Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resulü'nde güzel bir örnek vardır. (Ahzab Suresi, 21)
İslamiyet'in iki temel kaynağı vardır: Kuran ve sünnet. Bunlar et ve tırnak gibi birbirinden ayrılmaz iki temel konudur. Birini birinden ayırırsak dinin gerçek anlamını kavrayamayız.
Müminin ahiretteki gerçek mutluluğu yakalaması için İslam'ın bu iki kaynağını çok iyi anlayıp, eksiksiz olarak uygulaması gerekir. Kuran'ın ahlakı ile ahlaklanmış olan Peygamberimiz (sav)'in uygulamaları bizim için adeta Kuran'ın canlı bir yorumudur.
Resulullah (sav) bir hadisinde, "Ümmetimin fesad zamanında, unutulmuş sünnetlerimden birini ihya edene yüz şehid sevabı verilir." (İbn-i Mace) buyuruyor. Peygamberimiz (sav)'in haber verdiği zaman yaklaşmış görünmektedir. Vadedilen bu güzel karşılığa layık olabilmek için tüm Müslümanların Peygamberimiz (sav)'in sünnetine sarılmaları son derece önemlidir.
Resulullah (sav)'ın üstün ahlakı ve uygulamaları, günlük hayatın düzenlenmesinde müminler için en güzel örnektir. Peygamber Efendimiz (sav)'in her davranışı Allah (cc)'ın koruması altındadır.
Allah (cc), Kuran-ı Kerim'de Peygamberimiz (sav)'e " Ve şüphesiz sen pek büyük bir ahlak üzerindesin." (Kalem Suresi, 4) buyurmuştur. Resul-ü Ekrem (sav) bir hadisinde, "Ben ancak ahlak faziletlerini tamamlamak için gönderildim." (Beyhaki) buyurarak, yaşantısının, her müminin uygulaması gereken örneklerle dolu olduğunu bildirmiştir.
Kendisine peygamberlik gelmeden önce de güzel ahlakın en güzel örneklerini sergileyen Resulullah Efendimiz (sav), İslam dinini anlatırken de seçkin kişiliği ve güzel ahlakı ile bütün insanlığa örnek olmuştur. Aradan geçen on dört yüzyılda insanlık O'nun ortaya koyduğu güzel ahlak ilkelerini yakalamaya çalışmıştır.
Peygamberimiz (sav)'in hanımı Hz. Ayşe, Resulullah (sav)'ın güzel ahlakını şöyle anlatıyor:
"Çirkin söz söylemezdi. Haya, terbiye ve nezakete aykırı bir davranışta bulunmazdı. Çarşı ve pazarda yüksek sesle konuşup gürültü çıkarmazdı. Kötülüğe kötülükle karşılık vermezdi. Affeder bağışlardı." (Ebu Davud)
Hz. Ayşe'nin Peygamberimiz (sav)'in ahlakı ile ilgili bir soru üzerine verdiği cevap, O'nun yaşantısının, Kuran ahlakının hayata geçirilmiş şekli olduğunu göstermektedir:
"Ey müminlerin annesi Peygamberin ahlakı nasıldı?" Cevap verdi: "Resulullah'ın ahlakı... Mü'minun suresini okuyabiliyor musun? Bu sureyi onuncu ayetine kadar oku! İşte Allah'ın Resulü'nün ahlakı böyle idi" dedi. (Buhari)
Resulullah (sav), "En hayırlınız, ahlakça en güzel olanınızdır." buyurarak, bunun her mümin için ulaşılması gereken bir hedef olduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla, mümin nefsindeki tüm kötülüklerden sakınıp bu ahlaka ulaşmak için çaba harcamalıdır.
Su, buzu erittiği gibi güzel ahlak da günahları eritir; sirke balı bozduğu gibi kötü ahlak da ameli bozar. (Taberani)
Benim Katımda en sevimliniz, ahlakça en güzel olanınız ve etrafındakilerle hoş geçineninizdir ki, onlar herkesi sever ve herkes de onları sever. Benim Katımda en sevimsiziniz dedikodu yapan, dostların arasını açan ve tertemiz kimselerde kusur arayanlardır. (Bezzar)
Allah Katında kötü ahlaktan daha büyük bir günah yoktur. Çünkü kötü ahlak sahibi, bir günahtan çıkmadan diğerine düşer. (Isbahani)
Kul, ibadeti az olduğu halde, güzel ahlakıyla ahiretin yüksek derecelerine ve şerefli mevkilerine ulaşabilir. Ahlakı kötü olanlar da cehennemin alt tabakasına varırlar. (Taberani)
Bir mümin güzel ahlakıyla gece ibadet eden, gündüz oruç tutan kimselerin seviyesine yetişir. (Ebu Davud)
Kıyamet günü mizana konan iyiliklerin en ağırı takva ve güzel ahlaktır. (Ebu Davud)
Resulullah Efendimiz (sav), namaza başlamadan şu duayı ederdi:
"Allah'ım bana güzel ahlak ihsan eyle, zira senden başka kimse güzel ahlak ihsan edemez. Allah'ım beni kötü huylardan koru ve uzaklaştır." (Müslim)
Kuran-ı Kerim'de, "... Yine de affeder, hoş görür (kusurlarını yüzlerine vurmaz) ve bağışlarsanız, artık elbette Allah, bağışlayandır, esirgeyendir" (Teğabün Suresi, 14) buyrulmuştur. Özellikle müminlerin kendi aralarında hoşgörülü ve affedici olmaya çok dikkat etmeleri gerekir.
Resulullah Efendimiz (sav) affedici olmanın fazileti üzerinde özellikle durmuş, bunun müminler arasında kardeşlik duygularının gelişmesinde vesile olacağını söylemiştir. O'nun örnek alınacak davranışlarından birisi de, şahsi sebeplerden dolayı kimseye kin tutmaması ve düşmanı bile olsa sürekli olarak affetme yoluna gitmesidir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
"Alçak gönüllülük insana yükseklikten başka bir şey artırmaz. Alçak gönüllü olun ki Allah sizi yükseltsin. Af ve bağışlanma insanın ancak şerefini yükseltir. Affediniz ki Allah sizi izzetlendirsin." (Isfahani)
Müslümanların birbirleri üzerindeki haklarından vazgeçmeleri gerekir. Kin tutmak ve intikam almak gibi düşüncelerin müminler arasında yeri yoktur. Affedici olmak ahirette müminin derecesini artırır ve dünya hayatında tesanüd duygularının gelişmesine vesile olur. Allah (cc) Resulü (sav) şöyle buyuruyor:
"Sana zulmedeni affet. Sana küsene git, sana kötülük yapana iyilik yap. Aleyhine de olsa hakkı söyle." (Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 16. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s. 317)
Merhamet edin, merhamet olunasınız. Af edin, af olunasınız. Yazık, laf ebesi olanlara. Yazık günahlarına bilerek devam edip, istiğfar etmeyenlere. (G. Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 1. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 70/10)
Büyük İslam alimleri, Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğinin hususiyetlerinin başında, herkesçe kabul edilen 'doğruluğunu' örnek gösterirler. O'nun bu özelliği sadece Müslümanlar tarafından değil, Mekkeli müşrikler tarafından da kabul görmüş bir gerçektir.
İslamiyet'in doğuşu ile birlikte Peygamberimiz (sav) bütün insanları, hayatlarının her anında dürüst olmaya çağırmıştır. Peygamberimiz (sav)'in bu konudaki tavsiyelerine ilişkin hadislerinden bazıları şöyledir:
"Doğruluğa yapışın zira doğruluk iyiliğe götürür. Doğruluk ve iyilik sahipleri cennettedir. Yalandan kaçının, zira yalan söyleyenler ve kötülük edenler cehennemdedir." (Taberani)
"Doğruluğu iltizam edin (gerekli görün). Çünkü doğruluk hayra götürür. Kişi doğru söyleyip doğruluğu araştıra araştıra Allah Katında doğrucu yazılır. Yalandan sakının. Çünkü yalan sapıklığa götürür. Şüphesiz sapıklık da cehenneme götürür." (Müslim)
Peygamber Efendimiz (sav), "Ticarete devam edin. Çünkü rızkın onda dokuzu ticarettendir." (Garibü'l Hadis) buyurmuşlardır. Resulullah (sav)'ın, ticaretle uğraşanların doğruluğa büyük önem vermeleri konusunda sayısız hadisleri vardır. Bir hadis-i şerifte dürüst tüccarın ahirette şehitlerle beraber olacağı müjdelenmiştir. Doğruluğa önem vermeyenlerin ise dünyada ve ahirette akılalmaz zorluklarla karşılaşacakları haber verilmiştir. Resulullah Efendimiz (sav)'in ticaretin önemine ve dürüst bir şekilde yapılmasına dair bir çok hadisi vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:
"Ticaretle uğraşanlar kıyamet gününde günahkar olarak dirilecekler. Ancak Allah'tan korkanlar, iyilik yapanlar ve doğru olanlar müstesna." (Tirmizi)
"Doğru olan tacir kıyamet günü Arş-ı A'la'nın gölgesi altındadır." (Isbahani)
"Malın ayıbını ve fiyatını gizlediler ve yalan söyledilerse, belki karları olur fakat alışverişin bereketini mahvederler. Yalan yemin malı sattırır fakat kazancı mahveder." (Buhari)
"Malını satışa arzeden rızka erer, pahalanması için saklayıp bekletenler Allah'ın lanetine uğrar." (Müslim)
"Alışverişte yemin, malın harcanmasına, kazancın elden gitmesine sebeptir." (Müslim)
Müslümanların, ticaretle uğraşırken günlük ibadetlerini ve kulluk vazifelerini ihmal etmemeleri önemlidir. Böyle yaparlarsa dünyadaki nimetleri elde etmeye çalışırken ahiretlerini tehlikeye atmış olurlar. Peygamberimiz (sav) bu konu ile ilgili şöyle buyurmuştur:
"Bana mal topla ve tüccar ol diye vahyolunmadı. Fakat bana Rabbini tesbih et, secde edenlerden ol ve ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet eyle diye vahyolundu." (İbn Merdeveyh)
"Bir malın kusurunu söylemeden satmak hiç kimseye helal olmaz. Malın bu kusurunu bilene de onu söylememek helal olmaz." (Beyhaki)
Müminin Allah (cc)'ın emirlerine riayet ederek yaptığı tüm işler ibadet hükmündedir.
Hz. Ebubekir (r.a.) döneminde Müslüman tüccarlar, ticaret için Filipinler'e kadar gitmişler ve oradaki insanlara da Allah (cc)'ın dinini tebliğ etmişlerdir. Şu anda o bölgede yaŞayan Müslümanlar o günlerde Müslüman tüccarlardan etkilenerek İslam dinini seçen insanların torunlarıdır. Bu örnekten de kesin olarak anlaşıldığı gibi, insanlar Allah (cc)'a olan kulluk vazifelerini unutmadıkça hangi konumda olurlarsa olsunlar İslam dinine faydalı olabilirler.
"Kişinin yediği yemeğin en helali, el emeği ve meşru alışverişten elde ettiği kazançtır." (Ahmed)
Müslümana yakışan en güzel davranış, zenginliğe sahip olmadığı zaman sabretmesi, bir servet sahibi olduğu zaman ise bunu Allah (cc) yolunda en güzel şekilde kullanmasıdır. Şeytanın hilelerine kanıp, gelecek endişesi ile cimrilik edenleri Allah (cc) şöyle uyarmıştır:
"Allah'ın, bol ihsanından kendilerine verdiği şeylerde cimrilik edenler bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır; bu, onlar için şerdir; kıyamet günü, cimrilik ettikleriyle tasmalandırılacaklardır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır." (Al-i İmran Suresi, 180)
Cömertlik ve israf konusundaki ayrımı Resulullah Efendimiz (sav) çok güzel açıklamıştır. Resulullah Efendimiz (sav), kendisinden bir şey isteyenlere 'Hayır' demez, mutlaka isteklerini gerçekleştirmeye çalışırdı. Bir hadiste Resulullah (sav)'ın ihtiyaç sahibine, kendi adına borçlanmasını tavsiye ettiği rivayet edilmektedir.
Hz. Ali (r.a.) Peygamberimiz (sav)'in cömertliğini şöyle anlatıyor:
"O insanların en çok eli açık olanı, sıkıntılara göğüs germe bakımından göğsü en geniş olanı, en doğru sözlüsü, üzerine aldığı işi en güzel şekilde yerine getireni idi. O, en güzel ve yumuşak tabiatlı olup kabile ve akrabasına en çok ikramda bulunan bir kişi idi. O'nu ilk gören O'nun heybetinin tesiri altında kalır, sohbetinde bulunanlar ise O'nu çok severlerdi. O'ndan bir şey istendiğinde varsa verir, bulma imkanı varsa bulmaya çalışırdı." (Buhari)
Resulullah (sav)'ın cömertlikle ilgili güzel sözlerinden bazıları şöyledir:
"Allah cömerttir, cömertliği ve güzel ahlakı sever, kötü ahlakı sevmez." (Haraiti)
"Cömertlik cennet ağaçlarından bir ağaçtır. Dalları dünyaya sarkmıştır. Her kim onun dalına yapışırsa o dal onu çeker cennete götürür." (İbn Hıbban, Zu'afa)
"Allahu Teala bütün velileri cömert ve güzel ahlaklı kılmıştır." (Dare Kutni)
"İki haslet vardır ki Allahu Teala onları sever ve iki haslete de buğz eder. Sevdiği hasletler; cömertlik ve güzel ahlaktır. Sevmediği iki huy ise, cimrilik ve kötü huydur." (Deylemi)
"Bol yedirmek, herkese selam vermek ve güzel konuşmak mağfireti gerektiren sebeplerdendir. Allahu Teala'nın birtakım kulları vardır. Onlara kamu yararına harcanmak üzere servet verilmiştir. Bunlardan cimrilik eden olursa onlardan alır ve başkasına verir." (Taberani)
"Cömert, Allah'a yakın, insanlara yakın, cennete yakın, ve cehennemden uzaktır. Cimri ise Allah'tan uzak, insanlardan uzak, cennetten uzak fakat cehenneme yakındır." (Tirmizi)
Peygamberimiz (sav)'in hayatında yardımlaşmanın çok büyük yeri vardır. Peygamberimiz (sav), yapılan yardımların en güzelinin gizli yardımlar olduğunu bildirmektedir. Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
"Ben Allah'tan korkarım diyen adam, sol elinin verdiğini sağ eli duymayacak derecede gizli sadaka veren ve tenha yerde Allah'ı zikrederek gözleri boşalan kimsedir." (Müslim)
Şeytan infak etmekten alıkoymak için insanları gelecek endişesi ile korkutur. Bunun sonucu olarak onları cimriliğe sürükler. Peygamberimiz (sav) ise bunun mümin için büyük bir tehlike olduğunu bildirmiştir:
"Cimrilik etme ki Allah da sana olan nimetlerinden esirgemesin. Malının fazlasını saklama ki Allah da fazla olan keremini senden menetmesin." (Müslim)
"Her kim borçlu olan bir fakire mühlet verir yahut alacağını bağışlarsa, Allah o kimseyi arşın gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde arşın gölgesi ile gölgelendirir." (Müslim)
"Zekat vermeyen altın ve gümüş sahiplerinin kıyamet günü bu malları ateşten bir zincir olur. O bunlarla ateşe atılır. Bu ateşten zincir onun yüzünü arkasını ve yanlarını dağlar. Bu ateşten zincir soğuduğunda tekrar ateş haline döner. Bizim dünya senemizle elli bin sene olan kıyamet gününde insanlar arasında hesap görülünceye kadar bu hal tekrar olunur." (Buhari)
Peygamber Efendimiz (sav) insanlığın en üstün seviyesinde bulunuyordu. O'nun hayatındaki tevazu örnekleri bütün sahabeye örnek olmuştur.
Hac mevsimi geldiğinde herkes gibi deve üzerinde hacceder, merkep üzerinde seyahat eder, hastaları ziyaret eder, zengin fakir ayırmadan herkesin cenazesine katılır, kölelerin bile yemek davetlerine icabet ederdi. Ayakkabısını tamir ettiği, elbisesini yamadığı görülmüştür. Yolda oynayan çocukları gördüğünde yanlarına uğrar ve onlara selam verirdi.
Resulullah Efendimiz (sav)'in en yakın arkadaşı ilk halife Hz. Ebu Bekir (r.a.)'in şu ünlü sözleri, onun tevazu yönünden Peygamber Efendimiz (sav)'i örnek aldığını göstermektedir.
"Ey insanlar! En iyiniz olmadığım halde başa getirildim. Fakat Kuran inmiştir ve Resulullah'ın sünneti ortadadır. Ben olsa olsa O'nun takipçisiyim. Yoksa yeni bir çığır açacak değilim. Eğer güzel yaparsam bana yardımcı olunuz. Eğer yoldan saparsam beni düzeltiniz. Sözlerime kendim ve sizler için istiğfar ederek son veriyorum." (Mevaziu's-Sahabe, s.17)
Peygamberimiz (sav) buyuruyor ki:
"Allah için bir derece tevazu eden kimseyi Allah bir derece yükseltir. Öyle ki onu Firdevs cennetinin en yüksek yerine ulaştırır. Allah'a karşı bir derece kibir gösteren kimseyi Allah alçaltır. Hatta onu cehennemin en alçak derecesine indirir. Eğer sizden biriniz kapısı ve penceresi olmayan sert bir kayanın içerisinde gizli bir şey yaparsa, gizlediği şey ne olursa olsun Allah onu ortaya çıkarır." (İbn-i Mace)
Resulullah (sav) bir sohbet sırasında, "Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete girmeyecektir buyurdu." Bir adam dedi ki; "Ya Resulullah insan elbisesinin ve ayakkabısının güzel olmasını ister." Peygamberimiz şöyle cevap verdi. "Allah güzeldir ve güzelliği sever. Kibir ise hakkı inkar etmek ve insanları küçük görmektir." (Müslim, Tirmizi)
"Müslüman kardeşine karşı tevazu eden kimseyi Allah yüceltir. Ve ona karşı üstünlük gösteren kimseyi ise alçaltır." (Taberani)
Hazreti Peygamber (sav), kim olursa olsun, kendisini çağıran kimseye "Buyurun" diye cevap verirdi. Bir meclise girdiği zaman herkese karşı sevgi ve tevazudan onların sohbetlerine iştirak eder; ahiretten konuşurlarsa ahiretten, yemekten konuşurlarsa yemekten, dünya ile ilgili hususatı konuşuyorlarsa bu yönden onların sohbetlerine katılırdı. Sohbetlerine gülümsemeyle karşılık verir, sakıncalı olabilecek bir konuya girmedikleri takdirde müdahale etmezdi.
Resulullah (sav) karşısındaki mümin kim olursa olsun farklı muamele yapmaz, herkese aynı oranda saygı gösterirdi.
Resulullah musafaha ettiği şahıs elini bırakmadıkça bırakmazdı. Karşısındaki yüzünü çevirmeden o yüzünü çevirmezdi. (İbn-i Mace)
Peygamber'in kulağına eğilip bir şey söyleyen herhangi bir kimseden başını, o adam başını çekmeden çekmezdi. Elini tuttuğu bir adam kendi elini onun elinden çekmedikçe Peygamberimiz de çekmezdi. Bırakmadıkça o da bırakmazdı. (Ebu Davud)
Peygamberimiz (sav) buyuruyor ki:
"Kalbinde hardal tanesi kadar iman olan kimse cehenneme girmez; kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse ise cennete giremez." (Müslim, İman, 147, 148, 149; Ebû Dâvud, Libâs, 26; Tirmizi, Birr, 610; İbn Mâce Mukaddime, 9; Zühd, 16)
"Kibirli ve kendinden olmayan şeylerle övünen kimse cennete giremez." (Ebu Davud)
"Cehenneme girecek ilk üç kimse şunlardır: Zalim idareci, zekat vermeyen zengin, böbürlenen kibirli fakirdir." (Buhari)
"Allah güzeldir ve güzelliği sever. Kibir ise hakkı kabul etmemek, insanları hor görmektir." (Müslim)
"Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunanı, Allah yüzükoyun cehenneme atar." (Ahmed-Beyhaki)
Peygamber Efendimiz vakarlı konuşurdu fakat yüzünden tebessüm hiç eksik olmazdı. Hiç kimsenin kalbini kırmamış ve kimsenin duygularını incitmemişti.
Enes b. Malik Peygamberimiz (sav)'in bu konuda en güzel örnek olduğunu şöyle anlatıyor: "On yıl Resulullah'ın hizmetinde bulundum. Hiçbir zaman yaptığım ve yapmadığım şeyden dolayı beni azarlamadı." (Buhari)
Peygamberimiz (sav) buyuruyor ki:
"Böbürlenen mütekebbirler kıyamet günü zerreler gibi ayaklar altında haşrolunurlar. Her küçük onların üstünde ve daha büyüktür. Sonra boles adında cehennemin bir zindanına atılırlar. Cehennem ateşi onları kaplar. Cehennem halkının yanıp eriyen cesetlerinden sulanırlar." (Tirmizi)
"Allahu Teala affedenin ancak izzet ve şerefini arttırdığı gibi, tevazu göstereni de yüceltir." (Müslim)
"Allah, bana, birbirinize karşı mütevazi olmanızı, hiç kimseye karşı iftihar etmemenizi, hiç kimsenin hiç kimseye karşı haddi aşmamasını vahyetti." (Müslim)
"Cenab-ı Hak, kendisi için tevazu gösteren kimseyi mutlaka yükseltir." (Müslim)
Kuran'da emanete riayet konusu müminlerin en önemli özellikleri arasında gösterilmiştir.
Bir ayette, "...Onlar, emanetlerine ve ahidlerine riayet edenlerdir." (Mü'minun Suresi, 8) buyurulmaktadır. Müminlerin, özellikle verilen söze sadık olmaları ve emanete riayete çok dikkat etmeleri ve bu konularda diğer insanlara örnek olmaları Peygamberimiz (sav)'in sünnetlerindendir.
Hz. Ali (ra), Peygamberimiz (sav)'in bir sahabe ile şöyle bir konuşmasına şahit olduğunu şöyle naklediyor:
" Ya Resulullah bu dinde en zor ve en kolay olan şeyleri bana söyler misin?" dedi. Peygamberimiz de ona şöyle karşılık verdi:
"En kolayı, Allah'tan başka İlah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna şehadet etmen, en zoru ise emanettir. Çünkü emanet konusunda titiz olmayanın dini yoktur. Onun ne kıldığı namaz kabul olunur nede verdiği zekat." (Bezzar)
"... Konuşurken yalan söylemeyin, vaadinizden caymayın, size bir şey emanet edilince ona hıyanet etmeyin..." (Beyhaki)
"Abdesti olmayanın namazı olmayacağı gibi emanete hıyanet edenin (kamil) imanı yoktur." (Taberani)
"Münafıkın alameti üçtür. Konuşunca yalan söyler, vaadinden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder." (Buhari, Müslim)
Allah (cc) Nahl Suresi'ndeki bir ayette emanetler konusunda şöyle buyurmaktadır:
"Ahidleştiğiniz zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin, pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın; çünkü Allah'ı üzerinize kefil kılmışsınızdır. Şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızı bilir." (Nahl Suresi, 91)
Bütün ibadetlerin özü ve aslı Allahu Teala (cc)'yı anmak ve O'nu hatırlamaktır. Allah (cc)'ın bize farz kıldığı ibadetlerin tümünün özünde Allah (cc)'ın daha iyi bir şekilde anılması vardır.
Zira Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur.
"Başka gölge bulunmayan kıyamet gününde Allah yedi sınıf insanı kendi gölgeliğinde gölgelendirir. Bunlardan birisi kimsenin bulunmadığı yerde Allah'ı zikredip Allah korkusundan gözleri yaşaran kimsedir." (Buhari-Müslim)
Yine başka bir hadiste "Lailahe İllallah" kelimesini zikretmenin faziletini Resulullah (sav) şöyle açıklıyor:
"Kulun yaptığı her iyilik kıyamet günü teraziye konur. Yalnız "Lailahe İllallah" kelimesi konmaz. Eğer onu teraziye koysalar, yedi kat gökten, yerden ve onun içindekilerden ağır gelir." (Taberani)
Peygamberimiz (sav), şu veya bu şekilde daima zikirle meşguldü. Allah (cc)'la birlikte olmanın en iyi yolunun O'nu zikretmek olduğunu söylerdi. Kuran-ı Kerim'de şöyle buyrulmuştur:
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler..." (Al-i İmran Suresi, 191)
"Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara, için için zikret..." (A'raf Suresi, 205)
Peygamberimiz (sav), Allah (cc)'ı zikretme konusunda Kuran'daki bu uyarıları kendi hayatında mükemmel bir şekilde uygulamıştı. Hadis rivayetlerinde, otururken, ayaktayken, yürürken, yerken, uykudan evvel, abdest alırken, elbiselerini giyerken, yolculuğa çıkarken, mescide girerken, kısacası bütün durumlarda Allah (cc)'ı anmayı ihmal etmezdi.
Resulullah Efendimiz (sav) şöyle buyurdu:
"Allahu Teala dedi ki: Kullarım Beni zikredip, dudaklarını Benim için kıpırdattığı müddetçe Ben kulumla beraberim. Kulum tenha bir yerde Beni zikrederse, Ben de onu kendi Zatımla anarım. Cemaatte andığı vakit, Ben de onun bulunduğu cemaatten daha iyi bir cemaatte onu anarım. Kulum Bana bir karıı yaklaşırsa Ben ona bir arşın yaklaşırım. Kulum Bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak gelirim, yani isteklerine süratle icabet ederim." (Buhari)
"Amellerinizin en hayırlısını, Allah Katında en makbulünü ve derecelerinizi en çok yükseltecek olanını, altın ve gümüş infak etmekten daha değerli, düşman karşısında ölmekten ya da öldürülmekten daha hayırlısını size bildireyim mi? Daima Allah'ı zikretmenizdir." (Tirmizi)
Onlar, mü'minleri bırakıp kafirleri dostlar (veliler) edinirler. 'Kuvvet ve onuru (izzeti)' onların yanında mı arıyorlar? Şüphesiz, 'bütün kuvvet ve onur' Allah'ındır. (Nisa Suresi, 139)
Başka bir ayette ise müminlerin birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlamalarından bahsedilmektedir. (Saff Suresi, 4) Müminlerin diğer insanlardan en büyük farkları birbirlerine olan güvenleri, fedakarlıkları ve bağlılıklarıdır. Bu erdemleri müminlerden ayrı yaşamaya çalışanlar hem dünyada hem de ahirette büyük bir hüsranla karşılaşacaklardır. Nitekim Resulullah Efendimiz (sav) bu konuyla ilgili şöyle buyurmuştur:
"Kim cemaat(imiz)den bir karış uzaklaşırsa kendini dine bağlayan İslam bağını boynundan çıkarıp atmış olur." (Ebu Davud)
"Bir Müslümanın, Müslüman kardeşine üç günden fazla küsmesi helal değildir. Bu kişilerden hayırlı olanı birbirlerini gördüklerinde önce selam verenidir." (Buhari)
Müminlerin bağlılıklarının bir göstergesi de Müslüman kardeşinin hatalarını açığa vurmamalarıdır. Bir mümin başka bir Müslüman kardeşinin ayıbını açığa vurup onu diğer insanların gözünde küçük düşüreceği yerde, kendisine hatalarını söyleyerek düzelmesine yardımcı olur. Bu, gerçek müminlere yakışan bir davranıştır.
Resulullah (sav)'ın şu sözleri bunu doğrular niteliktedir:
"Kim bir ayıp görür de örterse diri diri toprağa gömülmüş bir kızı ihya etmiş gibi olur." (Ebu Davud)
"Bir kul dünyada bir kulun ayıbını örterse Allah da kıyamette onun ayıbını örter." (Müslim)
Müminler sevdiği insanı sadece Allah (cc) rızası için sevmelidir. Bunun dışında heva ve heves doğrultusunda gerçekleşen bir sevgi anlayışı Kuran'a ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetine uygun olmaz. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) buyuruyor ki:
Kıyamet günü Allah şöyle seslenecektir; "Nerede Benim rızam için sevenleri Onları Benim gölgemden başka hiç bir gölgenin olmadığı bu günde arşın gölgesinde gölgelendireceğim." (Müslim)
"Kim imanın zevki ve tatlılığı ile ferahlamak isterse, sevdiğini sırf Allah rızası için sevsin." (Hakim)
"İmanı kamil olan, sevdiği kimseyi, ondan menfaat gördüğü için değil sırf Allah rızası için sever. Gerçek iman budur." (Taberani)
"Bir adam, birini Allah için sever de ona; seni Allah için seviyorum derse ikisi de cennete girerler. Sevenin ise derecesi daha yüksektir." (Bezzar)
"Resulullah bir sohbet sırasında şöyle buyurdu: "Ey insanlar dikkatle dinleyin, dediklerimi iyi anlayın. Allah'ın öyle kulları var ki, Peygamber değiller, şehid de değiller, fakat onların Allah'a yakınlıklarına ve yüce mevkilerine peygamberler ve şehidler imrenirler." Cemaatten bir kişi Hz. Muhammed (s.a.v.)'e şöyle bir soru sorar. "Ya Resulullah! Peygamber ve şehid olmadıkları halde Allah Katındaki mevkilerine peygamberlerin ve şehidlerin gıpta ettikleri insanlar nasıl kimselerdir?" Peygamberimiz bu soruya şöyle cevap verir. "Onlar kimsenin önemsemediği, gösteriş yapmayan kimselerdir. Akraba olmadıkları halde bir araya gelen, birbirlerine karşı kalpleri tertemiz, din uğrunda birleşip kaynaşan kimselerdir. Kıyamet günü, Allah'ın onlar için, halkettiği (yarattığı) nurdan minderler üzerinde otururlar. Allah onlara nurdan elbiseler halkeder, yüzlerini nurlandırır. O gün herkes korku ve heyecan içindeyken, Allah'ın o veli kulları ne korkar ne üzülürler." (Ahmed)
"Cennette yakut sütunların üzerinde halkedilmiş yeşil zümrütten odalar vardır. Yıldızlar gibi parlayan kapıları açıktır" dedi. "O odada kimler kalacak?" diye sorulunca, "Allah rızası için bir araya gelerek yardımlaşan ve kaynaşan kimseler kalacak diye buyurdu." (Bezzar)
"Siz mümin olmadıkça cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de tam mümin sayılmazsınız." (Müslim)
"Kim Allah için yardım eder, Allah için yardımı keser, Allah için sever, Allah için evlenir ve evlenenlere yardım ederse, o zaman imanı kemale erer." (Tirmizi)
"Hep müminlerle arkadaşlık yap, yemeğini takva sahibi müminlere yedir." (İbn-i Hıbban)
Hz. Ali (r.a.): "Üç şey gerçektir ve şüphe götürmez; Allah, İslam'dan nasibini alıp yararlı iş yapanı, İslam'dan nasibini almayan gafiller gibi kılmaz. Allah, kendisine itaat ederek yaklaşan kulunu başkasına kul etmez. Kişi kimi severse, mutlaka ahirette onunla haşrolunur." buyurdu.
"Müminler birbirini sevmekte, birbirine acımakta ve birbirini korumakta bir vücud gibidir. Vücudun bir uzvu rahatsız olursa, sair azaları da bu yüzden humma ve uykusuzluğa tutulur." (Buhari)
Allah Kuran'da müminlerin birbirlerine bağlılığının önemi hakkında şöyle buyurmaktadır:
Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O'nun elçisi, rüku ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü'minlerdir. Kim Allah'ı, Resûlü'nü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şüphe yok, galip gelecek olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır. (Maide Suresi, 55-56)
Müminler, çevrelerindeki insanlara zarar vermedikleri gibi zarar verenlere de engel olmaya çalışan kişilerdir. Bu nedenle de devamlı olarak yaşadıkları toplumdaki diğer insanlara hareketleri, sözleri ve güzel ahlaklarıyla örnek olurlar. Allah (cc), Kuran'da bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır." (Al-i İmran Suresi, 104)
Resulullah Efendimiz (sav)'in hayatında da bu konuda sayısız örnek vardır. Başkasına zarar vermemek konusunda Peygamber Efendimiz (sav)'in bazı sözleri şunlardır:
"Bir Müslümana zarar verene Allah da zarar verir, meşakkat verene Allah da meşakkat verir." (Tirmizi)
"Şüphesiz ki Allah, dünyada insanlara azap edenlere azap edecektir." (Ebu Davud)
"Bir kötülük yapıldığını gören kimse onu eliyle değiştirsin. Şayet buna gücü yetmiyorsa diliyle mani olsun. Buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle buğz etsin. Bu ise imanın en zayıfıdır." (Buhari-Müslim)
Riya, ibadet ve hayır işleri sırasında, bu ibadeti yapan kişinin Allah (cc)'ın rızasından çok insanların rızasını aramasıdır. İbadet ve hayırlar yalnızca Allah (cc) rızası için yapıldığında makbuldür. Böyle bir maksat dışında yapılanlar makbul olmayabilir, hatta gizli şirk olabilir. Kuran'da da riyakarlığın, münafık ahlakına ait bir alamet olduğu bildirilmiştir:
"Gerçek şu ki, münafıklar (sözde), Allah'ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı ancak çok az anarlar." (Nisa Suresi, 142)
Resulullah Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor:
"Allah tüm insanları ve cinleri kıyamet günü topladığı zaman bir çağırıcı, 'Kim Allah rızası için işlediği bir ibadete Allah dışında başka birisinin rızasını ortak etti ise, sevabını da ondan talep etsin. Çünkü Allah'ın ortağa ihtiyacı yoktur', diyecektir."
"Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey, Allah'a ortak koşma suçu işlemeleridir. Bilmiş olunuz ki şüphesiz onlar Güneş'e, yıldıza, Ay'a tapıyor diyecek değilim. Fakat birtakım ibadetlerini Allah'tan başkası için işleyecekler ve gizli şehvet arzulayacaklardır." (İbn-i Mace)
"Kim ibadetlerinde riyakarlık ederse, Allah onun riyakarlığının cezasını verir. Kim ibadetlerini gösteriş için halka işittirirse, Allah onun niyetini halka işittirir." (İbn-i Mace)
şeytanın en büyük hilelerinden biri insanlara, dünya hayatını ve buradaki nimetleri hiç sona ermeyecek gibi göstermesidir. Müminlerin şeytanın bu hilesi karşısında çok dikkatli olmaları gerekir. Allah (cc) Kuran'da şöyle buyurmaktadır:
"Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup-sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?" (En'am Suresi 32)
Peygamber Efendimiz (sav)'in bu konudaki hadislerinden bazıları ise şöyledir:
Hz. Ali (r.a.) şöyle buyuruyor: "Ey Allah'ın kulları! Siz bu dünyadan göçenlerden farklı değilsiniz. Onlar sizden daha uzun ömürlü, daha kuvvetli, daha mamur beldelere ve daha ölmez eserlere sahip idiler. Birkaç nesil sonra sesleri kesildi ve tamamen duyulmaz oldu. Cesetleri çürüdü, yurtları bomboş kaldı ve eserleri yok oldu. Onlar muhteşem saraylarını, konforlarını ve atlastan dokunmuş yataklarını yastıklarını üzeri taşlarla örtülü, toprak yığılı viranelere yapılmış mezarlara değiştiler. Yerleri dar, sakinleri gariptir. Onlar orada yalnızların, kendi başının derdine düşenlerin ve birbirleriyle samimi olmayanların arasındadırlar.
"Sizin ölüler diyarına varmanız ve orada yaptıklarınıza karşılık rehin olarak kalmanız yakındır. Sizi de kabir kucaklayacak... Ahiret için çalışmadan ahireti uman, uzun emellerin peşinde koşup tevbeyi geciktiren, dünyayı sevmeyen kişilerin diliyle dünyadan bahsettiği halde dünyayı sevenler gibi çalışan, kendisine verilince doymayan, verilmeyince sızlanan kimselerden olmayın."
Resulullah Efendimiz (sav), dünyadan yüz çevirmenin anlamını şöyle açıklıyor:
"Dünyadan yüz çevirmek, ne helal şeyleri haram etmektir, ne de malı zayi etmektir. Dünyaya rağbet göstermemek, elinde olan nimete, Allah'ın elinde olan nimetlerden daha fazla güvenmemen ve başına bir musibet geldiğinde o musibete gösterdiğin rağbet, o musibetin gelmemiş olmasına gösterdiğin rağbetten fazla olmasıdır." (İbn-i Mace)
"Elinizden geldikçe kendinizi dünya işlerine fazla kaptırmayın. İbadet için kendinize vakit ayırın. Zira kimin amacı sırf dünya olursa, Allah işlerini dağıtır. Fakirliği devamlı aklına getirir. Kimin de amacı ahiret ise, Allah işlerini toparlar, huzurunu artırır. Zenginliği kalbine yerleştirir. Hakkında hayırlı olan herşeyi hızla ona yaklaştırır." (İbni Mace, Taberani, Beyhaki)
"Kim gönlünü tamamen Allah'a bağlarsa, Allah onun bütün ihtiyaçlarını sağlar. Onlara beklemediği yerden rızık kapılarını açar. Kim de kendini tamamen dünyaya verirse, Allah onu dünyaya bırakır. Ona yardımı keser." (Beyhaki, İbni Hıbban) "Kim sabahleyin kalkınca hep dünya işini düşünür, ibadetlerini ihmal ederse, Allah'tan ona hiçbir yardım olmaz." (Taberani)
"Ademoğlunun iki dere dolusu altını olsa üçüncüsünü ister. Ademoğlunun gözünü ancak toprak doyurur. Tevbe edenin tevbesini Allah kabul eder." (Buhari-Müslim)
"Ey insanlar rızkınızı güzel yollardan arayın. Kul için takdir edilenden fazlası yoktur. Kul dünyadan göçmeden önce kendisi için takdir edilen rızkı alacaktır." (Hakim)
"Sizden biriniz kendisinden daha üstün servete malik olan kimseyi gördüğü zaman hemen kendisinden daha düşük olanı düşünsün." (Buhari-Müslim)
Haset bir kimsede bulunan bir nimeti çekememek ve o nimetin o kimsenin elinden çıkmasını arzu etmektir. Bir nimetin sahibinin elinden çıkmasını arzu eden kişi bunu fiiliyata döksün ya da dökmesin haset etmiş olur. Müminler arasında olabilecek haset hem Müslümanlar arasındaki bağlılığı yok eder hem de Kuran'da haram kılınmıştır.
Eğer bir kimse iradesi dışında haset ediyorsa bundan kurtulabilmek için Allah (cc)'a dua etmelidir. Müminlerin birbirlerine imrenmelerini gerektirecek tek konu takvaları olmalıdır. Müminler arasındaki kıskançlık ve gereksiz çekişmelerin sonucu Kuran'da şu şekilde açıklanmıştır:
"Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir." (Enfal Suresi, 46)
Bu konuyla ilgili olarak Resulullah Efendimiz hadislerinde şöyle buyuruyor:
"Bir koyun sürüsüne giren iki aç kurdun sürüye verdiği zarar, içinde haset duyguları taşıyan Müslümanın dinine verdiği zarardan çok değildir. Gerçekten ateş odunu yakıp yediği gibi haset de iyilikleri yok eder." (Tirmizi)
"Birbirinize hiddetlenmeyin, birbirinizi kıskanmayın, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah'ın kulları kardeş olun. Bir Müslümana üç günden fazla din kardeşi ile küs durması helal olmaz." (Müslim)
Ancak iki kişiye haset edilebilir; Allah'ın kendisine verdiği malı O'nun yolunda sarf eden kişi ve Allah'ın verdiği ilim ile amel eden ve onu başkalarına öğreten kişi.(İbn-i Mace)
Burada hasetten maksat elbette ki nimete sahip olan kişinin kötülüğünü istemek değil, aynı şekilde o nimetlere sahip olmayı arzu etmektir.
"Ateş odunu yaktığı gibi, haset de sevapları mahveder." (Ebu Davud)
"Çekememezlik yapmayın, birbirinizden ayrılmayın, husumetleşmeyin, arka çevirmeyin, ey Allah'ın kulları kardeş olun." (Ebu Davud)
Müminin tevekkülünün, Allah (cc)'a olan yakınlığının ve kadere olan imanının en önemli göstergelerinden biri, öfkelendiği zaman öfkesini yenmesidir. Hayrın ve şerrin Allah (cc)'tan geldiğini bilen bir kişi, başına gelen her türlü olayda Allah (cc)'a tevekkül eder ve öfkeye kapılmaz. Allah (cc) Kuran'da mümin vasıflarını anlatırken müminlerin öfkelerini yenmeleri gerektiğini şöyle bildirmiştir:
"Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever." (Al-i İmran Suresi, 134)
Resulullah Efendimiz (sav)'in bu konuda bir çok hadisleri vardır:
"Bir kulun, yalnızca Allah'ın rızasını gözeterek öfkesini yenmesinden daha büyük bir ecir yoktur." (İbn-i Mace)
Bir sohbet sırasında Resulullah Efendimiz, "Sizce pehlivanlık nedir?" diye sordu. "Onlar da yenilmeyen kimsedir" dediler.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), "Hayır gerçek pehlivan öfkelendiğinde nefsine hakim olan insandır." buyurdu.
"Yapmaya gücü yettiği halde öfkesini yenen kimseyi, Allah kıyamet günü mahlukatın huzuruna çağırır ve o kimsenin hurilerden dilediğini seçmesine izin verir." (Ebu Davud)
"Kim gücü yettiği halde hiddetini yener ve intikama kalkışmazsa, kıyamet günü mahlukatın huzurunda Allah-ü Teala onu çağırarak hurilerden dilediğini almakta serbest bırakır." (Ebu Davud)
"Muhakkak ki cehennemde bir kapı var ki, bu kapıdan yalnız, kinin şiddetini, Allah'a isyan etmemek suretiyle yenenler girecektir." (İbn Ebi'd Dünya)
"Hiddetlenen kimse kendisini cehenneme sürüklemiş olur." (Bezzar)
"Gazap ve hiddet, kalpte yanan birer ateş parçası ve birer kıvılcımdır. Onun şah damarının şişmesini ve gözlerinin kızarmasını görmüyor musunuz? Sizden birinize bu hal geldiği vakit, ayakta ise otursun, oturuyorsa yatsın." (Tirmizi)
Resulullah Efendimiz (sav) nefsine yenilerek öfkelenenlere şöyle bir tavsiyede bulunmuştur:
"Sizden biriniz öfkelendiği vakit su ile abdest alsın; zira hiddet şeytandandır. Şeytan ise ateşten yaratılmıştır." (Ebu Davud)
İslam alimleri evlenmenin fazileti konusunda ittifak etmişlerdir. Hz. Ömer (r.a.), "İnsanı evlilikten ancak, acizlik ve facirlik meneder." buyurmuştur.
Allah (cc) Kuran'da şöyle buyurmuştur:
Ve onlar: "Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, gözün aydınlığı olacak (çocuklar) armağan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl" diyenlerdir. (Furkan Suresi, 74)
Abdullah İbn Abbas ise, "Kişinin ibadeti ancak evlenmek ile kemal bulur." demiştir.
Resul-i Ekrem: "Evlenen kimse dinin yarısını korumuş olur. Artık diğer yarısında da Allah'a karşı gelmekten sakınsın." (Beyhaki) buyurmuştur.
Peygamber Efendimiz (sav)'in evliliği teşvik eden hadisleri şöyledir:
"Evlenmek benim sünnetimdir. Benim sünnetimi yerine getirmeyen benden değildir. Evlenin! Zira ben, diğer ümmetlere sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim." (İbn-i Mace)
"Gençlerden ailesini geçindirecek kadar geliri olanlar derhal evlensin. Çünkü evlenmek gözü haramdan daha fazla sakındırır, nefsi daha fazla korur. Evlenmeye gücü yetmeyenler oruç tutsun. Zira oruç şehveti kırar." (Buhari-Müslim)
Resulullah Efendimiz (sav), müminlerin kendilerine eş seçerken nelere dikkat etmeleri gerektiğini şöyle açıklamıştır:
"Kadını güzelliği dolayısıyla alma, çünkü güzelliğinin kendisini helaka sürüklemesinden korkulur. Kadını malı yüzünden de alma; çünkü servetinin kendisini azdırmasından korkulur. Ancak dindar olan kadını al." (İbn-i Mace)
"Kadın dört vasfı için nikahlanır: Malı, asaleti, güzelliği ve dindarlığı için. Sen bunlardan dindar olanını seç. Böyle yapmazsan yoksulluğa düşersin." (Buhari, Ebu Davud)
"Dünya bir metadır. Dünya metaının en iyisi saliha bir kadındır." (Müslim)
Resulullah Efendimiz, "Müminlerin iman yönünden en kamili, ahlakı en güzel ve ailesine karşı en lütufkar davrananıdır." (Tirmizi) buyurmuştur.
Bir başka hadiste şöyle buyurmuştur:
Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki: "Bir mü'min erkek, bir mü'minn kadına buğzetmesin. Çünkü onun bir huyunu beğenmezse başka bir huyunu beğenir." (Müslim, Rada 61, (1469)
"Karısının kötü huyuna tahammül eden erkeğe, Allah hastalığa sabreden Eyüp Aleyhisselam'a verdiği mükafat gibi mükafat verir. Kocasının kötü huyuna tahammül eden kadına da Firavun'un nikahında bulunan Asiye'ye verdiği mükafatı verir." (İhya)
"İmanca en mükemmeliniz, ahlakça en güzelinizdir. En hayırlınız eşlerine en iyi davrananızdır." (Tirmizi)
"Kadınlara davranışlarınız konusunda Allah'tan korkunuz. Çünkü siz onları Allah'tan emanet olarak aldınız." (Ebu Davud)
Evlenen müminlerin en büyük sorumluluklarından biri de hayırlı evlat yetiştirmektir. Resulullah (sav), ahirette ümmetinin çokluğu ile övüneceğini haber vermektedir. Bunun yanısıra yetiştirilen evlatların hayır duaları, ahirette kendisini yetiştiren anne ve babasına büyük fayda sağlayacaktır.
Bir evlada verilebilecek en iyi hediye, ona İslam ahlakını en doğru ve güzel şekilde öğretebilmektir.
Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor:
"Dört kişi vardır ki Allah onları cennete koymayacak ve onları cennetin nimetlerinden faydalandırmayacaktır: Devamlı içki kullanan, faiz yiyen, haksız yere yetim malı yiyen ve anne babasına karşı asi olan." (Tirmizi)
"Allah size analarınıza iyi davranmanızı tavsiye etti. Allah size babalarınıza iyi davranmanızı tavsiye etti. Allah size en yakın akrabanıza sonra yakınlık derecelerinize göre akrabalarınıza iyi davranmanızı tavsiye etti." (İbn-i Mace)
Kıyamet günü küçük çocuğa, "Cennete gir" denir. Çocuk cennetin kapısında durur ve "Ancak anne ve babamla birlikte girerim" der ve direnir. O zaman "anne ve babasını da birlikte cennete koyun denir." (İbn-i Mace)
"Üç tane kızı olup ihtiyaçtan kurtarıncaya kadar onlara iyi bakan yedirip giydiren kimse affedilmeyecek bir günah işlememişse cennete gider." (Tirmizi)
"Buluğ çağına gelinceye kadar kim iki kız evlat yetiştirirse, (parmaklarını birleştirerek) kıyamet günü o ve ben şöyle beraberiz." (Müslim-Tirmizi)
Kıyamet günü bağışlanması en zor günahların başında mümin anne ve babaya isyan gelir.
"Allah günahlardan dilediğini kıyamet gününe tehir eder, ancak anne ve babaya yapılan isyanın cezasını ölmeden önce dünyada da verecektir." (Hakim)
"Baba, cennet kapılarının en hayırlısına girmeye vesiledir. Artık ya baba hakkını ihmal etmekle o kapıyı yitir veya onun hakkına riayetle o kapıyı elde etmeye çalış." (İbn-i Mace)
Peygamber Efendimiz (sav), yardımlaşmada, din ahlakını tebliğ etmede ilk önce kendi akrabalarımızdan başlamamız gerektiğini tavsiye etmiştir. Aynı inançları paylaştığımız akrabalarımızla bağları koparmak, Sünnet-i Seniyye'ye uygun bir davranış olmaz. Fakat din konusunda müminlerle mücadele eden akrabalar, Resulullah (sav)'ın tarif ettiği akrabalar sınıfına girmez.
Resulullah (sav)'in bu konudaki bazı hadisleri şunlardır:
"Akrabalık bağlarını kesen cennete giremez." (Buhari-Müslim)
"Ey insanlar! Birbirinize selam verin. Akraba ziyaretini ihmal etmeyin. Geceleyin, insanlar uyurken namaz kılın ki selametle cennete giresiniz." (Tirmizi)
"Gerçekten insanların amelleri Cuma gecesi Allah'a arzolunur. Fakat akrabalık bağlarını kesenin ameli kabul olmaz." (Ahmed)
"Rızkının bollaşmasını ve ömrünün uzamasını isteyen kişi akraba ziyaretinde bulunsun." (Buhari-Müslim)
Allah (cc) Kuran'da yetim hakkı ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
Gerçekten, yetimlerin mallarını zulmederek yiyenler, karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar. Onlar, çılgın bir ateşe gireceklerdir." (Nisa Suresi, 10)
Resulullah Efendimiz (sav) de yetimlerin hakkının korunması üzerinde titizlikle durmuş ve yetim hakkı yiyenlerin dünyada ve ahirette acı bir azapla karşılaşacaklarını söylemiştir:
"Müslümanlar arasında bir yetimi alıp yedirip içiren kimse affedilmeyecek bir günah işlememişse elbette Allah onu cennete sokacaktır." (Tirmizi)
"Müslüman toplumunun evlerinin en hayırlısı, kendisine iyilik edilen bir yetimin bulunduğu evdir. En şerlisi ise, yetimin kötülüğe uğradığı evdir." (İbn-i Mace)
"Allah'ım, ben şu iki zayıfın hakkının zayi edilmesinden insanları sakındırır ve menederim: Kadınlar ve yetimler." (İbn-i Mace)
Toplumumuzda yetimlerin olduğu kadar, yoksul ve yaşlıların da alaka ve yardıma ihtiyacı vardır. Tüm Müslümanların çevrelerindeki bu gibi kişilerle ilgilenmeleri Resulullah (sav)'ın sünnetinin gereğidir:
"Kimsesizler için çalışan kişi, Allah yolunda mücadele eden veya gündüzleri oruç tutup gecelerini ibadetle geçiren kimse gibidir." (Müslim)
"Bir genç bir ihtiyara yaşlılığından dolayı hürmet ederse, Cenab-ı Hak, o gence yaşlandığı vakit ikram edecek kimseleri mutlaka bahşeder." (Tirmizi)
"Yaşlılara saygı göstermek Allahu Teala'ya ta'zimdendir." (Ebu Davud)
Kuran-ı Kerim'de Müslümanların güzellikle davranması gereken kişiler arasında komşular da sayılmıştır:
Allah'a ibadet edin ve O'na hiç bir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Nisa Suresi, 36)
Allah (cc)'ın Resulü (sav), komşularına yapabileceği her yardımı yapar ve onların iyi bir yaşam sürmeleri için gayret gösterirdi. Onlara fevkalade yakın davranır ve sık sık hatırlarını sorardı. Çevresindeki maddi ve manevi ihtiyaç içinde olan kimselere herkesten önce O yardıma koşardı.
Peygamberimiz (sav)'in şu sözü komşu hakkının önemini açıklamaktadır:
"Hz. Cebrail bana komşu hakkı konusunda o kadar tavsiyede bulundu ki komşunun komşuya varis kılınacağını zannettim." (Buhari, Müslim)
Resulullah Efendimiz (sav), Ashabına komşularına iyi davranmayı, onları koruyup gözetmeyi, imkanları ölçüsünde yardımda bulunmayı tavsiye etmiştir. Belki Resulullah Efendimiz (sav)'den başka hiç kimse komşu hakkı konusu üzerinde bu kadar fazla durmamıştır. Bu O'nun hadislerinde de açıkça anlaşılmaktadır. Komşulara karşı müminlerin vazifeleri, anne, baba ve eşlere karşı olan vazifelerle bir tutulmuştur.
"Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse komşusuna ikramda bulunsun." (İbn-i Mace)
Hz. Ayşe şöyle buyuruyor: "Bir gün, 'Ey Allah'ın Resulü iki komşum var, hangisine öncelikle hediyede bulunayımş' dedim. "Resulullah, 'Sana kapı itibarıyla yakın olana ver' cevabını verdi."
Müslümanların birbirlerine en fazla ihtiyacı olduğu zamanlardan biri de hastalık anlarıdır. Hasta ziyaretleri, kardeşlik duygularını pekiştirdiği gibi, hastaya moral desteği olması açısından çok önemlidir.
"Hasta ziyaretinde bulunan kimse ziyaretten dönünceye kadar cennet meyvaları arasındadır." (Müslim-Tirmizi)
Peygamberimiz (sav) daima hastaları ziyaret eder ve sözleri ile onlara moral verirdi. Çevresindekilere hasta ziyaretinin müminler üzerine vacip olduğunu söylerdi. Hicretin ilk yıllarında, sahabenin ölmek üzere olan hastaları Resulullah (sav)'a bildirmesi, Peygamberimiz (sav)'in de onlar için bağışlanma dilemesi bir gelenek haline gelmişti. Peygamberimiz (sav), ölü evine gider ve ölen müminin affedilmesi için dua eder ve cenaze namazını kıldırırdı.
Resulullah Efendimiz bir hastayı ziyaret ettiğinde, "İnsanların Rabbi! Sıkıntıyı gider. şifa yalnız Senin elindedir. Senden başka hastalığı giderecek yoktur." derdi. Hastanın yanına geldiğinde şöyle derdi: "Zararı yok, geçer. İnşaAllah günahlarının temizleyicisi ve kefaretidir." (Buhari)
Ne zaman hasta ziyaret etse onu teselli eder, elini alnına ve bileğine koyarak ona niyazda bulunur, "İnşaAllah iyileşeceksin" derdi. Ancak hastaların kendi hastalıkları konusunda kötü konuşmaları ve şikayetçi bir üslup takınmalarından hoşlanmazdı.
"Kim sevap ümidiyle Müslüman kardeşini hasta iken ziyaret ederse ateşten yetmiş yıl yürüme mesafesi uzaklaştırılır." (Ebu Davud)
Peygamberimiz (sav) bir topluluk içerisine girdiğinde izzet ve incelik eseri olan tavırlarla otururdu. Bütün Ashab O'nun bu örnek tavırlarını büyük dikkatle izlerdi. Bir şey söylediği vakit ilgiyle ve nezaketle O'nu dinlerlerdi.
Resulullah Efendimiz (sav) bir kişinin sözü bitmeden sözünü kesmezdi. Bazı fakir bedeviler, dertlerini anlatmak için gelir ve meclis adabını bozarlardı. Peygamberimiz (sav) bu kişilerin sözlerini kesmeden sonuna kadar dinler ve sözlerinin sonunda anlayacakları tarzda nazik bir şekilde kendilerini uyarırdı.
Daima meclisteki konuşmalara katılır, insanlar ne konuşuyorlarsa o konudan konuşmayı sürdürürdü. Esprilerine eşlik eder ancak cahiliye tarzı espri yapanları uyarırdı. Sohbet ortamlarında konuşulan konular genelde din, ahlak ve insanların günlük hayatında yardımcı olacak genel bilgilerden oluşurdu.
Kuran'da selamlaşmanın önemi şöyle bildirilir:
"Bir selamla selamlandığınızda, siz ondan daha güzeliyle selam verin ya da aynıyla karşılık verin. Şüphesiz, Allah her şeyin hesabını tam olarak yapandır." (Nisa Suresi, 86)
Ayetten de anlaşılacağı gibi selam verildiğinde aynısıyla hatta daha güzeli ile karşılık vermek müminler üzerinde bir sorumluluktur. Peygamberimiz (sav) bu konuda şöyle buyuruyor:
"İslam'da en efdal ve en hayırlı olan şey, yemek yedirmek ve tanıdığına, tanımadığına selam vermektir." (Buhari)
Diğer bir hadiste ise şöyle bildirilmiştir:
"Üç şeyi kim şahsında bir araya getirirse, imanı da toplamış olur: Nefsine karşı olsa da insafı elden bırakmamak, herkese selam vermek, fakir olduğu halde sadaka vermektir." (Buhari)
Herkese selam vermek bir tevazu göstergesidir. Çünkü selam veren kişi selam verdiği kişiye kibir yapmadığını göstermektedir. Selamı alan kişi ise Kuran'da belirtildiği gibi daha güzeliyle karşılık verirse aynı şekilde tevazu örneği göstermiş olur.
Peygamberimiz (sav) bir evin kapısına geldiğinde kapıya doğru tam olarak yüzünü dönmez, kapının sağ ya da sol yanına çekilir ve iki kez "Esselamu aleyküm" derdi. (Ebu Davud) Böylelikle içeridekilerin kendilerine ve eve çeki düzen vermelerine yardımcı olurdu. Selam verdikten sonra evin içerisine davet edilmeden girmezdi.
Kendisine ulaştırması için gönderilen selamları "Aleyküm selam" karşılığını vererek alır ve orada bulunmayan kişilere yakınları vasıtasıyla selam gönderirdi. (Müslim)
Efendimiz Hz. Muhammed'in (s.a.v.) diğer bir sünneti, selamın sonuna "Ve berekatuhu" eklemesiydi. Ayrıca selamı üç kere tekrarlardı. Böylelikle selamı herkesin duymasını ve karşılık vermesini sağlardı.
Biri ile karşılaştığında mutlaka selamı kendisi verir ve selam aldığında ise yüksek sesle ve karşısındakinin duyacağı bir ses tonu ile alırdı. Resulullah (sav) buyuruyor:
"Aranızda selamı yayınız. Yemek yediriniz. Akrabayı ziyaret ediniz. İnsanlar uyurken namaz kılınız, selametle cennete girersiniz." (Tirmizi)
"Sizden biriniz mescide girdiğinde ve ayrıldığında selam versin. Bu selamların biri diğerinden farklı değildir." (Tirmizi)
"Hayvan üzerinde olan yürüyene, yürüyen oturana, az çoğa, küçük büyüğe selam versin." (Buhari)
"Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salat ederler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin." (Ahzab Suresi, 56)
Peygamberimiz (sav)'in adı anıldığında O'na salat ve selam göndermenin ne kadar olacağı konusunda alimlerimiz arasında görüş farklılığı vardır. Fakat bunun fazileti ve ahirette Peygamberimiz (sav)'in şefaatine vesile olacağı konusunda Ehl-i Sünnet alimleri görüş birliği içerisindedir.
Resulullah (sav)'a salat ve selam göndermek çok sevap getiren ve değerli bir iştir. Çok salavat getirenin Allah (cc), ahirette mevkisini yükseltir.
Resulullah (sav)'ın adı anıldığında O'na salat ve selam göndermeyenler, ahirette büyük bir hayırdan mahrum kalacaklardır. Peygamberimiz (sav)'in bazı hadisleri şöyledir:
"Kıyamet günü bana en yakın olanlar ve şefaatime hak kazananlar, benim üzerime en fazla salavat getirenlerinizdir." (Tirmizi)
"Her kim benim üzerime salavat getirirse, Allah ona on misli mağfiret eder." (Ebu Davud)
"Günlerin en faziletlisi Cuma günleridir. O gün benim üzerime çok salavat getirin. Zira sizin salavat ve selamlarınız melekler vasıtasıyla bana ulaştırılır." (Ebu Davud)
"Adım anıldığında salavat getirin ve dua edin. Zira nerede olursanız olun, salat ve selamlarınız bana ulaşır." (Ebu Davud)
Resulullah (sav)'a salat ve selam göndermenin tavsiye edildiği zamanlar:
Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: "Ezanı duyduğunuzda müezzinin söylediklerini tekrar edin ve sonra bana salat gönderin. Bir salat ve selam için Allah size on kat sevap verir." (Ahmed)
Resulullah Efendimiz (sav) camiye girerken ve çıkarken salat ve selam okurdu. Hz. Ali (r.a.), "Camiye girdiğinizde Resulullah'a salat edin." (Ahmed) buyuruyor.
Peygamberimiz (sav)'in sünnetine göre cenaze namazının sonunda Peygamberimiz (sav)'e salat (Allahümme salli ve Allahümme barik) okunur.
Hz. Ömer (r.a.): "Resulullah'a salat okunana kadar okunan dua, yerle gök arasında durur."
Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor: " Cuma günleri çok salat okuyun. Çünkü o gün melekler yanınızdadır. Kim bana salat ve selam gönderirse daha sözü bitmeden bana ulaşır." (Nesei)
Peygamber Efendimiz (sav)'in yemek adabı üzerine günümüze ulaşan hadislerin bu kadar fazla sayıda olması, O'nun konuya büyük hassasiyet gösterdiğinin bir kanıtıdır. İmkanların kısıtlı olması O'nun bu konu üzerinde hassasiyetle durmasını engellememiştir. Resulullah (sav)'tan örneklerle sofra adabını şöyle özetleyebiliriz:
1) Eli yıkamak sünnettendir. Yemekten evvel ve yemek bitiminde el yıkamak sağlık açısından çok önemlidir. Peygamber Efendimiz (sav) bu konudaki hadisleriyle tüm müminleri teşvik etmiştir:
"Yemekten evvel elleri yıkamak yoksulluğu, sonra yıkamak ise günahları giderir." (Taberani)
"Kim yemekten sonra elini yıkamadan geceler ve kendisine bundan sonra bir musibet isabet ederse kendinden başka kimseyi suçlamasın." (Ebu Davud)
"Yemeğin bereketi yemekten önceki ve sonraki yıkamalardadır." (Ebu Davud)
2) Yemeğe başlamadan önce "Bismillahirrahmanirrahim", yemek bitiminde ise "Elhamdülillah" denmesi sünnettendir.
Resûlullah buyurdu ki:
"Sizden kim bir şey yerse "Bismillah" desin. Başta söylemeyi unutmuşsa, sonunda şöyle söylesin: "Bismillahi fî evvelihî ve âhirihî (başında da sonunda da Bismillah)."
Peygamberimiz (sav), Ashabından altı kişiyle yemek yiyordu. Bu sırada bedevinin biri Besmele çekmeksizin masaya oturarak yemeğe başladı. Resulullah; "Eğer Besmele çekseydi yemek hepimize yeterdi." (Tirmizi) buyurdu.
3) Yemeğe hurma, tuz ya da suyla başlanması Peygamberimiz (sav) tarafından tavsiye edilmiştir. Resulullah Efendimiz (sav) sofraya getirilen yemeği hiçbir zaman kötülemezdi. Eğer sevmediği bir yemek getirilirse, hiçbir şey söylemeden sadece yememekle yetinirdi.
4) Sağ elle yemek ve tabağın kenarından yemek Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetlerindendir. Yanında yemek yiyen çocuğu Peygamberimiz (sav) şöyle uyarmıştır:
"Ey çocuk benimle birlikte Besmele çek, sağ elinle ye ve önünden ye." (Müslim)
"Bereket yemeğin ortasına iner. Öyleyse kenardan yiyin, yemeğin ortasından yemeyin." (Tirmizi, Ebu Davud)
5) Sofraya bir arada oturmaya dikkat etmeliyiz. Yemeğin bir arada yenmesi bereketi artırır.
Bir arada yiyiniz, sizin için bereketli ve mübarek olur.(Ebu Davud)
6) Yemeğin çok sıcak olmaması gerekir:
"Sıcak yemekte bereket olmaz. Allahu Teala bize ateş yedirmez. Siz de o yüzden yemeğinizi soğuduktan sonra yiyin." (Beyhaki)
7) Resulullah Efendimiz (sav)'in hadislerinde bildirilen, su içerken dikkat edilecek hususlar şunlardır:
Bardağı sağ eline aldıktan sonra, su üç yudumda ve bardağın içine nefesini vermeden içilmelidir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) şöyle buyurmuştur:
"Suyu yudum yudum ve ağır ağır için, birden içmeyin. Zira bundan ciğer hastalığı hasıl olur." (Deylemi)
"Sizden biriniz su içerken bardağa solumasın, soluyacaksa bardağı ağzından uzaklaştırsın." (İbn-i Mace)
Resulullah suyu üç solukta içerdi. "Böylesi daha kandırıcı, elemden uzaklaştırıcı ve daha kolay akıcıdır" buyururdu. (Müslim)
Bir toplulukta su dağıtılırken, sağ taraftan ve sağ elde dolaştırılmalıdır. Resul-ü Ekrem (sav) süt ve şerbet gibi şeyler içtiğinde yanında bulunanlara da birer yudum içirirdi. Bardak daima sağdan dolaşırdı.
"Resulullah'a su ile karıştırılmış süt getirdiler. Sağında bir bedevi solunda ise Hz. Ebu Bekir vardı. Sütü içti ve bedeviye verdi. Sonra "Evvela sağa sonra onun sağına" buyurdular." (Müslim)
Peygamber Efendimiz (sav) kalabalıkta yemek yemeyi severdi. Sofra kurulduğu zaman "Allah'ım, bu yemeği, kendisi ile cennet nimetlerine ulaşacak şükrü ödenmiş nimetlerden kıl." derdi. Yemeği çok sıcak yemez, kendiliğinden soğumasını bekler sonra yerdi.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav), müminlerin birbirlerini yemeğe davet etmelerini tavsiye etmiştir. İslam alimleri geçerli bir mazereti olmayan kişinin mümin kardeşinden aldığı davete icabet etmesinin vacip olduğunu belirtmişlerdir.
"Kim davet edildiği halde davete icabet etmezse Allah'a ve Resulü'ne başkaldırmış olur. Kim de davetsiz olarak bir masaya oturursa hırsız olarak girer ve yağmacı olarak çıkar." (Buhari, Müslim, Tirmizi)
"İki kişi birden davet ederse kapı itibariyle hangisi yakınsa ona icabet edin. Çünkü kapısı daha yakın olan komşulukta da daha yakındır. Bunlardan biri önce davet etmişse önce davranana icabet et." (Ebu Davud)
"Davet olunmadığı halde sofraya giden kimse, gitmekte fasık olduğu gibi, yediği de haramdır." (Beyhaki)
Müslümanlar üç yemekten mesul değildir. Sahur yemeği, iftar yemeği ve dostları ile birlikte yedikleri yemeklerdir. Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
"Cennette içi dışından dışı içinden görünen köşkler vardır. Bunlar tatlı ve yumuşak konuşan, yemek yediren ve insanlar uykuda iken namaz kılan insanlar içindir." (Tirmizi)
"Din kardeşinin arzu ettiği yemeği kendisine yediren kimsenin günahları bağışlanır. Din kardeşini sevindiren, Allah'ı sevindirmiş olur." (Taberani)
Davete icabet edip gelen kişiye hürmet göstermek mümin ahlakının önemli özelliklerindendir.
Resulullah (sav) hiçbir yemek ayırmazdı. O anda yemek istemediği şeyi kötülemez, sadece yememekle yetinirdi. Ancak Peygamber Efendimiz (sav)'in en sevdiği sebze yemeği kabaktı. Ayrıca Peygamberimiz (sav), etli yemeklerden de övgü ile sözetmiştir.
"Ya Aişe, tencereye fazla kabak koyun. Zira kabak kalbi takviye eder." (Fevaid)
"Et, dünya ve ahiretin en üstün yemeğidir. O, kulağın işitmesini artırır. Eğer, Rabbimden her gün et yemeği nasip etmesini isteseydim nasip ederdi."
Enes b. Malik'ten rivayet edilmiştir: "Bir terzi Resulullah (sav)'ı onun adına hazırladığı bir yemeğe davet etti. Beraberinde ben de gittim. (Ev sahibi sofraya) arpa ekmeği, içerisinde kabak bulunan bir çorba ve kadid (kurutulmuş et) getirdi. Ben, Resulullah (sav)'ın tabağın etrafından kabağı araştırdığını gördüm. O günden beri kabağı sevmeye devam ediyorum." (Buhari, Et'ime 33, 4, 25, 35, 36, 37, 38, Büyu 30; Müslim, Eşribe 144, (2041); Muvatta, Nikah 51, (2))
Resulullah (sav), sarımsaklı yemekleri yemez, yenmesini de tavsiye etmezdi. Bu hususu Enes b. Malik şöyle anlatıyor:
"Resulullah'a yiyecek gönderildiği vakit onu yer, artanını bana gönderirdi. Bir gün yemediği halde yemeğini bana göndermedi. Çünkü içerisinde sarımsak vardı. Kendilerine 'Bu haram mıdır?' diye sordum. 'Hayır lakin ben kokusundan dolayı hoşlanmıyorum' buyurdu. Ben de, 'Öyleyse senin hoşlanmadığından ben de hoşlanmıyorum' dedim."
Resulullah Efendimiz (sav) ümmetin sağlığına ve temizliğine büyük önem vermiştir. Sağlıklı bir kişinin, kendisine dikkat etmediği için sağlığı bozulan kişiden üstün olduğunu söylemiştir. Bir hadiste, "Bileği kuvvetli olan zayıf olandan daha hayırlıdır" (Müslim) buyuruluyor. Kuran'da Hz. Yahya (a.s.) anlatılırken şöyle buyrulmuştur:
"Katımızdan ona bir sevgi duyarlılığı ve temizlik(de verdik). O, çok takva sahibi biriydi." (Meryem Suresi, 13)
Yemek yemeden evvel ve yedikten sonra ellerin yıkanmasını tavsiye etmesi, abdest konusundaki titizliği ve vücut temizliği konularındaki hadisleri Peygamberimiz (sav)'in sağlık ve temizliğe verdiği önemi en iyi şekilde anlamaktadır.
Kuran'da, ibadet edilen yerlerin ve ibadet eden kişinin temizliği üzerinde durulmuştur. İbadetler kirli bir vücut ve kirli elbiselerle yapılamayacağına göre müminlerin temizlik konusu üzerinde titizlikle durmaları gerekir. Bir hadiste " Temizlik imanın yarısıdır." (Müslim) buyurulmuştur. Bu yüzden diğer imani ve itikadi konular kadar, temizlik de oldukça önemli bir konudur.
Efendimiz Hz. Muhammed (sav)'in abdest konusunda bazı tavsiyeleri vardır. Bu hikmetli tavsiyeler şunlardır:
Ebu Hureyre'den nakille sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
"Eğer ümmetimin üzerine zahmet vermeyecek olsaydım, her namazda misvak kullanmalarını emrederdim." (Müslim)
Misvak kullanmanın bazı faydaları:
Dişleri parlatır, diş etlerini kuvvetlendirir, ağız sağlığını sağlar, ağız kokusunu giderir, dişleri sağlamlaştırır, diş taşlarını giderir, mideyi takviye edip, mide hastalıklarını önler. Hazmın kolaylaşmasını sağlar. Peygamberimiz (sav)'in sünneti yerine getirilir, Allah (cc)'ın rızasını kazanmaya vesiledir.
"Biriniz uykusundan uyanınca üç kez elini yıkamadan abdest almasın." (Buhari)
"Kim abdest alırsa istinsakda bulunsun (burnunu temizlesin)." (Buhari)
Müstevrid İbnu Şeddad şöyle diyor:
"Resulullah'ı gördüm. Abdest aldığı zaman sakalını ve parmak aralarını hilalliyordu." (Tirmizi, Ebu Davud)
"Resulullah abdest aldı (bu esnada) parmaklarını kulaklarının hücresine soktu." (Ebu Davud, hadis no:3636)
Sa'd abdest alırken Hz. Peygamber geldi. "Bu israfın ne?" diye müdahale etti." Sa'd "Abdestte israf olur mu?" diye sordu. Resulullah "Evet bir nehir kenarında olsanız da" diye cevap verdi.
Muaz (ra) diyor ki:
"Resulullah'ı gördüm. Abdest alınca mendiliyle yüzünü siliyordu." (Tirmizi)
Peygamberimiz (sav) hastalıklarla ilgili tavsiyede bulunurken doktorlara öncelik verirdi. Konu hakkında bilgisi olsa bile önce bir doktora götürülmesinin daha yararlı olacağını söylerdi.
Resulullah zamanında bir insanın yarası açılmıştı. Adam, tıptan anlayan iki kişi çağırdı. Resulullah: "Hanginiz en iyi doktor?" diye sordu. Adamlardan biri dedi ki: "Tıpta deva var mı ey Allah'ın elçisi?" Resulullah onlara ?u cevabı verdi: "Derdi indiren devasını da indirmiştir." (Ebu Davud, Tıb, 1; Tirmizî, Tıb, 2; İbn Mace, Tib, 1)
Ebu Derda Resulullah Efendimiz'den şöyle işittiğini rivayet etmiştir: "Allah, hastalık ve şifayı yeryüzüne beraber gönderdi ve her hastalık için bir şifa görevlendirdi. Şu halde tıbbi yoldan tedavi ol; fakat haram şeylerden sakın."
Peygamberimiz (sav) her hastalığın çaresi olduğunu bu nedenle de insanların tedavi yollarını aramalarını tavsiye etmiştir.
"Allah hastalığı da ilacı da indirmiştir ve her hastalığa bir ilaç varetmiştir. Öyleyse tedavi olun ancak haram olan şeylerle tedavi olmayın." (Ebu Davud)
"Allah ne hastalık indirmişse onun devasını da indirmiştir. Tek bir hastalığın ilacı yoktur o da ihtiyarlıktır." (İbn-i Mace, Müslim)
"Ey insanlar tedavi olun. Allah nerede bir hastalık yaratmışsa tedavi yollarını da yaratmıştır. Öyleyse tedavi yollarını araştırın." (Buhari)
Peygamberimiz (sav), "İki nimet vardır ki insanların çoğu onlarla aldanma içindedir. Bunlar sıhhat ve boş vakittir." (Buhari) buyurmuştur.
Sağlıklı olmanın büyük nimet olduğu, hiç bir zaman akıldan çıkarılmamalıdır. Resulullah (sav)'ın buyurduğu gibi boş vakit değerlendirilmediğinde ileride nasıl pişmanlık duyuluyorsa, sağlıklı olmanın ne kadar büyük nimet olduğu da ancak sağlığın kaybedilmesi durumunda anlaşılabilmektedir.
Ebu Hureyre'den nakledilen bir hadis-i şerifte Resulullah Efendimiz şöyle buyuruyor:
"Eğer bir kimse bir ay süreyle her sabah bal yerse onda hiçbir ağır hastalık bulunmaz."
"Vücudu afiyette, ruhundan emin, bir günlük azığı olduğu halde sabahlayan, sanki dünya kendisine verilmiş gibidir." (Tirmizi)
"Allah'tan kesin bilgi ve afiyet isteyin. Bir kula kesin bilgi ve afiyetten daha iyisi verilmemiştir." (İbn-i Mace)
Peygamber Efendimiz bazı yiyeceklerin yenilmesinde fayda görmüştür. Bunların başında Kuran'da bahsi geçen bal gelir. Peygamberimiz (sav)'in yenilmesini tavsiye ettiği gıdalardan bazıları şunlardır:
"Her kim sabah kahvaltısında yedi hurma yerse ona ne zehir isabet eder ne de sihir." (Müslim)
"Mantar, Allah'ın Beni İsrail'e indirdiği madendir. Onun suyu da şifadır." (Müslim)
Peygamber, aile efradına katık sordu. Onlar da sirkeden başka katığımız yok dediler. Sirkeyi istedi ve onunla yemeğe başladı. Hem de, "Sirke ne güzel katıktır, sirke ne güzel katıktır" diyordu.
"Bir adam Resulullah'a gelerek kardeşimin midesi bozuldu" dedi. O da "Kardeşine bal şerbeti içir" buyurdu." (Müslim)
Peygamberimiz (sav) çoğu kez hafif ve ince şeyler giyerdi. En sevdiği giyecek gömlekti. Sarığı genelde orta büyüklükte olur, başı rahatsız edecek şekilde uzun olmazdı. En çok sevdiği renk beyazdı.
Müminlerin kendi aralarında kıyafet konusunda övünmelerini menetmiş ve elbiselerinden dolayı böbürlenen insanları şöyle uyarmıştı:
"Elbisesini büyüklenerek sürüyen kimseye Allah kıyamet günü bakmayacaktır." (Müslim)
Peygamberimiz (sav), müminlerin bulunmadığı ortamlarda, elçilerin yanında kıyafetine oldukça dikkat eder ve özellikle ihtişamlı kıyafetler giymeyi tercih ederdi. Diğer kabile reislerinden ve krallardan gelen pahalı ve ihtişamlı giysileri reddetmez ve bunları kullanırdı. Resulullah Efendimiz daima temiz elbiseler giyilmesini tavsiye etmiştir:
Abdullah b. Abbas, Haruriye taifesinin yanına elçi olarak gittiğinde Yemen kumaşlarının en güzellerinden giymişti. Onlar, "Bu elbise nedir?" dediler. Abdullah b. Abbas: "Bu elbisenin neyini kınıyorsunuz. Ben Resulullah'ı elbiselerin en güzelini giymiş olarak gördüm." dedi.
Hz. Peygamber (sav) yeni bir elbise giydiğinde şöyle dua ederdi: "Ya Rabbi! Hamd Sanadır. Bana bunu Sen giydirdin. Bunun hayrını ve bunun kullanıldığı iyi işin hayrını Senden isterim. Bunun şerrinden ve kullanıldığı kötü işin şerrinden Sana sığınırım."
Resulullah Efendimiz (sav) Müslüman erkeklere ipek ve altından yapılmış her şeyi yasaklamıştır:
"Her kim dünyada ipek elbise giyerse ahirette giyemez." (Tirmizi)
"İpek giymek, altın kullanmak ümmetimin erkeğine haram, kadınlarına helaldir." (Tirmizi)
Mescidlere ve bir topluluğun arasına en güzel ve en temiz şekilde gelmek Peygamberimiz (sav)'in sünnetlerindendir. Resulullah (sav), "Cemaat huzuruna veya dostlarının karşısına çıkacak olan kimsenin süslenmesini Allah sever." buyurmuştur.
"Resulullah sağ eline gümüş yüzük takmıştı. Yüzükte Habeşistan taşı vardı. Yüzüğün taşını avuç tarafına çevirmişti." (Müslim)
Hz. Ayşe şöyle rivayet ediyor: "Ben Resulullah'ı hoşlandığı en güzel koku ile kokulardım. Hatta sürdüğüm koku onun sakalından parlayıp damlayıncaya kadar devam ederdim." (Buhari)
İşlerine, Allah (cc)'ın takdiri dışında, tesadüflerin de karıştığını düşünmek Ehl-i Sünnet itikadına uygun değildir. Mümin, herşeyin Allah (cc)'tan geldiğini ve hiçbir şeyin tesadüf olmadığını bildiği için başına gelen her şeye tevekkül eder. Çünkü, Allah (cc)'tan korkan birisinin başına gelen herşeyde hayır vardır.
Büyük İslam alimleri tevekkülün yerinin kalp olduğunu söylemişlerdir. İnsanın, rızkın kesin olarak Allah (cc)'tan geldiğine inandıktan sonra, dünya hayatı için bedenen mücadele etmesi, kalben beslediği tevekkül inancı ile çelişmez. Her şeyi yaratan, dilediğine dilediğini veren, dilediği şeyi dilediği kimseden alan Allah (cc)'tır. O'nun dışında bir irade yoktur.
Resulullah Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor:
"Ümmetimden bir kısmını bana gösterdiler. Dağları sahraları doldurmuşlardı. Böyle çok olduklarına şaştım ve sevindim. 'Bunlardan ancak yetmiş bin tanesi hesapsız cennete girer' dediler. 'Bunlar hangileridir?' diye sordum. 'İşlerine sihir, büyü ve fal karıştırmayıp, Allah'tan başkasına tevekkül ve itimad etmeyenlerdir' buyuruldu."
"Kim Allah'a tevekkül ederse kalbindeki dağınıklığı önlemeye Allah yeter." (İbn-i Mace)
"Yaşlandığınız zaman rızkınızdan ümitsiz olmayın. Çünkü şüphesiz insanı üzerinde hiçbir elbise olmadan annesi doğurur, sonra onu Allah rızıklandırır." (İbn-i Mace)
"Eğer siz layıkıyla tevekkül etmiş olsaydınız, Allah sizi kuşları rızıklandırdığı gibi rızıklandırırdı. Onlar sabahleyin yuvalarından aç çıkarlar, akşam döndüklerinde karınları toktur." (Tirmizi)
Fakirlikten korkmak ve uğursuzluğa inanmak şeytanın oyunlarındandır. Her insan, zor duruma düştüğü anlarda hiç beklenmedik yerlerden gelen yardımlarla sıkıntılardan kurtulduğuna şahit olmuştur. Böyle bir durumda asıl yardım edenin aracılar değil, yalnızca Cenab-ı Allah (cc) olduğu unutulmamalıdır.
Peygamber Efendimiz (sav), Allah (cc)'a duyduğu güven ve O'na olan sonsuz tevekkülü sayesinde büyük cesaret örnekleri göstermiştir. Sağlığında bütün savaşlara en ön saflarda katılmış, tevekkülüyle tüm inananlara örnek olmuştur.
Mekkelilerin baskılarının dayanılmaz boyutlara geldiği sırada Peygamberimiz (sav)'in amcası Ebu Talip, Resulullah (sav)'a şöyle demiştir:
"'Bütün bu anlattıkların hakkında konuşmasan olmaz mı? Kendi kendine inan, fakat başkalarıyla uğraşma. Konuşursan, ileri gelen insanları kızdırır, kendini ve hepimizi tehlikeye atarsın.' Resulullah (sav) ise şöyle cevap vermiştir: 'Güneşi sağ elime, ayı ise sol elime koysalar, yine yolumdan dönmem.'"
Peygamberimiz (sav)'in hayatında bu konu ile ilgili sayısız örnek vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:
"Canım elinde olanın hakkı için, müminler arasında, onlarla uzlaşmadığımda benim arkamda kalmakla yetinmeyen insanlar yok mu? Allah yolunda sefere çıkıldığında geri durmam. Canımın elinde olanın hakkı için, öldürülüp hayata tekrar geri gelmeyi, sonra tekrar öldürülmeyi arzularım." (Müslim)
"Allah yolunda bir gün sınırda durmak, bu dünya ve içerisindekilerden daha hayırlıdır." (Buhari)
Huneyn Savaşında, düşmanın ok yağmuru sırasındaki kargaşa ortamında Müslümanların ilk anda dağınıklık gösterdikleri rivayetlerde belirtilmektedir. Resulullah Efendimiz (sav) müminleri, tekrar cepheye dönmeleri için çağırmıştır. Çağrıya uyan müminler tekrar saldırıya geçerek savaşın galibi olmuşlardır. Olaya şahit olan Bera b. Azib şöyle anlatmaktadır:
"Evet kaçtığımız doğru. Ancak Resulullah'ın sebat ederek yerini terk etmediğine şahitlik ederim. Allah için savaşın en kızgın anında O'nun yanına sığındık. Aramızdaki en cesur kimseler onunla birlikte direnenlerdir."
Peygamber Efendimizin (sav) hayatı bütün insanlık için bir sabır örneğidir. Sadece kendisine peygamberlik gelmesinden sonra yaşadığı yirmi üç yıl değil, ondan önce yaşadığı kırk yıl da büyük zorluklarla geçmiştir. Küçük yaşta anne ve babasını kaybetmesi ve zor şartlar altında yetişmesi, O'nun yaşadığı toplumda saygın ve güvenilir bir insan olarak bilinmesini engellememiştir. Kuran'da sabretmenin önemini vurgulayan çok sayıda ayet bulunmaktadır. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
"Ey iman edenler, sabredin ve sabırda yarışın, (sınırlarda) nöbetleşin. Allah'tan korkun. Umulur ki kurtulursunuz." (Al-i İmran Suresi, 200)
Resulullah Efendimiz (sav), kendisine peygamberlik geldikten sonra, müşriklerin ve münafıkların yaptığı saldırılara sabırla göğüs germiş ve hiçbir zaman aceleci davranmamıştır. Kuran'da Allah (cc)'ın Peygamberimiz (sav)'e sabrı şu şekilde tavsiye ettiği bildirilmiştir:
"Artık sen sabret, Resullerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi. Onlar için de acele etme..." (Ahkaf Suresi, 35)
Nitekim Resulullah Efendimiz (sav) bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Bir kimse sabretmek isterse Allah ona sabır verir. Hiç bir kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir şey verilmemiştir." (Müslim)
"Müminin işi takdire şayandır. Zira işinin hepsi onun için hayırlıdır. Bu meziyet yalnız müminlere mahsustur. Zira o sevineceği bir şey olursa şükreder. Bu ise onun için hayırlıdır. Başına bir bela gelirse sabreder. Bu da onun için hayırlıdır." (Müslim)
Herhangi bir kul bir musibete uğrar da "İnna lillahi ve inna ileyhi raciun" (Biz Allah'ın mülkündeyiz ve O'na döneceğiz), "Ey Allah'ım, uğradığım musibetin ecrini ver ve bunun üzerine daha hayırlısını ihsan buyur" derse muhakkak Allahu Teala onu musibetten dolayı sevaplandırır ve onun yerine daha hayırlısını verir." (Müslim)
Peygamberimiz Hz. Muhammed kabrin başında ağlayan bir kadın gördü, ve ona "Allah'tan kork ve sabret" dedi. Kadın "Geç git, zira benim başıma gelen musibet senin başına gelmemiştir." dedi. Hz. Peygamber (sav)'i tanıyamamıştı. O'nun peygamber olduğunu söylediklerinde hemen kapısına gitti ve "Ben seni tanıyamadım ya Resulullah" diyerek özür diledi. Hz. Peygamber (sav) onun özrünü kabul buyurduktan sonra, "Asıl sabır, musibetin ilk anında olandır" buyurdu. (Buhari)
"Herhangi bir Müslümanın başına yorgunluk, hastalık, düşünce, keder, acı ve kaygıdan, diken batmasına kadar ne gelirse, Allah bunları o Müslümanın hatalarına keffaret kılar." (Buhari)
Enes b. Malik, "Sabır ilk başa geldiği andadır." demiştir. Mümin, Allah (cc)'a olan güvenini tam oturtursa, başına gelen olaylara da, ilk andan itibaren hayır gözüyle bakabilir.
Tarih boyunca kendisine kitap gönderilen bazı kavimlerde, dinleri konusunda aşırılığa giden kimseler olmuştur. Allah (cc), İslam dinine inananların yaşadıkları topluma örnek olmaları için, onları orta bir ümmet kılmıştır. Müslümanların da buna uyup her türlü aşırılıktan kaçınmaları gerekir. Kuran'da şöyle buyurulmuştur:
"De ki: Ey kitap ehli, haksız yere dininiz konusunda aşırı gitmeyin ve daha önce sapmış ve birçoğunu saptırmış ve dümdüz yoldan kaymış bir topluluğun heva (istek ve tutku)larına uymayın." (Maide Suresi, 77)
Peygamberimiz (sav)'in hayatının son yıllarında ve dört halife döneminde Hariciler adı verilen, ibadetlerine düşkün oldukları halde dinde aşırıya giden ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetinden ayrılan bir akım ortaya çıkmıştır. Resulullah Efendimiz (sav) bu kimselerin batıl inançlarına karşı mücadele edilmesini emretmiştir.
Resulullah Efendimiz (sav), 'takva' adı altında İslam'da olmayan hareketleri İslam'ın bir parçasıymış gibi göstermeye çalışan kimselere de göz yummamıştır. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde, dinde aşırılığa gidilmemesini hatırlatan pek çok uyarı yer almaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir:
"Her şeyin bir şevki vardır. Her şevkin bittiği bir zaman vardır. Yapacağı işte bu şevki duyan kişi işini yaparken orta yollu hareket eder. Ve bu itidali devam ettirirse muvaffak olacağını ümid edin. şayet aşırılığa düşerek dikkat çekmiş ve parmakla gösterilecek hale gelmişse ona itibar edip salihlerden sanmayın." (Tirmizi)
Hz. Ayşe anlatıyor: "Yanımda Esed kabilesinden bir kadın vardı. Peygamber içeri girdi. 'Bu kimdir' diye sordu. 'Falancadır, geceleri hiç uyumaz ibadetle geçirir' dedim. Resulullah, 'Size takat getirebileceğiniz amel yaraşır. Allah'ın hoşlandığı amel, kişinin devamlı olarak yaptığı ameldir." (Buhari)
"İnsanların sual sormakta o kadar ileri gideceğinden korkulur ki, hatta mahlukatı Allah yarattı, Allah'ı kim yarattı diyecek olurlar. Böyle sualler sordukları zaman, İhlas suresini okuyun, sonra üç kez solunuza tükürerek şeytanın şerrinden Allah'a sığının." (Buhari-Müslim)
Kuran-ı Kerim okumak, Allah (cc)'ın müminleri yükümlü kıldığı önemli bir ibadettir. Resulullah Efendimiz (sav) Kuran okumaya başlamadan önce "Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınıyorum." ya da "Allah'ım şeytanın kışkırtmasından, üflemesinden ve fısıldamasından Sana sığınırım." (Ebu Davud) derdi.
Resulullah Efendimiz (sav), Kuran'ı okumanın ve onu okumayı öğretmenin fazileti üzerinde önemle durmuştur. Kuran'ı okumayı, onu uygulamanın başlangıcı olarak görmüştür. Peygamber Efendimiz (sav) bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Kuran okuyunuz, zira Kuran okuyanlarına kıyamet günü şefaatçi olur." (Müslim)
Kuran ve onunla amel eden kimseler mahşer yerine getirilirler. Bakara ve Al-i İmran sureleri, kendilerini okuyup amel eden kimseler hakkında birbiriyle "Ben şehadet edeceğim" diye yarışarak o kimselerin önlerine gelirler. (Müslim)
"Sizin en hayırlınız Kuran'ı öğreten ve onu öğrenendir." (Buhari-Müslim)
"İki kimse gıpta edilmeye (imrenilmeye) değer: Birisi Kuran öğrenmiş ve onunla gece gündüz meşgul ve Kuran'ın emirlerini yerine getirendir. Diğeri de Allah'ın kendisine mal ihsan ettiği kimselerdir ki gece-gündüz o malı Allah yolunda sarf eder." (Buhari-Müslim)
"Kuran'ı oku da yüksel. Okuduğun nisbette cennet basamaklarından yukarı çık. Dünyada acele etmeden okuduğun gibi cennette de öyle oku. Çünkü senin cennette yerleşeceğin yer, okuduğun ayetin son noktasıdır. Ne kadar okursan o kadar yükselirsin." (Ebu Davud-Tirmizi)
"Herhangi bir cemaat bir evde toplanıp da Kuran-ı Kerim'i okur, aralarında mukabele ederlerse (onun üzerinde çalışırlarsa), kalpleri sükunet bulur, rahat ederler. Allah'ın rahmeti onları kaplar. Melekler onları kuşatır. Cenab-ı Hak da onları kendi nezdindekiler arasında zikreder." (Müslim)
"Allah Katında Kuran'dan daha üstün şefaatçi yoktur. Ne peygamber, ne melek ne başkaları." (Taberani)
"Kuran'ı duygulanarak okumayan bizden değildir." (Buhari)
1) Önce abdest almalı, yüzünü kıbleye dönmeli ve namazda oturur gibi son derece edepli ve mütevazi şekilde oturmalıdır.
2) Peygamberimiz (sav), "Kuran-ı Kerim'i üç günden önce hatmeden ahkamını anlayamaz" buyurmuştur. Bu yüzden Kuran okunurken manası düşünülerek okunmalıdır.
3) Her ayetin hakkını vererek okumalıdır. Peygamberimiz (sav), içinde azap geçen ayetlerde Allah (cc)'a sığınır, rahmet ayetlerinde Allah (cc)'tan rahmet isterdi.
4) Gösteriş manası çıkarılabilecek şekilde veya namaz kılanların namazlarını karıştıracak şekilde okunmamalıdır. Resulullah (sav), "Kuran-ı Kerim'i sessiz okumanın, sesli okumaya üstünlüğü, gizli verilen sadakanın açıktan verilen sadakaya üstünlüğü gibidir." (Buhari) buyurmuştur.
5) Güzel sesli okumaya gayret etmelidir. Resulullah Efendimiz (sav) "Kuran-ı Kerim'i güzel ses ile süsleyiniz" buyurmuştur. Okuyanın sesi ne kadar güzel olursa dinleyene etkisi o kadar fazla olur.
6) Kuran'ı okuyanın kalbinde büyüklüğünü hissetmesi gerekir. Okuyan, bunu hiç unutmayıp kalbini buna hazır bulundurmalı ve gafil olmamalıdır.
Peygamber Efendimiz (sav), "Alimler peygamberlerin varisleridir." buyurmuşlardır. Kişinin hem cahillikte ısrar edip hem de "Ben Resulullah'ın yolundan gidiyorum." demesinin bir anlamı yoktur.
Resulullah (sav) bir başka hadislerinde de, "İlim Çin'de bile olsa öğreniniz." (Taberani) ve "İlim öğrenmek kadın-erkek her Müslümana farzdır." (İbn-i Mace) buyurmuştur. Bu yüzden her Müslümanın, başta İslam'ın temel kaideleri olmak üzere, dini temsil edecek seviyede ilim öğrenmesi farzdır.
Resulullah Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
"Peygamberler ne bir altın ve ne de bir gümüş bırakmamışlar, ancak ilmi miras bırakmışlardır. İşte o mirasa konan, sonsuz bir haz ve nasip almış demektir." (Ebu Davud)
"İman çıplaktır. Elbisesi takva, süsü utanmak, meyvesi ise ilimdir." (Hakim)
"Beni Allah-u Teala'ya biraz daha yakınlaştıracak yeni bir ilim edinmediğim günün doğmasında benim için bir hayır yoktur." (Taberani)
"Cenab-ı Hakkın rızası aranan bir ilmi, sırf dünya metaına nail olmak için öğrenen kimse kıyamet gününde cennetin kokusunu bile duyamaz." (Ebu Davud)
Peygamberimiz (sav), "İlim öğreneni Allah ummadığı yerden rızıklandırır." buyurmuştur. Şeytan gelecek endişesi ile insanları korkutarak dünyaya daldırmak suretiyle ilim yolundan alıkoymaya çalışabilir. Oysa Allah (cc) yolunda İlim öğrenmeye çalışanın hem dünyası hem ahireti Cenab-ı Hak'kın koruması altındadır.
"Her kim ilim tahsili için yola çıkarsa, bu yüzden Allah ona cennete girecek yolu kolaylaştırır." (Müslim)
"İslamiyet'i yaşatmak için okurken ölen kimse ile, Peygamberler arasında bir derecelik fark vardır." (Darimi)
"Kıyamet günü üç sınıf insan şefaat eder: Bunlar peygamberler, sonra alimler, sonra şehidlerdir. " (İbn-i Mace)
"Allahu Teala her kimin hayrını murad ederse, onu dinde alim ve fakih kılar." (Buhari-Müslim)
Peygamberimiz (sav), ilim öğrenenleri, dünya için öğrenenler ve ahiret için öğrenenler olarak ikiye ayırmıştır. İlmi, dünya için öğrenenlerin gayeleri servet, mevki ve şöhrettir. İlmi ile amel etmeyenler ise münafıktır. Çünkü bunlar kendileri öğrendiği ve dilleri ile kabullendikleri halde kalplerine bunu yerleştirememiş ve kendilerince Allah (cc)'ı aldatmaya çalışmışlardır. Resulullah Efendimiz (sav), bunların ahirette en ağır şekilde cezalandırılacağını bildirmektedir. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet günü en ağır cezayı görecek olan, Allah'ın ilminden faydalandırmadığı alimlerdir."
"İlmi çoğaldığı halde ahlakı düzelmeyen, Allah'a uzaklıktan başka bir şey elde edemez." (Deylemi)
İlim sahibinin üzerine büyük bir sorumluluk yüklenmiştir. Takva sahibi bir müminin kendisine bağışlanan bu lütfu diğer müminlerle paylaşması gerekir:
"İlminden sorulduğu halde bildiğini saklayan kimsenin ağzına kıyamet günü ateşten bir gem takılır." (Ebu Davud)
"Ademoğlu ölünce amel defteri dürülür. Ancak üç şeyden dolayı amel defterine sevap yazılmaya devam eder. Bunlardan birisi istifade edilen bilgidir." (Müslim)
Resulullah (sav) Allah (cc)'ı zikretme konusunda yaratılmışların en üstünü idi. Günün her anında ve hangi işle meşgul olursa olsun Allah (cc)'ı anmaktan ve dua etmekten geri durmazdı. Kuran'da "De ki: "Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi?"..." (Furkan Suresi, 77) buyuruluyor. İşte Resulullah Efendimiz (sav) hangi durumda olursa olsun dua etmekten ve Allah (cc)'ı anmaktan geri durmamıştır.
Resulullah (sav)'in dua konusuna verdiği ehemmiyeti aşağıdaki sözlerinden daha iyi anlayabiliriz:
"Allah Katında duadan makbul ve kıymetli hiç bir şey yoktur." (Tirmizi)
"Kul duasında üç şeyin birini almaktan şaşmaz: Ya dua sayesinde günahı bağışlanır veyahut peşin bir mükafat alır veya ahirette karşılığını alır." (Deylemi)
"Allah'ın fazlından isteyin. Allah Kendinden istenmesini sever. İbadetlerin makbulu, ferahlığı beklemektir." (Tirmizi)
"Kulun Allah'a en çok yakın olduğu hal, secde halidir. Secdede Allah'a çok dua edin." (Müslim)
"Muhakkak ki sizin Rabbiniz haya ve kerem sahibidir. Kulları ellerini kaldırıp kendisinden bir şey istedikleri zaman, onları boş çevirmez." (Tirmizi-Ebu Davud)
"Dua ettiğiniz zaman, kabul olunacağına inanarak dua edin. Bilmiş olun ki, gafletle yapılan duaları Allah kabul etmez." (Tirmizi)
"Allahu Teala dualarınızı kabul eder. Ta ki dua ettim hala kabul olmadı deyip acele etmedikçe. Allah'tan çok isteyin. Çünkü siz kerem sahibinden istiyorsunuz." (Buhari-Müslim)
Resulullah (sav)'ın gün içinde sık tekrarladığı bir dua şöyledir:
"Yüzümü, göğsü inanç dolu bir Müslüman olarak yeri ve göğü Yaratana çevirdim. Ben O'na ortak koşanlardan değilim. Kıldığım namaz, yaptığım ibadetler, hayatım ve ölümüm ortağı bulunmayan alemlerin Rabbi olan Allah'a aittir.
Allah'ım hükümran Sensin. Senden başka İlah yoktur. Sen Rabbimsin. Ben Senin kulunum. Rabbim, günahlarımı ancak Sen bağışlarsın. Beni en güzel huylara ulaştır. Zaten en güzellerine ancak Sen ulaştırırsın. Kötü huyları benden uzaklaştır. Onları Senden başkası benden uzaklaştıramaz. Ben Seninleyim. Sana döneceğim. Sen yüceler yücesisin. Affına sığınıyor, Sana yöneliyorum.
Göklerin ve yerin Yaratıcısı, gizli olanı, aşikar olanı bilen Allah'ım! Ayrılığa düştükleri konularda kullarının arasında Sen hükmedersin. İzninle, hakta ayrılığa düştükleri konularda beni hakka ulaştır. şüphesiz Sen dilediğini doğru yola eriştirirsin." (Tirmizi-Müslim)
Peygamberimiz (sav)'in uyandığında ettiği dua ise şöyledir:
"Bizi ölümden sonra dirilten Allah'a hamdolsun. O'nun huzurunda toplanacağız. Tek Allah'tan başka İlah yoktur. O'nun ortağı yoktur. Mülk O'nundur. Hamd O'nadır. O herşeye kadirdir. Allah'a hamdolsun. Allah'ı bütün eksikliklerden tenzih ederim. Allah'tan başka İlah yoktur. Allah en yücedir." (Buhari-Tirmizi)
Peygamberimiz (sav)'in evinden çıktığında yaptığı dua:
"Allah'ın adıyla. Allah'a tevekkül ettim. Allah'ım sapıklığa düşmekten ve düşürülmekten, ayağımın kaymasından ve kaydırılmasından, zulmetmekten ve zulme uğramaktan, cehalete düşmekten ve cahil görünmekten Sana sığınırım." (Tirmizi)
Peygamberimiz (sav)'in mescide girdiğinde yaptığı dua:
"Allah'ım günahlarımı bağışla ve bana rahmetinin kapılarını aç." (İbn-i Mace)
Resulullah (sav)'ın evine girerken yaptığı dua:
"Beni koruyan ve sığındıran Allah'a hamdolsun. Beni yediren ve içiren Allah'a hamdolsun. Bana iyilikte bulunan ve iyiliği artıran Allah'a hamdolsun. Yarab! Senden beni cehennemden korumanı dilerim." (Ebu Davud)
Peygamber Efendimiz (sav)'in bir başka duası:
"Allah'ım! Görünen görünmeyen, maddi-manevi bütün pisliklerden, kovulmuş şeytandan Sana sığınırım." (Taberani)
Peygamberimiz (sav)'in ezan okunduğunda yaptığı dua:
"Bu eksiksiz, icabet olunan davetin ve kendisinden ötürü dualara icabet olunan hak davetin ve takva kelimesinin Rabbi olan Allah'ım. Beni bu inanç üzere öldür, ona bağlı yaşat, kıyamet günü amel yönünden bu inanca sahip salih kimselerden eyle." (Beyhaki)
Peygamberimiz (sav)'in yemek duası:
"Allah'ım! Yedirdin, içirdin, muhtaç etmedin, memnun ettin. Hidayet ettin ve dirilttin. Verdiğin nimetler mukabilinde Sana hamdolsun." (Ahmed)
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (sav) hadislerinde duanın adabı şöyle açıklanmıştır:
1) Şerefli vakitleri aramak:
Sene içerisinde arefe günleri, Ramazan ayı, perşembe geceleri, seher vakitleri, Peygamberimiz (sav)'in çokça dua ettiği zamanlardır.
2) Allah (cc) Katında önemli olan anlarda dua etmek:
Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
"Gök kapıları, İslam topluluğu ile inkarcı topluluğunun karşılaştığı, yağmurun yağdığı ve farz namazlarının kılındığı esnada açılır. Bu vakitleri ganimet bilerek dua edin."
Başka bir hadiste ise, "Oruçlunun duası reddolunmaz." (Tirmizi) buyrulmuştur. Böyle anlarda dua edilmesine özen göstermek hem duanın kabulü hem de Sünnet-i Seniyye'nin yerine getirilmesi açısından önemlidir.
3) Dua sırasında kıbleye dönmek, elleri kaldırmak, avuçları birleştirip avuç içini yüze doğru çevirmek sünnettendir.
Resul-i Ekrem Efendimiz (sav) dua ettiği zaman koltuk altı görünecek kadar elini kaldırır ve dua sırasında parmakları ile işaret etmezdi. (Müslim)
4) Duayı gizlice, hafif sesle yapmak:
Ebu Musa'dan rivayet edilmiştir. "Bir sefere (Hayber Seferi) çıkmıştık. Halk (yolda, bir ara) yüksek sesle tekbir getirmeye başladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) (müdahele ederek): "Nefislerinize karşı merhametli olun. Zira sizler, sağır birisine hitab etmiyorsunuz, muhatabınız gaib de değil. Sizler gören, işiten, (nerede olsanız) sizinle olan bir Zat'a, Allah'a hitab ediyorsunuz. Dua ettiğiniz Zat, her birinize, bineğinin boynundan daha yakındır" dedi. (Kütüb-ü Sitte, 1778)
5) Duada yapmacık sözlerden sakınmak:
Dua eden kişi tevazu ve huşu içinde istemeli, yapmacık sözlerden kaçınmalıdır. Peygamberimiz (sav) bir hadisinde, "İleride duada haddini aşan cemaatler türeyecektir." buyurmuştur. Dua eden kişi aczini ifade etmeli, manasız isteklerden kaçınmalıdır.
6) Allah (cc)'tan korkarak, kabulünü umarak ve ısrarla dua etmek:
"Dua ettiğiniz zaman, kabul olunacağına inanarak dua edin. Bilmiş olun ki gafletle yapılan duaları Allah kabul etmez." (Tirmizi)
"Allah dualarınızı kabul eder. Ta ki dua ettim deyip hala kabul olmadı deyip acele etmedikçe. Allah'tan çok isteyin. Çünkü siz kerem sahibinden istiyorsunuz." (Müslim)
"Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Maide Suresi, 39)
Tevbe, eski günahlardan ve hatalardan kurtulmak için büyük bir fırsattır. Müminler bu fırsatı günün her anında değerlendirmelidir. Hz. Ali, "Elinde tevbe ve istiğfar gibi kurtuluş çareleri bulunan kimselerin helak olmalarına şaşarım." buyurmuştur. Şeytanın oyunlarına yenik düşen ve hatalarını düzeltemeyen insanların tevbe ve duadan başka hiçbir kurtuluş yolu yoktur. Ancak bu sayede dünya ve ahirette saadete kavuşulabilir.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) şöyle buyurmuştur:
"Tevbe ve istiğfara devam eden kimseye Allahu Teala her sıkıntısından bir kurtuluş ve her darlıktan bir genişlik verir ve ummadığı yerden kendisini rızıklandırır." (Ebu Davud)
"Kalbimin ufuklarını bazen hafif bulutlar kaplar gibi olur ve bu sebepten günde yüz kere Allah'tan mağfiret dilerim." (Müslim)
Resul-i Ekrem (sav) devamlı olarak, "Allah'ım, Seni noksan sıfatlardan tenzih eder ve Sana hamd ederim. Allah'ım! Beni mağfiret eyle, Sen tevbeleri kabul eden merhamet sahibisin derdi." (Hakim)
"Allah'ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, nefsime zulm ettim, kötü işlerde bulundum, Senden başka günahlarımı bağışlayacak hiçbir kuvvet yoktur. Sen beni affet diyen kimseyi, akın halinde bulunan karıncalar kadar günahı olsa da Allah affeder." (Beyhaki)
"Allah'ım! Beni ihlasla iyilik ettiğinde cennet ile müjdelenen, kötülük ettiği zaman da akabinde tevbe eden kullarından eyle." (İbn-i Mace)
Peygamberimiz (sav)'in tavsiye ettiği tevbe istiğfar şöyledir:
"Allah'ım! Sen benim Rabbim, ben Senin kulunum. Beni Sen yarattın. Ben Sana gücümün yettiği kadar verdiğim söz üzerindeyim. Yaptığım kötülüklerden Sana sığınırım. Verdiğin nimetlere karşı kusur ettim, nefsime zulmettim. Günahlarımı huzurunda itiraf eder, geçmiş ve gelecek günahlarımdan dolayı senden mağfiret dilerim. Beni mağfiret eyle, her ne şekilde olursa olsun bütün günahları Senden başka kimse bağışlayamaz." (Buhari)
Dilin Büyük Tehlikesi; Fuzuli Konuşmak:
"Onlar, 'tümüyle boş' şeylerden yüz çevirenlerdir." (Mü'minun Suresi, 3)
Peygamberimiz (sav), konuşmalarında ümmeti için sözlerin en iyisini ve güzelini seçerdi. Konuşma tarzını beğenmediği kişileri derhal uyarırdı. Müminlerin söz ile birbirlerini kırmalarına izin vermezdi.
Resulullah (sav) boş ve yararsız sözler söyleyecek olan kişinin sükut etmesinin daha yararlı olacağını söylemiştir. Bir başka hadiste ise "Sükut eden kurtulmuştur." (Tirmizi) buyurmuştur. Bu konuda Resulullah (sav)'ın birçok hadisi bulunmaktadır:
"Midesinin, edep yerinin ve dilinin şerrinden korunan kimse, bütün kötülüklerden korunmuş olur." (Deylemi)
"Müjde o kimseyedir ki sözünün fazlasını tutmuş ve malının fazlasını infak etmiştir." (Bezzar)
"Hayır olmayan şeyden dilini çek, ancak bu sayede şeytana galebe çalarsın. " (Taberani)
"Allahu Teala herkesin dilinin yanındadır. Yani söylenen her sözü bilir. O halde herkes konuştuğu sözde Allah'tan korksun." (Hatib)
Ukbe İbnu Amir'den rivayet olunur: "(Bir gün): "Ey Allah`ın Resulü! Kurtuluşumuz nasıl olacak?" diye sormuştum, şöyle cevap verdiler: "Dilini tut, evini genişlet..." (Kütüb-i Sitte, 5858)
Bir söz söylerken düşünerek söylemek mümine yakışan güzel bir davranış olur. Düşünmeden söylenen bir söz bazen istenmeyen yerlere gidebilir ve değer verdiğimiz insanları incitebilir. Bu söz eğer İslam hakkında bir konu içeriyorsa daha da hassas olunmalıdır. Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
"Müminin lisanı kalbinin ötesindedir. Bir şey söyleyeceği zaman önce onu düşünür ve sonra konuşur. Münafığınsa bunun aksine kalbi dilinin ötesindedir. Bir şey söyleyeceği zaman, düşünmeden onu söyler." (Haraiti)
Konuşurken laf fazla uzatılmamalıdır. Anlatılacak konu kısa ve öz bir şekilde anlatılmalıdır. Bu sayede hem konuşulan kişinin fazla vakti alınmamış olur hem de Resulullah (sav)'ın sünnetine riayet edilmiş olunur.
"Dikkat edin, derin sözlere dalıp gereksiz yere lafı uzatanlar helaka uğramışlardır." (Müslim)
"Bir zaman gelecek ki, insanlar sözlerini, ineklerin otu gevelemeleri gibi geveleyip duracaklar." (Ahmed)
Konuşmalarda çirkin, avami, argo ve müstehcen kelimelerden kaçınılmalıdır. Bu tip konuşmalar bir süre sonra kalbin katılaşmasına ve konuşmaların fiillere de yansımasına sebebiyet verebilir. Nitekim Resulullah (sav) buyuruyor ki:
"Aman fahiş ve çirkin sözlerden kaçının; zira Allah çirkin sözleri ve fahiş konuşmaları sevmez." (Hakim)
"Mümin ta'n etmez (kınamaz), kimseye dokunmaz, lanet etmez, fahiş söz söylemez ve kimseyi yermez." (Tirmizi)
Müminlerin birbirlerine karşı yaptıkları suçlamalarda dikkatli olmaları gerekir. Eğer yapılan suçlama doğru değilse, ahirette beklenmedik şekilde kul hakkı olarak insanın karşısına çıkabilir.
"Bir kimse bir kimseyi küfür ve fısk ile itham eder de itham edilen kimse böyle olmazsa bu itham, itham edene döner." (Buhari)
"Ey insanlar, ashabım, kardeşlerim ve yakınlarım hususunda beni düşününüz ve onların aleyhine konuşmayınız. Ey insanlar, biri öldüğü zaman onu kötülükleriyle değil iyilikleri ile anınız." (Müsned)
"Kim din kardeşini tevbe ettiği bir günahından dolayı ayıplarsa, o günah ile müptela olmadan ölmez." (Tirmizi)
"En büyük hıyanet, arkadaşına verdiği bir sözde o sana inandığı halde yalan söylemektir." (Buhari)
"Yazıklar olsun o kimseye ki, milleti güldürmek için yalan söyler. Vay ona, vay ona." (Ebu Davud-Tirmizi)
Dinimizde, yalan kesinlikle yasaklanmıştır. Resulullah Efendimiz (sav), yalanın küçük ve büyük yalan olarak ayırımının yapılamayacağını ve yalanın her türlüsünü kınadığını söylemiştir. Peygamberimiz (sav)'in bu konudaki duası şöyledir:
"Allah'ım kalbimi nifaktan, edep yerimi zinadan ve dilimi yalandan temizle." (Hatib)
"İnsan bir yalan söylediği zaman onun pis kokusundan melekler bir mil mesafe uzaklaşır." (Tirmizi)
Kuran'da gıybet (dedikodu) etmek, ölü kardeşinin etini yemekle aynı görülmüştür. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde de gıybetin müminler arasında tesanütü kıracağı ve kul hakkının oluşmasına sebebiyet vereceği söylenmiştir. Ayrıca müminlere tecessüsle bakmak, onların kusurlarını araştırmak, gıybet kadar büyük bir günahtır. Nitekim Peygamberimiz (sav) miraçta karşılaştığı bir olayı şöyle anlatmıştır:
"Miraca çıktığım gece, tırnakları ile yüzlerini tırmalayan birtakım kimseler gördüm. Cebrail'e, 'Bunlar kimdir?' diye sordum. Cebrail de, 'Bunlar insanlar hakkında gıybet edip, onların gizli hallerini araştıranlardır' dedi. (Ebu Davud)
"Ey dili ile iman edip kalpleri ile inanmayanlar. Müslümanlar hakkında gıybet etmeyin, onların gizli hallerini araştırmayın. Kim mümin kardeşinin gizli hallerini araştırırsa Allah da onun gizli hallerini ortaya çıkarır." (Ebu Davud)
'Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz? Kardeşlerinizi hoşlanmayacağı şey ile anmanızdır' buyurdu. Bunun üzerine, 'Söyledikleriniz o adamda varsa buna ne buyurursunuz' diyenlere Resul-i Ekrem, 'Söylediğiniz kusurlar onda varsa işte o zaman gıybet olur, yoksa iftira etmiş olursunuz.' dedi. (Müslim)
"Bir kimse kardeşinin ırz ve şerefine gıybet edene müdahale ederse, Allah o kimseyi kıyamet günü cehennemden uzaklaştırır." (Tirmizi)
Veda Hutbesi Hz. Peygamber (sav)'in yüz bini aşkın hacıya hitaben irad ettiği hutbedir.
Bu hutbeyi dinleyenlerin sayısının çok olması, gelen bu haberlerin doğruluk derecesini belirtmesi açısından önemlidir. Bu gibi haberlere mütevatir haber denir. Yanlış olması aklen mümkün değildir. Bu hutbede vazedilen her konu kutlu Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) tarafından söylenmiştir, bunda hiçbir şüphe yoktur. İçerik bakımından da, dünya ve ahiret hayatına dair yapılması gerekenleri bildirdiğinden dinin bir özetini oluşturmaktadır.
Hz. Peygamber (sav) bu son hutbesinde, bundan sonra bir daha haccedemeyeceğini bildirip vefatının yaklaştığını ima ettiği, sonraki gelen günler de O'nun (sav) bu sözlerini doğruladığı için bu hacca "Veda Haccı", bu hac esnasında irad ettiği hutbeye de "Veda Hutbesi" adı verilmiştir.
Veda Hutbesi her ne kadar tek bir hutbe imiş gibi kabul edilmekteyse de, gerçekte bu hutbe, Arafat'ta, Mina'da ve bir gün sonra yine Mina'da olmak üzere arefe günü ile bayramın 1. ve 2. günlerinde parça parça irad edilmiştir. Değişik yer ve zamanlarda irad buyurulduğu için de hutbe, birçok kişi tarafından birbirinden farklı şekillerde rivayet edilmiş; bir kişinin ya da grubun duyduğunu başkaları işitmediğinden, hutbenin tamamının bir araya toplanmasında bu farklı rivayetlerden yararlanılmış ve daha sonraki yıllarda bu üç yer ve zamanda buyurulan hutbe tek bir hutbe olarak bir araya getirilmiştir.
Hz. Peygamber (sav)'in bu son haccından bir yıl önce nazil olan Tevbe suresinde, "Ey iman edenler, müşrikler ancak bir pisliktirler; öyleyse bu yıllarından sonra artık Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer ihtiyaç içinde kalmaktan korkarsanız, Allah dilerse sizi Kendi fazlından zengin kılar. Şüphesiz Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe Suresi, 28) buyrulmuştur. Bu hükümle, müşriklerin pis olduğu ve bu yıldan sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmamaları emredildiği için, Veda Haccı'nda Mekke'de sadece Müslümanlar vardı. Hutbeyi de yalnızca Müslümanlar dinlemişti. (Böylelikle müşriklerin bu hutbeye yalan katmaları da önlenmiş oldu). Zaten Mekke'nin fethinden sonra müşriklerin sayısı parmakla sayılacak kadar azalmıştı.
Hz. Peygamber (sav), Mekke'den kendisiyle birlikte yola çıkan 100 bin civarındaki Ashabıyla Mekke'ye haccetmek için geldiklerinde bir yıl önceki ikaz sebebiyle Mekke'de müşrik kalmamıştı, çoğunluk Müslüman olurken Mekke'yi terk edenler de vardı. Hz. Peygamber (sav), haccın bütün erkanını bizzat kendisi yerine getirerek Müslümanlara öğretmiş, İslam'ın Hac konusundaki fiilleri de böylece tamamlanmıştı. İslam'ın tamamlandığını bildiren ayetler de bu Veda Haccı'nda nazil oldu.
Cahiliye döneminde, dışarıdan gelen hacılar Arafat'ta vakfe ye dururken, Kureyş eşrafı diğer insanlardan üstün olduklarını ima edercesine Arafat yerine Müzdelife'de vakfeye dururlardı. Hz. Peygamber (sav), cahiliye döneminin bu sınıf üstünlüğüne dayalı adetini ortadan kaldırdı ve bütün hacılar gibi Arafat'ta vakfeye durdu. Hz. Peygamber (sav)'e orada bu dinin tamamlandığı şu ayet-i kerimeyle müjdelendi :
... Bugün inkara sapanlar, sizin dininizden (dininizi yıkmaktan) umut kesmişlerdir. Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim… (Maide Suresi, 3)
Dinin kemale erdirilmesine bütün Müslümanlar sevinirken yalnızca Hz. Ebu Bekir, bunun Hz. Peygamber (sav)'in vefatının yaklaştığına delalet ettiğini anlamış ve gözlerinden yaşlar akmıştı. Gerçekten de bundan sonra Hz. Peygamber (sav), 82 gün yaşamış ve vefat etmiştir.
Devesi Kusva'nın üzerinde olduğu halde Hz. Peygamber (sav), Arafat'ta şu hutbeyi irad etti:
Sözümü iyi dinleyiniz. Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha buluşamayacağım. Ey insanlar; bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz nasıl mukaddes bir şehir ise; canlarınız, mallarınız, ırzlarınız da öyle mukaddestir, her türlü saldırıdan emindir.
Ashabım!
Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski dalaletlere dönüp birbirinizin boynunu vurmayınız. Bu vasiyetimi burada bulunanlar bulunmayanlara bildirsin. Olabilir ki bildirilen kimse, burada bulunup da işitenlerden daha iyi anlayarak muhafaza etmiş olur.
Ey Ashabım!
Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lakin borcunuzun aslını vermek gerekir. Ne zulmediniz ve ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahiliyeden kalma bu çirkin adetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım faiz de Abdulmuttalip oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.
Ashabım!
Cahiliye döneminde güdülen kan davaları da tamamen ortadan kaldırılmıştır. İlk kaldırdığım kan davası da Abdulmuttalib'in torunu (yeğenim) Rebia'nın kan davasıdır.
Ey insanlar!
Bugün şeytan şu topraklarınızda yeniden nüfuz ve saltanat elde etme gücünü kaybetmiştir. Fakat bu kaldırdığım şeyler haricinde küçük gördüğünüz işlerde de ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan sakınınız.
Ey insanlar!
Kadınların haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah'ın emaneti olarak aldınız. Ve onların namuslarını ve ismetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız; aile şerefinizi korumaları ve evlerinizi sizin hoşlanmadığınız hiç kimseye açmamaları, çiğnetmemeleridir...
Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları; örfe (adete) göre her türlü giyim ve yiyeceklerini temin etmenizdir.
Ey müminler!
Size bir emanet bırakıyorum ki siz ona sımsıkı sarıldıkça yolunuzu hiçbir zaman şaşırmazsınız. O emanet Allah'ın kitabı Kur'andır.
Ey müminler!
Sözümü iyi dinleyiniz ve muhafaza ediniz. Müslüman Müslümanın kardeşidir ve bütün Müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz, başkasına helal değildir. Ancak gönül hoşluğuyla verilen başka. Ashabım! Nefsinize de zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.
Ey insanlar!
Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Varis için vasiyete gerek yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zinakar için mahrumiyet cezası vardır. Babasından başkasına nesep iddia eden soysuz yahut efendisinden başkasına uymaya kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün Müslümanların düşmanlığına uğrasın. Cenab-ı Hak bu insanların ne tevbelerini ne de şehadetlerini kabul eder."
Resulullah (sav) sözlerinin burasında dinleyenlere sordu:
"Ey insanlar!
Yarın beni sizden soracaklar. Ne dersiniz?"
Ashab-ı Kiram cevap verdi:
"Allah'ın risaletini tebliğ ettin; görevini yerine getirdin, bize vasiyet ve nasihatte bulundun diye şehadet ederiz."
Resulullah (sav) şehadet parmağını göğe kaldırarak üç kez:
"Ya Rab şahid ol! Ya Rab şahid ol! Ya Rab şahid ol!" buyurarak Arafat'taki hutbesini bitirdi.
Resulullah (sav), güneş batıncaya kadar vakfede durdu. Tam buradan inmeye karar vereceği bir anda yukarıda zikredilen Maide Suresi'nin 3. ayeti nazil oldu. Daha sonra devesine binen Resulullah (sav) yavaş adımlarla Arafat'tan inerek Müzdelife'ye geldi. Burada bir ezan ve iki kamet ile akşam ve yatsı namazlarını birleştirerek kıldı. Ardından istirahate çekildi. Sabah olunca cemaatle birlikte sabah namazını kıldı ve ortalık iyice ağardıktan sonra Müzdelife'den Cemretü'l Akabe mevkiine geldi. Şeytan taşlamadan sonra Mina'ya geçen Resulullah (sav) burada da Veda Hutbesi'nin diğer bölümünü irad etti. Allah (cc)'a hamdü senadan sonra devamla:
"Ey insanlar!
Sizi Allah'ın kitabına bağlayan Peygamberinizin sözlerini iyi dinleyiniz, ona itaat ediniz. Hac ibadetinizin bütün hareketlerini benden gördüğünüz gibi ifa ediniz. Öyle sanıyorum ki, ben bu seneden sonra bir daha haccedemem."
Resulullah (sav), bundan sonra hutbesini sorulu-cevaplı olarak sürdürdü:
"Ey insanlar!
Ayların yerini değiştirerek geri bırakmak inkarda aşırı gitmektir. Kafirler böyle yapmakla doğru yoldan saptılar. Allah'ın haram kıldığı ayların sayısını uygun yapmak için, bir yıl haram ayını helal, diğer yıl onu haram sayıyorlardı. Böylece Allah'ın haram kıldığını helal kabul ediyorlardı. Şimdi zaman Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gibi aynı duruma döndü. Allah'ın Katında aylar on ikidir. Bunların dördü mukaddes (haram) aylardır ki üçü arka arkaya gelen Zilkade, Zilhicce ve Muharrem, dördüncüsü de Cemaziyelahir ile Şaban'ın arasındaki Recep'tir. Ey mü'minler! Bu ay hangi aydır?
-Allah ve Resulü daha iyi bilir.
-Zilhicce ayı değil midir?
-Evet, Zilhicce'dir.
-Bu içinde bulunduğumuz belde hangi beldedir?
-Allah ve Resulü daha iyi bilir.
-Mekke şehri değil midir?
-Evet Mekke'dir.
-Bugün hangi gündür?
-Allah ve Resulü daha iyi bilir.
-Yevmünahr'dır. (Kurban kesme günü) değil midir?
-Evet Yevmünahr'dır."
Bundan sonra Resulullah (sav) sahabelere dönerek şöyle dedi:
"Şu halde iyi biliniz ki; bu şehrinizde, bu beldenizde, bu gününüzün mukaddes (haram) olduğu gibi birbirinize kanlarınızı dökmek, mallarınızı haksız yere almak, namuslarınızı kirletmek de haramdır, her türlü saldırıdan masumdur. Muhakkak ki siz Rabbinize kavuşacaksınız, o zaman bütün bu işlerden sorulacaksınız.
Ey insanlar!
Aklınızı başınıza alın da benden sonra birbirinizin boynunu vuracak şekilde dalalete, vahşete düşerek cahiliye devrine dönmeyin.
Ey insanlar!
Bu nasihatlerime kulak verip bunları burada hazır bulunanlarınız bulunmayanlara tebliğ etsin. Olabilir ki, kendisine tebliğ edilen kimse burada bulunup işiten bir kısım kimseden daha iyi anlayıp bellemiş olur.
Ardından Resulullah (sav) iki kez:
-"Tebliğ ettim mi?" buyurdu.
-Sahabiler:
-"Evet ettin", deyince Resulullah (sav);
-"Şahit ol Ya Rab!" dedi ve tekrar hatırlattı:
Burada bulunanlar bulunmayanlara tebliğ etsin."
Resulullah (sav), Mina'daki bu hutbesinden sonra kurban kesim yerine gelerek önceden hazırlanan develeri kurban etti. Bir kısmını da Hz. Ali (k.v) kestikten sonra her deveden birer parça et alınarak pişirilip yenildi. Daha sonra tıraş olan Resulullah (sav), ihramdan çıktı ve Kabe'yi tavaf etti. Öğle namazını da orada kıldıktan sonra Zemzem suyunun yanına gitti ve kendisine sunulan bir bardak suyu içtikten sonra tekrar Mina'ya döndü.
Resulullah (sav) Mina'da geçirdiği teşrik günlerinde şeytan taşlama görevini yerine getirmiş, bu arada çevresinde bulunan insanlara hutbeler irad buyurmuştu.
"Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman, ve insanların Allah'ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde, hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir." (Nasr Suresi, 1-3) mealindeki Nasr Suresi'nin nazil olduğunu duyan Müslümanlara, hem yeni nazil olan bu sureyi okumuş hem de kendilerine nasihat ettiği hutbelerinden birini irad buyurmuştur.
Bu hutbesinde de yine Müslümanların mal, can, namus emniyetinden bahseden Resulullah (sav) insan haklarının temelini oluşturan bu üç hakkı tekrar tekrar ümmetine hatırlatmıştı. Değişik yer ve zamanlarda irad edilen bu hutbeler, tek bir şekilde bütünleştirilmiştir.
Veda Hutbesi birçok yönden ehemmiyet taşır:
Herşeyden önce Hz. Peygamber (sav)'in hayatının sonlarında irad edilmiştir. Malum olduğu üzere Veda Haccı Hicret'in 10. yılında cereyan etmiştir. Hz. Peygamber (sav) ömrünün son aylarını yaşamaktadır ve birkaç ay sonra vefat edecektir. "... Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçip-beğendim..." (Maide Suresi, 3) mealindeki ayet de bu hac sırasında nazil olmuştur.
Hutbe muhteva olarak çok ehemmiyetlidir. Çünkü ciddi meselelere temas etmekte, o güne kadar ele alınmamış olan birçok cahili tatbikata son vermektedir. Kan davasının, faizin kesinlikle kaldırılması, karı-koca arasındaki hukukun açığa kavuşturulması, hac kaidelerinin tesbiti gibi konuların hepsine bu hutbede yer verilir.
Günümüz müelliflerinden bazıları Veda Hutbesi'ni İslam'ın "insan hakları" veya "kadın hakları" beyannamesi olarak değerlendirir. Gerçekten de insanların "mal, can, ırz" dokunulmazlığının teyidi (kayıt altına almak, garanti etmek) tarihte ilk defa meydana gelen bir hadisedir. 20. asırda Birleşmiş Milletlerce benimsenen insan hakları beyannamesi çok daha fazla detaya yer vermektedir. Ancak, bu beyannamedekiler hep kağıt üzerinde kalmıştır. Burada Veda Hutbesi'nde ise alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber (sav)'in tebliği olarak vicdanlara, ruhlara, akıl ve fikirlere nakşolma söz konusudur.
İnsanlık, Müslümanların en güçlü ve gösterişli olduğu devirlerde bile, dili, dini, rengi ne olursa olsun İslam topraklarında kanından, malından, ırzından emin olmuş ve hürriyet içinde yaşamıştır.
İnsan hakları anlayışı tarih boyunca yavaş yavaş gelişmiş olmakla birlikte en mütekamil şekliyle İslam'la gerçekleşmiştir. Hz. Peygamber (sav)'in Veda Hutbesi ilk insan hakları beyannamesi olarak önemlidir. İslami devletler tarafından gittikçe olgunlaştırılıp geliştirilen insan haklarının Batıdaki gelişimi ancak 18. ve 19. yüzyıllarda (13 asır sonra) olmuştur.
Hutbenin Toplum Hayatına Getirdiği Prensipler:
Veda Hutbesi'nde Resulullah (sav)'ın başlıca şu noktalara temas ettiği görülür: