Bir toplumdaki bireylerin din ahlakını yaşamamaları neticesinde ruhsal ve fiziksel yapıları üzerinde çok derin tahribatların oluşması kaçınılmazdır. Bu bölümde dinsizliğin insanda yaptığı maddi ve manevi tahribatları ele alacağız.
Din ahlakını yaşamayan insanların Allah'a güvenip teslim olmamaları hayatlarını sürekli üzüntü, sıkıntı ve stres içinde geçirmelerine sebep olur. Bu yüzden psikolojik kökenli pek çok hastalığa yakalanırlar, vücutları çok hızlı yıpranır, kısa sürede yaşlanıp çökerler. Yaşadıkları ruhsal sıkıntının etkisi bedenlerinin her noktasında kendisini gösterir.
En sağlıklı, gösterişli, genç ve güzel bir insan bile bu etkiler sebebiyle kısa bir müddet sonra tanınmayacak hale gelebilir. Genç yaşlarda, yaşıtları olan müminlerde görülmeyen fiziksel bozukluklar onlarda belirmeye başlar; gözleri donuk ve cansız olur, saçları çok dökülür, mat ve seyrek olur, erkeklerde kellik daha sık görülür. Psikolojik durumlarının bir sonucu olarak derileri kalınlaşır ve sertleşir, esnekliğini kısa sürede kaybeder. Derilerinin rengi kirli bir sarı veya koyu esmer bir renk alır ki nitekim, zilletli bir görünümdür bu… Hiç kuşkusuz bunda Kuran'daki temizlik anlayışının yaşanmamasının etkisi de büyüktür. Bunlar Kuran ahlakının yaşanmadığı ve yol gösterici olarak benimsenmediği toplumlarda çoğu kişide görülen özelliklerdir, herkeste o kadar yaygındır ki artık doğal karşılanır olmuştur. Dolayısıyla dinsiz bir ortamı tercih etmelerinin karşılığını daha dünyada iken alırlar ama elbette bunun bir de ahiretteki karşılığı vardır.
Dinden uzak bir toplum yapısında, insanlar basit menfaatleri için her türlü acımasızlığı ve haksızlığı yapabilecek bir ahlak geliştirirler. Darwin'in evrim teorisinden kaynak bulan bu ahlak, insanların kıyasıya bir çıkar mücadelesi sürdürmelerini ve bu mücadelede güçlülerin galip gelmesini öngörür. Sonuçta toplumda şiddet, hırsızlık, yolsuzluk gibi suçlar giderek artar. Bazıları bu çıkar mücadelesinde üstün gelerek katı ve vicdansız birer robot haline gelir. Bazıları ise mücadeleyi psikolojik yönden kaldıramaz, bu nedenle içlerine kapanır ve bunalıma girerler. |
Müminler ise psikolojik yönden sağlıklı oldukları, hiçbir zaman strese, üzüntüye, ümitsizliğe kapılmadıkları için bedenen de sağlıklı ve dinç kalırlar. Allah'a tevekkül etmelerinin, güvenip dayanmalarının, herşeye hayır gözüyle bakmalarının, Allah'ın kendilerine olan güzel vaat ve müjdelerinin sürekli sevincini içlerinde taşımanın olumlu etkisi tüm fiziksel özelliklerine de yansır. Tabii ki bu durum, dini tam anlamıyla kavrayan ve vicdanını tam kullanarak, Kuran ahlakını hakkıyla yaşayan kimseler için geçerlidir.
Elbette ki onlar da hastalıklara yakalanır ve doğal olarak yaşlanırlar, ancak diğerleri gibi psikolojik kaynaklı bir çöküntü şeklinde değildir bu. Hastalık, yaşlanma ve ölüm kuşkusuz bütün insanlar için geçerlidir. Fakat tüm bunların hızlı, yoğun ve yıkıcı olması din ahlakından uzak yaşam ve düşünce tarzının kazandırdığı olumsuz psikolojiyle doğrudan alakalıdır. Bütün yaşamını Allah'a dayanarak, güvenerek, her olayda bir hayır arayarak, huzurlu ve mutlu geçiren bir insan üzüntü ve sıkıntılardan uzak olacağı için bedeninin göreceği zararlar da doğal olarak daha az olacaktır.
Din ahlakını yaşamayan bir toplum, manevi açıdan dinin sunduğu rahatı ve huzuru bir türlü elde edememeye, hem psikolojik hem de fiziksel olarak birtakım zorluklarla karşılaşmaya mahkumdur. Toplum bunun örnekleriyle doludur.
Günümüzde çağın hastalıkları olarak isimlendirilen iki şey vardır: Stres ve depresyon. Bu iki hastalık kişiye yalnızca psikolojik olarak zarar vermekle kalmayıp, bedeninde de fiziksel olarak çeşitli etkilerle kendisini göstermektedir.
Stres ve depresyona bağlı olarak meydana gelen rahatsızlıkların başlıcaları olanları, bazı akıl hastalıkları, uyuşturucu madde bağımlılıkları, uykusuzluk, deri, mide, tansiyon hastalıkları, nezle, migren, kemiklerle ilgili birtakım hastalıklar, böbrek dengesizliği, solunum bozuklukları, alerjiler, kalp krizi, beyinde büyüme meydana gelmesi gibi sorunlardır. Tabii ki tüm bu hastalıkların oluşma sebebi, her zaman stres veya depresyon olmayabilir. Fakat bilimsel olarak da ispatlandığı gibi bunların çıkış noktası çoğu kez psikolojik kaynaklıdır.
Kuran ahlakının hakim olduğu bir hayat ise beraberinde tevekkülü, kader inancını getirdiği için kişi rahat olur, herşeyde yalnızca Allah'ı vekil tutar, olaylar karşısında yapması gereken en hayırlı şeyi, Allah'ın en çok beğendiği ve razı olduğu davranışı sergiler. Bunun sonucu artık ne olursa olsun elinden gelenin en güzelini yapmış olmanın vicdani rahatlığı içindedir. En olumsuz sonuçla bile karşılaşsa bunun Allah'tan gelen bir deneme olduğunu ve Kuran'da tarif edilen şekilde tepki vermesi, değerlendirmesi gerektiğini bilir. Hiçbir ümitsizliğe, üzüntüye ve strese kapılmaz. Çünkü gerçek hedefi ahirettir ve önemli olan da sonsuz ahiret mükafatını kazanmak için gerektiği gibi hareket etmiş olmasıdır. Allah'a olan güçlü inancından dolayı, hiçbir olaydan hiçbir olumsuzluktan etkilenip güçsüzleşmez, daima rahat ve huzurludur. Dolayısıyla bu ruhsal ve psikolojik sağlığı, bedensel sağlığına da olumlu bir etki olarak yansır.
İşte Kuran ahlakını yaşamak ile yaşamamak arasındaki derin farklardan biri budur. İnanmayanlar dünyayı yaşayabilmek, çok sevdikleri, değer verdikleri bedenlerini bu kısa dünya yaşamında çok iyi koruyarak, onu dünya tutkuları için kullanmak isterler. Bu şekilde karda olacaklarını düşünürler. Ama yanılırlar. Kuran ahlakını yaşamamakla, değil karlı çıkmak çok büyük zarara uğrarlar. Ahiretteki büyük azabın öncesinde dünyada da bu şekilde azap görürler. Onların din ahlakını yaşamaktan şiddetle sakındırdıkları bedenleri, hiç beklemedikleri, ummadıkları bir zamanda bu şekilde tahribatlara uğrar ve çoğunlukla bunların telafisi de mümkün olmaz.
İnsanı Allah, din ahlakını yaşamak üzere yaratmıştır. Kuran ahlakının yaşandığı bir sisteme göre ayarlanmış, buna uygun özelliklerle donatılmıştır. Ve bu beden yaratılışına aykırı kullanıldığında maddi ve manevi olarak bozulmaya, çökmeye mahkumdur. Nitekim insan ruhuyla bedeni aslında birbiriyle çok yakından bağlantılıdır. İkisini de Allah yaratmıştır ve ikisinin de yaratılışlarına uygun kullanılmaları şarttır.
Daha önceki bölümlerde insan ruhunun, yaratılışı dışında hareket ettiğinde ne büyük felaketlere uğradığını, Allah'ın istediği güzel ahlak sistemini yaşamaması sebebiyle daha dünyadayken ne büyük eziyet çektiğini gördük. Aynı şekilde bu insanlar bedenen de şiddetli zararlar görürler. Bedenle ruhun yakın ilişkisi açık bir gerçektir. Toplumda da bunun örneklerine sık sık rastlanır. Çok neşeli, huzurlu, dünyaya güzel gözle bakabilen, başlarına gelen olaylarda güzel bir yan yakalayabilen, isyana, karamsarlığa kapılmayan insanların genelde bedenen de sağlıklı ve dinç oldukları, geç yaşlandıkları bilinir. Bu nedenle insanlara gazetelerde, dergilerde her fırsatta genç ve sağlıklı kalmaları için mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmeleri, güler yüzlü olmaları, iyimser olmaları, çabuk öfkelenmemeleri yönünde çağrılar yapılır. Oysa dikkat edilirse bunlar zaten din ahlakının yaşanmasıyla mümkün olan, dinde şart koşulan özelliklerdir. Kuran ahlakı tam olarak benimsenmeden ve yaşanmadan insanların bu ruh halini tam olarak elde etmeleri imkansızdır.
İnsanlar arasında çok yaygın olarak görülen ve "çağın hastalığı" olarak adlandırılan "stres" psikolojik kökenli bir rahatsızlıktır. Korku, güvensizlik, umutsuzluk, aşırı heyecan, işten çıkarılma korkusu, sağlığını veya yakınlarından birini kaybetme kaygısı gibi duyguların bedende oluşturduğu genel bir gerilim durumudur.
İnsanlar strese girdikleri zaman, vücutları buna tepki gösterir ve alarma geçer. Vücutta çeşitli biyokimyasal reaksiyonlar başlar. Vücut kandaki adrenalin seviyesini yükseltir, enerji tüketimi ve vücut reaksiyonları maksimum seviyeye çıkar, şeker, kolesterol ve yağ asitleri kana bırakılır, ayrıca kan basıncı artar ve kalp atışı hızlanır.
Özellikle kronik stres çok büyük zararlara sebep olabilir, vücut fonksiyonlarını değiştirir. Stres nedeniyle vücuttaki adrenalin ve kortizon miktarı normal olmayan bir şekilde yükselir. Glikoz beyne yönlendirildiğinde kolesterol miktarı yükselir, bu da vücut için tehlike anlamına gelir. Kronik stres; kalp hastalıkları, hiper tansiyon, ülser, depresyon, solunum hastalıkları, egzama ve sedef gibi deri hastalıkları ve diğer birçok sağlık problemleri ile bağlantılıdır.
"Stres ve stresin doğurduğu gerginlik ve ağrı arasında önemli bir ilişki vardır. Stresin sebep olduğu gerginlik damarların daralmasına, kafanın belirli bölgelerine giden kan akımının bozulmasına ve o bölgeye giden kanın bir hayli azalmasına yol açar. Diğer taraftan bir dokunun kansız kalması doğrudan ağrıya sebep olur. Çünkü muhtemelen bir taraftan gergin dokunun daha çok oksijene ihtiyaç göstermesi, diğer taraftan dokunun zaten yetersiz kanla beslenmesi özel ağrı alıcılarını uyarır. Bu arada adrenalin ve noradrenalin gibi stres sırasında sinir sistemini etkileyen maddeler de salgılanmış olur. Bunlar da doğrudan veya dolaylı olarak kasların gerginliğini artırır ve hızlandırır. Böylece ağrı gerginliğe, gerginlik kaygıya, kaygı da ağrının şiddetlenmesine yol açar." (Acar Baltaş, Zuhal Baltaş, Stres ve Başa Çıkma Yolları, s. 162)
Ancak stresin yol açtığı en ciddi hastalıklardan birisi kalp krizidir. Araştırmalar, agresif, telaşlı, rekabetçi insanların kalp krizi oranlarının, bu davranışları az gösteren insanlardan daha fazla olduğunu göstermektedir. "Hipotalamus'un başlattığı, sempatik sinir sisteminin aşırı uyarılması aynı zamanda aşırı insülin salgılanmasına ve dolayısıyla bu insülinin kanda birikmesine sebep olur. İşte bu durum sağlık açısından hayati önem taşımaktadır. Çünkü, kroner damar hastalığına yol açan şartların hiçbiri, kandaki fazla miktardaki insülin kadar kesin ve yıkıcı bir rol oynamaz." (Acar Baltaş, Zuhal Baltaş, Stres ve Başa Çıkma Yolları, s.159, Remzi Kitabevi, 15. basım)
Bu durum insanın doğal dengesinin dışında olağanüstü bir durumdur. Bu olağanüstü durumun süreklilik göstermesi vücudun doğal dengesini ve sağlığını bozar, çok çeşitli rahatsızlıklara yol açar. Uzmanlar, stresin insan vücudu üzerindeki olumsuz etkilerini şu temel maddeler altında toplamaktadırlar:
Dinsizliğin doğal etkileri olan tevekkülsüzlük, güvensizlik ve gelecek korkusu, insanları maddi ve manevi yönden sürekli yıpratır. Stres ve depresyon, bu yıpratıcı hayatın kaçınılmaz sonuçlarıdır. |
Din ahlakından uzak ve onun nimetlerinden habersiz yaşayan insanlar, daima "stres" dediğimiz bu azaba katlanmaya mahkumdurlar. Düşüncelerini, hayata ve olaylara karşı olan bakış açılarını değiştirmedikleri sürece de bundan kurtulmaları mümkün değildir. Bu gerçek, stresle mücadele konusunda uzmanların yaptıkları tavsiyelerden de anlaşılmaktadır. Bu konuda tek bir örnek vermek bile yeterlidir: Örneğin Allah'ın Kuran ahlakında insanlara emrettiği konulardan birisi "öfkeyi yenmektir". Uzmanlar da strese yol açan önemli bir faktör olarak gördükleri öfke hakkında şunları söylerler:
Karşınızdaki insan ne kadar kışkırtıcı olursa olsun sükunetinizi kaybetmeyin. Ne kadar haklı gibi gözükürse gözüksün (kendinizi savunma zorunluluğu hariç) şiddete başvurmayın. (Stres ve Başa Çıkma Yolları, s. 289)
Görüldüğü gibi, huzurlu ve sakin bir yapıya, rahat, güvenli ve endişelerden uzak bir psikolojiye sahip olunduğu takdirde bu tip hastalıklar söz konusu olmayacaktır. Bu bilimsel bir gerçektir. Huzurlu ve rahat bir psikolojinin ancak Kuran'ın yaşanmasıyla mümkün olduğu da açıktır.
Stresle, bağışıklık sistemi arasında yakın bir ilişki vardır. Fizyolojik stres, bağışıklık sistemi üzerinde önemli bir etki yapar ve bağışıklık sistemini çökertmeye çalışır. Stres altında olan beyin, vücutta kolesterol hormonu üretimini artırır ve bağışıklık sistemini zayıflatır. Diğer bir deyişle beyin, bağışıklık sistemi ve hormonlar birbirleriyle ilişki içindedirler. Bu konuda uzmanlar şöyle demektedir:
Psikolojik veya fiziksel stres konusundaki çalışmalar uzun süren yoğun bir stresle karşılaşıldığı zaman hormonal dengeye bağlı olarak bağışıklık cevabında bir düşüş olduğunu ortaya koymuştur. Kanser dahil birçok hastalığın ortaya çıkış ve şiddetinin hayat stresleriyle ilişkili olduğu bilinmektedir. (Stres ve Başa Çıkma Yolları, s.169)
İşte bu yüzden de sağlıklı bir beyin, rahat ve huzurlu bir ruh hali vücudun genel sisteminin de güçlenmesini sağlar. Bu da hastalık oluşturacak nedenlerin ortaya çıkmasını engeller. Allah'a iman eden, Kuran ahlakının kazandırdığı bakış açısını ve ruh halini yaşayan bir insanın, akıl sağlığı da bağışıklık sistemi de güçlü olur. Böyle bir kişi için herşeye, her olaya olumlu yaklaşmak bir ibadettir. Tevekküllü ve umut dolu bir ruh hali Kuran'da müminlere öğütlenen bir tutumdur. Kuran'a uygun bakış açısı müminlere ahiretlerini kazanmalarına yol açtığı gibi onların dünyada da mutlu, sağlıklı, neşeli ve güzel bir yaşam sürmelerini sağlar. Bu, Allah'ın kendisine yönelip dönenlere ve dinine sarılanlara vaat ettiği sonsuz nimetin dünyadaki bir parçasıdır. Elbette ki bu, imanlı bir insanın hastalığa yakalanmayacağı ya da zorluklarla muhatap olmayacağı anlamına gelmez. Ancak müminler stres, moral bozukluğu gibi bir durumu hiçbir zaman yaşamadıkları için diğer insanlara kıyasla, hastalıklara yakalanma riskleri de daha düşük olacaktır.
Önemli bir noktayı daha belirtmek gerekir: Elbette insanlar din ahlakını, hastalıklara yakalanmamak için yaşamazlar. Ama insanların karşılaştıkları olaylarda Allah'a tevekkül etmeleri, O'nun emrettiği din ahlakını yaşamalarının bir sonucu olarak ruhen ve bedenen sağlıklı bir hal ortaya çıkar. Yani müminlerin sağlıklı insanlar olmaları, güçlü bir imana, manevi yönden kuvvetli insanlar olmalarına bağlı olarak oluşan bir durumdur.
Öfke ve öfkenin doğurduğu şiddet, dinsiz toplumun temel özelliklerinden biridir. İnsanlar kibirli, hırslı ve tamahkar oldukları için, en küçük bir çıkar çatışmasında birbirlerinin boğazına sarılırlar. Herkes patlamaya hazır bomba gibidir. Oysa Kuran ahlakının yaşandığı bir toplumda bütün bunlar ortadan kalkacaktır. Allah, bu ahlakı yaşayan müminleri şöyle tarif etmektedir: |
"Onlar... öfkelerini yenenler ve insanlardaki haklarından bağışlama ile vazgeçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever." |
Dinden uzak yaşayan insanlar, stresin kendilerine verdiği tahribatın boyutları üzerinde düşünmez ve bu yaşantı şeklini hayatın doğal süreci olarak kabul ederler. Oysa öfke, kıskançlık, stres, bunalımlar insan üzerinde hem psikolojik hem de fiziksel açıdan ciddi tahribatlara yol açmaktadır. |
Sonuç olarak bugün 21. yy insanının yapması gereken şey daha fazla kayba uğramadan fıtratına (yaratılışına) dönmesi ve din ahlakını yaşamasıdır. Aksi takdirde hem dünyada hem de ahirette zarara uğrayan kendisi olacaktır. Dünyada yaşadığı psikolojik ve manevi sıkıntıların yanı sıra beden sağlığını da yitiren böyle bir insan Kuran ahlakını yaşamaması sebebiyle sonsuz hayatını çok daha büyük sıkıntılarla geçirmek zorunda kalacaktır. Müminler ise onlara kıyasla Allah'a olan sadakatleri ve din ahlakına olan bağlılıkları sebebiyle her zaman kazançlı olarak nimetler ve mutluluk içinde yaşayacaklardır.
De ki: "Ondan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarmaktadır... |