Evrim teorisi, daha önce de belirttiğimiz gibi hayatın tesadüfen meydana gelen bir hücreyle başladığını iddia eder. Bu, dünya tarihindeki ilk sanayileşmenin bir gün bir kentin merkezinde tesadüfen oluşan bir fabrikanın yine tesadüfen üretime geçmesiyle başladığını söylemek kadar, hatta daha da saçma bir iddiadır.
Ernst Haeckel'in yaşadığı devirde resimde görülen ilkel tarzda mikroskoplarla sadece hücrenin dış yüzeyi hakkında bilgi edinilebiliyordu. Bu bilgi seviyesi ile ortaya atılmış olan bir iddianın 21. yüzyılın bilimsel gelişmişlik düzeyi içinde, kimilerince hala savunuluyor olmasının "Darwinist büyü" den başka bir açıklaması yoktur.
Evrim teorisinin iddiasına göre bundan dört milyar yıl kadar önce ilkel dünya atmosferinde birtakım kimyasal maddeler tepkimeye girmiş ve yıldırımların, sarsıntıların ve başka olayların etkisiyle karışmış ve böylece ilk canlı hücre ortaya çıkmıştır.
Bu, Darwin'in dönemindeki cehalet ve ilkel bilim seviyesinin ürünü olan bir senaryodur. Darwin'in bu teoriyi ortaya attığı dönemde bilim dünyası hücrenin yapısı hakkında herhangi bir bilgiye sahip değildi. Mevcut mikroskoplar hücreyi sadece bir kara leke olarak görebiliyorlardı. Örneğin Ernst Haeckel hücrenin "homojen bir protoplazma yığını" olduğunu düşünüyordu yani hücrenin işlevlerinden, kompleks özelliklerinden habersizdi. Oysa geçtiğimiz yüzyılda teknolojide yaşanan hızlı gelişmeyle, 20. yüzyılın en büyük keşiflerinden biri yapıldı ve hücrenin tüm detayları keşfedildi. Ortaya çıkan tablo ise bilim adamlarını hayrete düşürecek nitelikteydi. Hücrenin bugün bilinen en kompleks yapılardan biri olduğu anlaşıldı.
Hücre, aynı bir fabrika gibi farklı işlemlerin yapıldığı pek çok farklı bölümlere ve farklı görevleri olan elemanlara sahiptir. Bu bölümler; enerjiyi üreten santraller; yaşam için zorunlu olan enzim ve hormonları üreten fabrikalar; üretilecek bütün ürünlerle ilgili bilgilerin kayıtlı bulunduğu bir bilgi bankası; bir bölgeden diğerine hammaddeleri ve ürünleri nakleden kompleks taşıma sistemleri, boru hatları; dışarıdan gelen hammaddeleri işe yarayacak parçalara ayrıştıran gelişmiş laboratuvar ve rafineriler; hücrenin içine alınacak veya dışına gönderilecek malzemelerin giriş-çıkış kontrollerini yapan uzmanlaşmış hücre zarı proteinleridir. Bu sayılanlar hücredeki karmaşık yapının yalnızca bir bölümünü oluşturur.
Evrimci bir bilim adamı olan W. H. Thorpe, hücredeki bu muazzam yapıyı "Canlı hücrelerinin en basitinin sahip olduğu mekanizma bile, insanoğlunun şimdiye kadar yaptığı, hatta hayal ettiği bütün makinalardan çok daha komplekstir"22 şeklinde ifade etmektedir.
Hücredeki özelliklerin tesadüf kelimesini anlamsız hale getiren çok önemli bir yönü daha vardır. Daha önce üzerinde durduğumuz gibi hücredeki tüm işlemler DNA'da kodlu olan bilgiler doğrultusunda gerçekleştirilmektedir. Ve DNA'daki bu bilginin üstün bir yaratılışın ürünü olduğu apaçıktır. Ancak yalnızca DNA değil, hücredeki tüm organeller üstün bir yaratılışın ürünüdürler. Bu konuda Amerikalı bilim adamı John Morris'in aşağıdaki sözleri son derece açıklayıcıdır:
Tek hücreli bir organizma bile, bilim adamlarının anlayışlarının ötesinde, komplekstir. Tek başına kendi kopyasını oluşturabilir. Yaşamın tümü muhteşem kompleks genetik kodla çevrelenmiştir. Bu kod sadece tasarım ve düzen içermemekte aynı zamanda yazılı bilgi de içermektedir. Bu DNA kodu sadece doğru olarak yazılmamalı aynı zamanda hücrenin geri kalanı bunu okuyabilmeli ve talimatları takip etmelidir. Hücrede gerekli besini metabolize etmek ve özellikle çoğalmak için çok sayıda enzim reaksiyonu meydana gelir. Bununla ilgili kodun hayatın kökenini sağlaması gerekmektedir. Bunu kendi kendine nasıl yazabilir? Ve bütün bu organeller bunu okumayı ve itaat etmeyi nasıl öğrenebilmişlerdir?23
Biyoloji profesörü Michael Denton ise Evolution: A Theory in Crisis (Evrim: Kriz İçinde bir Teori), isimli kitabında bu kompleksliği şöyle bir örnekle açıklamaktadır:
Moleküler biyoloji tarafından ortaya konan hayatın gerçek yönünü anlayabilmek için bir hücreyi çapı 20 kilometre olan, Londra veya New York gibi büyük bir şehrin büyüklüğüne ulaşana kadar milyonlarca kez büyütmeliyiz. Bunun sonucunda karşımıza eşsiz bir kompleksliğe ve mükemmel bir tasarıma sahip bir yapı çıkacaktır. Hücrenin yüzeyinde, sürekli olarak bazı maddelerin giriş ve çıkışına yarayan ve bir uzay gemisinin liman çıkışlarını andıran milyonlarca kapı görülür. Eğer bu kapılardan birinden içeriye girme imkanımız olsa kendimizi dünyanın en muhteşem teknolojisinin ve insanı hayrete düşüren bir kompleksliğin içinde buluruz... İnsan zekasının yapımı olan her ürünün çok üstündeki bu komplekslik bizim düşünme kapasitemizin çok üstündedir ve tesadüf kavramını tamamen ortadan kaldırmaktadır...24
1- Çekirdek
2- Kromozomlar
3- Mitokondri
4- Ribozomlar
5- Kloroplastlar
6- Kofullar
7- Endoplazmik Retikulum
8- Hücre Zarı
Yanda hücre içindeki adeta bir fabrikaya benzeyen kompleks yapıyı tanımlayan bir flema görülmektedir. Altta ise gerçek bir hücrenin çizim resmi görülmektedir. Her organeli özel bir tasarıma sahip olan böyle bir yapının tesadüfen oluşamayacağı açıktır.
DNA'nın Kompleks Yapısı
Bu iki resim evrim teorisinin hücrenin yapısı karşısında neden çıkmaza girdiğini açıklamaya yetmektedir.Michael Denton'ın da ifade ettiği gibi "tesadüf kavramını tamamen ortadan kaldıran" bu eşsiz mekanizmanın rastlantıların bir eseri olduğunu düşünmenin altında yatan sebep acaba nedir? Bu kusursuzluğun eşsiz bir yaratılış delili olduğu bu kadar açıkken, evrimciler böyle bir masala nasıl inanabilmektedirler? İşte bu noktada karşımıza yine Darwinci büyünün etkisi çıkmaktadır. Kitabın başında belirttiğimiz adeta büyülenmiş olan adamın güneşli havanın yağmurlu olduğunu iddia etmesi gibi, evrime inananlar da hiçbir gerçekliği olmayan bir fikri, hücrenin tesadüfen meydana geldiğini iddia etmektedirler. Üstelik bu iddialarına tek bir delil bulamamalarına rağmen, saplantılarından vazgeçmemekte ve hiçbir zaman bulamayacakları bir delili arayarak yaşamlarını sürdürmektedirler. Hatta yaşamlarını bu konuya adamış bilim adamları ve araştırmacılar vardır. Bu insanların yaşamlarını tamamen hayal ürünü senaryoları doğrulama çabası içinde geçirmeleri, söz konusu büyünün etkisinden başka bir şey değildir.
Evrimcilerin en büyük sorunlarından biri, bir türün diğer türe nasıl dönüştüğünü açıklayamamalarıdır. Evrimciler mutasyonların ve doğal seleksiyonun bir canlıda küçük ve yavaş değişikliklere neden olduğunu ve bu değişikliklerin birikmeleri sonucunda bu canlı türünün bir başka türe dönüştüğünü iddia ederler. Onların bu iddialarına göre ise geçmişte bu küçük değişimlerin bazılarını üzerinde taşıyan canlılar yaşamış olmalıdır. Evrimciler bu canlılara "ara geçiş formu" ismini verirler. Sözgelimi, evrimciler balıkların, deniz yıldızları veya deniz solucanları gibi omurgasız deniz canlılarından evrimleştiğini iddia ederler. Öyle ise, bu iki farklı canlı grubu arasında kademeli bir evrim sağlayacak çok sayıda "ara geçiş formu" yaşamış olmalıdır. Yani hem balık özelliklerine sahip olan, hem de omurgasız canlı özellikleri taşıyan çok sayıda tür yaşamış olmalıdır. Ve eğer böyle canlılar yaşadılarsa bizim onların fosillerini bulmamız gerekir. Günümüzde, paleontolojik verilere baktığımızda, geçmişte yaşamış canlıların fosil kayıtlarının olağanüstü derecede zengin olduğunu görürüz. Ancak tüm bu zengin veriye rağmen evrimcilerin iddiasını doğrulayan tek bir tane bile ara geçiş formu fosili bulunmamıştır.
Bu konuyla ilgili yan sayfada verdiğimiz tabloyu incelemekte yarar vardır. Çünkü bu tablodan çıkan sonuçlar, evrimin geçersizliğini apaçık göstermektedir.
Siz arka sayfadaki gibi bir tabloya baktığınızda ne düşünürsünüz? Geçmişte omurgasızlar, balıklar, sürüngenler, kuşlar, memeliler yani bugün yeryüzünde gördüğünüz pek çok canlı yaşamıştır ve bunlara ait fosil kayıtları vardır. Ama bir de hiçbir fosil kaydı olmayan, geçmişte yaşadığına dair tek bir delil bulunmayan, hayali canlılar vardır. Bir insan karşınıza çıksa ve "Bu canlıların yaşadığına dair bir delil yok ama ben yaşamış olabileceklerini düşünüyorum, öyle olmasını istiyorum. Bu yüzden önce yaşadıklarını varsayalım, fosillerini (yani yaşadıklarına dair delilleri) sonra buluruz" dese ne düşünürsünüz? Elbette mantıklı bulmazsınız. Ama evrimciler tam 150 yıldır adeta bir "büyü" altındaymış gibi bu iddiayı sürdürmektedirler. Oysa bu canlılar aynen şu an sahip oldukları özelliklerle geçmişte de yaşamışlar ve bugüne kadar herhangi bir evrim süreci geçirmemişlerdir. Ama evrimcilerin iddia ettiği bir canlıdan diğerine evrimleşirken ortaya çıkmış olması gereken "ara tür" varlıklardan hiçbirine ait bir fosil kayda geçmemiştir. Ara geçiş formlarının olmaması demek ise, açıkça "evrim hiçbir zaman yaşanmadı" demektir.
CANLI GRUBU | FOSİLİ | ||
YÜZBİNLERCESİ VAR | |||
Omurgasız Canlılar | deniz salyangozu fosili | deniz yıldızı fosili | |
YÜZBİNLERCESİ VAR | |||
Balıklar | balık fosili | köpekbalığı fosili | |
YÜZBİNLERCESİ VAR | |||
Sürüngenler | sürüngen fosili | timsah fosili | |
YÜZBİNLERCESİ VAR | |||
Kuşlar | kuş fosili | ||
YÜZBİNLERCESİ VAR | |||
Memeliler | geyik fosili | yarasa fosili | |
BİR TANE BİLE YOK | |||
Yarı Omurgasız Yarı Balık | |||
BİR TANE BİLE YOK | |||
Yarı Balık Yarı Sürüngen | |||
BİR TANE BİLE YOK | |||
Yarı Sürüngen Yarı Memeli | |||
BİR TANE BİLE YOK | |||
Yarı Sürüngen Yarı Kuş |
Bu tabloyu gören bilimsel düşünce yapısına ve analiz yeteneğine sahip, akıl ve mantık sahibi bir insan, evrimin hiçbir zaman gerçekleşmediğini kolaylıkla anlar. Ancak evrimciler fosil kayıtlarının ortaya koyduğu bu bilimsel gerçeklere rağmen evrim sürecinin gerçekleştiği konusundaki ısrarlarını sürdürürler.
Oysa Darwin bile kendi döneminde fosil kayıtlarının teorisini desteklemediğinin farkındaydı. Fakat gelecek yıllarda fosil kayıtlarının daha zenginleşeceğini ve ara geçiş formlarının da bulunacağını umuyordu. Ancak günümüzde evrimcilerin böyle bir ümitleri kalmamıştır. Çünkü kendilerinin de itiraf ettiği gibi fosil kayıtları son derece zengindir ve bize hayatın tarihini göstermek için yeterlidir. Lund Üniversitesi'nden İsveçli evrimci botanikçi Prof N. Heribert Nilsson fosil kayıtları konusunda şunları söyler:
Evrimi, 40 yıldan fazla süren bir çaba ile kanıtlama teşebbüslerim sonunda başarısızlıkla sonuçlandı… Fosil materyali şu anda o kadar tamdır ki, yeni sınıflar oluşturmak mümkün olmuştur ve geçiş dizilerinin bulunmayışı, materyal eksikliği ile açıklanamaz durumdadır. (Fosil kayıtlarındaki) boşluklar gerçektir, asla tamamlanamayacaklardır.25
Glasgow Üniversitesi'nden paleontolog Prof. T. Neville George ise fosil kayıtlarının son derece zengin olmasına rağmen, aranan ara geçiş formlarının hala bulunamadığını şöyle ifade etmiştir:
Fosil kayıtlarının (evrimsel) zayıflığını ortadan kaldıracak bir açıklama yapmak artık mümkün değildir. Çünkü elimizdeki fosil kayıtları son derece zengindir ve yeni keşiflerle yeni türlerin bulunması imkansız gözükmektedir... Her türlü keşfe rağmen fosil kayıtları hala (türler arası) boşluklardan oluşmaya devam etmektedir.26
Kimi evrimci bilim adamları, ara geçiş formlarının hiçbir dönemde var olmadıklarını çok iyi bilmelerine rağmen evrim teorisinden asla vazgeçmezler. Hatta vazgeçmek yerine çok daha farklı bir yöntem izleyip, sahtekarlığa başvururlar. Ortaya sürekli sahte deliller çıkarır, mevcut fosiller üzerinde oynamalar ve taraflı yorumlar yaparak "Darwinci büyüyü" bozmamaya büyük bir özen gösterirler.
Yukarıda da söz edildiği gibi fosil kayıtları evrimin hiçbir zaman gerçekleşmediğini kesin olarak göstermiştir. Ancak bu durum da Darwinistlerin hızını kesmemiştir. Kimi evrimciler çıkış yolu olarak hayali ara geçiş formlarının varlığına inanmaya devam etmişlerdir. Bazıları ise en olmadık açıklamalarla evrimi savunma yoluna gitmişlerdir.
Evrimcilerin tarihe geçen en garip inançlarından biri "umulan canavar" (hopeful monster) teorisidir. Ara geçiş formlarının bulunmamasından dolayı çok büyük bir baskı altına giren bazı evrimciler, evrim için ara geçiş formlarına ihtiyaç olmadığını, çünkü değişimin yavaş yavaş ve kademe kademe değil, birdenbire olduğunu iddia etmeye başlamışlardır.
İşte bu, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Öyleyse Hak'tan sonra sapıklıktan başka ne var? Peki, nasıl hala çevriliyorsunuz? (Yunus Suresi, 32)
İlk olarak 1940'larda Otto Schindewolf isimli evrimci bilim adamı "ilk kuşun bir sürüngen yumurtasından çıktığını" iddia etmiştir. Ve böylece sürüngenden kuşa geçişin nasıl olduğunu kendince açıkladığını zannetmiştir. Bu mantıksız iddiaya göre böyle ani bir geçişin delili kalamayacağına göre, fosillerde delil arama sorunu da ortadan kalkmıştır. Böyle bir iddianın utanç verici olarak görülüp örtbas edilmesi gerekirken, bazı evrimciler daha sonraki yıllarda bu tuhaf iddiayı sahiplenmişler, hatta daha da geliştirmişlerdir. Çok tanınan evrimciler arasında sayılan Richard Goldschmidt "umulan canavar" olarak adlandırdığı makroevrimle, Schindewolf'un bu uç örneğini kabul ettiğini göstermiştir.27 "Umulan canavar teorisi" olarak adlandırılan bu akıl ve mantık dışı teoriye göre, bir gün bir sürüngenin bıraktığı yumurtadan kahverengi tüylü bir yaratık çıkmıştır. Ve bu yaratık, ilk "kuş"tur. Ama söz konusu evrimciler bu hikayeye herhangi bir bilimsel delil, mantıklı açıklama getirmemiş; sadece böyle olduğunu kabul etmişlerdir.
Biz imkansız da olsa bu hikayenin ilk aşamasının gerçekleşmiş olduğunu farz ederek devam edelim. Tüm mantıksızlığına rağmen, bir gün bir sürüngen yumurtasından sebepsiz yere bir kuşun çıktığını kabul edelim. Böyle bir durumda bu kuşun yaşaması mümkün müdür? Çevresinde kendisini besleyebilecek, ihtiyaçlarını temin etmesini sağlayabilecek bir başka kuş yoktur. Ama biz yine herşeye rağmen bunun da gerçekleştiğini farz edelim ve şunu soralım; tesadüfen sürüngen yumurtasından çıkan bu kuş, tüm bir kuş neslinin atası olabilir mi? Bunun olabilmesi için hikayenin devamında öyle bir tesadüf daha gerçekleşmelidir ki, bu ilk kuş diğer bir sürüngen yumurtasından aniden sebepsiz olarak çıkan bir eş bulmalıdır kendine. Ancak bu şekilde çiftleşmesi ve yeni kuşlar oluşturması mümkün olur. Elbette bu satırlarda yer verdiğimiz hikayenin, çizgi filmlerde, çocuk masallarında gerçekleşen hayali olaylardan hiçbir farkı yoktur. Ve bu hayali olaylara inanmak da ciddi bir mantık bozukluğunun işaretidir.(Detaylı bilgi için bkz. Hayatın Gerçek Kökeni, Harun Yahya, Araştırma Yayıncılık, "Sıçramalı Evrim Teorisinin Geçersizliği" isimli bölüm)
Aslında bu mantık bozukluğu Charles Darwin'den günümüz evrimcilerine miras kalmıştır. Darwin de çok fazla suda yüzen ayıların zaman içinde balinalara dönüştüklerini iddia ederek deniz memelilerinin nasıl oluştukları sorununa kendince çok pratik bir çözüm getirmişti. Frank Sherwin "Roadblocks to Whale Evolution" isimli makalesinde bu konuyla ilgili şunları söylemektedir:
Darwin, çok fazla suda yüzen ayıların zaman içinde balinalara dönüştüğünü iddia edecek kadar bilimsellikten uzak bir insandı.
Gerçekten de, böyle ilginç hikayelerin biyolojiye girmesinden sonra türlerin kökeni hakkında araştırma yapan kimse garip anlatımlarla karşılaşabilir. Bu tarz, en ünlü hikayelerden birisi de kara memelilerinin eski denizlere nasıl girdiği ve balina olduğudur. Bu fikir ilk kez Darwin'in kitabı olan Türlerin Kökeni'nin ilk baskısında çıkmıştı. Doğa bilimci (Darwin) şöyle diyordu: "Ayı ırkının doğal seleksiyon yoluyla, suyla ilgili daha fazla alışkanlıklar geliştirmesinde, ağzının gittikçe gelişmesi, ve sonunda yaratığın ağzının kocaman bir balina ağzı olmasında bir zorluk görmüyorum."… Bu durum daha sonraki evrimciler tarafından da durdurulmadı. Mesela Sir Gavin de Beer, ilk balinalarla ilgili şöyle yazıyordu: "… Sahip oldukları dişler onların büyük hayvanları yakalamalarına imkan tanıyordu. Bazıları da balıkla avlanmaya devam etti ve dişleri hızla evrimleşerek azaldı. Sonunda balinaların yediği kalabalık sayıdaki karidesler de hızla evrimleşmeye başladı.28
Schindewolf ve Goldschmidt ile Darwin'in arasındaki tek fark, bir yumurtadan başka bir türün aniden çıktığını söylerken, diğerinin suya girip çıkan ayının yavaş yavaş balinaya dönüştüğünü iddia etmesidir. Arada 150 yıl kadar bir fark olmasına rağmen bilgi ve mantık konusunda hiçbir değişiklik ve ilerleme olmamıştır.
Sizce bu teorilerin bilimle bir ilgisi olabilir mi? Yoksa bunlar Yunan mitolojisi veya Andersen masallarından birer alıntı mıdır? Evrimciler açısından asıl endişe verici olan ise, birçok evrimci "bilim adamı"nın bu masallara gönülden inanıyor olması ve bu masalların evrimsel sorunlara bir çözüm getirdiğini sanmalarıdır. Darwinci büyünün ne kadar etkili olduğunu anlamak açısından bu örnekler son derece açıklayıcıdır.
Bazı evrimci bilim adamları canlılığın kendi kendine oluşamayacağını gördüklerinden, yeni bazı senaryolar üreterek evrimden vazgeçmemek için çırpınmaya devam etmişlerdir. Bu, aslında Darwinist büyünün evrimci bilim adamları üzerindeki en belirgin etkilerinden biridir. Evrimci bilim adamları; eğer bir iddia evrim teorisinin sıkıştığı bir noktaya mantıksız da olsa herhangi bir açıklama getiriyorsa, ona kolaylıkla inanabilirler. Ama yaratılışı ispatlayan en kesin ve en açık delilleri dahi kesinlikle ve büyük bir kararlılıkla reddederler. Bu etki, gerçek bir büyüden farksızdır.
Bu büyünün bir insan üzerinde ne kadar zararlı etkilerinin olabileceğini daha iyi görebilmek açısından şöyle bir örnek verelim: Francis Crick, 1950'li yıllarda DNA'nın yapısını keşfeden iki bilim adamından biridir. Bu, şüphesiz bilim tarihi için çok önemli bir buluştur; çok uzun araştırmalar, büyük bir bilgi birikimi ve yetenek gerektirmektedir. Nitekim bu bilim adamı yaptığı araştırmalardan dolayı Nobel Ödülü de kazanmıştır.
Francis Crick, hücre ile ilgili çalışmaları sırasında hücrenin yapısına, içindeki çarpıcı yapıya hayran kalmıştır. Nitekim koyu bir evrimci olmasına rağmen, DNA'nın mucizevi yapısına şahit olduktan sonra yazdığı eserinde bilimsel bir gerçeği şöyle ifade etmiştir:
Bugün sahip olduğumuz bilgiler ışığında, dürüst bir adamın yapabileceği tek yorum hayatın bir mucize eseri olarak ortaya çıktığıdır.29
Evrime ve dolayısıyla hayatın sözde tesadüfler sonucu oluştuğuna inanan Crick, hücredeki detayları görünce, yukarıdaki sözleri söylemiş ve hücrenin varoluşunu tesadüflerle açıklamanın mümkün olmadığını, bunun ancak bir mucize olabileceğini belirtmiştir. Oysa evrimciler, tesadüf dışında bir açıklamaya inanmazlar, çünkü bu onların Allah'ın varlığını kabul etmelerini gerektirir. Ama hücredeki mükemmelliği ve kusursuzluğu yakından görmek Crick'i o kadar etkilemiştir ki, ideolojisine ters olmasına rağmen bunu itiraf etmek zorunda kalmıştır. Ancak Crick, Allah'ın varlığını kabul edemeyeceğini, bu nedenle üstün bir akıl gerektiren ve tesadüflerle açıklanamayan bu sürecin "uzaylılar" tarafından yaratıldığını iddia etmiştir. Crick'e göre uzaylılar dünyaya ilk DNA'yı getirerek hayatı başlatmışlardır!
Aslında bu garip iddia, ilk olarak 1908 yılında İsveçli kimyacı Svante Arrhenius tarafından ortaya atılmıştı ve Arrhenius, hayatın tohumlarının başka bir gezegenden radyasyonun yarattığı basınç yoluyla dünyaya gelmiş olabileceğini söylemişti. Bu iddia bilimsel bulunmamasına ve pek itibar görmemesine rağmen, Francis Crick tarafından çok inandırıcı bulundu. Crick, 1981 yılında yayınladığı Life Itself (Yaşamın Temeli) isimli kitabında, başka bir güneş sisteminde yaşayan canlıların, diğer hayat olmayan gezegenlerde de hayatı başlatmak için canlılık için gereken tohumları bu gezegenlere bıraktıklarını ve onların bu "yardımseverlikleri" sayesinde dünyada hayatın başladığını söylemiştir.
Dikkat edilirse, evrimcilerin hayatın kökenine karşı "açıklama" olarak öne sürdükleri bu iddia aslında hiçbir şey açıklamamaktadır. Çünkü "İlk canlılık nasıl ortaya çıktı?" sorusu, bu senaryo içinde de cevapsızdır. Crick gibi evrimciler "Canlılığı kim oluşturdu?" sorusuna "uzaylılar" diye cevap vererek, "O halde uzaylılar nasıl ortaya çıktı" sorusuna yol açmış olurlar. Bu soru evrimci mantıkla hiçbir şekilde çözülemez. Sorunun tek cevabı, tüm hayatı yaratan, ancak kendisi yaratılmamış olan ve sonsuzdan beri var olan tek bir Yaratıcı'nın varlığını kabul etmektir. Yani tek gerçek cevap, canlılığı Allah'ın yarattığı cevabıdır.
Darwinizm'in karanlık büyüsü Francis Crick'i öylesine etkilemiştir ki, Crick Allah'ın varlığını kabul etmektense uzaylıların dünyaya getirdikleri ilk DNA ile hayatın başladığına inanmayı tercih etmekteydi.
Francis Crick gibi ünlü bilim adamlarının sadece bilim kurgu filmlerinde rastlayacağımız türden bir "uzaylılar" hikayesine nasıl inanabildiğini düşünüyor olabilirsiniz. Ancak Crick'in bu saçma iddiası bile, diğer bir evrimci tezin yanında son derece "tutarlı" kalmaktadır. Bu iddiaya göre, 3.7 milyon yıl önce dünya üzerinde ortaya çıkan ilk canlı hücre, bazı biyoloji mühendisleri tarafından üretilmiştir!
Peki ama nasıl? İşte bu soruya verilen cevap, çok ilginç bir cevaptır. Bu akıl dışı tezi savunan evrimciler, ilk hücrenin, bir uzay gemisine atlayıp zamanda yolculuk yapan geleceğin insanları tarafından tasarlandığını savunmaktadırlar.30
Bunun çok açık bir mantıksal çelişki olduğunu görmek için fazla zeki olmaya gerek yoktur elbette. Çünkü kendi atalarını "üretecek" olan bir insan neslinin nasıl ortaya çıkacağı sorusunun bir cevabı yoktur. Öne sürülen bu tezin saçmalığı o kadar açıktır ki, insan bunun evrimciler tarafından nasıl olup da dile getirilebildiğine şaşmaktadır.
Materyalistlerin içine düştükleri çelişkiler onlar için kaçınılmazdır. Çünkü bu insanların bir kısmı, açıkça gördükleri halde gerçeği gizlemeye çalışmaktadırlar. Allah, materyalist inanışa sahip olan kimi insanların içine düştükleri bu durumu şöyle açıklamaktadır:
'Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış' göğe andolsun; siz, gerçekten birbirini tutmaz bir söz (çelişkili ve aykırı görüşler) içindesiniz. Ondan çevrilen çevrilir, kahrolsun, o 'zan ve tahminle yalan söyleyenler'; ki onlar, 'bilgisizliğin kuşatması' içinde habersizdirler. (Zariyat Suresi, 7-11)
Bu kişiler, kitabın başında söz ettiğimiz "büyülenmiş" adam gibi hareket etmektedirler. O adam hava günlük güneşlik olduğu halde, içinde bulunduğu büyünün etkisiyle gökyüzünün bulutlu olduğunu ve hatta yağmur yağdığını iddia etmekteydi. Bu kişiler de apaçık yaratılış gerçeğini kabul etmemek için, ellerinde hiçbir bilimsel ve mantıksal delil bulunmamasına rağmen, hayali uzaylılardan veya zamanda yolculuk yapan bilim kurgu kahramanlarından medet ummaktadırlar.
Hayal gücü geniş evrimciler, kuşların ilk olarak ortaya nasıl çıktıkları sorusunun cevabını verebilmek için, sürüngenleri ağaç tepelerine çıkartıp daldan dala atlatarak uçurmak zorunda kalmışlardır. Bu konudaki ikinci alternatifleri ise sinek kovalarken kanatları çıkan hayali dinozorlar olmuştur.
Evrimciler her canlı türünün nasıl oluştuğuna bir açıklama getirmek zorundadırlar. Ama hiçbir konuda akılcı, mantıklı ve bilimsel bir cevap ortaya koyamazlar. Cevaplamakta en çok zorlandıkları konulardan biri ise, dinozorların nasıl olup da bir gün uçabildikleri sorusudur. Evrim senaryolarına göre pullu ve soğukkanlı dinozorlar bir gün nasıl olduysa kanat sahibi olmuş ve uçmaya başlamışlardır. Ve böylece kuşlar meydana gelmiştir. Bu olayın nasıl gerçekleştiğini açıklamak ise elbette ki hayalgücü en geniş olan evrimcilere kalmıştır. Belki de bugüne kadar gözünüzde büyüttüğünüz, çok zeki, çok bilgili ve erişilmez gördüğünüz, ciddi görünümlü bazı bilim adamlarının mantık örgülerini daha iyi anlayabilmek için dinozorların uçuşuyla ilgili nasıl senaryolar yazdıklarını görmek faydalı olacaktır.
Dinozorların nasıl uçtukları konusunda, iki tane evrimci teori mevcuttur. Bunlardan biri "arboreal teori" diğeri ise "cursorial teori"dir. Arboreal teoriye göre kuşların ataları, ağaçlarda yaşayan sürüngenlerdir ve bunlar zamanla daldan dala atlayarak "kanatlanmışlardır". Cursorial teoriye göre ise karada sinek kovalarken ön ayaklarını açıp kapatan dinozorların ön ayakları bu hareketlerinin sonucunda kanatlara dönüşmüş ve dinozorlar "havalanmışlardır". Bu teorinin sahibi Yale Üniversitesi Jeoloji Kürsüsü profesörü olan John Ostrom isimli bir evrimcidir.
Bu tür geçişler ancak çizgi filmlerde veya masallarda olur diye düşünebilirsiniz. Ancak branşlarında derece almış, profesör ünvanına sahip, son derece zeki insanların bu tür iddialarla ortaya çıkmaları gerçekten şaşırtıcıdır. Bu kişilerin mantık bozukluğunu şöyle bir örnekle daha da netleştirebiliriz: Henüz bilimsel gelişmenin yaşanmadığı bir dönemde insanların bir bölümü koyunların bir bitkiden büyüyerek meydana geldiğine inanıyorlardı. Kuşkusuz bugün bunun batıl bir inançtan başka bir şey olmadığı kesinlik kazanmıştır. Ancak bugün bir canlının daldan dala atlarken veya koşarken kanatlandığını iddia edebilmek de en az bunun kadar batıl bir inançtır.
Ayrıca cursorial teori ile ilgili olarak çok önemli bir detayı daha hatırlatmakta fayda vardır: Bu teoriye göre bir dinozor sinek kovalarken uçmaya başlamıştır. Peki o halde kusursuz bir uçuş yeteneğine sahip olan sinek nasıl meydana gelmiştir? Eğer uçuşun kökeni dinozorların sinek kovalamasıysa, sineklerin kökeni nedir? İşte evrimciler bu sorular karşısında kesinlikle suskun kalırlar. Bugün hangi evrimci bilim adamına sorarsanız sorun saniyede 500-1000 kez kanatlarını çırparak, istediği yönde ani manevralar yaparak uçabilen bir sineğin nasıl tesadüfen oluştuğunu açıklamaktan kaçınır. Çünkü bu konuda yapabileceği bir açıklama yoktur. Peki küçücük bir sineğe dahi açıklama getiremeyen bir teorinin, sineğe göre daha büyük boyutlardaki hayvanları uçurmaya çalışmasının ve bunun için masalsı senaryolar kullanmasının açıklaması ne olabilir? Kuşkusuz bu noktada karşımıza çıkan gerçek yine bu insanlar üzerinde etki eden ve onları inanılmaz şeylere inandıran "Darwinci büyü"dür.
Evrimci senaryo başta da belirttiğimiz gibi son derece farklı canlıların tesadüflerle birbirlerine dönüştükleri iddiasındadır. Örneğin evrimcilere göre sürüngenler kuşların ve memelilerin atasıdırlar.
Sadece bu iki resim bile sürüngenlerle memeliler arasındaki farklılıkların, dolayısıyla sürüngenlerin memelilere dönüşmesinin imkansızlığının anlaşılması için yeterlidir.
|
Oysa sürüngenlerin;
Memelilerin ise,
Kısacası, memeliler ile sürüngeler arasında kapatılması mümkün olmayan çok büyük yapısal uçurumlar vardır. Bu farklılıklardan biri de memelilerin sütleridir. Bir sürüngenin bir memeliye dönüştüğünü iddia edebilmek için (asla mümkün olmasa da), bu canlının soyunu sürdürebilmesi için birden süt salgılamaya başlamasına da bir açıklama getirmek gerekir. Bir sürüngenin nasıl olup da bir anda süt salgılamaya başladığını bakın bir evrimci nasıl bir "masal" ile açıklamaya çalışıyor:
Soğuk bölgelerde yaşayan bazı sürüngenler, vücutlarını ısıtacak bir yöntem geliştirdiler... Pulları giderek daha sivri hale geldi ve sonunda tüylere evrimleşti. Bu arada gerçekleşen bir diğer adaptasyon ise terlemenin gelişmesi oldu; bu, canlıya gerektiğinde suyun buharlaşması sayesinde vücudunu soğutma imkanı veriyordu. Bu arada beklenmedik bir biçimde, bazı yavrular beslenmek için annelerinin vücudunda oluşan teri yalamaya başladılar. Bazı ter bezleri bu nedenle giderek daha zengin bir salgı salgılamaya başladılar ve bu salgı sonunda süt haline dönüştü. Bu sayede bu ilk memelilerin yavruları hayata daha iyi bir başlangıç yaptılar.31
Bir canlının, annesinin vücudundaki teri "yalayarak" ortaya süt gibi son derece iyi hesaplanmış, besleyici değeri çok iyi ayarlanmış bir besini çıkarması, ancak Ortaçağ bilim anlayışı içinde veya masallarda yeri olabilecek bir safsatadır. Kaldı ki, son derece kompleks bir mekanizma olan ve vücut ısısının sabit tutulması için mutlak ihtiyaç duyulan terleme mekanizmasının, sürüngenlerde hiç yok iken memelilerde nasıl ortaya çıktığı dahi evrimci mantıklarla açıklanamamaktadır.
Evrimci kaynaklarda sık sık yer alan bu ve benzeri hikayeler, evrim teorisinin bilimden ne denli uzak bir teori olduğunun göstergesidir. Ancak burada yine üzerinde düşünülmesi gereken konu, bir bilim adamının buna nasıl inanabiliyor olduğudur. Anlaşılan odur ki, Objections Sustained isimli kitabında Philip Johnson'ın belirttiği gibi, "Darwinciler için bir şeyin olduğunu hayal edebilmek, o şeyin gerçekleştiğine emin olmaları için yeterlidir."32
Evrimciler, bütün canlı varlıkların tüm organları ile birlikte yavaş yavaş ve kademe kademe ilerleyen bir evrim süreci içinde meydana geldiklerini iddia ederler. Ancak insan vücudundaki herhangi bir organın işlevleri ve yapısı gözönünde bulundurulduğunda, üstün bir akıl ile yaratılmış olduğu açıkça görülebilir. Evrimciler ise, en karmaşık organların bile tesadüfen oluştuğunu ileri sürerler. Evrimcilerin bu konudaki mantık bozukluklarını görmek açısından gözün oluşumu ile ilgili iddialarına yer vereceğiz.
Göz, insan vücudundaki en karmaşık ve kusursuz yapıya sahip organlardan biridir. Birbiri ile içiçe geçmiş, biri olmazsa diğerleri işe yaramayacak yaklaşık 40 ayrı parçadan oluşur. Bu yapısı ile göz, "indirgenemez komplekslik" denen özelliğe sahiptir. Yani gözü daha basite indirgeyemezseniz; çünkü 40 parçadan biri olmadığında göz işlevini yerine getiremez.
Şimdi böylesine karmaşık bir organ olan gözün "tesadüfen" ortaya çıkmış olup-olamayacağını düşünelim:
Gözün Kusursuz ve Kompleks Yapısı
Yukarıdaki şemada gözü meydana getiren yaklaşık 40 parça görülmektedir. Evrimciler gözün bu kusursuz ve kompleks yapısının tesadüfen oluştuğunu iddia edecek kadar derin bir büyünün etkisi altındadırlar. Elbette bunların hiçbiri tesadüfen gerçekleşemez. Üstelik evrimci iddiaya göre buraya kadar genel olarak saydığımız aşamaların hepsinin aynı canlıda, arka arkaya meydana gelmiş olması gerekir. Çünkü evrimcilerin kabulüne göre, vücut içinde çalışmayan organlar körelirler. Buna göre, eğer gözün herhangi bir parçası "tesadüfen" oluşmuş olsa bile -ki bu imkansızdır- bu parça bir işe yaramadığı için yok olup giderdi. Çünkü gözün görebilmesi için, bütün parçaların tam olarak var ve çalışır olması şarttır.
Tüm bunlar, gözün asla tesadüfle açıklanamayacak kadar kusursuz bir yaratılışın ürünü olduğunun göstergeleridir. Var olan ilk göz, tam ve eksiksiz biçimde var olmuş, yani yaratılmıştır. Ancak evrimciler bu açık gerçeği görmelerine rağmen, gözü ve göz gibi sayısız karmaşık organı görmezlikten gelerek, evrimin gerçekleştiğine ve bu kusursuz organların tesadüfen meydana geldiğine inanırlar.
Onların bu inancı yolda son derece gelişmiş bir kamera bulup, bu kameranın yoldaki taşın, toprağın, yağmur sularının, camların rastlantılar sonucunda biraraya gelmeleriyle kendi kendine oluştuğunu iddia etmeye benzer. Kamera, sahip olduğu tüm teknik özellikleri ile bir akıl ürünü olduğu son derece açık olan bir alettir. Göz ise bir kameradan çok daha üstün özelliklere sahiptir. Öyle ise kameranın bir aklın ürünü olduğunu açıkça gören bir insan, nasıl kameradan çok daha üstün niteliklere sahip gözün tesadüfen oluştuğunu iddia edebilmektedir?
Elbette bu iddia açıkça görüldüğü gibi çok büyük bir "saçmalıktır". Nitekim Charles Darwin dahi bu saçmalığı fark edebilmiş ve şöyle demiştir:
Gözün odağını farklı uzaklıklara uydurması, içeri bırakılacak ışık tutarını ayarlaması, küresel ve renksel sapmayı (aberration) düzeltmesi gibi eşsiz düzenlenişlerinin tümünün Doğal Seçme ile oluşabildiğini düşünmenin en ileri derecede saçmalamak olduğunu açık yürekle itiraf ederim…"33
İşte Darwin'in de itiraf ettiği gibi, doğal seleksiyonun yeni bir tür oluşturabildiğine inanmak "en ileri derecede saçmalamak"tır.
Evrimcilerin en akıl dışı iddialarından biri ise maymun gibi akla, iradeye, muhakeme ve yargı yeteneğine sahip olmayan, konuşamayan, düşünemeyen bir hayvanın tesadüfler sonucunda insan gibi bir varlığa dönüştüğüne inanmalarıdır.
Acaba doğadaki hangi bilinçsiz mekanizma bir hayvana düşünme yeteneği verebilir?
Hangi mekanizma bir insanın medeniyetler oluşturabileceği yetenekleri, aklı ve bilgiyi ona kazandırabilir?
Doğadaki hangi varlık bir hayvana sanat şaheseri tablolar yapmayı, son derece ihtişamlı mimari eserler meydana getirmeyi, renkleri, biçimleri, perspektifi, gölgeleri, ışığı en göz alıcı şekilde kullanmayı öğretebilir?
Doğadaki hangi mekanizma bir hayvanı ampulü, atomun yapısını, yerçekimi kanununu, hücrenin yapısını keşfedebilecek bir zekaya eriştirebilir?
Veya kim bir maymunu elektron mikroskobunu, televizyonu, bilgisayarı icat edebilecek kadar üstün yeteneklerle donatabilir?
Doğada bir maymuna gördükleri üzerinde düşünüp sonuç çıkarmayı, akılcı çözümler üretmeyi, sevinmeyi, üzülmeyi, nezaketli davranmayı, şevk ve heyecan duymayı, kısacası ruhun özelliklerini verebilecek bir güç var mıdır?
Düşünme, karar verme, akletme gibi yeteneklerden yoksun olarak yaratılmış olan maymunların zaman içinde -herhangi bir etki sonucunda- teknolojiyi meydana getirebilecek kadar üstün meziyetler kazanabileceğini düşünmek kesinlikle mantık dışıdır.
Elbette ki bunların hiçbirine bir maymun sahip olamaz ve hiçbir varlık, doğada bulunan varlıkların tamamı biraraya gelse dahi, bir maymuna veya herhangi bir hayvana bu özellikleri kazandıramaz. Evrimci paleoantropolog Elaine Morgan, evrim teorisinin üstteki sorular karşısında içine düştüğü durum hakkında şu itirafta bulunur: İnsanlarla (insanın evrimiyle) ilgili en önemli dört sır şunlardır:
Bu sorulara verilecek standart cevaplar şöyledir:
Sorular çok daha artırılabilir, ama cevapların tekdüzeliği hiç değişmeyecektir.34
Evrimciler tüm soruları cevapsız bırakmaktadırlar, çünkü insan gibi üstün bir canlının bir "tesadüf ürünü" gibi gösterilemeyeceğini onlar da bilmektedirler. İsterse dünyanın yaşı katrilyonlarca sene olsun, yine de hiçbir tesadüf insan ruhunu yaratamaz. Çünkü insan ruhunu yaratan, yerin, göğün ve ikisinin arasında bulunan herşeyin Rabbi olan Allah'tır. Bu gerçeğin dışında herhangi bir varsayıma inanmak en büyük akılsızlıklardan biridir. Sadece insan ruhunu düşünmek dahi evrimcilerin tesadüf masalının ne derece büyük bir yanılgı ve akılsızlık olduğunu açıkça göstermektedir. ("İnsanın Evrimi Masalı" ile ilgili daha detaylı bilgiyi Harun Yahya'nın Evrim Aldatmacası ve Hayatın Gerçek Kökeni isimli kitaplarında bulabilirsiniz.)
Buraya kadar anlatılan konulardan da görüleceği gibi evrimciler normal bir zekaya ve sıradan bir bilgiye sahip insanların dahi kesinlikle inanmayacakları kadar saçma, akıl ve mantık dışı, aynı zamanda da bilime aykırı şeylere körü körüne inanabilmektedirler.
Bir insanın bu derece tuhaf ve akıl almaz iddialara inanabilmesinin altında iki neden yatıyor olabilir. Bunlardan birincisi bilgisizliktir. Gerçekten de konu hakkında pek bir bilgisi olmayan ve bu konular üzerinde hiç düşünmemiş biri, evrimle ilgili bilgilerle karşılaştığında inceleme ve araştırma yapmadan bunları kabul edebilir, karşısına çıkan bilimsellik kisvesine ilk anda kanabilir. Ancak bu insanlara gerçekler anlatıldığında ve bu konu üzerinde düşünmeleri sağlandığında evrimin ne denli saçma ve imkansız bir teori olduğunu kolaylıkla görürler. Hatta bunun için evrimi çürüten küçük bir cep kitapçığı veya 2-3 saatlik bir konferans yeterli olabilmektedir. Çünkü evrimin bir safsata olduğu çok açık bir gerçektir ve normal bir zekaya sahip her insan bunu kolaylıkla görüp anlayabilir. Dolayısıyla cehalet çok kolay giderilebilecek bir eksikliktir.
Nitekim ülkemizde birkaç yıllık bir çalışma sonucunda evrim hakkındaki bilgisizlik ortadan büyük bir hızla kaldırılmış, sağduyu sahibi halkımız, evrim teorisinin gerçek yüzünü görmüştür. Hatta öyle ki bugün ülkemizin herhangi bir ilindeki veya ilçesindeki bir ilkokul çocuğu bile evrimi çürütecek delilleri sayabilir, evrimin ne kadar saçma bir teori olduğunu anlatabilir.
"Evrime neden inanıyorlar?" sorusuna verilebilecek ikinci cevap ise bilgisizlikten çok daha farklıdır. Bu sınıflamaya giren insanlar genel olarak son derece kültürlü, hatta biyoloji, paleontoloji, mikrobiyoloji gibi evrimle ilgili konularda uzman kişilerden oluşur. Bu kategorideki insanlara istediğiniz kadar evrimi çürüten bilimsel delilleri bütün açıklığı ile gösterin, istediğiniz örneği vererek mantıksızlıkları gözlerinin önüne serin, onlar yine de evrim inancını terk etmemekte kararlıdırlar. Aynı giriş bölümünde örneğini verdiğimiz, gökyüzündeki bulutların bir pamuk yığınından ibaret olduğunu iddia eden adam gibidirler. Örneğin siz onlara evrime delil olarak gösterdikleri bir fosilin aslında evrime delil olamayacağını bilimsel yollarla açıklar ve kanıtlarsınız. Ancak onlar sizi hiç duymamış gibi, o çürütülmüş delili evrimin en önemli ispatı olarak size tekrar tekrar göstermeye devam ederler.
Darwinizm'in temel iddiası tamamen bilim dışıdır ve bu iddiadaki mantık sefaleti, ilkokul çağındaki çocukların dahi anlayabileceği kadar açıktır. Sözde ilkel dünya ortamı nda, çamurlu bir su birikintisinin içinde, nasıl olduğu asla açıklanamayan bir şekilde ilk hücre meydana gelmiş, daha sonra tesadüfler bu hücreden hayvanları, bitkileri, insanları ve medeniyetleri meydana getirmiştir. Yani tüm insanlık ve medeniyet, bütün bitki ve hayvan alemi, sözde, bol miktarda çamur, uzun zaman ve bol bol tesadüfün eseridir. "Tesadüfler, bir bataklığın içinden medeniyetleri meydana getirdi", gibi bir hikayeye inanabilmek için ya akıl zayıflığı içinde olmak ya da kavrama ve düşünme yeteneğinden tamamen yoksun olmak gerekir. Düşünebilen ve düşündüklerinden sonuç çıkarabilen bir insanın böyle bir durumu kabul etmesi ve Darwinistlerin yanılgılarına kapılması mümkün değildir. Darwinistlerin, "bataklığın içinden çıkan canlılık" senaryosu artık insanları aldatamamakta, akıl sahibi, düşünebilen her insan evrim teorisinin saçmalığı nı hemen görebilmektedir.
Bu insanların anlatılanları kavrayabilecek zeka düzeyleri ve yeterli bilgileri vardır. O halde hala nasıl bu iddiayı sürdürebilmektedirler sorusunun cevabı olarak geriye bir tek alternatif kalır; o da, içinde bulundukları büyüden çıkmak istememeleridir. Darwinistlerin kendilerine ve diğer insanlara bu derece yoğun bir telkini sürdürmelerinin nedeni, daha önce de belirttiğimiz gibi Allah'ın varlığını inkardaki direnişleridir. Elbette onlar da evrimin gerçek olamayacağını bilmektedirler. Ancak evrimi inkar etmeleri, Allah'ın varlığını kabul etmeleri demektir. Bu nedenle büyünün dozunu hiç düşürmemeye ve gerçekleri görmemeye büyük bir özen gösterirler.
Allah gerçekleri görmekten kaçınan, ve bu yüzden gerçekleri kavrayamayan bu insanların durumunu Kuran'da şöyle bildirir:
...Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler... (Araf Suresi, 179)
Eğer onları doğru yola çağırırsanız işitmezler. Onları sana bakar (gibi) görürsün, oysa onlar görmezler bile. (Araf Suresi, 198)
Darwinistlerin bugün yapmaya çalıştıkları şey, batılı ayakta tutabilmek için hakkı reddetmek, gizlemek veya göz ardı etmektir. Ama bu yanlış bir yoldur; bu şekilde kendilerini hem aldatmış, hem de küçük düşürmüş olurlar. Allah'ın Kuran'da, bildirdiği ayetten Darwinistler de ders almalıdırlar:
Hakkı batıl ile örtmeyin ve hakkı gizlemeyin. (Kaldı ki) siz (gerçeği) biliyorsunuz. (Bakara Suresi, 42)
Gerçeği gördükten sonra direnmemek ve doğru olana yönelmek doğru bir harekettir. Bir insan şimdiye kadar bilgi eksikliğinden ya da kendisine yapılan telkinlerden dolayı evrim yalanına inanmış olabilir. Ama eğer samimi bir insansa, bir aldatmacanın peşinden giderek dünyada ve ahirette küçük düşeceğine, doğruyu araştırıp bulmalı ve ona uymalıdır. Unutulmamalıdır ki samimiyet ve dürüstlük dünyada da ahirette de güzel bir karşılık görecektir.
22.92 W. R. Bird, The Origin of Species Revisited., Nashville: Thomas Nelson Co., 1991, ss. 298-99.
23.Jhonm D. Morris, "Natural Selection Versus Supernatural Design" Institute For Creation Research, "Vital Articles on Science/Creation", Ocak 1993, Impact No.223
24.Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, London: Burnett Books, 1985, s. 242
25.The Earth Before Man, s. 51
26.T. Neville George, "Fossils in Evolutionary Perspective", Science Progress, cilt 48, Ocak 1960, s. 1- 3
27.Steven M. Stanley, Macroevolution: Pattern and Process, (1979), s. 159
28.Frank Sherwin, "Scientific Roadblocks to Whale Evolution", Institute for Creation Research, "Vital Articles on Science/Creation", Ekim 1998, Impact No:304
29.Francis Crick, Life Itself: It's Origin and Nature, New York, Simon & Schuster, 1981, s.88
30.Michael J. Behe. Darwin's Black Box. s. 249
31.George Gamow, Martynas Ycas, Mr. Tompkins Inside Himself, Allen & Unwin, Londra, 1966, s. 149
32.Philip E. Johnson, Objections Sustained, Intervarsity Press, 1998, s. 23
33.Charles Darwin, Türlerin Kökeni, Onur Yayınları, Beşinci Baskı, Ankara 1996, s. 198
34.Elaine Morgan, The Scars of Evolution, New York: Oxford University Press, 1994, s. 5