Müslümanları pasifize etmeye çalışan kişilerin başvurdukları belli yöntemler vardır. Kendi akıllarınca bu yöntemleri uyguladıkları takdirde, Müslümanların azim ve şevklerini kırabileceklerini, onları güçten düşürebileceklerini sanırlar. Kimi zaman sinsice kimi zaman da açıktan açığa yöntemler kullanabilirler. Allah, "... Eğer güç yetirirlerse, sizi dininizden geri çevirinceye kadar sizinle savaşmayı sürdürürler..." (Bakara Suresi, 217) ayetiyle bu ahlaktaki kimselerin, müminleri dinlerinden çevirebilmek için sürekli çaba göstereceklerini bildirmiştir.
İlerleyen sayfalarda bu insanların uyguladıkları taktiklerin bazılarını ele alacağız. Ancak bu yöntemleri incelerken unutulmaması gereken önemli bir husus vardır. Bu kişiler, gizli metodlar kullandıklarında da açıkça çaba gösterdiklerinde de, Müslümanları pasifize etmeyi, Allah'ın izniyle, başaramayacaklardır. Herşeyi yaratanın Allah olduğu gerçeğini tam anlamıyla bir türlü kavrayamayan bu insanlar, Allah dilemedikçe kendilerinin hiçbir şeye güç yetiremeyeceğini de anlayamazlar. Bununla birlikte, Allah'ın iman edenleri koruduğundan, onları mutlaka başarıya ulaştıracağından da gafildirler. Üstelik gerçek yüzlerini kimsenin fark etmediğini ve bu yönlerinin açığa çıkmayacağını sanarak da büyük bir yanılgıya kapılmışlardır. Allah müminlere, kalplerinde hastalık bulunanların bu yönlerini mutlaka ortaya çıkaracağını bildirmiştir:
İşte böyle; çünkü gerçekten onlar, Allah'ı gazablandıran şeye uydular ve O'nu razı edecek şeyleri çirkin karşıladılar; bundan dolayı (Allah,) amellerini boşa çıkardı. Yoksa kalplerinde hastalık bulunanlar, Allah'ın kinlerini hiç (ortaya) çıkarmayacağını mı sandılar? (Muhammed Suresi, 28-29)
İman eden bir insan için zaman son derece değerlidir bu nedenle geçirdiği her anı Allah rızası için en güzel şekilde değerlendirmeye çalışır. İman edenlerin hayatları boyunca yerine getirmeleri gereken pek çok sorumluluk vardır: Mümin, imanını güçlendirmek ve derinleştirmek, ahlakını güzelleştirmek için gayret göstermeli, insanlara gerçek din ahlakını anlatmak için çaba harcamalı, din dışı ideolojilerle fikri alanda mücadele etmeli, ihtiyaç içinde olanlara yardım ulaştırmalı, sürekli salih amelde bulunmalıdır. Diğer bir deyişle müminlerin, bu sorumluluklardan kendilerini alıkoyabilecek her türlü boş işten sakınmaları gerekmektedir. Rabbimiz, bir ayetinde iman edenlerin bu özelliğini, "Onlar 'tümüyle boş' şeylerden yüz çevirenlerdir" (Müminun Suresi, 3) şeklinde bildirmiştir. Bir başka ayette ise iman edenlerin boş şeylerle karşılaştıkları zaman, bunlardan yüz çevirdikleri şöyle buyrulmuştur:
'Boş ve yararsız olan sözü' işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: "Bizim yapıp-ettiklerimiz bizim, sizin yapıp-ettikleriniz sizindir; size selam olsun, biz cahilleri benimsemeyiz" derler. (Kasas Suresi, 55)
Müslümanları pasifize etmeye çalışan kimseler ise, boş ve yararsız işleri gündemde tutarak, müminleri oyalamak isterler. Böylece, iman edenlerin dikkatlerini dağıtacaklarını, onları işlerinden alıkoyabileceklerini düşünürler. İnsanları Allah'tan uzaklaştıran, ahirette hesap vereceklerini unutturan ve gaflete daldıran konuları tercih ederek ve bu konuları ön plana çıkararak müminleri de bunlarla oyalayabileceklerini sanırlar. Bu tarz insanların söz konusu özellikleri bir ayette şu şekilde bildirilmiştir:
İnsanlardan öyleleri vardır ki, bilgisizce Allah'ın yolundan saptırmak ve onu bir eğlence konusu edinmek için sözün 'boş ve amaçsız olanını' satın alırlar. İşte onlar için aşağılatıcı bir azap vardır. (Lokman Suresi, 6)
Müslümanlara fayda sağlayacak konular yerine hiçbir değeri olmayan konulara yönelirler.
Örneğin olmuş bitmiş bir olayın neticesi üzerine saatlerce tartışıp dururlar. Uzun uzun kıyafetleri, arabaları, takıları, saç modellerini, insanların hatalarını ya da son derece gereksiz benzer detay konuları gündemde tutarlar.
Elbette Müslümanlar da modadan, spordan, müzikten, estetik ya da sanattan bahseder ve sosyal yaşam içindeki gelişmelerden haberdar olurlar. Ancak tüm bunların dünya hayatının geçici bir süsü olduğunu da unutmazlar. Bu nedenle sohbetleri Allah’ı unutturan değil aksine Allah’ı sevdiren, Allah’ı hatırlatan ve Allah’a yönelten sohbetler olur. Dillerinde hep her güzelliğin sahibinin Allah olduğu gerçeği vardır. En güzel kıyafeti yaratanın, en konforlu arabayı yapanın, en güzel tatil mekanlarını var edenin Allah olduğunu bilirler ve eğer Rabbimiz bu nimetlerden kendilerine sunarsa, bunun için Allah'a şükrederler. Gördükleri tüm güzelliklerin Rabbimiz'in birer tecellisi olduğunun bilinciyle, yalnızca Allah'a yönelir ve her türlü nimet için Allah'a hamd ederler.
Müslümanları pasifize etmek isteyen kimseler ise, seçtikleri konularla ve bu konuları anlatırken kullandıkları üsluplarıyla hesap gününü göz ardı eder, dünya hayatı sanki hiç sona ermeyecekmiş gibi davranırlar. Böylece, Müslümanların da kendileriyle birlikte dünya hayatına aldanacaklarına inanırlar. Oysa bu kişilerin, Müslümanları pasifize etmek için başvurdukları bu yöntemle başarıya ulaşmaları mümkün değildir. Çünkü Rabbimiz'in Kuran'da bildirdiği önemli mümin özelliklerinden biri, yukarıda da belirttiğimiz gibi, boş işlerden yüzçevirmektir. Samimi olarak iman eden bir kimse, vicdanının ilhamıyla hangi işin boş ve yararsız, hangi işin hayırlı ve faydalı olduğunu hemen kavrar ve gereken tedbiri alır. Allah Kuran'da, cennetin özelliklerini bildirirken, müminlerin orada boş ve saçma hiçbir söz işitmeyeceklerini de haber vermiştir:
İçinde, ne 'boş ve saçma bir söz' işitirler, ne bir yalan. (Nebe Suresi, 35)
Onda 'boş bir söz' işitmezler; sadece selam(ı işitirler)... (Meryem Suresi, 62)
Dünya hayatında kendilerini cennet için hazırlayan tüm iman sahipleri de bu gerçeğin bilinciyle hareket eder ve dünya hayatına aldanıp, boş şeylere dalmazlar. Müminlerin bilincinde oldukları bir başka gerçek de, Rabbimiz'in, insanları Allah yolundan alıkoymak isteyen kimselerin tüm işlerini boşa çıkaracağıdır. Ayette şöyle buyurulmuştur:
Onlar ki inkar ettiler ve Allah'ın yolundan alıkoydular, (işte Allah da) onların amellerini giderip-boşa çıkarmıştır. (Muhammed Suresi, 1)
İman edenlerle inkarcılar arasındaki fikri mücadele tarihin her döneminde devam etmiştir. Kuran'da peygamberlerin ve ona inanıp takip eden müminlerin, din ahlakını yaymak için gösterdikleri çabanın karşılığında inkar edenlerin iftiralarına maruz kaldıkları, suçsuz yere tutuklandıkları, yurtlarından çıkarıldıkları ve hatta öldürüldükleri haber verilmektedir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) ve sahabenin hayatı da, bu büyük mücadelenin en önemli örneklerinden biridir. Mekkeli müşrikleri Bir ve Tek olan Allah'a iman etmeye davet eden Peygamberimiz (sav), müşrikler tarafından ölümle tehdit edilmiş, müşriklerin akıl almaz iftiralarıyla karşılaşmış ve tüm bu baskıların neticesinde yanındaki müminlerle birlikte Medine'ye hicret etmiştir.
Peygamberimiz (sav) döneminde yaşayan ve müminleri pasifize etmek isteyen kişiler ise böylesine zor koşullarda dahi tavırlarıyla ve üsluplarıyla, müminleri gerekli tedbirleri almaktan engelleyecek bir yol izlemişlerdir. Peygamberimiz (sav)'e ve sahabeye destek olmak için hiçbir hazırlık yapmadıkları gibi, müminleri karşı karşıya oldukları durumun boyutları hakkında da yanlış bilgilendirmeye çalışmışlardır. Rabbimiz'in, "Eğer (savaşa) çıkmak isteselerdi, herhalde ona bir hazırlık yaparlardı..." (Tevbe Suresi, 46) ayetiyle buyurduğu gibi asıl amaçları mücadeleden kaçmak olan bu insanlar, hiçbir hazırlık yapmayarak etraflarındakilere "hazırlık yapmayı gerektirecek önemli bir durum olmadığı" mesajını vermek istemişlerdir. Böylece hem müminlerin mücadele şevkini kırmayı hem de herhangi bir durumda müminleri savunmasız bırakmayı hedeflemişlerdir.
Tedbirli davranmak ve her koşula karşı hazırlıklı olmak ise mümin özelliklerinden biridir. Her fikri mücadelede, karşı fikri savunan kişiler tarafından oluşabilecek bir risk ve tehlike mevcuttur. Müslüman kendisine ve çevresine gelebilecek tehlikelere karşı temkinli ve dikkatli olmak durumundadır. Nitekim Allah iman edenleri bu konuda gevşek davranmamaları ve dikkatlerini açık tutmaları konusunda uyarmaktadır. Çünkü Müslüman İslam ahlakının gereği olarak sadece kendisinden sorumlu olmaz. Müslüman fikri mücadele verirken zavallı çocuklar, mazlum yaşlılar, korunmasız kadınlar, erkekler adına da mücadele eder. Güçlünün güçsüzü ezme prensibine dayalı inkarcı ideolojilere karşı İslam’ın sevgi, merhamet, vicdan anlayışını anlatır ve savunur. Allah’sızlığı yaymaya çalışarak, ahlaka, dine, aile yapısına, şefkate, sevgiye, vicdana karşı olan sistemlerin dünyaya hakim olmasının önündeki tek engel inananların bu fikri mücadelesidir. Bu sorumluluğun bilinciyle hareket eden Müslümanlar elbette akılcı, temkinli ve dikkatli adım atmak durumundadır. Çünkü iman eden bir insanın yapacağı bir hatanın sonucu sadece kendisini değil bir çok insanı etkileyebilir. Sonucu mutlaka hayırlı olsa da inananlar bir ibadet olarak, sebeplere sarılarak, en doğru ve en akılcı şekilde davramaya çalışmakla yükümlüdür.
Allah’ın dinini tebliğ ederek, dünyadaki zulüm sistemini ortadan kaldırma mücadelesi veren Müslümanların üzerlerindeki bu ağır sorumluluğun farkında olan pasifistler, bu durumu fırsat bilip onları mücadelelerinde zayıf bırakmaya çalışırlar. Bunun yollarından biri de aslında Müslümanlara düşmanlık besleyen hain ruhlu insanları tehlikesiz gibi göstermeye çalışmaktır. Dost olmayanı dost gibi göstererek, güvenilir olmayanı güvenilir gibi tanırtarak Müslümanları yanlış yönlendirmek isterler. Pasifistlerin insanları değerlendirmedeki ölçüleri ahlak ve maneviyat değil kişisel çıkar ve faydadır. Kimden çıkar elde edeceklerini düşünüyorlarsa o insanı iyi insan olarak kabul ederler. Çıkar elde edemeyeceklerini anladıkları kişiler ise onlar için değersiz ve önemsizdir. Halbuki Müslümanın her konuda olduğu gibi insanları değerlendirme konusundaki ölçüsü de Kuran’dır. Allah Kuran’da gerçek iyiliği Bakara Suresi 177. ayetinde şu şekilde tanımlar:
“Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır.”
Görüldüğü gibi bir insanın iyi veya kötü olması konusunda ölçü tamamen vicdan, güzel ahlak, samimiyettir. Bu nedenle pasifistlerin ahlakı bozuk, hain ruhlu kişilere yapmaya çalıştıkları sahte süslü ambalajlar Müslümanların gözünden kaçmaz. Onlardaki kişilik ve ahlak bozukluğunu hemen fark ederler.
Rabbimiz Kuran'da bizlere Müslüman olduklarını söyledikleri halde, aslında iman etmeyen insanların gerçek yüzünü şöyle haber vermiştir. Bunlar, Müslümanlarla karşılaştıklarında "iman ettiğini" söyleyen, şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise, "... Şüphesiz, sizinle beraberiz. Biz (onlarla) yalnızca alay ediyoruz" (Bakara Suresi, 14) diyen kimselerdir. Böyle bir ikiyüzlülük içinde olan kimselere müminlerin asla güvenmeyeceği açıktır. Çünkü bu kimseler, menfaatleri ile çatışmadığı müddetçe iman edenlere dost görünürken, en küçük bir çatışmada ters dönecek ve hatta müminler aleyhinde tuzaklar kurmaya kalkışacaklardır. Bu, Peygamberimiz (sav) dönemindeki müşriklerin gösterdikleri ahlakın bir benzeridir. Mekkeli müşriklerin bir kısmı da, Peygamberimiz (sav)'le anlaşma imzalamalarına rağmen her fırsatta anlaşma hükümlerini bozmaya kalkışmış, müminlere karşı tavırlarını açıkça ortaya koymuşlardır. Rabbimiz ayetinde şöyle bildirmiştir:
... Eğer size karşı galip gelirlerse size karşı ne 'akrabalık bağlarını', ne de 'sözleşme hükümlerini' gözetip-tanırlar. Sizi ağızlarıyla hoşnut kılarlar, kalpleri ise karşı koyar. Onların çoğu fasık kimselerdir. (Tevbe Suresi, 8)
Sözleri ile müminleri hoşnut kılmaya çalışan ancak kalben hak dine karşı direnen kimselerin gerçek yüzü " kararlılık gereken zamanlarda" ortaya çıkar. Allah, müminlere "iş kesinlik ve kararlılık gerektirdiği zaman, Allah'a sadakat göstermelerini" (Muhammed Suresi, 21) emretmiştir. Allah'tan gereği gibi korkmayan, yaptıklarının ahirette hesabını vereceğini kavrayamayan kimseler böyle anlarda kendilerini belli ederler. Dolayısıyla samimi olarak iman edenlerin, bu kişileri teşhis etmeleri oldukça kolaydır. Her ne kadar dinde pasif davrananlar, -kendilerine pek çok yönden benzeyen- bu kişilerin esasında samimi olduklarını, dini eksik bildikleri için tam manasıyla uygulayamadıklarını söyleyerek onları savunsalar da, müminler durumun farkındadırlar. Zira bunlar, bilmediklerinden değil bildikleri halde, kabul etmedikleri için hak dini yaşamamaktadırlar. Yaşam tarzlarıyla, ahlaklarıyla, bozuk ruh hallerini ve yanlış mantık örgülerini gözler önüne seren bu insanlara karşı, müminler doğal olarak mesafeli yaklaşacak, bunlara karşı içten bir sevgi ve saygı beslemeyeceklerdir. Allah'ın koyduğu sınırları korumayan, Kuran ahlakını gereği gibi yaşamayanlara sevgi besleyenler, din ahlakını yaşamakta çekimser davrananlar, Müslümanları pasifize etmeye çalışanlardır. Müminlerin ise Allah'a ve Resulüne karşı olanlarla dostluk bağı kurmadıkları ayette şöyle bildirilir:
Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah'a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları Kendi'nden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orda süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir. (Mücadele Suresi, 22)
Allah Kuran’da ne Müslümanlardan yana ne de küfürden yana olan, arada kalmış bir insan topluluğundan bahseder. Bu insanlar imanı zayıf, Müslümanlarla yaşayan ancak küfre özlem duyan, vicdanlarını hiç bir zaman tam kullanmayan, söyledikleriyle yaptıkları birbirini tutmayan bir yapı sergilerler. Allah bu insanlar için “ne sizdendirler, ne onlardan” ifadesini kullanır. Allah’ın bu tanımlayamayı yaptığı Mücadele Suresinin 14. ayeti şu şekildedir:
Allah'ın kendilerine karşı gazablandığı bir kavmi veli (dost ve müttefik) edinenleri görmedin mi? Onlar, ne sizdendirler, ne onlardan. Kendileri de (açıkça gerçeği) bildikleri halde, yalan üzere yemin ediyorlar. (Mücadele Suresi, 14)
Ayette ne iman edenlerden ne de inkarcılardan yana olan, arada kalmış bu insanların şu 4 özelliğine dikkat çekilir:
1- Allah’a ve dine düşman bir zihniyete sıcak yaklaşmaları hatta bu zihniyete sahip insanları sırdaş edinmeleri.
2- Haklıdan değil güçlüden yana olmaları. Dönemin ve zamanın şartlarına göre kim güçlüyse hemen o tarafa kaymaları.
3- İçinde bulundukları samimiyetsizliğin farkında olmaları.
4- Hainliklerini gizlemek için sürekli yalan yere yemin etmeleri.
Bu bölümde pasifistlerin Allah’a ve Müslümanlara karşı olan kişilerle kurdukları ortaklık ve bunun ardındaki niyeti anlatacağız. Ancak öncelikle şunu belirtmek gerekir. Bundan, “Müslüman sadece Müslümanlarla görüşür, diğer inançtan ya da düşünceden insanlarla bağlantı kurmaz, sohbet etmez, onlara karşı sevgi ve saygı hissetmez” gibi bir sonuç çıkarılmamalıdır. Nitekim bunun en güzel kanıtlarından biri Peygamber Efendimiz (sav)’in Ehl-i Kitap’a ve dinden uzak olan insanlara karşı şefkatli tavrı ve nezaketidir.
Peygamber Efendimiz Hristiyanlara, Musevilere, Budistlere ve her inançtan insana karşı hep son derece adil, şefkatli ve saygı dolu bir tutum izlemiştir. Hepsini Allah’ın değerli kulu olarak görmüş, her birine önem vermiş, hepsinin hayat tarzını, örfünü, adetini saygıyla karşılaşmıştır. Hepsiyle görüşmüş, sohbeti, muhabbeti olmuştur. Onlara Allah’ın dinini anlatmış, hepsinin sorunlarına çözüm getirmiş, ihtiyaç duydukları zaman yanlarında olup destek olmuştur. Çünkü Peygamber Efendimiz (sav) sadece Müslümanların değil tüm insanların lideri ve öncüsüdür. Tümünün sorumluluğunu, korunmasını, kollanmasını, sağlığını, sıhhatini, mutluluk ve rahatını üzerine sorumluluk olarak almıştır. Hepsinin eşit, adil ve güzel şartlarda yaşaması için mücadele etmiştir.
Peygamber Efendimizin hayatındaki bu detaylar incelendiğinde İslam ahlakının güzelliği de ortaya çıkar.
İslamiyet’te dışlama, ötekileştirme, nefret, kin, intikam yoktur. Hepsinden önemlisi baskı yoktur. Müslüman doğruyu ve hak dini anlatır ancak her insan nasıl ve ne şekilde yaşaması gerektiğine kendi karar verir. Müslümanlar da bu karara saygı gösterir, kabul eder ve o insana onun değerleriyle hükmederler.
Bu nedenle yukarıdaki ayetten Müslümanın sadece Müslümanlarla dosluk ve arkadaşlık edebileceği sonucu çıkarılmamalıdır. Ancak burada önemli olan konu şudur. Mherkesle sohbet edip bağlantı kurabilir ancak kalpte duyulan sevgi ve güven tabiki birbiriyle aynı olmaz. Müslüman Allah’tan korkan, Allah’ın dinine titiz, Allah’ı aşkla seven, dürüst, vicdanlı, imanlı bir insana elbette diğer kişilere göre kalben daha çok değer verir ve güvenir. Böyle bir insan Müslümanın gerçek velisidir. Ancak böyle ideal ahlakta olan bir insan sadece Müslümanın değil aslında herkesin gerçek velisidir. Bir Hristiyan da böyle güzel ahlaklı bir insana sonuna kadar güvenir, ona danışmak, onu hayatında tutmak ister. Bir ateist de böyle güvenilir bir insanın yanında olmak, ona akıl danışmak, onu kendisine veli edinmek ister.
Bu nedenle ayetlerde bildirilen, “Müslümanın bir başka Müslümanı veli edinmesi” zaten fıtratın bir gereğidir. Çünkü İslam ahlakını yaşayan insan bu dünyanın en güvenilir, en akıllı, en dürüst, en vicdanlı insanı haline gelir. O tüm dünyanın dost edinmek isteyeceği bir insan olur.
Ancak pasifistler iman edenleri bu güzel ahlakını görmezden gelip, kine, hileye, hainliğe, sevgisizliğe daha yatkın olan insanları sırdaş ve dost edinmeyi tercih ederler. Müslümanların aleyhine düşünen, onların kötülüğünü isteyen, zulme ve eza etmeye yatkın karakter gösteren bu kişilere yakın olabilmenin gayreti içinde olurlar. Bu elbette samimi ve normal bir tavır değildir. Dürüst ve güzel ahlaklı kişilere düşman olanın yanında yer almak, onların hainliğine göz yummak, yaptıkları kötülüğü saklamaya çalışmak Kuran’a uygun olmaz .
Bu sapkın ve kötü bir zihniyetin, kötü bir ahlakın tezahürüdür. İşte yukarıdaki ayette pasif insanların kişiliğindeki bu bozukluğa karşı Müslümanlar uyarılmıştır.
Çünkü bu tipteki insanlar iman edenleri en ufak bir zorluk anında yüzüstü bırakabilecek, ayette de belirtildiği gibi arada kalacaklardır.
Allah kalplerinde hastalık bulunan bu kişilerin içlerindeki hainliği bir başka ayetinde, “Onlara: "Allah'ın indirdiğine ve elçiye gelin" denildiğinde, o münafıkların senden kaçabildiklerince kaçtıklarını görürsün.” (Nisa Suresi, 61) şeklinde açıklamıştır.
Pasif karakterdeki insanlar, bir yandan müminlerle hareket ederken bir yandan da içten içe inkar edenlerin yaşam tarzına özlem duyarlar. Kesin kararlı olmadıkları ve bir gün müminlerle ilişkilerini tamamen koparma ihtimalleri olduğu için, diğerleriyle de ilişkilerini tamamen kesmezler. Gerçek anlamda iman eden bir kişininse yaşamı boyunca müminleri dost edineceği onlardan uzakta bir hayatı aklından bile geçirmeyeceği açıktır.
Tedirginliklerinin bir diğer nedeni de inkar edenlerle gizliden gizliye iş birliği yaparak müminler aleyhinde tuzaklar kurmalarıdır. Bu şekilde müminlere zarar verebileceklerini, onların fikri mücadelelerine engel olabileceklerini sanırlar. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) dönemindeki münafıkların, Allah'ın Resulünden ayrı bir mescid edinmeleri ve burada müminler aleyhinde inkar edenlerle iş birliği yapmaları bu durumun örneklerindendir. Ayette şu şekilde bildirilmektedir:
Zarar vermek, inkarı (pekiştirmek), mü'minlerin arasını ayırmak ve daha önce Allah'a ve elçisine karşı savaşanı gözlemek için mescid edinenler ve: "Biz iyilikten başka bir şey istemedik" diye yemin edenler (var ya,) Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahidlik etmektedir. (Tevbe Suresi, 107)
Ayette de bildirildiği gibi, bu kimselerin en belirgin özelliklerinden biri de tüm bunları yaparken "iyi niyetli olduklarını" iddia etmeleridir. Oysa amaçları Müslümanlara fayda sağlamak değil, tam tersine inkar edenlerle iş birliği yaparak Müslümanlara engel olabilmektir. Bu kişiler, insanlardan gizlediklerini Rabbimiz'den gizleyemeyeceklerini ise asla kavrayamazlar. Bilinçaltlarını da, gizli planlarını da tüm detaylarıyla Allah'ın bildiğini anlayamazlar. Onlar gizli konuşmalar yaptıklarını ve kendilerine gizliden gizliye dostlar edindiklerini zannederlerken de, Allah onların her anlarına şahit olmakta ve melekler de yaptıklarını kaydetmektedirler. Ayetlerde şöyle buyurulmaktadır:
Onlar, insanlardan gizlerler de Allah'tan gizlemezler. Oysa O, kendileri, sözden (plan olarak) hoşnut olmayacağı şeyi 'geceleri düzenleyip kurarlarken,' onlarla beraberdir. Allah, yaptıklarını kuşatandır. (Nisa Suresi, 108)
Yoksa onlar; gerçekten Bizim, sır tuttuklarını ve aralarındaki fısıldaşmalarını işitmediğimizi mi sanıyorlar? Hayır, (işitiyoruz) ve onların yanlarındaki elçilerimiz de (herşeyi) yazıyorlar. (Zuhruf Suresi, 80)
Oysa unutmamak gerekir ki, inkar edenlere yönelttikleri sevgi ve ilgi, bu kişilerin ahirette büyük pişmanlık yaşamalarına neden olabilir. Bunlar, kişiyi doğru yoldan ayırabilecek, insanı muhakkak yapayalnız bırakacak sahte bağlardır. Dünyadayken bu gerçeği fark etmekten ısrarla kaçınanlar, hesap gününde pişmanlıklarını açıkça ifade edecek, ancak artık o gün onlar için geriye dönüp yaptıklarını telafi etme imkanı olmayacaktır. Ayetlerde şöyle buyrulmuştur:
“O gün, zulmeden, ellerini (hınçla) ısırarak (şöyle) der: "Ah keşke, elçiyle birlikte bir yol edinmiş olsaydım, vah yazıklar bana, ne olurdu da filanı dost edinmeseydim. Çünkü o, gerçekten bana geldikten sonra beni zikirden (Kur'an'dan) saptırmış oldu. Şeytan da insanı 'yapayalnız ve yardımsız" bırakandır." (Furkan Suresi, 27-29)
Daha önce Müslümanları pasifize etmek isteyen kişilerin, umursuz tavırlarıyla müminleri tedbir almaktan ve fikri mücadeleden alıkoymaya çalıştıklarını belirtmiştik. Bu insanlar kimi zaman Müslümanların fikri mücadelesindeki zorluklara karşı tedbir alınmasını engellemeye çalışırken, kimi zaman da ortada hiçbir konu yokken suni krizler oluşturarak iman edenleri kendilerince tedirgin etmeye çalışırlar.
Söz konusu kişilerin en belirgin özelliklerinden biri korkak ve tevekkülsüz olmalarıdır. Allah'ın gücünü gereği gibi takdir edemeyen bu insanlar, kader gerçeğini de tam anlamıyla kavrayamazlar. Yaşanan her anın, karşılaşılan her olayın Allah'ın takdir ettiği bir kader içinde gerçekleştiğini anlayamazlar. Oysa her insan günlük yaşamında umulmadık olaylarla karşılaşabilir. Kendisine bir haksızlık yapılabilir, bir iftiraya uğrayabilir, sözlü ya da fiili bir saldırıya maruz kalabilir.
Allah'a tevekkül eden bir Müslüman, böyle durumlarda da kaderi unutmaz ve herşeyin Yüce Allah'ın kontrolünde olduğunu bilir, korkmaz, sıkılmaz ya da üzülmez. Hayatının her anı gibi bunların da kaderin bir parçası olduğundan haberdar olduğu için başına gelenleri büyük bir olgunlukla karşılar. Hatta kimi zaman tevekkülden uzak bir insanın korkup kaygılanabileceği olaylarla karşılaşabilir. Örneğin, bütün mal varlığını bir anda yitirebilir, çocuğunu kaybedebilir, eğitim hayatı tehlikeye girebilir, işinden ayrılmak zorunda kalabilir, en yakınlarından birinin amansız bir hastalığa yakalandığını öğrenebilir... Ama Müslüman hiçbir olay karşısında kaygılanmaz. Allah'ın her an yanında olduğunu bilir, O'na dayanıp, güvenir. Bütün bu ve benzeri durumlarda Allah'a karşı sarsılmaz bir tevekkül ve teslimiyet içindedir. Allah'ın kendisi için yaratmış olduğu kaderden kalben razıdır ve o kaderin hiçbir değişiklik olmadan işlediğini unutmaz. Allah, insanların yaşayacakları her olayın bir kitapta kayıtlı olduğunu ve insanların, kitaplarında yazılı olanlar dışında hiçbir şey yaşayamayacaklarını pek çok ayetiyle haber vermiştir. Bu ayetlerden biri şöyledir:
... Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın. (Yunus Suresi, 61)
Allah'tan gereği gibi korkmayan bu kişiler ise, Allah'ın "Herhalde içlerinde 'dehşet ve yılgınlık uyandırma bakımından' siz, Allah'tan daha çetinsiniz. Bu, şüphesiz onların 'derin bir kavrayışa sahip olmamaları' dolayısıyla böyledir." (Haşr Suresi, 13) ayetinde bildirdiği gibi insanlardan çok yoğun şekilde korkarlar. Bu yüzden de Allah'ın "... Her çağrıyı kendileri aleyhinde sanırlar. Onlar düşmandırlar, bu yüzden onlardan kaçınıp-sakının..." (Münafikun Suresi, 4) ayetinde dikkat çektiği gibi herşeyi kendileri aleylerinde sanırlar. Kuran ahlakını yaşamak konusunda gevşek davrandıklarından Müslümanların aralarında olmalarına rağmen Allah'ın, "Gerçekten sizden olduklarına dair Allah adına yemin ederler. Oysa onlar sizden değildirler. Ancak onlar ödleri kopan bir topluluktur." (Tevbe Suresi, 56) ayetinde bildirdiği gibi korku ve endişelerle dolu bambaşka bir ruh hali içinde yaşarlar.
Pasifistlerin içlerindeki korkunun en büyük nedeni hayatları boyunca hainlikten ve münafık kişiliğinden vazgeçmemiş olmalarıdır. Samimi olmamanın cezası onlara korku, endişe, panik, karamsarlık olarak geri döner. İçin için vicdansızlık yaptıklarını bildikleri için, bunun suçluluğu ve ezikliği hep üzerlerindedir. Bu nedenle her an insanlardan ve Allah’tan bir karşılık, bir bela gelebileceğini düşünüp korku duyarlar. Allah münafıklara bir bela olarak korku içinde yaşamaları karşılığını vermiştir.
Müslümanlar ise vicdanlı ve temiz yaşadıkları için Allah’ın kendilerini sevip korumasını ve esirgemesini şiddetle umarlar. Elbette her Müslüman cennetle cehennem arasındadır ve ahirette nereye gideceğini asla bilemez. Tüm hayatı korku ve ümit arasında geçer. Ancak Müslümanın tertemiz ahlakı ve tertemiz yaşantısıyla birlikte hissettiği umut ona bir canlılık, sevinç ve kalbine de bir güven duygusu verir. Duydukları Allah korkusu da onların her zaman daha iyiye ve daha güzele doğru gitmelerini ve hep pozitif olmalarını sağlar. Çünkü Müslümanın korkusu Allah’ın rızasını kaybetme korkusudur yani sevgiye dayalı bir korkudur. Oysa pasifistlerin korkusu salt belaya, kayba ve felakete uğrama korkusudur. Onlara için için acı ve ızdırap veren, onları yiyip bitiren ve huzursuz eden bir duygudur.
Pasifist insanlar sözkonusu tedirginliklerini suni krizler ve kargaşa ortamları oluşturarak müminlere de yansıtmak isterler. Korkak oldukları için en ufak bir konu onlar için kriz ve kargaşa demektir, herşeyin kader içinde yaşandığını düşünmezler. Bu kişiler ruh halleriyle sadece kendilerini değil kendileri gibi zayıf imana sahip başkalarını da etkileyebilirler. Ruh hallerinde baskın olan şiddetli panik ve korku halini özellikle onlara da hissettirmeye çalışırlar. Böylece taraftar edinmek için ortada korkacak ya da paniğe kapılacak bir durum varmış izlenimi oluşturarak tedirginlik meydana getirmeyi hedeflerler.
Allah'ın "... siz kendinizi fitneye düşürdünüz, (Müslümanları acıların ve yıkımların sarmasını) gözetip-beklediniz, (Allah'a ve İslam'a karşı) kuşkulara kapıldınız. Sizleri kuruntular yanıltıp-aldattı..." (Hadid Suresi, 14) ayetinde bildirdiği gibi kuşkulara kapılmışlardır. Müminlerin -Allah'ın izniyle- üstün geleceklerine kalben inanmadıkları için, ilk bakışta aksilik gibi görünen her olayı abartılı şekilde sunarak, Müslümanların içinden çıkılması zor, çözümsüz bir durumla karşı karşıya kaldıkları izlenimini oluşturmaya çalışırlar. Kargaşa ve kriz ortamının Müslümanların gücünü azaltacak bir durum olduğunu düşündüklerinden, bu yöndeki en küçük bir gelişmeyi bile çok büyük bir felaketmiş gibi yorumlayarak, Müslümanlar içinde kargaşa meydana getirmek isterler. Halbuki iman edenler, şer gibi görülen bir olayın hayır, hayır gibi görülen bir olayın ise şer olabileceğini bildiklerinden, yaşadıkları her anın –ne tür zorluklar içerirse içersin- Rabbimiz tarafından pek çok hikmetle yaratıldığına iman ederler. Kadere teslim olup hiçbir endişeye kapılmadan yaşarlar. Kendilerini pasifize etmeye çalışan insanların kargaşa oluşturmaya yönelik her türlü tuzağının ise, "... Gerçekten Allah, kafirlerin hileli-düzenlerini boşa çıkarıcıdır" (Enfal Suresi, 18) ayetinde buyurulduğu üzere neticeye ulaşmayacağının bilincindedirler.
Din ahlakını tam anlamıyla yaşamakta çekimser davranan ve Müslümanları pasifize etmek isteyen insanların en belirgin özelliklerinden bir diğeri de sürekli olarak olumsuz konuşmalar yapmalarıdır. Din ahlakını tam anlamıyla kavrayan, Kuran'ı tüm hayatında uygulayan bir insan ise hiçbir zaman olumsuz düşünmez ve Allah'ın rahmetinden bir an olsun bile ümit kesmez. Bu, Allah'ın Kuran'da birçok ayetiyle bildirdiği önemli bir mümin özelliğidir:
… Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez. (Yusuf Suresi, 87)
De ki: "Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere ölçüyü taşıran kullarım. Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir." (Zümer Suresi, 53)
Ümitsizlik, insanların maddi-manevi güçlerini zayıflatan, onlara moral bozukluğu, şevksizlik, karamsarlık ve mutsuzluk veren, iman etmeyenlere ait bir özelliktir. Pasifliği savunan insanlar kendileri ümitsiz oldukları gibi, Müslümanların da ümitsizliğe kapılmalarını ve bu şekilde şevklerini ve heyecanlarını kaybetmelerini hedeflerler. Müminlerin, yaşadıkları olaylarda hep hayır ve hikmet görmelerini ise anlayamazlar. Kendilerinin felaket gibi gördükleri olayların, aslında birçok yönden olumlu gelişmelere vesile olabileceğini, Allah'ın herşeyi çeşitli hikmetlerle yarattığını bir türlü kavrayamazlar. Bu nedenle sürekli felaket haberciliği yapar, Müslümanları insanlardan korkmaya, fikri mücadelelerini bırakmaya çağırırlar. Müminleri ümitsizliğe düşürmek isteyenlerin, peygamberlerin döneminde de benzer konuşmalar yaptıkları Kuran'da bildirilen bir durumdur. Örneğin Peygamberimiz (sav) döneminde de bazıları, müminleri ümitsizliğe sevketmeye çalışarak, onlara karşı insanların toplandığını söylemiş, kendi akıllarınca böylece müminleri mücadeleden alıkoymaya çalışmışlardır:
Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyenlerdir. (Al-i İmran Suresi, 173)
Ayette de görüldüğü gibi, bu insanlar görünürde müminlere iyilik yapmakta, onları sözde "dostça" uyarmaktadırlar. Oysa, asıl amaçları müminlerin gözlerini korkutmak ve onları yıldırmaya çalışmaktır. Ancak salih müminler onların bu üsluplarının etkisi altında kalmazlar. Ayette de buyurulduğu üzere samimi olarak iman edenler, bu insanlara "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyerek, onların felaket haberciliği yapmalarından etkilenmezler. Rabbimiz Kendisi'ne teslim olan ve tevekkül edenlere verdiği güzel karşılığı ise bir sonraki ayette şöyle bildirmektedir:
Bundan dolayı, kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan bir bolluk (fazl) ve Allah'tan bir nimetle geri döndüler. Onlar, Allah'ın rızasına uydular. Allah, büyük fazl (ve ihsan) sahibidir. (Al-i İmran Suresi, 174)
Pasifizmi savunanların düşüncelerinin tam tersine, iman edenler ve Allah'ın rızasına uyanlara gerçek anlamda bir kötülük dokunmaz ve onlar Rabbimiz tarafından her zaman nimetlendirilirler. Kimi zaman zorluklarla karşılaşsalar da Allah herşeyi iman edenler için bir hayırla yaratır. Bu insanların, müminlerin zor durumda kalacaklarına dair yanılgılarının temel nedenlerinden biri ise, cahiliye ahlakını yaşayanların sayıca çok, salih müminlerin de sayıca az olmasıdır. Bu kişiler, sayıca fazla olmalarının inkar edenlere fikren bir üstünlük sağlayacağını zannederler. Oysa bunun ne kadar büyük bir yanılgı olduğunu Allah Kuran'da bildirmiştir:
... Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir. (Bakara Suresi, 249)
Söz konusu kişiler yapılacak olan her yeni hizmetin önünü kapamaya ve zor gibi göstermeye de çalışırlar. Örneğin İslam ahlakının anlatılacağı bir çalışma yapılmadan önce, insanların bu çalışmalara rağbet etmeyeceklerini, dolayısıyla böyle bir çalışmanın gerekli olmadığını iddia ederler. Amaçları, daha en başından müminlerin bu konudaki şevklerini kırmaktır. İman edenler Kuran ahlakını yaymak için yürütülen ilmi çalışmalarında mümkün olabildiğince çok kişiye ulaşmak isterler. Pasifist karakterdeki insanlar ise , yavaş hareket ederek, ne kadar kişiye ulaşılabiliyorsa o kadar insana anlatmanın yeterli olacağını öne sürerler. Gayeleri, müminleri ağırlaştırmak ve çalışmalarını engellemektir. Yardım etmek ve bilgi vermek maksadıyla söylüyormuş gibi yaparak her işi baştan engellemeye çalışırlar. Tüm bunların sonucunda ise müminleri ümitsizliğe düşürerek azimlerinin, şevklerinin azalmasını hedeflerler.
Ancak müminler bu tip ifadelerle ümitsizliğe kapılmazlar, tam tersine daha da şevklenirler. Çünkü insanın karşısına çıkan ve zorluk gibi görülen her olayı yaratan Allah'tır. Bu zorlukların tümünde salih müminler için bir hayır ve güzellik vardır. Ve iman edenler için, Allah'ın yardımıyla, aşılamayacak hiçbir zorluk yoktur. Bunu bilen müminler her zaman her konuda ümitvar olurlar. Dolayısıyla müminlerin üslubunda hiçbir zaman olumsuzluk olmaz. Her zaman yaptıkları hizmetlerin en mükemmel şekilde sonuçlanacağına inanırlar. Samimi olarak iman edenler ve peygamberlerin yoluna uyanlar, Rabbimiz'in kendilerini yardım ve zaferle müjdelediklerinin de bilincindedirler. Rabbimiz, iman edenlere şöyle müjde vermiştir:
Andolsun, (peygamber olarak) gönderilen kullarımıza (şu) sözümüz geçmiştir: Gerçekten onlar, muhakkak nusret (yardım ve zafer) bulacaklardır. (Saffat Suresi, 171-172)