Çiçekler, tomurcuklarından ütülenmiş gibi buruşmadan çıkar... |
Allah'a iman eden insan doğada gördüğü güzellikler karşısında Rabbimiz'i tesbih eder. Var olan tüm güzellikleri herşeyin hakimi olan Allah'ın yarattığının farkındadır. Tüm güzelliklerin Allah'a ait olduğunu, O'nun Cemal sıfatının tecellileri olduğunu bilir.
İnsan doğada gezerken karşısına her zamankinden fazla güzellik çıkar. Tek bir ottan sarı bir papatyaya, kuşlardan karıncalara kadar herşey üzerinde düşünmeyi gerektiren ayrıntılarla doludur. İnsan bunlar üzerinde düşündükçe Allah'ın güç ve kudretini anlar.
Örneğin kelebekler son derece estetik ve göze hoş gelen varlıklardır. İncecik tül gibi kanatlarının üzerindeki simetri, desenlerin elle çizilmiş gibi son derece muntazam olması, birbiriyle uyumlu, fosforlu renkleri ile Yüce Allah'ın benzersiz sanatının ve üstün yaratma gücünün delillerindendir.
Aynı şekilde yeryüzündeki sayısız çeşitteki bitkiler ve ağaçlar da Bari olan yani yaratan, kusursuzca var eden Allah'ın yarattığı güzelliklerdendir. Her biri birbirinden tamamen farklı renklere sahip çiçekler, farklı görünümdeki ağaçlar insanlara zevk verecek görünümde yaratılmışlardır.
İman eden kişi, gül, menekşe, papatya, sümbül, orkide, karanfil ve diğer çiçeklerin nasıl olup da bu kadar pürüzsüz yüzeyleri olduğunu, tomurcuğun içinden hiçbir buruşukluk olmadan dümdüz ütülenmiş gibi nasıl çıkabildiklerini düşünür.
Allah'ın yarattığı bir diğer güzellik de bu çiçeklerin olağanüstü kokularıdır. Örneğin bir gülün sürekli etrafına yaydığı, hiç değişmeyen yoğun bir kokusu vardır. En son teknolojiyle bile bu gül kokusunun birebir benzeri yapılamamaktadır. Laboratuvarlarda bu kokunun taklidi yapılmaya çalışıldığında ortaya çıkan sonuç son derece yetersizdir. Bir gülün kokusuna benzetilmeye çalışılarak üretilen kokular genellikle insanda rahatsızlığa neden olan ağır kokulardır. Oysa gül kokusu insanda hiçbir rahatsızlığa neden olmaz.
Hoşumuza giden her görüntü Yüce Allah'ın sanatını tanıtır. Bir bahçenin güzelliğini gören insan "MaşaAllah, Allah'tan başka kuvvet yoktur" diyerek Allah'ı yüceltmelidir. |
İman eden kişi bunların her birinin insanın Allah'ı tesbih etmesi, yarattığı güzelliklerde Allah'ın sanatını ve ilmini tanıyabilmesi için yaratılan varlıklar olduğunu bilir. Bu nedenle bahçesinde gezerken bu güzellikleri gördüğünde "MaşaAllah, Allah'tan başka kuvvet yoktur" (Kehf Suresi, 39) diyerek Allah'ı yüceltir. Allah'ın tüm bu güzellikleri insanların hizmetine sunduğunu ve ahirette bunlarla kıyas edilemeyecek üstünlükteki güzellikleri iman edenlere vereceğini hatırlar. Ve bundan dolayı Rabbimiz'e karşı duyduğu sevgi kat kat artar.
İnsanın doğada gördüğü tüm güzellikler, Allah'ın üstün ve benzersiz yaratma gücünün delilleridir. Cennet ise dünyadaki güzelliklerle kıyaslanamayacak kadar kusursuz olacaktır. |
Büyük bir gayretle yuvasına yiyecek taşıyan bir karınca. |
Bazı insanlar çevrelerinde gördükleri canlılar üzerinde düşünmeyi çok gerekli görmezler. Her gün gördükleri canlıların ilginç özellikleri olabileceği akıllarına gelmez. Oysa iman eden bir insan için Allah'ın yarattığı her canlı kusursuz bir yaratılışın izlerini taşır. İşte karıncalar da bu canlılardandır.
İman eden bir insan bahçede dolaşırken gördüğü bir karıncayı görmezlikten gelerek geçip gitmez. Onun şaşkınlık verici özelliklerini görerek Allah'ın kusursuz yaratışına şahit olur.
Örneğin bir karıncanın yürüyüşünü dahi incelemek düşündürücüdür. Milimetrik bir inceliğe sahip olan bacaklarını son derece düzenli bir şekilde arka arkaya hareket ettirir, üstelik hangi bacağının önce, hangisinin sonra geleceğini çok iyi bilir. Hiç şaşırmadan hızlı hızlı hareket edebilir.
Bu küçücük böcek, kendi bedeninden çok daha büyük kırıntıları yüklenir. Canla başla onları yuvasına taşır. Kendi bedeniyle kıyaslandığında çok uzun mesafeler kat eder. Uçsuz bucaksız bir toprak zeminde görünürde hiçbir yol gösterici olmamasına rağmen yuvasını bulabilir. Üstelik bu yuvanın girişi insanın dahi tespit etmekte hayli zorlanacağı küçüklükte olmasına rağmen, o hiç yanılmaz ve nerede olursa olsun bu yuvayı bulur.
İnsan bahçede arka arkaya dizilmiş, büyük bir gayretle yuvalarına yiyecek taşımaya çalışan karıncaları görünce bu küçücük canlının böylesine canla başla çalışması için ne gibi bir amacı olabilir diye düşünür. Ardından bir karıncanın sadece kendisi için değil, kolonisindeki diğer bireyler, kraliçe karınca ve yavrular için de sürekli yiyecek taşıdığını fark eder. Bu kadar küçük ve gelişmiş bir beyni bile olmayan karıncanın bu çalışkanlığı, disiplini, fedakarlığı nereden bildiği, üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Tüm bunları düşündükten sonra vardığı sonuç ise şöyledir: Karıncalar da tüm diğer canlılar gibi Allah'ın ilhamı ile hareket ederler, yalnızca O'nun emrine uyarlar.
Sarmaşığın kendini bir cisme dolaması şuurlu bir varlığın hareketine benzer. |
Bahçede dolaşmakta olan bir mümin Allah'ın yarattığı güzelliklerden biri olan sarmaşıklarla karşılaştığında, onlar üzerinde de düşünür. Çünkü düşünen bir insan için çevresindeki her varlıkta ders alınacak deliller vardır.
Örneğin sarmaşıkların kendilerini bir dala veya herhangi bir cisme dolamaları insanın üzerinde dikkatle düşünmesi gereken bir olaydır. Eğer bu büyüme bir yere kaydedilip, daha sonra hızlı çekimde izlense, sarmaşığın sanki şuurlu bir varlık gibi hareket ettiği görülür. Sanki biraz ilerisinde bir dal olduğunu görüyormuş gibi o dala doğru kendini uzatır ve adeta kement atarak dala kendini bağlar. Hatta bazen birkaç kez dolanarak kendini sağlama alır. Bu şekilde hızla ilerler, yolu bittiğinde geri dönerek veya aşağı doğru inerek kendine yeni bir yol bulur. İşte bunlara şahit olan mümin Allah'ın var ettiği tüm canlıları kendilerine özgü, kusursuz sistemlerle yarattığını bir kez daha görür.
Ayrıca bir sarmaşığın hareketlerini izlemeye devam ettikçe onun önemli bir özelliğine daha şahit olur. Sarmaşığın yanlara kollar çıkararak, kendini bulunduğu duvarın üzerine kuvvetlice yapıştırdığını görür. Şuursuz bir bitkinin ürettiği yapıştırıcı o kadar güçlüdür ki, yapıştığı duvardan çıkartırken duvarın boyasını dahi sökebilir.
Böyle bir bitkinin varlığı, bunları görüp üzerinde düşünen mümine bu bitkiyi yaratmış olan Allah'ın kudretini bir kez daha gösterir.
Kuru bir odundan yemyeşil ve canlı yaprakların çıkması, metrelerce yükseklikteki yaprakların incecik damarlarına kadar suyun ulaşabilmesi, yaprakların kızgın güneşin altında dahi kurumamaları... Bunlar ağaçların düşündürdüğü sayısız konudan sadece birkaçıdır. |
Ağaçları her gün her yerde görürüz ama, çok yüksek bir ağacın en ucundaki dalın, en uç yaprağına kadar suyun nasıl ulaşabildiğini hiç düşündünüz mü? Bir benzetme yaparak bundaki olağanüstülüğü daha iyi anlayabiliriz. Apartmanınızın bodrum katındaki deponun içindeki suyun, hidrofor veya herhangi güçlü bir motor kullanmadan üst katlara çıkması imkansızdır. Hatta ilk kata bile suyu gönderemezsiniz. Öyle ise ağaçlarda da hidrofor benzeri güçlü bir pompalama sistemi bulunmalıdır. Aksi takdirde ağacın gövdesine ve dallarına su ulaşamayacağı için ağaçlar kısa sürede ölebilirler.
Ancak Allah her ağacı gerekli tüm teçhizatı ile birlikte yaratmıştır. Hatta birçok ağaçtaki pompalama sistemi insanın kendi oturduğu apartmanla kıyas dahi edemeyeceği kadar üstündür. İşte çevresindeki herşeye "gören bir göz"le bakan kişinin, bu varlıkları gördüğünde düşündüğü konulardan biri de budur.
Bir diğer konu ise, yapraklarla ilgilidir. Gördükleri üzerinde düşünen bir insan ağaca baktığında üzerindeki yaprakları, alışık olduğu sıradan yapılar olarak değerlendirmez. Onlarla ilgili birçok insanın aklına gelmeyen şeyler düşünür. Örneğin yapraklar çok narin yapılı varlıklardır. Ancak buna rağmen kavurucu sıcağın altında bile kurumazlar. İnsan 40 derece sıcağın altında biraz kalsa derisinin rengi değişir, fazlasıyla su kaybeder. Ancak yapraklar incecik damarlarından çok az su alabilmelerine rağmen günlerce, hatta aylarca kavurucu sıcağın altında kavrulmadan yemyeşil kalabilirler. İşte bu, Allah'ın herşeyi benzersiz bir ilimle yarattığını gösteren bir yaratılış mucizesidir. İman eden insan da bu yaratılış mucizesi üzerinde düşünerek Rabbimiz'in büyüklüğünü bir kez daha görüp tesbih edebilir.
İnsanlar genellikle gün içinde veya akşam evlerine dönünce gazete ve televizyon haberlerini takip ederler. Bu haberlerde de vicdanlı bir insan için üzerinde düşünüp öğüt alacak, Allah'ın ayetlerini görecek konular vardır.
Allah korkusu olan toplumlarda bu görüntülerin hiçbiri yaşanmaz. |
Her gün gazetelerin üçüncü sayfalarında ve televizyon haberlerinde birçok adam öldürme, yaralama, hırsızlık, soygun, dolandırıcılık, intihar gibi olayların haberlerine rastlanır. Bu olayların bu kadar sık gerçekleşmesi, insanların büyük bir bölümünün bu tarz suçları işlemeye bu kadar açık olmaları ise insana Allah'ın dinini yaşamayan insanların uğradıkları zararları gösterir. Bir insanın para almak için küçücük bir çocuğu rehin alabilmesi, ona çok büyük bir korku yaşatması, hatta öldürebilmesi, silahını doğrultup hiç tereddüt etmeden bir insanın yüzüne ateş edebilmesi, bir diğerinin rüşvet alması, intihar etmesi, dolandırıcılık yapması… Bunların hepsi bu insanların Allah'tan korkmadıklarının, ahiretin varlığına inanmadıklarının bir göstergesidir. Allah'tan korkup sakınan, ahirette hesap vereceğini bilen bir insan bunların herhangi birini asla yapamaz. Çünkü bunların her biri ahirette cehennemle karşılık görecek olan eylemlerdir.
Bir insan "ben ateistim, Allah'a inanmıyorum ama rüşvet almam" diyebilir. Ancak Allah korkusu olmayan bir insanın bu sözü kesinlikle geçerli olmaz. Çünkü bulunduğu koşullar değiştiğinde sözünde durmaması ihtimali son derece kuvvetlidir. Örneğin bu insanın acil bir sebepten dolayı para bulması gerektiğinde, karşısına hırsızlık yapabileceği veya rüşvet alabileceği bir ortam çıksa, bu sözünde durmayabilir. Veya böyle bir insanın kendi canının tehlike altında olduğu bir durumda yine sözünde durması beklenmez. Söz konusu kişi zor bir durumda rüşvet almaktan kaçınsa bile, başka bir haram fiile yönelebilir. Ancak Allah korkusu olan bir insan için koşulların veya mekanın değişmesi hiçbir şeyi değiştirmez. İman eden bir insan, her ne olursa olsun asla ahirette hesabını veremeyeceği şeyi yapmaz.
Bu nedenle her gün gazetelerde, televizyonlarda, dost meclislerinde şikayet edilen, "bu topluma neler oldu böyle" dedirten olayların nedeni dünyanın çeşitli ülkelerinde hakim olan dinsizliktir. Tüm bu haberleri gören mümin, bunların üzerinden geçip gitmez, tek çözümün insanlara Allah sevgisini ve korkusunu anlatmak, manevi değerleri canlandırmak olduğunu düşünür. Çünkü Allah'tan korkup sakınan, ahirette hesap vereceğini bilen insanların oluşturduğu toplumda bu türlü olayların yaşanması imkansızdır. Böyle bir toplumda huzur ve güven en yüksek derecede yaşanır.
Yine gördükleri üzerinde düşünmeye devam eden kişi için, televizyonlarda yer alan tartışma programları da ibret vericidir.
Bu tartışma programlarına, o günün konusuyla en yakından ilgili ve o konuda en fazla bilgi sahibi kişiler çağırılır. Bu kişiler saatlerce bir konu hakkında konuşurlar ancak hiç kimse işin içinden çıkamaz ve bir sonuca da varamaz. Halbuki o tartışma programına katılanlar, bu konuyu çözebilecek yetkiye sahip olan kişilerdir.
Üstelik birçok konunun çözümü aslında son derece açıktır. Ancak insanların bir kısmının kişisel çıkarları, çevrelerinin etkisi altında kalmaları, samimi bir çözüm arama yoluna gitmektense kendi isimlerini ön plana çıkartma gayretleri tüm işleri adeta çıkmaza sokar.
Tüm bunlara şahit olan vicdanlı bir insan, bu olayların kaynağının da insanların Allah'ın dininden uzak olmaları olduğunu düşünür. Çünkü Allah'a iman eden bir insan asla sorumsuz, çözümsüz ve vurdum duymaz bir yapı sergileyemez. Allah'ın karşısına çıkardığı her olayda bir hikmet olduğunu, dünyada her an denenmekte olduğunu, aklını, gücünü, bilgisini Allah'ın razı olacağı şekilde kullanması gerektiğini bilir. Ayrıca bu tür programları seyreden bir mümin Allah'ın bir ayetini hatırlar:
... İnsan, herşeyden çok tartışmacıdır. (Kehf Suresi, 54)
Bu tarz programlarda rastlanan ortam insanların bir çoğunda olan tartışmacı, daha doğrusu kavgacı yönünü ortaya çıkarır. Bu kişilerin büyük kısmının, çoğunlukla kendilerine yöneltilen soruyu bile algılayamamaları, sadece kendi söyleyeceklerine takılıp bir an önce onu söylemeye çalışmaları, birbirlerinin sözünü kesmeleri, seslerini kolaylıkla yükseltip hemen itidallerini kaybederek sinirlenmeleri, hatta karşılarındaki insanlara hakaretler yağdırmaya başlamaları, bu kişilerin olumsuz yönlerini ortaya koymaları açısından önemlidir.
Allah korkusu olan, yüzde yüz samimi ve dürüst insanların toplandığı bir mecliste bu tür uzayan ve sonuçsuz kalan bir ortam kesinlikle oluşmaz. Amaç Allah'ın razı olacağı çözümü getirmek ve insanlara en fazlasıyla fayda sağlamak olduğu için, akla ve vicdana en uygun olan yöntem bulunur ve hiç vakit geçirilmeden uygulanır. Herkes vicdanen alınan karardan tatmin olacağı için herhangi bir tartışma ortamı da oluşmaz.
Bir kişinin itirazı olduğunda ise, eğer bu kişinin itirazı haklı nedenlere dayanıyorsa ve gösterdiği yol daha doğru ise, hemen bu teklif geçerli sayılır. Çünkü Allah'tan korkup sakınan insanlar, diğerleri gibi kibirlenerek laf anlamaz bir tavır göstermezler. Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibi "... Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır" (Yusuf Suresi, 76) diyerek, en doğru olanı uygularlar.
Aksi bir ortam, yani örneğine pek çok ülkede rastlanan, sabahlara kadar süren ve hiçbir sonuç alınamayan tartışmalar, insanlara din ahlakının getirdiği güzel ahlakın ve yüksek karakterin yaşanmadığı bir ortamda neler olabileceğini göstermesi açısından düşündürücüdür.