Bediüzzaman, 11. Lema'da Sünnet-i Seniyye'yi şu şekilde açıklıyor:
İşte bu sırra binaen Sünnet-i Seniyye'ye ittibaı kendine âdet eden, âdâtını (yapılan işler) ibadete çevirir, bütün ömrünü semeredar (güzel neticeler doğuran) ve sevabdar yapabilir... (Lemalar, 11. Lema, s. 48-60, Envar Neşriyat)
Sünnetin delil oluşu dini bir zarurettir. Bu deliller çeşitlidir ve hepsi de kesinleşmiş, Ehl-i Sünnet alimleri tarafından ittifaken kabul edilmişlerdir. Sünnetin dinde delil olduğunu gösteren yedi madde vardır.
Birinci delil, Hz. Peygamber Efendimiz (sav)'in masum ve hatadan uzak olması, yani İsmet makamında olmasıdır. O, tebliği zedeleyecek şeyleri kasten yapmaktan masumdur ve yine sahih görüşe göre bu konuda hata ve yanılgıya düşmekten de korunmuştur. Bu şunu gerektirir: Tebliğ ile ilgili her haber doğrudur, Allah (cc) Katındakine uygundur ve ona tabi olmak vaciptir. Bütün bu haberler yalandan korunmuştur.
Hz. Peygamber Efendimiz (sav)'in ahkama (hükümlere) dair söylediği sözleri de yine yalandan korunmuş, dini delillerdir. Peygamber Efendimiz'in, "Ey insanlar ben size ancak Allah'ın emrettiğini emrediyor ve O'nun size yasakladıklarından nehyediyorum." sözü, O'nun hatadan korunmuş olduğunun bir delilidir.
Hz. Peygamber (sav)'in tebliğ ile ilgili haberlerinde masum oluşu, bütün sünnet çeşitlerinin delil olduğunu ispat etmede, tek başına bize yetmektedir. Çünkü her biri aslında tebliğdir. Hz. Peygamber Efendimiz (sav)'in hayatının tamamı, İslam'ın rükünlerini oluşturur. Sosyal yaşantısı, aile hayatı, arkadaşları, savaşları, yeme içmesi vs hepsi dinin içersinde ve dini açıklayan ümmete örnek teşkil eden davranışlar bütünüdür.
Hz. Peygamber (sav)'in tebliğe ait haberlerin dışında, tebliği zedeleyecek şeylerden korunmuş olması, onun bütün bu fiil, tasvip, emir ve tavsiyeleri ve nehiylerinin de bizzat delil olmasını gerekli kılmakta, bunun için başka bir habere ihtiyaç duyulmamaktadır. Kutlu Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) hata yapmaktan korunmuştur, İsmet makamı ile şereflendirilmiştir.
Peygamber Efendimiz (sav), ümmetini sünnetine sarılmaya teşvik edip onları, kendisine muhalefetten sakındırıyordu. Sahabe-i Kiram da her konuda Peygamberimiz (sav)'in emrine katıksızca itaat ediyor, O'na uyuyor, bütün söz, fiil ve tasviplerinde kendisine tabi oluyordu. O'ndan (sav) gelen her şeyi itaat gerektiren konular olarak alıyor ve her hareketini dini birer delil olarak algılıyorlardı.
Dünyevi meselelerde içtihat gerektiren bir konu olduğunda da bunun niçin ve nasıl olduğu konusunda Peygamber Efendimiz (sav)'e danışıp, istişare ediyorlardı.
Bazen de bir hüküm kendileri tarafından anlaşılmayınca, hikmetini anlamak için onu Hz. Peygamber Efendimiz (sav)'e sorup hakikatini anlamaya çalışıyorlardı.
Bununla birlikte onlar, başlarına gelen bir hadisede, çözüm için sadece Kuran ile yetinmiyorlardı. Her konuda sorma imkanı buldukları müddetçe Hz. Peygamber Efendimiz (sav)'e danışıyorlardı.
Sahabelerden birisi, uzakta bulunduğunda başına bir hadise gelirse, bu konunun çözümü için önce Kuran'da cevabını araştırır, onda bulamazsa sünnette araştırır, orada da bir cevap bulamazsa kendi görüşüyle içtihat ederdi. Peygamber Efendimiz (sav)'in yanına döndüğü zaman da durumu kendisine arz eder, eğer içtihadında isabetli ise tasdik görür, hatalı ise Resullullah (sav) hatasını gösterir, böylece o da hatasından dönerdi.
Hz. Peygamber Efendimiz (sav) ve Sahabe-i Kiram zamanında cereyan eden bütün olayları Cenab-ı Allah (cc) tasvip etmiş ve bu davranışlarında hata ettiklerini açıklamamıştır. Vahyin indiği bir dönemde Cenab-ı Allah (cc)'ın bir şeyi tasvip etmesi vahiy derecesinde kuvvetli bir delildir.
Allah (cc)'ın hak Kitabı Kuran-ı Kerim, sünnetin delil oluşunu kesin olarak ifade eden birçok ayet-i kerime ile doludur.
Bu ayet-i kerimeler birkaç gruba ayrılır. Bazen bir ayet birden fazla gruba da dahil olabilmektedir.
Bunlar Hz. Peygamber (sav)'e iman etmenin vacip olduğunu gösteren ayetlerdir.
Hz. Peygamber (sav)'e iman ile anlatılmak istenen, O'nun peygamberliğini ve Kuran'da zikri geçsin geçmesin, O'nun Allah (cc) Katından getirdiği bütün şeyleri tasdik ve kabul etmektir. Peygambere uymamanın ve verdiği hükme razı olmamanın imanla bağdaşmayacağını ifade eden ayetler de bu gruptandır:
"Şu halde Allah'a, O'nun Resûlü'ne ve indirdiğimiz nur (Kur'an)a iman edin. Allah yaptıklarınızdan haberdâr dır." (Teğabün Suresi, 8)
De ki: "Ey insanlar, ben Allah'ın hepinize gönderdiği bir elçisi (peygamberi)yim. Göklerin ve yerin mülkü yalnız O'nundur. O'ndan başka ılah yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah'a ve ümmi peygamber olan elçisine iman edin. O da Allah'a ve O'nun sözlerine inanmaktadır. O'na iman edin ki hidayete ermiş olursunuz." (Araf Suresi, 158)
Kadı ıyaz (544/1149) demiştir ki: " Allah'ın peygamberi Hz. Muhammed'e (sav) iman, kesin bir farzdır. ıman ancak onunla tamam olur ve ancak onunla sıhhat bulur."
İmam Şafi (204/819) demiştir ki: "Allah Teala, kendisine ve Resulü'ne imanı, diğer bütün amellerin başlangıcı ve kamil imanın kaynağı yapmıştır. Bir kul Allah'a iman edip de Resulü'ne iman etmezse, imanı tamam ve sahih olmaz. Hatta kabul görmez."
İbn Kayyim el Cevziyye (751/1350) ise bu konuda şöyle demektedir: "Allah Teala, Ashab-ı Kiram'ın, Hz. Peygamber ile toplu bir işteyken ondan izin almadan herhangi bir yola ve yere gitmemelerini, imanın gereklerinden kılmıştır. Dolayısıyla O'nun izni olmadan ilmi bir mezhebe ve hükme gitmemeleri imanın bir gereği olmaktadır..." (El Muvakkiin, 1, 58)
Bu gruptaki ayetler, Hz. Peygamber (sav)'in, Allah (cc)'ın hükmüne uygun olarak Kuran'ı açıklayıcı ve şerh edici olduğunu ve Hz. Peygamber (sav)'in ümmetine kitabı ve hikmeti (sünneti) öğrettiğini gösteren ayetlerdir. ımam fiafi ve diğer alimler hikmete sünnet anlamını vermişlerdir.
Ayetlerde Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
Biz Kitab'ı ancak, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi onlara açıklaman ve inanan bir kavme rahmet ve hidayet olması dışında (başka bir amaçla) indirmedik. (Nahl Suresi, 64)
Andolsun ki Allah, mü'minlere, içlerinde kendilerinden onlara bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur. (Ki O) Onlara ayetlerini okuyor, onları arındırıyor ve onlara Kitabı ve hikmeti öğretiyor. Ondan önce onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler. (Al-i İmran Suresi, 164)
İmam Şafi demiştir ki: "Allah Teala, Kitap deyince Kuran'ı, hikmet ile de -görüşlerine katıldığın ehl-i Kuran alimleri gibi- Hz. Peygamber (sav)'in sünnetini kastetmiştir. Bu görüş Kuran'ın ifadesine uymaktadır. Allah en iyisini bilir. Çünkü Kuran, önce Kuran'ı, peşinden de Hikmet'i zikretmiştir. Allah Teala da kendilerine, Kitap ve Hikmet'i öğretmekle kullarına yaptığı ihsanı zikretmektedir. Allah, en doğrusunu bilir. Buradaki hikmetin Hz. Peygamber (sav)'ın sünnetinden başka bir şey olduğunu söylemek de uygun değildir. Sebebi şudur: Allah Teala hikmeti Kuran'la yan yana zikretmiştir. Ayrıca Peygamberine itaati ve herkese onun emrine uymayı farz kılmıştır. Allah'ın Kitabı ve Resulü'nün sünnetinden başka hiçbir söz için farz denilmesi caiz değildir." (İmam şafii, er Risale, 78)
Bu gruptaki ayetler, Hz. Peygamber (sav)'e emir ve nehiylerinde mutlak olarak uymanın vacip, O'na itaatin Allah (cc)'a itaat olduğunu gösteren, kendisine muhalefetten ve sünnetini değiştirmekten sakındıran ayetlerdir:
Allah'a ve elçisine itaat edin, ki merhamet olunasınız. (Al-i İmran Suresi, 132)
Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Resûl'e itaat edin ve kendi amellerinizi geçersiz kılmayın. (Muhammed Suresi, 33)
Allah'a itaat edin, peygambere de itaat edin ve sakının. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki, elçimize düşen, ancak apaçık bir tebliğdir. (Maide Suresi, 92)
İbn Kayyim el Cevziyye (751/1350) demiştir ki: "Allah Teala Kendisi'ne ve Resulü'ne itaati emretti. Peygambere emrettiklerini, Kitab'a arzetmeksizin bizatihi kendisine itaatin vacip olduğunu bildirmek için 'peygambere de itaat ediniz' buyurarak "itaat" emrini tekrarladı. Hz. Peygamber (sav) bir emir verdiği zaman, o emir Kuran'da bulunsun bulunmasın, mutlak ve müstakil olarak kendisine itaatin vacip olduğunu bildirdi. Çünkü O'na, Kitap ve beraberinde benzeri değerde sünnet verilmiştir."
Kuran'da Rabbimiz Resul'e itaatin önemiyle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
Sana iyilikten her ne gelirse Allah'tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şahid olarak Allah yeter. Kim Resûl'e itaat ederse, gerçekte Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik. (Nisa Suresi, 79-80)
Bu gruptaki ayetler, Hz. Peygamber (sav)'den bildirilen bütün söz ve hareketlerde O'na tabi olmanın ve kendisini örnek almanın vacip olduğunu, Allah (cc)'ın muhabbetinin tahsisi için O'na uymanın gerekli olduğunu gösteren ayetlerdir.
De ki: "Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Al-i İmran Suresi, 31)
Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır. (Ahzab Suresi, 21)
Muhammed b. Ali Hakim et Tirmizi demiştir ki: " Hz. Peygamber (sav)'i örnek almak, O'na uymak sünnetine tabi olmak ve sözde veya fiilde kendisine muhalefet etmemektir."
Sünnetin delil oluşunu gösteren birçok hadis-i şerif ve rivayetler vardır. Bunları da üç grupta toplayabiliriz:
Hz. Peygamber (sav) kendisine, Kuran ve onun dışında hadis olarak vahyedilen şeylerde yalan söylemekten uzaktır.
Hz. Peygamber (sav)'in açıkladığı ve ortaya koyduğu hükümler, Allah Teala (cc)'nın hükmüyle oluşmuştur. O'nun Katından gelmiştir. Resulullah (sav)'ın bizatihi kendinden değildir.
Sünnet'le amel, Kuran ile amel demektir.
Allah Teala (cc), ümmete Hz. Peygamber (sav)'in sözünü alıp uygulamayı, O'nun emrine itaati ve sünnetine uymayı emretmiştir.
Kim, Hz. Peygamber (sav)'e itaat eder, sünnetine uyarsa, Allah (cc)'a itaat etmiş, hidayet bulmuş olur.
İman, ancak O'nun getirdiği şeylere bütünüyle uymakla tamam olur. O'ndan hakkın dışında bir şey çıkmaz. Hidayet yolunun en hayırlısı, O'nun getirdiği yoldur.
Hz. Peygamber (sav)'in getirmediği ve tasvip etmediği, insanların kendi heva ve heveslerine göre icat ettikleri herşey, bidattir, kabul görmez, uygulanmaz.
İmam Beyhaki, Medhal adlı kitabında, Talha bin Nüdayle'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Kıtlık olduğu yıl, (aşırı pahalılık karşısında) bazıları, Hz. Peygamber (sav)'e gelerek, "Ya Resulullah! Bizler için fiyatlara narh koyun" dediler. Hz. Peygamber (sav) de: "Allah, emretmediği bir sünneti (uygulamayı) sizlere sünnet olarak koymamı benden istemiyor. Fakat siz, Allah'tan lutfuyla size genişlik vermesini isteyiniz."
İbn-i Hibban (354/966), Abdullah bin Ömer'den O'nun şöyle dediğini işittiğini rivayet etmiştir:
Hz. Peygamber (sav) buyurdular ki: "Her amel için bir dinçlik ve iştiyak zamanı vardır. Kim önceki amelindeki dinçlik ve iştiyakı kesilince yeni amelinde benim sünnetime yönelirse o, doğruyu bulmuş olur. Kim de sünnetin dışına yönelirse helak olmuş olur." (Ahmet ibn-i Hanbel, Müsned, 2, 158)
İbn Abdülberr, Kesir b. Amr b. Avf'dan, o da babasından, o da dedesinden, O'nun şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "Size kendisine yapıştığınız zaman asla sapıtmayacağınız iki şey bıraktım: Allah'ın kitabı ve Resulü'nün sünneti." (Suyuti, Camius Sağir, hadis no: 3282)
Beyhaki, Medhal'de, Abdullah b. Amr (ra)'dan, O'nun şöyle dediğini rivayet etmiştir.
Hz. Peygamber (sav)'den duyduğum her şeyi ezberlemek isteyerek yazıyordum. Kureyş beni bundan nehyetti ve: "Sen Resulullah (sav)'tan duyduğun her şeyi yazıyorsun. Halbuki o da bir insan, kızgınlık, ve hoşnutluk hallerinde konuştuğu olur (hepsinin yazılması doğru olmaz)" dediler. Bunun üzerine ben de yazmayı bıraktım. Durumu Allah Resulü'ne (sav) söyledim, o da buyurdular ki: "Yaz, nefsimi kudreti elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, ondan (eliyle ağzına işaret etti) haktan başkası çıkmaz." (İbn Abdülberr, Beyan-ül İlm, 2, 27)
Bu gruptaki hadislerin ortak konuları, müminlerin, Hz. Peygamber (sav)'in sünnetine uymaları ile doğruyu bulacakları, sadece Kuran'ı alıp onunla amelden nehyedilme ve sünneti terk ederek kendi görüşü ile yetinmekten nehyedilme olarak özetlenebilir.
Müslim, Rafi b. Hudeyç'den (ra) Rasulullah'ın (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Siz dünya işlerini iyi bilirsiniz. Ben de dinle ilgili işleri en iyi bilenim. Size dininizle ilgili bir şey emrettiğim zaman onu alıp yapınız." (Müslim, Fedail, 140)
Bu gruptaki hadisler ise, Hz. Peygamber (sav)'in sözlerinin dinlenmesi, onların ezberlenmesi ve onları kendi asrında yaşayanların, daha sonra gelecek olanlara tebliğ etmesiyle ilgili emirlerini ve bu işi yapanlara büyük bir ecir (mükafat) vaadini ifade edenlerdir.
O'nun bu emirleri, sünnetin delil olmasını gerekli kılmaktadır.
Beyhaki (451/1066) demiştir ki: "şayet sünnetin delil oluşu sabit ve zaruri olmasaydı, Hz. Peygamber (sav), veda hutbesinde, kendisini dinleyenlere, dinlerini ilgilendiren işleri öğrettikten sonra: "Dikkat! Sözlerimi tebliğ edin, demezdi."
El Makdisi, El Hücce'de, Ebu Hureyre (ra)'den: Hz. Peygamber (sav)'in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Kim ümmetim için kendilerine dini işlerinde faydası olacak kırk hadis ezberlerse, kıyamet günü alimlerle beraber haşredilir." (Ebu Nuaym, Hilye, 4, 189)
Kendisine bir vahiy gelmeyen ve Allah (cc) tarafından vahiyle desteklenmeyen hiçbir kimsenin, sadece Kuran'dan, İslam dininin hüküm ve tafsilatını anlaması mümkün değildir. Bunun için o kimseye vahiy yoluyla gelen veya Hz. Peygamber (sav)'in kendi içtihadıyla Kuran'dan çıkardığı ve Allah Teala (cc)'nın tasvip ettiği sünnete bakması gerekir. Ancak bu şekilde, Allah (cc)'ın muradını anlamak ve Kuran'dan, hükümlerin tafsilatını çıkarmak mümkün olur. Çünkü bunun için tek yol sünnettir.
Şayet Sünnet, delil (hükümlerde kaynak) olmasaydı, müçtehitlerden hiçbirinin ona bakması ve bu konuda ondan destek alması sahih olmaz ve hiçbir kimse, mükellef olduğu şeyi anlamazdı. Bu durumda hükümler yok olur, teklif ortadan kalkardı. Zikredilen bu konularda, bir müçtehidin tek başına, kendi görüşüyle hareket etmesi mümkün değildir. Çünkü Kuran, icazda en yüksek noktada, belagat ve fesahatta en ileri seviyede olduğu için pek yüksek manalar ve söyleyenle kendisine vahyedilenin dışında kimsenin bilmeyeceği, çoğu bize kapalı, pek çok sırlar ve ilim hazineleri ihtiva etmektedir.
Hz. Peygamber (sav) Kuran'ın açıklayıcısıdır, beşer kendi bilgisi ile sadece Kuran'a bakarak hüküm çıkaramaz, Kuran'ı açıklamak peygambere verilmiş bir görevdir. Yüce Rabbimiz Kuran'da: "... Namazı dosdoğru kılan, zekatı veren…" (Bakara Suresi, 177) buyurmaktadır.
Bu ayetten, namaz ve zekatın farz olduğu anlaşılmaktadır. Fakat farz olarak kılınacak bu namazın mahiyeti ve keyfiyeti nedir? Ne zaman yapılır? Kaç rekat kılınır? Kime farzdırş gibi detayları ancak Sünnet-i Seniyye ile anlayabiliriz, uygulanışını bize gösteren bizi aydınlatan hadis-i şeriflerle bilebiliriz.
Aynı şekilde zekatı ele alalım. Zekat nedir? Kime farzdır? Hangi mallardan verilmelidir? Miktarı ve farz olma şartları nelerdir? gibi konular da namaz konusundaki gibidir.
Başka bir ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyuruyor:
"Öyleyse akşama girdiğiniz vakit de, sabaha erdiğiniz vakit de Allah'ı tesbih edip (yüceltin)" (Rum Suresi, 17)
Bu ayetten tesbihin vacip, vaktinin de kısaca sabah, akşam ve yatsı olduğunu anlıyoruz. Ancak buradaki tesbihten kastedilen tam olarak nedir? "Namaz kılınız" ayetindeki namaz mıdır? Yoksa "subhanAllah" demek gibi midir? Eğer Peygamber Efendimiz (sav)'den bir bilgi gelmeseydi, bu ifadenin sabah, akşam ve yatsı namazıyla ilgili olduğunu anlayamazdık.
İnfak etmek ile ilgili bir ayette ise Rabbimiz şöyle buyuruyor.
"Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acıklı bir azabı müjdele." (Tevbe Suresi, 34)
Bu ayette infakla ne kastediliyor? Bu infak şekli, ayetin nazil olduğu zaman Sahabenin anladığı gibi bütün malın infak edilmesi midir? Yoksa bir kısmının verilmesi midir? Eğer bir kısmı ise ne kadarıdır? Bütün bunlar da Peygamberimiz (sav)'in hadisleriyle anlaşılabilecek konulardır.
Bu bahsi geçenler gibi sosyal hayatta karşımıza çıkan yüzlerce konu ayet-i kerimelerde zikredilmediğinde bize onları ancak kutlu Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) açıklar. Müslümanların ibadet şekillerini belirler, onların neler ve nasıl olduklarını, nasıl uygulanacaklarını anlatır, kendi hayatında uygulayarak örnek teşkil eder.
İbn Hazm, El İhkam isimli eserinde şöyle demektedir:
"Kuran'ın hangi ayetinde, öğle namazının farzının dört ve akşamın üç olduğunu, rükunun ve secdenin, kıraatin ve secdenin ve selamın yapılış şeklini, oruçta sakınılacak şeyleri, altın, gümüş, koyun, sığır ve deve zekatlarının ne şekilde olduğunu ve bunların ne kadarından ne kadar zekat alınacağını, Haccın vakti, Arafat'ta vakfe, orada ve Müzdelife'deki namaz, taşların atılması, ihramın şekli, Hacda sakınılacak şeyler gibi Hacla ilgili amelleri, hırsızın elinin kesilmesini, haram olan yiyecekleri, hayvan boğazlama ve kesmenin usulünü, hadlerin hükümlerini, boşanmanın nasıl vuku bulacağını, alış veriş hükümlerini, faizin nasıl oluştuğunu, hüküm ve davaların teferruatını, yemin çeşitlerini, hapis sebeplerini, mehirler ve diğer fıkhi meselelerin açıklamasını bulabiliriz?
Kuran'da birtakım hükümler vardır ki, onları anlamak için tek müracaat kaynağı Hz. Peygamber (sav)'den gelen nakillerdir. İcma da bir kaynaktır, fakat o bazı meselelerde hükme medar olur. Biz bütün bunları Kitab-ı Meratib adlı eserimizde toplayıp zikrettik. Demek ki, zaruri olarak hadise başvurmak lazımdır." (İbn Hazm, El İhkam, 2. 79-80)
Allah (cc)'ın hak kitabı Kuran-ı Kerim'i sadece aklımızla anlayamayacağımız konusunda ve sünnet olmadan bunun mümkün olmadığı hususunda pek çok hadis varit olmuştur. Yine bu konuda Sahabe ve onlardan sonrakilerden sayısız haberler rivayet edilmiştir. Hepsi de aynı konuda ittifak halindedir. Bu rivayetlere örnekler şöyledir:
Beyhaki, El Medhal isimli eserinde, Lalekai ise es Sünne'de, Hz. Ömer (ra)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kendi görüşüyle hüküm çıkaranlardan sakının. Şüphesiz onlar, sünnet düşmanıdırlar. Resulullah (sav)'ın hadislerini ezberlemek ve öğrenmek kendilerine zor geldiği için kendi görüşleriyle konuşmaya başladılar. Böylece kendileri haktan saptı, başkalarını da saptırdılar."
Ebu Hatim (354/965), İbn Mesud'un (ra) şöyle dediğini nakleder: "Her şeyin ilmi Kuran'da mevcuttur, fakat insanların görüşü onu bulup çıkarmaktan acizdir."
Ahmet ibn Hambel (ra), İmran b. Husayn (ra)'ın şöyle dediğini nakleder: "Kuran indi, Resulullah (sav) da birtakım sünnetler ortaya koydu ve: "Bize (Kuran ve sünnete) uyunuz. Vallahi eğer bunu yapmazsanız, sapıtırsınız, buyurdu."
Beyhaki, El Medhal'inde, Şebib bin Ebi Fudane el Mekki yoluyla, İmran bin Husayn'dan (ra) şunu rivayet etmiştir: "İmran (ra) şefaatten bahsetti. Cemaatten bir adam söze karışarak: "Ya Eba Nüceyd, sen bize Kuran'da delilini bulamadığımız birtakım hadislerden bahsediyorsun" dedi. Bu sözü duyan İmran (ra) kızdı ve adama:
"Sen Kuran'ı okudun muş" diye sordu. Adam: "evet" dedi. İmran (ra): "Peki söyle bakalım, sen Kuran'da yatsının farzının dört, akşamın üç, öğle ve ikindinin dört rekat olduğuna rastladın mı?" diye sordu. Adam: "hayır" dedi. İmran (ra): "Siz bütün bunları kimden alıp öğrendiniz? Siz bizden, biz de Hz. Peygamber (sav)'den öğrenmedik mi? Allah Teala, Kuran'da: 'Beyt-i Atik'i (Kabe'yi) tavaf ediniz' buyurmaktadır. Peki Kuran'da 'yedi defa tavaf ediniz, makam-ı İbrahim'in arkasında iki rekat namaz kılınız' diye bir emir bulabilir misiniz? Peki Kuran'da: "Peygamber size ne verdiyse alın, size neyi yasakladıysa ondan da kaçının" buyurduğunu duymadınız mı?" dedi.
İbn Abdilberr ve Beyhaki, El Medhal'de, Eyyub es Sahtiyani'den şunu naklederler: "Bir adam, Mutarrıf b. Abdullah'a "Bize sadece Kuran'dan bahsedin, hadis anlatıp durmayın" dedi. Mutarrıf adama: "Vallahi biz, hadisleri Kuran'ın yerine anlatmıyoruz. Bilakis, hadisleri anlatmaktaki gayemiz, Kuran'ı en iyi bilenin bildiklerini nakletmektir." diye cevap verdi."
Lalekai, es Sünne adlı eserinde, Ahmet ibn-i Hanbel'in şöyle dediğini nakleder: "Hadisler bizim yanımızda Resulullah'tan (sav) gelen rivayetlerdir. Onlar Kuran'ı açıklar. Onlar Kuran'ın işaret ettiği manaların delilleridir."
Cabir (ra) demiştir ki: "Resulullah (sav) aramızda iken kendisine vahiy geliyor ve kendisi, gelen ayetin mana ve yorumunu biliyordu. Sonra O, ayetle nasıl amel ederse, biz de öylece amel ediyorduk."
Resulullah (sav)'ın emrettiği sünnetin, Kuran'ı anlamamızı, Kuran'ı uygulayabilmemizi sağlayan bir rahmet olduğu bu ayet-i kerimelerden, hadis-i şeriflerden ve rivayetlerden anlaşılıyor.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'den sadır olan şeyler, ya Allah (cc)'tan gelen hükümleri tebliğ için ortaya konmuş söz veya fiillerdir veya tebliğin dışındaki davranışlardır.
Bu, kesin vahiydir. Bilindiği gibi Allah (cc) Resulü, bu kısımda hata ve yanılmadan korunmuştur. Hanefi alimleri buna "vahy-i zahir" demektedirler.
Bu kısımdaki vahiy bazen onun İlahi vahiy olduğunu gösteren bir lafızla beraber veya başka türlü iner. İlahi vahiy olduğunu ifade eden lafızla birlikte gelen, ya taabbüd (kulluk) ya i'caz veya meydan okuma ifade eder ki bu, Kuran'dır.
İ'caz ve tehaddi özelliği taşımayan vahiy ise lafzının da inzal edildiğini söyleyen görüşe göre hadis-i kutsidir. Bunun da vahiy olduğuna şüphe yoktur. Çünkü Hz. Peygamber (sav), "Rabbül İzzet buyurdu ki:..." gibi sözlerle Allah (cc)'tan haber vermektedir. Bu da yalandan masum bir haberdir. Hz. Peygamber (sav)'in haberi, Kuran'ın Allah (cc)'ın kelamı olduğunu gösterdiği gibi, bunun da Allah (cc)'ın kelamı olduğunu gösterir.
İnen vahiyle birlikte, onun Allah (cc)'a ait olduğunu gösteren bir söz yoksa, o hadis-i nebevidir. Hz. Peygamber (sav)'e ait hadis ve uygulamaların vahiy olduğunu, şu ayet-i kerimeler göstermektedir:
O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz. O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir. (Necm Suresi, 3-4)
... Ben, yalnızca bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edersem, gerçekten ben, büyük günün azabından korkarım. (Yunus Suresi, 15)
... Allah, sana Kitabı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediklerini öğretti. Allah'ın üzerinizdeki fazlı çok büyüktür. (Nisa Suresi, 113)
Daha önce belirttiğimiz gibi ayette geçen "hikmet" sünnettir.
Ebu Davud ve Beyhaki, bu rivayeti şu lafızlarla tahric ve tesbit etmişlerdir: "Cebrail (as) Hz. Peygamber (sav)'e Kuran'ı indirdiği gibi sünneti de indiriyor. Kuran'ı öğrettiği gibi sünneti de öğretiyordu." (Darımi, Mukaddime, 49)
Bu kısım, Hz. Peygamber (sav)'in Allah (cc)'tan tebliğ kastı bulunmayan söz ve davranışlarıdır. Bunlar da, ya Allah (cc) tarafından tasdik edilmiştir veya edilmemiştir.
Eğer Allah Teala (cc), Hz. Peygamber (sav)'in bir fiilini tasvip etmişse -o fiil, bizatihi vahiyle talim edilmemiş de olsa- vahit durumunda ve hükmündedir. Çünkü bir fiilin Allah (cc) tarafından tasvip edilmesi onun gerçek, doğru ve Allah (cc)'ın rızasına uygun olduğunu gösterir. Ayrıca Cenab-ı Allah (cc) bize, Hz. Peygamber (sav)'den sadır olan her söz ve fiile uymamızı, her fiili açık vahiyle bildirmemiş olsa da, O'na uymamızı emretmiştir. Şu halde bir kimse, Hz. Peygamber (sav)'den vahiyle bildirilmeyen bir fiilini alıp tatbik etse, bunu, Allah (cc)'ın "O'na uyunuz" emrine imtisal ederek yapmış olacaktır. Bu durumda O'nda görülen bu türden şeyler, hiç şüphesiz hakikatte kendisine vahyedilmiş olmaktadır.
İmam Suyuti'den (911/1505) yapacağımız şu nakil, bu konuyu destekler mahiyettedir.
O demiştir ki: Şafii ve Beyhaki, Tavus adlı eserde Hz. Peygamber (sav)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: "Ben, ancak Allah'ın Kitabı'nda helal kıldığını helal kılar ve ancak O'nun Kitabı'nda haram kıldıklarını haram kılarım" (Ebu Davud, Sünen, 5: Tırmizi, İlim, 10: İbn-i Mace, Mukaddime, 2: Suyuti'nin nakli için, Miftahu'l Cenne, 19)
Beyhaki şöyle der:
"Hadiste geçen "Allah'ın Kitabı" ifadesi eğer sahihse Resulullah (sav) bununla kendisine vahyedileni kastetmiştir. Kendisine vahyedilen de iki kısımdır: 1. Vahyi Metluv (Kuran) 2. Vahyi Gayri Metluv (Allah'tan kendisine verilen Kuran dışında bilgi ve ilhamlar)"
İbn-i Mesud (ra) da, İmam Şafii (ra) gibi, ayet-i kerimeden Resulullah (sav)'ın sünnetini kabul edenin, aslında Allah (cc)'ın Kitabı'nın emrini kabul etmiş olacağını söylemiştir. Çünkü Resulullah (sav)'a tabi olmanın zorunlu oluşu, Kuran'ın ortaya koyduğu bir hükümdür.
Hz. Peygamber (sav)'in içtihadına dayanan ve Allah (cc)'ın tasvip ettiği hükümler, bu ikinci kısma girmektedir. Hanefi alimleri buna "vahy-i batın" derler.
İslam'ın ilk dönemlerinden, bugüne kadar konuya ilmi ve vicdani bakan hiçbir müçtehit imamın, sünnete uymayı, onunla delil getirmeyi ve gereğince amel etmeyi inkar ettiğini göremeyiz. Bilakis onların sünnete sımsıkı sarıldıklarını, onun çizdiği istikamette hareket ettiklerini, başkalarını sünnetle amele teşvik ve ona muhalefetten men ettiklerini, kendileri ve başkaları için hükümlerinde ona dayandıklarını görmekteyiz. Ayrıca sünnete muhalefet eden veya onu hafife alana şiddetle karşı çıktıklarını, sünneti, Kuran'ın tamamlayıcısı ve bir açıklayıcısı gördüklerini, kendileri, önlerine sahih ve aksi hüküm bildiren bir hadis geldiğinde, Kitap veya diğer delillerden birine dayanarak elde ettikleri içtihat görüşlerinden hemen ona döndüklerini ve onu nazar-ı dikkate aldıklarını görmekteyiz.
Bu konuda Seleften, şu söz nakledilmiştir: "Sahih bir hadis bulunduğunda, benim mezhebim odur. Ona ters ters düşen sözümü, kaldırıp duvara çarpınız." (Subki, Mecmuat-ur Resail-i Müniriye, 2, 98)
Müçtehitlerin çoğundan bu manada sözler nakledilmiştir.
Hadis ehli için, müçtehitlerin ve genel olarak alimlerin ortak görüşü şudur: "Ehl-i hadis, din için en büyük yardımcı, saldırganların hücumuna ve dinsizlerin şüphelerine karşı en kuvvetli koruyucudurlar. Onlara, ancak bidat ehli, facir ve kafir düşman olur."
Sünnetin delil oluşunda İslam alimleri arasında icma hasıl olmuş, bu konuda söz birliği sağlanıp kesin hükme varılmıştır.