Dünyada bugüne dek var olan faşist sistemlerin sahip oldukları ortak noktalardan biri din ahlakına karşı tutumlarıdır. İlk bakışta, tüm faşist sistemlerin halkın sahip olduğu dini savunduğu görülür. Ancak, faşistler dini samimi olarak savunmazlar. Tek amaçları, dini kurumlardan ve inançlı halktan destek almak, dini terim ve kavramları kullanarak halkı kendilerine bağlayabilmektir. Bu dinin İslam, Hıristiyanlık veya Yahudilik olması ya da Budizm gibi batıl bir inanç olması faşistler için fark etmez. Asıl amaç aynı inançla birbirine bağlı olan bir toplumun, kitlesel olarak istenilen şekilde yönlendirilebilmesidir. Hitler, Mussolini, Franco gibi faşist diktatörlerin ve hatta çağdaş faşistlerin politikaları ve uygulamaları incelendiğinde, din ahlakına karşı tutumlarının içyüzü de kolaylıkla görülebilmektedir.
Herşeyden önce faşistlerin samimi olarak din ahlakını savunmaları imkansızdır, çünkü faşistlerin sahip oldukları karakter ve hayata bakış açıları dinin insanlara kazandırdığı güzel ahlakla taban tabana zıttır. Yüce Allah'ın insanlar için seçtiği dinde barış ve huzur varken, faşizmde savaş ve huzursuzluk vardır. Allah insanlara güzel söz söylemeyi, affetmeyi ve sevgiyi emrederken, faşistler kin ve nefreti, bitip tükenmeyen mücadeleyi ve savaşı emreder. Dolayısıyla, faşistler dinin samimi olarak yaşanmasını ve topluma dinin getirdiği güzel ahlakın hakim olmasını istemezler, çünkü böyle bir durumda kendileri topluma hakim olamayacaklardır. Bu nedenle, hem sözde dindar görünür, hem de hak dinin yaşanmasını gizlice ve sinsi tedbir ve uygulamalarla engellemeye çalışırlar.
20. yüzyıl tarihi, bunun kanıtlarıyla doludur.
Nazi ideolojisinin kökenlerini ve din konusundaki tutumunu kitabın önceki bölümlerinde incelemiştik. Kanıtlarıyla ortaya koyduğumuz gibi, Nazi ideolojisi, bütün İlahi dinlere karşı nefret besleyen sapkın bir öğretidir. Bu ideolojinin temelleri, Nietzsche'nin din düşmanı felsefesine ve Darwin'in yaratılışı reddeden ateist evrim teorisine dayanmaktadır. Nazilerin ahlak anlayışı ise, Eski Yunan'daki ve Hıristiyanlık öncesi barbar Alman kavimlerindeki putperest kültürün bir taklididir: Nazizm pagan, yani putperest bir ideolojidir.
Bu gerçek, konuyu inceleyen pek çok yorumcu tarafından dile getirilmiştir. Amerikalı araştırmacı Jerry Bergmann tarafından kaleme alınan Darwinism and the Nazi Race Holocaust (Darwinizm ve Nazı Irk Soykırımı) başlıklı bir makalede, Nazilerin dine bakışları şöyle açıklanır:
"Alman teolojisinin ana çizgisinden ve okullarından dini çıkarmak ve yerine Darwinizm'i yerleştirmek, soykırım trajedisiyle sonuçlanan Sosyal Darwinizm'in kabulüne açıkça katkıda bulundu.96
The Scientific Origins of National Socialism (Nazizmin Bilimsel Kökenleri) başlıklı kitabın yazarı Daniel Gasmann da bu tespiti doğrulamakta ve şöyle yazmaktadır:
Hitler, biyolojik evrim fikrini, geleneksel din karşısındaki en güçlü silah olarak vurgulamıştı ve Hıristiyanlığı evrim öğretisinin karşıtı olarak sürekli olarak suçlamıştı. Hitler için, evrim modern bilim ve kültürün kalite işaretiydi. O da Haeckel gibi evrimin doğru olduğunu hararetle savunmuştu.97
SS Şefi Himmler katedralde bir konuşma yapıyor. Bu ve benzeri sahte "dindarlık gösterileri", gerçekte din aleyhtarı olan Nazilerin, dini kendi ideolojilerine göre şekillendirme çabasının bir parçasıydı.. |
Hitler dine olan nefretini şu sözleriyle de açığa vurmuştu:
... (Din denen) organize yalan yok edilmelidir. Devlet mutlak yönetici olarak kalmalıdır. Gençken dini dinamitle yok etmenin gerekli olduğuna inanıyordum... İnsanlarımız din olmadan yaşamayı başardılar. Altı SS birliğim var ve bunlar din konusunda tamamen duyarsızlar. Ama bu onları ruhları cesaretle dolu olarak ölüme gitmekten engellemiyor.98
Kuşkusuz Hitler bu sapkın mantık örgüsünü ortaya koyarken büyük bir aldanışa kapılmıştı. İnsanlara vicdanlarının emrettiği gibi yaşamayı öğreten din ahlakı, bir toplumu ayakta tutan asıl değerdir. Din ahlakının göz ardı edildiği toplumlarda ise, tarihte pek çok örnekte görüldüğü gibi, dejenerasyon ve çöküntü kaçınılmazdır. Bu çöküntüyü, faşist sistemlerde olduğu gibi totaliter uygulamalarla engellemek mümkün değildir. Nazilerin uğradığı son bu açıdan da oldukça ibretliktir.
Üstelik Hitler, bu görüşleriyle robot bir toplum oluşturmakta ve askerlerini bir hiç uğruna sürekli ölüme göndermekteydi. "Alman ruhu", "savaşçı onuru" vs. gibi pagan kavramlarla süslemeye çalıştığı bu modeli yok edeceğini çok iyi bildiği, İlahi dinlere ise kendince "dinamitle yok edilmesi gereken" inançlar olarak bakıyordu. Hitler din konusundaki görüşlerini, Oberzalsberg'taki villasında toplanan kurmaylarına da şöyle özetlemişti:
"Bizlerin genellikle yanlışlıkla bir dine bağlanmamız mutsuzluktur. Çünkü vatan uğrunda can feda etmeyi kutsal sayan Japonların o dini neden bizde yok?"99
Tüm bunlar Hitler'in inkarcı yönünü gözler önüne seren ifadelerdir. Faşistlerin sapkın anlayışına göre eğer din ahlakı, Japonlarınki gibi savaşı emrediyorsa, böyle bir dini, kendi ideolojileri için kullanabileceklerinden kabul edebilirlerdi. Ancak Hıristiyanlık savaştan değil barıştan, rekabetten değil, fedakarlıktan yanaydı. Bu nedenle de Nazi partisi Katolik Kilisesi'ne karşı sürekli savaşırken bir yandan da "Nazizm'e uygun bir Hıristiyanlık" oluşturmaya çalıştı.
Dindarlık Maskesi |
Naziler gerçekte yok etmek istedikleri Hıristiyanlığı, siyasi nedenlerle kontrol etmeye karar verdiler. Kliseyi Nazi ideolojisine boyun eğdirirken bir yandan da sahte dindarlık gösterilerini sürdürdüler. |
Naziler özde din ahlakına karşı olmalarına rağmen uygulamada politik davrandılar, zaman zaman kiliseyi destekler görünürken, zaman zaman da açıkça kiliseye karşı savaş açtılar. Asıl amaç dini kurumları ulaşmak istedikleri hedefte maşa olarak kullanabilmekti. Hitler, özelikle tüm Hıristiyanları uluslarüstü bir birlik içinde gören Katolik Kilisesi'ne düşmandı. Bunun yerine, sadece Almanlara has bir kilise kurulması, ardından da kilisenin öngördüğü dinin aşamalı olarak Alman faşizminin bir aracı haline gelmesini hedefliyordu. Nazi ideologlarından Gottfried Feder "Nazi Partisinin Programı ve Dünya Görüşü" başlıklı bir yazısında şöyle diyordu:
Elbette, bir gün Alman halkı, sahip olduğu Nordik (Kuzeyli) kanın gerektirdiği bir Tanrı algısı ve deneyimi kazanacaktır. Elbette ancak o zaman kan, inanç ve devlet üçlüsü tam olarak gerçekleşecektir.100
Bu putperest ve inkarcı görüşe göre din, "kan ve devlet"le, yani Nazilerin ırkçı ideolojisi ve totaliter rejimi ile uyumlu bir hale gelmeliydi. Hitler, dini kullanmaya yönelik bu yaklaşımını, Kavgam adlı kitabında da şöyle özetlemişti:
"Kim toplulukları kazanmak istiyorsa, onun, toplulukların kalplerini açan anahtarları bilmesi gerekir.101
Hitler kitleleri peşine takabilmek için dini terimleri kendince bir anahtar gibi kullandı ve ırkçılığı sanki kutsal bir ibadet gibi göstermeye çalıştı. Gerçekte bir Darwinist olmasına, yani yaratılışı inkar etmesine rağmen, kitlelere ırkçılık propagandası yaparken yaratılışa atıfta bulunmuş, ancak bu gerçeği çarpıtarak ırkçılığa dayanak yapmak istemişti. Hitler'in Kavgam'ında yer alan şu cümleler dikkat çekicidir:
"Netice olarak şunu söyleyebilirim: Yüksek ırkın seviyesini düşürmek, fizik ve fıtri bir gerilemeyi meydana getirmek, yaratıcımız olan Allah'ın iradesine karşı günah işlemektir."102
"Melezleşen veyahut melezleşmeye fırsat veren milletler, Allah'ın iradesine karşı günah işlerler. Bir millet, özel vasfına bağlı kalmazsa dünyada varlığının son verilmesinden şikayetçi olmaya hakkı yoktur. "103
Elbette bunlar sadece birer çarpıtma ve bilgisiz halkı yönlendirebilmek için kullanılan yalanlardı. Ne var ki, Nazizm'in dini kavramları bu şekilde çarpıtması ve ırkçı ideolojinin aracı haline getirmesi, belli ölçüde etkili oldu. Bunda, Almanya'daki bazı kiliselerin fırsatçı yöneticilerinin de önemli bir payı vardı. Hitler ile işbirliği yapan bu ikiyüzlü din adamları, Nazizm'in çeşitli yollarla propagandasını yaptılar. 1933 yılında, Hitler'in henüz iktidara geldiği günlerde Alman Kiliseler Birliği yöneticisi olan Viskansler von Pappen: "Devlet yöneticisine özgü içgüdü sayesinde tüm güçlükleri ve tehlikeleri aşarak, ülkeyi parlak ve mutlu geleceğe ulaştıracak olan idareciyi oldukça ağır bir zamanda bize veren merhametli Tanrı, Almanya'yı kutsallaştırdı" diyerek açıkça yalan söylüyordu. Kimi şairler de Hitler'i Almanya'yı aydın bir geleceğe kavuşturmak üzere, özel seçilmiş bir kişi olarak övüyorlardı.104
Naziler bazı kiliseleri işbirlikçileri haline getirirken, bazılarını ise baskı ve korkuyla sindirmek istediler. 1932'de Protestan kilisesinden papaz Dietrich Bonhoeffer Berlin'de "Hakikat" üzerine bir vaaz verdi. Konuşmasında kine dayalı ırkçı bir sisteme karşı sevgiyi öne çıkardı. Bu aykırı tutumları nedeniyle sonunda Naziler tarafından idam edildi.105 1933-1939 yılları arasında birçok Katolik papazı tutuklandı. Katolik hareketin lideri Erich Klausener, 1934 tasfiyesinde öldürüldü. Katolik yayınları yasaklandı. Naziler, bazı Protestan kiliselerine de saldırdılar. Nazi ideolojisini kutsayan din adamları ise ödüllendiriliyordu.
Bunlardan biri, Hitler tarafından Kilise İşleri Başkanı olarak atanan Dr. Hans Kerrl idi. Dr. Kerrl, 13 Şubat 1937'de din adamlarına verdiği bir söylevde, kendince Hıristiyanlığı Nazi ideolojisinin bir aygıtı haline getiriyor ve büyük bir yalana ortak oluyordu: "Parti olumlu Hıristiyanlığa dayanmaktadır ve olumlu Hıristiyanlık da Nasyonal Sosyalizm'dir. Nasyonal Sosyalizm Tanrı'nın buyruğunu yerine getirmektedir."106
1937 sonu ve 1938 başında, Nazi terörü karşısında boyun eğen Protestan papazları, Hitler'e bağlılık yemini ederek, Kilise kurumunun teslimiyetini tescil etmiş oldular. Böylece Hitler hakimiyeti her sahada elinde tutmuş oluyordu. Kilise dahi kendi denetimindeydi. Ancak nihai amacı, tüm İlahi dinleri ortadan kaldırmak ve Almanya'yı tam bir pagan toplum haline getirmekti. Haziran 1941 yılına ait gizli bir belgede, dinin yok edilmesi hedefi şöyle anlatılıyordu:
Halk, kilisesinden ve onun papazlarından olabildiği kadar çok daha uzaklaştırılmalı. Bundan böyle halkın ve onun yönetimi üzerinde kilisenin etkisine daha fazla meydan vermemelidir. Bu etki büsbütün sonuna kadar yok edilmeli. Ancak Reich hükümeti ve onun yönergesi üzerine parti ve partinin bileşim ögeleri, ona yakın olan örgütleri, halkı yönetme hakkına sahiptir.107
Elbette Hitler bu hedefine hiçbir zaman ulaşamamıştır ve Hitler gibi benzer amaçla, din ahlakına karşı mücadele içinde olanlar da, Allah'ın izni ile, yenilmeye mahkumdurlar. Bu, Allah'ın kanunudur. Rabbimiz bir ayetinde, inkarcılar istemeseler de din ahlakının üstün geleceğini şöyle müjdelemiştir:
Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kafirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor.
(Tevbe Suresi 32)
Nazilerin din konusundaki düşünce ve politikalarını anlamak için, Yahudilere ve Yahudiliğe karşı gösterdikleri fanatik düşmanlığı da incelemek gerekir. Nazilerin Yahudi düşmanlığı, gerçekte söz konusu din düşmanı ideolojilerinin bir parçasıydı. Çünkü Nazilerin mantığına göre, daha önceden pagan ve savaşçı bir toplum olan Almanlar, Hıristiyanlığın yayılmasıyla birlikte bu kültürü terk etmişlerdi, Hıristiyanlık ise Yahudiliğin bir devamıydı. Hıristiyanlıktan nefret eden Naziler gerçekte onu bir "Yahudi komplosu" olarak görüyorlardı. Allah Katında kutlu ve mübarek bir insan olan Hz. İsa'ya karşı geliyorlardı. Kendi sapkın mantıklarınca Almanların yol göstericisinin Alman soyundan gelmesi gerektiğini öne sürüyorlardı. Sahip oldukları vahşi ideoloji, kendilerine yalnızca Alman kültürünün barbar ve zalim savaşçılarını örnek almayı öğretiyordu.
Nazi ideolojisine bakıldığında, dünya tarihinin, "Aryan ırkı" ile "Sami ırkı" arasındaki bir çatışma olarak yorumlandığı görülebilir. Nazilere göre Aryan ırkı Hint-Avrupa kültürünün, Sami ırkı (Yahudiler ve Araplar) ise Ortadoğu kültürünün öncüleridir. Hint-Avrupa kültürünün temel özelliği ise, pagan, yani putperest inançlara sahip olmasıdır. Naziler işte bu nedenle kendilerini pagan bir kültürün mirasçıları olarak görmüşler, Yahudileri ise, putperestliğe karşı çıkıp Tevhid (Allah'ın Bir'liği) inancını dünyaya yayan düşman bir ırk olarak kabul etmişlerdir.
Nazilerin pagan ideolojilerini konu alan The Pink Swastika adlı eserde, bu konu şöyle özetlenmektedir:
Nazilerin öncelikle Yahudi halkına saldırmasının ve onları yok etmek istemelerinin nedeni... Kutsal Kitabın, yani Tevrat ve İncil'in, Hıristiyan ahlakının üzerine oturduğu temelleri oluşturmasıdır.108
Nazizm'in bu sapkın inancı diğer pek çok faşist akımda da görülmektedir. Bugün halen pek çok neo-Nazi grubu, "Aryan ırkının dini" olarak gördükleri putperest inançlara bağlanmakta, başta hak din İslam olmak üzere, Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi vahye dayalı İlahi dinleri ise sözde "Semitik efsaneler" olarak görüp bunlara düşmanlık beslemektedirler. İslam dünyasında da bu çarpık mantık doğrultusunda "Arap düşmanlığı" şeklinde yeni bir antisemitizm geliştirmeye çalışan faşist eğilimler olmuştur.
Oysa İlahi dinler, sadece Semitik ırklara değil, dünya üzerindeki tüm insanlara hitap etmektedir ve dünya üzerindeki tüm insanların kurtuluşu da tahrife uğramamış son Hak Din olan İslam'dadır. Allah'ın insanlara indirdiği dini reddederek, atalarının sapkın dini olan paganizme bağlanan faşizm ise, büyük bir akılsızlıktan ibarettir. Allah, "atalarının dini"nin peşinden giden bu gibi akılsız insanların durumunu Kuran'da şöyle bildirmiştir:
Ne zaman onlara: "Allah'ın indirdiklerine uyun" denilse, onlar: "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız" derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?
(Bakara Suresi, 170)
Hitler'in din hakkında kullandığı ikiyüzlü politika da, sadece Nazizm'e has bir yöntem değil, faşist rejimlerin genel karakteridir. Faşist ideoloji için din sadece bir araçtır. Çünkü dini değerleri kullanmadıkları sürece yaptıkları zulümler ve ırkçı politikalar nedeniyle halklarından tepki alacaklarının farkındadırlar. Bu nedenle dini kavramları çarpıtarak kendilerine göre bir yorum ortaya koyarlar. Ağızlarında sürekli içinde bulundukları toplumun sahip olduğu dini terimler, dini söylemler vardır, ancak uygulamaya bakıldığında dinden son derece uzak bir yapıyla karşılaşılır.
Bu, faşist liderlerin halkı kendilerine bağlayabilmek amacıyla geliştirdikleri bir politikadan başka şey değildir. Çünkü halkın dini değerler adına pek çok fedakarlığı yapabileceğinin, bu ulvi inançlar uğruna birçok şeyi göze alabileceğinin onlar da farkındadırlar. Bu nedenle kendilerini Allah adına, din adına yola çıkmış gibi gösterirler. Dini çağrıştıracak ve böylece halkı motive edecek sloganlar kullanıp, propagandalarında da dini sembollere ağırlık verip, kendilerine dini bir görünüm kazandırmak isterler. Buna karşın faşizmin gerektirdiği bütün zalimlikleri ve insanlık dışı eylemleri de yaparlar. Yani aslında söyledikleriyle yaptıkları birbirine taban tabana zıttır. Faşistlerin kendi iktidarları için dini böylesine sahtekar bir yüzle kullanmaları onların zalimliklerinin başka bir kanıtıdır.
Allah'a karşı yalan uyduranlar için Rabbimiz ayette şöyle bildirir:
Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden daha zalim kimdir? İşte bunlar, Rablerine sunulacaklar ve şahidler: "Rablerine karşı yalan söyleyenler bunlardır" diyecekler. Haberiniz olsun; Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.
(Hud Suresi, 18)
Öte yandan, faşistlerin kullandıkları dini sloganlara kanan ve onların bu taktiğinden etkilenenler ise, yine samimi olarak dine inanan insanlar değillerdir. Bunlar, kaba, cahil, düşünme yeteneği gelişmemiş, dini de atalarından kalan bir gelenek gibi değerlendiren insanlardır. Dolayısıyla, faşistlerin dini kullanmadaki akılsız, sığ ve sahtekar üslubunun farkına varmazlar ya da görmezden gelirler. Önceki sayfalarda anlatılanlardan da açıkça görüldüğü gibi bu tarz dini telkinlerle halka Darwinist mantığı ve ırkçı eylemleri haklı göstermeye çalışmışlardır. Aslında bunlar faşistlerin akılsızlıklarına açık bir delildir. Çünkü din ahlakının ırkçılığı menettiği ve insanlar arasında kardeşliği, barışı desteklediği çok açık bir gerçektir. Allah insanlar arasında tek üstünlüğün takvaya göre olduğunu, rekabetin değil, fedakarlık, şefkat ve dayanışmanın güzel olduğunu insanlara bildirmiştir. Ancak faşistler bu sahte dindar görünümleriyle sadece halkın çok cahil bir bölümünü etkileyebilirler.
Gençlik yıllarında "proleterya devrimi" hayalleriyle yanıp tutuşan komünist ve din düşmanı bir ateist olan Mussolini, bir süre sonra "faşizm" adlı ideolojisiyle sahneye çıktı. Bu yeni kimliğinde, siyasi çıkarları gereği, din ahlakına olan düşmanlığını gizleyecekti. |
Gençlik yıllarında "proleterya devrimi" hayalleriyle yanıp tutaşan komünist ve din düşmanı bir ateist olan Mussolini, bir süre sonra "faşizm" adlı ideolojisiyle sahneye çıktı. Bu yeni kimliğinde, siyasi çıkarları gereği, din ahlakına olan düşmanlığını gizleyecekti.
Faşist karakteri analiz etmek için Nazizm'den sonra incelenmesi gereken ikinci örnek, kuşkusuz "faşizm" teriminin asıl sahibi olan İtalyan diktatör Benito Mussolini'dir. Mussolini'nin yaşamına baktığımızda da, faşizmin gerçekte dine büyük bir düşmanlık besleyen, ancak siyasi çıkarlar için gerektiğinde dindar gözüken ikiyüzlü karakterin önemli bir örneğini görürüz.
Mussolini'nin hayatının bize gösterdiği bir diğer gerçek ise, faşizm ile komünizm arasındaki çizginin çok ince olduğudur. Faşizm ve komünizm birbirlerine çok zıt ideolojiler gibi görünürler. Oysa baskıcı, zalim ve totaliter karakterleriyle, oligarşik (azınlık iktidarına dayalı) sistemleriyle, dine olan düşmanlıklarıyla, Darwinist dünya görüşleriyle aslında her iki ideoloji de birbirine çok benzer. (Bkz. Komünizm Pusuda, Harun Yahya) Bundan dolayıdır ki, bir faşist ile bir komünist arasında gerçekte çok az fark vardır ve her ikisi de kolayca bir diğerine dönüşebilir. Proleterya devrimi hayalleriyle kan döken bir komünist, bir süre sonra aynı vahşeti bu kez faşist ideallar için sergilemeye başlayabilir. Her iki ideoloji de vahşet için bir gerekçeden başka bir şey değildir çünkü.
Mussolini de, yıllar boyu ateşli bir komünist, gözü dönmüş bir din düşmanı ve fanatik bir Darwinist olarak İtalyan siyasetinde kendine yer edinmeye çalışmış, bu yolla hedefine varamadığında ise, bir anda şekil değiştirerek faşist olmuş bir diktatördür.
Mussolini 1883 yılında küçük bir köyde dünyaya geldi. Babası, ateşli bir Marksist'ti. Bu ideolojisini oğluna da aktarmıştı, Oxford Üniversitesi tarihçisi Dennis Mack Smith'in, Mussolini başlıklı kitabında yazdığına göre, "önemli aile toplantılarında Mussolini'nin babası çocuklarına Marx'ın Das Kapital'inden bölümler okurdu."109 Babasından komünist eğitim alan genç Mussolini, okul çevresinde de geçimsiz, kavgacı, sert ve ukala bir çocuk olarak tanınıyordu. Hemen hiç arkadaşı yoktu.
Mussolini, 20'li yaşlarına geldiğinde fanatik bir komünist olarak ortaya çıktı. Komünizmi, hatta komünizmden daha da radikal ve fanatik bir devrimci ideoloji olan anarşizmi savunuyordu. Dennis Mack Smith şöyle yazıyor:
1903 yılında kendisini "otoriter komünist" olarak tanımlıyordu. Babasından, reformcu sosyalizme veya demokratik ve parlementer yöntemlere itibar etmemeyi öğrenmişti, bunların yerine yönetici sınıfı alaşağı edecek bir devrimi savunuyordu. Parlamento lağv edilmeli, sınıf çatışmasının yerini sınıf dayanışması almalı, özel mülkiyet tamamen kaldırılmalıydı. Sosyalistler hiçbir zaman burjuvazi hükümetleriyle işbirliği yapmamalı, hiçbir zaman maaşlarını artırmak için grev yapmamalı, bunun yerine tam bir sosyal devrim gerçekleştirmek için terörizm ve kitle şiddeti yöntemleri kullanmak için hazırlanmalıydılar.110
Görüldüğü gibi Mussolini genç yaşlarında son derece fanatik bir komünistti. Savunduğu "şiddet ve terör yoluyla devrim" modeli, bu modeli Rusya'da gerçekleştirecek olan Lenin'in terörist yöntemlerine çok benziyordu. Nitekim o yıllarda Mussolini Lenin'le ilişki kurmuştu: Sonradan kendisinin anlattığına göre, o dönemde İsviçre'de bulunan Lenin'le görüşmüş ve hatta onun beğenisini kazanmıştı.111 Mussolini Marksizm'e olan bağlılığını "Marx sosyalizmin en büyük teorisyenidir" diyerek vurguluyor ve yazılarında sık sık Marx'tan alıntılar yapıyordu.112
Komünist Mussolini'nin en belirgin özelliklerinden biri de, dine karşı fanatik bir nefret duymasıydı. Dennis Mack Smith, bu konuda şunları yazıyor:
Babasından, katıksız bir kilise-düşmanlığı öğrenmişti. Kendisinin bir ateist olduğunu açıkça söylüyordu... Dinin bireysel bir vicdan meselesi olduğunu söyleyen sosyalistlere çok kızıyordu... (Mussolini'ye göre) Hıristiyanlık tevazu ve geri çekilme gibi anlamsız erdemleri yayarak zarar vermişti, yeni sosyalist ahlak ise şiddeti ve devrimi kutlamalıydı.113
Komünizmle Başlayıp Faşizmle Devam Eden Saldırganlık |
Genç Mussolini, La Lotta di Classe(Sınıf Çatışması) adlı haftalık komünist derginin editörlüğünü yapıyordu. Derginin kapağına Marx'ın ve Darwin'in resimlerini yerleştiriyor, Lenin'e duyduğu hayranlığı ise sık sık vurguluyordu. Faşist kimliğe büründüğünde ise, eski dergilerini kütüphanelerden toplattı ve yok ettirdi. Ama Mussolini'nin karakteri (saldırganlık, kibir ve paranoya) hep aynı kaldı. |
Yukarıdaki alıntıda açıkça görüldüğü gibi Mussolini, konuşmaları sırasında Yüce Rabbimiz Allah'a karşı açıkça iftirada bulunan sözleriyle, Allah'a olan inançsızlığını ve dine olan nefretini sergilemiştir. (Allah'ı tenzih ederiz).
Mussolini'nin bu sapkın yorumları, tarih boyunca yaşamış olan inkarcıların akılsız çıkarım ve yorumları ile birebir benzerlik göstermektedir. Unutmamak gerekir ki, Allah'ın varlığı ve birliğini inkar edenlerin, bu apaçık gerçeği görmezden gelenlerin, din ahlakına karşı duydukları öfke, kendilerine büyük bir acı olarak dönmektedir. Allah bu insanları hem dünyada hem de ahirette azap içinde kılar.
Konunun dikkat çekici yönü ise, Mussolini'nin söz konusu din düşmanlığını, iktidara geldikten sonra gizlemiş olmasıdır. Mussolini, biraz sonra inceleyeceğimiz gibi, iktidarı boyunca kilisenin desteğini alma ihtiyacı hissetmiş, bu amaçla da kimi zaman kendisini dindar gibi göstermiştir.
Dahası Mussolini henüz daha fanatik bir komünist olduğu yıllarda bile kimi zaman kendisini dindar gibi göstermeye çalışmıştır. Ülkesinde din aleyhinde fanatik yazılar yazıp konuşmalar yaparken, İngiliz-Amerikan kaynakları için hazırladığı bir yazıda ne kadar derin ve sağlam bir inanca sahip olduğuna dair bir hikaye uydurmuştur.114
Mussolini'nin din düşmanlığı ve komünist militanlığı 1910'lu yılların sonlarına kadar devam etti. 1908 yılında La Lima adlı komünist bir dergide takma isimle yazılar kaleme aldı. İlginç olan, Mussolini'nin yazılarının yer aldığı La Lima dergisinin tüm sayılarının, Mussolini'nin iktidara gelmesinden sonra tüm kütüphanelerden toplatılıp imha edilecek olmasıydı.115 Çünkü Mussolini iktidara geldikten sonra dini, siyaseti için kullanmaya karar verecek ve gerçek yüzünü, yani din düşmanı kimliğini gizleyecekti.
Mussolini'nin komünizme olan bağlılığı, aslında şiddete olan eğiliminden ve kişisel psikolojik sorunlarından kaynaklanıyordu. Dennis Mack Smith, Mussolini'nin iç dünyasını şöyle anlatır:
Marx'a olan sürekli bağlılığının yanında, aslında kendi sosyalizminin pek tutarlı bir doktrini yoktu. Kimi zaman kendisini bir sendikalist (sendika yanlısı sosyalist) olarak tanımlıyordu, ama özel konuşmalarında tüm diğer sosyalistler hakkında çok kabaca konuşuyordu ve bazı durumlarda da hepsinin ötesinde bir tür anarşist gibi görünüyordu.116
Mussolini'nin hayatını inceleyen bir diğer tarihçi, Angelica Balabanoff ise şöyle yazmaktadır: "Görüşleri, belirli bir anlayış ve kavrayıştan ziyade, kendi isyankar egoizminin bir yansımasıydı... daha çok kendi istikrarsız ve huzursuz ruh halinden ve tatminsizliğinden, kendi egosunu tatmin etme tutkusundan ve kişisel intikam kararlılığından kaynaklanıyordu."
Mussolini'nin Fikir Babaları |
Mussolini, savaş ve çatışmanın bir ulusun gelişimi için mutlaka gerekli olduğuna inanıyordu. Onu bu fikre yönelten iki kuramcı vardı: Charles Darwin, Friedrich Nietzsche... |
Aslında Mussolini'nin tek elle tutulur dünya görüşü, "çatışma" ve "savaş" kavramlarına olan inancıydı. Bunları da faşizmin ideolojik kuramcılarından öğrenmişti: Yani Friedrich Nietzsche'den ve onun da fikri temelini oluşturan Charles Darwin'den...
Mussolini'nin bu iki isme olan hayranlığına dair pek çok kanıt vardır. Nietzsche'ye olan bağlılığını, "Nietzsche beni ruhsal bir erotizmle dolduruyor" diyerek kendisi açıkça ifade etmiştir. Dennis Mack Smith, Mussolini adlı kitabında bu konuda şunları yazar:
Nietzsche'de, tevazu, fedakarlık, yardımseverlik ve iyilik gibi Hıristiyan değerlerine karşı giriştiği savaşa dair bir gerekçe buluyordu. Yine Nietzsche'den, "tehlikeli yaşam", "güç isteği" gibi ünlü kavramlarını devralmıştı. Burada yine, Tanrı'ya ve kitlelere karşı gelen büyük egoist kavramını, Nietzsche'nin "üstün insan" fikrini görüyoruz.117
Mussolini'nin Darwinizm'e olan ideolojik bağlılığı ise, bir dönem editörlüğünü yaptığı La Lotta di Classe (Sınıf Çatışması) adlı haftalık komünist dergide sergileniyordu. La Lotta di Classe'nin ilk sayısının kapağında Marx ve Darwin'in büyük birer resmi yer alıyordu. Giriş yazısını kaleme alan Mussolini, bu iki materyalist ideologtan, "geçmiş yüzyılın en büyük iki düşünürü" diye söz etmiş, Darwin'in teorisine büyük övgüler düzmüştü.118 Mussolini, La Lotta di Classe dergisinde Darwinist, komünist ve din aleyhtarı pek çok yazı yazdı, ancak 1922 yılından sonra, yani Mussolini iktidara geldiğinde, bu derginin de nüshaları kütüphanelerden aniden kayboldu.119
Mussolini 1910'lu yılların sonunda ani bir değişim geçirdi ve eskiden beridir radikal bir komünist iken, bir anda "faşizm" olarak isimlendirilen idelojinin önderi olarak sahneye çıktı. Roma İmparatorluğu'nun pagan kültürünü temsil eden "balta" sembolünden yola çıkılarak ortaya atılan "faşizmi" Mussolini bulmamış, o dönemde İtalya'da çoğalan ırkçı ideologlardan devralmıştı. Ancak kendi icadı olmayan bu ideolojiyi kısa sürede sahiplendi ve siyasi bir harekete dönüştürdü. Aynı Hitler gibi çevresine işsiz güçsüz sokak serserilerini, maceracıları, şiddet yanlısı cahil kitleleri topladı. Bunları "Kara Gömlekliler" adlı yarı askeri bir örgüt şeklinde örgütledi ve siyasi rakiplerine karşı bir terör mekanizması olarak kullandı. Bu yöntemlerle de bir kaç yıl içinde iktidara yürüdü. 1922 yılında İtalya'nın Başbakanı'ydı. Kısa süre sonra ise "Duçe", yani "lider" olarak anılmaya başlayacak ve tam bir diktatör olacaktı.
Mussolini'nin Fikir Babaları |
Mussolini, gençliğinden itibaren Allah'a ve dine karşı nefret duymasına rağmen, iktidara geldikten sonra sözde dindar bir çehreye büründü. Amacı, dini kullanarak diktatörlüğünü sağlamlaştırmaktı. Nitekim kısa süre sonra Mussolini'yi "kutsal lider" olarak gösteren bir propaganda gelişti. Üstte yer alan "Papa tarafından kutsanmış Mussolini" tasviri, bunun bir örneğiydi. |
Mussolini faşizmin lideri olarak ortaya çıkarken, dine olan düşmanlığını da bir anda gizlemeye, dahası sözde son derece dindar bir Katolik gibi görünmeye karar vermişti. Özellikle iktidarının ilk yıllarında bu imajı oluşturmak için çaba harcadı. Eski din düşmanı yazılarının yer aldığı dergileri toplattırıp imha ederken, bir yandan da kendisini dindar gibi gösterecek uygulamalar gerçekleştirdi. Örneğin, yarım yüzyıllık bir aradan sonra din derslerini zorunlu hale getirdi, okullara haç sembolleri asılmasını kararlaştırdı.120 Nutuklarında her defasında dindar, muhafazakar, milli örf ve ananelerine bağlı bir insan portresi çizmeye çaba harcadı. Mussolini'nin yeni geliştirdiği sapkın görüşe göre, "din, devletin güçlenmesine yardımcı olmak borcunda olan bir kurumdu." 121
Mussolini'nin bu ikiyüzlü dindarlığı etkili olmuş olacak ki kısa sürede kilisenin de desteğini kazandı. Çağdaş Liderler Ansiklopedisi'nde Mussolini'nin "kilisenin kalbinde yaptığı fetih" şöyle anlatılır:
... Faşistlerin Kilise'nin desteğini alması Şubat 1922'de eski Milano Kardinali'nin Papa seçilmesiyle başlar. Pius XI'a göre İtalya'yı anarşiden kurtaracak insan Mussolini'dir. Faşizm yanlısı Papa ile bir zamanlar "Gerçek Dinsiz" imzalı yazılarla Kilise'ye savaş açmış Mussolini arasındaki ilişkiler her zaman işbirliğine yönelik oldu. Vatikan gazetesi Osservatore Romano 1923 Şubat'ında şunları yazar; "Mussolini, bütün İtalya'da vatanın talihini düzelten insan olarak alkışlanmıştır. Bu dini geleneklerin ve ulusun uygarlığının zaferidir." Kardinal Vicaire ise aynı yıl vatandaşları, faşistleri desteklemeye çağırır. Vatikan, Katoliklerin partisi Partito Popolera'nın faşizme karşı tavrını tasvip etmez ve Don Sturza'nın, partisinin önderliğinden ayrılmasını sağlar. Buna karşılık Mussolini de Kilise'ye olan saygısını her fırsatta gösterir, on iki yıl önce evlendiği karısıyla dini nikah yaptırır, çocuklarını vaftiz ettirir... Şubat 1929'da kral adına Mussolini'nin kilise adına da Kardinal Gaspari'nin imzaladıkları "Patti Laterono" ile Kilise'nin 1870'de alınan hakları geri verilir. Anlaşmayla Kilise'ye mutlak bir inanç ve ibadet özgürlüğü, Katolikliğin resmi devlet dini sayılması, Vatikan'ın resmen tanınması ve ayrıcalıklar verilmesi, Papa'nın devlet başkanı kabul edilmesi, papalığa tazminat ödenmesi, dini nikahın kabulü, ilkokullarda din derslerinin okutulması gibi haklar verilir. Papa da bunlara karşılık Mussolini'ye 1932'de "Altın Mahmuz" nişanı verir ve onu "eşsiz bir başbakan" olarak nitelendirir.122
Ancak Mussolini tüm bu tiyatroya rağmen gerçekte dinsizliğini sürdürüyordu. İtalyan toplumunu bir kez arkasına alıp kışkırttıktan sonra, din ahlakını ortadan kaldırmaya yönelik gerçek politikası kendini göstermeye başladı. 1930'lu yıllarda dini kavramlar yavaş yavaş ortadan kaldırılırken, yerine Mussolini'yi adeta kutsal bir kişi gibi gören pagan bir kültür yerleşmeye başladı. Mussolini'nin tek inancı, kendi egoizmiydi ve bunu aşama aşama İtalyanlara kabul ettirmeye çalıştı.
O dönemde kullanılan aşağıdaki slogan, İtalya'ya empoze edilen "Mussolini putu"nun bir ifadesiydi:
"Tanrıyı sevmekten bir an bile geri kalma. Ama unutma ki, İtalya'nın Tanrısı Duçe'dir."123 (Yüce Allah’ı tenzih ederiz.)
Mussolinin kendisini bu şekilde insans üstü bir varlık ilan etmesi, elbette büyük bir sapkınlıktır. Tarih boyunca kendisini diğer tüm insanlardan üstün gören ve tıpkı Mussolini gibi sözde ilahlaştıran (Allah'ı tenzih ederiz) pek çok inkarcı lider ve yönetici yaşamıştır. Ancak hepsi bu büyüklenmelerinin ve sapkınlıklarının karşılığını almışlardır. Mussolini bir yandan da dini kavramların içini boşaltıp bunları kendi pagan dinine göre yeniden yorumlamaya kalkıyordu. Yayınladığı emir ve bildirilere "On Emir" ismini vermesi, kibir ve küstahlığının boyutunu gösteriyordu.
Faşistler elele: Hitler ve Mussolini.. |
Ancak Mussolini'nin kibiri uzun süremedi. II. Dünya Savaşı'na Almanya'nın yanında girdi, ancak Almanlar'dan çok daha önce yenilgiye uğrayarak çöküşe geçti. 1943 yılında kendi vatandaşları tarafından tutuklandı ve hapsedildi. Hitler'in desteğiyle kurtuldu ve İtalya'nın kuzeyindeki güçleriyle muhaliflerine karşı bir süre daha direndi. Savaşın sonunda Alman üniforması giyerek sınırı geçmeye çalışırken bir kez daha yakalandı ve yanındaki metresi ile birlikte kurşuna dizildi. Cesedi Milano'daki bir meydanda ayağından asıldı. Bu, kendisini sözde "kutsal insan" sanan bir psikopat için oldukça ibretlik bir sondu.
Buraya kadar incelediklerimizin gösterdiği gibi, faşizm gerçekte İlahi dinlere şiddetle düşman olan, ancak kimi zaman siyaseten bu düşmanlığını gizleyen, aksine dindar gözüken bir ideolojidir. Faşistlerin dindar görünümünün ardındaki amaç ise, dini kavramları gerçek anlamlarından saptırarak faşizmin bir aracı haline getirmektir.
Faşistlerin söz konusu dindarlık rolünün şiddeti ise, içinde bulundukları toplumun yapısına göre değişir. Nazizm, bu rolü çok az oynama ihtiyacı hissetmiştir, çünkü zaten din ahlakından bir hayli uzaklaşmış bir toplumda gelişmiştir. Ancak buna karşın Mussolini daha dindar bir toplum olan İtalyanları kontrol etmeye çalışmış ve bu nedenle sahte dindarlık rolüne daha fazla ihtiyaç duymuştur. İspanya örneğine baktığımızda ise, yine dindar bir toplumla ve yine dindar görünümlü bir faşizmle karşılaşırız. Bu faşizmin lideri ise Francisco Franco'dur.
Franco'nun idelojisi "Falanjizm" olarak bilinir. Bu terim, İspanya'da 1933 yılında kurulan Falanj (uzun ismiyle, Falange Española Tradicionalista Y De Las Juntas De Ofensiva Nacional-Sindicalista) adlı siyasi partiden gelmektedir. José Antonio Primo de Rivera adlı faşist bir ideolog tarafından kurulan parti, İtalyan faşizmini aynen taklit etmiş ve demokratik rejime, anayasaya ve kiliseye tamamen karşı çıkan bir söylem geliştirmiştir. Nitekim Falanj kelimesi (İspanyolca Phalanx) pagan kültürlerden gelen bir savaş kavramıdır; önce eski Sümer'de ve sonra da Eski Yunan ve Roma'da kullanılan bir askeri tabur düzenini ifade etmektedir. O dönemde İspanya ordusu başkomutanı olan General Franco 1936 yılında ülkedeki sağ ve sol çatışması sonucunda başlayan iç savaş sırasında Falanj partisini ele geçirmiş, sahiplenmiş, ancak partinin din karşıtı üslubunu yumuşatarak Falanj faşizmine dini bir görünüm vermeye çalışmıştır.
Franco'nun İç Savaş Terörü |
İspanya'da General Franco'nun yürüttüğü ve 3 yıl süren kanlı iç savaş sırasında yüzbinlerce insan hayatını kaybetti. Franco, rakiplerine karşı her türlü terör kullandı. Franco'nun birliklerine destek vermeyen köyler bombalandı, savaşla ilgisi olmayan pek çok masum insan ölürken, onbinlerce köylü de evsiz kaldı. |
1. İspanya iç savaşı sırasında siperden çıkarken vurulan bir milis. |
Franco son derece kanlı bir iç savaş yürütmüş, gerekli gördüğünde sivil halkı bombalamaktan çekinmemiştir. 3 yıl süren savaşı 1939'da kazanmış ve bunun ardından kurduğu dikta rejimini 1970'lere kadar sürdürmüştür. Bu rejimi ayakta tutabilmek için de Katolik Kilisesi'nden yararlanma siyaseti izlemiştir. Bu arada kiliseye de İspanya'nın ekonomik hayatında kapitalist bir rol verilmiştir. Franco kiliseyi her zaman koruma politikasını gütmüş, onu kendi lehinde kullanmak istemiştir. Ancak faşist ilkelerin dışında gelişecek her türlü dini hareket yönetimin ağır baskılarıyla karşılaşmıştır.
Franco Kimdir? Falanjizm Nedir? adlı eserde, İspanya'da faşizmin başarıya ulaşmak için dini nasıl kullandığı şöyle anlatılır:
Faşizm, bu hedeflerine erişmek için de yığınlara muhtaçtı… halk yığınlarını ateşe atmak için dini gerekçeler, monarşi gibi kelimeler yeterliydi… İspanya'da Katolikler her zaman güçlüydü; rahiplerin büyük çoğunluğu faşizmin açık birer destekçisi durumundaydılar… Bu yüzden İspanya faşizmine de bir kuram bulmak ve bunu ortaya atmak gerekiyordu. İspanya faşizminin kuramını bulup çıkaran Gil Robles olmuştur. Gil Robles, İspanya'nın büyük toprak sahiplerine sıkı sıkıya bağlıdır. Eğitimini Katolik cizvit okullarında tamamlamış ve ilk politik faaliyetine de yine bu Katolik örgütlerinde başlamıştır… Alman faşizmi iktidara gelince, Robles de hemen Almanya'ya koştu. Amacı, Alman faşistlerinin çalışma kurallarını öğrenmekti. Robles, birçok alanda Alman faşizmini taklide çalıştı, fakat üstün ve ari ırk nazariyesini bir türlü ortaya atamadı. Binbir Afrika ulusuyla karışmış İspanya için böyle nazariye elbette gülünç gelecekti. Bu durumda Robles'in kuramı ve programı ne olabilirdi? Robles, Katoliklikle bağdaştırdığı koyu bir şovenizmi ön plana geçirmişti: "Herşeyden önce İspanya gelir. Tanrı, İspanya'nın üstündedir. Kendini ne oranda İspanyol hissedersen, o oranda da Katoliksin!". Robles'in bu Katolik şovenizmi İspanya'nın kendi özelliklerinden geliyordu... Robles Katolik birliklerini kooperatiflerini ve Katolik gençlik örgütlerini kullanıyordu. Katolik basını da faşizmin hizmetine girmişti. Robles'in kendisi de tutucu çevrelerde çok ünlü olan El Debato gazetesinin yöneticisiydi.124
Franco, iktidarı boyunca faşist devletin ilkeleri dışında bir dini anlayışın gelişmesine izin vermedi. Kilise'yi ana prensiplerinden saptırdı ve faşist rejimin destek isi haline getirdi. |
İspanya İç Savaşının Getirdiği Yıkım |
Faşizmde "zafer kazanmak" kutsal bir hedef olarak görülür ve bu uğurda her kayıp meşru sayılır. İspanya 1936-39 arasında bu düşüncenin kurbanı oldu. İspanya ordusu başkomutanı "Generalissimo" Francisco Franco iç şavaşı kazanabilmek uğruna ülkesini harabeye çevirmekten çekinmedi. |
Franco'nın aldatmacalarına kanan dönemin kilise yöneticilerinin faşistlere bundan başka yardımları da olmuştur. Latin Amerika İspanyolları ve öbür faşist gruplar, Amerikan ülkelerinin İspanyol yönetimi altına girmesi yolunda türlü Falanjlar kurmuşlardır. Bu ülkelerdeki bazı Katolik kiliseleri de oyunda itici bir güç rolünü oynamıştır.125
Görüldüğü gibi faşizmin iktidar olma serüveni genelde benzerdir. Faşistler için din, ulaşılması gereken hedefte önemli bir araçtır. Diğerlerinde olduğu gibi yapılan taktikler sonucunda İspanya'da da kilise Franco'nun yanında olmuştur. Ancak faşistlerin dine karşı bu olumlu yaklaşımlarının iktidar olana kadar sürdüğünden ve iktidar olduktan sonra ise çoğu zaman kiliseye ya da din ahlakına açıkça cephe almaktan çekinmediklerinden söz etmiştik. Bu, İspanya'da da böyle olmuştur.
Nitekim devrimden altı ay kadar sonra George Orwell'in anlattıkları devrimci Barcelona'nın durumunu gözler önüne sermektedir:
... Hemen her kilise tahrip edilmiş ve dini resimler ve heykeller yakılmış. Şurada burada kiliseler işçi grupları tarafından son taşına kadar yıkılıyordu…126
Faşistlerin Franco örneğinde açık şekilde ortaya çıkan dini kullanma yöntemlerini biraz aralarsak, kitabın önceki bölümlerinde incelediğimiz bir gerçekle tekrar karşılaşırız. Faşizm, Avrupa toplumlarını Hıristiyanlık öncesi pagan dinlere döndürmek isteyen bir ideolojidir. Sadece Avrupa'da değil, her coğrafyada faşistlerin gerçek dini paganizm olmuştur. Her faşist akım, kendi toplumunun pagan kültürünü bir inanç ve örnek olarak benimser. Söylemleri, sembolleri, benzetmeleri hep içinde bulundukları toplumun tarihinde yaşamış olduğu pagan dininin özelliklerini taşır. Böylece faşistler, halkı atalarıyla ve onların gelenekleriyle duygusal bir coşkuya kaptırmak ve böylece adeta bir kitle hipnozu oluşturmak isterler. Halkı geçmişin "ihtişamlı günlerine" döndüreceklerine dair tamamen hayal ürünü vaatlerle peşlerinden sürüklerler. Putperest inançlarını içinde bulundukları toplumun sahip olduğu dinin terim ve sembolleri ile süsleyerek, faşizme has sapkın bir din oluştururlar. Kendilerini dindar göstermeye çalışsalar da gerçekte putperesttirler.
Faşizmin insanlığa sadece kan ve acı getiren bir ideoloji olduğu çok açıktır. 20. yüzyılın tarihi bu gerçeğin bir ispatı sayılabilir. Ancak bu gerçeğe karşın dünyanın pek çok yerinde hala faşizme sempati duyan insanlar vardır. Günümüzde neo-Naziler, holiganlar gibi farklı isimler altındaki faşist örgütlenmeler giderek yayılmaktadır. Bu faşist çetelere karşı alınan adli tedbirler ise tek başına etkili olmamakta, İngiltere ve Almanya gibi güçlü devletler dahi bu grupları etkisiz hale getirememektedirler. Çünkü kullandıkları yöntem yanlıştır. Dinden tamamen uzak yetiştirilmiş, kendisini ve diğer insanları hayvan gibi gören aşırı sorumsuz, başıboş ve saldırgan insanları dizginlemek, onlara hakim olmak, onları zaptetmek imkansızdır. Bugün birçok ülkede hala devam eden bu saldırganlığı ve terörü engellemenin tek yolu, insanlara faşizmin kökeni olan dinsiz veya pagan ideolojilerin değil, Allah'ın insanlara emrettiği güzel ahlakın aşılanmasıdır.
Kitap boyunca anlatılanlardan da anlaşıldığı gibi faşizm barışa, dostluğa, kardeşliğe, uzlaşmaya ve hoşgörüye karşıdır. Dinin özünü ise bu gibi güzel ahlak özellikleri oluşturur. Dolayısıyla faşizm, dinle tam anlamıyla çelişen bir ideolojidir:
Örneğin faşizm ırkçılığı benimser. Faşistler daima kendi ırklarının, milletlerinin diğerlerinden üstün olduğu iddiasıyla yola çıkmışlar, üstelik bu iddiaya dayanarak diğer milletlerin toprakları ve malları üzerinde hak iddia etmişlerdir. Bu ırkçı iddia sayısız savaşın, çatışmanın, katliamın, "etnik temizliğin" çıkış noktasıdır. Oysa daha önce de belirttiğimiz gibi Kuran'a göre üstünlük ırka, renge ya da diğer başka bir özelliğe göre değil Allah'a yakınlığa, inanç ve ahlaka bağlıdır. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilir:
Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.
(Hucurat Suresi, 13)
Allah bir başka ayetinde ise ırkçılığı "cahiliyenin öfkeli soy koruyuculuğu" olarak tarif eder ve inananları bu kışkırtıcı ideolojiye karşı koruyacağını şöyle bildirir:
Hani o inkar edenler, kendi kalplerinde, 'öfkeli soy koruyuculuğu'nu (hamiyeti), cahiliyenin 'öfkeli soy koruyuculuğunu' kılıp-kışkırttıkları zaman, hemen Allah; elçisinin ve mü'minlerin üzerine '(kalbi teskin eden) güven ve yatışma duygusunu' indirdi ve onları "takva sözü" üzerinde 'kararlılıkla ayakta tuttu." Zaten onlar da, buna layık ve ehil idiler. Allah, herşeyi hakkıyla bilendir.
(Fetih Suresi, 26)
Ayette açıklandığı gibi, Allah insanları birbirleriyle tanışmaları, barış, kardeşlik ve hoşgörü içinde yaşamaları için çeşitli ırklara ve etnik kökenlere ayırmıştır. Yani faşistlerin sandığı gibi, farklı ırklar ve etnik kökenler, Darwinist çatışmanın ve "yaşam mücadelesi"nin bir malzemesi değildir. Farklı etnik kökenler ve ırklar arasında biyolojik bir üstünlük de söz konusu olamaz. Yüce Allah, insanlar arasındaki üstünlüğü yalnızca "takvaya" yani Allah'a yakınlığa, inanca ve ahlaka bağlamıştır. O halde insanların Kuran'a uydukları bir düzende, ırk, renk ve kabile çatışmalarının yaşanmayacağı, bu gibi saçma üstünlük iddialarıyla hareket edilmeyeceği açıktır.
Tarih göstermektedir ki, "öfkeli soy koruyuculuğu", pagan veya dinsiz toplumlara ait bir hastalıktır. Bu toplumlarda her zaman için ırk, soy ve kabile üstünlüğüne dayalı iddialar ve buna dayalı çatışmalar var olmuştur. Çünkü insanlar üstünlüğü ırk, soy, kabile gibi maddi özelliklerde aramışlardır. Oysa Kuran'da bildirildiği gibi, "... izzet ve gücün tümü Allah'ındır..." (Yunus Suresi, 65)
İnsanlar ise ırkları, renkleri, derileri fark etmeksizin Allah'ın yaratmış olduğu, Allah'a son derece muhtaç, aciz varlıklardır. Hepsi de ölüme mahkumdur. Dolayısıyla bir insanın diğer bir insana veya bir toplumun diğer bir topluma karşı bir "izzet", yani üstünlük iddiasında bulunmaya hakkı yoktur. Nitekim bu saçma iddialar, ölümle birlikte unutulup gidecektir. Kıyamet günüyle ilgili bir ayette bu gerçek şöyle bildirilir:
Böylece Sur'a üfürüldüğü zaman artık o gün aralarında soylar yoktur ve (üstünlük unsuru olarak soyluluğu) soruşturmazlar da.
(Müminun Suresi, 101)
İbret Verici Son |
Mussolini ve sevgilisi önce halk tarafından linç edildiler, sonra Milano'da ayaklarından meydana asıldılar. Cesetleri günlerce ibret olarak sergilendi. |
Ayette bildirildiği gibi ölüm anında, kıyamet gününde ya da ahirette ırk, renk, etnik köken gibi unsurların hiçbir önemi olmayacaktır. O an önemli olan tek şey kişinin Allah'a yakınlığı ve Allah'ın rızasını kazanıp kazanmadığı olacaktır. O gün kimse kimseye soyunu, ırkını soracak bir durumda da olmayacaktır. Bugün soylarından dolayı azgınlaşanlar, taşkınlık yapanlar, insanları öldüren, hatta diri diri yakanlar, o gün hangi soydan olurlarsa olsunlar ne kadar aciz ve muhtaç durumda olduklarını kavrayacaklardır.
Faşizmin bir diğer belirgin özelliği ise şiddete olan eğilimidir. Faşistler şiddeti, kaba kuvveti, savaş ve çatışmayı adeta kutsal kavramlar gibi görürler. Kuran'a uygun bir hayat yaşayan insan için bu da mümkün değildir. Allah müminlerden güzel ahlaklı olmalarını istemektedir. Kuran'da bu ahlakın nasıl olacağı da tarif edilmektedir. Örneğin müslüman kendisine kötülük yapıldığında dahi iyilikle karşılık vermekle yükümlüdür. Bu konudaki ayetlerden birinde Allah şöyle buyurur:
İyilikle kötülük eşit olmaz.
Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir.
(Fussilet Suresi, 34)
Yukarıdaki ayetin gösterdiği şekilde hareket eden bir insanın faşist mantık ve yöntemlere sempati duyması, faşizme en ufak bir eğilim göstermesi elbette ki söz konusu bile olamaz.
Faşist ahlakın bir diğer özelliği, kendisine belirlediği sözde "kutsal" hedef uğruna binlerce masum insanı göz kırpmadan feda edebilmesi ve bunu bir erdem gibi görmesidir. "Hedefler araçları meşrulaştırır" mantığıyla düşünen faşistler, gerçekte hiçbir şekilde meşru da olmayan bir hedef için her türlü vahşeti gerçekleştirebilirler. Oysa Kuran'da insanlara haksız yere saldırmanın, masum insanları öldürmenin çok büyük bir suç olduğu bildirilmiştir. Faşizme göre insan hayatının hiçbir değeri yoktur, ama dine göre tek bir insanın hayatı dahi çok önemlidir. Allah şöyle buyurur:
... Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur...
(Maide Suresi, 32)
Tek bir insanın dahi suçsuz yere öldürülmesi tüm insanların öldürülmesi gibiyken, faşistlerin işledikleri cinayet, katliam ve soykırımların ne kadar büyük bir suç olduğu açıktır. Allah faşistlerin bu zalim karakterinin ahiretteki karşılığını şöyle bildirir:
Yol, ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere 'tecavüz ve haksızlıkta bulunanların' aleyhinedir. İşte bunlara acıklı bir azab vardır.
(Şura Suresi, 42)
Faşistlerin özelliklerinden bahsederken son derece duygusal bir yapıya sahip olduklarından, bundan dolayı da kolayca kışkırtılıp, öfkeye kapılıp, şiddete yönelebildiklerinden söz etmiştik. Faşist gruplar genelde sokak çeteleri tarzında hareket eder, en basit bir olayda dahi gözü dönmüş bir öfkeye kapılır ve bunun ardından hemen kavga ve çatışma başlatırlar. Elbette bu duygusal şiddet, Kuran'ın emirlerine tamamen aykırıdır. Kuran'da Müslümanlar öfkelendikleri zaman bunu yenen, akılcı, itidalli ve ılımlı insanlar olarak tarif edilmektedir. Karşılaştıkları hiçbir olay, hiddetlenmelerini ve saldırganlaşmalarını gerektirmez:
Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz)geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.
(Al-i İmran Suresi, 134)
Faşistleri yönlendiren bir diğer özellik de kitle ruhudur. Faşist çeteler içinde yer alan birçok akılsız ve cahil genç, neyi niçin yaptığını dahi bilmeden, kalabalığın, sloganların, marşların etkisiyle duygusal bir histeriye kapılır, sürü psikolojisine girer ve gerçekte kendi iradesiyle yapmayacağı kitle suçlarına karışır. Bir yabancıya sebepsiz yere saldırabilir, bir işyerini yağmalayabilir... Bu eylemlere katılanların çoğu, irade ve vicdanları zayıf olduğu için, kitle psikolojisi içinde çözülmüş, "sürü" haline gelmişlerdir. Oysa Allah insanları çoğunluğun sapkınlığına karşı uyarır:
Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan,
seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminle yalan söylerler.'
(Enam Suresi, 116)
İşte bu nedenle müminler çoğunluğa uymak yerine daima akıl ve vicdanları ile hareket ederler. Bu da Kuran'a uymakla mümkün olur.
Dinle faşist ideolojinin bağdaşmadığı bir nokta da Kuran'ın barışı, uzlaşmayı savunması ve tavsiye etmesidir. Dikkat edilirse bu özellikler faşizmle taban tabana zıttır. Faşizm saldırgan olmayı, işgal etmeyi, savaşmayı, kaba kuvvetle hareket etmeyi, zulmetmeyi yol olarak benimsemiştir. Ancak tüm bunlar Kuran'a göre zalimliktir. Aynı zamanda Allah'ın hoşlanmadığı hareketlerdir. Tam tersine Allah iyilikte bulunmayı ve insanların arasını düzeltmeyi emreder:
Onların 'gizlice söyleşmelerinin' çoğunda hayır yok. Ancak bir sadaka vermeyi veya iyilikte bulunmayı ya da insanların arasını düzeltmeyi emredenlerinki başka. Kim Allah'ın rızasını isteyerek böyle yaparsa, artık ona büyük bir ecir verecegiz.
(Nisa Suresi, 114)
Sonuçta faşist karaktere baktığımızda, din ahlakının getirdiği sevgi, şefkat, merhamet, tevazu, yardımlaşma, kanaatkarlık gibi ahlaki erdemlere tamamen zıt bir ahlak ortaya çıkmaktadır. Kuşkusuz bu ahlak tarihin her döneminde var olmuştur, ancak faşizm bunu sistemli bir biçimde savunan ve Darwinizm'in etkisiyle "bilimsel" ve akılcı bir yaklaşım gibi gösteren bir fikir ekolüdür. İlahi dinler tarafından lanetlenmiş olan "zalimlik" kavramı, faşizm tarafından sistemli olarak övülmekte, meşru gösterilmekte ve özendirilmektedir.
Hitler'in yaptığı soykırımların, Mussolini'nin acımasız işgallerinin, Franco'nun yürüttüğü kanlı iç savaşın, Pinochet'nin işkencelerinin, Saddam Hüseyin'in 5000 sivili sinir gazıyla öldürmesinin, Miloseviç'in Boşnaklara ve Arnavutlara uygulattığı insanlık dışı vahşetlerin ve diğer çağdaş faşistlerin cinayetlerinin altında hep bu zalim ve acımasız ideoloji yatar. Sadece bu gibi siyasi vahşetlerde değil, günlük hayatta karşımıza çıkan çeşitli şiddet örneklerinde de faşist ideolojinin rolü vardır. Birbirlerini basit bir anlaşmazlık sonucunda döven, bıçaklayan veya kurşunlayan insanlar, şiddeti kahramanlık gibi gören ve gösteren bir kültürün ürünüdürler. Bu kültürün temelleri eşildiğinde ise, Darwin veya Nietzsche gibi ideologların "yaşam mücadelesi" telkinleri çıkmaktadır.
Bu hastalığın en temel kaynağı ise, söz konusu insanların din ahlakından uzak olmalarıdır. Belki kendilerine sorulsa dindar olduklarını iddia edeceklerdir ama din ahlakının insana kazandırdığı manevi güzelliklerden ve asil ahlaktan tamamen habersizdirler. Dolayısıyla hastalığın çözümü de, insanların Kuran ahlakını gerçek anlamıyla öğrenmeleri, kavramaları ve yaşamalarında yatmaktadır.
96. Jerry Bergman, “Darwinism and the Nazi Race Holocaust”, Creation Ex Nihilo Technical Journal 13 (2): 101–111, 1999
97. DanielGasmann, The Scientific Origins of National Socialism: Social Darwinism in Ernst Haeckel and the German Monist League, New York: American Elsevier, 1971, s.208
98. Adolf Hitler, Hitler’s Secret Conversations 1941–1944, With an introductory essay on The Mind of Adolf Hitler by H.R. Trevor-Roper, Farrar, Straus and Young, New York, s. 117
99. Çağdaş Liderler Ansiklopedisi, Cilt 3, s. 876
100. Gottfried Feder, Das Programm der NSDAP und seine weltanschaulichen Grundlagen, s. 49; Wilhelm Reich, The Mass Psychology of Fascism, Farrar, Straus and Giroux, New York, 2000, s.117
101. Adolf Hitler, Kavgam , Kağan Kitapevi, I. Kitap, 3. Baskı, s. 107
102. Adolf Hitler, Kavgam , Kağan Kitapevi, I. Kitap, 3. Baskı, s. 80
103. Adolf Hitler, Kavgam , Kağan Kitapevi, I. Kitap, 3. Baskı, s. 100
104. Murat Çulcu, Neonazizm'in Suçüstü Tutanakları, Kastaş Yayınları, Eylül 2000, s. 221
105. Thema Larousse, cilt 1, Milliyet Yayınları, s. 341
106. Çağdaş Liderler Ansiklopedisi, Cilt 3, s.876
107. Murat Çulcu, Neonazizm'in Suçüstü Tutanakları, Kastaş Yayınları, Eylül 2000, s.120-121
108. Scott Lively, Kevin Abrams, The Pink Swastika, Founders Publishing Corp., Oregon, 1997, s. önsöz, viii)
109. Dennis Mack Smith, Mussolini , Paladin Grafton Books, London, 1987, s. 2
110. Dennis Mack Smith, Mussolini, s. 8
111. Dennis Mack Smith, Mussolini, s. 8
112. Dennis Mack Smith, Mussolini, s. 8
113. Dennis Mack Smith, Mussolini, s. 9
114. Dennis Mack Smith, Mussolini, s.11
115. Dennis Mack Smith, Mussolini, s.12
116. Dennis Mack Smith, Mussolini, s.13
117. Dennis Mack Smith, Mussolini, s.15
118. Dennis Mack Smith, Mussolini, s.18
119. Dennis Mack Smith, Mussolini, s.17
120. Çağdaş Liderler Ansiklopedisi , Cilt 4 , s. 1467
121. Ali Bulaç, Çağdaş Kavramlar ve Düzenler , s. 151
122. Çağdaş Liderler Ansiklopedisi , Cilt 4, s.1469
123. Çağdaş Liderler Ansiklopedisi, cilt 4, s.1474
124. T. Kakınç, Franco Kimdir? Falanjizm Nedir? , s. 70-71-72-73)
125. Charlie Hore, Duncan Hallas, Andy Durgan, İspanya 1936 Baharı , Z yayınları, çev: Melike Çakırer, s. 26
126. T. Kakınç, Franco Kimdir? Falanjizm Nedir? , s. 172-173