İnsanların bir bölümü din ahlakının sadece bazı ibadetlerden oluştuğu gibi bir yanılgıya sahiptir. Oysa gerçek din, Allah'ın farz kıldığı oruç tutmak, 5 vakit namaz kılmak, zekat vermek, kadınların tesettüre uymaları gibi ibadetlerin yanı sıra, insan yaşamının her anını kapsar ve böylece insanlara Kuran'da tarif edilenler doğrultusunda bir bakış açısı ve güzel ahlak kazandırır. Dinine bağlı, samimi bir Müslüman Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak için hayatının her anında Kuran'da tarif edilen bu üstün ahlakı yaşamaya gayret eder. Hiçbir zaman ve hiçbir ortamda dürüstlüğünden, samimiyetinden, itidalli tavırlarından, saygı ve sevgi dolu yapısından, kısacası güzel ahlakından ödün vermez. İşte bu nedenle de Kuran ahlakına sahip insanların oluşturdukları topluluklarda, her insanın özlem duyduğu bu üstün özellikler yaşanır.
Örneğin Kuran ahlakına uygun yaşam süren bir ailede, günümüz ailelerinde yaşanan sorunların hiçbiri yaşanmaz. Günümüzde, anne ve babaya itaatsiz, doğru ile yanlışı birbirinden ayıramayan, saldırgan çocuklara ve çocuklarına doğru ile yanlışı anlatma gereği duymayan, onları başıboş bırakan, kendi aralarında dahi geçimsiz olan anne babalara çok sık rastlanır. Bu evlerde, sevgi, saygı, merhamet ve şefkat yerine kavga ve hakaret hakimdir. Oysa Kuran ahlakı yaşandığında, anne babaya itaat eden, hatta Allah'ın emri gereği onlara "öf" bile demeyen, doğru ve yanlışı daha küçük yaşlarından itibaren ayırt edebilen, vicdanını kullanarak kötülüklerden uzak duran çocuklar yetişir. Çocuklarını din ahlakı ile yetiştirerek devlete ve millete hayırlı insanlar olmaları için çaba harcayan, kendi aralarında da sevgi ve saygıyı yaşayan, davranışları ve konuşmaları ile çocuklarına örnek olan anne babalar ortaya çıkar. Kısacası sevgi, saygı ve dayanışma içinde birbirine bağlı aileler oluşur.
Aile ise bir devletin en temel birimidir. Aile yapısı güçlü olan bir milletin devlet yapısı da çok güçlü olur. Ancak aile yapısı çökmüş, manevi değerlerini kaybetmiş, bireyleri arasında sevgi, saygı, birlik ve beraberlik, vefa duyguları körelmiş bir devletin güçlü olması mümkün değildir. Özellikle dinsiz bir toplumun hedef alındığı bazı ülkelerde bu manevi çöküş çok büyük bir hız kazanır ve ahlaki dejenerasyon toplumun her kademesinde kendini gösterir. Böyle bir toplumda hayat, sadece karşılıklı maddi çıkarlar üzerine kurulur.
Birbirlerine çok yakın aile bireyleri arasında dahi sevgi, kardeşlik, dayanışma, fedakarlık ve sadakat duyguları gibi manevi duygular köreldiğinde, artık o milletin varlığını devam ettirebilmesi çok zor olur. Çünkü bu dejenerasyon yalnızca aile ortamlarında yaşanmakla kalmaz, toplumun tüm kesimlerine yayılır. Okullarda, arkadaş toplantılarında sevgi ve saygı yerine, haset, ikiyüzlülük, alay, dedikodu gibi kötü tavırlar ortaya çıkar. İş yerlerinde de tüm sistem çıkar ilişkileri üzerine kurulu olur. Kimse kimsenin hakkını korumaz, adalet aranmaz, mazlumlara karşı şefkat ve merhamet duyulmaz. Kısacası böyle bir milletin bireylerinin birarada huzur ve barış içinde yaşamaları imkansız hale gelir.
İşte bu sebeple insanları dinsizliğe sürükleyen, bu yolla manevi değerlerini tahrip eden dinsizliğin dinlerinin, fikri yönde çökertilmesi imanlı insanlara düşen büyük bir görevdir. İlerleyen sayfalarda dinsizliğin aile yapısını ve toplumdaki sosyal ilişkileri çökertmenin ötesinde, bir devlete ne tür zararlar verebileceği daha detaylı olarak incelenecektir. Bu inceleme sonucunda ortaya çıkan tespitler, "devletime bağlıyım, milletimi seviyorum" diyen her bireyin dinsizlikle nasıl ciddi bir mücadele içinde olması gerektiğini bir kez daha ortaya koyacaktır.
Bugün dünyanın dört bir köşesinde terör, soykırım ve katliamlar yaşanmakta, masum insanlar hunharca öldürülmekte, suni sebeplerle birbirlerine düşman hale getirilen topluluklar ülkeleri kana bulamaktadır. Birbirlerinden çok farklı tarihlere, kültürlere ve toplumsal yapılara sahip olan ülkelerde meydana gelen bu olayların, her ülkede kendine özgü bazı nedenleri ve kaynakları olabilir. Ancak biraz araştırıldığında her birinin ilginç bir ortak noktası olduğu görülecektir. Bu, dinsiz ideolojilerin toplumlar üzerinde yarattığı manevi tahribattır.
Bu dinsiz ideolojilerin en önemli ortak özelliklerinden biri ise, militanlarını Darwinizm ile eğitiyor olmalarıdır. Başta da belirttiğimiz gibi evrim teorisi, insanların kendilerini sorumlu hissedecekleri ve ahirette hesap verecekleri bir Yaratıcı olduğu gerçeğini reddeder. Bu teorinin eğitimini gören bir insan da kendisinin sorumsuz ve başıboş olduğunu zanneder. Bu nedenle de "nasılsa kimseye hesap vermeyeceğim" diye düşünerek, her türlü insafsızlığı, ahlaksızlığı ve vicdansızlığı kolaylıkla yapar hale gelir.
Evrim teorisinin terörizme verdiği ikinci önemli destek ise, bu teorinin insanı gelişmiş bir hayvan olarak göstermesidir. Dolayısıyla Darwinizm'e inananlar bir insanın öldürülmesini herhangi bir hayvanın öldürülmesi kadar kolay görürler. Bölücü terörün tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de bebekleri, kadınları, yaşlıları ve binlerce masum insanı gözünü dahi kırpmadan öldürebilmesinin ardında yatan neden, Darwinci anlayıştır.
Darwinizm'in bilimsel açıdan hiçbir geçerliliği olmayan bir safsata olduğunun insanlara anlatılmasının önemi bu noktada tekrar ortaya çıkmaktadır. Darwinizm'i bilimsel bir gerçek zanneden, dini duygulardan uzak, Allah korkusu olmayan bazı kimselere Darwinizm'e dayandırılan ideolojiler telkin edildiğinde kolayca ikna edilebilmektedirler. Ve bu kapsamlı telkinin sonrasında herkes gibi yaşam süren sade bir insan, eline silah alıp dağa çıkabilmekte, masum insanların canına kastedebilmekte ve devletine karşı ayaklanabilmektedir. Çünkü bu kişilere Allah, din, vatan, millet ve bayrak sevgisi yerine, dinsizlikleri ve kanlı katliamları ile ünlenmiş Stalin'i, Lenin'i, Mao'yu sevip saymaları, insanı hayvan gibi gösteren Darwin'in teorisine göre düşünmeleri öğretilmektedir.
Oysa Allah'ın varlığının delilleri ve Kuran'da bildirilen güzel ahlak anlatıldığında, insanların düşmanlığı, savaşı ve kaos ortamlarını kendilerine hedef edinen bu tür ideolojilere saplanmaları imkansız hale gelir. Allah'a iman eden, ahirette her yaptığının hesabını vereceğini bilen bir insan, devletine ve milletine güçlü bir bağ ile bağlanır. Çünkü Allah Kuran'da insanları bozgunculuk yapmaktan şöyle men etmiştir:
O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez. Ona: "Allah'tan kork" denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o. (Bakara Suresi, 205-206)
Allah'a verdikleri sözü, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozanlar, Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi kesip-koparanlar ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlar; işte onlar, lanet onlar içindir ve yurdun kötü olanı da onlar içindir. (Rad Suresi, 25)
Bu ayetlerden de anlaşılacağı gibi, Allah'tan korkan bir insanın devletine, milletine en küçük zarar dokunduracak bir harekete dahi göz yumması söz konusu değildir. Çünkü Allah'tan korkan bir insan O'nun hoşnut olmayacağı ve cehennemde sonsuz bir azapla karşılık vereceğini bildirdiği her türlü tavırdan titizlikle sakınır.
Allah'a ve ahiret gününe inanmayan bir insan ise kimseye hesap vermeyeceğini zannederek her türlü kötülüğü kolaylıkla yapabilir. Bediüzzaman Said Nursi de dinsiz ideolojilerin, özellikle komünizmin doğurduğu anarşist yapıyı bir eserinde şöyle açıklamıştır:
Ve sosyalistlik ise bir kısım mukaddesatı tahrip ettiğinden, aşıladığı fikir, bilahare bolşevikliğe inkılap etti. Ve Bolşeviklik dahi çok mukaddesat-ı ahlakiye ve kalbiye ve insaniyeyi bozduğundan, elbette, ektikleri tohumlar hiçbir kayıt ve hürmet tanımayan anarşistlik mahsülünü verecek. Çünkü kalb-i insaniden hürmet ve merhamet çıksa, akıl ve zekavet, o insanları gayet dehşetli ve gaddar canavarlar hükmüne geçirir; daha siyasetle idare edilmez.18
Bediüzzaman'ın bu sözlerinin de işaret ettiği gerçek şudur: Anarşi, terör ve kargaşa belasının kökeninde insanların saygı, sevgi, merhamet gibi güzel duygulardan uzaklaşması, ahlaki ve insani değerlerini kaybetmesi yatmaktadır. Bu beladan kurtulmak için öncelikle yapılması gereken ise, dinsizliğin ortadan kaldırılması ve insanlara Allah korkusunun ve Kuran ahlakının öğretilmesidir.
Şunu unutmamak gerekir ki, devletine ve milletine karşı ayaklanıp, bölücü faaliyetlerde bulunanlar kadar, bu duruma seyirci kalarak imkanları olduğu halde devletine destek olmayanlar da, aynı materyalist bakış açısını taşıyor demektir. Çekimser davranan kişilerin tek amaçları kendi hayatlarını devam ettirebilmeleridir. Çevrelerinde olup bitenler kendilerine dokunmadığı sürece rahatsız olmayan bu kişiler, dinin insanlara kazandırdığı fedakarlık, kardeşlik, dostluk, dürüstlük ve hizmet anlayışından yoksun kimselerdir. Bu kişilerin, şerefli bir hedefleri yoktur. Hayatları boyunca sadece devletin imkanlarını tüketerek, milletin karşı karşıya olduğu tehlikelerden habersiz bir şekilde kendi nefislerini tatmine çalışırlar. Bu tür insanların durumu Kuran'da şöyle açıklanmaktadır:
Allah şu örneği verdi: İki kişi; bunlardan birisi dilsiz, hiçbir şeye gücü yetmez ve herşeyiyle efendisinin üstünde (bir yük), o, onu hangi yöne gönderse bir hayır getirmez; şimdi bu, adaletle emreden ve dosdoğru yol üzerinde bulunanla eşit olabilir mi? (Nahl Suresi, 76)
Ayette de belirtildiği gibi "dosdoğru yol üzerinde bulunan", dinine bağlı, Allah'tan korkup sakınan, manevi değerlere önem veren, vatanına ve milletine hizmet şevki içinde olan bir kişinin, bulunduğu topluma büyük hayırlar getireceği kesindir. Bu yüzden insanların gerçek dini öğrenmeleri ve Kuran ahlakına uygun yaşamaları son derece önemlidir. Bu üstün ahlakı yaşayan insanları ise Allah bir ayetinde şöyle tanımlamıştır:
Onlar ki, yeryüzünde kendilerini yerleştirir, iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekatı verirler, ma'rufu emrederler, münkerden sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah'a aittir. (Hac Suresi, 41)