Bir önceki bölümde faşizmin kültürel kökenlerini inceledik, bu ideolojinin eski pagan hurafelerin canlandırılmasıyla doğduğunu ve Darwinizm'den destek bulduğunu ele aldık. Bu bilgiler, 20. yüzyılda ortaya çıkan faşist ideologların ve faşist hareketlerin kökenini anlamak bakımından çok önemlidir. Ancak bir de bu hareketlerin 20. yüzyılın ilk yarısında nasıl olup da pek çok ülkede iktidarı ele geçirebildiğini, iktidarda hangi yöntemleri kullandığını ve nasıl bir kabus oluşturduğunu incelemek gerekir.
Bilindiği gibi, 20. yüzyılın ilk faşist rejimini İtalya'da Benitto Mussolini kurmuştur. Onu Hitler Almanyası ve Franco İspanyası takip etmiş, böylece Avrupa I. Dünya Savaşı'nın hemen ardından faşist ideolojiyle yüz yüze gelmiştir. 1930'lu yıllarda faşizm popüler bir siyasi ideoloji haline gelmiş, pek çok ülkede irili ufaklı faşist partiler kurulmuş, faşistler Avusturya ve Polonya'da da iktidarı ele geçirmiş, böylece tüm Avrupa bu akımdan etkilenmiştir.
Faşizmin en belirgin örneklerinin yaşandığı Avrupa ile Latin Amerika ülkelerinde ve bir Uzak Doğu ülkesi olan Japonya'da bu ideolojinin filizlendiği şartlar incelendiğinde, büyük benzerliklerle karşılaşılır. Faşizm, genelde ülkenin içinde bulunduğu kaos ve istikrarsızlıktan faydalanılarak halka kabul ettirilmiş, kurtarıcı bir ideoloji ve sistem gibi tanıtılmıştır. Faşist iktidarın kurulmasından sonra ise, halk hem baskı ve korkuyla, hem de beyin yıkama yöntemleriyle kontrol altında tutulmuştur.
I. Dünya Savaşı sonrasında nüfusun çoğunluğunu dullar ve yetimler oluşturuyordu. İnsanlar sevdiklerini ve yakınlarını kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyor, işsizliğin getirdiği maddi ve manevi sıkıntıların altında eziliyordu. Halk arasında eski görkemli ve şatafatlı günlere büyük bir özlem duyuluyordu. |
I. Dünya Savaşı'nın ardından kurulan faşist devletlerde, faşizm öncesi toplumsal ve psikolojik zemin çok büyük benzerlikler göstermektedir. Çoğu yerde ülkeler savaştan yenik ve harap çıkmanın getirdiği eziklik ve yıpranmış ruh hali içindedirler. İnsanlar eşlerini, çocuklarını, yakınlarını ve sevdiklerini savaş nedeniyle kaybetmişlerdir. Buna ekonomik koşulların bozukluğu, siyasi istikrarsızlık ve ülkenin içinde bulunduğu çözümsüz ruh hali eklenmiştir. İnsanlar maddi buhran içindedirler, ülkenin problemleriyle ilgili olarak siyasi partiler çaresizdir ve üstelik kendi içlerinde çekişmektedirler.
Örneğin İtalyan faşizminin iktidara gelişini kolaylaştıran en önemli faktör, I. Dünya Savaşı sonrası ülke halkının karşı karşıya kaldığı sefaletti: Savaş sonucunda 600.000'den fazla insan ölmüştü. Yarım milyon kadar insan sakat kalmıştı, ekonomik bunalım ve işsizlik vardı. Nüfusun çoğunluğunu dullar ve yetimler oluşturur hale gelmişti. Savaş İtalyanlara büyük kayıplara mal olmuş, ama sonuçta hedeflerinin çok azına ulaşabilmişlerdi. Bundan başka savaştan bitkin ve yorgun çıkmış birçok halkta olduğu gibi, İtalyan halkı arasında da görkemli zaferlere ve şatafatlı günlere özlem duyuluyordu.
Bu psikoloji aslında 19. yüzyılın sonlarından itibaren iyice güçlenmeye başlamıştı. Geçmiş çağlardaki büyük İtalya (yani Roma İmparatorluğu) hasretle anılıyor ve eski Roma toprakları üzerinde hak iddia ediliyordu. Ayrıca dünya üzerinde söz sahibi olan büyük ülkelere karşı da rekabet hissi duyuluyor ve İtalya'nın da onlarla eşit düzeye gelmesi ya da diğer bir deyimle "layık olduğu yere" çıkması umuluyordu. Bu düşünceler içinde duygusal bir yapıya giren İtalyanlar Fransa, İngiltere ve Almanya gibi büyük devletlerle aynı güce ulaşmayı bekliyorlardı.
I. Dünya Savaşının Acı Sonu: |
1914-18 yılları arasındaki Büyük Savaş, Avrupa'yı yakıp yıktı. 10 milyon insan yaşamını yitirdi, milyonlarcası savaş nedeniyle bunalıma düştü. Özellikle savaşı yitiren Almanya, "kurtuluş" arayışı içine girdi. Faşizm, bu fırsatı değerlendirecekti. |
Almanya'da Nazizm'in yerleşmesinde de sosyal, politik ve ekonomik bunalımlar başrolü oynadı. I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmış Almanya'da, yenilginin getirdiği hayal kırıklığına işsizlik ve mali kriz de eklendi. Enflasyon dünya tarihinde eşine az rastlanan bir rakama fırladı. Küçük çocuklar, milyonlarca Marklık destelerle oyun oynuyorlardı, çünkü değeri her saat düşen para işe yaramaz bir kağıt haline geliyordu. Almanlar kırılan onurlarını tamir etmek ve tekrar normal standartta bir hayat sürmek istiyorlardı. Nazizm bu vaatle ortaya çıkacak ve destek toplayacaktı.
Darwinist İdeolojilerin Kısır Döngüsü: Komünzime karşı Faşizm |
1933 yılında Alman Komünist Parti Binası önünde, komünizmi protesto etmek için toplanmış olan halk ve onların önündeki SA birlikleri. Binanın üzerinde komünist slogan: "Savaş tehlikesine, faşizme, açlık ve donmaya karşı yürütülen mücadelede, iş, ekmek ve özgürlük adına ileri". Faşizm ilk filizlenmeye başladığında dünyayı komünizm tehlikesi de tehdit ediyordu. Pek çok ülke, komünizm gibi kanlı ve baskıcı bir rejime boyun eğmemek için, kurtuluşun faşizmde olduğunu sandı. Böylece bir tehlikeden kaçarken diğerine yakalandı. |
İspanya'daki faşizm öncesi zemin de diğerleriyle büyük benzerlikler gösteriyordu. 19. yüzyılın başlarında İspanya'nın, Amerika'nın her iki yakasındaki sömürgelerini kaybetmesi ülkede büyük bir moral bozukluğuna yol açmıştı. 20. yüzyılın başlarında ise İspanya yarı çökmüş bir devlet konumundaydı. Ekonomisi bitip tükenmişti, soylulara tanınan ayrıcalıklar ülkede büyük haksızlıklara yol açıyordu. İspanyol halkı da geçmişteki büyük ve güçlü İspanya'ya büyük özlem duyuyordu.
Faşizmin önemli ölçüde etkin olduğu diğer bir ülke de Japonya'dır. Faşizm öncesinde Japon gençleri arasında Marksist fikirlerin yaygınlaşması üst tabakada büyük bir huzursuzluk meydana getirmişti. Ancak bu yıkıcı ideolojiden korunmanın ve kurtulmanın yollarını kestiremiyorlardı. Öte yandan geleneklerine sıkı sıkıya bağlı olan bu millet için sosyal alanda meydana gelen bu değişimler ürküntü vericiydi. Aile bağları gevşemiş, boşanmalar artmış, yaşlılara saygı gösterilmez olmuş, örf ve adetler bir kenara atılmış, bireyciliğe karşı bir eğilim belirmiş, gençler arasında dejenerasyon büyük boyutlara ulaşmıştı. Buna bağlı olarak intihar oranlarında da artış göze çarpmaktaydı. Bu haliyle toplumsal yapının geleceği hiç de parlak gözükmüyordu. Bütün bunlar toplumda geriye dönük bir özlem yarattı. Geçmişte yaşanan şaşaalı günlere duyulan özlem ya da geçmişi canlandırma çabası, faşist sistemlere geçişte halkın düştüğü ilk tuzak oluyordu. Bu arada o sıralar dünyayı tehdit eden komünizm tehlikesini de göz ardı etmemek gerekir. Pek çok ülke belki böylesine acımasız, kanlı ve baskıcı bir ideolojiye esir olmamak için "kötünün iyisi" sandıkları bir rejim olan faşizme boyun eğmiş, böylece bir tehlikeden kaçarken bir diğerine yakalanmışlardır.
Faşizme yol açan diğer bir etken, kitlelerin cehaletidir. Avrupa'yı kasıp kavuran 1. Dünya Savaşı'yla birlikte eğitimde de büyük bir gerileme yaşanmış, pek çok eğitimli genç insan savaş alanlarında ölmüştür. Bu, toplumun genel kültür düzeyini düşürmüştür. İşte genelde faşizme destek verenler, onun adına mücadele edenler ve onun saldırgan politikalarına alet olanlar bu cahil insanlardır. Çünkü faşizmin temel fikri dayanakları (yani ırkçılık, romantik milliyetçilik, şovenizm, hayalperestlik vs.) ancak cahil insanlar tarafından geniş çapta kabul görebilecek olan, son derece sığ ve basit söylemlere dayanır.
Kendilerini her yönden çıkmazda gören ve basit bir çözüm arayan bu kitleler, adeta "can simidi" bulmuşçasına faşist liderlere sarılmışlardır. Eric Hoffer "Kesin İnançlılar" isimli kitabında şöyle bir tespitte bulunur:
Kişilerin büyük düzen değişikliği hareketlerine koşup dalmaları için iyice hoşnutsuz olmaları, fakat aşırı yoksulluk içinde bulunmamaları gerekir. Ve ayrıca güçlü bir öğretiye, yanılmaz bir öndere veya yeni bir teknik üstünlüğe sahip olmak yoluyla yenilmez güç kaynağı kapılarının kendilerine açılacağına inanmış olmaları gerekir. Aynı zamanda geleceğe ait vaatler ve imkanlar hakkında abartılmış bir inanca sahip olmaları gerekir. Ve sonuç olarak giriştikleri büyük hamlenin başarılmasında karşılaşılacak güçlüklerden habersiz olmaları gerekir.33
Faşizm öncesi koşullar incelendiğinde gerçekten de halkların bu psikolojiye sahip olduğu görülür.
Faşizm ilk başarısını İtalya'da kazandı. İtalya'daki toplumsal gerilimi ve sistem arayışını fırsat bilen Mussolini, savaşın bitmesinden sonra eski askerleri, işsizleri ve üniversite öğrencilerini biraraya topladı. Önderliğini yaptığı faşist grup Roma'nın eski şaşaalı devirlerini geri getirme sloganıyla kendini tanıtıyordu. Mussolini, yandaşlarını "Kara Gömlekliler" olarak bilinen yarı-askeri bir yapı içinde örgütledi. Kara Gömleklilerin yöntemleri şiddete dayalıydı. Rakip, gördükleri gruplara karşı sokak saldırıları düzenlemeye başladılar. Roma usulü selam tarzlarıyla, şarkılarıyla, üniformalarıyla, slogan ve resmi geçitlerle cahil ve umutsuz halk üzerinde duygusal bir heyecan meydana getirdiler.
Mussolini, faşist taraftarlarını "Kara Gömlekliler" olarak bilinen yarı-askeri bir yapı içinde örgütledi. |
Mussolini'nin Kara Gömlekliler Darbesi |
29 Ekim 1922'de Mussolini önderliğindeki 50 bin faşist milis, altı generalin komutası altında Roma'ya yürüdü. Taşıdıkları pankartlarda "Ya Roma, Ya Ölüm" diye yazıyordu. (üst resim) 1. resimde faşist milisler, Roma yürüyüşünün sonunda Roma kapılarından girerken görülüyorlar. Son derece kalabalık bir kitlenin, Roma'nın eski şaşaalı günlerini geri getirme sloganlarıyla yaptığı yürüyüş, cahil ve umutsuz halk üzerinde büyük bir etki bıraktı, faşizmi bir kurtarıcı gibi görmelerineneden oldu. 2. - 3. İtalya KralıRoma'yı basan bu faşist güruha karşı koyamadı ve hükümeti kurmak üzere Mussolini'yi göreve çağırdı Kara Gömleklilerin şefi, Italo Balbo |
29 Ekim 1922'de faşistler, altı generalin komutası altında 50 bin faşist milisle yürüyerek Roma'ya girdiler. Kral, karşısındaki gücün zor ve baskıyla neler yapabileceğini ve onlara karşı koymasının mümkün olmadığını bildiği için, hükümeti kurmak üzere Mussolini'yi çağırdı. Bunu takip eden gelişmeler neticesinde İtalyan faşistleri idareyi ellerine aldılar. Mussolini, bir süre sonra diğer bütün siyasi partileri kapattırdı. Muhalefet liderlerinin bir kısmı yurt dışına çıktı, bir kısmı da hapse atıldı.
Hitler de benzeri yöntemlerle iktidara geldi. Nazi hareketi 1920'lerin başında doğmuş ve henüz o yıllarda ünlü Birahane Darbesi girişimiyle ilk şiddet hareketini gerçekleştirmişti. (Hitler 8 Kasım 1923'te tam bir çeteyi andıran birlik askerleri ve 600 SA askeriyle birlikte Bavyera Devlet Komiseri Gustav Kahr'ın konuşma yaptığı Münih Şehir Birahanesi'ndeki toplantıyı bastı. Hitler toplantının ortasında, büyük bir hışımla içeri girerek salonu işgal etti, tavana ateş ederek milli devrim ilan ettiğini söyledi. Ancak bu darbe başarılı olmadı, Hitler tutuklandı ve 9 aylık sürgün hayatı yaşadı.) Daha sonraki yıllarda Naziler rakiplerine karşı korku salarak, Yahudi düşmanlığını körükleyerek güçlendiler. Sonunda Nazi partisi parlamentonun önemli partilerinden biri haline geldi. Tabi bunu yaparken Naziler aynen İtalyan Faşist Partisi'nin yaptığı gibi sık sık yasa dışı yolları kullandılar. 30 Ocak 1933 günü Hitler şansölyeliğe (başbakanlığa) atandı. Atayan yaşlı Cumhurbaşkanı Hindenburg'du. Çünkü Nasyonal Sosyalist hareket tehlikeli bir biçimde kuvvetini artırıyordu. Bu durumun farkında olan Hindenburg bir iç savaşa yol açmamak için bu atamayı yaptı. Hitler, Mart ayında yeni bir seçime gitti. Bu seçimde Naziler, faşist iktidarların tümünün yaptığı gibi korkutma, sindirme ve hile yollarına başvurdular.
1920'li yıllarda başlayan Nazi hareketi, o yıllarda ünlü Birahane Darbesi girişimi ile ilk şiddet hareketini gerçekleştirdi. Yukarıda Birahane Darbesi'nin sorumluları. |
30 Ocak 1933 günü Hitler, Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg tarafından şansölyeliğe (başbakanlığa) getirildi. |
Böylece hem yürütme, hem de yasama gücü Hitler'in eline geçmiş oldu. Ancak kısa bir süre sonra Hitler'in yetkileri daha da artacaktı. Nitekim 1934 Ağustosu'nda Hindenburg'un ölümü üzerine, Cumhurbaşkanlığı ve şansölyelik makamları birleştirildi. Ve her ikisini de Hitler üzerine aldı. Hitler, Mussolini'nin izlediği siyaseti takip ediyordu. Güç kullanmasının yanı sıra her türlü antidemokratik yönteme de başvurabiliyordu. Örneğin bütün muhalefet partilerini kapattı, sendikaları yasa dışı ilan etti, kişi özgürlüklerini ise tamamıyla ortadan kaldırdı. Üniversite hocalarının dahi Hitler'e bağlılık yemini etmesi gerekiyordu. Nazi baskısı yaşamın her sahasına girdi.
Franco ise İspanya'da kanlı bir iç savaşın ardından iktidara geldi. Hitler ve Mussolini tarafından desteklenen Franco'nun orduları, uzun ve acımasız bir savaş sonucunda karşıtları olan komünistleri yenerek İspanya'ya hakim oldular. Ardından Franco son derece baskıcı bir rejim kurdu ve ülkeyi 1975 yılına kadar "demir yumruk" politikasıyla yönetti.
Gerek İtalyan faşizminde gerekse Nazi Almanyası'nda dikkat çeken belirgin bir özellik vardır: Faşizm, toplumun beynini yıkamayı amaçlayan bir sistemdir. Bunun iki temel yöntemi ise eğitim ve propagandadır.
Adolf Hitler, kitabı Kavgam'da "Propaganda güçlü bir silahtır ve hizmet ettiği amaca oranla değerlendirilir. Amaç Alman milletinin hayat için mücadelesi olunca da en korkunç silahlar en insani silah haline gelir. Propaganda hitap ettiği zümrede en dar kafalıların dahi anlayabilecekleri bir seviyede olmalıdır"34 diyordu.
Gerçekten de Hitler propaganda silahını etkili biçimde kullandı. Örneğin ünlü yönetmen Leni Riefenstahl'a Nazi propagandası ile ilgili bir film yaptırıldı (Olympia). Hitler'in adeta bir kutsal kişi olarak sembolize edildiği bir önceki Leni Riefenstahl filmi "Triumph of the Will" de etkili bir propaganda malzemesiydi. Tüm bu filmlerde, Nazilerin pagan ideolojisi övülüyor ve topluma empoze ediliyordu. Olympia, Eski Yunan'daki pagan kültür merkezlerinden biriydi. Hayali Yunan tanrısı Zeus'un ünlü heykelinin de bulunduğu kent, Nazizm'in pagan ideolojisinin iyi bir sembolüydü.
Stadyumlarda Toplu Hipnoz |
21 Haziran 1939'da 120 binden fazla Alman, Berlin Olimpiyat Stadyumu'nda biraraya geldi. SS'ler ve Propaganda Bakanlığı tarafından organize edilen gösterilerde, pagan kültüre has "yaz kutlamaları" yapıldı. Amaç, Nazilerin pagan ideolojisinin topluma empoze edilmesiydi. |
Faşist Propagandanın Araçları: Kışkırtma ve Romantizm |
Naziler propaganda silahını etkili biçimde kullandılar. Propaganda amaçlı yayınlarda Hitler, kutsal bir kişi olarak gösteriliyor, topluma ise şiddet ve savaşçı ruh empoze ediliyordu. Yukarıda, Almanya'nın çeşitli bölgelerinde yayınlanan Nazi propaganda dergi ve gazeteleri görülmektedir. Tüm bu yayınlara ve aşağıda örnekleri görülen propaganda posterlerine, son derece romantik mesajlar ve yüzeysel sloganlar hakimdir. Oluşturulan hayali düşmanlara karşı halk kışkırtılmakta, bir yandan da "Alman halkı", "Alman ordusu" gibi kavramlar kutsallaştırılıp toplumun gözünde putlaştırılmaktadır. |
1- "Alman öğrenci, Führer ve halkı için savaşır" |
Faşizmin Beyin Yıkama Yöntemi: Gövde Gösterisi |
Nazi törenlerindeki kalabalık, resmi geçitler ve ihtişam tamamen cahil halk üzerinde etki bırakmak, korku ile karışık bir hayranlık oluşturmak için özel olarak organize ediliyordu. Faşizm akla değil, duygulara dayalı bir ideolojiydi. |
Yalnızca Hitler değil bütün faşistler propaganda silahını ustaca kullandılar ve halkı yönlendirmeyi başardılar. Mussolini 'Modern insan, kandırılmaya son derece elverişli bir yaratıktır'35 derken aslında kullandığı yöntemi açıkça belirtmiş oluyordu.
Propaganda yöntemleri Mussolini tarafından da kullanıldı. Yukarıda İtalyan faşizmini ve onun pagan temellerini yansıtan yüzlerce faşist yayından bazıları görülmektedir. Aşağıda ise Mussolini'nin, eğitim sistemindeki mantığını çok iyi özetleyen eğitim sloganları yer almaktadır. İlkokul çocuklarına dahi ezberlettirilen bu slogan şudur: "İNAN, İTAAT ET, SAVAŞ". |
İtalya'da "Örnek İnsan Duçe" Propagandası | |
Faşist İtalya'da Mussolini'yi mükemmel göstermeye çalışan resim ve yazılar çok yaygındı. Mussolini'nin, tarlada çiftçilerle, fabrikada işçilerle, okulda çocuklarla çekilen resimleri her yerde yayınlanıyordu. Soldaki resim de bir Mussolini propagandasıdır. Öte yandan propaganda posterleri ise (aşağıda), faşist kültürü topluma empoze etmek amacıyla yapılıyordu. | |
Faşizmin Sloganı: "Düşünme! İtaat et ve Savaş " | |
Mussolini'yi muzaffer Roma komutanı gibi gösteren bir faşist propaganda. Mussolini resminin arkasında yerleştirilmiş olan pagan Roma sembolleri (baltalar ve Roma lejyonlarının "SPQR" kısaltması) dikkat çekici. | Faşizm, toplumu düşünmemeye yöneltir. Tek istenen, kışkırtılmış duygular eşliğinde faşist lidere itaat etmek, onun için savaşmak, kan dökmektir. Mussolini dönemine ait üstteki propaganda posterlerine de bu temalar hakimdir. |
Toplu kitap yakma törenlerinin kutlaması için Alman Gençlik Dergisi'nde yapılan çağrı. |
Faşizmin toplumun beynini yıkama çabasının ilginç bir göstergesi, Nazi Almanyası'nda görülen toplu kitap yakma törenleridir.
Bu törenlerin ilki 10 Mayıs 1933 tarihinde gerçekleşti. Daha önceden dünyanın en iyileri olarak bilinen Alman üniversite öğrencileri Berlin ve Almanya'nın diğer şehirlerinde toplanıp "Alman olmayan" fikirlerle dolu kitapları yaktılar. Binlerce kitabı, çevresinde Nazi selamı vererek, Nazi marş ve şarkıları söyleyerek ateşe attılar.
Nazi propaganda sorumlusu Joseph Goebbels Berlin'de öğrencilere yaptığı konuşmasında şunları söylemişti:
"... Alman devriminin ani saldırısı yine Almanların çizdiği yöndeki yolu aydınlatmıştır. Gelecekteki Alman vatandaşı sadece kitapların adamı olmayacak, fakat karakter adamı olacak. Biz sizi bu sona hazırlamak için eğitmek istiyoruz. Genç bir insan olarak, acımasız bakışla yüzleşmek için gereken cesarete sahip olmak, ölüm korkusunun üstesinden gelmek ve ölüm için saygıyı yeniden kazanmak. İşte bunlar bu genç neslin görevleridir. Ve böylece gecenin bu saatinde geçmişin kötü ruhunu yakmada başarılı olursunuz. Bu güçlü, büyük ve sembolik bir eylemdir. Bu eylem, sayacaklarımı dünyanın önünde herkesin öğrenmesi için belgelenmelidir. Burada Kasım (Demokratik) Cumhuriyeti'nin entelektüel kuruluşu batmaktadır, fakat bu kalıntıdan çıkacak yeni bir ruh zaferle yükselecektir..." (http://www.historyplace.com/worldwar2/ holocaust/h-bookburn.htm)
Kitap yakmak faşist yönetimlerin en belirgin özelliklerinin bir göstergesidir: Faşist devlet sadece kendi ideolojisinin öğrenilmesine izin verir. Bunun dışında hiçbir insan herhangi bir başka fikre sahip olmamalıdır. Bu fikrinden dolayı ya cezalandırılır ya kitabı yakılır ya da kendisi bir şekilde susturulur. Her birey sadece devletin ideolojisine hizmet eden bir araç olarak görülür. Bu ideolojiyi benimsemeyenlere ise zor ve baskı yoluyla istenilenler yaptırılmaktadır.
Ortada Propaganda Bakanı Joseph Goebbels |
Bu nedenle eğitim sistemi de tamamen faşist devletin ideolojisine yönelik olarak kurulmuştur. Nasyonal sosyalizmin temel ilkelerinin 20. maddesinde tüm eğitim sisteminin değiştirilmesi yer alıyordu. Bu değişim elbette faşizm yönündeydi. Daha ilkokul çağlarından itibaren çocuklar her türlü ahlaki değerden, insani duygulardan uzak, sevgi ve merhametten yoksun olarak duygusuz bir biçimde yetiştiriliyorlardı. Güçlü olanın her zaman haklı olduğu prensibiyle eğitiliyor, kaba kuvvetin hedefe ulaşmak için şart olduğuna inandırılıyorlardı. 10-18 yaşındaki Alman çocuklarına hitap eden kurum ise "Hitler Jugend" yani Hitler Gençliği idi. Hitler Jugend'e katılanların hepsinden sosyal hayatlarında çok dikkatli olmaları ve Nazi karşıtlarını ispiyon etmeleri isteniyordu. Aralarından anne-babalarını ihbar edenler bile çıkıyordu. Hitlerjugend (Hitler Gençliği) giderek büyüdü ve 1935'te tüm genç nüfusun %60'ını bünyesinde barındırır hale geldi.
1. Nazi propaganda sorumlusu Goebbels, Berlin'de öğrencilere yaptığı konuşma sırasında. |
Nazilerin Kitap Yakma Töreni |
Faşist devlet sadece kendi ideolojisinin okunmasına ve öğretilmesine izin verir. Bu nedenle kitap yakmak faşist yönetimlerin en belirgin özelliklerindendir. Nazi Almanyası'nda kitap yakmak özel "törenlerle" gerçekleştirilmiştir. Görüntüler, 10 Mayıs 1933 tarihinde, Alman üniversite öğrencilerinin Berlin'deki toplu kitap yakma cinnetini göstermektedir. |
Yine faşist rejimlerin uyguladıkları ortak taktiklerden biri de halkı ve de özellikle gençleri eğitimde aldatıcı bir politikayla yönlendirmeleriydi. Toplumdan gerçek tarihi gizliyor, bunun yerine kendileri tarafından düzenlenmiş hayali bir tarih öğretiyorlardı. Bundaki amaç ise halkı faşist idealler etrafında birleştirebilmek ve onları faşist politikalar konusunda şevklendirecek, faşizme daha da bağlanmalarını sağlayacak bir kültür oluşturmaktı. Öğrenim kademelerinde gerek tarih gerekse felsefe tamamen faşist devlet tarafından düzenleniyordu. Beyinler sezdirilmeden faşist ideoloji ile yıkanıyor, bunun dışındaki tüm fikirlere sansür uygulanıyordu.
Yoğun propaganda yöntemleri ile kutsal ve kusursuz gösterilmeye çalışılan Mussolini gerçekte hasta ruhlu ve dengesiz bir kişiydi. Psikojik sorunları, kimi zaman yüzüne de yansıyordu. |
Faşizmde en önemli unsur faşist liderdir ve her konuda en çok onun adı ön plana çıkar. Hitler, Mussolini veya Franco rejimleri bunun en açık örneğidir. Bu diktatörler için kullanılan "Führer", "Duce" ve "Caudillo" gibi sıfatlar, "yanılmaz lider" anlamına gelmektedir. Nitekim her üçü de iktidarı tamamen kendi inisiyatifleri ile yönetmiş, en yakınlarını ya da kıdemce en yüksek devlet görevlilerini dahi karar mekanizmasında etkisiz bırakmışlardır.
Faşizmde liderin karizmasının korunması ve halk tarafından da kabullenilerek güçlendirilmesi için o kişiye adeta ilahi bir güç atfedilir. Lider, tüm ülkenin ve halkın sahibi ve hatta bizzat kendisi gibi gösterilir. Hitler, şöyle demiştir: "Ben hepinizdeyim, hepiniz bendesiniz."36
Faşist propaganda küçük çocukları da hedefliyordu. Üstteki afişte "Benito Mussolini çocukları çok sever. İtalya'nın çocukları da Duçe'yi çok severler. Çok Yaşa Duçe: Bizim için!" yazılıydı. Bu ve benzeri afişler Mussolini İtalyası'ndaki tüm okullarda bulunuyordu. |
Buna benzer şekilde İtalya'da da Mussolini özel yetenekleri olan, seçilmiş ve görevlendirilmiş sözde üstün bir insan olarak görülmüştür. Mussolini yayınladığı emir ve bildirilere "On Emir" ismini vermişti. Ve bu "On Emir"in 8. maddesinde yer alan, "Duçe her zaman haklıdır" sözü, 20'li ve 30'lu yıllarda tüm İtalya'da yankılanmış bir slogandır.37 Çocuklara faşizmi aşılamak için hazırlanan Balilla'nın temel inancı "Kutsal Papa"nın şahsında faşizme inanıyorum" diye başlar, "Mussolini'nin dehasına iman ederim" sözleri ile devam etmektedir.
Faşist liderlerin kutsal gösterilmesi için kullanılan yöntemlerden bir diğeri de ülkenin her yanında faşist liderin heykel ve dev posterlerinin bulunmasıydı. Bunun insanlar üzerinde büyük bir psikolojik etkisi oluyor, halk sürekli olarak faşist liderin güç ve kontrolünü üzerinde hissediyor, adeta her an onun tarafından izlendiği düşüncesine kapılıyordu. Mussolini'nin resmi propaganda servisi, basına ne zaman hangi fotoğrafın basılacağını, hangi sayfada, hangi düzende ve hangi boyutlarda yayınlanacağını da bildirirdi. Bu resimlerde "Duçe", halkın karşısında gösterişli fotoğraflarla çıkardı; kılıcını savururken, harman yerinde ekonomik gelişmeyi vurgularken, genç faşistlere seslenirken, yorulmak bilmeyen bir işçi veya bir sporcu olarak... Tüm bu yayınlarda Mussolini her şeyin en iyisini yapan bir insan olarak tanıtılıyordu. Uçak kullanırken, atla engelleri aşarken, yüzerken, Alpler'de kayarken, eskrim yaparken, paraşütçü kıyafetiyle vs. resimleri gazete sayfalarını süslüyordu.
Mussolini'ye atfedilen bu sözde erişilmez üstün insan havasının sonucunda, eski arkadaşları dahi onu gördükleri zaman artık "hazır ol"a geçiyorlardı. Mussolini bu yolla kendi egoizmini de tatmin ediyordu. Yanına giren eski arkadaşlarına dahi "oturun" demez, onları uzun süre ayakta bekletirdi.
Faşist lideri adeta insanüstü göstermeye yönelik propaganda yöntemleri, Mussolini ve Hitler döneminde görüldüğü gibi, bugün çağdaş faşistler tarafından da kullanılmaktadır. Irak'ın faşist diktatörü Saddam Hüseyin bunun bir örneğidir. Faşist Irak'ta sokaklar ve caddeler yıllardır Saddam'ın dev posterleri ile donatılmaktadır. Bu dev posterlerde Saddam hep farklı kimliklerle insanların karşısına çıkmaktadır; kırlık alanlarda bir çiftçi, fabrikalarda işçi, kışlada asker olarak "halkına" varlığını hissettirmekte, "her şeyi gören ve bilen" bir varlık izlenimi vermeye çalışmakta, bir başka deyişle kendisini kutsal göstermeye çabalamaktadır.
1- Hitler, bir halk kahramanı gibi gösteriliyordu. |
"Hitler Sizi Her Yerde Görüyor" Telkini |
Bir Psikopatın Portreleri |
Psikiyatristlerin analizlerine göre Hitler, yoğun komplekslere sahip, psikolojik yönden dengesiz bir kişilikti. Ama Nazi propagandası, onu tüm Almanya'nın şaşmaz lideri gibi gösterdi. |
Duygusal kitleler, çok kolay yönlendirilip provoke edilebilirler. Nazi Almanyası, bunun tarihi bir kanıtı olmuştur. |
Faşizm kuşkusuz sadece liderden ve lider etrafında örgütlenen faşist partilerden ibaret değildir. Gerek Nazi Almanyası'nda gerekse İtalya'da, rejimlerin ardında büyük bir halk desteği olmuştur. Bu destek ise, faşist rejim tarafından çeşitli yöntemlerle üretilmiştir. Faşist rejimler, halklarını sadece baskıyla susturan "otoriter" rejimler değil, aynı zamanda onları belirli bir amaç uğrunda motive eden "totaliter" rejimlerdir.
Bu totaliter sistemde kitleleri faşist ideolojinin etrafında toplayan en önemli unsur ise "aşırı duygusallık"tır. Çevrelerindeki ve tarihteki kavram ve olayları akılcılıktan son derece uzak bir biçimde, duygusal olarak değerlendiren insanlar, çok kolay yönlendirilir, provoke edilebilir ve suç işleyebilir yapıdadırlar. Bu kişiler şayet kendilerinden istenen zalimce eylemlerin "kendi ırklarının üstünlüğü" gibi sözde kutsal bir amaç için olduğuna ikna edilirlerse, her şeyi yapabilirler. Bunun farkında olan faşist rejim, kitlelerin duygusal bir coşku ve ajitasyon içinde tutulmasına gayret eder. Ortaya birtakım sözde kutsal değerler koyar ve onlara bu değerler uğruna insanın canını feda etmesinin, başka insanları aşağılamasının, işkenceye uğratmasının ve öldürmesinin gerekliliğini telkin eder.
Nazi Propagandası İle Uyutulan Halk Gerçekleri Göremiyordu! |
Nazi Almanyası'nda halk, Hitler'e hayranlık beslerken, yukarıda apaçık delilleri görülen katliamları, işkenceleri görmezlikten gelebiliyordu. |
Hitler ve kurmayları, birer sivil olmalarına rağmen hep askeri üniforma giyiyor ve askeri törenler yönetiyorlardı. Amaç, Alman toplumunu savaş atmosferine sokmak ve II. Dünya Savaşı'nın işgallerine hazırlamaktı. |
Bu nedenle faşist rejimlerde kitlesel gösteri, yürüyüş, toplantı ve törenlere büyük önem verilmiştir. Hedef, sürü halinde tek tip bir topluluk oluşturmak ve bu topluluğa hükmetmektir. Semboller, heykeller, anma günleri, bayraklar, flamalar, üniformalar gibi unsurlarla insanlar hak dinden uzaklaştırılır ve bu duygusal coşkular onlara adeta din gibi yaşatılır. Sanki İlahi bir güce ibadet eder gibi, bu insanlar büyük bir heyecan ve coşku ile faşist yanılgılara kendilerini adarlar. Oysa bu, büyük bir aldatmacadan ibarettir, ancak faşizmin sapkın telkinlerine aldanan kişiler, yürütülen propaganda nedeniyle içinde düştükleri durumu anlayamazlar.
Beyin Yıkamak için İhtişam Gösterileri |
Faşist rejimlerde, kitlesel gösterilere, yürüyüşlere, törenlere, sembollere, heykellere, anma günlerine, bayrak ve flamalara büyük önem verilir. Kitleler bu gösterişle büyülenir, gerçekleri görmeleri engellenir. |
Yazılan, haykırılan, defalarca tekrarlanan sloganlar, çığlıklar, marşlar, selamlar faşist ayinlerin önemli bir bölümünü oluşturur.
Faşist güruhlar akılcı düşünce ve davranıştan kesinlikle uzaktırlar. Ortada çeşitli sloganlarla şarkılarla veya şiirlerle coşturulmuş, aklı kapanmış bir güruh vardır. Geçmişteki mitoloji veya efsane kahramanlarıyla kendilerini ve liderlerini özdeşleştirmeleri sağlanan bu kitleler, katliamlarını da yine bu yapay olarak oluşturulmuş "kahramanlık" duygularıyla yaparlar. Hatta bir gün gelip de kendilerinden hesabı sorulduğunda bunu milletleri için yaptıklarını ve aslında kendilerinin birer milli kahraman olduklarını söylerler. Hitler ve Mussolini'nin ardından gidenlerin hepsi aynı hipnozun etkisi altında davranmışlar, katliamlarını bu yapay coşku hali içinde gerçekleştirmişlerdir.
Faşizmde, bir insanın devletine, milletine ve vatanına olan meşru sevgisi tehlikeli bir duygusallığa, akılsız bir gözü karalığa dönüştürülmekte ve kitlelere bu duygular kullanılarak cinayet işletilmektedir. (Bkz. Şeytanın Bir Silahı: Romantizm, Harun Yahya) Dolayısıyla, ılımlı ve akılcı milliyetçilik ile, faşizmin ırkçı ve saldırgan milliyetçilik anlayışını çok iyi ayırt etmek gerekir.
Gösteriş Adına Gizlenen Vahşet |
Üstte: Nazi Almanyası göz boyayan ihtişamlı bir görüntüye büyük önem vermiştir. Bu yöntemin amacı, yaptığı zalimlikleri halka unutturmak ve kitleleri büyüleyerek etkisi altına almaktır. Üstte: Nazilerin kitle katliamlarını gösteren toplu mezarlardan dehşet verici bir görüntü. |
Bunun en güzel örneği Türkiye Cumhuriyeti Devletinin anayasasında belirtilen milliyetçilik anlayışıdır. Atatürk'ün tarif ettiği bu milliyetçilik anlayışında ırkçılık kesinlikle yoktur. Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde yaşayan her fert, dil, renk, ırk ayrımı yapılmaksızın Türk Milleti'nin bir üyesidir. (Atatürk'ün "Ne mutlu Türk'üm diyene" sözüyle özetlediği bu milliyetçilik tanımı son derece akılcı ve isabetlidir. Çünkü Türkiye'de farklı etnik gruplar bir arada yaşamaktadır. Bu kişilerin her biri Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır ve herkesle aynı hak ve özgürlüklere sahiptir. Atatürk milliyetçiliği, Nazizm gibi bir milleti ırksal kökenlerine göre kamplara ayıran çarpık bir milliyetçilik değil, aksine farklı etnik kökenleri uyum içinde birleştiren doğru bir milliyetçiliktir.)
1. Mussolini, geçmişin görkemli günlerine tekrar dönmek için eski Roma'da uygulanan pagan ritüellerini taklit etmiştir. Bu görkemli gösteriler daha sonra Naziler tarafından da uygulanmıştır. 2. Hitler, Nazi törenlerinin en kutsal sembolü Kan Bayrağı ile (solda) |
Faşizm, İlahi dinleri ortadan kaldırarak onların yerine batıl pagan inançları getirmek isteyen sahte bir dindir. Bu sahte dinin de doğal olarak sahte kutsal değerleri vardır. Örneğin Naziler "Kan ve Toprak" (Blut und Boden) sloganını sürekli olarak kullanmış ve bu iki kavramı kutsal birer simge haline getirmeye çalışmışlardır. Bunun için özel ayinler düzenlenmiştir. Örneğin Hitler'in 1923 yılındaki başarısız darbe girişimi sırasında yaralanan Nazilerin kanlarıyla ıslanmış olan bir parti bayrağı, adeta bir puta dönüştürülmüştür. "Kan Bayrağı" (Blutfahne) adı verilen bu bayrak olduğu gibi muhafaza edilmiş ve her Nazi töreninde en kutsal sembol olmuştur. Hatta Nazi partisinin on binlerce yeni bayrağı Blutfahne'ye sürülmüş ve ondaki sözde kutsal gücün böylece bu yeni bayraklara da geçtiği düşünülmüştür.38
Faşizmin bir diğer temel özelliği olan şiddet ve savaş da yine kutsal bir değer olarak gösterilmek istenen pagan kavramlardır. İlahi dinlerde hedef şiddetten ve savaştan arındırılmış bir toplum ve dünya meydana getirmektir. Oysa faşizmde savaş başlı başına bir değerdir. Bir kabilenin, ırkın ya da halkın, şerefini ve gücünü yaptığı savaşlardan ve verdiği ölülerden aldığına inanılır. Bu batıl inanç, doğal olarak yeni savaşlar açılmasını, yeni kanlar dökülmesini gerektirir. Böylece faşizm adeta bir "kan dökme kuyusu" gibi sürekli yeni vahşetlere hazırlık yapar.
"Kan Bayrağı" her Nazi töreninde kullanılan en kutsal semboldü. Nazi partisinin on binlerce yeni bayrağı bu bayrağa sürülüyor ve ondaki "kutsal" gücün böylece bu yeni bayraklara da geçtiği düşünülüyordu. |
Faşizm içi son derece boş olan bir ideolojidir ve ayakta kalmak için daimi bir ajitasyon ortamına ihtiyaç duyar. "İç ve dış düşmanlar" efsanesi, faşist devleti halkının gözünde güçlendiren en önemli faktördür. Her faşist devlet hayali düşmanlar oluşturur ve bu hayali düşmanlara karşı topyekün savaş ilan eder. Yayın organlarında bu düşmana karşı alınan zaferler her gün ilan edilerek diktatörlük güçlendirilir. Ve "halkı bu büyük tehlikelerden korumak için muhaliflere karşı sert ve acımasız olunmalıdır" telkini verilir. Sürekli bir "biz ve onlar" felsefesi ile halkın hayali düşmanlara karşı faşist yönetime kenetlenmesi sağlanır. Bu şekilde hukukun çiğnenmesine, insan haklarının ihlaline ve devlet terörüne gerekçe bulunur. Faşizmi eleştirenler ise hemen hayali düşmanla işbirliği yapmakla suçlanırlar.
Hitler, komünizmi ve Yahudileri, Mussolini komünistleri, günümüz faşistlerinden Miloseviç ise Müslümanları bir tehlike olarak seçmiş ve bu tehlikeye karşı yapay bir birlik oluşturmuşlardır. Bu yapay tehlike, faşist devletin en büyük propaganda silahıdır. Çünkü ortada büyük bir tehlike var gibi gösterilmektedir ve halkı bu tehlikeden koruyacak olan tek "kahraman" da faşist lider olarak görülmektedir. Bu hayali senaryoya göre, yapay düşman her zaman haksızlıkla saldırır, faşist lider ise kahramanca milletini savunarak gereken cevabı verir. Faşist liderlerin, halklarına yaptıkları tüm zulme rağmen, halkın bağlılığının devam etmesinin bir nedeni de budur. Bu liderler, kendi acımasızlıklarını medyayı kullanarak ustaca bir manevra ile hayali "düşmanlara" atfetmeyi başarmaktadırlar.
Hayali Düşmanlar, Hayali Komplolar |
Nazi Almanyası'nın, dış düşmanlar paranoyasını yansıtan ve Fransızları düşman olarak gösteren yayınlarından biri |
Faşist devletin en belirgin özelliklerinden biri kendi halkına güvenmemesi ve şüpheli gördüğü herkesi öldürmeye kadar varan acımasız metodlarla saf dışı bırakmaya çalışmasıdır. Hemen her faşist düzende halkı kontrol etmeye ve muhalifleri ortadan kaldırmaya yönelik "gizli polis" örgütleri kurulur. Nazilerin ünlü Gestaposu faşist rejimin paranoyasının ne denli büyük işkence ve vahşetlere yol açtığının tarihsel bir kanıtıdır. Eric Hoffer, Kesin İnançlılar isimli kitabında Nazilerin halkı kontrol altında tutmak için nasıl bir "korku" politikası izlediklerini şöyle açıklar:
Nazi Partisi'nin alt kademelerindeki kişiler devamlı kontrol altında bulundurulduklarına inandırılmışlar ve devamlı korku içinde tutulmuşlardı. Komşusundan korkmak, arkadaşından korkmak ve hatta akrabalarından korkmak bütün kitle hareketlerinde kural haline gelmiştir. Zaman zaman masum insanlar, şüphe mekanizmasının yaşatılması amacıyla itham ve feda edilirler.39
Halka Karşı Devlet Terörü |
Faşist devletin en önemli özelliklerinden biri halkına güvenmemesidir. İtaati ve bağlılığı sadece korku ve sindirme politikası ile sağlayacağını düşündüğü için, halka yönelik gizli polis teşkilatları, istihbarat birimleri kurar. Nazilerin ünlü Gestapo örgütünün gerçekleştirdiği yüzbinlerce cinayet, faşist rejimin paranoyasının boyutlarını gösteren tarihi bir kanıttır. |
Bu vahşetin kökeni faşizmin felsefesindedir. Bu felsefede halkın başıboş bırakıldığında hem rejime ihanet edeceğine hem de yozlaşacağına inanılır. Halkı dize getirmenin yolu ise baskı kullanılmasıdır. Faşizmin ideologları arasında yer alan ve özellikle Mussolini'nin üzerinde çok etkili olan Fransız filozof George Sorel (1847-1922) bu düşünceyi savunanların başında gelir. Sorel toplumların doğal olarak yozlaştığını ve düzensizleştiğini savunmuştur. Ona göre şiddet uygulayarak bu çürümenin önüne geçilmeli ve böylece totaliter bir düzen kurulmalıdır.
Bu paranoyanın örneklerine mevcut Irak rejiminde de rastlanmaktadır. Saddam Hüseyin'in en yakın akrabalarını dahi "ihanet" şüphesiyle katlettirmesinin ardında yatan neden de benzer bir şüpheciliktir. Saddam 1979 yılında Cumhurbaşkanı Ahmad Hassan el Bakr'ı devirdikten sonra mensubu bulunduğu Baas partisinin yarısından çoğunu öldürtmüştü. İnsanları öldürmesindeki kriterin ise ileride aileye verebilecekleri zararları önlemek olduğunu söylüyordu. Oğlu Udey, ailedeki "hainleri" tasfiye etmekle görevlidir. Saddam'ın bizzat kurduğu suikast çetesi ile Nazi SS stili özel bir istihbarat birimi oluşturmuştur. Saddam'ın bu ekibine, Romanya'nın diktatörü Nicolai Çavuşesku'nun devrilişini ve idamını videoda göstererek, onların da böyle bir sonla karşılaşabileceklerini ve bu nedenle işi sıkı tutmaları gerektiğini hatırlattığı bilinmektedir.40
Nazilerinkine benzer toplama kampları Mussolini tarafından da kurulmuştu. Mussolini bu kamplara toplattığı 35 bin kişiden 18 binini katlettirdi. |
Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı isimli kitabın yazarı Wilhelm Reich, Nazilerin savaşa ve katliama bakış açılarını şöyle açıklar:
Alman savaş önderleri, insan öldürmeye yarayan sert matematik bilimini hiç durmadan deneyen ve yetkinleştiren bilim adamıdırlar. Hepsi birer matematikçi, mühendis, kimyacı gibi en karmaşık sorunları çözecek biçimde yetiştirilmişlerdir. Sanatın ya da düş gücünün hiç işi yoktur burada. Onlar için, savaş uygulamaya konmuş bir fizik bilimidir. Alman askerinin ruhbilimsel eğitimi onu bir kafa koparıcı, deri yüzücü kılmaya yöneliktir. Uğraşı insan öldürmek olan, başka iş yapmayan bir paralı askerdir o. Kendini, yeryüzünün en sert, en acımasız insanı olarak düşünür.41
Nazilerin oluşturdukları bu "profesyonel katiller" modeli, faşizmin ortak karakteridir. Faşistler şiddet ve vahşeti başlı başına bir amaç olarak yüceltirler. Bunda Darwinizm'i benimsemelerinin büyük bir rolü vardır. Darwinizm'in insanları birer gelişmiş hayvan gibi gösteren ve hayatın da sadece güçlülerin yaşayabildikleri bir mücadele yeri olduğunu iddia eden hurafeleri, toplumdaki ahlaki değerleri kaldırmıştır. Şefkat ve merhametin yerine kavga, intikam ve mücadele hisleri konmuş ve bu bilimsel bir zorunluluk olarak insanlara gösterilmiştir.
Faşistler sapkın inançları nedeniyle çatışmayı bir doğa yasası olarak görürken, huzur, güvenlik ve barışın da insanlığı gerilettiğine inanırlar. Mussolini 1921 tarihinde Milano'da Faşist Kültür ve Propaganda Okulu'nu açarken verdiği söylevde bunun önemine işaret etmiş ve faşizmi başarıya götürecek şeyin eylem olduğunu belirtmiştir.42 Şiddet eylemleri, yakıp yıkmalar, saldırılar, dövüşler faşistlerin moralini ayakta tutar çünkü faşistler barışa, kardeşliğe, huzura, sükunete karşıdırlar.
Bu şiddet eğiliminde faşistlerin cahil bakış açılarının da etkisi büyüktür. Bu nedenle Hitler'in ırkçı rejiminde aydınlara değil de savaşçılara gereksinim duyulmuştur.
Nazilerin şiddet eylemleri, bu amaçla özel olarak oluşturulan örgütler tarafından yürütülmüştür. Bunlardan ilki olan "SA", (Sturmabteilung, yani "Fırtına Birlikleri") 1920'de kurulmuş 1921'de yarı askeri bir nitelik kazanmıştı. SA'lar arasında birçok sokak serserisi bulunuyordu. Grup "Kahverengi Gömlekliler" olarak biliniyordu ve başında psikopat karakteriyle (ve eşcinsel sapkınlığıyla) tanınan Ernst Röhm vardı. SA Nazi Partisi'nin güçlenmesi adına 1920'li yıllar boyunca sayısız terör eylemi düzenledi. SA birlikleri Nazi karşıtlarına şok baskınlar yaptılar, sokak kavgaları çıkararak kan akıttılar, "tutsak" aldıkları muhaliflerine işkenceler yaptılar. Hitler SA'ların vahşetinden gurur duyuyordu. Kavgam adlı kitabında, SA'ların Nazi aleyhtarlarına karşı gerçekleştirdikleri "başarılı" bir saldırıyı şöyle anlatmıştı:
Hofbrauhaus'un lobisine girdiğimde saat sekize çeyrek vardı. Ve sabotaj hakkında artık hiç bir kararsızlık yaşamıyordum... Salon çok kalabalıktı... Kapıları yavaşça kapattım ve sonra da adamlarıma hazır olmaları emrini verdim. Kırk beş ya da kırk altı kişiydiler... Saldırı Bölümü'ndendiler, o günden sonra ise SA'lar olarak bilineceklerdi. Ve saldırıya başladılar. Sekiz ya da on kişilik kurt sürüleri gibi, düşmanların üzerine saldırdılar, sonra bir daha, bir daha... Beş dakika içinde her yer kanla dolmuştu...43
Faşizmin Şiddet Birlikleri |
Faşist rejimler, bir yandan toplumu ideolojik beyin yıkama ile motive eder, bir yandan da terör mekanizmalarıyla cezalandırır. Bu terörü uygulamak için özel şiddet örgütleri kurulur. Nazilerin SA, SS ve Gestopo gibi yapıları, tipik faşist örgütlerdir. 1. Alman Polis Günü sebebiyle hazırlanan posta kartı (sol en üstte). 2. SS'lerin geçit töreni. 3. 4. Üniformalarından kesitler görülen Waffen-SS bünyesindeki "Kurukafa Tümeni" acımasızlığı ile ünlüydü. 5. Waffen-SS Tank birliklerinin generali Sepp Dietrich. |
SA'lar saldırı kadar işkencede de uzmandılar. Berlin'deki SA karargahı Hedemannstrasse'nin dördüncü katında gizli bir SA işkence odası bulunuyordu. Bir süre sonra burası polis tarafından keşfedilmiş ve içeridekiler kurtarılmıştı. İçeriye girenlerin biri, ortamı şöyle anlatıyordu:
Bulduğumuzda kurbanlar açlıktan yarı ölmüş durumdaydılar. İtiraf ettirmek için günlerce dar dolaplarda tutuluyorlardı, "sorguya çekme, ya dövmekten ya da demir sopalarla ve kırbaçlarla aşağılanmaktan ibaretti" dedi bize. Bu yaşayan iskeletlerin bazıları pis kamışlar üzerinde iltihaplı yaralarıyla yan yana yatıyorlardı.44
SA'lar Nazilerin iktidara gelmesiyle birlikte gözden düşmeye başladılar ve onların yerine daha profesyonel ve askeri bir disipline sahip olan SS (Schutzstaffel, yani "Muhafız Kıtaları") örgütünün yıldızı yükseldi. Bu grup siyah gömlek giyiyordu. SS'lere katılacak gençler "ırk kıstaslarına" göre seçiliyor, Aryan ırkının belirgin özelliklerini taşımaları gerekiyordu. Waffen-SS ise SS'in askeri dalıydı. Waffen-SS bünyesinde yer alan "Totenkopf Division" yani "Kurukafa Tümeni" zalimliği ile ünlüydü ve bu tümen toplama kamplarının başına getirilmişti.
Benzer toplama kampları Mussolini tarafından da kurulmuş ve Mussolini "Temizleme Kampı"na toplattığı 35 bin kişiden 18 binini katlettirmişti. Bunun dışında İtalya'da faşist iktidar boyunca ölen, terörde öldürülen ya da faili meçhul olan pek çok insan vardı. Mussolini bir konuşmasında "Faşizm özgürlük değil, zalimin hakimiyetidir. Milletin güvencesi değil, özel çıkarların savunmasıdır. Bunu herkes bilirdi..." diyerek faşizmin zalimliğini itiraf etmiştir.45
İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle birlikte Nazilerin, toplama kamplarında yaptıkları vahşet ve zulüm ortaya çıktı. Milyonlarca masum insan, sadece ırkları veya düşünceleri nedeniyle, Naziler tarafından ölesiye çalıştırılmış, sonra da açlığa ve ölüme terk edilmişti. |
Franco ve Hitler'in Kanlı İttifakı |
Faşist general Francisco Franco, 1936 yılında İspanya'yı çok büyük bir iç savaşa sürükledi. Bu iç savaş boyunca günde ortalama 500 kişi öldü. İç savaşın sonunda yaklaşık 600.000 kişi hayatını kaybetti. Bu savaşta Franco'nun en büyük destekçileri, Hitler ve Mussolini'ydi. Hitler'in yardımlarına karşılık olarak Franco, Hitler'e Guernica kasabasını hediye etti. Hediyenin amacı, Nazi teknolojisinin ürünü olan dev bombardıman uçaklarının denenmesi idi. Küçük kasaba, bir günde yerle bir edildi. 3. Hitler ve Franco el sıkışıyor. |
Vahşet eylemlerine Franco örneğinde de rastlamak mümkündü. Franco daha savaşın başlarında acımasız yöntemleriyle dikkat çekmişti. Örneğin Madrid'in kuzeyindeki küçük bir dağ köyünde 31 köylü Halk Cephesi'ne oy verdikleri için tutuklandılar. Sorgudan sonra bunlardan 13 kişi bir kamyonla köyün dışına çıkarıldılar ve yol kenarında öldürüldüler. Seville yakınlarında 11.000 nüfuslu bir kasaba olan Loro del Rio'da faşistler bir kasabaya girdiklerinde 300'den fazla kişiyi öldürdüler.
Baskı şehirlerde çok daha şiddetliydi. Öyle ki, bugüne kadar öldürülenlerin kesin sayısı bilinmemektedir.46 Franco kendi halkından yüz binlerce insanı, üstelik yaşlı, çocuk, kadın diye ayırt etmeksizin katlettirmişti. Gönüllülerle birlikte her iki cepheden yaklaşık bir milyon insan için bu savaşın bedeli ölümdü. Franco Kimdir? Falanjizm Nedir? isimli kitapta bu durum şöyle tarif edilmiştir:
"Binlerce insana işkence ediliyor, yakınlarını teslim etmekten kaçınan kadınlar baş aşağıya asılıyor, çocuklar kurşuna diziliyor, bunların işkencelerine tanıklık eden anneler, bu durumda çılgına dönüyorlardı..."47
Franco İspanya'yı çok büyük bir iç savaşa sürükledi. Kardeşi kardeşe, babayı oğula düşürdü. Bu iç savaş boyunca günde ortalama 500 kişi öldü. Şiddet olaylarının, vahşi katliamların, toplu işkencelerin ve insanlık dışı cinayetlerin ardı arkası kesilmedi. İspanya iç savaşı, arkasında yaklaşık 600.000 ölü bıraktı.
Hitler ve Mussolini İspanya'yı tıpkı bir laboratuvar gibi, silahları ve askerleri için bir deneme alanı olarak kullandılar.48 Bunun en çarpıcı örneği Franco'nun yardımlarına karşılık olarak Hitler'e hediye ettiği kasaba idi. 5 Mayıs 1937 sabahı, Guernica kasabasının halkı, Nazi teknolojisinin ürettiği dev bombardıman uçaklarıyla yerle bir edildi. Küçük kasaba, Franco tarafından Nazi uçaklarının deneyine terk edilmişti.49
Nazi Generali Erwin Rommel Mayıs 1942'de Kuzey Afrika işgali sırasında |
Faşizmin olmazsa olmaz şartlarından biri de diğer ülkelerin topraklarını ele geçirerek yayılma siyasetidir. Bu işgalci siyasetin altında yatan ana sebep ise ırkçılık ve Darwinizm'in bir mirası olan "ırklar arası yaşam mücadelesi" kavramıdır. Faşistler millet olarak gelişebilmeleri için daha zayıf olan diğer milletleri istila etmeleri ve onları yenerek büyümeleri gerektiğine inanırlar.
Faşist felsefeye göre insan ancak savaşarak gelişebilir. Bu nedenle "militarizm" yani "savaşçılık" faşizmin en belirgin özelliğidir. Bu savaşçı ruhu körüklemek için faşist partiler kullandıkları üniformalarla ve yaptıkları gösterişli geçit törenleriyle halkı etkilemeye çalışırlar. Mussolini'nin kendi ifadesine göre; "Faşizm devamlı barışın zararlı olduğuna inanmıştır. İnsan gücünü en yüksek düzeyine çıkaran etken savaştır."50
Mussolini, barışa olan karşıtlığını bir başka konuşmasında şöyle ifade etmiştir:
"Faşizm bütün dünyanın birbirleriyle kucaklaşmasını reddeder."51
Bu ideoloji uğruna Mussolini hem kendi halkına hem de işgal ettiği ülkelerin insanlarına büyük acılar yaşatmıştır. "Roma İmparatorluğunu diriltmek" hayalleri içinde 1935 yılında Habeşistan'ı işgal etmiş ve bu ülkedeki 15 bin suçsuz Müslümanı acımasızca katletmiştir. İşgale karşı direnmeye çalışan sivillerin tereddütsüz kurşuna dizilmesi emrini vermiş, dahası sivil halka karşı zehirli gaz kullanarak feci katliamlar yürütmüştür.
Faşizmin işgalci siyasetinin en belirgin örneği ise kuşkusuz Nazi Almanyası'dır. Naziler, sözde "üstün ırk" olan Almanların, Almanya sınırlarının çok daha ötesine taşan bir "hayat sahası"na ihtiyaç duyduğunu ileri sürmüşler ve bu amaçla II. Dünya Savaşı'nı ateşlemişlerdir. Alman ordusu, kısa bir süre içinde Polonya'yı, Belçika'yı, Baltık ülkelerini, Fransa'yı, Balkan yarımadasını ve Kuzey Afrika'yı işgal etmiş, Rusya içinde Moskova yakınlarına kadar gelmiş, oradan Hazar Denizi'ne doğru ilerlemiştir. Hem Almanlara hem de diğer milletlere büyük felaketler getiren ve toplam 55 milyon insanın ölümüyle sonuçlanan bu cinnet, faşizmin 20. yüzyıla attığı en kanlı imzadır.
Faşist İtalya'nın Etiyopya İşgali |
Mussoli'nin "Roma İmparatoluğunu diriltmek" hayalleri içinde 1935 yılında Habeşistan'ı işgal etti. Ülkede 15 bin suçsuz Müslüman İtalyan birlikleri tarafından öldürüldü. Mussoli'ni işgale direnmeye çalışan sivillerin tereddütsüz kurşuna dizilmesi emrini vermiş, dahası sivil halka karşı zehirli gaz kullanarak feci katliamlar düzenletmişti. Üstte: Faşist işgalciler tarafından asıl- mış 6 Habeşli Müslüman direnişçi |
Faşist Propaganda: İtalya sözde "ileri" Roma Medeniyetinin Habeşistan'a taşınması olarak gösteriliyordu. |
Faşizmin işgalci siyasetinin en belirgin özelliği Nazi Almanyası'dır. |
1938 yılında Nazi yönetimi tarafından hazırlanan bir serginin tanıtım afişi. Serginni amacı, Nazi kültür politikasına uygun olmayan eserlerin sergilenmesi ve aşağılanmasıydı. |
Faşizmin dikkat çekici bir diğer yönü ise faşist yönetimler altında yaşayan insanların sanat kabiliyetlerinin gelişmemesi ve bilimsel yöndeki çalışmalarından verimli bir sonuç çıkmamasıdır.
Bunun nedenini görmek için, öncelikle sanatın ne olduğunu tanımlamak gerekir. Sanat, insanın güzelliklerden zevk alması ve bunu ifade etmek istemesiyle başlar. Bunun için de öncelikle bu güzelliklerden zevk alabilecek bir ruha sahip olmak gerekir. Örneğin sevgi, şefkat gibi hislere, estetik duygusuna sahip olan bir sanatçı bir hayvana, bir manzaraya, bir bitkiye baktığında onun güzelliğini görür, ona karşı coşkun bir sevgi duyar ve onu resmeder. Bu tip güzellikler karşısında bir besteci de ortaya güzel besteler çıkartabilir, çünkü ruhunda bu güzellikleri hisseder ve bunu ifade eder. Aynı şey edebiyattan, müziğe kadar her alan için, sanatın her dalı için geçerlidir.
Öte yandan donuk ve katı bir ruhla, zalimliğe, acımasızlığa alışmış, insani özelliklerini yitirmiş bir yapıyla sanat yapılması söz konusu olamaz. Saldırganlığın, kaba kuvvetin üstünlüğüne inanmış, kan dökücülüğün gerekliliğini benimsemiş, dünyayı bir savaş ortamı, güçlü olanların yaşamaya hakkı olduğu bir nevi arena gibi gören bir insanın doğadaki güzelliklerden veya insan güzelliğinden etkilenmesi, bunlardaki incelikleri fark edebilmesi imkansızdır.
Bu sayılan özellikler faşistlerin özellikleridir. Dolayısıyla, bir faşistin sanat duygusuna sahip olması mümkün değildir. Son derece kaba, anlayışsız ve cahil olan faşist ruh, sanatı "gereksiz" bir şey olarak görür.
Aslında faşistlerin sanata olan karşıtlığı, kendilerine örnek aldıkları faşist Spartalılara kadar uzanmaktadır. Atina'da sanatın son derece ilerlediği bir dönemde, Spartalılar sanatla uğraşmayı gereksiz görüyorlar ve daha küçük yaştan itibaren vatandaşlarını savaşçı olarak yetiştiriyorlardı. Spartalı çocukların bu eğitim sırasında okuma yazma, sanat gibi konularla ilgilenmeleri neredeyse yasaktı.
Ferruccio Vecchi'nin, "Duce'nin kafasından Fışkıran İmparatorluk" adlı heykeli |
20. yüzyıl faşist devletlerinde ise en fazla devlet güdümlü sanat eserleri görmek mümkündü ki, bunlar da zaten faşist devletin propagandasında kullanılmak üzere hazırlatılmış, ruhsuz ve mekanik "ısmarlama" ürünlerdi. Dolayısıyla ortaya gerçek bir sanat eseri çıkmıyordu. Örneğin sadece devletin izin verdiği konular resmedilebilir, mesela savaş resmedilebilir, fakat hoşa gitmeyen konular resmedilemezdi. Bu, edebi eserler için de geçerliydi, ancak faşist devletin izin verdiği konular yazılabilir, bunun dışına çıkılamazdı. Bunun neticesinde sanata benzemeyen bir sanat meydana geliyor ve sanatta, mimaride, edebiyatta estetik yönden bir kütlük, kabalık ve ruhsuz bir donukluk oluşuyordu.
Bunun en açık örnekleri Hitler Almanyası'nda görülüyordu. Hitler ırkçı görüşleri nedeniyle, bazı sanat ürünlerini boykot etmişti. Örneğin siyah derili insanları "aşağı ırk" olarak gördüğü için, "zenci müziği" olarak bilinen caz müziğin Almanya'da çalınmasını yasaklamıştı. 1935 yılında dönemin Radyo Genel Müdürü Eugen Hadamowski Hitler'den aldığı emirle "Zencilerin cazının Alman radyolarından yayınını kesinlikle yasaklıyorum" diye bildirmişti.
1940 yıllarının başlarında ise, Hitler en görkemli günlerini yaşarken, İngiltere ve ABD'ye yönelik olarak yapılan radyo propaganda yayınlarında bu kez caz müziği bir araç olarak kullanmaya başladı. Bu dönemde her iki ülkede de caz en çok dinlenen müzik türlerinden biriydi. Naziler ise bunu bir propaganda unsuru olarak kullanabileceklerini düşündüler. Avrupa'nın ünlü cazcılarını bir araya topladılar. İlk iş olarak tüm ünlü caz şarkılarının İngilizce isimlerini Almanca'ya çevirdiler. Şarkı sözleri, tamamen Almanya'nın gücünü anlatan propaganda sözleriydi. Bu Nazi versiyonlu caz müziği sadece Batıya yönelik programlarda çalınıyor, Alman radyolarında ise çalınması kesinlikle yasaklanıyordu.
Şarkıların sözleri ise faşist içeriğe sahipti. İşte bir örnek:
Faşizmin Sanat Anlayışsızlığı |
Faşist ideloji sanatı tüm estetik değerlerden uzaklaştırır ve propaganda makinasına çevirir. Nazi sanatçısı Helmut Ullrich'in "Arkadaşlık" adlı bu tablosunda olduğu gibi. Tablonun temaları "kahraman Alman savaşçısı" ve "Ari ırkı temsil eden çocuk"tur. |
"Sen en büyüksün... bir Alman pilotusun... Makinalı tüfek ateşisin... Kahraman bir denizaltı askerisin... En büyüksün... Bir Alman bombardımanısın..."52
İşte Nazilerin sanattan ve müzikten anladıkları buydu. Resimler, şarkı sözleri, müzik türleri ve edebiyat, hep devlet tarafından belirlenen konuları içermeliydi. Ressamlar ancak savaş ruhunu körükleyecek resimler yapabilirlerdi. Örneğin yukarıda sözü edilen "devlet güdümlü caz grubu" Nazi propagandası dışında içeriği olan bir albüm çıkardığında hemen "dejenere" olmakla suçlanmış ve bir daha böyle bir deneme yapmamak üzere uyarılmıştı.
Hitler'in sanatçılara yönelik uygulamaları bununla da kalmamıştı. 1933 yılında çıkan ırk kanunlarından sonra Reichsmusikkammer (Reich Müzik Odası) tüm Alman sanatçıların listesini çıkardı. Sonuç olarak yüzlerce yetenekli müzisyen ırkları veya yaptıkları müzik Hitler'in hoşuna gitmediği için işlerinden atıldılar ve kariyerlerine son verildi. Mendelssohn, Mahler, ve Schoenberg gibi ünlü bestecilerin aynı nedenlerden ötürü müzikleri yasaklandı.53
Hitler'e göre sanatın görevi belirli politik mesajları taşıyarak halkın görüşlerini şekillendirmekti. Hitler'in gerçek sanat dediği, kırsal yaşam, sağlık ve Aryan ırkının konu edilmesiydi. Bir konuşmasında sanat ve sanatçı anlayışını şöyle açıklıyordu:
"Biz, Alman ırkının kültürel damgasını Alman halkı üzerinde etkili olarak kullanabilen sanatçıları keşfedeceğiz ve onları teşvik edeceğiz. Onlar resimlerinde halkın ruhunu ve ideallerini ifade ederler."54
Bütün bunlardan anlaşıldığı üzere faşist yönetimler altında yaşayan insanların sanat yetenekleri ve bilimsel çalışmaları çok verimsiz olur. Buna karşın bir toplumda din ahlakının gerçek anlamda yaşanması, sanatta büyük bir atılım ve yükseliş meydana getirir. Dindar insanlar evreni ve tüm canlıları Yüce Allah'ın yarattığını bildikleri için çevrelerindeki herşeye bu güzellikleri görmek amacıyla bakarlar. Allah'ın yaratma sanatını görür ve büyük hayranlık duyarlar. İnsanları, hayvanları, bitkileri ve tabiattaki herşeyi Allah'ın yarattığı varlıklar olarak görür, hem kıymet verir, hem çok sever, hem de güzellikleri ve incelikleri fark ederler. Nitekim tarihteki en büyük sanat eserleri, dindar sanatçıların dini kavramlardan aldıkları ilhamla ortaya çıkmıştır.
Faşizmin fazla dikkat çekmeyen, fakat büyük önem taşıyan bir yönü daha vardır: Faşizm, kadınlara karşı düşmanca bir tutum içindedir ve kadınları erkeklerden aşağı görür.
Bu gerçeği 20. yüzyılın faşist liderlerinin söylev ve demeçlerinde bulmak mümkündür. Örneğin Mussolini 12 Kasım 1922 tarihinde Fransız Journal gazetesi muhabiri Maurice de Valeffe'e verdiği demeçte kadınları açıkça aşağılamıştır:
Benim genel oy hakkını sınırlama niyetinde olduğumu söyleyenler var. Hayır! Her yurttaş Roma Parlamentosu için sahip olduğu oy hakkını koruyacaktır... Ayrıca size itiraf edeyim ki kadınlara oy hakkı tanımayı düşünmüyorum. Bir yararı yok bunun. Kadınların devlet işlerine katılmaları konusundaki kanım her türlü feminizme karşı niteliktedir. Elbet, kadın bir köle olmamalı, ama ona oy hakkı verirsem tefe koyarlar beni. Bizim devletimizde kadın hesapta olmamalıdır.55
Faşizmde "SANAT"="SAVAŞ" |
Nazi Almanyasında en sık kullanılan sanat temaları "kahramanlık" ve "savaş" tı. Franz Eichhorst'un "Savaşçı Polonya'da" adlı tablosunda olduğu gibi. |
1930'da büyük ekonomik bunalım başladığı sıralarda ise Mussolini kadınların çalıştıkları işlerden ayrılmaları talimatını vermişti. Çünkü kadınları "erkeğin ekmeğine el uzatan hırsızlar, erkek kısırlığının suçluları" olarak görüyordu.56 "Duçe"nin kadınlara bakış açısını vurgulayan en önemli sözler Fransız gazeteci Helene Gosset'nin kendisiyle 1932'de yaptığı bir konuşmada göze çarpmaktadır:
Kadın boyun eğmelidir… Bir analiz gücü varsa da sentez gücü yoktur onun. Hiçbir zaman mimari bir yapıt ortaya koymuş mudur? Bir tapınaktan söz etmiyorum, bir kulübe kurmasını isteyin kadından, üstesinden gelemeyecektir. Kadın, bütün sanatların sentezi olan mimariye yabancıdır; ve yazgısı da bu noktada düğümlenmektedir işte.57
Kadınlara iş hayatında yapılan bu kısıtlama eğitim alanında da kendisini göstermiş ve alınan bir dizi önlemle kadınların öğrenim ve iş yaşamları kısıtlanmıştır. Örneğin 30 Ocak 1927 tarihli kararname ile kadınlara liselerde edebiyat ve felsefe derslerinin okutulması kesinlikle yasaklanmıştır. 1928'de çıkartılan kararnameyle kadınların eğitimine karşı yasal önlemlere başvurulmuş kadınların birinci devre orta öğretim kurumlarında müdürlük yapmaları önlenmiştir. Kız öğrencilere orta öğrenimlerinde ve üniversitelerde iki kat harç ödeme yükümlülüğü getirilmiştir.
Mussolini'nin Meclise sunduğu 28 Kasım 1933 tarihli yasa gücünde kararname metninde ise şunlar yazılıdır: "Devlet kurumları, eleman almak için açılacak sınavlarla ilgili ilanlarda kadınları dışarıda tutacak koşullar koymaya yetkilidirler… Kamu görevlerinde çalışan kadınların artışına karşı bir sınır belirlemek zorunludur…"58 1 Eylül 1938 tarihli yasa gücünde kararnameyle, kadınların, kamu görevlerindeki kadro toplamının ancak %10'unu doldurabileceği belirlenmiştir.
Nazi Almanyası'nda ise kadınlara karşı belirlenen "ikinci sınıf vatandaş" statüsü daha da belirgindi. Alman Milli Eğitim Bakanlığı, lise bitirenlerin %10'undan fazlasının kız olmamasına karar vermişti. 1934'te, liseyi bitirmiş her 10.000 kızdan, yalnız 1.500'üne yüksek öğrenim kurumlarında okuma izni verildi. 1929'da, 39 nasyonel-sosyalist öğrenim kurumu vardı. Bunların yalnız ikisi kızlar içindi. Kızlara, orta öğrenimleri sırasında Latince derslerine girmeyi yasaklamak için de yasalar çıkarıldı; onlar daha liseyi bitirmeden önce, yüksek okullara ve üniversiteye girişleri önlenmiş oluyordu…59
Bunlar sadece toplumsal konum veya işbölümüyle ilgili düzenlemeler değil, asıl Nazizm'in biyolojik dogmalarıyla ilgili uygulamalardı. Faşizmin Analizi kitabının yazarı Maria A. Macciocchi'nin yorumuna göre Nazilerin gözünde kadın bir çeşit hayvandı.60 Bu felsefeye göre kadın, farkları belirmemiş ilkel bir ırktı, biyolojik yönden aşağı düzeydeydi.61
Faşist yöneticiler tarafından yönlendirilen İtalyan sanatçılardan Campigli'nin 1940'ta Padova Ünversitesi'nin girişine çizdiği duvar resmi. |
Faşistlerin kadınlara olan bu küçümseyici yaklaşımlarının kökeni de, diğer pek çok konuda olduğu gibi, Darwinizm'dir. Faşistler Darwin'in yalnızca ırklar arasındaki eşitsizlik fikrini almakla kalmamış, erkeklerin kadınlardan üstün olduğu yönündeki fikirlerini de benimsemişlerdir.
Darwin, Descent of Man adlı kitabında kadınların idrak etme, hızlı kavrama ve taklit konusunda "daha aşağı ırkların özelliklerini taşıdıklarını ve bu nedenle daha eski ve alt bir medeniyet seviyesine sahip olduklarını" yazmıştı.62 Darwin'in kendi kelimeleriyle evrim, bir cinsin üyelerinin -özellikle de erkeklerin- diğer cinsi hakimiyetleri altına almak için mücadele etmeleri demekti.63 Ayrıca Darwin'e göre, kadınların bazı özellikleri aşağı ırkların özellikleri olduğundan kadınlar erkeklere göre daha düşük bir medeniyet seviyesine sahiptiler.64
Darwin'e göre erkekler yalnızca vücut ve akıl olarak kadınlardan üstün değildiler, aynı zamanda seleksiyon gücünü kazanmışlardı. Evrim erkeklerin elindeydi ve kadınlar oldukça pasiftiler. Sonuç olarak kadınlar daha az gelişmişlerdi ve daha ilkeldiler, bu yüzden kadınların en büyük zayıflıkları olan içgüdüleri ve duyguları ağır basmaktaydı.65
Darwin hayatı boyunca evrim için önemli olduğuna inandığı erkek üstünlüğü görüşünü devam ettirdi. Bu konuyla ilgili olarak kuzeni Francis Galton'ın teorilerine de atıfta bulunarak şunları söylemişti:
"... İki eşeyin zihni yetilerindeki başlıca fark, gerek derin düşünceyi, sağduyuyu, gerek hayalgücünü, gerekse yalnızca duyuları ve elleri gerektiren işleri ele alırken erkeğin kadının varabileceğinden daha yüksek bir doruğa varmasıdır. Şiir, resim, yontu, müzik, (gerek beste, gerek seslendirme), tarih, bilim ve felsefede en ünlü erkeklerin ve kadınların birer düzine ad içeren listeleri çıkarılırsa, bu listeler karşılaştırma götürmez. Bay Galton'un Hereditary Genius adlı yapıtında çok güzel anlattığı ortalamalardan sapma yasasından, erkekler birçok konuda kadınlardan kesinlikle üstünse, erkekteki ortalama zihni gücün kadınınkinden yüksek olması gerektiği sonucunu da çıkarabiliriz."66
Darwin'in bu görüşleri aslında onun kadınlara karşı kişisel yaklaşımından da anlaşılmaktaydı. Darwin kadının evlilikteki rolünü şöyle tarif ediyordu: "Devamlı arkadaşlık (yaşlılıkta bile süren bir arkadaşlık), sizinle ilgilenecek biri –bir köpekten daha iyi oyalayabilecek- ev ve evin sorumluluklarını alacak biri…"67 Görüldüğü gibi Darwin aile kurumuna ve kadınlara tam bir materyalist gözle bakmaktaydı. Bu bakış açısında sevgiden, saygıdan, bağlılıktan, şefkat ve merhametten eser yoktu.
Faşist sanatın bir diğer amacı ise, liderin toplumun gözünde kutsal bir kimliğe büründürülmesiydi. Hubert Lanzinger'in "Sancaktar" adlı Hitler tablosu tam bu amaca hizmet ediyordu. |
Geneva Üniversitesi'nde doğa tarihi profesörü olan evrimci ve materyalist Carl Vogt da kadınlara karşı küçümseyici fikirler besliyordu. Vogt şöyle yazmıştı: "İnsan dişileri erkeklerden çok aşağı, hayvan türlerine daha yakındır. Bu nedenle eğer standart olarak kendimize bir kadını alacak olsaydık, daha çok maymun benzeri özelliğe rastlardık.
Darwin'i izleyen pek çok evrimci, kadınların biyolojik ve zihinsel yönden erkeklerden daha aşağı olduğunu iddia etmeyi sürdürdüler. Hatta bazı evrimciler erkekleri ve kadınları iki farklı psikolojik tür olarak sınıflamışlardı: Erkekler homo frontalis, kadınlar homo parietalis'ti.68 Bir evrimci olan Morgan, Darwin'in erkekleri, kadınların niçin bariz bir şekilde aşağılık ve daha alt tabakada olduklarının sebepleri üzerinde çalışmaya motive ettiğini belirtmişti.69
Paris'te Tıp Fakültesi'nden evrimci Paul Broca ise (1824-1880) özellikle de erkekler ve kadınlar arasındaki akıl ve beyin hacimleri ölçümleriyle ilgilenmişti. Kadın beyninin oldukça küçük olan hacmini, onun akıl olarak aşağı olmasına bağlamıştı.
Darwin'in takipçilerinden evrimci sosyal psikolog Gustave Le Bon ise (1841-1931) şöyle yazmıştı:
Kadınların beyinleri erkeklerden çok gorillerin beyinlerine yakındır. Kadınlardaki aşağı ırk olma o kadar belirgindir ki, hiç kimse doğruluğu hakkında bir an bile tartışmaz; yalnızca derecesi tartışmaya değer... Kadınlar insan evriminin en aşağı formunu temsil ederler ve yetişkinlerden ve medeni erkeklerden çok çocuklara ve vahşilere daha yakındırlar. Vefasızlıkta, tutarsızlıkta, düşünce ve mantık eksikliğinde ve sebep yetersizliğinde üstündürler. Hiç şüphesiz ortalama bir erkekten daha üstün olan kadınlar mevcuttur, ama bunlar doğuştan çirkin olan istisna şeylerdirler. Örneğin iki kafalı bir goril gibi; sonuç olarak onları tamamen göz ardı edebiliriz"70
Faşizmin kadınları küçümsemesinin ve hor görmesinin temelinde, Darwinizm'in aynı yöndeki sözde bilimsel telkinleri yatmaktadır. Mussolini'nin kadınların sosyal haklarını ellerinden alması, Hitler'in üstün ırk çoğaltmak için "üreme çiftlikleri" kurarak, genç kızları bu çiftliklerde SS subaylarıyla birlikte olmaya zorlaması, faşistlerin kadınlara bakış açılarının birer yansımasıdır. Darwinistler de faşistler de kadın düşmanıdırlar. Kadınları hem aşağı ve geri bir tür olarak görmüş, hem küçümsemiş, hem de onlara karşı ayrımcı ve baskıcı yöntemler kullanmışlardır.
Faşistlerin bu tutumları da Kuran ahlakı ile taban tabana zıttır. Allah, Kuran'da kadınlara karşı son derece şefkatli, saygılı ve koruyucu davranılmasını emretmiştir. Bunun yanında Hz. Meryem ve Firavun'un hanımı gibi üstün ahlaka sahip kadınları insanlara örnek göstermiştir. Allah Katında üstünlük insanların ırklarına, cinsiyetlerine veya mevkilerine göre değil, Allah'a olan yakınlık ve imanlarına göredir. Allah Kuran'ın birçok ayetinde tüm iman edenlerin, kadın-erkek ayrımı olmaksızın yaptıklarının karşılığını eksiksiz olarak alacaklarını şöyle haber vermiştir:
Nitekim Rableri onlara (dualarını kabul ederek) cevap verdi: "Şüphesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam..."
(Al-i İmran Suresi, 195)
Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim salih bir amelde bulunursa, onlar cennete girecek ve onlar, bir 'çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar' bile haksızlığa uğramayacaklardır.
(Nisa Suresi, 124)
Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz.
(Nahl Suresi, 97)
Bazı toplumlarda din ahlakından uzaklaşılması ile birlikte bu gerçekler de gözardı edilmiş ve bunun yerine her türlü ırk ve cinsiyet ayrımını meşru gören faşizm, Darwinizm gibi hurafeler gelişmiştir.
"Pembe Gamalı Haç" adlı eserde ortaya konan belgelere göre, Naziler arasında sapkın eşcinsel eğilimler son derece yaygındı. |
Faşizmdeki buraya kadar incelediğimiz kadın düşmanlığı, aslında bilinçaltlarındaki karanlık bir eğilimin de dışa yansımasıdır. Faşistler, kadınları sevgi, merhamet, şefkat gibi kendilerinin karşı oldukları duygularla özdeşleştirmektedirler ve bunun faşizmin kadınlara karşı olan antipatisinde büyük rolü vardır. Öte yandan, savaşçılık, kan dökücülük, acımasızlık, sertlik gibi eğilimler ise "erkeksi" karakter olarak tarif edilmekte ve bu nedenle "erkeklik" adeta kutsal bir kavram gibi yüceltilmektedir.
Faşist ideolojinin bu "erkeksilik" efsanesi biraz aralandığında ise, karşımıza eşcinselliğin sapık dünyası çıkmaktadır.
Faşizm ile eşcinsellik arasındaki bu az bilinen ama önemli bağlantı, faşizmin en eski modeli olan Sparta'ya kadar uzanır.
Kitabın önceki bölümlerinde faşizmin pagan (putperest) bir kültür olduğunu ve paganizmi yeniden uyandırma iddiasıyla ortaya çıktığını incelemiştik. Paganizmin en belirgin özelliği ise, Allah tarafından vahyedilmiş ahlak kıstaslarına ve kurallarına sahip olmayışıydı. Bu nedenle pagan dünyasında her türlü cinsel sapkınlık kolayca gelişebiliyordu. Bunların arasında en uç noktaya gidenler ise, eski Yunan'daki şehir devletleriydi. Atina'da ve Sparta'da eşcinsellik gayet doğal, meşru bir ilişki olarak görülüyor, hatta bir meziyet gibi tanımlanıyordu.
Özellikle faşizmin atası olan Sparta'da "erkeklik" kavramına özel bir önem atfediliyor, eşcinsellik gibi bir sapkınlık ise "erkek sevgisi" adı altında makbul bir davranış sayılıyordu. Spartalı askerler, birbirleriyle cinsel ilişkiye girerek güçlerini artırdıkları gibi büyük bir sapkınlığa inanırlardı. İÖ 50-120 yıllarında yaşayan tarihçi Chaeronea'lı Plutarch, ordudaki en seçkin askerlerden oluşan 300 kişilik özel savaşçı birliğin gerçekte "150 çift sevgili"den oluştuğunu yazıyordu.71 Sparta'da 12 yaşına gelen güçlü erkek çocuklarının hepsi orduya alınır ve ilk iş olarak da ordudaki tecrübeli askerler tarafından iğfal edilirlerdi. Bu sapık ilişkilerin Sparta'nın "savaşçı" kültürünün ve kan dökmeye tutkun ordusunun en büyük güç kaynağı olduğuna inanılıyordu.
İşte bu iğrenç ve sapkın kültür, 19. yüzyılda doğan yeni-paganizm akımıyla birlikte yeniden hortladı. Bu sapkınlığın en önemli merkezlerinden biri ise Almanya'ydı. Bu akımın öncüsü olan Adolf Brand, 1902 yılında, erkek çocuklarına olan sapık cinsel eğilimleri ile tanınan Wilhelm Jansen ve Benedict Friedlander ile birlikte, Özgünler Derneği'ni (Gemeinschaft der Eigenen) kurdu. Friedlander, 1904 yılında "Yunan Erotizminin Yeniden Doğuşu" (Renaissance des Eros Uranios) adlı bir kitap yayınladı. Kitabın kapağında yarı çıplak bir Yunan genci resmi yer alıyordu. Friedlander, amaçlarının ne olduğunu da kitabın içinde şöyle açıklıyordu:
Pozitif hedefimiz, Yunan şövalyeliğinin yeniden uyandırılması ve toplum tarafından tanınmasıdır... Yunan Şövalyeliği sevgisi ile de, erkekler arasındaki yakın sevgiyi, özellikle de farklı yaştaki erkekler arasındaki ilişkileri kastediyoruz.72
Nazi hareketi içinde o kadar fazla eşcinsel sapık vardı ki, Nazi partisi bir "eşcinseller kulübü" gibiydi. Üstte, SS şefi Heinrich Himmler subayları ile birlikte.. |
Özgünler Derneği'nin amacı, Almanya'yı din ahlakından tamamen uzaklaştırarak bir Yunan medeniyetine dönüştürmekti.73 Ve bu sapkın örgüt, aynı zamanda ırkçılığın da öncüsüydü. Özgünler Derneği'nin fikirleri çerçevesinde 1923'te kurulan İnsan Hakları Derneği adlı örgütün lideri Kurt Hildebrandt, Norm, Entartung, Verfall (İdeal, Dejenerasyon, Yıkım) adlı kitabında en üstün ırkın, eşcinseller tarafından oluşturulan ırk olduğunu savunmuştu. Buna göre, ırkın devamı için kadınlarla "üreme amaçlı" ilişkiler kurulmalı, ancak "ultra-erkeksi" bir ırk elde etmek için gerçek cinsel "sevgi" erkekler arasında yaşanmalıydı.
Bu fikirler, aslında Nazi partisinin fikirlerinden başka bir şey değildi.
Nitekim Nazi partisi de aslında bir "eşcinseller kulübü" gibiydi.
Bu gerçek, Scott Lively ve Kevin Abrams tarafından kaleme alınan ve 1995'te yayınlanan The Pink Swastika: Homosexuality in the Nazi Party (Pembe Gamalı Haç: Nazi Partisinde Homoseksüellik) adlı kitapta yer verilen geniş kapsamlı araştırma ile ortaya konmuştur. Kitapta gerek Nazilerin öncüsü olan akım ve örgütler, gerekse Nazi partisinin yönetici kadrosu detaylı olarak incelenmekte ve bu faşist kadronun içinde çok sayıda eşcinsel olduğu açıklanmaktadır. Nazilerin eşcinselleri tutuklamak ve toplama kamplarına göndermek şeklindeki uygulamalarının göstermelik olduğu, bu uygulamalarla Nazi kurmaylarının kendi sapıklıklarını gizlemeye çalıştıkları da yine tarihsel belge ve kanıtlarla izah edilmektedir. Eşcinsel olduğu bilinen Naziler arasında SA'ların lideri Ernst Roehm, Gestapo şefi Reinhard Heydrich, Hava Kuvvetleri Komutanı Herman Goering, Rudolf Hess, Hitler Jugend (Hitler Gençliği) örgütünün lideri olan Baldur von Schirach, Nazi Almanyası'nın Maliye Bakanı Walther Funk, Hitler'in Kara Kuvvetleri Komutanı Freiherr Werner von Fritsch gibi isimler vardır. SS Şefi Himmler ve Adolf Hitler'in ise eşcinsel eğilimleri olduğuna dair bazı kanıtlara rastlanmıştır.74
The Pink Swastika'da, bu sapkınlığın Nazilerle sınırlı olmadığı, ABD'de faaliyet gösteren çeşitli neo-Nazi ve ırkçı örgütlerin liderleri arasında da pek çok eşcinselin yer aldığı, bu sapkınlığın faşizmin adeta kalıtsal bir özelliği olduğu yine kanıtlarıyla anlatılmaktadır.
Faşist paganlar, Kuran'da anlatılan bir diğer pagan (putperest) kavmin, Hz. Lut'un peygamber olarak gönderildiği Lut kavminin sapıklığını uygulamaktadırlar. Ancak bu sapıklığı uygulayanlar, Lut kavminin uğradığı sonu akıllarından çıkarmamalıdırlar.
Bu sapkın kavmin uğradığı akıbet Kuran'da şöyle bildirilir:
Hani Lut da kavmine şöyle demişti: "Sizden önce alemlerden hiç kimsenin yapmadığı hayasız-çirkinliği mi yapıyorsunuz? "Gerçekten siz kadınları bırakıp şehvetle erkeklere yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz, ölçüyü aşan (azgın) bir kavimsiniz." Kavminin cevabı: "Yurdunuzdan sürüp çıkarın bunları, çünkü bunlar çokça temizlenen insanlarmış!" demekten başka olmadı. Bunun üzerine Biz, karısı dışında onu ve ailesini kurtardık; o (karısı) ise (helake uğrayanlar arasında) geride kalanlardandı. Ve onların üzerine bir (azap) sağanağı yağdırdık. Suçlu-günahkarların uğradıkları sona bir bak işte.
(Araf Suresi, 80-84)
33. Eric Hoffer, Kesin İnaçlılar, İm Yayınları, s. 6
34. Prof. Dr. Ayferi Göze, Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, 9. Baskı, Beta Yayınları, s. 349
35. Yıldırım Batuk, Dr. Murat Sarıca, Rona Aybay, Faşizm, 2. Baskı, İstanbul,1965, s. 31
36. Prof. Dr. Ayferi Göze, Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, s. 350
37. Çağdaş Liderler Ansiklopedisi , Cilt 4, s.1469)
38. Michael Baigent, Richard Leigh, Henry Lincoln, The Messianic Legacy, Corgi Books, 1991, s. 199
39. Eric Hoffer, Kesin İnaçlılar, İm Yayınları, s. 148
40. http://www.mideastnews.com/the1.htm
41. Wilhelm Reich , Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı, Çeviren: Bertan Onaran, Payel Yayınları, İstanbul 1975, s. 400-401
42. Çetin Özek, Direnen Faşizm, İzlem Yayınları, s. 90
43. Adolf Hitler, Mein Kampf, s. 504.
44. Encyclopædia Judaica, Cilt 4, s. 714.
45. John P. Diggins, Mussolini and Fascism, s. 15
46. Charlie Hore, Duncan Hallas, Andy Durgan, İspanya 1936 Baharı , Z yayınları, çev: Melike Çakırer, s. 37
47. T. Kakınç, Franco Kimdir? Falanjizm Nedir?, Kitaş Yayınları, Mayıs 1969, s. 57
48. Charlie Hore, Duncan Hallas, Andy Durgan, İspanya 1936 Baharı , Z yayınları, çev: Melike Çakırer, s. 69
49. Çağdaş Liderler Ansiklopedisi, 2. Cilt, s. 669
50. Veyis Ersöz, Sosyalizm, Komünizm, Faşizm ve Şeriat Nedir?, Uysal Kitabevi, 4. Baskı, s. 96
51. Veyis Ersöz, Sosyalizm, Komünizm, Faşizm ve Şeriat Nedir?, Uysal Kitabevi, 4. Baskı, s. 100
52. Nokta Dergisi, 13 Mart 1988, s. 76-77
53. http://fcit.coedu.usf.edu/holocaust/arts/musDegen.htm
54. http://fcit.coedu.usf.edu/holocaust/arts/artReich.htm)
55. Maria A.Macciocchi, Faşizmin Analizi , Çeviren: Cemal Süreya, Payel Yayınları, İstanbul 2000, s.108
56. Maria A.Macciocchi, Faşizmin Analizi , s.126-127
57. Maria A.Macciocchi, Faşizmin Analizi , s. 126
58. Maria A.Macciocchi, Faşizmin Analizi , s. 128-129
59. Maria A.Macciocchi, Faşizmin Analizi , s. 132-133
60. Maria A.Macciocchi, Faşizmin Analizi , s.134
61. Maria A.Macciocchi, Faşizmin Analizi , s. 163
62. John R. Durant, ’’The Ascent of Nature in Darwin’s Descent of Man’’ in The Darwinian Heritage, Ed. By David Kohn, Princeton, NJ: Princeton University Press, 1985, s.295
63. Charles Darwin, The Origin of Species by Means of Natural Selection , New York: D. Appleton and Company, 1859 (1897 baskısı), s.108
64. Charles Darwin, The Descent of Man and Selection in Relation to Sex, New York: D. Appleton and Company, 1896, s.563-564
65. Stephanie A. Shields, ’’Functionalism, Darwinism, and the Psychology of Women; A Study in Social Myth.’’ American Psychologist 30, no.1 (1975): 742
66. Charles Darwin, Seksüel Seçme, Onur yayınları, Nisan 1977, Birinci Baskı, Çeviren: Öner Ünalan, s. 465
67. Charles Darwin, The Autobiography of Charles Darwin 1809-1882 (Ed. by Nora Barlow), New York: W. W. Norton & Company, Inc., 1958, s. 232-233
68. Rosaleen Love, "Darwinism and Feminism: The 'Women Quesfion' in the Life and Work of Olive Schreinr and Charlotte Perkins Gilman" in David Oldroyd and Ian Langham (Eds.), The Wider Domain of Evolutionary Thought (Holland: D. Reidel, 1983), 113-131.
69. EIaine Morgan, The Descent of Woman, New York: Stein and Day, 1972, s.1
70. Stephen Jay Gould, The Mismeasure of Man, New York: W. W. Norton & Company, 1981,s.104,105
71.. Eva Cantarella, Bisexuality in the Ancient World, New Haven, Yale University Press, 1992, s. 72
72. Benedict Friedlander, "Memoirs for the Friends and Contributors of the Scientific Humanitarian Committee in the Name of the Succession of the Scientific Humanitarian Committee", Journal of Homosexuality, January-February 1991, s. 259.
73. Scott Lively, Kevin Abrams, The Pink Swastika, Founders Publishing Corp., Oregon, 1997, s. 22.
74. Scott Lively , Kevin Abrams,The Pink Swastika, Founders Publishing Corp., Oregon, 1997