Şirk, kelime manası olarak "ortaklık" demektir. Şirk terimi, Türkçe Kuran meallerinde, yer yer Allah'a "eş koşmak", "ortak koşmak" olarak da tercüme edilmiştir.
Kuran'da bildirilen gerçek ise Allah'tan başka İlah olmadığıdır. Bu gerçek, Kuran'da "La ilahe illallah" hükmü ile haber verilir. Bu ifade Kuran'da pek çok kereler önemle tekrarlanır ve imanın önemli bir şartı olarak vurgulanır. Yalnız bu noktanın Müslümanlar tarafından çok iyi kavranılması ve derinlemesine düşünülmesi gerekir. Zira Allah'ın tek güç ve kudret sahibi olduğu, tek İlah olduğu çok kesin bir gerçektir, fakat bu gerçeği yalnızca zahir manasıyla değerlendirmek büyük yanlış olur. Kuran'a baktığımızda, bu temel gerçeğin aksine bir inanç, tutum ve davranışın şirk olduğunu görürüz. Bu nedenle şirki en genel anlamda, "La ilahe illallah" gerçeğinin dışında, Allah'tan başka "güç ve kudret sahipleri", "ilahlar" olduğu gibi (Allah'ı tenzih ederiz) yanlış bir tavır ve anlayışa saplanmak şeklinde tanımlayabiliriz.
Burada İlah teriminin ne anlama geldiğini bilmek elbette konunun özünü anlamak açısından oldukça önemlidir. Bizim için önemli ve geçerli olan tanım Kuran'da tarif edilendir. Kuran'da Allah bize Kendisi'ni birçok sıfatıyla tanıtmış ve başka İlah olmadığını bildirmiştir. Buradan da anlaşılmaktadır ki İlah, Allah'ın Kuran'da bildirilen bu sıfat ve özelliklerine sahip olan varlıktır. Dolayısıyla yegane İlah Allah'tır. Allah'ın sıfatlarına sahip olan başka hiçbir varlık yoktur ve olamaz. Bu yüzden Allah'ın herhangi bir sıfatına başkasının sahip olduğunu iddia etmek "Allah'tan başka ilahlar edinmek", diğer deyimle "şirk koşmak" anlamına gelir.
Burada ince bir ayrımı belirtmek yerinde olacaktır. Örneğin, Allah'ın sıfatlarından biri olan "Gani" yani "Zengin" terimi insanlar için de kullanılır. Elbette bu vasfı kullanmanın, bu kişinin mali durumunu tarif etmek açısından hiçbir sakıncası yoktur. Ancak, şirke yol açan durum bu zenginliğin kişinin kendisinden kaynaklandığını zannetmektir. Durum böyle olunca zenginliğin gerçek sahibinin Allah olduğu unutulur. Bu kişinin sahip olduğu herşeyi ona Allah'ın verdiği, Allah'ın Gani sıfatıyla bu kişide tecelli ettiği, verdiği herşeyi dilerse bir anda geri alabileceği göz ardı edilmiş olur. Dolayısıyla Allah'tan başka herkesin mutlak fakir ve aciz olduğu, ancak dilediği kulları üzerinde dilediği sıfatlarıyla tecelli edebileceği düşünülmemiş olur. Bunun sonucunda o kişi sahip olduğu mal, mülk ve zenginliğin gerçek sahibi zannedilerek, onun kendiliğinden böyle bir sıfata sahip olduğu, zenginliğinin kendisinden kaynaklandığı sanılır. Bu çok cahilce bir yaklaşımdır ve şirke yol açabilir. Çünkü bu bakış açısıyla hareket edildiğinde Allah tamamen unutulur ve o kişiye asla gerçekliği olmayan sahte bir ilahlık vasfı verilmiş olur. (Allah'ı tenzih ederiz)
Doğru olan tavır ise zenginliğin asıl sahibinin Allah olduğunu bilmek, O'nun göklerin ve yerin mülkünün tek hakimi olduğunu takdir etmek ve insana verdiği bu zenginliği Allah'ın dilediği anda alabileceğinin de bilincinde olmaktır. Zenginlik verilen kişiyi değerlendirirken de onun zengin ya da fakir olması önemli olmamalı, onun Allah'ın bir kulu olduğu düşünülmelidir. Örneğin bu kişinin aile üyeleri malın asıl sahibi olarak onu görürlerse, yalnızca ondan medet umarlarsa, malın esas malikinin Allah olduğunu unuturlarsa bu çok yanlış bir bakış açısı olur. Aynı şekilde bu kişinin yanında çalışan insanlar da kendilerini yediren ve içirenin, barındıranın Allah olduğunu unutmamalıdırlar. Allah'ı unutup, patronlarını müstakil bir güç olarak değerlendirirlerse bu çok büyük bir akılsızlık olur. Nitekim bu gerçek insanlara Kuran'da şöyle bildirilmiştir:
"… Gerçek şu ki, sizin Allah'tan başka taptıklarınız, size rızık vermeye güç yetiremezler; öyleyse rızkı Allah'ın Katında arayın, O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Siz O'na döndürüleceksiniz." (Ankebut Suresi, 17)
Bütün bunların yanısıra Kuran'da Allah'tan başka güç ve kuvvet sahibi olmadığı bildirilir. (Kehf Suresi, 39) Allah'ın yarattığı varlıkların sahip oldukları gibi görünen güç ve kuvvet ise gerçekte Allah'a ait olan sonsuz gücün onlardaki küçük bir yansımasıdır. Allah dilediği anda bu gücü kendilerinden geri alabilir. Bu nedenle bir kimseyi, Allah'ın kendisine bu dünyada geçici olarak ve imtihan için verdiği güç ve kudret nedeniyle gözde büyütmek, ona bu anlamda hayran olmak, bu gücü ona aitmiş gibi görmek bir nevi onu ilahlaştırmak olur. (Allah'ı tenzih ederiz) Gerçekte büyük görülmesi, hayran olunması, kendisinden medet umulması gereken yegane mutlak güç Allah'tır. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilir:
Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, Azizdir. (Hac Suresi, 74)
Aynı mantık Allah'ın yarattıklarında tecelli eden, yani yansıyan diğer tüm sıfatları için de geçerlidir. Bunları değerlendirirken de bu sıfatların asıl sahibinin Allah olduğunu bilmek, insanlarda görülenin yalnızca bir tecelli olduğunu idrak etmek gerekir.
Şirk kavramının temelinde Allah'ın yarattıklarına "benlik verme", yani etrafındaki kişilere ve eşyalara Allah'tan bağımsız, müstakil varlıklarmış gözüyle bakma gibi çarpık bir yaklaşım bulunmaktadır. Bu yanlış bakış açısına göre hem Allah'ın sahip olduğu zenginlik, güzellik, güç ve ihtişam vardır hem de insanların. Yani insanların da müstakil olarak bu şekilde zenginliğe, güce, ihtişama sahip olduğu yanılgısıdır bu. Ancak bir kimseye veya bir eşyaya böyle çarpık bir anlayışla bakmak, onun sahip olduğu özellikleri kendisinden bilmek, bu özelliklerin onda bağımsız ve mutlak olarak var olduğunu sanmak, bundan dolayı o kişiye değer vermek ya da ondan korkmak ona benlik vermek demektir.
Bu çarpık bakış açısı şirkin çıkış noktasını oluşturur. İlerleyen bölümlerde de inceleyeceğimiz gibi her türlü şirk çeşidinin, müşrik tavrının ardında bu benlik verme yanılgısı vardır. Oysa samimi bir mümin önce imanını "muvahhid", yani Allah'ı birleyen, O'na hiçbir şeyi şirk koşmayan bir temel üzerine kurmalıdır. Bunun için de herkesin ve herşeyin, varlıklarını Allah'a borçlu olduğunu her an hatırlaması gereklidir. Herşey ve herkes Allah'ın dilemesiyle var olmuştur. Varlıklarını Allah ayakta tutmaktadır ve dilediği an dilediğini yok edip ortadan kaldırabilir. Ayrıca herkese ve herşeye sahip oldukları tüm özellikleri veren de yine Yüce Allah'tır. Güç, imkan, zeka, güzellik, şöhret, makam Allah'ın dilemesiyle olan özelliklerdir. Allah dilediği anda bunları kişinin elinden alabilir. Bu, Allah'a göre çok kolaydır. Allah her yerde ve herkeste değişik şekillerde tecelli eder. İnsanlar çevrelerinde hep bu tecellileri seyrederler. Allah'a iman eden bir insanın, hiçbir şeyin Allah'tan bağımsız müstakil bir varlığı olmadığını bu şekilde kalbine iyice yerleştirmesi gereklidir. Ancak bu gerçeğe uygun bir inanç, düşünce ve davranış biçimi içerisinde bulunduğunda şirke düşmekten kendini kurtarabilir.
Şirk, tevhid, kulluk, ibadet gibi kavramların gerçek anlamlarını en güzel ve en doğru olarak öğrenebileceğimiz kaynak Kuran ve Peygamberimiz (sav)'in hadisleridir. Bu nedenle, her konuda yalnızca Allah'ı İlah edinen bir tavır ve anlayışa, inanç ve davranışa sahip olabilmek ve şirkten korunabilmek, ancak ve ancak Kuran'ı ve hadisleri okuyup anlamakla ve eksiksiz bir biçimde uymaya çalışmakla gerçekleşir. Dolayısıyla, kişinin iman ettiği ve Kuran'ın hak olduğunu bildiği halde inanç, düşünce, ahlak anlayışı, yaşam tarzı ve değer yargıları bakımından Yüce Allah'ın Kuran'da bildirdiği ölçülerden ve mutlak doğrulardan farklı kıstaslar edinmesi ve hayatını bu yanlış kıstaslara göre düzenlemesi büyük bir hata olur. Aynı şekilde Allah'ın emirleri yerine başka seçenekleri tercih etmesi, çeşitli gerekçeler öne sürerek Allah'ın hükümlerini terk etmesi de şirke sebep olur.
Bu konuda insan hangi gerekçeyi öne sürerse sürsün geçerli olmaz. Örneğin bir kimsenin hoşnutluğunu Allah'ın hoşnutluğuna tercih etmek, Allah'ı razı etmek yerine onu razı etmeye çalışmak demek ayrı bir sahte ilah edinmek demektir. Bir kimseden Allah'tan korkar gibi hatta daha fazla korkmak, onun korkusuyla Allah'ın emirlerini ya da hoşnut olacağı fiilleri terk etmek de aynı anlamdadır. Bir kimseyi Allah'ı sever gibi sevmek, o kimseyi Allah'a ortak koşmak, onu Allah'ın yanı sıra başka bir sahte ilah olarak görmek anlamına gelir. Örnekleri biraz daha detaylandırmak mümkündür. Mesela bir kişi dini yaşaması gerektiğini anladığı halde içinde bulunduğu ortamı ya da çevreyi sebep göstererek, onların tepkisini almamak için dinden taviz verdiğini söylüyorsa bu, açık bir şirk göstergesidir. Çünkü bu durumda Allah'ın hoşnut olmasını değil de çevresinde bulunan kişilerin hoşnut olmasını tercih ediyor demektir. Ya da insanın ailesi veya beraber olduğu insanlar da dini kavrayamıyor olabilir, böyle bir durumda kişinin onları üzmemek adına dinin gereklerini terk edip, taviz vermesi de aynı tehlikenin belirtisidir. Çünkü bu durumda yapılması gereken Allah'ın rızasından asla taviz vermemek, insanların hoşnutluğunu değil de Allah'ın hoşnutluğunu tercih etmektir. İnsan elbette ki ailesine sevgi ve saygıda kusur etmek istemez ama onlar kendisini de şirk koşmaya çağırırlarsa o zaman ne yapılması gerektiğini de yine Allah Kuran'da bizlere şöyle bildirir:
Biz insana, anne ve babasına (karşı) güzelliği (ilke edinmesini) tavsiye ettik. Eğer onlar, hakkında bilgin olmayan şeyle Bana ortak koşman için sana karşı çaba harcayacak olurlarsa, bu durumda, onlara itaat etme. Dönüşünüz Banadır. Artık yaptıklarınızı size haber vereceğim. (Ankebut Suresi, 8)
Bu duruma verilecek en iyi örnek Peygamberimiz (sav)'in dönemidir. Peygamber Efendimiz (sav) dini tebliğ ettiği sıralarda pek çok insan İslam'ın hak olduğunu anlamış, Kuran'ın Yüce Rabbimiz Allah'ın kitabı olduğunu ve ona uyulması gerektiğini kavramıştır. Fakat bu insanlardan çok azı gerçekten din ahlakının gereklerini yerine getirmiş ve Peygamberimiz (sav)’e uymuştur.
Peygamberimiz (sav) dönemindeki bazı kişiler ise içinde bulundukları toplumdan alacakları tepkiden korkmuşlar, onların tehditlerinden çekinmişler, makamlarını, prestijlerini yitirmekten kaygılanmışlar, Peygamber (sav)'e uydukları takdirde ticaretlerinin, mali işlerinin etkileneceğini, Müslümanlara vakit ayırınca, dine hizmet edince kendi akıllarınca kayba uğrayacaklarını düşünmüşlerdir. Kimisi bulundukları zorlu ortam nedeniyle gelmesi muhtemel kötülüklerden ürkmüş, kimisi çöl sıcağında Peygamber (sav)'le birlikte yola çıkmayı zor görmüş, nefsinin rahatını tercih etmiştir.
Sonuçta bakıldığında bu insanlar birtakım gerekçeler öne sürerek dinden taviz vermişlerdir. Ama Kuran ayetleri doğrultusunda bakıldığında bu insanların aslında şirk içinde oldukları hemen anlaşılır. Çünkü bu kişiler vicdanlarıyla doğruyu gördükleri halde ya insanları, ya toplumu, ya parayı, ya mevkilerini ya da nefislerini Allah'ın rızasına tercih etmişlerdir. Allah'tan başkalarını razı etmeye çalışmışlar, Allah'ın dışında varlıklardan medet ummuşlardır. Yine o dönemde pek çok insan aslında hak olduğunu bildiği halde yalnızca nefsani istekleri nedeniyle veya nefsinin rahatı için dinden taviz vermiştir. Kimisi tehlike altına girmemek, kimisi tembellik yapmak, kimisi hiçbir fedakarlıkta bulunmamak, kimisi de nefsani isteklerini tatmin etmek için ödün vermiş ve nefsini tercih etmiştir. Kuran'da Peygamber (sav)'in yanında yer almamak için nefisleri adına bahaneler öne süren insanların durumundan şöyle bahsedilir:
"… Onlardan bir topluluk da: "Gerçekten evlerimiz açıktır" diye Peygamberden izin istiyordu; oysa onlar(ın evleri) açık değildi. Onlar yalnızca kaçmak istiyorlardı." (Ahzap Suresi, 13)
Görüldüğü gibi Peygamberimiz (sav) döneminde yaşayan bu insanlar Peygamber (sav)'le ve müminlerle birlikte olmamak, onlarla beraber dini yaşamamak için çeşitli mazeretler öne sürmüşlerdir. Belki o an öne sürdükleri bu mazeretlere kendilerini de inandırmışlar, çevrelerine de bunun ne kadar mantıklı olduğunu anlatmışlardır. Oysa ki bu mazeretler Allah Katında geçersizdir. Bu kişiler yalnızca kendilerini kandırmışlardır, ancak bu durum onları azaptan kurtarmaya yetmeyecektir. Çünkü onlar kendi hevalarını, heveslerini, ihtiraslarını, toplum önündeki prestijlerini Allah'ın rızasına tercih etmişlerdir. Kuran ayetlerine bakıldığında bu davranışlarının anlamının "şirk koşmak" olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Bu noktada önemli olan şudur: Peygamber Efendimiz (sav)'in döneminde yaşayan insanlar o dönemin şartlarında yukarıda örneklerini verdiğimiz şekillerde denenmişlerdir ama günümüz insanları da denenmektedirler. Nefisleriyle Allah rızası arasında tercih yapmaları gerektiğinde samimi mi davrandıkları yoksa geçmiş dönemlerde yaşayan müşrikler gibi mazeretler mi öne sürdükleri Allah Katında bilinmektedir. Herkes dünyada yaptıklarının karşılığını ahirette buna göre alacaktır. Mazeretlerin hiçbir yarar sağlamayacağı, bunların Allah Katında kabul görmeyeceği bir Kuran ayetinde şöyle ifade edilir:
"Artık o gün, zulmedenlerin ne mazeretleri bir yarar sağlayacak, ne (Allah'tan) hoşnutluk dilekleri kabul edilecektir." (Rum Suresi, 57)
Bu yüzden geçmişte olduğu gibi günümüzde de insanların Yüce Allah'ın Kuran'la bildirdiği kıstaslardan uzaklaşmamaları, din ahlakından uzaklaşma yönünde geçersiz mazeretler uydurmamaları çok önemlidir. Kuran'da haber verilen kıstasları terk ederek başka kıstasları benimsemenin de aslında şirk koşmak anlamına geldiği açıktır. Böyle davranan bir kişi herşeyden önce, benimsediği bu kıstasları koyan varlığı, kendi düşük aklınca Allah'ın dışında bir kural koyucu olarak görüyor, yani onu üstün güç sahibi Rabbimiz Allah'a şirk koşuyor demektir. Bu kıstasları koyan kişi, kendisi, babası, dedesi, ataları, arkadaşı, patronu, içinde yaşadığı toplum, çeşitli felsefe ve ideolojilerin kurucuları ve uygulayıcıları, vs. olabilir. Bu açıdan bakıldığında hak dinin, yani Allah'ın bildirdiği yoldan farklı bir yolu benimseyen, başka yolları seçen kimse şirkin içine girmiş demektir. Bu kişi kendisini dinsiz, ateist, Hıristiyan, Yahudi vs. olarak tanımlayabilir. Hatta Müslüman olduğunu bile iddia edebilir... Fakat 5 vakit namaz kılıyor, oruç tutuyor, İslam'ın birçok şartını yerine getiriyor da olsa tek bir noktada bile Kuran'a muhalif bir anlayışı, düşüncesi, değer yargısı varsa, Allah'ın Kuran'da bildirdiği emirleri, hoşnut olduğu tavırları terk edip yerine başkalarını tercih ediyorsa o kişi şirk içinde yaşıyor olabilir. Çünkü kendisine Allah'tan başka kural koyucu edinmiştir.
Allah'a ortak koşan birisinin, mutlaka ortak koştuğu şey için, "bu da bir ilahtır", "ben bunu Allah'tan başka bir ilah ediniyorum, buna tapıyorum" (Allah'ı tenzih ederiz) demesi veya bu şekilde düşünmesi gerekmez. Şirk, herşeyden önce kalpte olur, daha sonra düşünce ve hareketlere yansır. Kuran'dan anladığımıza göre bir kişinin şirke girmesinin temelinde Allah'tan başka herhangi bir şeyi Allah'a tercih etmesi yatar. Şirk koşan insanlarda genelde Allah'ın mutlak bir şekilde inkarı söz konusu değildir. Hatta müşriklerin büyük bir bölümü kendilerinin müşrik olduklarını açıkça kabullenmek ve kendilerine böyle bir vasfı kondurmak istemezler. Vicdanlarını örttükleri ve kendilerini kandırdıklarından ötürü ahirette bile şirklerini inkar ederler. Onların bu durumları ayetlerde şöyle bildirilir:
Onların tümünü toplayacağımız gün; sonra şirk koşanlara diyeceğiz ki: "Nerede (o bir şey) sanıp da ortak koştuklarınız?" (Bundan) Sonra onların: "Rabbimiz olan Allah'a and olsun ki, biz müşriklerden değildik" demelerinden başka bir fitneleri olmadı. Bak, kendilerine karşı nasıl yalan söylediler ve düzmekte oldukları da kendilerinden kaybolup-uzaklaştı. (Enam Suresi, 22-24)