Pek çok insan, dünya üzerinde eksiksiz ve mükemmel bir yaşamın kurulabileceğini sanır. Gerekli maddi imkanlar elde edildiğinde, bu dünyadaki yaşamın insanı tam olarak tatmin edebileceğini ve mutlu kılabileceğini düşünür. En yaygın kanaate göre insan, maddi bir zenginlik, "mutlu bir yuva" ve diğer insanların gözünde saygınlık (statü) elde ettiğinde, kusursuz bir hayat kurmuş olur.
Oysa Allah, Kuran'da bizlere bu tür bir bakış açısı vermez. Aksine, Kuran'da bildirildiğine göre, dünya üzerinde sürdürdüğümüz yaşam, asla eksiksiz, mükemmel ve sorunsuz olamaz. Çünkü, özellikle böyle olamayacak şekilde tasarlanmıştır.
"Dünya" kelimesinin kökeni bu konuda çok önemli bir anlam içerir. Kelime, Arapça'daki "deniy" sıfatından türemiştir. "Deniy" ise; alçak, düşük, basit, değersiz gibi anlamlara gelmektedir. Bu durumda "dünya" kelimesi de, bu sıfatları içeren bir mekan anlamını taşır.
Nitekim tüm kitap boyunca gördüğümüz gibi, dünya hayatının değersizliği ve önemsizliği Kuran'da sık sık vurgulanır. Dünya hayatını güzel kıldığı düşünülen tüm faktörler -zenginlik, iş hayatı, evlilik, çocuklar, başarı vs.- Kuran'a göre aslında geçici ve aldatıcı birer metadan başka birşey değildirler:
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka birşey değildir. (Hadid Suresi, 20)
Başka ayetlerde, insanın dünya hayatı dolayısıyla nasıl bir aldanışa kapıldığı şöyle açıklanır:
Hayır siz, dünya hayatını seçip üstün tutuyorsunuz. Ahiret ise daha hayırlı ve daha süreklidir. (A'la Suresi, 16-17)
Sorun da, üstteki ayette haber verildiği gibi, dünya hayatının ahirete üstün tutulmasıyla başlar. Çünkü insanlar, dünya hayatını ahirete üstün tutmakla, Allah'ın vaadine ve dolayısıyla Allah'a yüz çevirmiş olmaktadırlar. Allah Kuran'da bu insanları "Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve bununla tatmin bulanlar ve Bizim ayetlerimizden habersiz olanlar" (Yunus Suresi, 7) olarak tanımlar ve bunların cehenneme gideceklerini haber verir.
Elbette, dünya hayatının eksikliği, bu dünyada güzel şeylerin var olmadığı anlamına gelmez. Aksine, Allah dünyayı cenneti hatırlatacak pek çok güzel nimetle doldurmuştur. Fakat bu güzelliklerin yanına cehenneme ait olan eksiklik, çirkinlik ve kusurlar da katılmıştır. Dünyada, imtihan ortamının hikmeti gereği cennet ve cehenneme ait özellikler karışık ve bir arada bulunurlar. Bu şekilde müminler hem cennet hem de cehennem hakkında fikir edinir, hem de kendilerini dünyadaki kısa ve geçici yaşama kaptırmak yerine, gerçek, kusursuz, eksiksiz ve sonsuz yaşam olan ahirete yönelirler. Allah'ın kulları için seçip beğendiği yaşam da işte bu ahiret hayatıdır. Ahiret Kuran'da, insanların gerçek ve ebedi yurdu olarak tarif edilir.
İşte bu nedenle, ahiret yurdunu kazanmak, yani cennete kavuşmak için ciddi bir çaba gerekmektedir. Allah inanan kullarına bunu emretmiştir:
Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır. (Al-i İmran Suresi, 133) |
Mümin Kuran'da sonsuz bir mükâfat ve sonsuz bir mutlulukla müjdelenmiştir. Ancak bu konuda bilinmesi gereken çok önemli bir nokta vardır. O da, sonsuz zaman içinde, sonsuz güzelliklere uzanan bu müjdenin, mümin daha dünyadayken başladığıdır. Çünkü mümin ahirette cennetle müjdelendiği gibi, bu dünyada da Allah'ın lütuf ve ikramından, nimetinden mahrum bırakılmamıştır.
Kuran'da, salih amellerde bulunan müminlerin bu dünyada da güzel bir hayatla yaşatılacakları haber verilir:
Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 97)
Hem bir mükâfat ve şevk kaynağı hem de karşılıksız lütuf ve ihsanının bir göstergesi olarak salih kullarına dünyada nimet ve güzellik vermesi, Allah'ın değişmez bir kanunudur. Zenginlik, ihtişam ve güzellik cennetin en temel özelliklerinden olduğu için, Allah sevdiği seçkin kullarına cenneti hatırlatacak, onların cennete kavuşma arzu ve heyecanlarını artıracak nimetlerin ve ortamların benzer örneklerini bu dünyada da yaratır. Bu yüzden, nasıl inkarcıların ebedi azapları daha bu dünyadan başlıyorsa, salih müminler için vaat edilen ebedi güzellikler de kendilerine dünyadaki hayatlarında gösterilmeye başlanır. Allah mümine, onu denemek kastıyla, hayatı boyunca sıkıntılar, çileleler, acılar da verebilir; ama bunlara Allah rızası için sabreden mümin, tüm bu sıkıntılardan, inkarcı bir insanın anlayamayacağı manevi bir lezzet alır.
Bir mümin, kendisini yaratan Allah'ın bilincinde olmasından, O'nun emir ve yasaklarına uymasından, O'nun insanlar için seçip beğendiği din ahlakını yaşamasından ve ölümünden sonrası için çok büyük umut ve beklentiler taşımasından ötürü dünyadaki yaşamı boyunca her türlü ruhsal sıkıntı ve üzüntüden uzaktır. Herşeyden önce kendisini yaratan Allah'ın yardımı ve desteği kendisiyle beraberdir. Müminlerin her namazda, her salih amelde, Allah rızası için yapılan küçük büyük her işte Allah'ın kendilerini gördüğünü, meleklerin bunları amel defterlerine yazdığını ve ahirette tüm bunların karşılığını alacaklarını bilmelerinden doğan bir huzurdur bu.
Bu, Allah'ın kendilerini görünmeyen meleklerle desteklediğini, "önlerinden ve arkalarından izleyenleri" olduğunu ve bunların kendilerini "Allah'ın emriyle gözetip-korumakta" (Rad Suresi, 11) olduklarını, O'nun yolunda yapılan fikri mücadelede galip gelecek olanların, cennetle müjdelenmiş olanların iman edenler olduklarını bilmelerinden kaynaklanan bir güven duygusudur. Böylece salih müminler, Allah'ın meleklere, "... iman edenlere sağlamlık katın..." (Enfal Suresi, 12) vahyi doğrultusunda, korkuya ve hüzne kapılmazlar. Müminler, "bizim Rabbimiz Allah'tır deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturan" (Fussilet Suresi, 30) insanlardır. Ve, "onların üzerine melekler iner. 'Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin'" (Fussilet Suresi, 30) derler. Müminler Allah'ın "kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyeceğini" (Araf Suresi, 42) bilmişlerdir. Kadere ve herşeyi yapıp edenin Allah olduğuna kesin bir bilgiyle inanırlar ve böylece başlarına gelenlere "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez" (Tevbe Suresi, 51) diyerek tevekkül ederler. Allah rızasına uyduklarından ve hep "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir." (Al-i İmran Suresi, 173) dediklerinden dolayı da, onlara hiçbir kötülük dokunmayacaktır. Ancak dünya bir imtihan meydanı olduğundan elbette müminin karşısına çeşitli zorluklar çıkabilir. Belli dönemlerde açlık, hastalık, uykusuzluk, kaza, maddi kayıp türünden çeşitli sıkıntılarla karşılaşabilir. Fakirlikle ve zorluklarla da imtihan olabilir. Ayette bu imtihan şöyle bildirilmiştir:
Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin, şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır. (Bakara Suresi, 214) Kuşkusuz ki bu zor durum, Peygamberin ve yanındaki müminlerin Allah'a duydukları saygıyı ve korkuyu, cennete olan özlemlerini daha da arttırmıştır. Zaten Allah, ayetin sonunda yardımının çok yakın olduğunu da müjdelemektedir. Sonuçta, "Allah, takva sahiplerini zafere ulaşmalarıyla kurtarır. Onlara kötülük dokunmaz ve onlar hüzne kapılmayacaklardır." (Zümer Suresi, 61) |
Mümin zorlukların imanının denenmesi için özel olarak yaratıldığını, güzel bir sabır ve tevekkül gösterdiği takdirde bunların ahireti için sınırsız bir ecir kaynağı, olgunlaşması için büyük fırsatlar olduğunu bildiğinden, huzur, mutluluk ve neşesinden hiçbir şey kaybetmez. Hatta şevk ve heyecanı daha çok artar. Bu sıkıntılar onun ruhi dengesini, dirayet ve kararlılığını hiçbir zaman olumsuz yönde etkilemez.
Bu durum kafirler içinse tam tersidir. Bir inkarcı, çektiği çeşitli bedensel acıların yanında, ruhen de azap çeker.
Korku, üzüntü, ümitsizlik, tedirginlik, karamsarlık gibi inkarcıların karakteristik özelliği olan negatif duygular, onların cehennemde çekecekleri azabın manevi kısmının bu dünyadaki küçük bir başlangıcını oluştururlar. Allah, saptırdığı bu insanların "göğsünü sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar" ve "iman etmeyenlerin üzerine böyle pislik çökertir." (En'am Suresi, 125)
Allah, buna karşın Kendisi'nden bağışlanma dileyen, tevbe eden salih müminleri dünyada da güzel bir surette faydalandıracağını ve ihsanda bulunacağını ayetlerde de bildirmiştir. Hud Suresi'nin 3. ayetinde şöyle bildirilir:
Ve Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. O da sizi, adı konulmuş bir vakte kadar güzel bir meta (fayda) ile metalandırsın ve her ihsan sahibine kendi ihsanını versin. Eğer yüz çevirirseniz gerçekten ben, sizin için büyük bir günün azabından korkarım. (Hud Suresi, 3)
Bir başka ayette de müminlerin dünya hayatı şöyle tarif edilir:
Ahiret yurdu bu dünyadan daha hayırlı ve üstündür. Dünya hayatının tüm güzellikleri, ahiret yurduyla kıyas edildiğinde değerini tamamen yitirmektedir. O halde bir hedef belirlenecekse bu hedef sadece ahiret olmalıdır. Zaten bunu hedefleyen müminlere Allah, dünya hayatlarında da nimetlerini artırmaktadır.
Sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir. (Nahl Suresi, 30) |
Allah, huzuruna mümin olarak gelecekler için içlerinde ebedi olarak kalacakları cenneti vaat etmiştir. Allah'ın vaadi ise şüphesiz ki gerçekleşmesi kuşku götürmeyen en kesin sözdür. Böylece kesin bir bilgiyle inananlar, bu vaadin gerçekleşeceğinden asla kuşkuya kapılmazlar ve mümin olarak canlarını teslim ettikleri takdirde günahlarının bağışlanarak cennete kabul edileceklerini bilirler. Bir ayette şöyle buyrulur:
Adn cennetleri (onlarındır) ki, Rahman (olan Allah, onu) Kendi kullarına gaybtan vadetmiştir. Şüphesiz O'nun vaadi yerine gelecektir. (Meryem Suresi, 61) |
En sonunda o beklenen an gelir. Bir müminin hayatı boyunca tefekkür ettiği, kavuşabilmek için dua ettiği ve layık olabilmek için var gücüyle çalıştığı yer, "kalınacak yerlerin en hayırlısı" ve "Allah Katındaki asıl varılacak güzel yer"dir Cennet.
Müminler için hazırlanmış ve onlara sunulmak üzere kapıları açılmıştır. Müminlerin cennete girişleriyle ilgili ayetlerde, bu eşsiz manzara şöyle tarif edilir:
Onlar Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve soylarından salih davranışlarda bulunanlar da. Melekler onlara her bir kapıdan girip (şöyle derler:) "Sabrettiğinize karşılık selam size. Yurdun sonu ne güzel." (Rad Suresi, 23-24)
Takva sahiplerine vadedilen cennet; onun altından ırmaklar akar, yemişleri ve gölgelikleri süreklidir. |
Cennet konusunda yaygın ancak yanlış bir inanış olan, "cennetin sadece doğal güzelliklerden, yeşilliklerden ve akarsulardan ibaret olduğu" fikri, Kuran'a dayalı değildir ve son derece yüzeysel bir düşüncenin ürünüdür. Elbette ki doğal güzellikler ve yeşillikler cennetin mükemmel nimetlerindendir. Köşklerin ve gölgeliklerin, bahçelerin içinde, pınarların yanı başında kurulmuş olması da ayrı bir güzelliktir. Ancak, bu ve benzeri anlatımların hiçbiri cennetteki güzellikleri tarif etmek için yeterli değildir.
Bir kısmı dünyadakileri andıran, bir kısmı ise daha önce hiçbir nefsin görüp bilmediği, "çeşit çeşit inceliklere ve güzelliklere sahip" (Rahman Suresi, 48) olan cennetin nimet ve güzellikleri, tahayyül ve ifade sınırlarımızın çok ötesindedir. Bilinmelidir ki, bizim hayal gücümüzün ötesinde ve Allah'ın sonsuz ilmiyle hazırlanmış birçok güzellik ve sürpriz de cennette müminleri beklemektedir. Özellikle "... Rableri Katında her diledikleri onlarındır. İşte büyük fazl (nimet ve üstünlük) budur" (Şura Suresi, 22) ayetinde bildirildiği gibi, tüm doğal güzellikler de dahil cennetteki herşey müminin kendi zevkiyle dilemesi neticesinde gerçekleşmektedir. Yani Kuran'da bildirilmiş ihtişamın ötesinde, kişinin hayal gücü, Allah'ın izni ve lütfu ile cennette her türlü güzellik olacaktır.
Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vadetmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, 72)
Müminlerin dünya hayatlarını geçirdikleri evler, "(Bu nur,) Allah'ın, onların yüceltilmesine ve isminin zikredilmesine izin verdiği evlerdedir;" (Nur Suresi, 36) şeklinde haber verilen mekanlardır ve yine Allah'ın emri doğrultusunda tertemiz tutulan, özen gösterilen yerlerdir. Cennet evleri de bunun benzeri olarak yine, müminlerin Allah'ı andıkları ve O'na şükrettikleri tertemiz mekanlardır.
Müminlerin yaşadıkları güzel meskenler, evler, köşkler bir önceki bölümde tasvir edilen doğal güzelliklerin içinde kurulmuş olabileceği gibi, bunların son derece modern ve estetik mimariye sahip şehirlerde inşa edilmiş olması da mümkündür.
Kuran'da sözü geçen evler, genellikle doğal güzelliklerin içine inşa edilmiştir. Bunu bildiren bir ayet şöyledir:
Ancak Rablerinden korkup-sakınanlar ise, onlara yüksek köşkler vardır, onların üstünde de yüksek köşkler bina edilmiştir. Onların altında ırmaklar akmaktadır. (Bu), Allah'ın va'didir. Allah va'dinden dönmez. (Zümer Suresi, 20)
Ayette bahsedilen, yüksek yerlerde kurulmuş köşklerde, altlarından sular akan eşsiz manzarayı seyretmek için geniş pencereli ya da dört bir tarafı camlardan inşa edilmiş salonlar olabilir. Böylece insan ruhunun en çok zevk alacağı şekilde döşenmiş evlerde, tahtlar üzerinde yaslanırken ve en güzel meyveler ve içeceklerle rızıklandırılırken müminler, yükseklerden bakarak birbirinden muhteşem manzaraları da seyretme zevkini tadarlar.
Köşklerin tasarımı ve döşenmesi en kaliteli malzemeyle, en uyumlu renklerle yapılmıştır. Rahat koltukları, karşılıklı oturulan tahtları vardır. Allah tahtlara birçok ayette dikkat çekmiştir. "Özenle işlenmiş mücevher tahtlar üzerindedirler. Karşılıklı yaslanmışlardır." (Vakıa Suresi, 15-16), "özenle dizilmiş tahtlar üzerinde yaslanmışlardır..." (Tur Suresi, 20) ayetlerinden de anlaşılacağı gibi tahtlar zenginlik, ihtişam ve kudret sembolüdür. Allah'ın kendilerine cenneti nasip ettiği müminler, cennetteki tahtlar üzerinde kurulup yaslanırlar. Bu ortamda iman edenler sürekli Allah'ı anarlar:
Adn cennetleri (onlarındır); oraya girerler, orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler. Ve orada onların elbiseleri ipek(ten)dir. Derler ki: "Bizden hüznü giderip yok eden Allah'a hamdolsun; şüphesiz Rabbimiz, gerçekten bağışlayandır, şükrü kabul edendir. Ki O, bizi Kendi fazlından (ebedi olarak) kalınacak bir yurda yerleştirdi; burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada bize bir bıkkınlık da dokunmaz." (Fatır Suresi, 33-35)
Cennetteki malzemenin temeli "çeşit çeşit incelik" ve "çarpıcı güzellikler"dir. Bunlar Allah'ın sonsuz ilminin ve sanatının birer yansımasıdır. Örneğin tahtlar mücevherli, yükseklere kurulmuş ve özenle dizilmiştir. Kıyafetler ipekten ve atlastandır, altın ve gümüş takılar bu kıyafetleri süslemektedir. Allah Kuran'da cennetle ilgili birçok detay vermiş ancak hayal gücünü açık bırakan ifadeler de kullanmıştır. Büyük bir ihtimalle cennette her müminin kendi zevkine göre ayarlanmış görüntüler oluşmaktadır. (Doğrusunu Allah bilir) Kuşkusuz Allah, cennete layık ve ehil kıldığı değerli müminlere, Kuran'da bildirdiği nimetlerin dışında daha nice sürprizler hazırlamıştır.
... Orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var. Ve siz orada süresiz kalacaksınız. (Zuhruf Suresi, 71)
Kuran'daki tarif, tasvir ve benzetmelerden, ayrıca Bakara Suresi 25. ayette belirtildiği üzere, 'Cennet nimetlerinin dünyadakilere benziyor olması'ndan yola çıkarak, cennetin nasıl bir yer olacağını ana hatlarıyla tahmin edebiliriz. Biliyoruz ki Allah müminleri "kendilerine tarif edip tanıttığı cennete sokacaktır" (Muhammed Suresi, 6). Böylece dünya hayatında da, Allah'ın izniyle cennete dair bilgiler edinmemiz mümkün olmaktadır. Ancak edinilen bu bilgi, sadece Allah'ın bize öğrettiği ve cenneti tefekkür etmemize vesile olduğu kadardır. "Bu bilgi cennetin tamamını tarif ediyor" diyemeyiz. Özellikle, bazı ayetlerde dikkat çekilen çok önemli bir ayrıntı vardır, bu da cennetin "hayal gücünü harekete geçiren" tasviridir. Kuran'da bahsi geçen "bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar" (Muhammed Suresi, 15) örneği bizlere, cennetin, insanların hayallerindeki biçiminden de öte bir yer olduğunu hissettirir. Bu ayet insan ruhunda, cennetin bir 'sürprizler mekanı' olduğu izlenimini uyandırmaktadır.
Başka bir ayette de Allah cennetten "bir şölen" olarak bahseder:
Ama Rablerinden korkup-sakınanlar; onlar için Allah Katında -bir şölen olarak- altından ırmaklar akan -içinde ebedi kalacakları- cennetler vardır. İyilik yapanlar için, Allah Katında olanlar daha hayırlıdır. (Al-i İmran Suresi, 198)
Allah bu ayetinde cenneti bir kutlama, bir eğlence yeri olarak tanıtmıştır. Bu kutlama, süresi, boyutları ve içeriği dünyadakilerin hiçbiriyle kıyaslanamayacak kadar görkemli bir kutlamadır.
Ebedi hayatta bu tür şölenlerle ve buna benzer, bitmek tükenmek bilmeyen envai çeşit nimetlerle sürekli meşgul olmak, yalnızca cennete özgü bir vasfı da beraberinde getirecektir; yorulmamak. Kuran'da, bu mükemmellikle ilgili olarak cennetteki müminlerin şöyle söyledikleri bildirilir:
"... burada bize bir yorgunluk dokunmaz ve burada bize bir bıkkınlık da dokunmaz." (Fatır Suresi, 35)
Bu yorgunluğa zihinsel yorgunluk da dahil olabilir. (Doğrusunu Allah bilir) Dünyevi şartlarda insan, bedenen zayıf yaratıldığından kolay yorulur. Yorulduğunda ise zihni bulanmaya başlar, dikkati dağılır, sağlıklı düşünebilmesi zorlaşır, algılaması da zayıflar. Oysa bu durum cennette söz konusu olmayacaktır. Zihin, müminin Allah'ın nimetlerini eksiksiz algılayabilmesi ve bunlardan zevk alabilmesi için her zaman açık, şuur keskin olacaktır. Dünyanın eksikliklerinden birisi olan yorgunluk hissi ortadan kaldırılacağı için, müminlerin sonsuz nimetlerden aralıksız istifade edebilmeleri mümkün olacaktır. Alınan haz kesintisizdir, bir nimetten diğerine geçiş olur.
Yorgunluğun ve bıkkınlığın dokunmadığı bir ortamda Allah, müminlerin "her diledikleri şey"i yaratarak onları ödüllendirmektedir. Hatta "orada diledikleri herşey onlarındır, Katımız'da daha fazlası da var" (Kaf Suresi, 35) diyerek Allah, insanın isteyebileceğinden, hayal edebileceğinden de fazlasını vereceğini, sınırlı isteklerimizin, cennette kat kat artırılacağını belirtmektedir.
Unutulmaması gerekir ki, 'doğruluk makamı' olan cennetin en büyük nimetlerinden biri de cehennem azabından korunmuş olmaktır. (Duhan Suresi, 56) Uğultusunu bile duymadıkları (Enbiya Suresi, 102) cehennemi görebilen, cehennem halkı ile konuşabilen müminler için tüm bunlar, büyük şükür vesilesi olmaktadır:
Dediler ki: "Biz doğrusu daha önce, ailemiz (yakın akrabalarımız) içinde endişe edip-korkardık. Şimdi Allah, bize lütufta bulundu ve hücrelere kadar işleyen kavurucu azaptan korudu. Şüphesiz biz bundan önce O'na dua (kulluk) ederdik. Gerçekten O, iyiliği bol, esirgemesi çok olanın ta Kendisi'dir." (Tur Suresi, 26-28)
Cennetteki mekanların ihtişamı Kuran'da şöyle tarif edilmektedir:
"Her nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk görürsün." (İnsan Suresi, 20)
Ayetlerde bildirildiğine göre cennetteki her yer ve her köşe, ya da 'görüntünün her karesi' Allah'ın eşsiz ilmi sayesinde sayısız nimetlerle donatılmıştır. Sadece ve sadece Allah'ın rahmet edip bağışladığı ve cennetine soktuğu müminlere has kılınmış olarak... (Doğrusunu Allah bilir) Başka ayetlerde cennetle ilgili olarak şöyle buyrulmaktadır:
"Rableri onların göğüslerinde kinden (ne varsa tümünü) sıyırıp-çekmiştir, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıyadırlar." (Hicr Suresi, 47)
"Onda ebedi olarak kalıcıdırlar, ondan ayrılmak istemezler." (Kehf Suresi, 108)
"Cennetteki Müminlerin Metafizik Yaşamları Ve Diğer Güzellikler" | |
ADNAN OKTAR:Güzel kıyafetleri hanımlar çok severler. Hadiste cennette "Bir bakışta yedi kat elbiseyi ayrı ayrı göreceksiniz." diyor. Tabii yedi ayrı elbise ama o hanım tek elbise giydi gibi olacak. Tek elbise gibi ama bakıldığında yedi ayrı elbisesi de gözüküyor. Mesela bir elbisesini ayrı görüyorsun, bir elbisesini ayrı görüyorsun, hepsini ayrı ayrı görüyorsun. Cennetin metafizik özelliklerindendir bu. İnsan da çok bedenli oluyor yani bir kişiye yüzlerce, binlerce beden veriliyor ama aslında aynı ruhtur. Mesela şimdi, benim sağ kolumda kendi ruhum var, sol kolumda da kendi ruhum var ama ikisini de ayrı ayrı hissediyorum şu an. Bu kalemi tutuyorum hepsini ayrı ayrı hissediyorum. Tek ruh hissediyor. Bedenler de aynı şekilde; sağımda da solumda da birçok beden oluyor ama tek ruh hissediyor hepsini. Bir kadın bir elbise giydi mi içine sinmez, aklı başka elbisede kalır, "Keşke onu giyseydim!" der. İşte onu da giyecek, onu giyse yine içine sinmez, der ki; "Şu elbise de güzel." onu da giyecek. Hepsini giyebilmesi için, Allah, ruhunun tam tatmin olabilmesi için çok fazla beden yaratıyor. 'Hülle' diye geçiyor hadislerde, "kat kat hülleler giyer" diyor. "Baktığında helali, hepsini ayrı ayrı görür" diyor. "Huyu güzel, kendi güzel" diyor Allah ayette de, kadınlar için huy güzelliğini öne almış. Güzel huy çok önemlidir. Ayette kadınlar için, "Saklı yumurta gibi" diyor yani hatları yumurta gibi, yumuşak hatlar, pürüzsüz ve düzgün. Ama bakın, "saklı yumurta gibi" ifadesi önemli çünkü kadın korunuyorsa güzeldir. Çok kişiye aitse -ruh ona göre yaratılmıştır- bir anda silinir gider kadın, hiçbir anlamı kalmaz çok kişiye aitse. Onun için Allah, "sadece size ait" ve "gözlerini sadece eşlerine teksif etmiş ve tutkuyla bakan" diyor. Gözlerinde tutku olacak kadının, eşini dünyanın en mükemmel kişisi olarak bilecek, en çok ondan hoşlanacak. Başkasını sevecek bir gücü olmayacak, tabi ki seviyor müminleri ama cinsellik anlamında sadece eşinden hoşlanıyor. Diğer müminleri canı gibi seviyor, herkesi seviyor ama yaratılış, fıtrat olarak bir tek ondan hoşlanacak gibi oluyor. Sonsuza kadar öyle. Mesela eşini ne şekilde görmek istiyorsa, Allah onu o şekle getiriyor. Hangi bedende olmasını istiyorsa. Binlerce insan bedeni şeklinde görünüyor kendi eşi. Kadın da öyle, çeşit çeşit bedenlerde görünüyor. Ama tek ruh hakim inşaAllah. Herşeyi aklından bir kere geçirmesi yeterli. Mesela, şimdi biz şimdi kafamızda hayal etsek, istediğimiz görüntüyü oluşturabiliriz, değil mi? Gözümüzü kapatsak, istediğimiz yiyeceği oluşturabiliriz. Sevdiğimiz birini, istediğimiz anda kafamızda canlandırabiliyoruz. Görüntü olarak. İşte cennette kafamızdan geçmesiyle beraber üç boyutlu ve canlı olarak bir anda oluşur. Dünyada bu fludur ama cennette sistemi Allah netleştirmiş oluyor. İstediğin yiyecek, istediğin görüntü anında oluşur. Mesela, "Bakar kişi, sokakta güzel bir insan görür, onu görmesiyle beraber kendi bedeni de hemen onun şeklini alır." diyor. Ve her seferinde kendi eşine "Bugün daha da güzelleşmişsin." diyor. Ertesi gün görüyor, "Bugün daha da güzelsin." diyor. Her gün aynı şeyi söylüyor. Samimi kanaati olarak. "Sana bir şey olmuş daha da güzelleşmişsin." diyor. Böyledir sistem, yani cennetin sistemi budur ama Allah bunun eğitimini veriyor işte burada. Bu eğitimden geçmezse insan; egoist, bencil, ters, kıskanç, çok anormal huyları olabiliyor. Onun için biz bu eğitimden geçiyoruz. Bu eğitimden geçtikten sonra, "Ey mutmain olmuş nefis" diyor Allah yani dengeli hale gelmiş, "sen Allah'tan razı olmuş olarak", "Ya Rabbi, Senden razıyım. Verdiğin nimetlerden, her şeyden, Senden razıyım" diyor, "Allah da sizden razı olmuş olarak," Allah da diyor ki; "Ben de senden razıyım, kulluk görevini yaptın. Eğitimini aldın" diyor, "Salih kullarımın arasına gir" diyor, "Samimi olarak kullarımın arasına gir," "Cennetime gir" diyor, Cenab-ı Allah. Orada, cennette her şey akıllıdır. Bardağa bakarsın, içine ne dolmasını istiyorsan, anında dolar. İçersin, istersen boş durur ama canın istediğinde hemen anında geri dolar. Daldan meyveyi alırsın, kopartmanla beraber dalda hemen meyve yeniden oluşur. Ayette, "tükenmez meyveler" diyor Allah. Tükenmiyor, yiyorsun, bitiyor, yine koparıyorsun, yine yiyorsun. Bütün dallar doludur. Hatta "dalları sarkmış" diyor Allah, ayette. Hoşumuza gitsin diye. İnsan eşini cennette çok daha fazla seviyor, kıyas olmuyor. Kardeşlerini de çok fazla seviyor ama Peygamberleri artık kıyaslanmayacak şekilde çok seviyor. Onların acı ve çile çektiğini biliyoruz, Allah yolunda mücadele etmişler, sadakatlerini görüyoruz. Mesela orada Peygamberimiz (sav)'i bütün Müslümanlar bütün ümmet hepsi bağırlarına basacaklar. Onun için bedeni çok fazla olacak Peygamberimiz (sav)'in. Peygamberimiz (sav) her yerdedir çünkü herkes onunla sohbet etmek ister. Tek bir beden olsa sohbet edemezler. Onun için her meclistedir, her yemek ortamında vardır Peygamberler. Çok bedenli oluyorlar ama buna layık olabilecek bir kişilik de işte dünyadaki eğitimle oluyor... (Adnan Oktar'ın 20 Ağustos 2010 tarihli Kocaeli TV röportajından) |
Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vadetmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, 72)
Cennette var olan nimetler göz kamaştırıcıdır. Allah cennette, insanın beş duyusuna olabilecek en büyük zevk ve lezzetleri tattırmaktadır.
Ancak cennetin tüm bunlardan çok daha üstün olan en büyük nimeti, Allah'ın rızasıdır. Müminin Allah'ın rızasını kazanabilmiş olmasından dolayı hissettiği sevinç ve huzurdur. Dahası, Allah'ın verdiği herşey için Rabbimiz'den razı olmanın, O'na daimi bir şükür içinde bulunmanın verdiği asıl mutluluktur. Kuran'da, cennet ehli anlatılırken bu vasfa şöyle dikkat çekilir:
... Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur. (Maide Suresi, 119)
Cennetteki nimetlerin benzerleri dünyada da kısmen var olabilirler, ama gerçek değerlerini Allah'ın rızası dahilinde olduklarında kazanırlar.
Bu nokta son derece önemlidir ve iyi düşünülmesi gerekir. Nimetleri asıl değerli kılan, onların kendi içlerinde taşıdığı lezzet ve zevkin çok daha ötesinde bir şeydir. Asıl değer, o nimeti Allah'ın var etmiş olmasıdır. O nimeti kullanan ve şükreden mümin, Allah'ın ikramıyla muhatap olduğunu, Allah'ın kendisini sevdiğini, koruyup-gözettiğini ve kendisine rahmetinden tattırdığını hisseder ki, asıl hazzı bundan alır.
İşte bu nedenle, insanın kalbi ancak cennetle tatmin olur. İnsan Allah'a kulluk etmek için yaratılmıştır ve bu yüzden ancak O'nun ikramından zevk alır. Dünyada ise, cenneti andıran ortamlarda, yani nimetlerin Allah'ın rızasına uygun ve O'na şükredilerek kullanıldığı ortamlarda huzur bulur.
Cennet Allah'ın bir ikramıdır ve bu nedenle çok değerlidir. Cennet ehli, "ikrama layık görülmüş kullar"dan (Enbiya Suresi, 26) oldukları için ebedi mutluluk ve sevince kavuşurlar. Orada, ayetlerde bildirildiği üzer, "celal ve ikram sahibi olan" (Rahman Suresi, 78) Allah'ın adını övüp yüceltirler.