleri ve Sürüngen Pulları", "Tüylerin Tasarımı" bölümleri)
Bu şehrin resmine bakarak tüm bu gökdelenlerin, yolların alışveriş merkezlerinin, parkların tesadüfen kendi kendilerine oluştuğunu iddia etmek ne kadar gülünçse üstteki hücreye bakıp içindeki tüm kompleks yapıların tesadüfen evrimleşerek oluştuğunu iddia etmek o kadar gülünçtür. |
Berry, röportajın devamında yine kanatlardan söz etmekte, bu kez yarasa, kuş, sinek gibi farklı canlı gruplarında farklı kanat tipleri bulunduğunu belirterek, canlıların yapılarındaki kusursuz tasarıma karşı şu itirazı getirmektedir:
"Uçabilmenin tek ve mükemmel bir yolu, mükemmel bir tasarımı varsa, neden bu işin çok farklı biçimlerde de yapılabildiğini görüyoruz"
Berry, kanatların farklı tiplerinin var oluşunu, bu kanatların sahiplerinin farklı atalardan evrimleştikleri iddiasına delil gibi göstermektedir. Bundan yola çıkarak da yaratılış gerçeğini reddetmektedir. Oysa benzer bir amaca hizmet eden farklı tasarımlar bulunması, o tasarımların farklı kaynaklardan geldiğini göstermez. Bir endüstri mühendisi, karada yolculuk için çok farklı sistemler tasarlayabilir; raylı sistem üzerinde yürüyen trenler, otoyolda giden lastikli otomobiller, hava yastığı ile hareket eden hovercraftlar gibi. Hepsinde aynı tasarımcı, farklı ortamlar ve farklı tipte taşıtlar için farklı tasarımlar üretir.
Dolayısıyla, doğadaki farklı uçan canlıların (kuşlar, soyu tükenmiş uçan sürüngenler, yarasalar, böcekler gibi) farklı kanat yapılarına sahip olmalarını yaratılış gerçeği aleyhinde bir delil gibi göstermenin hiçbir mantıksal dayanağı yoktur.
Evrimciler eğer yaratılışa karşı evrim teorisini savunmak istiyorlarsa, bilimsel tezler üretmelidirler. Bir kuşun, yarasanın veya böceğin kanatlarının, doğal seleksiyon-mutasyon mekanizmaları ile nasıl ortaya çıkmış olabileceğini açıklamak gibi. Ancak bunu yapamayacaklarını bildiklerinden olacak, demagojileri tercih etmektedirler.
Doğada farklı kanat tiplerinin olması, Allah'ın yaratışındaki ve sanatındaki zenginliğin bir göstergesidir. |
Homoloji, Darwin'den bu yana evrim teorisinin en temel kavramlarından biridir. Kavram, kısaca, "birbiriyle evrimsel akraba olduğu düşünülen canlılar arasındaki benzer yapılar" olarak tanımlanır. Örneğin evrimcilere göre maymunların da bizim gibi ellere sahip olmalarının nedeni, bizim sözde "evrimsel akrabamız" olmalarıdır. Aslında tüm evrim teorisinin homoloji kavramına dayandığını söylemek yanlış olmaz. Evrimciler tarafından kurulan tüm soyağaçları, homolojiye dayanır: Birbirine benzer gördükleri canlıları, birbirinin atası veya ortak bir atadan gelen akrabalar olarak gösterirler.
Homolojinin temel varsayımı şöyle de özetlenebilir: "Benzer organlar (veya benzer genler), ortak ata ispatıdır." (Varsayım 1)
Ancak bir de birbirlerine çok benzer olmalarına rağmen, aralarında evrimciler tarafından hiçbir akrabalık kurulamayan canlılar da vardır. Bunlar karşısında evrimci literatür "homoloji" kavramını terk eder ve "analoji" kavramına başvurur. Analoji "benzeşme" demektir ve evrimcilere göre "aralarında evrimsel bir akrabalık bulunmayan, ama aynı doğal şartlara uyum sağlamak için birbirine benzer şekilde evrimleşmiş" organları kast eder. Nitekim Andrew Berry de Bilim ve Teknik'teki makalesinde uzun uzun "benzeşen evrim" senaryoları anlatmakta, evrimsel yakınlığı olmamasına rağmen çok benzer olan canlılardan söz etmektedir."
Sonuçta, analoji (benzeşen evrim) kavramının da bir temel varsayımı vardır: "Benzer organlar, ortak atadan kaynaklanmıyor olabilir." (Varsayım 2)
Dikkat ederseniz 1. ve 2. varsayımlar açıkça çelişkilidir! Evrimciler benzer organların, birbirleriyle hiçbir yakınlığı bulunmayan canlılarda yer alabildiğini kabul ettiklerine göre, sonra nasıl olup da başka benzer organları, "ortak atadan evrimleşme" tezinin kanıtı olarak sunabilirler? Bu mantıksal açıdan son derece çelişkili bir d urumdur.
Aslında evrimcilerin her iki varsayımını birleştirdiğimizde, ortaya ilginç bir formül çıkmaktadır:
Eğer iki canlının benzer organları varsa, evrimciler bunu "ortak ata" delili olarak yorumlarlar. Eğer bu mümkün değilse, bu kez cevap tam ters yöndedir: Ne ilginçtir ki, evrim sürecinde farklı canlılar aynı yolu seçmiştir. Her durum için bir "açıklama" vardır. Ve bu da, zaten bu "açıklama"ların hiçbirinin bilimsel olmadığını, sadece '"senaryo" olduklarını göstermektedir.
Evrim teorisinin bu yönü, 20. yüzyılın en büyük bilim felsefecisi olarak kabul edilen Karl Popper tarafından önemle vurgulanmıştır. Popper, her üçü de 19. yüzyıl materyalizminin ürünü olan Darwinizm'in, Marksizm'in ve Freudizm'in, aynen astroloji gibi bilim dışında kalan bir öğreti olduğunu anlatır. Astroloji, yani yıldız falı, insanların davranışları ile yıldızların hareketleri arasında bir "ilişki" olduğunu varsayar ve sonra da yaşanan her olayı bu varsayıma göre kendince açıklar. Örneğin Salıgünü hasta mı oldunuz? Astrolojiye inanan bir kişi, bunu "Jüpiter'in dünya üzerindeki etkisi"ne bağlayabilir. Ertesi gün iyileşirseniz, bu kez de Satürn'ün halkalarının devreye girdiğini öne sürer. Her durum için, kendince, bir "açıklama" getirir. Ama aslında bizzat bu "açıklamalar", astrolojinin bilimsel bir teori değil, tamamen dogmatik bir inanç olduğunu göstermektedir. Çünkü her durum için bir senaryo üretmek mümkündür, ama bu senaryoların doğruluğunu ve yanlışlığını test etme imkanı yoktur.
Evrimcilerin, insanın ve diğer canlıların kökenine dair ileri sürdükleri senaryolar da aynen bu şekildedir. Andrew Berry'nin, homoloji kavramını çürüten biyolojik olguları uzun uzun anlatıp ardından da bunlara "benzeştiren evrim" demesi gibi.
Evrimcilerin çok sıklıkla kullandıkları bir başka önemli aldatma yöntemi daha vardır. Bunu açıklamak için bir örnek verelim:
Diyelimki, bahçeli bir eviniz var ve bahçenizin tam ortasında büyük bir elma ağacı yer alıyor. 5 yaşındaki oğlunuz ise elmayı çok sevmesine rağmen, bir türlü ağaca çıkmayı başaramadığı için, yüksek dallardaki elmalara bir türlü ulaşamıyor. Sabah işinize gidip akşam eve döndüğünüzde bir de bakıyorsunuz ki, oğlunuzun bu ihtiyacı akılcı bir şekilde çözülmüş: Elma ağacının gövdesinin çevresinde ahşaptan bir döner-merdiven yapılmış. Oğlunuz bu döner merdivenin basamaklarında keyifle inip-çıkıyor ve ağacın yüksek dallarındaki elmalara kolayca ulaşabiliyor.
Elbette bu durumda ilk sorunuz "kim yaptı bu merdiveni" diye düşünmek olacaktır. Muhtemelen iyiliksever ve sürpriz yapmaktan hoşlanan bir komşunuz, aynı zamanda da usta bir marangoz olup, oğlunuza bu hediyeyi vermiştir. Ya da evinizi ziyaret eden bir akrabanız...
Peki, eğer oğlunuza "bu merdiveni kim yaptı" diye sorarsanız ve o da size "kimse yapmadı, biliyorsun ağaca çıkmak için bir merdivene ihtiyaç vardı, ihtiyaç duyduğum şeyler böyle kendi kendine oluyor" cevabını verirse, gülersiniz. Çünkü bilirsiniz ki, bir şeye ihtiyaç duymak, onun oluşması için yeterli değildir. İhtiyaç duyulan şeylerin bir anda, kendi kendine, sadece ihtiyaçtan ötürü ortaya çıkması, ancak masallarda olur.
Evrimciler, hiçbir delilleri olmadığı için, sürekli evrim masalları anlatırlar. |
İşte Bilim ve Teknik'teki röportajda da bu tarz masallara yer verilmektedir. Söyleşinin bir kısımını aktaralım ve bu durumu birlikte görelim:
BTD- Yarasalar kanat geliştirmek için neden bir baskıyla karşılaşmış olsunlar?
Berry- Çünkü bu, böcek yakalamak için çok iyi bir yol. Genel olarak, biri meyveyle, öteki de böcekle beslenen iki yarasa alt takımı vardır. Ve eğer meyveler ağaçların tepelerinde bulunuyor ve etraflarında böcekler dolaşıyorsa, uçuş eylemine yol açan evrimsel baskı anlaşılabilir oluyor. Uçmak için pek çok iyi neden var.
Berry bu sözlerinin ardından da, kanatların evrimle ortaya çıktığını savunan uzun açıklamalar yapmaktadır. Ama bu evrimin sebebi olarak, yukarıda sözünü ettiği "evrimsel baskı"dan başka bir şey gösterememektedir.
Evrimciler, ağaç tepelerindeki meyvelere ulaşmak isteyen sürüngenlerin, bir süre sonra kanatlanıp uçtuklarını öne sürerler. Bu, ancak çocuk masallarına konu olabilecek bir iddiadır. |
Burada tam anlamıyla bir "masal" anlatıldığı kolaylıkla farkedilebilmektedir. Gerçekten de ağaçların tepelerindeki meyveler veya sinekler, bunlarla beslenen canlılar için cezbedici olabilir. (Elma ağacının tepesine ulaşmak isteyen oğlunuz gibi.) Ama bu "cazibe" (veya ihtiyaç), kanat oluşumunu sağlamaz! Kanat sahibi olmayan bir canlı türünün kanat edinmesi için, genetik yapısında çok büyük değişiklikler gereklidir:
1. Genetik yapısına, daha önceden var olmayan bir "kanat tasarımı bilgisi" eklenmelidir. Bunun için birbirini izleyen yüzlerce mutasyon olmalı, bu mutasyonların hepsi canlıya yarar sağlamalı, genetik bilgi eklemelidir. Oysa, canlılara genetik bilgi ekleyen, onlara fayda sağlayan hiçbir morfolojik mutasyon gözlemlenmemiştir.
2. Dahası, bu mutasyonlar, "doğal seleksiyon" vasıtasıyla her aşamada seçilmelidir. Bu ise evrim teorisine göre bile mümkün değildir, çünkü henüz tamamlanmamış olan ara aşamaların hiçbiri canlıya uçma avantajı kazandırmayacak, aksine onu önkollarından yoksun bırakarak dezavantajlı hale getirecektir.
Fransa'nın 20. yüzyıldaki en büyük biyoloji otoritelerinden biri olan Pierre Paul Grassé, kendisi de bir evrimci olmasına karşın, bu Darwinist senaryonun "hayal kurmak"tan öteye gitmediğini şöyle açıklar:
Mutasyonların havyanların ve bitkilerin ihtiyaçlarının karşılanmasını sağladığına inanmak, gerçekten çok zordur. Ama Darwinizm bundan fazlasını da ister: Tek bir bitki, tek bir havyan, binlerce ve binlerce tam olması gerektiği şekilde faydalı tesadüflere maruz kalmalıdır. Yani mucizeler sıradan bir kural haline gelmeli, inanılmaz derecede düşük olasılıklara sahip olaylar kolaylıkla gerçekleşmelidir. Hayal kurmayı yasaklayan bir kanun yoktur, ama bilim bu işin içine dahil edilmemelidir.13
Bilim Teknik dergisindeki röportajda yapılan açıklamalar, yukarıdaki alıntıda belirtildiği gibi, "hayal kuran ve bu hayali bilimin içine dahil eden" dogmatik tavrı yansıtmaktadır. Ama sadece bununla kalmamakta, bir de okuyucuları yanıltıcı bir üslup kullanılmaktadır. "Evrimsel baskı" denilen ihtiyaçların, kompleks organların ortaya çıkması için yeterli sebep olarak gösterilmesi, bunu kanıtlamaktadır.
“Mutasyonların havyanların ve bitkilerin ihtiyaçlarının karşılanmasını sağladığına inanmak, gerçekten çok zordur. Ama Darwinizm bundan fazlasını da ister: Tek bir bitki, tek bir havyan, binlerce ve binlerce tam olması gerektiği şekilde faydalı tesadüflere maruz kalmalıdır. Yani mucizeler sıradan bir kural haline gelmeli, inanılmaz derecede düşük olasılıklara sahip olaylar kolaylıkla gerçekleşmelidir. Hayal kurmayı yasaklayan bir kanun yoktur, ama bilim bu işin içine dahil edilmemelidir”
Pierre Paul Grassé
Röportajda yer alan dogmatik evrimci yorumlar arasında, Kambriyen devirde aniden ortaya çıkan farklı canlı gruplarının kökeni konusu da vardır.
Önce Kambriyen devirden kısaca söz edelim. Bize hayatın tarihini bildiren fosil kayıtları incelendiğinde, bundan 540 milyon yıl öncesine kadar, yeryüzündeki yaşamın çok dar kapsamlı olduğu, sadece tek hücreli canlıların ve az çeşitlilikle bazı basit tek hücreli canlıların yaşadığı görülür. 540 milyon yıl önce başlayan Kambriyen devirde ise, hepsi birbirinden tamamen farklı vücut yapılarına sahip olan 50'nin üzerinde filum (en temel havyan kategorileri) aynı anda ortaya çıkmışlardır. Bu nedenle bu olguya "Kambriyen Patlaması" adı verilir. Göz, dolaşım sistemi, merkezi sinir sistemi gibi son derece kompleks organlara sahip olan bu canlıların bir anda ortaya çıkmış olmaları, evrim teorisine fosil kayıtları tarafından indirilen çok büyük bir darbedir. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni, "Fosiller ‘Hayat Ağacı’nı Reddediyor" başlığı)
Evrimcilerin cevaplayamadıkları konu, bu kadar farklı canlının, daha önceki devirlerde kendilerine benzer hiçbir canlı yok iken, bir anda ve son derece farklı ve kompleks yapılarla nasıl olup ortaya çıktıklarıdır. Berry bu soru karşısında iki açıklama öne sürmektedir ki, ikisi de geçersizdir:
- Homeotik Mutasyonlar: Berry, Kambriyen patlamasında son derece farklı vücut tasarımlarına sahip canlıların ortaya çıkışını, canlıların vücut yapılarını belirleyen kontrol genlerinde (homeobox genler) oluşacak mutasyonlarla açıklama çabasındadır:
Homeotik mutasyonlardaki mekanizmanın devreye girmiş olması söz konusu. Bir başka deyişle, temel vücut planlarını ortaya çıkaran gelişim planlarında çok ufak değişiklikler olursa, sonuçta ürün olarak ortaya çok farklı vücut planları çıkar.
Oysa bu spekülasyonun hiçbir bilimsel dayanağı yoktur. Çünkü homoebox genler birer "sihirli değnek" değildir ve bunları etkileyen homeotik mutasyonlar "yeni vücut tasarımlarına" değil, sadece sakatlık ve ölümlere yol açmaktadırlar. Medical University of South Carolina'nın Biyokimya ve Moleküler Biyoloji bölümünde görevli olan Dr. Christian Schwabe bu konuda şu yorumu yapar:
Homeotik genler gibi kontrol genleri, fenotipleri (canlı bedenlerini) muhtemelen değiştirecek mutasyonların hedefi olabilirler. Ama unutmamak gerekir ki, birisi kompleks bir sistemde ne kadar merkezi bir değişiklik yaparsa, bunun yan etkileri o kadar kötü olur... Drosophila (sirke sineği) genlerindeki homeotik değişiklikler, sadece anormallikler meydana getirmiştir ve araştırmacıların çoğu, Drosophila örneklerinden bir arının çıkmasını görmeyi beklememektedirler. 14
Kısacası homeotik mutasyonların, daha önceden var olmayan 50'nin üzerinde hayvan filumunu son derece kompleks vücut tasarımlarıyla bir anda ortaya çıkardığı fikri, tam anlamıyla hayal kurmaktır. Homeotik mutasyonların böyle bir etkisi hiçbir zaman görülmemiştir. Dahası teorik olarak bile böyle bir şey mümkün değildir. Homeotik mutasyonlar canlılara genetik bilgi eklemez, sadece var olan vücut planını bozarak, organların yerlerini ve şekillerini değiştirirler. Kafasından anten yerine bacak çıkan mutant sirke sinekleri bunun bir örneğidir. Bu yolla canlıya asla daha önceden sahip olmadığı bir organ eklenmez, var olanlar da bozulur ve canlı sakat kalır. Bu gibi rastgele mutasyonlar sonucunda, bilim adamlarını hayran bırakan komplekslikte vücut yapılarının ortaya çıkabileceğine inanmak, hiçbir bilimsel kanıtı bulunmayan bir batıl inançtır.
- "Ekonomik Fırsatlar": Dr. Berry'nin Kambriyen patlamasına getirdiği ikinci sözde "açıklama" ise, "ekonomik fırsatlar" gibi bir spekülasyondur. Berry şöyle demektedir:
…Bu (homeotik mutasyonlar) birinci husus. Ötekine gelince, bakın o zamanlar, yani 540 milyon yıl önce ortada dolaşan yegane organizmalar, iki katmanlı hücrelerdi. Genel olarak o zamanlar dünya bir tek hücreliler dünyasıydı. Ve birden bire bu karmaşık şeyleri ortaya çıkartıyorsunuz. Ve dünya bomboş. Bu harika bir şey. Düşünün evrimsel olarak hiçbir sınır olmaksızın gelişebilirsiniz. Önünüze büyük ekonomik fırsatlar serilmiş.
Bilimsel bir ciddiyeti olmayan bu iddia da, Berry'nin uçan canlıların kökenini açıklamak için "uçma ihtiyacı"nın yeterli olduğunu öne sürerken kullandığı yanıltma yönteminin bir benzeridir. Eğer dünyada ileri sürdüğü gibi "büyük ekonomik fırsatlar" serili olsa bile (ki bu da tartışılabilir), bu fırsatlar, kuşkusuz, kendilerini kullanacak havyanları oluşturamaz. Bu mantıkla düşünürsek, bir odayı çeşitli besin maddeleriyle doldurup, sonra da bu besin maddelerini yiyecek hayvanların orada kendiliğinden oluşmasını beklememiz gerekir. Evrimciler eğer gerçekten "ekonomik fırsatlar"ın canlı yarattığına inanıyorlarsa, hiç zaman kaybetmeden böyle bir deneye girişmelidirler. Ama hiçbir sonuç alamayacaklarını da bilmelidirler.
Ropörtajın bu konu hakkındaki bölümünü, evrimcilerin mantık oyunlarına iyi bir örnek teşkil ettiği için, aynen aktarıyoruz:
BTD- Yaratılışı savunanların, genetik olarak değişikliğe uğramış sirke sineklerinin neden yaşayamadıkları sorusuna ne cevap vereceksiniz?
Berry- Bu soruya cevap vermeme bile gerek yok. Eğer bir sirke sineği iseniz, antenlere gereksinimiz var demektir. Genlerinizde gerçekleşen bir mutasyon, size antenlerinizi, çevrenizi algılamanıza hiç de yardımcı olmayan bir çift bacak formunda verirse sirke sineklerinin yüzkarası olacağınız kesin. Doğal seçilim de sizi doğal olarak dışlayacak bu durumda. Bu tür formları, doğal seçilim sürecini etkin bir şekilde ortadan kaldırdığınız laboratuvarlardan başka yerde görmemenizin nedeni de bu. Özetle bu tür mutasyonlar canlının zararına olan mutasyonlar. Bu örnektekine benzeyen, ama canlının işine yarayacak mutasyonların varlığı da söz konusu olabilir. Böyle bir durumda canlı yaşayabilir. Ama bunlar çok sınırlı sayıda.
"Mutasyonların, ister büyük isterse küçük olsunlar, sınırsız bir biyolojik değişim oluşturabilecekleri tezi, bir olgudan çok bir inanç olarak kalmaya devam etmektedir." Genetikçi Lane Lester ve popülasyon genetikçisi Roymond Bohlin |
Üstteki cümleleri kısaca analiz edelim.
Öncelikle BTD'nin sözünü ettiği "mutant sirke sinekleri" konusunu kısaca açıklamak gerekir. Bu canlı türü, yani Drosophila melangaster, 20. yüzyılın başlarından bu yana genetik araştırmaların favori hayvanıdır. Bu sinekler üzerinde binlerce mutasyon deneyi yapılmış, farklı mutantlar elde edilmiştir. Olayın püf noktası ise, bu mutantların hiçbirinde "genetik bilgi artışı" veya "faydalı değişiklik" olmamasıdır. Bu, evrim teorisi için büyük bir hezimettir; çünkü bizzat evrim teorisine kanıt bulmak amacıyla yapılan bu çalışmalarda, teorinin canlıları geliştiren yegane faktör olarak gösterdiği mutasyonların, canlılara sadece zarar verdiği deneysel olarak ortaya konmuştur.
Ropörtajda işte bu soru sorulmaktadır. Yani kısaca "mutant sinekler hep sakat kalıyor veya ölüyor, ne diyeceksiniz" denmektedir. Cevapta ise, şaşırtıcı bir şekilde, getirilen itirazı aynen tekrar edilmekte, yani sakat kalan ve ölen sinekler örnek verilmektedir. İlk başta kullanılan "cevap vermeme bile gerek yok" cümlesi, sadece, okuyucularda sanki evrim teorisi açısından ortada bir sorun yokmuş hissi uyandırmak için kullanılmış bir "psikolojik etkileme" çabasıdır.
Dahası, konu doğal seleksiyonla ilişkilendirilerek anlatılmakta ve böylece sanki sözü edilen olgunun evrim teorisine bir katkısı varmış gibi davranılmaktadır. Oysa sözü edilen doğal seleksiyon ile evrim teorisinin ihtiyaç duyduğu doğal seleksiyon arasında çok önemli bir fark vardır. Sakat sirke sineklerinin ölmesi, "dezavantajlı hale gelen bireyin ayıklanması" demektir. Oysa evrimin ihtiyaç duyduğu doğal seleksiyon vasıtasıyla "avantajlı hale gelen bireylerin seçilmesi" gerekir. Ortada bir "avantaj kazanma" durumu yoksa, doğal seleksiyon da, türü sabit tutmak dışında hiçbir işe yaramaz. Darwin de bu gerçeği "faydalı değişiklikler oluşmadığı sürece doğal seleksiyon hiçbir şey yapamaz" diyerek kabul etmiştir. 15
Peki sirke sinekleri söz konusu olduğunda, doğal seleksiyon vasıtasıyla seçilebilecek bir "faydalı değişiklik", yani yararlı mutasyon var mıdır? Ropörtajda, zararlı mutasyonlara dair somut bir örnek (anten yerine bacak çıkaran mutasyon örneği) verilebilmesine rağmen, bu konuda hiçbir örnek verilememekte sadece "olabilir, yaşayabilir" kelimeleriyle biten varsayım cümleleri kurulmaktadır:
Bu örnektekine benzeyen, ama canlının işine yarayacak mutasyonların varlığı da söz konusu olabilir. Böyle bir durumda canlı yaşayabilir. Ama bunlar çok sınırlı sayıda.
Bu konuyla ilgili ropörtajda kesin konuşulamamaktadır, çünkü ortada sözü edilen gibi bir örnek yoktur. "Sınırlı sayıda" bile yoktur. Zaten olsaydı, "olabilirli" cümleler kurmak yerine, somut bir örnek belirtilirdi. Ama böyle bir örnek olmadığı açıkça itiraf da edilememektedir, çünkü o zaman evrim teorisinin en kritik açmazlarından biri kabul edilmiş olacaktır.
Bu örnekte de bir kez daha ortaya çıktığı gibi, evrim teorisinin; demagojiler, yanlış örneklendirmeler, hatalı mantık çıkarımları ve bilimsel temeli olmayan senaryolardan başka bir dayanağı yoktur.
Doğadaki canlılar tesadüfen meydana gelemeyecek kadar kompleks, kusursuz ve çeşitlidir. |
Evrim teorisi canlılığın kökenini temelde rastlantı kavramına dayandırmasına rağmen, teorinin savunucuları bunun bu şekilde açıkça dile getirilmesinden rahatsız olurlar. Çünkü yeryüzündeki olağanüstü kompleks yaşamın bir "rastlantı" ürünü olamayacağı, hemen her insan tarafından sağduyu ile anlaşılabilir bir gerçektir. Bu nedenle evrimciler, "biz aslında herşey rastlantı demiyoruz" diye sık sık yakınırlar. Ropörtajda da aynı söylem kulllanılmış, hatta röportajın başlığı "Evrim Rastlantı Değil ki" konmuştur?
Peki rastlantı değildir de nedir? Berry, konuyu doğal seleksiyon üzerinde odaklaştırmakta ve şöyle demektedir:
Rastlantısal mutasyon, evrim sürecinde bir girdi. Ama evrim, doğal seçilim nedeniyle son derece deterministik bir süreç. Diyelim saçma gibi dağılmış bir dizi mutasyon var. Ama bunlardan yalnız belli bir yönde giden saçmalar seçilimle avantajlı kılınıyor. Dolayısıyla bu, rastlantısal bir süreç değil.
Berry'nin buradaki itirazı anlamsızdır. Evrime karşı çıkan hiç kimse "doğal seleksiyon rastlantısaldır" diye bir iddia öne sürmemektedir. Doğal seleksiyonun belli bir "belirlilik" içerdiğine, yani her zaman için doğal seleksiyon yoluyla avantajlı olan canlıların seçildiğine kimsenin itirazı yoktur.
Bizim "evrim teorisi canlıların kökenini rastlantılarla açıklamaya çalışır" demekteki kastımız, mutasyonlara yöneliktir. Ama zaten mutasyon, evrimin tek "malzeme"sidir. Berry "rastlantısal mutasyon, evrim sürecinde bir girdi" derken yanılmaktadır. Neo-Darwinizm'e göre, mutasyon evrimin tek "girdi"sidir. Mutasyon dışında canlıların genetik bilgisini değiştirecek bir doğal etki olmadığına (ve yaratılış gerçeğini de peşinen reddedildiğine) göre, evrim teorisi, tüm genetik bilgiyi "mutasyon ürünü" saymak durumundadır. Teorinin farklı versiyonlarının hepsi için bu geçerlidir.
Evrim teorisini bir hurafe kılan en önemli nokta da budur: Mutasyonların genetik bilgi oluşturduğu, bir canlının genetik bilgisini geliştirdiği asla gözlemlenmemiştir. Genetikçi Lane Lester ve popülasyon genetikçisi Raymond Bohlin, The Natural Limits to Biological Change adlı kitaplarında söz konusu mutasyon çıkmazını şöyle anlatırlar:
Sonuçta dönüp-dolaşıp gelinen temel nokta, herhangi bir evrim modelinde, her türlü genetik varyasyonun mutlak kökeninin mutasyon oluşudur.... (Oysa) Bir nokta son derece açıktır: Mutasyonların, ister büyük isterse küçük olsunlar, sınırsız bir biyolojik değişim oluşturabilecekleri tezi, bir olgudan çok bir inanç olarak kalmaya devam etmektedir.16
Öte yandan, bir de yaşamın (yani ilk canlı hücrenin) kökeni konusu vardır ki, bu konu doğal seleksiyon ve mutasyon kavramlarını bile içermeyen, sadece "kimyasalların tesadüfen reaksiyona girmesi" senaryolarından ibaret olan bir "rastlantı masalı"dır.
Kısacası, ropörtajda yer alan "rastlantı" konusundaki itirazlar yersizdir. Evrimciler, canlılığın önceden belirlenmiş bir plana, tasarıma dayanmadığını, yani yaratılmadığını iddia ettiklerine göre, onu "amaçsız" bir sürecin tesadüfi sonucu saymak durumundadırlar. Ancak bilim ve akıl dışı bir iddiayı açıkça dile getirmekten utandıkları için "evrim rastlantı değil" diyerek iddialarını en azından görünüşte kurtarmaya çalışmaktadırlar.
Dr. Berry, gözün, yaratılış gerçeğini savunanların görüşünün aksine "indirgenebilir" olduğunu ileri sürmekte, buna delil olarak da bazı canlılarda bulunan beyaz renge (daha doğrusu ışığa) duyarlı hücreleri örnek vermektedir. Bu oldukça eski bir yorumdur, çünkü asıl sahibi Darwin'dir. Darwin Türlerin Kökeni adlı kitabında gözün kompleks yapısı karşısında açmaza düşmüş, tek çare olarak "ışığa duyarlı hücreler"den söz etmiş ve bunların göz oluşumunda bir "ara aşama" olabileceği yönünde bir spekülasyon yapmıştır.
Söz konusu ropörtajda ise Darwin'den 150 yıl sonra aynı spekülasyonu tekrarlanmaktadır.
Oysa Darwin'den bu yana çok şey değişmiştir. Ve Darwin'in senaryosunun çok ilkel, yüzeysel ve imkansız olduğu ortaya çıkmıştır. Michael Behe, Darwin's Black Box adlı kitabında, bu konuya özel bir yer ayırır. Behe, Darwin'in "ışığa duyarlı hücre" üzerine yaptığı spekülasyonları en temel noktadan, yani söz konusu hücrenin yapısından ele alır:
Darwin dünyanın büyük bir kısmını modern gözün basit bir yapıdan yavaş yavaş meydana geldiğine ikna etmiş görünüyordu, ama görme olayının başlama noktasının nereden geldiğini açıklamayı denememişti bile. Aksine Darwin, bu basit ışığa hassas noktanın yani gözün kökeni sorusunu bilerekgözardı etmişti... Bu soruyu gözardı etmek için de mükemmel bir bahanesi vardı: Bu tamamen on dokuzuncu yüzyıl bilimini aşmaktaydı. Gözün nasıl çalıştığı -yani, ışık fotonları retinaya ilk düştüğünde neler olduğu- o dönemde açıklanamazdı.17
Peki Darwin'in basit bir yapı olarak görüp geçiştirdiği bu sistem gerçekte nasıl çalışır? Gözün retina takabasındaki hücreler, üzerlerine gelen ışık parçacıklarını nasıl algılarlar?
Göz 40 kadar ayrı parçadan oluşur ve indirgenemez kompleksliğe sahiptir. |
Sorunun cevabı oldukça komplekstir. Fotonlar retinadaki hücrelere çarptıklarında, adeta birbiri ardına ustaca dizilmiş domino taşlarına benzeyen bir moleküller zincirini harekete geçirirler. Bu sistemin işleyişini kaba taslak açıklamak bile sayfalar sürmektedir. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni, "Görmenin Kimyası" başlığı) Burada detaylarını anlatmadığımız bu sistemi inceleyen herkes, tümüyle indirgenemez kompleks bir yapıya sahip olduğunu görecektir.
Bu sistemin Darwinizm'in canlılığa getirdiği "tesadüf" açıklamasına büyük bir darbe indirdiği ise açıktır. Michael Behe, gözün kimyası ve evrim teorisi hakkında şu yorumu yapmaktadır:
Darwin'in 19. yüzyılda açıklayamadığı görme olayı ve gözün anatomik yapısı, gerçekten de hiçbir evrimci mantıkla açıklanamaz. Evrim teorisinin öne sürdüğü açıklamalar o kadar basittir ki, gözde yaşanan ve kağıda dökülmesi bile zor olan inanılmaz derecedeki karmaşık işlemleri asla açıklayamaz.18
‘Darwin'in 19. yüzyılda açıklayamadığı görme olayı ve gözün anatomik yapısı, gerçekten de hiçbir evrimci mantıkla açıklanamaz. Evrim teorisinin öne sürdüğü açıklamalar o kadar basittir ki, gözde yaşanan ve kağıda dökülmesi bile zor olan inanılmaz derecedeki karmaşık işlemleri asla açıklayamaz.’
Prof. Dr. Micheal Behe
İşin ilginç yanı ise, 21. yüzyılda "evrimci genetikçi" Andrew Berry'nin tüm bunları gözardı ederek, 150 yıl öncesinin ilkel senaryolarını tekrarlaması, bunlara dayanarak gözün "indirgenebilir" olduğunu ileri sürmesidir.
Konunun ikinci bir yönü ise, söz konusu biyokimyasal yapının yanında, gözün anatomik yapısının da "indirgenemez" oluşudur. Örneğin 40'a yakın küçük parçadan oluşan insan gözü, işlev görmek için bu parçaların hepsine birden ihtiyaç duyar. Daha basite indirgenemez. Gerçekte Andrew Berry'nin sözünü ettiği "beyaza (veya ışığa) duyarlı hücre"nin işlev görmesi bile, indirgenemez kompleks bir sistem gerektirmektedir. Türk evrimcilerinden Cemal Yıldırım, evrim teorisini savunmak niyetiyle kaleme aldığı Evrim Kuramı ve Bağnazlık adlı kitabında bu gerçeği şöyle itiraf eder:
Görmek için çok sayıda düzeneğin işbirliğine ihtiyaç vardır: Göz ve gözün iç düzeneklerinin yanı sıra beyindeki özel merkezlerle göz arasındaki bağıntılardan söz edilebilir. Bu karmaşık yapılaşma nasıl oluşmuştur? Biyologlara göre evrim sürecinde, gözün oluşumunda ilk adım, kimi ilkel canlılarda deri üzerinde ışığa duyarlı küçük bir bölümün belirmesiyle atılmıştır. Ancak doğal seleksiyonda bu kadarcık bir oluşumun kendi başına canlıya sağladığı avantaj ne olabilir? Öyle bir oluşumla birlikte beyinde görsel merkez ile ona bağlı sinir ağının da kurulması gerekir. Oldukça karmaşık olan bu birbirine bağlı düzenekler kurulmadıkça "görme" dediğimiz olayın ortaya çıkması beklenemez... Sıradan bir yumuşakça olan ibiğin gözünde bizimkinde olduğu gibi retina, kornea ve selüloz dokulu lens vardır. Şimdi evrim düzeyleri bu denli farklı iki türde bir dizi rastlantıyı gerektiren bu yapılaşmayı salt doğal seleksiyonla nasıl açıklayabiliriz?... Darwincilerin bu soruya doyurucu yanıt verip veremedikleri tartışılabilir...19
Görüldüğü gibi, Andrew Berry'nin bir cümleyle değinip geçtiği, ancak sanki önemli bir bilimsel açıklama gibi sunduğu "gözün basite indirgenebilirliği" tezi, bilimsel detaylar biraz düşünüldüğünde ortaya çıkan büyük bir yanılgıdır.
Andrew Berry, Bilim ve Teknik'teki röportajında "uzun zaman" kavramı üzerinde de durmuş, yeterli zaman verildiğinde ve doğal seleksiyon ile, cansız maddelerin tüm canlılığı oluşturabileceğini öne sürmüştür.
Evrimcilerin sık sık sığındıkları bu iddianın temelinde, zamanın imkansızı başarabilecek bir güç olduğu varsayımı yatar. Buna göre, kimyasal bir karışımın tesadüfen amino asitleri, proteinleri, DNA ve RNA'yı, diğer hücre parçacıklarını ve sonuçta canlı bir hücreyi oluşturmaları kısa bir zaman aralığında imkansızdır. Ancak zaman uzadıkça, örneğin milyonlarca yıla çıktıkça, bu imkansız olasılık, birdenbire mümkün hale gelir.
Evrimciler bu zaman faktörünü "faydalı tesadüflerin birikmesi" olarak açıklarlar. Yani bir yapı, faydalı bir tesadüfle olumlu bir özellik kazanacak, aradan birkaç bin yıl geçtikten sonra bir faydalı tesadüf daha ona eklenecek, birkaç on bin yıl sonra bir tanesi daha gerçekleşecek ve sonuçta milyonlarca yıl içinde bu yararlı tesadüfler birikerek büyük ve olumlu bir değişim meydana getireceklerdir.
Pek çok insan, bu mantığı fazla incelemeden kabul eder. Oysa bu mantığın içinde çok açık ve temel bir aldatmaca vardır. Bu aldatmaca, "faydalı tesadüflerin birbirlerine eklenmeleri" tezinde yatar. Gerçekte faydalı tesadüfleri, birbirlerine eklenmeleri için bekletecek bir mekanizma doğada yoktur.
Bununla ne demek istediğimizi, bir örnekle açıklayalım. Söz gelimi bir maymunu bir bilgisayarın başına oturtsak ve bu maymunun rastgele tuşlara basarak, insanlık tarihini yazmasını beklesek. Normal bir akla ve anlayışa sahip bir insan milyarlarca yıl geçse bile maymunun rastgele tuşlara basarak bunu gerçekleştiremeyeceğini bilir. Ancak evrimciler bu imkansız olaya şöyle bir ihtimal verirler: "Maymun tuşlara bastığında, her harf için 29'da 1 doğru yapma ihtimali vardır. Bir kere doğru tuşa bastığında, bu doğru tuş doğal seleksiyon yoluyla seçilir. Bir sonraki tuş için yapacağı hatalar da yine doğal seleksiyon yoluyla seçilir. Böylece, milyonlarca yıl süren bir eleme süreci içinde, maymun insanlık tarihini yazabilir."
Evrimcilerin savundukları tüm zaman iddialarının temelinde de buradaki mantık yatar.
Oysa az önce de belirtildiği gibi bu yaklaşımda çok açık bir aldatmaca vardır: Doğada, maymunun bastığı tuşlardan hangisinin doğru olduğunu belirleyip seçecek bir mekanizma yoktur! "Tamam bu harf doğru oldu, şimdi bunu koruyarak bir sonraki basamağa geçelim" diyecek bir bilinç yoktur.
Doğal seleksiyon kör bir mekanizmadır. Bu mekanizma vasıtasıyla sadece "avantaj"lı sonuçlar seçilir. Canlılardaki kompleks sistemler ise, ancak eksiksiz halde olduklarında çalışır ve dolayısıyla bir "avantaj" konusu olurlar. Bu sistemlerin ara aşamalarında bir "avantaj" oluşmadığı için, doğal seleksiyon vasıtasıyla seçilmeleri imkansızdır. Dolayısıyla da, doğada "komplekslik üreten bir mekanizma" yoktur. Gözlem ve deneyler de bunu doğrulamaktadır. Zaman istendiği kadar uzatılsın, ortada bir mekanizma olmadıktan sonra fayda sağlamaz.
Gerçekte "uzun zaman" demagojisine başvuran evrimcilerin tek amaçları, konuyu gözlem ve deney alanından çıkarmak, bilinmeyen bir geçmişe sürüklemek ve böylece insanların zihninde evrim mümkün olabileceğine dair yanlış bir izlenim oluşturmaktır.
Nobel ödüllü İngiliz astronom ve matematikçi Fred Hoyle |
"Evrimsel genetikçi" Dr. Andrew Berry, Bilim ve Teknik'teki söyleşisinin sonunda, buraya kadar anlattığımız yanılgı, spekülasyon ve gaflarını da gölgede bırakan bir iddiada bulunmakta ve "hurda yığınından doğan bir jumbo jet" masalı anlatmaktadır.
Söz konusu örnek, bundan yıllar önce Nobel ödüllü ünlü İngiliz astronom ve matematikçi Fred Hoyle tarafından verilmiştir. Hoyle, canlı hücrenin cansız kimyasalların rastlantılarla birleşmesi sonucunda ortaya çıktığı şeklindeki evrimci senaryonun, "bir hurda yığınına isabet eden kasırganın savurduğu parçalarla tesadüfen bir Boeing 747 uçağının oluşması" gibi bir senaryo olduğunu açıklamıştır.20
Berry ise bu örneği tekrar gündeme getirerek, "evet, doğal seleksiyonla hurda yığınından uçak bile oluşur" demektedir:
O hurda deposunda doğal seçilim faaliyetteyse ve farklı parçalar biraraya gelip küçük yapılar oluşturabiliyorlarsa ve bu parçalarla yap-boz için 3,5 milyar yılınız varsa, belki de bu sürenin sonunda hurdalıktan jumbo jetinizle çıkabilirsiniz.
Eğer Berry'nin sözlerini ciddiye alırsak, bu sözlerin aşağıdaki yanılgılarla (veya yanıltmalarla) dolu olduğunu görürüz:
Hoyle'un verdiği " hurda yığınından uçak oluşması" örneği, ilk canlı hücrenin kökeni hakkında bir örnektir. Bir diğer ifadeyle, Hoyle, jumbo jet örneğiyle, "prebiyotik" (yaşam öncesi) dönemde, yaşamın ilk ortaya çıkışını kast etmiştir. Elbette, Berry'nin de gayet iyi bildiği gibi, prebiyotik ortamda doğal seleksiyondan söz edilemez. Çünkü doğal seleksiyon, canlı organizmaların besin ve yaşam alanları için birbiriyle rekabeti kavramına dayanır. Cansız moleküllerin, örneğin amino asitlerin, bazların ve diğer kimyasalların kendi aralarında "yaşam mücadelesi" sürdürdüklerine inanmak, safsatadır.
Berry de, evrime inanmakla, birçok evrimci gibi, hurda yığınına isabet eden bir kasırganın, jumbo jet uçağı meydana getireceğine inanmış gibi olmaktadır. |
Dolayısıyla Berry'nin "jumbo jet" örneğinin yanına doğal seleksiyon kavramını eklemeye çalışması önemli bir hatadır.
Biz yine de Berry'e bir imkan verelim ve ileri sürdüğü senaryoyu (bilimsel ve mantıksal açıdan tüm geçersizliğine rağmen) bir an için kabul edelim. Yani hurdalarla dolu bir hangarın içinde "doğal seleksiyon" yaşandığını varsayalım. Acaba Berry'e göre, bu hangarın içinde seçilecek olan "avantaj" nedir?
Önce şunu soralım: Bir jumbo jet uçağı ne zaman "avantaj" elde eder? Elbette uçtuğu zaman... Peki uçağın uçması için ne gerekir? Eksiksiz olması... Yani hangarın içinde uçağın bir kanadının, motorunun, kokpitinin, elektrik sisteminin, koltuklarının, gövdesinin ve burada saymaya gerek görmediğimiz binlerce parçasının tek tek oluşmasının hiçbir anlamı olmaz. Bunlar oluşsalar bile avantaj sağlamadıkları için seçilemez. Hangarın içinde, Berry'nin iddia ettiği gibi yap-boz yapıp denemeler gerçekleştiren bilinçli bir sistem de yoktur. Hangarın içinde sadece ölü, bilinçsiz, cansız madde vardır. Ve değil 3.5 milyar, 3.5 trilyar yıl da beklense, ortaya hiçbir tasarım çıkmaz.
Aslında evrimciler de muhtemelen bu kadar gerçek dışı bir senaryoya inanmıyordur. Yine de evrimciler zaman zaman böyle "iddialı" örneklerle kamuoyu önüne çıkarlar. Bundaki amaç, çok saçma bir fikri, gayet soğukkanlı bir şekilde ve "kendine güven" edası içinde savunarak, yani psikolojik etkenlerin yardımıyla, makul gibi gösterebilmektir.
Gerçekte evrim teorisi ile yaratılış gerçeği arasındaki farklılık, buraya kadar anlattığımız teknik detaylara gerek bıraktırmayacak kadar açık ve yalındır. Burada yapılan açıklamalar, bir insan dünyanın en büyük gökdeleninin tesadüfen orada bulunmadığına, bu gökdeleni tasarlayan mimarlar, mühendisler olduğuna ikna etmeye çalışmakla aynıdır.
Evrimciler, özetle, cansız maddenin uzun zaman verildiğinde canlanıp hücreler oluşturduğuna, bu hücrelerin kendilerine isabet eden mutasyonlar ve aralarındaki "rekabet" sonucunda, Stephen Hawking, Albert Einstein, Humphrey Bogart, Mari Curie, Mimar Sinan, Newton, Frank Sinatra, Aristo gibi insanları, tavus kuşlarını, kelebekleri, tavşanları, yaseminleri, limonları, veya akasya ağaçlarını oluşturduğuna inanmaktadırlar. İnandıkları bu senaryo için gereken trilyonlarca farklı aşamanın tek bir tanesinin bile benzeri bugüne kadar gözlemlenmemiş, deney yoluyla doğrulanmamıştır. Bu aşamaları teorik olarak bile savunamamaktadırlar. Ama herşeye rağmen ısrarlıdırlar.
Bu ısrarın tek nedeni, yaratılışı kabul etmemek için gösterdikleri inattır. Materyalizme körü körüne bağlı kalmak, onlar için adeta kutsal bir dogmadır. Bilim ve Teknik dergisi genel yayın yönetmeni ve sorumlu yazı işleri müdürü Sayın Raşit Gürdilek, bu yaklaşımı derginin Kasım 2001 sayısındaki giriş yazısında açıkça belirtmekte, bir fikri kabul edebilmeleri için "pozitivizm çerçevesi içinde kalmaları koşulu"nun gerektiğini açıklamaktadır.
Biz, bir 19. yüzyıl dogması olan "pozitivizm"in değil, ama pozitif bilimlerin çerçevesi içindeyiz. Ve pozitif bilimler bize açıkça yaşamın rastlantılarla ve doğa kanunlarıyla oluşmadığını, sonsuz kudret sahibi Yaratıcımız tarafından yaratıldığını göstermektedir. Behe'nin dediği gibi, bu sonuç, "bilmediklerimizden değil, bildiklerimizden, son 50 yıl içinde bilimin gösterdiklerinden" kaynaklanmaktadır. Uzun süren bir materyalist yanılgıdan sonra, bilimin dönüp vardığı sonuç, şu mutlak gerçeği tasdik etmek olmuştur:
Evreni yoktan yaratan Allah'tır. Canlıları ve insanı da Allah yaratmıştır. Ve her canlı, varlığını ve yaşamını O'na borçludur.
Bilim ve Teknik dergisinin Kasım 2001 sayısında yer alan diğer iki evrimci makale ise insanın evrimi iddiasıyla ilgiliydi. Ancak ne "Teknoloji, Kültür ve İnsanın Evrimi Üzerine..." başlığını taşıyan ilk makalede, ne de "Paleonöroloji" başlıklı ikincisinde, evrim teorisi lehinde bir delil sunulamamıştı. Her iki makalenin yazarının da izlediği ortak yöntem, insana ait bazı özellikleri evrim teorisinin ön kabullerine göre yorumlamaktan ibaretti.
Söz konusu yöntem, evrimciler tarafından sıkça kullanılır. Mevcut bilim dallarının ortaya koyduğu bulgular malzeme yapılarak, evrim teorisine uygun senaryolar üretilir. Örneğin insan dilinin, anatomisinin, beyin yapısının nasıl "evrimleşmiş" olduğuna dair pek çok senaryo vardır. Hemen her kavram evrim teorisine göre yorumlanarak okuyucuya aktarılır. Hayali çizimler, bilimsel görünümlü grafikler bu imajı desteklemek için yazılara serpiştirilir. Bu yöntemle karşı karşıya kalan okuyucunun dikkat etmesi gereken gerçek, anlatılan senaryonun, bilimsel bulgulara değil, evrim teorisinin ön kabullerine dayanmasıdır. Bilimsel bulguları ise, bu ön kabullere göre yorumlar ve çarpıtılırlar.
Bilim ve Teknik dergisinin Kasım 2001 sayısındaki söz konusu iki evrimci yazıda, bu yöntemi izlemek mümkündür. Yazıların her ikisinde, özellikle "Paleonöroloji" başlıklı yazıda, insan anatomisine (gırtlak yapısına, dik iskelet yapısına, beynine) dair bilgiler verilmiş, ve bu bilgiler, insanın maymunlarla ortak bir atadan geldiği iddiası ile birlikte sunulmuştur. Oysa söz konusu bilgiler, "insanın evrimi" iddiasına bir dayanak oluşturmamakta, aksine bu iddiayı geçersiz kılmaktadırlar.
Bilinmelidir ki, Bilim ve Teknik dergisinin Kasım 2001 sayısında yer verilen "indirgenemez komplekslik" kavramı, doğal seleksiyonla evrimleşme teorisini, yani Darwinizm'i yerle bir etmiştir. Bu gerçek ortaya çıktıktan sonra, insanın veya bir başka canlının kökeni hakkında Darwinist -ve hatta Lamarckist- senaryolar yazmak, bilime direnmekten başka bir anlam taşımamaktadır.
Trilyonlarca yıl geçse de cansız maddeler kendi kendilerini organize ederek tesadüfen Einstein’ı, Newton’u, Mendel’i, Frank Sinatra’yı veya Mimar Sinan’ı meydana getiremezler. |
Bilim ve Teknik dergisinin Kasım 2001 sayısının evrim teorisine ayrılan diğer sayfalarında "Atalarımız Daha mı Mutluydu?" ve "Niye Gülüyoruz?" başlıklı iki yazı daha yer almaktaydı. Bu yazıların ortak özelliği ise, evrimcilerin her türlü konuyu evrimle açıklamaya çalışmalarına çarpıcı birer örnek teşkil etmeleriydi.
"Atalarımız Daha mı Mutluydu?" başlıklı yazıda mutluluğun ve mutsuzluğun, "Niye Gülüyoruz?" başlıklı yazıda ise gülmenin sözde evrimsel kökeni incelenmekteydi. Daha ilk canlı hücresinin nasıl oluştuğunu açıklayamayan bir teorinin, bu canlı hücresinden tüm canlıların ve insanların nasıl oluştuğunu, sonra da bu insanın davranışlarının kökeninin ne olduğunu açıklaması elbette ki beklenemez. Ancak evrimciler, evrim teorisini bilimsel ve her olguyu açıklayabilen bir gerçek gibi gösterebilme çabası ile, politikadan bilime, psikolojiden tarihe kadar her konuda "evrimsel bir senaryo" yazmaktan geri kalmamaktadırlar.
Prof. Michael Behe, evrimcilerin evrimle hiçbir ilgisi olmayan konulara olan bu ilgilerinden şöyle sözetmektedir:
Hatta bu teori (evrim), bazı bilim adamları tarafından insan davranışlarının anlaşılması için de genişletilmişti: İntihar eden insanlar neden bunalıma düşer, gençler neden evlenmeden çocuk sahibi olurlar, neden bazı gruplar zeka testlerinde diğerlerinden daha başarılı olur ve neden dini misyonerler evlenemez ve çocuk sahibi olamazlar! Evrimsel düşünceye konu olmamış hiçbir şey kalmamıştır aslında – bir organ veya fikir, görüş ya da duygu olsa bile! 21
Evrimsel psikologlar, fedakarlık, sevgi, vefa, bağlılık, merhamet gibi insanlara ait duyguların doğal seleksiyonla ortaya çıktığını savunmaktadırlar. Bu, hiçbir bilimsel dayanağı olmayan saçma bir iddiadır. Böyle bir iddiaya inanmak ile kurbağaların prenslere dönüştüğü masalları gerçek zannetmek arasında bir fark yoktur. Elbette hisseden, düşünen, zevk alan insan ruhu şuursuz süreçlerin eseri olamaz. |
Bir başka Amerikalı bilim adamı Henry Morris ise evrim teorisinin ulaştığı ilgisiz alanları şöyle sıralamaktadır:
Evrim kavramı kısa zamanda biyolojik alanın dışına da yayılmıştır. Bir yanda yıldızlar ve kimyasal elementlerin oluşumu gibi inorganik konular, bir yanda dil bilimi, sosyal antropoloji, karşılaştırmalı hukuk ve din gibi konular evrimci bir açıdan incelenmeye başlanmıştır, ta ki bugün bizler evrimi evrensel ve herşeyi sarıp kuşatan bir süreç olarak görene kadar. 22
Bu yazıda bahsi geçen Bilim ve Teknik yazılarında mutluluğun kökenini açıklamak için kullanılan "evrimsel psikoloji" de, evrimcilerin bu yöntemleri sonucunda ortaya çıkmış, "yapay bir bilim dalı"dır.
Evrimsel psikologlar, "doğal seleksiyon yoluyla insanın bedeni meydana geldiyse, insanın davranışları da meydana gelmiştir" iddiasındadırlar. Ancak bu en az doğal seleksiyon yoluyla insan bedeni gibi kompleks bir yapının meydana gelmesini iddia etmek kadar mantıksız ve hiçbir bilimsel desteği olmayan bir iddiadır.
Mutluluk, üzüntü, heyecan, zevk gibi özellikler insanın ruhuna aittir. Ve doğadaki hiçbir mekanizma bu özellikleri, cansız maddelere kazandıramaz. Ancak evrim teorisi, cansız, ruhsuz, bilinçsiz maddelerin, yeteri kadar zaman verildiğinde ve doğal seleksiyon vasıtasıyla gerekli gelişmeler seçildiğinde, düşünen, duygulanan, sevinen, mutlu olan, üzülen, özleyen, dostluğu, fedakarlığı, vefayı bilen, heyecanlanan, panik olan, korkan, güven duyan insanlara dönüşebileceğine inanmaktadır. Bu geçmiş zamanların hurafelerinden, büyücülerin tılsımlarına, hatta kurbağaları prenslere dönüştüren masallara inanmaktan çok daha batıl, geri kalmış, cahilce bir düşüncenin ürünüdür.
İnsanların mutsuzluklarının ve gerginliklerinin nedeni, tüm dünyayı ve kendilerini başıboş varlıklar sanmalarıdır. Oysa, her insan ve her olay sonsuz merhamet sahibi Rabbimizin kontrolündedir. |
Bilim ve Teknik dergisindeki yazıda fikirlerine yer verilen ve mutluluğun kökenini araştıran araştırmacı David Buss, aynı zamanda insanlara evrimsel kökenlerine bakarak mutluluk reçeteleri hazırlamayı da ihmal etmemiştir. Buss'a göre insanın mutlu olabilmesi için "mutlu olan ataları" gibi yaşaması gerekmektedir.
Oysa mutluluğun kökeni, insanın ruhunun ve bu ruhu ona veren Yaratıcımızın farkında olmasıdır. Kendisini ve diğer insanları cansız maddelerin tesadüfi bir bileşimi olarak gören bir insan ne kendisine ne de dostlarına, yakınlarına gereken değeri vermeyecektir. İnsanlığı değersiz gören bir insan sevgi, dostluk, şefkat, fedakarlık gibi mutluluk getiren özelliklere de inanmaz. İnsanları ve tüm yaşadıklarını, hayatta kalabilmek için mücadele edilmesi gereken kişi ve olaylar olarak göreceği için daima stresli, gergin, acımasız, hissiz, donuk bir hayat yaşar. Bir insanın mutluluğunun nedeni olan dostluk, sevgi, özveri, güven duymak, vefa, saygı gibi özellikleri gerçek anlamıyla hiçbir zaman yaşayamaz.
Bu nedenle evrimsel psikoloji gibi evrim teorisine dayalı olarak yapılan araştırma ve çalışmaların hepsi boş yere vakit kaybettirmekte, birçok insan ve bilim adamının vakti, emeği, bilgi birikimi ve maddi imkanları yanlış bir amaç uğruna tüketilmektedir.
Bilim ve Teknik dergisinin ise, bu gibi dogmatik evrim propagandalarına aracılık etmektense, yaşamın kökenine dair gerçekten somut bilimsel bulguları ortaya koyması gerekmektedir.
1. Raff and Kaufman, Embryos, Genes and Evolution: The Developmental-Genetic Basis of Evolutionarny Change, Indiana University Press, 1991, s. 34
2. Ernst Mayr, One Long Argument: Charles Darwin and Genesis of Modern Evolutionary Thought, Harvard University Press, Cambridge, Massachusetts, 1991, s. 138
3. E.R. Leach; Nature, 293:19, 1981
4. Michael J. Behe "Darwin v. Intelligent Design (Again); H. Allen Orr's discussion of Darwin's Black Box", Boston Review, Dec/Jan 97
5. Michael J. Behe "Darwin v. Intelligent Design (Again); H. Allen Orr's discussion of Darwin's Black Box", Boston Review, Dec/Jan 97
6. Michael J. Behe "Darwin v. Intelligent Design (Again); H. Allen Orr's discussion of Darwin's Black Box", Boston Review, Dec/Jan 97
7. Jonathan Wells, Icons of Evolution, Regnery Publishing, 2000, p. 51
8. Carl Woese, "The Universal Ancestor", Proceedings of the National Academy of Sciences, USA, 95, (1998) p. 6854
9. Elizabeth Pennisi, "MICROBES, IMMUNITY, AND DISEASE: Is It Time to Uproot the Tree of Life?" Science, Volume 284, Sayı 5418, 21 Mayıs 1999, s. 1305-1307
10. Jonathan Wells, Icons of Evolution, Regnery Publishing, 2000, p. 51
11. Phillip E. Johnson, Dogmatic Materialism, http://bostonreview.mit.edu/ bostonreview/br22.1/johnson.html
12. Michael J. Behe "Darwin v. Intelligent Design (Again); H. Allen Orr's discussion of Darwin's Black Box", Boston Review, Dec/Jan 97
13. Pierre-P Grassé, Evolution of Living Organisms, New York: Academic Press, 1977, s. 103
14. Mini Review: Schwabe, C., 1994. Theoretical limitations of molecular phylogenetics and the evolution of relaxins. Comp. Biochem.Physiol. 107B:167-177
15. Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 177
16. Lane Lester, Raymond Bohlin, The Natural Limits to Biological Change, Probe Books, Dallas, 1989, s. 141
17. Michael Behe, Darwin's Black Box, The Free Press, New York, 1996, s. 18
18. Michael Behe, Darwin's Black Box, The Free Press, New York, 1996. s. 31
19. Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Bağnazlık, Bilgi Yayınevi, Ocak 1989, s. 58-59
20. "Hoyle on Evolution", Nature, Cilt 294, 12 Kasım 1981, s. 105
21. Michael J. Behe, Darwin'in Kara Kutusu, Aksoy Yayıncılık, 1998, s. 14
22. Henry Morris, The Long War Against God, Baker Book House, 1996, s. 19