Cahiliye toplumu insanları, tek mutlak gücün Allah'a ait olduğu gerçeğini kavrayamazlar ve bunun sonucunda da herşeyden ayrı ayrı korkarlar. Bu korku onlara hayat boyu süren bir sıkıntı ve zorluk getirir. Karşılaştıkları her olay onlar için bir tedirginlik sebebidir. İnsanlar onlar için başlı başına bir korku kaynağıdır; her an herhangi birinden kendilerine zarar gelebileceğini düşünürler. Aynı şekilde doğa olayları da korku duydukları bir başka konudur. Depremin, selin, kasırgaların başıboş olaylar olduğunu zannederler.
Kuran'da, Allah'a iman edip sadece O'ndan korkmak yerine, çeşitli sahte ilahlar edinen insanların durumlarıyla ilgili şöyle bir örnek verilmiştir:
Allah (ortak koşanlar için) bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd, Allah'ındır. Hayır onların çoğu bilmiyorlar. Gerçek şu ki, sen de öleceksin, onlar da öleceklerdir. Sonra şüphesiz sizler, kıyamet günü Rabbinizin huzurunda davalaşacaksınız. (Zümer Suresi, 29-31)
Ayette bildirildiği gibi, cahiliye toplumunun pek çok sahte ilaha sahip insanları, "sahipleri çok ortaklı olan köle bir adam" gibi, kendi oluşturdukları sayısız korku ile yaşarlar. Evlenememek, çocuk sahibi olamamak, hastalanmak, çirkinleşmek, yaşlanmak, başkalarına muhtaç konuma gelmek, iflas etmek, işten çıkarılmak, parasız kalmak, aç kalmak cahiliyenin binlerce korkusundan sadece birkaçıdır. Bunların yanında bir de saplantı haline getirdikleri batıl inançları vardır. Söz gelimi karanlıktan korkarlar, merdiven altından geçemezler, kara kediye bakamazlar...
İlerleyen sayfalarda cahiliyenin geliştirdiği bu korkuların çeşitlerini ve kendilerine hem dünyada, hem de ahirette getirdiği kayıpları inceleyeceğiz.
Cahiliye insanları, eşleri, çocukları, anneleri, babaları da dahil olmak üzere çevrelerindeki hiç kimseye güvenemezler. Herkesin gerektiğinde menfaatleri uğruna kendilerine ihanet edebileceğini düşünürler. Bu korkularında aslında haklıdırlar da. Çünkü yaşadıkları sistem Kuran ahlakına uygun olmayan batıl bir sistemdir.
Kuran ahlakının uygulanmadığı yerde ise, gerçek anlamda güvenilirlik, sadakat ya da vefa gibi ahlaki özellikler yaşanmaz. Bu özellikler ancak Allah korkusu ve ahiret inancıyla ortaya çıkar. Cahiliye insanları Kuran ahlakının sunduğu güven ortamını yaşayamadıkları için hayatları boyunca "ihanete uğrama korkusu"yla yaşarlar. İhanete uğramalarını önlemek için kendi akıllarınca aldıkları en iyi tedbir, kimseye güvenmemektir. Bunu ifade etmek için kullandıkları deyimlerden biri de "bu devirde babana bile güvenme" sözüdür.
Bu söze uyar ve kendilerinden başka kimseye itimat etmezler; ancak bu onların ihanete uğramalarını engellemez. İhanet örneklerine gazetelerde, TV kanallarında sıkça rastlanır. Söz gelimi bir işadamı, küçük bir resmi işlem için verdiği vekaletname ile, karısının tüm malını mülkünü kendi üzerine geçirerek kendisini terk ettiğine şahit olur. Ya da iş ortağı kendisini dolandırmış, tüm malını mülkünü üzerine geçirerek ülke dışına çıkmıştır. Kimi zaman çocukları bile kendi öz babalarını dolandırmaya yeltenebilir.
Bu örnekler kuşkusuz ki sayısız denecek kadar çoktur. Cahiliye insanları da toplumun her kesiminde bunlara sıkça rastladıkları için, her an aynı şeylerin kendi başlarına da gelebileceğini düşünerek büyük bir korku duyarlar.
Adnan Oktar: Kuran ahlakıyla tam yaşamış olsalar, cennete döner ortalık. Niye birbirimize selam vermiyoruz dışarıda? Niye güzel bir şey gördüğümüzde ona bakmıyoruz? Ben mağazalara gidiyorum, bakıyorum mesela çok güzel şeyler var, insanı çok ilgilendiren şeyler var. Bir kısım insanlara bakıyorum adeta bir robot. Çok anlamsız gözlerle gidiyor. Belediye çok güzel çiçek çalışmaları yapmış, çiçek tarlaları yapmış. Bir tane bakan insan görmüyorum. Halbuki hepsi çok nefis varlıklar onların, çok çok güzel şeyler. İnsan saatlerce baksa doymaz onlara. İlgilenmiyorlar. Haberi yok. Onu hiç ilgilendirmiyor çiçeğin güzelliği, çocuğun güzelliği. Minik, çok şahane, güzel çocuklar oluyor, göz temasına bile geçmiyor, basıp geçiyor adamlar. Nasıl oluyor bu? Halbuki Allah'a hamdetmek lazım değil mi? Ailesini tebrik etmek lazım, "Allah'a hamd olsun, Allah size ne güzel çocuk vermiş" demek lazım.
Bir mağazaya girdiğinde insan selamla girer, hal hatır sorar. Kavga eder gibi gidiyorlar mağazalara. Ben geçenlerde bir mağazaya girmiştim. Bütün herkes gerilmiş. Bir tane adam oturmuş böyle psikopat belli suratından. Müthiş gerginler. Onu beğenmiyor, ters konuşuyor, onu getiriyorlar onu da beğenmiyor, onlara da ters konuşuyor böyle rencide edici bir üslubu var. Adam gittikten sonra birden neşeleri geldi. Birden açıldılar, sevinç duydular. "Hocam" dediler "bunlar, bu kıyafetler size layık" vs. dediler, ima ettiler bu tip insanlara layık değil gibisinden. Zaten o insanlar 5-6 metrekarelik bir yerde yaşıyorlar. Bunların huzurunu bozmanın alemi ne? Yani orada ahlaksızlık yapmanın alemi ne? Gelen insan oradaki insanların mutluluk dağıtmasını düşünmesi lazım. Çünkü onlar bizler için oradalar ve emek veriyorlar, Allah rızası için değil mi? ... Hayır, dünyanın kanunu budur diye biliyorlar. Küfri ahlakta, Kuran dışı ahlakta başka türlü yaşayamazsın. Babana dahi güvenmeyeceksin lafı var, çok büyük bir ahlaksızlıktır bu, çok korkunç bir ifade. Ne demek babana dahi güvenmeyeceksin? Niçin güvenmeyelim? Bizim güvendiğimiz bir sürü dostlarımız olsun, sevdiklerimiz olsun. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın”. Ne demek bu? Sana dokunmuyorsa birçok mazluma dokunacaktır o. O yılanı mutlaka yok etmemiz gerekir. Kültürel yönden ilmi yönden telkinle mutlaka yok etmemiz gerekir. Böyle çirkin, egoistliği, bencilliği teşvik eden çok fazla toplumda söz var. Bunlarla eğitildikleri için insanlar egoist, bencil yaşamanın dışında yaşanamayacağını düşünüyorlar. Allah esirgesin en uç iddia olarak, çok çirkin bir iddiadır bu, hani “ölmemek için öldüreceksin” mantığı ve herkese karşı bir kurt, bir çakal ruhuyla hareket ediyorlar. Önüne geleni adeta böyle ezmek, onları rencide etmek sanki şartmış, kanunmuş gibi düşünüyorlar. Böyle mutlu olabileceklerini, böyle makul yaşayabileceklerini, mutlu da değil de, canlı kalabileceklerini düşünüyorlar. Allah hiçbir şekilde huzur vermiyor o zaman. Çünkü tekrar söylüyorum, en büyük nimet ellerinden alınıyor. Tutku ve derin sevme gücü ellerinden alınıyor. Artık biyolojik varlığı kalmış oluyor. Yani bir sığır gibi bir varlık hayvan gibi bir varlık ortalarda geziniyor. İşte gidiyor sandviç alıyor, onu yiyor, alıyor onu yere atıyor, millete ters laf konuşuyor, bir şeyler yapıyor, tehditkar bir üslubu var, her laftan şüphe ediyor… Bir kere muazzam bir şüphecilik yayılmış bu çok korkunç bir şey. Nedir bu böyle? O şekilde yaşanır mı? Bu şüphecilik nedir böyle? Daha nasılsın desen, altında çapanoğlu arıyor. Öyle olur mu? Sevgi, ilgi, alaka gösterdiğinde şüphe; dostluk gösterince şüphe; selam verince şüphe… Böyle şey olmaz, böyle hayat olmaz. Mutlaka güvene dayalı, sevgiye dayalı, şefkate dayalı bir yapı olması lazım. Bu da ancak Kuran ahlakıyla olur, Kuran’da ittifak etmekle olur inşaAllah. Aslında tabi bir eğitim sorunu bu. Önce Kuran’ı sevdirmek, Peygamberimiz (sav)'i sevdirmek, Peygamberleri sevdirmek, din ahlakının gerçek olduğunu insanlara anlatmak lazım. (Sayın Adnan Oktar’ın Kanal 35 röportajından, 14 Şubat 2009)
Cahiliye toplumunda pek çok insana hakim olan bir korku da, "fakir düşme korkusu"dur. Onları bu korkuya iten başlıca neden, cahiliye sistemine yön veren unsurlardan birinin "para" olduğunu bilmeleridir. Paraları olduğunda kendi ifadeleriyle "sırtlarının yere gelmeyeceğini" ama aksi takdirde hep ezileceklerini ve zorluk içerisinde yaşayacaklarını düşünürler. İstedikleri gibi yaşayamayacak, istedikleri gibi yiyip içemeyecek ve istedikleri gibi söz sahibi olamayacaklardır.
Bununla beraber cahiliye toplumunda bu konuda asıl dikkat çeken, en zengin olanların bile bu korkudan kendilerini kurtaramıyor olmasıdır. Söz gelimi kendisine, ailesine, çocuklarına, hatta tüm akrabalarına ve dostlarına yıllarca yetecek kadar parası olduğu halde, kimi insanlar bu korkularından dolayı cimrilik denilen hastalığa yakalanırlar. Tedbirli olma adı altında tüm paralarını bir kenarda saklamayı yeğlerler. Üstelik bunu yaparken amaçları dünyada rahat etmektir ama herşey tersine gelişir ve kendi kendilerini hiç de rahat olmayan bir ortam içine sokarlar.
Gerek fakirlik korkusu, gerekse bunun yol açtığı cimrilik, bu insanların Allah'a güvenmemelerinden kaynaklanmaktadır. Kuran'da insanlar bu korkuya kapılmama konusunda uyarılmışlardır:
Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin-hayasızlığı emrediyor. Allah ise, size Kendisi'nden bağışlama ve bol ihsan vadediyor. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir. (Bakara Suresi, 268)
Bu korkularını yenmeleri ise, ancak Kuran'ın hükümleri doğrultusunda düşünmeleri ve hareket etmeleriyle mümkün olur. Çünkü Kuran'a tam olarak uyulduğunda, Allah korkusu dışındaki tüm korkulara set çekilmiş olur.
Samimi imana sahip kişi, mülkün tek sahibinin, kendisini rızıklandıranın Allah olduğunu bilir. Bu nedenle de bunu kendisi için bir korku haline getirmez. Onu yaratan, ona nimet ve bolluk veren Allah'ın fazlı geniştir ve dilediğine bu fazlından verir. Üstelik inananlar sonsuz bir zenginlik yurdu olan cennetle müjdelenmişlerdir. Eğer Allah bir insana fakirlik veya yokluk takdir etmiş ise bunda da çok büyük hayırlar ve hikmetler vardır. Bu durum belki de o kişinin imani derinliğini, ahlak güzelliğini artıracak, ahirette çok güzel makamlar elde etmesine vesile olacaktır. Dolayısıyla Allah'a tevekkül eden müminler, Allah'tan gelen herşeye razı olurlar ve gereksiz korkulara hiçbir zaman kapılmazlar.
Gençlik ve güzellik, cahiliye toplumunun önem verdiği başlıca konulardandır. Cahiliye ahlakını yaşayan insanlar hayatları boyunca bu iki özelliği muhafaza etmek için büyük bir hırsla gayret ederler. Ancak bunun asla mümkün olmadığını da herkes bilir. Er geç bir gün yaşlanacağını, bedeninin yıpranacağını, güzelliğinin kaybolacağını bilmek, cahiliye ahlakına sahip bir insan için büyük bir darbedir. Kadınlar bu korkularını daha açık bir dille ifade ederken, erkekler bunu belli etmemeye çalışır ama için için bu korkuyu yaşarlar. Çirkinleşmek ve özellikle de acizliklerinin açıkça ortaya çıkması onları ciddi şekilde rahatsız eder. Çünkü yıllarca sürdürdükleri büyüklük iddiaları, yaşlanmayla son bulacaktır. Her gün aynanın karşısına geçip, ciltlerinde ya da bedenlerinde oluşan değişiklikleri korkuyla gözlemlerler. Ama her ne kadar çabalasalar da, bir noktadan sonra hiçbir şekilde karşı koyamazlar.
Yaşlılıkta sürdürülen bir yaşam, gençliğin hüküm sürdüğü yılların sunduğu ortamdan çok daha farklıdır. Cahiliye insanları çoğu zaman ona bakmanın bir külfet olduğunu ve rahatsızlık verdiğini hissettirirler yaşlı insana. Çocuğu ya da eşi gibi en yakın çevresi bile ancak tahammül etme gözüyle bakmaya başlar. Onu kimseye faydası olmayan, aksine yaşlılığın getirdiği hastalıklar nedeniyle sürekli masraf çıkaran biri olarak değerlendirirler. Hem istenmediğini, hem de muhtaç konumda olduğunu bilmek, onda bir başka korku daha oluşturur. Her an ortada kalma ya da kimsesizler yurdu gibi istemediği yerlere gönderilmenin endişesini yaşar. Aslında bu endişelere kapılmakta da haklıdır. Çünkü Allah'tan uzak insanlardan oluşan bir toplumda bu adaletsiz, şefkatsiz sistem hakimdir. Korktukları çoğunlukla başlarına gelir.
Ancak bunun dışında yaşlanma korkusunun altında yatan bir başka sebep de, yaşlılığın ölümü ve dünya hayatının sonunu hatırlatıyor olmasıdır. Aynaya her baktığında sürenin daha da kısaldığını bilmek, inançsız bir insan için büyük bir azap sebebidir. Ahiret hayatına inanmayan bir insan için, dünyanın sona ermesi, bedenin yok olması geri dönüşü olmayan bir sondur. Tüm hayatını bunlar uğrunda harcamıştır; bu nedenle bunları kaybetmekten şiddetle korkar.
İnananlar ise ne yaşlanmaktan ne de acizliklerinin ortaya çıkmasından korkarlar. Çünkü onlar dünya hayatlarında ne gençlikleriyle, ne de güzellikleriyle yer edinmeye çalışırlar. Dış güzelliğin değil ahlaki güzelliğin önemli olduğunu bilir ve dostları arasında da Allah'a olan bağlılıkları ve güzel ahlakları dolayısıyla sevildiklerini unutmazlar. Bunun yanında yaşlılığın ölümü hatırlatmasından da korkmazlar. Çünkü ahiret onlar için, dünyayla kıyaslanmayacak güzellikte, sonsuza dek sürecek yeni bir hayatın başlangıcı olacaktır. Dünya hayatı boyunca Allah'ın hoşnutluğunu ve cennetini kazanmak için güzel davranışlarda bulunduğunu bilen ve vicdanı rahat olan bir insan, yaşlılığı da sevinçle karşılar.
Dünyaya bağlı yaşayan kimseler hastalanmaktan da şiddetle korkar ve hayatları boyunca bu tedirginlik içerisinde olurlar. Hastalığa neden olan mikrop ve virüslerin Allah'tan bağımsız ve karşı koyulamaz güçler olduğu yanılgısına inanırlar. Bu nedenle de onları kendi kendilerine baş edemeyecekleri korku odakları olarak görürler.
Onlar için hastalık demek, herşeyden önce dünyadan mahrum kalmak demektir. Basit bir grip vakası bile onları birçok aktiviteden alıkoyacak ve böylece zaten kısa olan ömürlerinden bir kısmını daha tüketmiş olacaklardır. Tam bir ayak bağı olarak nitelendirdikleri hastalıklar, daha çok para kazanmalarını, gezmelerini, yemelerini, içmelerini kısacası herşeylerini kısıtlayacaktır. Bu da onların sistemlerini kökünden alt üst eder.
Hastalığı böylesine bir bela ve musibet olarak görür ve her an hastalanma endişesi ile yaşarlar. Buna karşılık müminlerin hastalığa olan bakış açıları cahiliye mantığına taban tabana zıt bir yapı gösterir. Öncelikle müminler dünya hayatının bir gün, bir şekilde, mutlaka son bulacağının çok iyi farkındadırlar. Bu nedenle hastalıktan kaçsalar, bir kazaya ya da en azından yaşlılığın doğal akışına mutlaka yakalanacaklarını bilirler. Bununla birlikte, ne virüsün ne de bakterinin Allah'ın izni olmadan kimseye yaklaşamayacağını da unutmazlar. Eğer buna rağmen hastalanıyorlarsa da bu hastalığı Allah'ın bir hikmetle verdiğini ve kendileri için pek çok hayır içerdiğini açıkça görebilirler. Allah'a ve kadere olan teslimiyetlerinden dolayı da hastalık korkusu gibi bir sıkıntıyı hiçbir zaman yaşamazlar. Elbetteki hastalanmamak ve sağlıklarını korumak için akıllarını sonuna kadar kullanırlar; ancak buna rağmen bir hastalığa yakalanırlarsa, ayette de belirtildiği gibi güzel ahlak ve sabır göstermeye devam ederler:
... Zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler. İşte bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)
Cahiliye toplumunun en büyük korkularından biri ise ölüm korkusudur. Ancak ölümden korkarken ve hiç düşünmemeye çalışırken unuttukları bir şey vardır: Ölüm gerçeğini ne yaparlarsa yapsınlar değiştiremezler. Kuran'da ölümden kaçış olmadığı insanlara şöyle hatırlatılmıştır:
De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz. O da size yaptıklarınızı haber verecektir." (Cuma Suresi, 8)
Ayetlerden de anlaşılacağı gibi, ölüm her insan için kaçınılmaz bir sondur. Dünyanın en zengin, en itibarlı ya da en yüksek makam-mevki sahibi de, en güzel insanı da mutlaka ölecek ve sahip olduğu bu özelliklerden hiçbiri kendisini kurtaramayacaktır.
Cahiliye toplumu insanları da bu gerçeği çok iyi bildiklerinden, ölümü mümkün olduğunca geciktirmek ve dünyayı biraz daha yaşamak isterler. Ölüm onları mallarından, evlatlarından, tüm sevdiklerinden ayıracak ve dünya için harcadıkları emekleri boşa çıkaracaktır. Bu nedenle de ölümden şiddetle korkarlar. Öyle ki, çoğu zaman "ölüm" kelimesini ağızlarına dahi almak istemez, ölümü hatırlatan insanlara da "düşüncesiz" gibi yakıştırmalar yaparlar. Ölüm hatırlatıldığında, bu konuyu konuşmanın gereği olmadığını söyleyerek karşı tarafı sustururlar.
Yaşlılık, hastalık gibi ölümü hatırlatan konularla mümkün olduğunca muhatap olmamaya çalışırlar. Bu korkuları öyle şiddetlidir ki, kimi zaman doktora gitmekten dahi tedirgin olurlar. Eğer ufak bir şey için doktora gidecek olurlarsa, doktorun daha ciddi bir hastalık teşhis etmesinden korkarlar. Bu tedirginlik sebebiyle bir rahatsızlıkları olduğunda bile, doktora gitmemeyi tercih edebilirler. Morallerinin en bozulduğu ve korkularının en şiddetlendiği durumlar ise, cenaze törenleridir. En yakın dostlarının, akrabalarının kefen içerisinde toprağın altına indirilişini seyrederken, ister istemez kendilerinin de eninde sonunda ölümle karşılaşacaklarını hatırlarlar. O yüzden bu tür ortamlardan mümkün olduğunca uzak durmaya çalışırlar.
Bu korkuları onlara, umduklarının tam tersini getirir. Onlar dünya hayatını kaybetmekten korkarlar; ancak uzun yıllar da yaşasalar tüm bir ömrü korku içerisinde geçirirler. İşte bu da, onların Allah'tan korkmak yerine batıl korkular edinmeleri sonucunda içine düştükleri bir beladır.
Cahiliye toplumunda körü körüne benimsetilen bir konu da batıl inançlardır. Adından da anlaşıldığı gibi bu inançların makul ve akılcı düşünen bir insan için hiçbir geçerliliği yoktur. Ancak Allah'a iman etmeyen, dolayısıyla da gerçek dini tanımayan insanların, akıl dışı pek çok saplantı edinmesi son derece doğaldır.
Batıl inançların en önemli yönlerinden birisi, yüzyıllardır dilden dile, nesilden nesile aktarılarak gelmeleridir. Ne kadar asılsız ve mantık dışı olsalar da, birçok toplum bunları sahiplenmiş ve daha da geliştirerek kendilerinden sonraki nesillere öğretmişlerdir.
Cahiliye toplumu insanları ise, gerçek din ahlakını uygulamaya asla yanaşmamalarına rağmen, son derece anlamsız olan bu kurallara tamamen sahip çıkarlar. Öyle ki bu kuralları birer kanun gibi kabul edip, hiç ödün vermeden uygularlar. Sözgelimi merdiven altından geçerlerse başlarına kötü bir şey geleceğine inanır, bu nedenle yollarını değiştirirler. Ya da çok gülerlerse ardından çok ağlayacaklarını düşünür, bu nedenle gülmelerine hakim olurlar. Gece vakti mezarlıktan geçemezler. Herhangi olumsuz bir kelime duyduklarında tahtaya bir iki kez vururlar. Kapalı yerlerde kalamaz, başlarına bir kötülük geleceğini düşünürler. Bu kurallar saymakla bitmeyecek kadar çoktur ve cahiliye insanları bunların her birine karşı derin bir korku duyar. Eğer bu inançlarının aksini uygulayacak olurlarsa, başlarına büyük bir felaket gelmesinden endişe ederler.
Burada düştükleri en önemli hata ise, şahit oldukları her olayın ve her varlığın Allah'ın kontrolü altında olduğunu unutmalarıdır. Yoksa ne merdivenin, ne mezarlıktaki kemik parçalarının, ne de kapalı bir mekanın kendilerine ait müstakil bir gücü yoktur. Ancak cahiliye toplumu kendi türettiği bu batıl inançlara karşı beslediği korkularla, kendi elleriyle kendilerine zorluk oluştururlar.
Cahiliyenin batıl inançlarından bir diğeri de kimi zaman bir sayının, kimi zaman bir rengin, kimi zaman da bir kişinin felaket getireceği saplantısıdır. Bunların en yaygın olarak bilinenlerinden biri 13 sayısıdır. Bu sayının felaket getireceği saplantısı sanki evrensel bir gerçek gibi kabul edilmiştir. Dünyanın neresine giderseniz gidin, Kuran mantığından uzak olan pek çok insan bu sayıdan ciddi bir tedirginlik duyar. Yine aynı şekilde çoğu insan siyah rengin özellikle de kara kedinin felaket işareti olduğunu düşünür. Karşılaştıklarında kediye bakmamaya çalışır ve yollarını değiştirirler. Bu konuda kendilerine yönelik korkuları da vardır cahiliye toplumunun. Örneğin başlarına kötü bir şey geldiğinde üzerlerinde bulunan kıyafetleri hayatları boyunca bir kez daha giymezler. Ya da bir kez kaza yaptıkları arabalarında bir kötülük olduğuna inanır, bir daha binmez ve hemen satışa çıkarırlar.
Bu batıl korkular, cahiliyenin hayatına yön verecek kadar güçlüdür. Yapacakları birçok işten bu korkuları nedeniyle vazgeçer, birçok kişiyle bu korkuları nedeniyle dostluklarını noktalarlar. Oysa ki, saplantılarından vazgeçmedikleri sürece korkularından da kurtulamazlar. Bu nedenle çözüm bunlardan kaçmakta değil, bu korkuyu kökten yok etmektedir. Bu da ancak kişinin cahiliye inançlarını terk edip, Allah'ın emrettiği ahlakı yaşamasıyla mümkün olur.
Her insanın çeşitli fobileri olması cahiliye sisteminde son derece olağan karşılanır. Cahiliye ahlakını yaşayan kişilerin tümünün en az birkaç fobisi muhakkak vardır. Kimisi böcek görmekten, kimisi gökgürültüsünden, kimisi yükseklikten, kimisi dar ve sıkışık yerlerde kalmaktan, kimisi de karanlıktan şiddetle korkar.
Korku duydukları bu fobilerin bir kısmı gerçekten de tedbir almayı gerektiren konulardır. Ancak cahiliyenin duyduğu korku, doğal bir tepki göstermenin ya da önlem almanın çok ötesindedir. Çoğu, korktukları şeyleri televizyonda, gazetede hatta bir çizgi filmde dahi görmeye katlanamaz. Söz gelimi böcek kelimesi geçtiği anda, ya da bir yılan resmi gördüklerinde tamamen kontrolden çıkacak kadar kendilerini kaybederler. Kimi zaman çığlıklarla kendilerini yerlere atar, hatta resmin ya da televizyonun üzerine bir şeyler fırlatarak abartılı hareketler yaparlar. Kimileri kapalı yerleri, mezarlık ya da toprağın altı gibi bir mekanla bağdaştırırlar. Ölüm ve yok olma korkuları, bu fobileriyle dışa vurur. Karanlığa karşı duydukları korkunun sebebi de budur aslında. Karanlık ile felaketleri kafalarında bir bütün olarak canlandırırlar. Bu nedenle özellikle de tek başlarına olduklarında, kendi evlerinde bile olsalar rahat edemezler. Karanlığın kendilerine kötülük isabet ettirecek müstakil bir gücü olduğuna inanırlar. Görünmeyen güçlerin kendilerine saldıracaklarını ya da öldürmeye kalkışacaklarını hayal ederek korkuya kapılırlar.
Ortada hiçbir hayati tehlike yokken bu kadar şiddetli korkulara kapılan insanların hataları, Allah'ı vekil edinmemeleri, O'ndan başka ilahlar edinmeleri ve O'ndan gereği gibi korkmamalarıdır. Kuran'da, korkunun inkarcılara şeytandan gelen bir bela olduğu ve yalnızca Allah'a iman eden ve O'ndan korkan müminler için hiçbir korku ve üzüntü olmadığı bildirilmiştir:
Hayır, kim iyilikte bulunarak kendisini Allah'a teslim ederse, artık onun Rabbi Katında ecri vardır. Onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Bakara Suresi, 112)