Bütün canlılar çevrelerinde olan bitenlerden haberdar olmak zorundadırlar. Aksi takdirde besin bulamaz, tehlikelerden korunamaz ve eşlerini seçemezler. Dolayısıyla her canlının yaşamını sürdürebilmesi için cisimleri ayırt edebilmesini ve gereken tepkileri vermesini sağlayacak sistemlere ihtiyacı vardır.
Dışarıdaki cismin ne olduğunu haber veren ve canlının hareketlerini yönlendiren bu özel sistemler her türde kendine özgüdür. Yarasalardan korunması gereken bir güve türünün algılayıcıları yarasalara karşı hassastır, aynı şekilde somon balıklarının binlerce kilometre yüzmelerini sağlayan algılama sistemleri de bu iş için tam olarak uygundur. Balinalar birbirlerinin çıkardıkları sesleri algılayarak anlaşırlar. Yarasalar da çeşitli frekanslarda yolladıkları seslerin geri dönüşü sırasında ortaya çıkan verileri algılar ve bunları değerlendirerek karanlıkta hiçbir yere çarpmadan uçmayı ve avlanmayı başarırlar.
Yön tayin sistemleri, enfraruj gözler ve özel duyu sistemleri canlılardaki algılama sistemlerinden sadece birkaçıdır. Bu bölümde verilecek örneklerde de görüleceği gibi, bu sistemlerdeki ortak özellik, algılamayı sağlayan bütün parçaların canlının yaşaması için gerekli olan diğer organlarla bir bütünlük içinde olmasıdır. Örneğin burundaki koku reseptörleri (alıcıları) beyindeki koku alma merkezi ile uyumludur. Bu uyumun sonundaki algı her canlı için farklı bir anlam oluşturabilir, örneğin bir canlı kendi türünün karşı cinsini sadece bu kokusuyla ayırt edebilir. Yine bir canlının gözündeki alıcılarla yani ışığa duyarlı bölgelerle, beynindeki görüntü merkezi uyumludur. Örneğin yılanların gözleri, ısı dalgalarının gözlerine çarpmasıyla harekete geçen alıcı bölgelere sahiptir. Sinir hücreleri ise görüntüyü beyne olduğu gibi taşır. Yılanın beyni de bu sinyallerin ısı dalgaları olduğunu algılar.
Tesadüfen ortaya çıkması kesinlikle imkansız olan bu gibi tasarımlar, canlıları Allah'ın yarattığını kanıtlayan delillerdendir. Allah'ın yüceliğini ve ilminin sınırsızlığını kavramada bu gibi örnekler üzerinde düşünmek önemli birer vesiledir. Somon balığı da işte bu yaratılış delillerinden bir tanesidir.
Kuzey Amerika'nın Batı kıyılarındaki nehirlerde dünyanın en ilginç göçmenlerinden biri yaşar. Bunlar, türlü zorluklara göğüs gererek nehirler ve vadiler aşan somon balıklarıdır.
Somon balıklarının yaşamları, bir nehrin veya derenin yukarı kısımlarında bırakılan, döllenen ve üstleri çakıl taşlarıyla (bazen de kumla) kaplanan yumurtalarla başlar.
Somonlar yumurtalarını çoğunlukla yaz sonu veya sonbaharda, akarsularda bırakırlar. Kuluçka dönemi bittikten sonra, genellikle kış sonunda yumurtalardan minik yavrular çıkar. Yavruların karınlarının altında gelişmeleri için ilk aşamada gerekli olan besini içinde bulunduran, yumurta sarısı bir kese vardır. Yavrular ilk dönemlerinde çakıl taşlarının altında saklanırlar ve yumurta sarısı keselerini tamamen tüketinceye kadar yırtıcı hayvanlara karşı korunurlar.
Birkaç hafta sonra somonlar, akarsuyun içinde kendilerine yiyecek arayacak büyüklüğe ulaşırlar. Yaklaşık 1 yıl boyunca akarsuyun içinde yaşamayı sürdürürler ve bu arada giderek büyürler.
Somonlar hem tatlı hem de tuzlu suda yaşayabilecek bir yapıda yaratılmışlardır. Bu yaratılışın amacı ise, balığın yapacağı mucizevi yolculukta gizlidir.
Bahar geldiğinde binlerce somon nehir yatağı boyunca göç etmeye başlar.
Yavruların göçe başlamaları türlere göre değişiklik gösterir. Örneğin pembe renkli somon balığı yavruları yumurtadan çıkar çıkmaz denize doğru göç etmeye başlarlar. Kimi türler; örneğin köpek somonları birkaç hafta beslendikten sonra, Kral ve Atlantik somonları ise akarsularda 1 ile 3 yıl arasında değişen gelişim sürelerini tamamladıktan sonra denizlere açılırlar.
Genç somon balıkları hayatlarının ilk göçlerinde içinde bulundukları ırmakta akıntı boyunca ilerleyeceklerdir. Denize doğru yaptıkları yolculukta çağlayanlar, kirli sular ve kendilerini avlamak isteyen büyük balıklar gibi türlü tehlikelerle karşı karşıya gelirler. Bunları atlatıp denize ulaşanlar ilk göçlerini tamamlamış olurlar. Haftalar boyunca sürecek olan bu yolculuklarının sonunda somonlar hedeflerine yani Pasifik Okyanusu'na ulaşırlar. Denizlerde birkaç yıl geçirdikten sonra iyice gelişip üreme olgunluğuna erişenler ise hayret verici yeni bir göçe başlayacaklardır.
Nehirden aşağıya, okyanusa doğru yüzerken somon balıklarında bazı fizyolojik değişiklikler meydana gelir. Burada balıklar tatlı suda yaşayan canlılarken, tuzlu okyanus sularına adapte olurlar. Bu işlem balık yumurtlamak için nehre döndüklerinde tekrar değişir. Nehrin ağzında tuzlu suya alışmak için bir süre geçirdikten sonra, yetişkin olarak zamanlarının çoğunu geçirecekleri okyanusa doğru yol alırlar.19
Atlantik Somon Balığının Yaşam Döngüsü | |||
1. ABD | 3. Avrupa | 1. Ergin somon | 3. Balık Yumurtaları |
Haritada somon balıklarının denize açıldıktan sonra izledikleri yollar görülüyor. | Yukarıdaki resimde somon balıklarının doğdukları günden göçlerini tamamladıkları zamana kadar yaşadıkları gelişim aşama aşama gösterilmektedir. |
Somonlar yıllar önce denize varmak için geçtikleri nehir yatağında, şimdi tam ters yönde, yani akıntıya karşı yüzmeye başlarlar. Karşılarına çıkan hiçbir engel onları yıldırmaz. Şelalelerle karşılaştıklarında suyun içinden yukarı zıplayarak yollarına devam ederler. 3 metrelik engelleri dahi zıplayarak aşabilirler.
Somonun dönüş yolculuğunun sonundaki hedefi, yumurtadan çıktığı yerdir. Çünkü somonlar yumurtlamak için doğdukları ırmak yatağına giderler. Atlantik somonları söz konusu göçü her sene yinelerken, diğer türler ömürleri boyunca sadece bir kere göç ederler. Burada kısaca özetlediğimiz bu güç yolculukta daha birçok zorlu nokta vardır.
Bunlardan ilki, balığın katetmesi gereken mesafenin uzunluğudur. Açık denizlerde seyreden somonların amaçlarına ulaşmaları için binlerce kilometre yüzmeleri gerekmektedir. Örneğin, Atlantik somonlarının büyük kısmı yaklaşık 4.000 kilometrelik bir mesafe katederler.20 Köpek somon balığı sonbahardaki yumurtlama döneminde, 3.200 kilometreden fazla yüzer. Bir kırmızı somon da 1.600 kilometreden daha fazla yol kateder.
Okyanusa varır varmaz somonların vücudunda yapısal bir değişiklik olur ve tuzlu suda yaşayacak hale gelirler. Sonraki 1 veya 4 yıllık süre boyunca, okyanusta dev mesafeler alacaklardır. Amerika kıyılarından çıkıp Alaska'nın yanından geçerler ve Japonya'ya doğru geniş bir yay çizip geri dönerler. Yolculuk sonucunda somonlar olgunlaşmış ve hayatlarının en son ve zorlu yolculuğuna hazır hale gelmişlerdir. Evlerine, yani doğdukları akarsu yatağına geri döneceklerdir.
Dikkat çeken bir diğer nokta ise somonların yaptıkları ideal zamanlamadır. Somonlar uzun yolculuklarını tam yumurtlama dönemlerine denk getirecek şekilde planlarlar. Örnek olarak Atlantik somonlarını verebiliriz. Bu tür, günde ortalama 6-7 kilometre yüzerek gideceği yere ulaşır; ilkbaharın sonunda başladığı göçünü sonbahar aylarının sonuna doğru tamamlamış olur.
Somon balıkları yumurtlamak için kendi hayatlarını tehlikeye atarak oldukça zorlu şartlarda, binlerce kilometrelik bir yolculuk yaparlar. Somonlar neden böyle bir yolculuğa kalkışırlar ve bu uzun yolculuklarında yönlerini nasıl bulurlar? Somonların nehirleri aşarak doğru hedefe ulaşmalarını sağlayan Yüce Allah, onları mükemmel bir yön tayin sistemi ile birlikte yaratmıştır. Somonlar Allah'ın onlar için yarattığı özel sistemleri kullanmakta ve diğer tüm canlılar gibi Allah'tan aldıkları ilhamla hareket etmektedirler. Tüm bu muhteşem sistemler Allah'ın yaratışındaki ihtişamı gözler önüne seren delillerdendir. |
Somon balığının çözmesi gereken ilk önemli sorun, gençlik dönemindeki yolculuğunda içinde gezindiği akarsuyun denize dökülen ağzını bulmaktır. Çünkü dönüş yolculuğunda izleyeceği rotayı ona göre belirleyecektir. Somonlar bu konuda hiç hataya düşmezler. Bir zamanlar denize açıldıkları ırmağın ağzını tek bir denemede kolaylıkla bulurlar.
Akarsuya giren somon büyük bir kararlılıkla akıntıya karşı yüzmeye başlar. Bundan sonraki işi ilk yolculuğuna kıyasla çok daha zordur.
Somon balığı hedefine ulaşmak için öncelikle ırmağın kuvvetli akıntısıyla mücadele eder. Kimi zaman su yüzeyinden yaklaşık 3 metre kadar yükseğe sıçrayarak şelale ve çağlayanları aşar. Kimi zaman da üst yüzgecinin su dışında kalmasına neden olacak kadar sığ sulardan geçer. Üstelik bu sığ sularda, kendisini avlamak için bekleyen kuşlar, ayılar gibi yabani hayvanların tehditleriyle karşılaşır.
Somonların yolculuklarındaki mükemmelliğin tam olarak anlaşılması için nehir boyunca ilerleyen bir somonun hedefe ulaşana kadar nelere dikkat etmesi gerektiğini düşünelim:
Öncelikle somonun rotasını tespit ederken bazı önemli kararlar alması gerekir. Balık karanın oldukça içlerinde, bir ırmağın herhangi bir kolunda dünyaya gelmiştir. Nehirler de kimi zaman çeşitli kollardan oluşurlar. Dolayısıyla somon geldiği yere tekrar ulaşabilmek için nehrin her kola ayrılışında doğru tarafa yönelmek zorundadır. Nitekim somonlar hayatlarında sadece bir defa geçtikleri yolları şaşırmadan bulur; her defasında kendilerini doğdukları yere götürecek nehir koluna saparlar.
Somonların yolculuklarını çok daha şaşırtıcı yapan bir detay vardır. Balık, yolculuğu boyunca çok büyük bir çaba gösterir ve aşırı bir güç harcar, fakat buna rağmen herhangi bir gıda almaz. Çünkü yorucu göçü sırasında kendisine gerekecek enerjiyi önceden depolamıştır. Üstelik bu depolamayı hatasız bir hesaplama ile yapmış ve yakıtını tam olarak ayarlamıştır.
Somonların göçlerini incelerken bütün bunların yanı sıra deniz ve akarsuların tuzluluk oranı, su sıcaklığı gibi özelliklerinin de göz önünde bulundurulması gerekir. Bu noktada karşılaştığımız gerçek şudur: Somonlar hem deniz hem de akarsu ortamlarına kusursuz uyum sağlayacak bir donanıma sahiptirler.
Tüm zorluklara rağmen somon balıkları bu güç yolculuklarını başarıyla tamamlar; doğdukları yere dönerek yumurtalarını bırakırlar. Somon nesli de milyonlarca senedir süregelen bu muazzam yolculuklarına devam eder.
Somon balıklarının başarılarının büyüklüğü yapılacak kıyaslarla daha da iyi anlaşılabilir. Örneğin, bir insanın yardım almadan ve yön gösteren bir araç kullanmadan binlerce kilometrelik mesafeden doğduğu eve gitmesi gerektiğini düşünelim. Bunu belirli bir zaman içinde, sadece bir kere geçtiği engebeli yollardan hatasız bir şekilde geçerek başarması oldukça az bir ihtimaldir. Ancak somonlar, insanlar için mümkün olmayan bu ihtimali doğar doğmaz başaracak kabiliyettedirler. Ancak bu kabiliyetin somonların kendi çabasıyla oluşamayacağı ya da tesadüflerin bu balık türüne insandan daha üstün yetenekler veremeyeceği çok açıktır.
Bu canlılar Allah'ın bedenlerinde yarattığı özel tasarımlar sayesinde binlerce kilometrelik yolu rahatlıkla katetmektedirler. Düşünen her insan somonların başardıkları işin mucizevi yönünü hemen görecek ve bunu üstün bir gücün yol göstermesiyle yani ilhamıyla gerçekleştirdiklerini hemen anlayacaktır.
Allah yarattığı canlılarda insanlar için ibretler olduğunu bir ayette şöyle bildirmektedir:
Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır… (Nahl Suresi, 66)
Somonların yolculukları, doğadaki en şaşırtıcı olaylardan biridir. Binlerce somon balığı, yıllarca denizde yaşadıktan sonra, doğdukları akarsu yatağını nasıl bulmaktadır? Bunun için önce dev Pasifik Okyanusu'na açılan binlerce akarsudan kendilerininkini bulmaları, sonra da bu akarsu boyunca hiç şaşırmadan yüzmeleri, akarsu kendi içinde defalarca kollara ayrılmasına rağmen her yol ayrımında doğru kararı verip doğru yöne gitmeleri gerekmektedir.
Milyonlarca yıldır yaşayan tüm somon balıkları, yapılması son derece güç olan bu işi aynı beceriyle başarmaktadırlar. Peki nasıl ve neden?
Önce "nasıl" sorusunun cevabına bakalım.
Araştırmalar, somonların bu yolculuğu yerine getirmeleri için özel bir duyu sistemiyle yaratıldıklarını göstermektedir. Somonlar okyanuslarda yönlerini bulmak için, dünyanın manyetik alanını algılayan doğal pusulalarla yaratılmışlardır. Bu sayede Pasifiğin dev suları içinde yönlerini hata yapmadan bulurlar.
Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır … |
Ancak asıl mesele, somonların kendi doğdukları akarsu yatağını nasıl buldukları sorusudur. Bu başarı, doğal pusuladan çok daha farklı bir sistem gerektirir.
Somon balıklarının bu müthiş yolculuğu nasıl gerçekleştirdiğini anlamak amacıyla Amerika'daki Wisconsin Lake laboratuvarlarında çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmalar sonucunda somonların yönlerini belirlerken koku alma duyularını da kullandıkları ortaya çıkmıştır.
Somon balıkları, insan yapısı teknolojik yön bulma sistemleri ile boy ölçüşebilecek özelliklere sahiptir. Bu özellikleri nedeniyle bir balıktan çok, üstün bir teknoloji ürünü gibidirler. Somon balıklarını bu mükemmel özellikleriyle birlikte yaratan, tüm canlıların Yaratıcısı olan Yüce Allah'tır. |
Somonların burunları iki deliklidir. Su bir delikten girer, diğer delikten çıkar. Bu delikler balığın soluk almasıyla eş zamanlı olarak açılıp kapanacak şekilde tasarlanmıştır. Herhangi bir kokulu madde ihtiva eden su buruna girdiğinde, balığın burnundaki alıcılar kimyasal olarak uyarılır. Bu kimyasal uyarı bir enzim reaksiyonuyla elektrik sinyallerine dönüştürülür ve merkezi sinir sistemine ulaştırılır. Balık bu sayede kokuyu algılar.
Somonların koku alma mekanizmalarını kara canlılarınınkiyle kıyaslayalım:
Karada yaşayan omurgalı bir canlıda, koku moleküllerinin burundaki mukus tabakada çözülmesiyle koku alma gerçekleşir. Buna karşın balıklarda çözünme gibi bir aşama söz konusu değildir. Çünkü koku zaten suyun içinde ve çözünür haldedir. Bu, somon balıkları için büyük bir avantajdır. İşte bu sayede somonlar koku alma hissi çok gelişmiş av köpekleri gibi koku kaynağını takip edebilirler.
Wisconsin Lake Laboratuvarlarında ilk olarak, balıkların çeşitli kokular arasındaki farklılıkları ne düzeyde algılayabildikleri sorusuna cevap aranmıştır. Bu amaçla özel kanalları olan bir akvaryum tasarlanmış ve her kanala farklı bir bitkinin kokusu şırınga edilmiştir. Deneyde, sadece belirli bir kanalı kullanan balıklar ödüllendirilmiş, diğer kanalları kullanan balıklar ise elektrik şokuyla cezalandırılmışlardır. İşlemler 14 ayrı koku kullanılarak tekrarlanmıştır. Deney sonucunda balıkların kısa bir öğrenim sürecinin ardından, her defasında ödüllü kokuyu diğerlerinden ayırabildikleri görülmüştür. Önemli diğer bir bulgu da üzerinde deney yapılan yavru balıkların 3 yıl sonra bile doğru kokuyu hatasız tespit etmeleri olmuştur.21
Bilim adamları araştırmanın sonuçlarına dayanarak balıkların insanla kıyaslanamayacak kadar güçlü bir koku alma duyusuna sahip oldukları kanaatine varmışlar ve şu sonuca ulaşmışlardır:
Her suyun kendine has bir kokusu vardır. Genç somon denize doğru yaptığı ilk yolculuğu sırasında kokuları tek tek hafızasına almaktadır. Dönüş yolculuğunda da hafızasındaki kokuların yardımıyla doğduğu yeri bulmaktadır.22
"Her akıntının kendine özgü bir kokusu var mıdır?" sorusunun cevabını verebilmek için yukarıdaki deney iki ayrı ırmağın suyuyla tekrarlanmıştır. Neticede balıkların bunları da ayırt edebildikleri görülmüştür.
Gerçekten de dünya üzerindeki her akarsuyun kendine özgü bir kimyasal bileşimi vardır. Bu bileşimlerin arasındaki farklar çoğu zaman o kadar küçüktür ki, hemen hiçbir canlı tarafından algılanmaz. Somonlar hariç....
Konuyla ilgili araştırmalar bir adım ileri götürülerek balıkların doğal ortamlarında sürdürülmüştür. Washington'daki Issaquah Nehri'nde, özel olarak burunları tıkanmış balıklar gözlem altına alınmıştır. Bu deneyde de koku alma duyularından yoksun bırakılan somonların şaşırdıkları ve yollarını bulamadıkları görülmüştür.23
Bugüne kadar yapılan araştırmaların sonuçları bir gerçeğe işaret etmektedir: Somon balıklarının koku duyusu insanı hayrete düşürecek bir hassasiyete sahiptir.
Sol: Wisconsin Gölü Laboratuvarında balıkların iki farklı kokuyu ayırt etmelerini sağlayacak bir eğitim için deney tankı kurulmuştur. Birebir olan bu çizimde tankın sol üst tarafındaki sarı renkli bidonlarda birbirinden farklı iki koku vardır. Bidondaki vanalardan birisi açıldığında koku su tankına karışır. Balık, kokulardan birisine doğru ilerlediğinde yiyecekle ödüllendirilir. Diğer kokuya yöneldiğinde ise hafif bir elektrik şoku ile cezalandırılırlar. Deneyde balıklar görme duyularını kullanmamaları için kör edilmişlerdir. Kısa bir denemeden sonra deneme durdurulmuştur. Üç yıl sonra balıklar deney tankına konduğunda balıkların ödül almalarını sağlayan kokuya doğru gittikleri görülmüştür. Sağ: Yukarıdaki düzenek somon balıklarının yolculuklarında, koku duyularının rolünün anlaşılması amacıyla hazırlanmıştır. Düzenekte, ortadaki havuzda birleşen yapay dört su akıntısı vardır. Bu akıntılardan A ile gösterilene, balıkların daha önce içinde kaldıkları havuzun kokusu verilmiştir. Diğer akıntılarda (B, C, D) ise farklı kokular vardır. Orta bölmedeki kapaklar açılıdığında balıkların önceden içinde yaşadıkları kokuyu içeren akıntıya (A) karşı harekete geçtikleri gözlenmiştir. |
Somonların yön bulma yeteneklerini gözler önüne seren en ilginç olaylardan biri de, Kuzey Kaliforniya'daki Prairie Creek Balık Yetiştirme Çiftliği'nde yaşandı. Bu çiftlikte yapılan bir keşif, müthiş bir göç macerasını ortaya çıkardı:24
1964 yılının 2 Aralık gününde, çiftliğin balık üretme havuzlarından birinde, diğer yüzlerce yavru balığın arasında yüzen iki yaşına varmış, büyükçe bir somon balığı bulundu. Balık yakından incelendiğinde, arka yüzgecinde, Prairie Creek Balık Yetiştirme Çifliği'nin özel metal klipsi olduğu görülüyordu. Bu durum, bu balığın bundan iki yıl önce bu çiftlikte yetiştirilen sonra da okyanusa bırakılan somonlardan biri olduğunu gösteriyordu. Ama balık okyanustan geri dönerek çiftliğin kapalı havuzuna nasıl girmiş olabilirdi?
Bu konuda fikir veren bir ayrıntı vardı: Havuzun fazla sularının boşalması için kullanılan kanala açılan ve metal bir ızgarayla kapalı olan kutunun kapağı kırıktı: Acaba balık, doğduğu yere geri dönebilmek için, çiftliğin su kanallarına girmiş ve sonra da bu kutunun kapağını kırıp havuza mı ulaşmıştı?
Olayın bundan başka bir açıklaması yoktu. Ama balığın okyanustan bu havuza kadar aşması gereken yol düşünüldüğünde, bu son derece zor gibi görünüyordu.
Somonun doğduğu çiftliğe dönebilmesi için, yolculuğuna bu noktadan, yani Redwood Creek nehrinin okyanusa kavuştuğu yerden başlaması gerekiyordu. Balık daha sonra akıntıya karşı 5 kilometre yüzecek ve ilk yol ayrımına gelecekti. Bu yol ayrımında doğru kararı verip kuzeye yönelecek, ancak bir süre sonra daha zorlu bir yol ayrımına gelecekti. Çünkü bu yol ayrımında somon için birbirine çok benzer iki sinyal vardı. Somonun dünyaya geldiği balık çiftliği, yol ayrımının tam ortasında yer alıyordu. İlk akla gelen seçim, somonun sağ tarafa gitmesiydi, çünkü çiftliğin suları sağ taraftan akıyordu.
Ama nedense balık, sol tarafı seçmiş ve doğduğu çiftliğe arka taraftan yaklaşmaya başlamıştı.
Bu şaşırtıcı kararın nedeni, bölgeden geçen otoyolun altında gizliydi. Otoyolun altında, balık yetiştirme çiftliğindeki havuzların fazla sularının atıldığı bir kanal yer alıyordu. Normal zamanlarda bu kanaldan çok az su gelir ve bunlar da nehre varamadan ormanın toprakları tarafından emilip kaybolurdu. Ama o yıl çok yağmur yağmıştı ve kanalın suları nehre kadar varıyordu. Bu sığ akıntı, evine dönmeye kararlı olan somona yol göstermek için yeterliydi.
Somon, tanıdığı kokuyu izleyerek nehirden çıkıp, su kanalı boyunca ilerlemiş olmalıydı. Kimi yerde sadece 5-10 santim yüksekliğinde olan suda hem yüzüp hem de sürünerek kanalın içine girmeliydi. Sonra da tünelde karanlığın içinde ilerleyerek otoyolu geçmeli, ayrıca yüksekte kalan özel su borularının içine atlamalıydı. Tüm bunları başarıp karanlıkların içinde hedefine ilerlese bile, sonuçta yine de kapana kısılacaktı. Balık yetiştirme çiftliğindeki bu tahta patikanın altında yer alan, betondan yapılmış bir kanalın içinde sıkışacaktı.
Ama somon doğduğu noktaya dönmeye programlanmıştı. Bu kanalın içinde yer alan ve havuza bağlanan 12 santimetre genişliğindeki bir borunun girişini bulup, bu boru boyunca ilerledi ve son bir engelle daha karşılaşttı: Borunun önüne yerleştirilmiş olan metal ızgara… Ama balık bunu da sert kafa darbeleriyle aşmıştı.
İşte bu müthiş yolculuğun sonunda, somon 2 yıl önceye dünyaya geldiği küçük havuza vardı.
Çiftlikteki görevlilerin aklına, bu rotayı hesapladıktan sonra bir fikir geldi. Acaba yuvaya dönen başka somonlar da var mıydı? Belki bir şey buluruz diye tahta patikanın tahtalarını söküp altındaki kanala baktılar. Ve şaşkına döndüler:
Kanalın içinde, balık yetiştirme çiftliğinin metal klipslerini taşıyan tam 70 tane somon balığı vardı.
Somon balıklarının bu müthiş hikayesi, bizlere yaratılış hakkında önemli deliller sunmaktadır. Balığın gerçekleştirdiği yolculuk, her aşaması özenle hesaplanmış birçok sistem sayesinde gerçekleşmektedir.
1) Balığa, doğduktan sonra denize gitmesini, burada yıllar süren uzun bir yolculuk yapmasını, sonra da doğduğu nehir yatağına geri dönmesini emreden bir "program"ın var olması, başlı başına büyük bir mucizedir. Bunun yanı sıra, balıkta;;
2) Bu program uyarınca vücudunun tatlı sudan tuzlu suya adapte olmasını sağlayan genetik bilgi,
3)Dev okyanusta hiç şaşırmadan yolunu bulmasını sağlayan doğal pusula sistemi,
4) Ve doğduğu akarsuyun kokusunu bulmasını sağlayacak son derece hassas bir koku algısı vardır.
Tüm bunlar, somonun kendisine belirlenen göç yolu için özel olarak yaratılmış bir canlı olduğunu açıkça göstermektedir.
Kuşkusuz bu mükemmel sistemlerin her biri, evrimcilerin öne sürdüğü "tesadüf" iddiasını tek başına yıkmaya yeterlidir. Somonun yolculuğu, "tesadüf" kelimesini gülünç hale getiren bir plan ve tasarım harikasıdır.
Somon balıklarını bu mükemmel özelliklerle birlikte yaratan ise tüm canlıların Yaratıcısı ve alemlerin Rabbi olan Yüce Allah'tır.
Somonların göç yolculuğu ve muhteşem yön bulma mekanizmaları Darwinizm'i açmaza sokan gerçeklerden biridir. Somonların yollarını nasıl buldukları sorusuna evrimciler, "içgüdü" cevabını vereceklerdir.
İçgüdü, hayvanların akılcı ve şuurlu davranışları karşısında çaresizliğe düşen evrimcilerin arkasına sığındıkları bir kelimedir. Ancak içgüdünün anlamı ve mahiyeti tam anlamıyla belirsizdir. İçgüdünün kaynağı, bu davranışların ilk olarak nasıl ortaya çıktığı gibi sorular cevapsızdır. Bu konuda evrimciler kesin ve net bir açıklama yapamazlar.
Evrimcilerin "içgüdü" olarak nitelendirdikleri kavramın somonların yollarını bulmalarını sağlaması elbette imkansızdır. İçgüdünün, somonlara geçecekleri her nehri teker teker tarif etmesi, önlerine çıkan alternatiflerde yollarını şaşırmadan bulmalarını sağlaması gerekmektedir. Böyle bir düşüncenin mantık dışı olduğu çok açıktır.
Somonların davranışları evrim teorisinin "doğal seleksiyon" iddialarına da darbe indirmektedir. Evrimin bu iddiasına göre doğadaki tüm canlılar bencil bir yaşam mücadelesi içindedirler. Bu mücadeleden de sadece güçlü olanlar hayatta kalmaktadır.
Oysa doğadaki canlıların fedakar ve işbirlikçi davranışları evrimcilerin bu iddialarını da kesin olarak yalanlamaktadır. Örneğin somonların davranışları göz önüne alındığında doğal seleksiyon iddiası anlamsız kalmaktadır.
Somonlar neden hayatları pahasına binlerce kilometrelik zorlu bir yolculuğa kalkışıyorlar? Niçin kendilerine hiçbir çıkar sağlamayan bir göç yapıyorlar? Niye denizlerdeki zengin beslenme kaynaklarını terk ediyorlar? Yumurtalarını neden o anda bulundukları yere ya da neden denize veya akarsuların başına değil de mutlaka denizden binlerce kilometre içerideki nehir kollarına bırakıyorlar?
Evrimcilerin iddiaları düşünüldüğünde olması gereken, somon balıklarının sadece kendilerini yaşatacak davranışlarda bulunmalarıdır. Ancak somonlar tam tersine yumurtlamak için kendi hayatlarını tehlikeye atarak zorlu bir yolculuğa kalkışmaktadırlar. Alemlerin Rabbi olan Allah dünya üzerindeki diğer tüm canlılar gibi somonlara da gidecekleri yönü ilham etmektedir.
Somonlardaki yön tayin sistemlerini yaratan, nehirleri aşarak doğru hedefe ulaşmalarını sağlayan, Yüce Allah'tır.
Allah bir ayette bütün canlıları denetiminde tuttuğunu şöyle bildirmektedir:
… O'nun, alnından yakalayıp denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.) (Hud Suresi, 56)
Somonlar Allah'ın onlar için yarattığı özel sistemleri kullanmakta ve diğer tüm canlılar gibi Allah'tan aldıkları ilhamla hareket etmektedirler. Bütün bunlar Allah'ın yaratışındaki ihtişamı gözler önüne seren delillerdendir. Somonların hayatları Allah'ın yaratma sanatındaki güzelliklerden biridir. Canlılardaki bu gibi detaylar ve yeryüzündeki çeşitlilik insanın düşünmesine ve Allah'a yönelmesine neden olur.
Bir hayvanın hayatta kalabilmesi için düşmanını ya da avını fark edebilmesi en acil ihtiyacıdır. Bazı güve türleri bu konuda büyük bir avantaja sahiptirler. Çünkü en büyük düşmanlarının yani yarasaların avlanırken kullandıkları yüksek frekanslı sesleri duyabilirler.
Tufts Üniversitesi'nden birkaç öğrenci ve bilim adamı, gece güvelerinin merkezi sinir sistemini incelemişlerdir. Amaç güvenin merkezi sinir sistemini kulağa bağlayan algıların düzeninin şifresini çözmek ve güvenin yarasadan nasıl kurtulduğunu bulmaktır.25
Araştırmalar sonucunda kulaklarındaki özel sistem sayesinde güvelerin, yarasanın avlanma sistemini deldikleri anlaşılmıştır. Yarasa ile ilgili haberler, güvenin kulağından merkezi sinir sistemine sadece iki lif aracılığıyla gönderilir. Basit bir yapıya sahip izlenimi veren bu sistem aslında güvenin ses üstü dalgaları algılamasını sağlayacak kadar mükemmel bir tasarıma sahiptir.
Böcekçil yarasalar gece karanlığında uçarken, bir seri yüksek frekanslı çığlık atarlar. Böylece yankıların kaynağının yönünü ve uzaklığını belirleyerek avlarını bulmayı başarırlar. Bu radar o kadar hassastır ki yarasaların sivrisinekten bile küçük böcekleri bulup yakalamasını sağlar. Yarasa çok başarılı bir avcıdır, ancak bazı gece uçan güve türleri -Noctuidae, Geometridae ve Arctiidae ailesinin üyeleri- yarasaların ses üstü çığlıklarını duyabilen kulaklara sahiptir. Bu kulaklar güvelerin kanatlarının altında bulunur ve "erken uyarı sistemi" gibi çalışırlar. Bu sayede yarasaya av olmaktan kurtulurlar.
Bir yarasanın yaklaştığını duyduklarında, güveler, her zamanki uçuşlarından farklı olarak keskin dalışlar ya da karışık halkalar yaparlar. Kimi zaman da azami hızla yarasanın gönderdiği yüksek frekanslı sesin tam ters yönünde uçarlar. New York City Üniversitesi'nden Asher E. Treat, yarasaların gelişine göre farklı yönde hareket eden güvelerin yaşama şanslarının diğerlerine göre oldukça yüksek olduğunu gözlemlemiştir.26
Güvenin kulağı, bizim hiç duyamadığımız, 3.200 metreden daha uzaktaki ses üstü yarasa çığlıklarını yakalayabilir. Bunun yanında, yarasa çığlıklarını da içine alan saniyede 10 kilocycle'dan 100 kilocycle'ın üzerine kadar frekansları fark edebilir. En büyük yetenekleri ise atışlı sesleri -yani sessizliklerle bölünen kısa ses patlamalarını- fark etmeleri ve ses çarpmalarının yükseklikleri arasındaki farkı ayırt etmeleridir. Bunlar güve ile yarasanın savaşında güve için büyük avantajlardır.
Savaşan iki ülkeden birinin diğerinin savaş planını ele geçirmesi elbette ki çok önemlidir. Onların kullanacakları silahların özelliklerinden haberdar olunması, düşmanın nasıl bir taktik kullanarak saldıracağı, zaferi kolaylaştıracak bilgilerdir. Güvelerin yarasalara karşı kazandıkları zafer de, güvelerin yarasaların tüm saldırı taktiklerinden haberdar olması sayesinde gerçekleşmektedir. Bu durum elbette ki güvelerin yaratılışlarındaki kusursuz tasarımın bir sonucudur. Güve yarasanın sesini algılarken birçok alternatifin gerçekleşme ihtimali vardır. Ancak bunların içinde güvenin tam olarak işine yarayacak olan gerçekleşir ve güve yarasadan kurtulur. Bu ihtimalleri inceleyerek güvenin başardığı işin önemini vurgulayalım:
Güvenin ses algılama menzili yarasanınkinden daha kısa olsaydı, güvenin kulakları onu yarasadan koruyamayacaktı. Böyle bir durumda güve yarasayı fark edip önünden kaçmaya çalışsa bile, yarasa onu keşfedecek ve daha hızlı uçtuğu için de eninde sonunda güveyi yakalayacaktı. Başka bir ihtimal olarak güve çok yakındaki bir yarasayı uzakta gibi algılayabilirdi ya da yarasanın gönderdiği sesin yönünü ters anlayarak kaçmak yerine yarasaya doğru da uçabilirdi…
Ancak bu sayısız ihtimaller içinde güveler en doğru olanını gerçekleştirirler ve yarasaya av olmaktan kurtulurlar.
Ahzab Suresi'nin 52. ayetinde "Allah, herşeyi gözetleyip denetleyendir." buyrulmaktadır. Güveler de yeryüzündeki bütün canlılar gibi Allah'ın vücutlarında yarattığı mükemmel sistemler ve bunları nasıl kullanacaklarının kendilerine ilham edilmesi sayesinde yaşamlarını sürdürmektedirler. Ve yine Allah'ın ilhamı ile akılcı davranışlarda bulunmakta, doğru seçimi yapmaktadırlar. Güvelerdeki sistem de bunun sayısız delilinden biridir.
Noctuidae, Geometridae ve Arctiidae ailelerinden olan güvelerin kanatlarının altında bir "erken uyarı sistemi" gibi çalışan kulaklar bulunur. Bu kulaklar güve için son derece hayati öneme sahiptir. Güve, kulakları sayesinde kendisinden 100 metre uzaktaki yarasayı duyarak yerini kestirebilir. Dahası yarasanın ortalıkta öylesine dolaştığını mı, yoksa kendisini hedef alan bir saldırıya mı başladığını belirleyebilir. Güvelerin kulakları, yarasaların yaydıkları çok düşük frekanslı ses dalgalarını algılayabilecek biçimde yaratılmıştır. | 1. Merkezi Sinir Sistemi Bu resimde güvenin kulağı ve kulağın merkezi sinir sistemine olan bağlantısı gösterilmiştir. |
Scientific American dergisinde yayınlanan makalelerden yararlanılarak hazırlanan Animal Engineering adlı kitapta anlatılanlar, güvelerin vücudunda kusursuz kompleks bir sistemin var olduğunu ortaya koymaktadır:27
Güvenin kulakları göğsünün arka kısmının yan taraflarında bulunur. Kulak, esas olarak böceğin göğüs ve karnını ayıran dar bir geçide yerleştirilmiştir. Kulaklar dışarıdan bakan biri için küçük birer oyuk gibi gözükebilir. Bu oyukların her birinin içinde şeffaf bir kulak zarı vardır.
İlerleyen satırlarda detaylı olarak görüleceği gibi güvenin kulağındaki bütün detaylar daha iyi duymasını ve yarasanın çığlığını analiz etmesini sağlayacak niteliktedir.
Geçidin orta kulak olarak adlandırılan kısmında yer alan zarın hemen arkasında bir hava kesesi bulunur. Güvenin işitme sisteminin parçalarını içeren ince bir sıra doku da hava kesesini boydan boya geçerek kulak zarının ortasından iskelet desteğine kadar uzanır. Bu sıra üzerinde A hücresi olarak adlandırılan iki işitme hücresi yer alır. Bu iki hücreye bitişik olan ve B hücresi olarak adlandırılan, sesle doğrudan ilişkili olmayan üçüncü bir hücre de mevcuttur.
Her A hücresi, bir ucu dışarı yani kulak zarına doğru, diğer ucu da içeri yani iskelet desteğine doğru uzanan birer sinir lifi gönderir. Güvenin algıladığı yüksek frekanslı seslerle ilgili tüm bilgiler A1 ve A2 olarak adlandırılan bu iki A lifinin üzerinden merkezi sinir sistemine iletilir. Her iki A lifi de büyük B hücresinin çok yakınından geçer. B hücresinin de bir sinir lifi vardır ve kısa bir mesafe sonra üç lif olarak birleşir. Birleşen üç lif, orta kulak siniri olarak güvenin merkezi sinir sisteminin içine doğru devam eder.
Sinir liflerindeki elektriksel sinyaller 1 voltun binde 1-2'si kadardır. Güvenin A liflerindeki sinyaller, duyu hücrelerinden merkezi sinir sistemine saniyenin binde ikisinden daha kısa bir sürede ulaşırlar.
Bu sinirler, yarasaların yaydığı ses dalgalarını algılayabilecek kapasitededirler. Ayrıca bu dalgalar arasındaki değişimleri ve dalgaların büyüklüklerini tespit etme konusunda son derece hassastırlar. Güve, liflerdeki tüm bu özellikler sayesinde, uzaktaki bir yarasanın uzun ve zayıf çığlığını, öldürmek üzere yaklaşan bir yarasanın şiddetli çığlığından ayırabilir.
Bilim adamları bu soruya cevap verebilmek için "Güve, kulağına ulaşan bilgilerden hangisini değerlendirmekte ve nasıl bir sonuç almaktadır?" sorularından yola çıkarak araştırmaya başlamışlardır. Evrimcilerin "tesadüfi oluşum" iddialarını ortadan kaldıran bu detayların bir kısmı şöyledir:
Bilim adamları konuyla ilgili olarak mikroskobik elektrik akımlarını tespit eden bir aletle (osiloskop) ölçümler yapmışlardır. Bir güvenin kulağı yarasanın çığlığı tarafından uyarıldığı zaman osiloskopta A hücresinin derhal faaliyete geçtiğine dair sivri yükseltiler belirir. Uyarı şiddetlendikçe sinirdeki elektrik sinyallerinde de değişimler görülür. İlk önce, sinyallerin büyüklükleri artar, ikinci olarak sinyallerin arasındaki zaman aralığı azalır. Üçüncü olarak önce A1 lifinin kaydında beliren yükseltiler iki lifin birden kaydında görülürler. (A1 lifi, ses algılama konusunda A2 lifinden daha duyarlıdır.) Dördüncü olarak da, uyarının şiddeti ne kadar büyükse, A hücresi de o kadar hızlı şekilde bir yükselti meydana getirir.
Bu bilgileri değerlendiren bilim adamlarını yeni sorular beklemektedir. Artan şiddetli bir uyarı karşısında güvenin işitme tepkisiyle ilgili hangi değişiklik, güvenin davranışını belirlemektedir? Bilim adamları "güvenin bakış açısı" olarak nitelendirdikleri tahmin yöntemini kullanarak şu sonuçlara varmışlardır:
Güvenin birinci çeşit bilgilere -yani A yükseltilerinin sayısına- göre hareket etmesi onu ölümcül bir yanlış yapmaya yöneltebilir. Örneğin güve uzaktaki bir yarasanın uzun ve zayıf çığlığını, kendisini öldürmek üzere yaklaşan bir yarasanın şiddetli çığlığıyla karıştırabilir.
Böyle bir hata ancak güve, yarasanın çığlığının yüksekliğini belirlemek için ikinci bilgiyi -sivri yükseltilerin arasındaki aralıkları- kullanırsa önlenebilir.
Üçüncü tip bilgi -A2 lifinin faaliyeti- ¨erken ikaz¨ mesajını, ¨üstüne almak¨ mesajı haline getirmek işine yarayabilir.
Dördüncü tip bilgi -bir sivri yükseltinin meydana gelmesi için gereken zaman- dolaşan yarasanın yerini belirlemesi için gerekli olan bilgiyi güveye sağlayabilir. Örneğin, eğer ses güvenin sol kulağında sağdan daha yüksekse, o zaman A yükseltileri, merkezi sinir sisteminin sol tarafına sağ tarafından bir milisaniyenin küçük bir bölümü kadar daha çabuk bir zamanda ulaşacaktır.
Bunlar güvenin yarasa ile ilgili kararı verirken hangi ihtimalleri ve ne gibi bir sistemi kullandığı ile ilgili tahminlerdir. Bir de güvenin net olarak gözlemlenebilen davranışları vardır.
Eğer güvenin algıladığı ses zayıfsa ve karşı yönden geliyorsa güve hemen ters yöne dönerek uçar. Çünkü sesin zayıf olması yarasanın henüz güveyi tespit etmediğini dolayısıyla da peşine düşmediğini göstermektedir. Çünkü yarasalar avlarını tespit edip saldırırken artan bir sıklıkta ses dalgaları yollarlar. Zayıf dalgaları algılayan güve yön değiştirerek yarasayı arkasına alıp oradan uzaklaşır.
Eğer güvenin algıladığı sinyaller yoğunsa güve ya yere doğru ani bir dalış yapar, ya da havada keskin dönüşler içeren bir dizi manevra gerçekleştirir. Tüm bunların amacı yarasanın elinden kurtulmaktır.
A1. A1 sinir lifi | B. B sinir lifi |
|
Bu çizimde güvenin işitme organındaki sinir lifleri ve akustik hücreler gösterilmiştir. |
Güvenin iki kulağa sahip olması ona ses kaynağının yönünü tayin imkanı da verir. Eğer yarasa güvenin solunda ise sağdan gelen ses dalgaları, soldakine oranla saniyenin binde biri kadar bir gecikmeyle algılanır. İki kulak arasındaki bu algılama farkı, güvenin ses kaynağının yerini belirlemesi için yeterlidir.
Güvenin kulaklarındaki şaşırtıcı özellikler şüphesiz bunlarla sınırlı değildir. Bazı güvelerin kulakları zarımsı yapıdan oluşmuş bir kapağa sahiptir. Bu kapak tıpkı bizim kulak kepçemiz gibi işlev görür. Ses toplayarak duyma kapasitesinin güçlendirilmesine katkıda bulunur.
Bütün bunların yanı sıra bazı güveler sadece ultrasonik sesleri algılamakla kalmaz böyle sesleri yayabilirler de. Bu güveler yarasayı algıladıklarında kaçmaktan ziyade ultrasonik sesler yayarlar. Ancak bu şaşırtıcı bir durumdur. Çünkü yarasalar ultrasonik sesleri algılamakta tam anlamıyla ustadırlar. Bu durumda güvenin bu hareketinin intiharla eş anlamlı olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak yarasalar bu tip güvelerle karşılaştıklarında sanılanın aksine hızla oradan uzaklaşmayı tercih ederler. Bilim adamları bu davranışın iki temele dayanabileceğini düşünüyorlar:
1- Güvenin çıkardığı ses yarasanın algılama sistemini bozmaktadır.
2- Ses yayan güveler yarasaların sevmediği bir tada sahiptir. Yarasa bu sesi algıladığında tatsız bir av ile karşılaştığını düşünmektedir.
Buraya kadar verilen bilgilere göz atıldığında güvelerin hem davranışlarında çok açık bir şuur görülmekte hem de vücutlarındaki kusursuz tasarım dikkat çekmektedir. Güvenin ses üstü dalgaları algılaması, bunları yorumlayabilmesi, karşı dalgalar gönderebilmesi ayrı ayrı tasarımlar gerektiren özelliklerdir.
Güvenin yarasanın sesini duyabilmesi, karmaşık bir dizi işlem sayesinde mümkün olabilmektedir. Bu işlemlerden birini, örneğin A1 lifi ile A2 lifi arasındaki algılama farkını ortadan kaldırırsanız güve, yarasa çığlıkları arasındaki farkı hissedemez. Veya kulak zarının yapısı bozulduğunda, güve artık hiçbir şey duyamaz. Güvenin yarasanın seslerini algılaması da tek başına bir şey ifade etmez. Böceğin hayatta kalabilmesi için düşmanın varlığına tepki verecek bir sinir sisteminin de olması şarttır.
Bu sinir sisteminde, belirli kasları harekete geçirerek kaçışı sağlayan tepkimeler bir düzen içerisinde gerçekleşmelidir. Sinir sisteminin, belli bir düzendeki veriyi yani yarasanın çığlıklarını, güvenin kaçış hareketine çeviren sistem, bir "karmaşık sistem"dir.
Bu sistem üzerinde biraz düşündüğümüzde evrim teorisinin zaman içinde oluşum iddialarının ne derece akıl dışı olduğunu bir kez daha görürüz. Evrim teorisi canlıların sadece tesadüfi değişiklikler sonucunda ortaya çıktıklarını iddia eder. Ancak güvenin işitme sistemi "indirgenemez kompleks" özelliktedir. Yani güvenin işitme sistemi, ancak kendisini oluşturan parçaların bir bütün olarak çalışmasıyla fonksiyonunu yerine getirebilmektedir. Parçalardan tek bir tanesi bile olmasa ya da gereği gibi çalışmasa organ hiçbir işe yaramayacaktır. Dolayısıyla evrimcilerin "tesadüf" kavramının geçerliliği yoktur.
Canlılardaki sistem ve organların çoğu bu indirgenemez komplekslik özelliğine sahiptir. Bu kavramın Darwinizm'e çok açık bir darbe indirdiğini, Darwin de anlamıştır. Darwin, Türlerin Kökeni adlı kitabında şu itirafta bulunur:
Eğer birbirini takip eden çok sayıda küçük değişiklikle kompleks bir organın oluşmasının imkansız olduğu gösterilse, teorim kesinlikle yıkılmış olacaktır…28
Günümüz teknolojisi sayesinde canlılardaki sistemlerin kompleksliği açıkça ortaya konmuştur ve evrim teorisi yıkılmıştır. Darwin, teorisini son derece ilkel bilimsel şartlar altında ortaya koymuştur. O dönemdeki teknik donanım, bilgi yetersizliği ve dolayısıyla dar görüşlülük evrim teorisinin bütün iddialarında açıkça görülmektedir. Ancak şu anda 21. yüzyıldayız ve teknoloji gelişmiş durumda. Bilimsel gelişmeler canlılardaki mükemmel yapıları ortaya koyarken hala Darwinizm'i savunmakta ısrar edenlerin olması elbette ki düşündürücüdür.
Canlılardaki olağanüstü yapılar, onların tesadüfen ortaya çıkmadıklarını ve üstün bir yaratılış ile yaratıldıklarını açıkça kanıtlamaktadır. Bütün canlı ve cansız varlıkları, bir anda en kusursuz şekilde yaratan Yüce Allah'tır. Darwinizm'i savunmakta ısrar edenlerin ise aşağıdaki ayet üzerinde düşünmelerinde fayda vardır:
De ki: "Sizin şirk koştuklarınızdan hakka ulaştırabilecek var mı?" De ki: "Hakka ulaştıracak Allah'tır. Öyleyse, hakka ulaştıran mı uyulmaya daha hak sahibidir, yoksa doğru yola ulaştırılmadıkça kendisi hidayete ulaşmayan mı? Ne oluyor size? Nasıl hükmediyorsunuz?" (Yunus Suresi, 35)
Evrimcilerin Güveler Hakkındaki Büyük Yanılgıları | ||
Güvelerin kulak yapısı bazı bilim adamlarınca "basit" kabul edilir. Ancak bu kabulün nedeni sadece evrimci anlayıştır, bilimsel bir dayanağı yoktur. Merkezi sinir sistemine sahip olan hayvanlar ve insanlar dış dünyayı, binlerce sinir lifi ile beyne bağlı bir sıra duyu organı aracılığıyla algılar. Güvenin algılaması ise topu topu birkaç sinir lifi aracılığı ile sağlanmaktadır. Bu nedenle evrimci görüşe göre güvenin işitme duyusu en ilkeldir ve bu nedenle evrimsel gelişimin en alt basamaklarında yer almaktadır. Ancak evrimciler her iddialarında olduğu gibi bu konuda da ciddi bir yanılgı içindedirler. Bir sistemi sırf bu nedenlerle ilkel olarak kabul etmek büyük bir hatadır. Çünkü herkes tarafından bilindiği gibi bir işlevin, mümkün olan en az elemanla, küçük bir hacimde ihtiyacı tam olarak karşılaması "ilkelliğin" değil tam tersine "gelişmişliğin" bir göstergesidir. Sözgelimi cep telefonları ve radyolar gibi ses algılayıcı sistemler teknoloji geliştikçe küçülmekte ve içlerindeki elektronik parçalar azalıp mükemmelleşmektedir. Güvelerdeki sistem de çok az parçayla mükemmel işleyen bir sistemdir. İnsanın teknolojik aletlerle yapabildiği ses ölçümlerini güveler kulaklarıyla yapabilmektedirler. Bu özelliği ilkellik olarak nitelendirmek evrimcilerin Allah'ın apaçık varlığını gözardı etme yönündeki sonuçsuz çabalarından başka bir şey değildir. Böyle bir sistem "aşama aşama" gelişemez, çünkü ara aşamaların hiçbiri tek başına bir işe yaramayacaktır. | ||
20. yüzyıl bilimi, canlılığı en ince detaylarına kadar incelemiş ve canlılardaki yapıların çoğunun birbirini takip eden çok sayıda küçük değişiklikle oluşamayacak kadar kompleks olduğunu göstermiştir. Bu tip kusursuz sistemlerin var olabilmesi için "son derece üstün bir bilgiye" sahip bir tasarımcının varlığı gereklidir. Canlılardaki benzeri olmayan tasarımlar herşeyin sahibi olan Allah'a aittir. Allah'ın üstün yaratma gücü ve sanatı, bir ayette şöyle ifade edilir: O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24) |
Çıngıraklı yılanın başının ön kısmındaki yüz çukurlarında ısı algılayıcıları vardır. Yılan bunları kullanarak çevresindeki canlıların vücut sıcaklıklarının neden olduğu kızıl ötesi ışınlarını saptar. Bu saptama, ortam sıcaklığındaki 1/300'lük bir derece artışını saniyenin binde 35'i kadar kısa bir sürede tespit edebilecek kadar hassastır. Hatta bu hassasiyet o kadar fazladır ki yılan, kendisinden uzaklaşmış olan avının ayak izlerinden yayılan ısıyı tespit ederek de avını takip edebilir.
Yılanın bu hassas ısı algılama duyusu sadece av bulmaya yaramaz. Yılan soğukkanlı bir hayvandır. Yaşadığı ortam ancak 30 derecenin üzerinde olduğunda normal yaşamsal faaliyetlerini devam ettirebilir. Bu nedenle ısı algılayıcıları, kışları geçirecekleri sıcak bir mağara veya ağaç kovuğu bulmalarında yılanların en büyük yardımcılarıdır. 14 yılan türünden sadece ikisinde ısı algılayıcılar vardır. Bu iki türün sahip olduğu algılayıcılar arasında da yapısal olarak farklılıklar vardır. Örneğin engerek yılanlarındaki algılayıcılar başının ön tarafında, gözlerinin aşağısındaki açıklıkları ileri doğru bakacak şekildedir.
Çukurlar birkaç milimetre çapında ve 5 mm. kadar derinliktedir. Çukurun içi bir zar aracılığı ile ikiye ayrılır. Böylece iç ve dış odacık olarak adlandırılan bölümler oluşur. Yılanın kafasında, zarın içine doğru sonlanan ve "trigeminal" olarak adlandırılan iki sinir kolu vardır. Avın bedeninden yayılan ısı, elektrik sinyallerine çevrilir. Trigeminal sinirin görevi ise bu sinyalleri beyne göndermektir. Beynin ısı sinyallerini algılayan kısmı ise "terminus"tur.29
Sinir kolu bu bölgeye yaklaştıkça üzerindeki özel kaplama malzemelerini kaybetmeye başlar. En sonunda geniş ve yayvan bir yapı halini alır. Bu yapının uçlarında mitokondri denen küçük hücresel yapılar mevcuttur. Isı uyarısı bunlara uğradıklarında yapısal olarak değişime uğrar. İşte avın algılanması da bu değişim sayesinde gerçekleşmektedir. Bugün bu algılama sisteminin nasıl çalıştığı tam olarak bilinmemektedir. Bilim adamlarının bu konudaki ortak kanısı algılamanın tamamen özel yapıdaki kompleks bir süreç sonunda gerçekleştiğidir.
Yılanın ısı algılayıcı sistemi, kendi vücut ısısından bağımsız olarak çalışır. Sistem; uyarı başlar başlamaz çalışmakta, sonrasında tepki vermemektedir.30 Sadece bu özellik bile yılanlardaki bu sistemin, özel olarak tasarlanmış bir planlamanın ürünü olduğunu göstermesi bakımından yeterlidir. Eğer ısı algılayıcıları, hayvanın kendi vücudundan yayılan ısıyı da dikkate alsaydı sistem sürekli olarak sinyal verecekti. Bu sinyaller yılanın çevredeki ısı kaynaklarından aldığı sinyalleri perdeleyecek ve sistemi felç edecekti.
Görüldüğü gibi bu durum yılanları bu mükemmel sistemleri ile birlikte Allah'ın yarattığını göstermektedir.
Yılanlara özel olan bu algılayıcı sistemdeki her detay eksiksizdir. Bütün aşamalar en ince detayına kadar kusursuz olarak yaratılmıştır.
Tesadüflerin böyle çok aşamalı düşünülmüş bir sistemi ortaya çıkaramayacağı çok açıktır. Allah'tan başka hiçbir gücün böyle mükemmel sistemler var etmesi, üstelik bunun o canlının bütün türdeşlerinde olmasını sağlaması kesinlikle mümkün değildir. Bu açık gerçeği yılanlardaki diğer sistemlerden bazı örnekleri inceleyerek bir kez daha görelim.
1. Serabellum | 4. Trigeminal Sinir | 6. Dış Oda | |
Yandaki resimlerde boa yılanındaki ısı algılayıcılarının anatomisi gösterilmiştir. Alt ve üst çenedeki pulların arkasında detaylı bir sinir ağı vardır. Bunlar ikiye ayrılan bir sistem oluştururlar. Sistem kızıl ötesi bir uyarıcı ile karşılaştığında trigeminal sinir beyne sinyal taşır. Yılan küçük bir kızıl ötesi radyasyon algıladıktan 35 milisaniye sonra beyinde bir tepki kaydedilir. |
Yılan, koku alma organı olan çatal dilinin yardımıyla, koyu karanlıkta yarım metre ilerisinde yere çömelmiş hareketsiz bir canlının durduğunu anlayabilir. Gece karanlığı olmasına karşın, ısı algılayıcı sistem sayesinde avının yerini hatasız tespit eder. Yılan avına önce sessizce sokulur, saldırı mesafesine girer, ardından boynunu yay gibi gerer ve avının üzerine büyük bir hızla atılır. Bu sırada 180 derece açılabilen güçlü çenesindeki dişlerini avına geçirmiştir bile. Tüm bunlar, bir otomobilin yarım saniye içinde sıfırdan 90 km/saat hıza erişmesi ile eşdeğer bir süratte olup biter.
Yılanın, avını etkisiz hale getirmek için kullandığı en büyük silahı ise 'zehir dişleri'dir. Bu dişlerin uzunluğu 4 cm. kadardır. Dişlerin içi oyuktur ve zehir bezlerine bağlıdır. Bez kasları, yılan ısırdığı anda büzülür ve zehri önce diş kanalına, oradan da avın cilt altına basınçla püskürtürler. Yılanın zehri, ya avın merkezi sinir sistemini felce uğratır ya da kanını pıhtılaştırarak ölümüne neden olur.
Yapılan bir deneyde yılanın, ısı algılayıcısının ve çatal dilinin ortak çalışması sayesinde ısı kaynağının gerçek bir av olup olmadığını tespit edebildiği anlaşılmıştır. Karanlık ortamda yılanın önüne sıcak bir kum torbası ve ölü bir hayvan bırakılmıştır. Yılan ilk başta torbaya hemen hamle yapmakta ancak yemeye çalışmamaktadır. Hayvandan bir ısı yayılmamasına karşın ona rastlayınca diliyle yoklamış ve ardından da yemeye başlamıştır. Eğer böyle olmasaydı yılan her ısı kaynağına saldıracak ve sokarak boş yere uğraşmış olacaktı. Ancak iki duyu sisteminin birbirini destekleyecek özelliklerde yaratılması sayesinde böyle bir durum ortadan kaldırılmıştır.
Bir canlının gece görüş sistemine, hatasız yer tespit özelliğine ve başka bir hayvanı zehirleyerek öldürmek için gerekli olan donanıma sahip olması şaşırtıcı ve mükemmel bir özelliktir.
Allah'ın apaçık varlığını inkar etmekte diretenler, yılanın nasıl böylesine üstün bir yeteneğe sahip olduğunu elbette açıklayamazlar. Çünkü yılanın ağzında yer alan zehir sistemi, son derece kompleks ve özel planlanmış bir sistemdir. Bu sistemin işlemesi için öncelikle hayvanın içleri oyuk özel "zehir dişleri"nin, sonra bu dişlere bağlı zehir bezlerinin, en sonunda da bu bezlerin içinde düşmanlarını anında felç edecek kadar güçlü bir zehirin oluşması gerekmektedir.
Ayrıca hayvan avını soktuğu anda bu sistemi çalıştıracak bir refleksin ortaya çıkması da şarttır. Bu çok parçalı sistemin tek bir parçası dahi olmasa, sistem çalışmayacaktır. Bu da yılanın avlamak için seçtiği hayvanlara yem olmasıyla bile sonuçlanabilecek bir durumdur.
Bütün bunların yanı sıra zehirin yılana hiçbir zarar vermiyor olması da başlı başına incelenmesi gereken bir detaydır. Yılanın vücudunda hem zehir hem de zehiri saklayacak bir sistem vardır. Zehirin saklandığı bezlerin koruyucu özellikte olması şarttır, aksi takdirde zehir yılanın vücuduna yayılacak ve yılanın ölümüne neden olacaktır. Görüldüğü gibi zehir sistemi bir bütün olarak var olmak zorundadır. Böyle bir sistemin hayali bir evrim süreci içinde aşama aşama oluşamayacağı ortadadır.
Zehir sistemi üzerinde düşünmek evrimcilerin "tesadüfen oluşum" iddialarının gülünçlüğünü ortaya çıkarmak için yeterlidir. Evrimcilerin iddiaları hayali varsayımlardan ibarettir. Isı algılayıcılarının ya da zehir dişlerinin daha önce yokken bir gün birdenbire ortaya çıkamayacağı açıktır. Bunun için önce dişlerin, sonra dişin içindeki boşlukların oluşması gerekir. Daha sonra vücudun diğer canlıların nasıl bir zehirden etkileneceklerini öğrenmesi, daha sonra bu formülde bir zehiri kendi vücudunda üretmesi gerekir ki, bu saydıklarımız gerçekleşmesi gereken aşamaların çok kabaca tanımlanmasından ibarettir. Buraya kadar verilen örneklerde de görüldüğü gibi yılanların vücut sistemlerindeki herşey kompleks ve birbirleriyle ilişkilidir. Herşey en ince ayrıntısına kadar kusursuz detaylara sahiptir. Bu ise çok açık bir şekilde yaratılışı kanıtlar. Yılanları, kokuları algılamadaki mükemmel yetenekleriyle, zehir sistemleriyle ve diğer tüm özellikleriyle birlikte yaratan üstün güç sahibi olan Allah'tır. Bütün bu apaçık delillere rağmen Kendisine iman etmemekte direnenleri Allah Kuran'da zalim olarak nitelendirmekte ve şöyle buyurmaktadır:
Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdikleri (amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (gerdik), kulaklarına bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar. (Kehf Suresi, 57)
1. Çıngıraklı yılan avına, son model bir spor araba ile kıyaslanabilecek kadar ani bir hızla saldırabilir. 2. Yılanın kafasının önündeki ısı algılayıcıları bir termal kamera gibi çalışır. Hayvan bu algılayıcılar sayesinde gece karanlığında bile çevresini görebilir. 3. Yılan, bir damlası onlarca hayvanı öldürmeye yetecek kadar güçlü bir zehire sahiptir. Bu zehirin sentezlendiği bezler, modern bir laboratuvardan daha üstün teknikler kullanarak çalışmaktadır. 4. Kuyruğun ucundaki çıngırak düşmanları uyaran bir alarm sistemi gibi iş görür. 5. Zehirin düşmana zerk edilmesi için kullanılan dişlerde özel bir enjektör sistemi vardır. |
Çöl akrebi milyonlarca yıldır kum üzerindeki en ufak titreşimleri dahi algılayabilecek hassasiyette sistemlere sahiptir. İnsanlar ise uzun yıllar içinde bilim alanında edindikleri birikimler sonucunda titreşim sensörleri yapabilmişlerdir. |
Çölde yaşayan kum akrepleri, küçük hayvanlar içinde en tehlikeli olanlardandır. Bu akrep türünün gözleri hemen hemen hiç görmez. Buna rağmen geceleri avlarının yerini büyük bir ustalıkla belirleyebilirler. Peki bu şaşırtıcı olay nasıl gerçekleşir?
Bu durum, akrebin sekiz ayağında da bulunan yarık biçimindeki mükemmel algılayıcılarla ilgilidir. Bu algılayıcılar, milimetrenin milyonda birinden daha küçük titreşimlere yol açan hareketleri bile belirleyebilecek kadar hassastırlar.
Akrebin yakınlarında bir yere bir kelebeğin konduğunu düşünelim. Yere konan kelebek yerde iki tip titreşim dalgası oluşturur. Birincisi saniyede 150 metre hızla ilerleyen hacim dalgalarıdır. İkincisi ise yüzeye paralel olarak saniyede 50 metre hızla yayılan "Rayleigh" denilen dalgalardır. Ava olan mesafe, bu iki dalganın akrebe ulaşma süreleri arasındaki fark tespit edilerek belirlenir.31
Avın ne kadar uzakta olduğunu bilmek elbette tam bir tesbit anlamına gelmez. Bu nedenle hedefin hangi yönde olduğunun bilinmesi de şarttır.
Akrebin bacakları yaklaşık 5 cm. çaplı bir daire üzerinde yere basar. Dolayısıyla avın yaydığı Rayleigh dalgasının akrebin ava en yakın bacağına ulaşmasıyla, en uzaktaki algılayıcıya varması arasında 5 milisaniye (saniyenin iki yüzde biri) kadar bir fark olur. Algılayıcılardan biri, Rayleigh dalgasını belirlediğinde, sinir hücreleri akrebin sinir sistemi merkezine bir sinyal yollar. Bu uyarıcı sinyal, karşı taraftaki üç ayaktan gecikmiş olarak gelen dalgaları algılayan sinire de ulaştırılır. Ancak bu üç bacaktan gelen sinyaller bastırılarak sinir sistemi merkezine anında ulaştırılmaz.
Böylece her defasında erken gelen sinyale kaynak oluşturan ayak ile diğer taraftaki üç ayağın konumu değerlendirmeye alınır. Bu konumsal değerlendirmeyle dalganın kaynağının yönü belirlenir.
Eğer uyarıcı sinyal ile baskılanan sinyallerin ayaktaki algılayıcılara ulaşması arasındaki fark saniyenin beş yüzde biri kadarsa, sinir sistemi merkezi her iki sinyali de gecikmesiz olarak aynı anda algılar. Bu ise akrep için, harekete geçme ve "saldırı için mükemmel tasarlanmış silahlarını kullan" anlamına gelir.
Ayaklardan gelen sinyalleri işlemden geçiren 8 sinir hücresi adeta bir komite gibi toplanıp, her defasında avın yönünü ortak bir kararla belirlemektedir.32
Bu belirleme nasıl gerçekleşmektedir? Bunun için sinir hücreleri her seferinde bir toplantı yapmakta, verileri belirlemekte ve sonuca mı ulaşmaktadırlar?
Böyle bir toplantının olmadığı, sinir hücrelerinin sadece protein, yağ ve sudan oluşan varlıklar olduğu, bir akla ve şuura sahip olmadıkları açıktır.
Bu mekanizma milyonlarca yıldan beri, yaşamış her akrepte aynıdır. Evrimcilerin iddia ettiği gibi, tesadüfen ve zaman içinde gelişmiş veya sonradan eklenmiş değildir. Akrebi, sonsuz kudret sahibi olan Allah mükemmel bir tasarımla yaratmıştır.
1- Ciğerler 2- Güçlü Zırh 3- Zehirli Mizrak 4- Kiskaçlar 5- Beyin 6- Ayaklar |
19. Animal Engineering, Readings from Scientific American with Introductions by Donald Griffin, The Rockefeller University W. H. Freeman Com., San Francisco, s.53
20. Dr. R. Robin Baker, Fantastic Journeys, 1991, Fog City Press, San Francisco, USA s.132
21. Donald Griffin, Animal Engineering, Readings from Scientific American with Introduction, The Rockefeller University W. H. Freeman Com., San Francisco, s.55
22. Donald Griffin, Animal Engineering, Readings from Scientific American with Introductions, The Rockefeller University W. H. Freeman Com., San Francisco, s.55
23. Harika Canlılar 1, Belgesel film (VCD), Okur Yapımcılık.
24. John Downer, SUPERNATURE, The Unseen Powers of Animals, Published by BBC Worldwide Ltd., London 1999, ss. 149-150.
25. "Moth ultrasound", Animal Engineering, Readings from Scientific American with Introductions by Donald Griffin, The Rockefeller University W. H. Freeman Com., San Francisco, s.78
26. "Moth ultrasound", Animal Engineering, Readings from Scientific American with Introductions by Donald Griffin, The Rockefeller University W. H. Freeman Com., San Francisco, s.78
27. "Moth ultrasound", Animal Engineering, Readings from Scientific American with Introductions by Donald Griffin, The Rockefeller University W. H. Freeman Com., San Francisco, s.78-86
28. Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 189.
29. "The Infrared receptors of snakes", Animal Engineering, Readings from Scientific American with Introductions by Donald Griffin, The Rockefeller University W. H. Freeman Com., San Francisco, ss.66-70.
30. "The Infrared receptors of snakes", Animal Engineering, Readings from Scientific American with Introductions by Donald Griffin, The Rockefeller University W. H. Freeman Com., San Francisco, ss.66-70.
31. Bilim ve Teknik Dergisi, "Akrebin Silahı: Fizik", TÜBİTAK, Eylül 200, sf.16
32. http://itb.biologie.hu-berlin.de/~kempter/Publications/2000/PhysRevLett/abstract.html