Komünizmin kurucuları Karl Marx ve Friedrich Engels
Geride bıraktığımız şiddet ve vahşet dolu yüzyılın insanlığa en çok zarar getiren, dünyaya en fazla yayılmış olan ideolojisi kuşkusuz komünizmdi. Karl Marx ve Friedrich Engels adlı iki Alman filozof tarafından 19. yüzyılda tarihi zirvesine ulaşan komünizm, tüm dünyada Nazilerin ve emperyalist devletlerin soykırımlarını dahi geride bırakacak kadar çok kan döktü. Masum insanların canına kıydı, insanlar arasında dehşet, korku ve ümitsizlik yaydı. Bugün bile demir perde ülkeleri ve Rusya dendiğinde insanların gözünde karanlık, puslu, renksiz, cansız sokaklar, tedirginliğin ve korkunun hüküm sürdüğü toplumlar canlanır. Her ne kadar 1991 yılında komünizmin yıkıldığı kabul edilse de, arkasında bıraktığı enkaz hala durmaktadır. "Eski tüfek" komünistler ve Marksistlerin bir kısmı ise, her ne kadar "liberalleştilerse"de, komünizmin ve Marksizmin karanlık yüzü ve insanları dinden ve ahlaktan uzaklaştıran materyalist felsefesi, bu insanların üzerindeki etkisini devam ettirmektedir.
20. yüzyılda dünyanın dört bir köşesinde terör estiren bu ideoloji, aslında antik çağdan beri var olan bir düşünceyi temsil ediyordu. Bu düşünce, materyalist yani maddeyi tek değer olarak gören felsefe idi. Komünizm bu felsefe üzerine bina edilerek, 19. yüzyılda dünya gündemine getirildi.
Komünizmin fikir babaları Marx ve Engels, materyalist felsefeyi "diyalektik" adı verilen yeni bir yöntemle açıklamaya çalıştılar. Diyalektik, evrendeki tüm gelişmenin, çatışma sayesinde elde edildiği varsayımıydı. Marx ve Engels, bu varsayıma dayanarak tüm dünya tarihini yorumlamaya giriştiler. Marx, insanlık tarihinin bir çatışmadan ibaret olduğunu, mevcut çatışmanın işçiler ve kapitalistler arasında geçtiğini ve yakında işçilerin ayaklanıp komünist bir devrim yapacaklarını iddia ediyordu.
Komünizmin iki kurucusunun en belirgin özellikleri ise, her materyalist gibi dine büyük bir düşmanlık beslemeleriydi. Her ikisi de koyu birer ateist olan Marx ve Engels, dini inançların yok edilmesini komünizm açısından zorunlu görüyorlardı.
Ancak Marx'ın ve Engels'in önemli bir eksikleri vardı; daha geniş bir kitleyi etkileri altına alabilmek için ideolojilerine bilimsel bir görünüm vermeleri gerekiyordu. İşte 20. yüzyılda yaşanan acılara, kaosa, toplu kıyımlara, kardeşi kardeşe kırdıran eylemlere ve bölücülüğe imza atan tehlikeli ittifak bu noktada ortaya çıktı. Darwin, Türlerin Kökeni adlı kitabıyla evrim teorisini ortaya attı. Ne ilginçtir ki, kitabında öne sürdüğü temel iddialar Marx ve Engels'in aradıkları açıklamalardı. Darwin, canlıların "yaşam mücadelesi" sonucunda, yani "diyalektik bir çatışma"yla ortaya çıktıklarını iddia ediyordu. Dahası, yaratılışı inkar ederek dini inançları reddediyordu. Bu, Marx ve Engels için bulunmaz bir fırsattı.
MARKSİST TARİH ANLAYIŞININ ÇÖKÜŞÜ
Komünizmin kurucusu Karl Marx kendisini derinden etkileyen Darwin'in fikirlerini, diyalektik tarih sürecine uyarlamıştır. Marx'a göre toplum, tarih içinde çeşitli evrelerden geçiyordu ve bu evreleri belirleyen faktör de üretim araçlarıyla üretim ilişkilerindeki değişimdi. Bu anlayışa göre ekonomi, diğer herşeyin belirleyicisiydi. Buna göre, tarih şu evrim aşamalarından geçmekteydi: İlkel toplum, köleci toplum, feodal toplum, kapitalist toplum ve son aşama olan komünist toplum.
Ancak tarihin kendisi, Marx'ın öne sürdüğü evrim sürecinin bir geçerliliğinin olmadığını göstermiştir. Tarihin hiçbir döneminde Marx'ın öngördüğü sıraya göre sözde evrim süreci yaşayan herhangi bir topluma rastlanmamıştır. Tam aksine Marx'ın birbirinin öncesi veya sonrası olarak belirttiği birkaç sisteme aynı anda, aynı toplumda rastlamak mümkündür. Bir ülkenin bir bölümünde derebeylik (feodalite) sisteminin benzeri sistemler yaşanırken, diğer bölgelerinde kapitalist kurallar geçerli olabilir. Dolayısıyla bir sistemden diğerine geçişin Marx'ın ve evrim teorisinin iddia ettiği gibi evrimsel bir sıra izlediğine dair hiçbir delil yoktur.
Öte yandan Marx'ın gelecekle ilgili kehanetlerinin de hiçbiri gerçekleşmemiştir. Marx'ın teorilerinin uygulanabilir olmadığı, daha Marx'ın ölümünden sonraki birkaç on yıl içinde anlaşılmıştır. Marx, en ileri kapitalist ülkelerin birbiri ardına komünist devrimler yaşayacaklarını iddia etmiş, oysa kesinlikle böyle bir süreç yaşanmamıştır. Marx'ın en büyük takipçilerinden biri olan Lenin bu devrimlerin neden yaşanmadığını açıklamaya çalışmış, sonra da Üçüncü Dünya ülkelerinde komünist devrimlerin yaşanacağına dair başka kehanetler ortaya atmıştır. Ancak Lenin'in tüm iddiaları da tarih tarafından yalanlanmıştır. Günümüzde komünizmle yönetilen ülkeler bir elin parmaklarının sayısını geçmeyecek kadar azdır. Üstelik Marksizm iktidara geldiği bölgelerde de güç kullanmış, iktidarını iddia ettiği gibi halk hareketleriyle değil, diktatörlük baskılarıyla korumuştur.
Kısacası yakın tarih, Marksist felsefenin öngördüğü tarihsel evrim sürecini tamamen geçersiz kılmıştır. Marx ve Engels gibi materyalist ideologların ciltler dolusu kitaplara yazdıkları "tarihin diyalektiği", "tarihin evrimi" gibi teoriler, sadece bir hayal ürünüdür.
Darwinizm, komünizm için o kadar büyük bir önem taşıyordu ki, Engels, Darwin'in kitabı yayınlanır yayınlanmaz Marx'a şöyle yazdı: "Şu anda kitabını okumakta olduğum Darwin, tek kelimeyle muhteşem".74
Marx ise 19 Aralık 1860 tarihinde Engels'e yazdığı cevabında şöyle diyordu: "Bizim görüşlerimizin doğal tarih temelini içeren kitap, işte budur."75
Marx, bir başka sosyalist dostu Lasalle'a 16 Ocak 1861'de yazdığı mektupta ise, "Darwin'in yapıtı büyük bir yapıttır. Tarihteki sınıf mücadelesinin doğa bilimleri açısından temelini oluşturuyor."76 diyerek, evrim teorisinin komünizm için önemini açıklıyordu.
Marx, Darwin'e olan sempatisini ise en önemli eseri olan Das Kapital'i Darwin'e ithaf ederek göstermişti. Kitabın Almanca baskısına el yazısıyla şöyle yazmıştı: "Charles Darwin'e, gerçek bir hayranı olan Karl Marx'tan".77
Engels de, Darwin'e olan hayranlığını farklı bir yerde şöyle ifade ediyordu:
Tabiat metafizik olarak değil, diyalektik olarak işlemektedir. Bununla ilgili olarak herkesten önce Charles Darwin'in adı anılmalıdır.78
Engels, Darwin'i, Marx ile eş tutacak şekilde övüyor ve "Darwin nasıl organik doğadaki evrim yasasını keşfettiyse, Marx da insanoğlunun tarihindeki evrim yasasını keşfetti" diyordu.79
Engels bir başka eserinde ise Darwin'in dine karşı bir teori geliştirmiş olmasının önemini şöyle vurgulamıştı:
Darwin, bütün organik varlıkların, bitkilerin, hayvanların ve insanın kendisinin, milyonlarca yıldır olagelen bir evrim sürecinin ürünleri olduğunu kanıtlayarak metafizik doğa görüşüne en ağır darbeyi indirdi.80
Bundan başka, Engels Maymundan İnsana Geçişte Emeğin Rolü adlı bir kitap yayınlayarak Darwin'in teorisini hemen benimsediğini göstermişti.
Amerikalı botanik profesörü Conway Zirckle, komünizmin kurucularının Darwinizm'i neden büyük bir ısrarla benimsediklerini şöyle açıklar:
Marx ve Engels, evrim teorisini, Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabı yayınlanır yayınlanmaz benimsediler… Evrim, komünizmin kurucuları için, insanlığın doğaüstü bir gücün müdahalesi olmadan nasıl ortaya çıkmış olabileceği sorusuna getirilen cevaptı ve dolayısıyla savundukları materyalist felsefenin temellerini desteklemek için kullanılabilirdi. Dahası, Darwin'in evrimi yorumlama biçimi –yani evrimin bir doğal seleksiyon süreci içinde geliştiği teorisi– onlara o zamana dek hakim olan teolojik düşüncelere karşı koyma fırsatı veriyordu. Doğal seleksiyon teorisi sayesinde, bilim adamları organik dünyayı materyalist bir terminoloji ile yorumlama fırsatı elde etmiş oluyorlardı.81
Tom Bethell ise, Marx ile Darwin arasındaki bağlantının asıl nedenlerini şöyle açıklamaktadır:
Marx Darwin'in kitabına ekonomik sebepler dolayısıyla hayran kalmamıştır. Marx'ın Darwin'in kitabına hayranlığının en önemli nedeni Darwin'in evreninin tamamen materyalist olmasıdır. Bu önemli noktada Darwin ve Marx gerçek birer yoldaştılar.82
Marksizm-Darwinizm bağlantısı bugün herkesçe kabul edilen çok açık bir gerçektir. Karl Marx'ın hayatını anlatan kitaplarda dahi bu bağlantı mutlaka belirtilmektedir. Örneğin, Marksist kitapları yayınlayan bir yayınevi tarafından çıkartılan Karl Marx biyografisinde bu bağlantı şöyle tarif edilir:
Darwinizm, Marksist felsefeyi destekleyen, gerçekliğini kanıtlayan ve geliştiren bir dizi gerçeği takdim etti. Darwinist evrimci fikirlerin yayılması, toplumda bir bütün olarak Marksist düşüncelerin emekçi halk tarafından kavranılması için elverişli zemin yarattı… Marx, Engels ve Lenin, Darwin'in düşüncelerine büyük değer verdiler ve bunların taşıdığı büyük bilimsel öneme işaret ettiler, böylelikle bu düşüncelerin yaygınlaşmasında hız kazandırdılar.83
Görüldüğü gibi, Marx ve Engels, Darwin'in evrim kuramının kendi ateist dünya görüşlerine bilimsel bir destek oluşturduğunu zannederek sevinmişlerdi. Ancak böyle bir sevince kapılmakta aceleci davranmışlardı. Çünkü evrim teorisi 19. yüzyılın bilim açısından ilkel ortamında ortaya atıldığı için kabul görebilmiş, hiçbir bilimsel delili olmayan yanılgılarla dolu bir teoriydi. 20. yüzyılın ikinci yarısında gelişen bilim, evrim teorisinin geçersizliğini ortaya çıkardı. Bu, Darwinizm için olduğu kadar materyalist ve komünist düşünce için de çöküş anlamı taşıyordu. (Detaylı bilgi için bkz. Evrim Aldatmacası, Harun Yahya) Ancak materyalist görüşe sahip bilim adamları, Darwinizm'in çöküşünün, kendi ideolojilerinin de çöküşü demek olduğunu bildikleri için, Darwinizm'in çöküşünü insanlardan gizlemek için her türlü yönteme başvurdular.
Marx ve Engels'in, milyonlarca insanın ölümüne, yüz milyonlarcasının acı, korku, dehşet içinde yaşamasına neden olan takipçileri de, evrim teorisini büyük bir coşku ve ilgi ile benimsemişlerdi.
John N. Moore, Marx ve Engels'in fikirlerini Rusya üzerinde tatbik eden Sovyet liderlerin evrime olan bağlılıklarını şöyle dile getirmektedir:
SSCB'nin liderlerinin düşüncelerinin kökleri çok derin evrimci bir bakış açısına dayanmaktadır.84
Marx'ın hayal ettiği komünist devrim projesini hayata geçiren kişi, Lenin'di. Rusya'daki komünist Bolşevik hareketinin lideri olan Lenin, ülkedeki Çar rejimini silah zoruyla yıkmayı amaçlıyordu. I. Dünya Savaşı'nın karmaşası, Bolşeviklere aradıkları fırsatı verdi. Lenin'in önderliğindeki komünistler Ekim 1917'de iktidarı silah zoruyla ele geçirdiler. Rusya, devrimin ardından komünistler ve Çar yanlıları arasında geçen üç yıllık kanlı bir iç savaşa sahne oldu.
Lenin de diğer komünist liderler gibi Darwin'in teorisinin, savunduğu diyalektik materyalist felsefenin temel dayanağı olduğunu sık sık vurguluyordu. Bir sözünde Darwinizm'e bakış açısını şöyle ifade etmişti:
Darwin, hayvan ve bitki türlerinin birbirleriyle ilgisi olmadığı, onları Allah'ın yarattığı ve bu yüzden değişmez oldukları inancına son vermiştir.85
Bolşevik devriminin Lenin'den sonraki en büyük mimarı sayılan Trotsky de yine Darwinizm'e büyük önem veriyordu. Darwin'e olan hayranlığını şu sözlerle ifade etmişti:
Darwin'in buluşu, tüm organik madde alanında diyalektiğin en büyük zaferi oldu.86
Lenin'in 1924'de ölümünün ardından, Komünist Parti'nin başına dünyanın en kanlı diktatörü sayılan Stalin geçti. Stalin 30 yıl süren iktidarı boyunca, adeta komünizmin ne denli acımasız bir sistem olduğunu ispatlamaya çalışacaktı.
Stalin'in ilk önemli icraatı, Rusya nüfusunun yüzde 80'ini oluşturan köylülerin tarlalarına devlet adına el koymak oldu. "Kollektivizasyon" adı verilen ve özel mülkiyeti yok etmeye yönelik bu politika gereği, Rus köylülerinin bütün mahsulü silahlı görevliler tarafından toplandı. Bunun sonucunda, korkunç bir açlık başgösterdi. Yiyecek hiçbir şey bulamayan milyonlarca kadın, çocuk ve yaşlı açlıktan kıvranarak yaşamını yitirdi. Sadece Kafkasya'daki ölü sayısı 1 milyondu.
Stalin, bu politikasına direnmeye çalışan yüzbinlerce insanı ise, Sibirya'nın korkunç çalışma kamplarına yolladı. Tutsakların çok ağır şartlarda ölesiye çalıştırıldıkları bu kamplar, bu insanların çoğuna mezar oldu. Öte yandan on binlerce insan, Stalin'in gizli polisi tarafından idam edildi. Aralarında Kırım ve Türkistan Türkleri'nin de bulunduğu milyonlar, Rusya'nın uzak köşelerine zorla göç ettirildi.
Stalin, tüm bu kanlı politikaları sonucunda yaklaşık 20 milyon insanı katletti. Tarihçilerin bildirdiğine göre, bu vahşetten özel bir zevk duyuyordu. Kremlin'deki çalışma masasına oturup, toplama kamplarında öldürülen ya da idam edilen insanların sayılarını içeren listeleri incelemekten büyük keyif alıyordu.
Stalin'i bu denli acımasız bir katil haline getiren etken, kişisel psikolojik durumunun yanısıra, inandığı materyalist felsefeydi. Bu felsefenin en temel dayanağı ise, Stalin'in kendi yorumuyla, Darwin'in evrim teorisiydi. Darwin'in fikirlerine verdiği önemi şöyle açıklıyordu:
Genç nesillere… üç şeyi öğretmeliyiz: Dünyanın yaşını, jeolojik orijinini ve Darwin'in öğretilerini.87
Stalin henüz hayatteyken yayınlanan Landmarks in the Life of Stalin (Stalin'in Hayatındaki Dönüm Noktaları) isimli kitapta, Stalin'in nasıl ateist olduğu yakın bir çocukluk arkadaşı tarafından şöyle anlatılıyordu:
Çok erken yaşlarda, henüz Hıristiyan kilisesinde bir öğrenci iken yoldaş Stalin eleştirel bir mantık ve devrimci bir duygu geliştirdi. Darwin'i okumaya başladı ve bir ateist oldu.88
Stalin'in gençlik arkadaşı G. Glurdjidze ise, Stalin'in artık Allah'a inanmadığını ve bunun nedeni olarak da kendisine Darwin'in kitabını gösterdiğini, okuması için kendisine de baskı yaptığını aktarır.89
Stalin'in evrim teorisine körü körüne bağlılığının önemli bir göstergesi ise, yönetime geldiği dönemde Sovyet eğitim sisteminin Mendel'in genetik kanunlarını reddetmesiydi. 20. yüzyılın başından itibaren bütün bilim dünyası tarafından kabul edilen bu kanunlar, Lamarck'ın ortaya attığı "kazanılmış özelliklerin sonraki nesillere aktarılması" iddiasını geçersiz kılıyordu. Bunun evrim teorisine karşı büyük bir darbe ve aynı zamanda büyük bir tehlike olduğunu gören Lysenko adlı Rus bilim adamı, düşüncelerini Stalin'e açtı. Lysenko'nun fikirlerinden etkilenen Stalin onu resmi bilim kurumlarının başına getirdi ve evrime darbe vuran genetik bilimi, Stalin'in ölümüne kadar Sovyetler Birliği'nin hiçbir bilim kurumunda ya da okulunda kabul görmedi.
Stalin dönemindeki Sovyetler Birliği, bir anda milyonlarca insan için, hayatının her an tehlikede olduğu, hiçbir suçu olmadığı halde her an alınıp götürülebileceği, görülmemiş eziyetler görebileceği bir kaos ortamına dönmüştür. Sadece komünizm değil, aynı zamanda faşizm tarihi de bu tür tavırlarla doludur.
Lenin, Stalin, Mao, Hitler, Mussolini gibi kanlı liderlerin ve savundukları ideolojilerin hepsinin aynı kaynaktan beslendikleri, her birine vahşet ve acımasızlığın aynı kaynak tarafından meşru ve tek yol olarak gösterildiği son derece açık ve kesin bir gerçektir. Kısacası söz konusu kişilerin arkasında başka bir suçlu daha vardır. Bu dengesiz ve insanlıktan uzak liderlerin peşlerinden milyonları sürükleyerek onlara suç işlettirebilmelerinin nedeni, materyalist felsefenin ve Darwinizm'in onlara verdiği göstermelik "bilimsel" güç ve destektir.
Stalin'in totaliter rejimi sürerken, Darwinizm'i kendisine bilimsel dayanak sayan bir başka komünist rejim de Çin'de kuruldu. Mao Tse Tung'un önderliğinde komünistler, uzun bir iç savaş sonucunda 1949 yılında iktidara geldiler. Mao, kendisine büyük destek veren müttefiki Stalin gibi, baskıcı ve kanlı bir rejim oluşturdu. Çin, sayısız politik idama sahne oldu. İlerleyen yıllarda ise Mao'nun "Kızıl Muhafızlar" adını verdiği genç militanlar, ülkeyi tam bir terör ortamına sürükleyecekti.
Mao, kurduğu bu düzenin felsefi dayanağını ise, "Çin sosyalizminin temeli, Darwin'e ve Evrim Teorisi'ne dayanmaktadır" diyerek açıkça belirtmişti.90
Bir Marksist, ateist ve evrimci olan Mao, "ileriye doğru büyük sıçrama" olarak isimlendirdiği hareketin okuma materyallerinin Charles Darwin'in eserleri ve ayrıca evrim teorisini destekleyen diğer materyaller olacağı emrini vermiştir.91
Çin komünistleri 1950'lerde iktidara geldiklerinde evrim teorisini ideolojilerinin temeli olarak aldılar. Hatta Çinli entellektüeller evrim teorisini çok önceden kabul etmişlerdi:
19. yüzyılda Batı, Çin'i, izole olan ve eski gelenekleri sürdüren bir uyuyan dev olarak görüyordu. Çok az Avrupalı, Çinli entellektüellerin Darwin'in evrim teorisini hevesle benimsediklerini ve değişim için ümid vaat ettiğini kavradıklarını anladı. Çinli yazar Hu Shih'e göre 1898'de Thomas Huxley'in Evrim ve Etik kitabı yayımlandığında Çinli entellektüeller tarafından hızla onaylandı. Zengin kişiler ucuz Çin yayımlarına sponsorluk ettiler, böylece kitlelere geniş bir şekilde yayılabildi.92
İşte Uzakdoğu'nun bu büyük ülkesinde komünizmi sahiplenen ve komünist devrime öncülük eden kişiler, Darwinci fikirleri "hevesle benimseyen" bu entellektüeller oldu.
Çin gibi, çok sayıda köklü panteist inanca sahip, köklü geçmişe sahip bir ülkenin dahi Darwinizm'in ve komünizmin kıskacına girmesi zor olmadı. Kanadalı Darwinist filozof Michael Ruse New Scientist dergisinde yayınlanan bir makalesinde, yirminci yüzyılın başındaki Çin için şu değerlendirmeyi yapar:
Batıda evrim teorisi dini ve entelektüel bir engel ile karşılaşmıştı. Ancak Çin'de böyle olmadı ve Darwinizm bir kerede köklendi. Aslında, bazı açılardan Darwin neredeyse bir Çinli gibi kabul ediliyordu! Taoist ve Neo-Konfüçyüsçü düşünce her zaman insanların "eşyalığını" vurgulamıştır. Varlığımızın hayvanlarınkiyle aynı olması fikri onlar için büyük bir şok olmadı... Bugün resmi felsefe (bir çeşit) Marksizm-Leninizmdir. Fakat, Darwinizm'in seküler materyalist yaklaşımı (şimdi yaygın olan felsefe anlamında) olmadan, taban Mao'ya ve onun devrimcilerine bağlanamazdı.93
Michael Ruse'un yukarıda ifade ettiği gibi, Darwinist anlayışın köklü olarak yerleşmesiyle Çin, komünizmi çok kolay benimsedi. Tarihin en azılı katillerinden biri olan Mao Tse Tung'un tüm katliamlarına, Darwinist telkinlerle uyutulan Çin halkı daima seyirci kaldı.
Ancak komünizm, yalnızca Çin'de değil, daha pek çok ülkede gerilla mücadelelerine, kanlı terör eylemlerine ve iç savaşlara neden oldu. Bunların arasında Türkiye de vardı. 1960'lı ve 70'li yıllarda Türkiye'de komünist bir devrim yapma hayaliyle devlete karşı silaha sarılan örgütler, ülkeyi karanlık bir terör ortamına sürüklediler. Komünist terör, 1980 sonrasında ise, bölücülük akımıyla birleşti ve on binlerce vatandaşımızın ölümüne, polis ve askerimizin şehit olmasına neden oldu.
150 yıldır dünyayı bu şekilde kana bulayan komünist ideoloji, her zaman için Darwinizm'le içiçe oldu. Bugün de hala komünistler, Darwinizm'in en önde gelen savunucuları konumundadır. Hemen her ülkede, evrim teorisini ısrarla savunan çevrelere bakıldığında, Marksistlerin hep en ön safta oldukları görülür. Çünkü evrim teorisi, Karl Marx'ın söylediği gibi, doğa bilimleri açısından komünist ideolojinin temelini oluşturmaktadır ve komünizmin dinsizliğine en önemli sahte bilimsel desteği vermektedir.
Materyalistlerin ve komünistlerin Darwinizm'e olan bağlılıklarının en önemli nedeni daha önce de belirtildiği gibi, Darwinizm'in ateizme sağladığı göstermelik dayanaktır. Materyalist felsefe tarih boyunca varolmuş, ancak 19. yüzyıla dek bazı filozofların teorik kitaplarıyla sınırlı kalmıştı. Bunun en önemli nedeni, bu döneme kadar bilim adamlarının büyük bir bölümünün Allah inancına sahip, Yaratılış gerçeğine inanan insanlar olmalarıdır. Ne var ki, 19. yüzyılda materyalist felsefe Darwin'in teorisi ile birlikte doğa bilimlerine uygulanmış oldu. Darwinizm, 19. yüzyıla damgasını vuran ve sosyal etkilerini en çok 20. yüzyılda gösteren din-dışı materyalist kültürün en büyük dayanağıydı.
Bu materyalist kültürden doğan ideolojiler ise, buraya kadar ele aldığımız gibi, iki büyük dünya savaşının, sayısız iç savaş ve terör eyleminin, soykırımların, sömürü ve vahşetlerin ateşleyicisi oldular. Bu belalar nedeniyle on milyonlarca insan yaşamını yitirirken, yüzmilyonlarcası insanlığa yakışmayacak şekilde zulüm gördüler, en kötü muamelelere maruz bırakıldılar.
Darwinist-materyalist görüşü benimseyen teröristler, ilkel ataları olduğunu iddia ettikleri hayvanlar gibi dağlara çıktılar, mağaralarda rezil koşullarda yaşadılar. Hiç düşünmeden adam öldürebildiler, bebeklerin, yaşlıların, masumların canlarına kıyabildiler. Ne kendilerini ne de diğer insanları, Allah'ın yarattığı, bir ruha, akla, vicdana ve anlayışa sahip varlıklar olarak görmedikleri için, hayvanın hayvana yaptığını, birbirlerine yaptılar. Stalin'in yıktırdığı onlarca kilise ve cami ise, komünizmin din düşmanlığının göstergelerinden sadece bir tanesiydi...
David Jorafsky, Sovyet Marksizmi ve Doğa Bilimi isimli kitabında bu ilişkiyi şöyle açıklar:
Bilimsel yetersizliğine rağmen evrimin ileri sürdüğü bilimsel karakter her türlü Allah karşıtı sistemi ve uygulamaları haklı çıkarmak için kullanıldı. Şimdiye kadar bunlardan en başarılısı komünizm gibi gözüküyor ve bütün dünyadaki taraftarları komünizmin evrim bilimini temel aldığı söylenerek kandırılmışlardır.94
Komünizmin ve materyalizmin din düşmanlığı, Bolşevik ihtilali ve sonrasında tüm şiddetiyle kendini gösterdi. Kilise ve camiler yıkıldı, "yeni sosyalist toplumun" dışına itilen toplumsal kategoriler arasında din adamları da önemli bir yer tutuyordu. Toplumun büyük çoğunluğu dindar olmasına rağmen, insanların ibadetlerini yerine getirmeleri engelleniyordu. Hıristiyanların kiliseye gittikleri pazar gününü devreden çıkarmak için ortak tatil günü kavramı kaldırıldı. Herkes beş gün çalışacak, herhangi bir gün tatil yapacaktı. Komünistler, bu önlemin "dinin kökünü kazımaya yönelik savaşı kolaylaştıracağını" düşünüyorlardı.95 Bu uygulamaların ardından, 1928 ile 1930 yıllarında din adamlarının ödedikleri vergi on kat artırıldı, yiyecek karneleri ellerinden alındı, tüm sağlık hizmetlerinden mahrum edilmeleri demek olan medeni haklarından yoksun bırakıldılar, sık sık tutuklandılar, yerlerinden edildiler, sürgüne gönderildiler. 1936 yılına gelindiğinde camilerin % 65'i, kiliselerin % 70'i yakılıp yıkılmıştı.
Din karşıtı uygulamaların en şiddetlilerinden biri de Arnavutluk'ta yaşandı. Arnavutluk'un komünist lideri ve dinsizliği ile tanınan Enver Hoca 1967'de Arnavutluk'u dünyanın ilk dinsiz ülkesi ilan etti. Din adamları sebepsiz yere gözaltına alındılar, bir kısmı gözaltındayken öldürüldü. 1948 yılında iki piskopos 5000 din adamı ile birlikte kurşuna dizildi. Aynı şekilde müslümanlar da öldürülüyorlardı. Ülkenin Nendori gazetesi de, 327'si Katolik mabet olmak üzere, toplam 2 bin 169 cami ve kilisenin kapatıldığını duyurdu.
Tüm bu uygulamaların nedeni kuşkusuz, komünizmin Allah'ın varlığını körü körüne inkar eden, dinden tamamen kopmuş, sadece maddeye inanan ve maddeye değer veren toplumlar oluşturma hedefiydi. Aslında komünizmin en büyük amaçlarından biri buydu çünkü komünist liderler, ancak makineleşmiş, duygusuz, duyarsız, en önemlisi Allah'tan korkmayan kitleleri diledikleri gibi yönlendirebileceklerini, onlara istedikleri kadar cinayet işlettirerek zulüm yaptırabileceklerini biliyorlardı. Bu noktada evrim teorisi, ateizmi sözde bilimsel bir gerçek gibi göstererek, komünizme büyük bir destek sağladı. Darwinizm'in ateizmi destekleyen ve dine göre yasak olan her türlü zulüm, baskı, çatışma ve kıyımı meşrulaştıran iddiaları, 20. yüzyılın bütün kan döken, insan hayatını hiçe sayan ideolojilerini bu şekilde teşvik etti. Geçtiğimiz yüzyıl, işte bu nedenle ardı arkası kesilmeyen savaşlar, katliamlar, ayaklanmalar, şiddet eylemleri, kavgalar ve düşmanlıklarla doludur.
Allah'ın mescidlerinde O'nun isminin anılmasını engelleyen ve bunların yıkılmasına çaba harcayandan daha zalim kim olabilir? Onların (durumu) içlerine korkarak girmekten başkası değildir. Onlar için dünyada bir aşağılanma, ahirette büyük bir azab vardır. (Bakara Suresi, 114)
Anarşi ve terör Marksizmin ve komünizmin vazgeçilmez bir yöntemidir. Marksizmin terör ve şiddete olan eğilimi, ünlü Paris Komünü deneyimiyle birlikte Marks henüz hayatta iken ortaya çıkmıştır. Terör özellikle de Marks'ın teorisini pratiğe döken Lenin'le birlikte komünist ideolojinin ayrılmaz parçası haline gelmiştir. Dünyanın dört bir yanında komünistler milyonlarca insanın kanını dökmüş, terör örgütleri kurarak insanlara acı, korku ve dehşet yaşatmıştır. İlerleyen sayfalarda da görüleceği gibi, bugün tüm komünist liderler, yaptıkları zulüm ve kıyımlarla hatırlanmaktadırlar. Ancak buna rağmen bazı çevreler hala, bu eli kanlı, acımasız katillerin resimleri ile duvarlarını süsleyebilmekte, hala bu sadist ruhlu insanları kendilerine yol gösterici olarak kabul edebilmektedirler.
Her ne kadar bazı komünistler şiddetin ve terörün komünizmin bir uygulaması olmadığını, ancak bazı kişilerin uygulamasında yer alarak komünizme mal edildiğini iddia etseler ve komünizmi aklamaya çalışsalar da, ortada inkar edilemez bir gerçek vardır: Komünizmin kurucuları şiddeti ve terörü bizzat savunmuşlar ve ideolojileri için zaruri görmüşlerdir. Amerikalı siyaset bilimci Samuel Francis, bu konuda şu yorumu yapar:
Marx ve Engels, devrimin her zaman kuvvet zoruyla olacağını savunurlar. Devrimcilerin, hakim güce karşı şiddet kullanmak zorunda oldukları konusunda ısrarlıdırlar ve her zaman terörizme verdikleri desteği açıkça belirtmişlerdir.96
Karl Marx, "Ayaklanma savaş kadar bir savaştır" demiş ve kendine "devrimci siyaset"in en önde gelen isimlerinden olan Danton'ın şu sözlerini düstur edinmiştir: "Saldır, saldır, gene saldır!"97 Terörün sistemli olarak kullanılmasının gerekliliği konusunda Lenin'in de çok açık ifadeleri vardır. Bunlardan birkaçı şöyledir:
Propogandacılar her grubu basit bomba formülleriyle donatmalılar. Onlara işin mahiyeti hakkında açıklamalar yapmalı ve gerisini onlara bırakmalılar. Gruplar derhal askeri eğitimlerine, operasyonlara katılarak başlamalılar. Bazıları bir casusun öldürülme işini veya bir polis karakolunu basma görevini üstlenmeli. Bir kısmı ise banka soymalı.98
Biz politik öldürmelere kesinlikle karşı değiliz… Sadece geniş halk kitleleriyle doğrudan bağlantılı olan bireysel terörist hareketler değer taşırlar.99
Bazı kimseler bizi zalimliğimiz sebebiyle ayıpladıkları zaman, bu kişilerin en basit Marksist prensipleri dahi nasıl unutabildiklerine hayret etmekteyiz.100
Bir işçi toplantısında söz aldığında ise Lenin, terörün kendileri için ne kadar vazgeçilmez olduğunu şu dehşet verici ifadeleriyle açıklamıştır:
Eğer kitleler kendiliğinden ayağa kalkmazsa, hiçbir şey başaramayız. Spekülatörlere karşı terör uygulamadığımız -hemen oracıkta kafalarına bir kurşun sıkmadığımız- sürece hiçbir yere varamayız.101
Rusya'daki Ekim Devrimi'nin en önemli liderlerinden biri olan Trotsky ise Lenin'in ifadelerini pekiştirecek şekilde şöyle söyler:
Fakat ihtilal, ihtilalci sınıftan emrindeki bütün yöntemlerle gayesine varmasını talep eder; eğer gerekirse silahlı bir ayaklanma ile, eğer mecbur olursa terörizmle.102
Trotsky bir başka konuşmasında ise daha da ileri giderek şöyle demiştir:
Partimiz iç savaş içindir. İç savaş ekmek için mücadeledir… Yaşasın iç savaş.103
Lenin ve Trotsky gibi komünist teorisyenlerin bu kuramları, Rusya'daki Bolşevik devriminde pratiğe döküldü. Devrim sürecinin yaşandığı 1917 sonbaharında geniş çaplı katliamlar, yağmalamalar ve vicdana sığmayan bir vahşet başladı. Devrime karşı olanlar veya karşı olacağından şüphe edilen insanlar sebepsiz yere toplanıyorlar, tutuklanıyorlar, kurşuna diziliyorlardı; evler yağma ediliyor, yakılıp yıkılıyordu. Lenin ve Trotsky ile başlayan terör, Stalin yıllarında katlanarak devam edecekti.
New York Times'tan Harrison E. Salisbury, Sovyet sistemi terör ve esir kampları ile ilgili olarak şu yorumu yapıyordu:
Bir kıtaya hakim olan terör… Yüzbinlerce kişi idam edildi. Sovyet teröründe milyonlarca kişi öldü, bunların yanında Çar bile daha masum kaldı. Yılda 3-4 milyon kadın ve erkek tutuklanıp sürgüne yollanıyordu ve suçlarının ne olduğunu bile bilmiyorlardı. Düşünmenin bile ürküttüğü, sistemli ve aralıksız devam eden şeytani bir uygulama hüküm sürüyordu.104
Özellikle Kırım Türkleri, Orta Asya Türkleri, Kazaklar gibi Rus olmayan halklar Sovyet rejiminin terörüne maruz kaldılar. Rus toplumunu Kazaklar'dan arındırmakla görevli özel mahkemeler olan "troyka"lar kuruldu. Sadece 1920 yılının Ekim ayında dahi bu troykalar 6.000'den fazla kişiyi ölüme mahkum etti ve bu kararlar derhal infaz edildi. Rejime karşı çıkan ve yakalanmayanların aileleri, hatta bazen komşuları sistematik şekilde rehin alındı ve toplama kamplarına kapatıldılar. Ukrayna kamplarından birinin şefi Martin Latsis, raporlarından birinde bunların gerçek birer ölüm kampı olduğunu şöyle itiraf ediyordu:
Maykop yakınlarındaki bir kampta toplanan rehineler -kadınlar, çocuklar ve yaşlılar- çamur içinde ve Ekim soğuğunda korkunç şartlarda yaşıyor… Sinekler gibi ölüyorlar… Kadınlar ölmemek için herşeyi yapmaya hazır. Kampı korumakla görevli askerler bu kadınların ticaretini yapmak için bu durumdan yararlanıyorlar.105
Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz? (Nisa Suresi, 75)
Darwinizm'in etkisindeki komünist ihtilalciler, gözü dönmüş bir şekilde insan kıyımı yapıyorlardı. O döneme ait belgelerden anlaşıldığına göre, tek amaç toplu katliamdı. Ne kadar çok insan öldürürlerse o kadar çok başarı elde edeceklerine inanıyor gibiydiler. Komünist devrime karşı olduğundan şüphelendikleri herkesi yoketmeyi amaçladıkları, aldıkları bir kararda şöyle açıklanmaktadır:
… Pyatigorsklu Çekacılar (Karşı Devrimle Savaş İçin Olağanüstü Komite), çılgınca bir tutuklama ve idam eğlencesine daldı. Lander'e göre "Kızıl Terör Meselesi" kolay bir şekilde çözüldü. Pyatigorsklu Çekacılar bir günde 300 kişiyi idam etme kararı aldı. Piyatigorsk şehri ve çevre kasabalar için kotalar oluşturuldu ve parti örgütlerine idam listeleri hazırlamaları emredildi… Daha iyi bir fikir olmadığından, hastanede bulunan insanların öldürülmesine karar verildi.106
Komünist taraftarı bir gazete olan Krasnıy Meç'in ilk sayısının başyazısında okuyuculara açıklandığı gibi komünistler herşeyi mübah görüyorlardı ve Kızıl bayrağın renginin oluşması için "kan" akıtılması gerektiğine inanıyorlardı:
… Bize göre herşey mübah, zira biz dünyada zulmetmek ve köleleştirmek için değil, insanlığı zincirlerinden kurtarmak için ilk kılıç çekenleriz… Kan mı? Oluk oluk aksın! Çünkü yalnızca kan korsan burjuvazinin kara bayrağını devrimin bayrağı olan Kızıl sancağa ebediyen boyayabilir. Çünkü yalnızca eski dünyanın ölümü bizi çakalların dönüşünden ebediyen kurtarabilir.107
Tüm bu işkencelerin yanı sıra Stalin tarafından, köylülerin ürünlerine zorla el koyan "zoralım birlikleri" kurdu. Bu birlikler de halka türlü zulümde bulunuyordu. 14 Şubat 1922'de bir müfettiş şunları yazıyordu:
Zor alım birliklerinin haksız uygulamaları akıl almaz boyutlara ulaştı. Tutuklanan köylüler sistematik biçimde soğuk hangarlara kapatılıyor, kırbaçla dövülüyor ve ölümle tehdit ediliyor. Teslim etmeleri gereken kotanın tamamını dolduramayanlar, elleri kolları bağlanıp, çıplak bir şekilde köyün ana caddesi boyunca koşmaya zorlanıyor ve sonra da soğuk bir hangara tıkılıyor. Çok sayıda kadın bayılana kadar dövüldükten sonra çıplak olarak karda açılan çukurlara konuluyor…108
Stalin, İspanya'nın da SSCB için fırsatlar sunduğuna ve bu ülkeye de müdahale etmenin fayda getireceğine inanıyordu. Bu nedenle İspanya İç Savaşı'na komünistleri destekleyerek taraf oldu. Ancak bununla birlikte SSCB'deki terörü İspanya'ya da taşıdı. Burada yapılan işkence ve zulüme bir örnek ise, 1938 yılının başında 200 anti-Stalinist'in tutulduğu bir toplama kampıydı. Buradan kurtulan tutuklulardan biri bu kampı şöyle anlatıyordu:
Stalinciler burayı bir Çeka yapmak istedikleri sırada, biz küçük mezarlığı temizliyorduk. Çekacıların aklına şeytani bir fikir geldi; açık mezarlarıyla, iskeletleriyle ve kokuşmaya başlayan yeni cesetleriyle mezarlığı olduğu gibi bıraktılar. Ve en yola gelmez mahkumları, geceler boyunca buralara gömdüler. Bundan başka, daha vahşi işkenceler de uygulandı: Birçok mahkum günler boyunca ayaklarından baş aşağı asıldı. Diğerleri zar zor nefes alabilsinler diye yüz hizasında birkaç küçük delik bulunan daracık dolaplara kapatıldı… Çok daha kaba bir işkence yöntemi daha vardı: Çekmece adı verilen bu yöntemle mahkumlar, kapalı sandıkların içinde çömelerek duruyor ve günlerce bu pozisyonda kalmak zorunda bırakılıyordu. Bazıları bu durumda sekiz on gün kımıldayamadan kaldı.109
Papa XI. Pius ise, 1931 tarihinde Quadragesimo Anno başlığını taşıyan papalık bildirisinde komünizmin dünyaya getirdiği şiddet için şöyle demişti:
Komünizm, öğretisinde ve eyleminde, gizlenmeden ve dolambaçlı yollara sapmadan, açıkça ve en şiddet içerenleri de dahil bütün olanaklarını kullanarak ulaşmaya çalıştığı çifte bir amaca sahip: Amansız bir sınıf savaşı ve özel mülkiyetin tamamen ortadan kaldırılması. Bu amacın peşinde koşarken, korktuğu ya da saygı duyduğu hiçbir şey yoktur; iktidarı ele geçirdiği yerde, inanılması güç ve olağanüstü derecede vahşi ve acımasız görünüyor. Doğu Avrupa'nın ve Asya'nın birçok ülkesinde üst üste yaptığı korkunç katliamlar ve yıkımlar buna tanıklık ediyor.110
Yukarıdaki alıntıda da ifade edildiği gibi, komünizmin ana amaçları, amansız bir sınıf savaşı ve özel mülkiyetin tamamen ortadan kaldırılmasıydı. Yani amaç Darwin'in biyoloji alanında uyguladığı evrim teorisinin, insan toplumları içinde de uygulanması ve insanların doğadaki vahşi hayvanlar gibi bir çatışma, savaş içinde olmasıydı. Komünizm belasının sıçradığı ülkeler bu fikirlerin acısını yıllar boyunca çok yoğun şekilde yaşadılar.
Komünizmin getirdiği belalar, Rusya ile sınırlı değildi. Sıçradığı ülkeler içinde en çok zarar görenlerden biri de Çin oldu.
Çin'in komünist lideri Mao'nun iki önemli rehberi vardı; daha önce de değindiğimiz gibi, bunlardan biri Darwin, diğeri ise Stalin'di. Mao'nun şahsında birleşen bu iki tehlikeli isim, Çin tarihinde de büyük trajedilere, karanlık ve uzun bir döneme damgasını vurdu.
Mao Tse-Tung'un direktifleriyle 6 ila 10 milyon arasında kişi doğrudan öldürüldü, on milyonlarca karşı devrimci ömürlerinin önemli bir bölümünü cezaevlerinde geçirdi ve 20 milyonu buralarda öldü. 1959-1961 yıllarında "İleriye Doğru Büyük Sıçrama" diye adlandırılan dönemde, tümüyle Mao'nun aşırı projelerinin feci bir sonucu olarak 20 ile 40 milyon arasında insan ise açlıktan öldü. Tiananmen Meydanı'nda Haziran 1989'daki katliam (1000 civarında ölü) ise Çin'in yakın geçmişte yaşadıklarının bir örneğidir. Doğu Türkistan'da Müslüman Türkler'e uygulanan zulüm ve soykırım ise hala devam etmektedir.
Çin'de gerçekleşen komünist devrimde büyük vahşetler ve insanlık dışı olaylar yaşandı. Adeta toplu bir hipnozun etkisi altına giren halk, her türlü vahşeti destekliyor, katliamları seyrederken destek verdiklerini gösteren naralar atıyorlardı. Çok korkunç ve dehşet verici bir ortam hakimdi. Tarihçilerden ve öğretim üyelerinden oluşan bir ekip tarafından hazırlanan ve komünizm adı altında işlenen suçların biraraya toplandığı Le Livre Noir du Communisme (Komünizmin Kara Kitabı) isimli kitapta, komünizmin vahşi uygulamaları şöyle tarif edilmişti:
Hepsi ölüme mahkum edilen devrim karşıtları, bütün halkın davet edildiği açık duruşmalarda, Kızıl muhafızlar tarafından parçalanıyorlardı. Halk ise bu esnada "öldür öldür!" diye bağırıyordu. Kızıl Muhafızlar bazen parçaları kızartıp yiyor ya da hala canlı olan mahkumun gözleri önünde ailesine yediriyordu; herkes "eski mülk sahibi"nin karaciğerinin ve kalbinin yendiği ziyafetlere ve konuşmacının yeni kesilmiş kafalardan yapılmış bir kazık dizisi önünde konuştuğu toplantılara davetliydi. Çin'de yamyamlığa varacak kadar şiddetlenen nefret ve vahşet hakimdi.111
POL POT VE KIZIL KMERLERİN ÖLÜM TARLALARI
1975-79 yılları arasında, Pol Pot yönetimi sırasında 7 milyon nüfusa sahip Kamboçya'da 2 milyon insan katledildi. Tamamen komünist bir devlet kurma idealinde olan Pol Pot'un katliamları, nüfusa oranla düşünüldüğünde, Hitler ve Stalin'in katliamlarından çok daha büyüktü. Pol Pot'un asıl olarak hedef alıp öldürttüğü kitle doktorlar, mühendisler, bilim adamları, öğretmenler, kısacası ülkenin aydınları idi. Hatta "gözlük takan herkesin öldürülmesi" emri verilmişti. Bu insanlık dışı cinayetlerin sonucunda yıllarca ortadan kaldırılamayan "ölüm tarlaları" oluştu.
Kızıl Kmer subaylarının katliamlarını meşrulaştırmak için kullandıkları mantık ise şu sözlerinde özetleniyordu: "Sizi yaşatmak hiçbir şey kazandırmaz. Kaybetmek ise bize hiçbir kayıp getirmez." Kendilerince gereksiz ve zararlı gördükleri, hatta böyle olduklarından şüphelendikleri herkesi öldürdüler. Her aileden en az bir kişi bu katliamlarda hayatını kaybetti.
İnsan hayatını hiçe sayan Pol Pot, aile kavramını da radikal sosyalizm hedeflerinin önünde bir engel olarak görüyordu. Aileleri birbirlerinden ayırarak ve insanları komün yerlerinde yaşamaya zorlayarak, aile kavramını ortadan kaldırmaya çalıştı. Aynı uygulama Stalin tarafından Rusya'da da uygulanmıştı. Hatta köylülerin ellerinden önce toprakları alınmış, sonra geri verilen küçük alanlar, özellikle dağınık ve birbirinden çok uzak yerlerden verilmişti. Bunun sonucu olarak bir aile çok küçük parçalardan oluşan tarlalarını sürebilmek için ayrı yerlerde yaşamak zorunda kalıyordu.
Robert Templer, "Pol Pot's legacy of Horror", The Age, 18 Nisan 1998, http://dithpran.org/PolPotegacy.htm
Komünizmin girdiği Kamboçya, Kuzey Kore, Laos, Vietnam, Doğu Avrupa ve Afrika ülkeleri gibi ülkelerin hepsinde benzeri vahşet örnekleri yaşanmıştır. Komünizmin bu kanlı bilançosu, "Komünizmin Kara Kitabı" adlı eserde şöyle özetlenmektedir:
Kimi uygulamalar belli rejimlerde daha ön plana çıksa da, suç işleme yöntemleri önemli ölçüde benzerlik taşıyordu. Farklı yöntemlerle katletme, kurşuna dizme, asma, suda boğma, sopayla döverek ve kimi durumlarda zehirli gaz ya da araba kazasıyla öldürme, açlık yoluyla imha; kıtlık oluşturarak ya da açlara yardım etmeyerek; sürgüne gönderme, yolda (uzun mesafelerin yaya ya da yük vagonlarıyla katedilmesi sırasında) ya da zorunlu ikamet yerinde ve/veya çalışma kamplarında (bitap düşme, hastalık, açlık, soğuk yüzünden) meydana gelen ölümler. "İç savaş" olarak adlandırılan dönemlerin durumuysa daha karmaşıktır. Neyin isyancılar ile hükümet güçleri arasındaki çatışmaların sonucu, neyin sivil halkın katli olduğunu ayırdetmek kolay değildir.
Bununla birlikte her ne kadar asgari rakamlara dayalı olsa ve uzun açıklamalar gerektirse de yine de bir sıralama yapmamıza ve konunun vehametini açıkça görmemize imkan sağlayacak bir ön bilanço çıkarmamız mümkündür:
SSCB, 20 milyon ölü
Çin, 65 milyon ölü
Vietnam, 1 milyon ölü
Kuzey Kore, 2 milyon ölü
Kamboçya, 2 milyon ölü
Doğu Avrupa, 1 milyon ölü
Latin Amerika, 150 bin ölü
Afrika, 1,7 milyon ölü
Afganistan, 1,5 milyon ölü
Uluslararası komünist hareket ve iktidarda olmayan komünist partiler, 10.000 civarında ölü.
Toplam ölü sayısı 100 milyona yaklaşmaktadır."112
Tüm bu farklı komünist rejim ve örgütlere ortak bir psikoloji hakimdi: Acıma, şefkat, merhamet gibi insani duygular ve vicdan hassasiyeti tamamen kaybolmuştu. İnsan toplumları, bir anda vahşi hayvanların yaşamak ve beslenmek için elde etmeye çalıştıkları savaş ve katliam arenalarına dönüşmüştü. Nasıl vahşi bir hayvan besin ve yerleşim yeri elde etmek için kendi türüyle kıyasıya bir çatışmaya giriyorsa, işte bu insanlar da aynı şekilde "hayvanlar" gibi davranıyorlardı. Çünkü Darwin'in dogması, onlara aslında bir hayvan olduklarını ve hayvanlar nasıl yaşam için mücadele ediyorlarsa kendilerinin de öyle davranması gerektiğini öğretmişti.
Bu insanlık dışı hareketlerinin sahte bir bilimsellik maskesi ile makuliyet kazandığını zannediyorlardı. Bolşevik liderlerin, saldırganlık, terör ve katliamlar konusunda bu kadar açık ve cüretkar konuşabilmelerinin tek nedeni Darwin'in evrim teorisinden aldıkları onay idi. P. J. Darlington, bir evrimci olarak, Evolution For Naturalists (Natüralistler İçin Evrim) isimli kitabında vahşetin, evrim teorisinin doğal bir sonucu olduğuna ve hatta bunun meşru bir davranış olduğuna dair inancını şöyle itiraf eder:
Birinci nokta bencillik ve vahşet içimizdeki doğal bir şeydir, en uzak atamızdan bize miras kalmıştır… O zaman vahşilik insanlar için normaldir; evrimin bir ürünüdür.113
Bir evrimcinin bu itirafından da anlaşıldığı üzere, Darwin'in evrim teorisini yol gösterici olarak kabul eden komünist ideolojinin, diğer insanları hayvan olarak algılaması, onlara hayvanlara uygun gördüğü muameleler göstermesi, onlara zulmetmesi son derece doğaldır. Çünkü bu kişi, komünist-Darwinist ideolojiyi benimseyerek, bir Yaratıcısı olduğunu, yeryüzünde bulunuş amacını ve hesap günü dünyada yaptıklarından O'nun huzurunda hesap vereceğini unutur. Bunun sonucu olarak da Allah korkusu ortadan kalkan her insan gibi yalnızca kendi çıkarlarını düşünen bir bencil, acımasız bir zalim hatta gözü dönmüş bir katil haline gelir. Allah böyle insanların durumunu ve karşılaşacakları sonu şöyle haber verir:
Yol, ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere 'tecavüz ve haksızlıkta bulunanların' aleyhinedir. İşte bunlara acıklı bir azab vardır. (Şura Suresi, 42)
DOĞU TÜRKİSTAN'DA YAŞANAN ZULÜM
Her ne kadar Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla komünizmin siyasi bir rejim olarak çöktüğü kabul edilse de, komünist ideoloji ve uygulamaları hala devam etmektedir. Hala Kızılordu zihniyetinin hakim olduğu Rusya'nın Çeçenistan'da, Çin'in ise Doğu Türkistan'da yürüttüğü uygulamalar bunun en önemli göstergelerindendir. Bugün Doğu Türkistan'da yaşayan Müslüman Türkler, Mao'nun Kızıl Çini'nde yaşananların tekrarını yaşamaktadırlar. Gençler sebepsiz yere tutuklanmakta, rejime karşı oldukları iddiası ile idama mahkum edilerek kurşuna dizilmekte, Müslümanların ibadetlerini topluca yapmaları engellenmekte, kazançları acımasız vergilerle ellerinden alınmakta, halk açlık tehlikesiyle ölümün eşiğinde yaşamakta, yanıbaşlarında yapılan nükleer denemelerle ölümcül hastalıklara yakalanmaktadır.
Doğu Türkistanlı Müslüman Türkler, yaklaşık 250 yıldır Çin egemenliği altında yaşıyorlar. Çinliler, bir İslam toprağı olan Doğu Türkistan'a "kazanılmış topraklar" anlamına gelen "Sincang" adını koydular ve burayı kendi toprakları olarak tanımladılar. 1949 yılında Mao önderliğindeki komünistlerin Çin'in yönetimini ele geçirmelerinin ardından, Doğu Türkistan üzerindeki baskılar eskisine oranla daha da arttı. Komünist rejim politikası, asimile olmayı reddeden Müslümanların fiziksel olarak imhasına yöneldi. Katledilen Müslüman sayısı çok ileri boyutlara ulaştı. 1949-1952 yılları arasında 2 milyon 800 bin; 1952-1957 arasında 3 milyon 509 bin; 1958-1960 yılları arasında 6 milyon 700 bin; 1961-1965 yılları arasında 13 milyon 300 bin kişi ya Çin ordusu tarafından öldürüldüler ya da rejimin doğurduğu kıtlık sonucunda öldüler. 1965'ten sonraki katliamlarla birlikte, öldürülen Doğu Türkistanlı sayısı 35 milyon gibi çok yüksek bir rakama ulaştı.
Rejim, 1949 yılından itibaren Müslümanları imha ederken bir yandan da bölgeye sistemli bir biçimde Çinli göçmen yerleştirdi. Çin hükümetinin 1953 yılında başlattığı bu kampanyanın etkisi son derece düşündürücüdür. 1953 yılında bölgede % 75 Müslüman, % 6 Çinli yaşarken bu oran 1982 yılında % 53 Müslüman, % 40 Çinli'ye yükseldi. 1990 yılında yapılan nüfus sayımında ulaşılan % 40 Müslüman, % 53 Çinli nüfus oranı bölgedeki etnik temizliğin boyutlarını göstermesi açısından son derece önemlidir.
Bu arada Çin yönetimi, Doğu Türkistanlı Müslümanları nükleer denemelerinde kobay olarak kullanmıştır. Bölgede ilk olarak 16 Ekim 1964 tarihinde başlatılan nükleer denemelerin olumsuz etkileri yüzünden bölge insanı ölümcül hastalıklara yakalanmış, 20 bin özürlü çocuk dünyaya gelmiştir. Nükleer denemeler nedeniyle ölen Müslüman sayısının 210 bini bulduğu bilinmektedir. Binlerce insan ise sakat kalmış, binlercesi de sarılık vebası, kanser gibi hastalıklara yakalanmıştır.
Çin 1964'den günümüze kadar Doğu Türkistan topraklarında elliye yakın atom ve hidrojen bombası patlatmıştır. İsveçli uzmanlar, 1984 yılında yapılan yeraltı nükleer denemesinde 150 ton gücündeki bombanın Richter ölçeğiyle 8.8 şiddetinde yer sarsıntısına sebebiyet verdiğini tesbit etmişlerdir.
Çin'in Uygur Türklerine uyguladığı zulüm bunlarla bitmemektedir. 1997 yılının Şubat ayında tekrar alevlenen olaylar sırasında yaşananlar, Çin zulmünün bir özeti niteliğindedir. Kamuoyuna yansıyan haberlere göre Çin milis güçleri, 4 Şubat'a rastlayan Kadir gecesinde, Kandil nedeniyle bir mescitte toplanan 30'un üzerindeki kadını, Kuran okurlarken demir sopalarla dövdüler ve sürükleyerek emniyet merkezine götürdüler. Mahalle sakinleri ise merkeze giderek kadınların serbest bırakılmalarını istedi. Bunun üzerine işkence ile öldürülen 3 kadının cesedi önlerine atıldı. Bunun üzerine galeyana gelen halk ile Çinliler arasında çatışmalar başladı. 4-7 Şubat arasında 200 Doğu Türkistanlı hayatını kaybederken, 3500'den fazla Uygur Türkü kamplara kapatıldı. 8 Şubat sabahında ise Bayram namazı için camilerde toplanan halkın namaz kılması güvenlik güçlerince engellendi. Bunun üzerine çatışmalar tekrar alevlendi ve sonuç olarak Nisan-Aralık 1996 arasında 58 bin olan tutuklu sayısı, bir anda 70 bini geçti. 100 kadar genç ise meydanlarda kurşuna dizilirken, 5 bin Uygur Türkü çırılçıplak soyularak 50'şer kişilik gruplar halinde meydanlarda teşhir edildiler.
Doğu Türkistan örneği 20. yüzyılda yaşanan acılardan sadece bir tanesidir. 20. yüzyılda, farklı din, ırk veya ideolojilere sahip insanlar dünyanın her bir yanında birbirlerini öldürerek, yok etmişlerdir. Bu kıyımları yapanların ideolojilerinin hepsinin ardından Darwin'in dünya görüşünün çıkması ise bir rastlantı değildir. Çünkü Darwin teorisi ile insanların vicdani bir rahatsızlık duymadan birbirlerini öldürmelerini kolaylaştırmış ve işlenen cinayetleri sözde meşru bir zemine oturtmuştur.
O zulmedenler, azabı gördüklerinde, onlara ne (azab) hafifletilecek, ne süre tanınacak. (Nahl Suresi, 85)
Hayır, zulmedenler, hiçbir bilgiye dayanmaksızın kendi heva (istek ve tutku)larına uymuşlardır. Allah'ın saptırdığını kim hidayete erdirebilir? Onların hiçbir yardımcıları yoktur. (Rum Suresi, 29)
Türkiye Gazetesi 11.07.2009
ÇEÇENİSTAN'DA DİNMEYEN ZULÜM
Rusya'nın Çeçenistan'ı 1991 yılındaki fiili işgali, merhum Cahar Dudayev tarafından bertaraf edilmesine rağmen, 1994 Kasım'ındaki ciddi tacizler aynı yılın 11 Aralık'ında fiili bir savaşa dönüştü. 100 binin üzerinde Çeçen bu savaşta hayatını kaybederken, 10 binlerce insan göç etmek zorunda kaldı. Çeçenya, tarihi ve ekonomik yüzlerce kaynağını bu savaşta yitirdi. Rusya Çeçenistan'ı "iç meselesi" olarak dünya kamuoyuna lanse ederken, dış dünyadan ciddi bir tepki görmedi. Tüm Çeçenya'da her metrekareye tonlarca bomba düştü. Tıpkı bugün de olduğu gibi, kullanılması yasak olan kimyasal silahlarla insanlar dünya tarihinde eşi görülmemiş bir soykırıma tabi tutuldu. Ancak tüm bu zorluklara rağmen 1996 Ağustos ayına gelindiğinde hiçbir şekilde yılmamış ve kendi toprakları için herşeyleriyle mücadele eden Çeçenlere karşı Ruslar yenilgiyi kabullenmek durumunda kaldılar.
1996 Ağustos'unda ve 1997 Mayıs'ında en üst düzeyde imzalanan anlaşmalarla Çeçenistan'ı ayrı bir devlet olarak kabul etmek durumunda kalan Rusya, 2001 yılının sonuna kadar bu durumu benimsemiş gözüktü. Ne var ki, 1999 yılının Ekim ayında Ruslar, Çeçen topraklarına girerek, kadın, çocuk ya da yaşlı demeden acımasızca katletmeye başladılar. Aylardan beri sivil hedefler kesintisiz bombardımana tutuluyor. Halkın direnişini kırmak için de özellikle hastaneler, doğumevleri, çarşılar, mülteci konvoyları hedef olarak seçiliyor. Son olarak ise Ruslar'ın Çeçenlere karşı kimyasal bombalar, scud ve napalm füzeleri kullandıkları belirtiliyor. Bunun yanısıra Ruslar birçok Çeçen köyünün kullandığı Argun nehrine zehir kattı. Zehirli sudan içen kadın ve çocukların büyük çoğunluğu ölürken, yüzlercesi de hastane kapısında ölümü bekliyor. Suların zehirlenmesi nedeniyle içecek ve kullanılacak su bulamayan sivil halk çok zor günler geçiriyor.
Mültecilerin durumu da endişe verici boyutlarda. Mülteci bölgelerinde yapılan incelemeler insan hakları ihlallerinin çok büyük boyutlarda olduğunu gösteriyor. Savaştan kaçan Çeçen mültecilerin iki yüz elli bini İnguşetya'da, diğerleri de komşu bölgelerde korunmaya devam ediyor. Bu savaşlar esnasında Çeçenistan, nüfusunun dörtte üçünü kaybetti. Mülteciler altı ayı aşan savaşı da protesto ediyor. Bir kısmıysa Çeçenistan'a geri dönmek için sınırda kuyruklar oluşturuyor.
Rusya operasyon için şimdiye kadar üç yüz seksen beş milyon dolar harcadığını açıkladı. Çeçenler geçen yıl Eylül ayından bu yılın 25 Temmuz tarihine kadar 1460 Çeçen askerin ve 45 bin sivilin öldüğünü bildirdiler. Rusya'nın planı ise 2000 yılının Kasım ayına kadar kendileriyle mücadele eden tüm Çeçen askerleri yok etmek.
KOMÜNİST DARWINİST İDEOLOJİNİN BÜYÜSÜ KALKMAKTADIR
Komünizm, günümüz insanlarıyla kıyas yapıldığında 1800' lerde yaşayan ve bilimsel yönden "cahil" olarak nitelendirilebilecek kişiler tarafından ortaya atılmış bir ideolojidir. Teşhis ve iddialarının geçersiz olduğu defalarca ispatlanan ve dahası insanlığa yarar değil zarar getirdiği açık olan böyle bir ideolojinin, bazı ülkelerde geniş halk kitleleri tarafından kısa sürede benimsenmesinin en önemli nedenlerinden biri ise, yine bu ideolojiyi kabullenen insanların cehaletidir.
Endüstri devriminden sonra belli bir kesimden insanın şiddetli bir yoksulluk içinde olması, bunun yanında diğer bir kesimin de refah seviyesinin kıyaslanmayacak kadar yükselmesi, çoğu ülkede halk kitleleri üzerinde ajitatasyona açık bir gerilim meydana getirdi. Hala tarım toplumu düzeyinde yaşayan Rusya, Çin gibi ülkelerde de aynı gerilim gelişti. Hak ve adalet arayışı içindeki kitleler, kendilerine hak ve adaleti getirmeyi vaat eden ilk ideolojinin peşinden, hiç düşünmeden, sonucunun nereye varacağını hesaplayamadan, liderlerini ve savundukları ideolojiyi tahlil etmeden, adeta büyülenmiş gibi sürüklendiler. Sonuç ise kendi aleyhlerine döndü. Eskisinden çok daha zor ekonomik koşullarda, bir yandan açlıktan ölmemek için kıvranırken, bir yandan da her an öldürülmenin, işkenceye uğramanın, sürülmenin, yağmalanmanın korku ve dehşeti ile yaşadılar.
Temelini dinsizliğe, çatışmaya, çatışma ve savaşın gelişmenin yegane temeli olduğuna, insanın aslında bir hayvan olduğuna, aile, vefa, bağlılık gibi manevi değerlerin gereksiz ve yersiz olduğu sapkınlığına dayandıran bir ideolojinin, insanlara huzur, güven, mutluluk ve adalet getirmeyeceği açıkça ortadaydı. Ancak bu kitlelerin bunları değerlendirerek tahlil edecek görüş ve anlayışları yoktu. Onlar, Marx ve Engels'in fotoğraflarına bakıp, onların son derece "derin", "anlaşılmaz", "bilge" düşünürler olduklarını zannettiler. Onların savunuculuğunu yapanların göstermelik olarak takındıkları bilimsel ve ağır görünümlerine, ağdalı üsluplarına bakarak, komünizmin ve materyalizmin büyüsünün altına girdiler. Oysa bugün hayatta olsalar, her bir komünist liderin son derece kaba ve ilkel bir anlayışa sahip, cahil insanlar olduklarını anlarlardı.
Kendilerine önder kabul ettikleri bu insanların hiçbiri ileri görüşlü davranamamış, kitleleri ancak ağır hakaret ve korku ile kendilerine bağlayabilmiş, dehşeti, vahşeti, acımasızlığı ve cinayetleri kendilerine yöntem edinmiş, kaba ve yoz düşünen insanlardı. Bugün pek çok "eski tüfek" komünist, geçmişte ne kadar büyük bir hata yaptığının farkına varmış ve pişman olmuştur. Her biri boş ve sonuçsuz bir idealin, daha doğrusu içi boş bir gürültünün peşinden şuursuzca gittiğini anlamış durumdadır. Bazıları ise yenilgiyi ve yıllarının boşa gittiği gerçeğini kabullenmemek ve "yıkılmadık ayaktayız" diyebilmek için hala ideolojisinden vazgeçmediğini göstermeye çalışmaktadır.
Ne var ki, bilimin ve özgür bilginin her an her yere ulaşabildiği, gerçeklerin ve doğruların her insan tarafından eskisine oranla daha kolay farkedilebildiği bir çağa başlamıştır. Böyle bir ortamda, komünistlerin, materyalistlerin ve Darwinistler'in bir büyüyü andıran telkin yöntemleri, tılsımlı sözleri ve savaş çağrıları artık etkisini kaybetmiştir. Komünizm, materyalizm ve Darwinizm gibi biraz bilgi ve biraz düşünme ile hemen büyüsü bozulabilen içi boş ideolojilerin, insanların üzerindeki etkisi hızla kalkmaktadır. Bunun sonucu olarak insanlık için daha aydınlık, huzurlu ve refah dolu günler gelecektir. En başta Darwinizm aldatmacasının tüm delilleriyle ortaya çıkması, bu ideolojilerin de sonunu getirecektir.
Komünistlerin, Nazilerin veya sömürgecilerin yaptıkları katliamları, işledikleri cinayetleri, insanlara kasıtlı olarak yaşattıkları ızdırapları düşünenler, bu fikirlerin savunucularının nasıl olup da insanlıktan bu kadar çıkabildiklerini düşünecektir. İşte bu liderlerin yaşattığı vahşetin ve zulmün temelindeki tek neden dinsizlik ve bu insanların Allah korkularının olmayışıdır. Allah'tan korkup sakınan ve ahiretin varlığına kesin olarak iman eden bir insan, buraya kadar anlattığımız zalimliklerin, haksızlıkların, adaletsizliklerin, cinayetlerin hiçbirini kesin olarak yapamaz. Üstelik Allah'a ve ahirete inanan bir insan, ne kadar yoğun telkin edilirse edilsin, böyle sapkın bir ideolojinin peşine takılıp sürüklenemez.
Fakat dinsiz ve Allah'tan korkmayan insanlar hiçbir konuda sınır tanımazlar. Kendisinin ve tüm diğer canlıların tesadüfler sonucunda cansız maddelerden evrimleştiğine inanan, atalarının hayvanlar olduğunu zanneden, madde dışında hiçbir varlığı kabul etmeyen bir insan, biraz telkinle her türlü acımasızlığı kolaylıkla gerçekleştirilebilir. Belki bu tip insanlar ilk bakışta kimseye zarar getirmiyor gibi görünebilir; ancak ortamı oluştuğunda bir anda toplu katliam yapan bir caniye, sırf kendi fikrini kabul etmiyor diye insanları acımasızca döven veya açlıktan öldüren bir katile, nefret, kin ve şiddet dolu bir insana dönüşebilir. Çünkü inandığı dünya görüşü ve değerler bunu gerektirmektedir.
1970 Nobel Edebiyat ödülünü kazanan Rus yazar Alexander I. Solzhenitsyn, 1983'de Londra'da yaptığı bir konuşmada, Rus halkının başına neden bu kadar şeytani olaylar geldiğini şöyle açıklamıştı:
Yarım yüzyıl önce henüz bir çocukken, yaşlıların Rusya'nın başına gelen felaketlerin nedeni için şöyle dediklerini hatırlıyorum: "İnsanlar Allah'ı unuttular, tüm bu felaketlerin nedeni bu." O zamandan beri, 50 yıldır devrimimizin tarihi üzerinde çalıştım, yüzlerce kitap okudum, yüzlerce şahit dinledim, sekiz cilt kitap yazdım. Ama 60 miyon insanı yok eden devrimin ana sebebini formüle etmemi isterseniz şunu tekrarlamaktan başka bir şey yapamam: İnsanlar Allah'ı unuttular; tüm bu felaketlerin nedeni bu.114
Solzhenitsyn'in bu tesbiti son derece isabetlidir. Gerçekten de bir toplumu bu derece dehşete sürükleyecek, her türlü zulme göz yummasına, seyirci kalmasına neden olacak tek şey, Allah'ı unutmasıdır. Oysa Allah, asla unutmayan ve yanılmayandır. Komünizmin acımasız liderleri, kendilerince dünyada bir sistem kurup kitleleri yönettiklerini, büyük bir güç ve kudret sahibi olduklarını zannetmişlerdir. Hatta gizli toplantılar yapmışlar, daha çok güç ve kudret sahibi olmak için insanlara yapacakları zulümleri fısıldaşmışlardır. Ancak onlar tüm bunları yaparken Allah kendilerinden haberdardır ve yaptıklarının karşılığını verecektir. Kuran'da şöyle bildirilir:
Allah, hepsini dirilteceği gün, onlara neler yaptıklarını haber verecektir. Allah, onları (yaptıklarıyla bir bir) saymıştır; onlar ise O'nu unutmuşlardır. Allah, herşeye şahid olandır. Allah'ın göklerde ve yerde olanların tümünü gerçekten bilmekte olduğunu görmüyor musun? (Kendi aralarında gizli toplantılar düzenleyip) Fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka O'dur; beşin altıncısı da mutlaka O'dur. Bundan az veya çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, kendileriyle beraberdir. Sonra yaptıklarını kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Şüphesiz Allah, herşeyi bilendir. (Mücadele Suresi, 6-7)
Bir de bu acımasız liderlerin peşinden giden, onların ardından sürüklenen kitleler vardır. Bunların durumu da Kuran'da bildirilmiştir. Bir ayette "Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar." (Yunus Suresi, 44) diye haber verilir. Yani bu insanlar da Allah'ın dinini unutarak ve Darwinist liderlerin peşine takılarak kendi kendilerine zulmetmişlerdir. Yine bir başka ayette yeryüzünde meydana gelen kötülüklerin, insanların kendileri yüzünden olduğu şöyle bildirilir:
İnsanların kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur ki, dönerler diye (Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını kendilerine taddırmaktadır. (Rum Suresi, 41)
Bu belaların tekrar insanlığa zarar getirmelerini engellemenin tek yolu ise, insanların Allah'a ve ahiret gününe iman ederek yaptıklarının tümünden hesap vereceğini unutmadan yaşamalarıdır. Allah'ın tüm insanlara indirdiği Kuran'a tabi olarak, orada emredilen sevgi, şefkat, merhamet, fedakarlık gibi güzel ahlak özelliklerine sahip olmalarıdır.
Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 97)
74- Conway Zirkle, Evolution, Marxian Biology and the Social Scene, Philadelphia; the University of Pennsylvania Press, 1959, s.527
75- Marx ve Engels, Mektuplar, s. 426
76- Marks Engels, Mektuplar, cilt 2, s.126
77- Conway Zirkle, Evolution, Marxian Biology, and the Social Scene (Philadelphia: University of Pennsylvania Press, 1959), ss. 85-87.
78- Engels, Ütopik Sosyalizm-Bilimsel Sosyalizm, Sol Yayınları, 1990, s.85)
79- Gertrude Himmelfarb, Darwin and the Darwinian Revolution, London: Chatto & Windus, 1959, s. 348
80- Marx-Engels, Seçme Yapıtlar 3, Sol Yayınları, s. 156
81- Conway Zirkle, Evolution, Marxian Biology and the Social Scene, Philadelphia; the University of Pennsylvania Press, 1959, s.85-86
82- Tom Bethell, Burning Darwin to Save Marx, Harper's Magazine, December 1978, s.31-38
83- Karl Marx Biyografi, Öncü Yayınevi, s. 368
84- John N. Moore, The Impact of Evolution on the Socıal Sciences, Impact No. 52, www.icr.org/pubs/imp/imp-52.htm
85- http://www.fixedearth.com/hlsm.html
86- Alan Woods, Ted Grant, Marxism and Darwinism, London:1993
87- Kent Hovind, The False Religion of Evolution, http://www.hsv.tis.net/….ke4vol/evolve/ndxng.html (Bu kitap sadece internette yayınlanmıştır.)
88- E. Yaroslavsky, Landmarks in the Life of Stalin, Moscow: Foreign Languages Publishing house, 1940, s. 8.; Paul G. Humber, Stalin's Brutal Faith, Vital articles on Science/Creation ekim 1987, İmpact No. 172
89- E. Yaroslavsky, Landmarks in the Life of Stalin, ss. 8-12.
90- K. Mehnert, Kampf um Mao's Erbe, Deutsche Verlags-Anstalt, 1977
91- http://www.fixedearth.com/hlsm.html
92- Robert Milner, Encyclopedia of Evolution 1990 s.81
93- Michael Ruse: The Long March of Darwin, New Scientist 103 (16 Ağustos 1984): 35; Henry M. Morris, The Long war Against God, s.85-86
94- David Jorafsky, Soviet Marxism and Natural Science, 1961 s.4
95- N. Werth, "Le Pouvoir soviétique et l'Eglise ortnodoxe de la collectivisation à la Constitution de 1936", Revue d'études comparatives Est-Quest, 1993, no.3-4, s.41-49 (Stéphane Courtois, Nicolas Werth, Jean-Louis Panné, Andrzej Paczkowski, Karel Bartosek, Jean-Louis Margolin, Komünizmin Kara Kitabı, Doğan Kitapçılık A.Ş., s. 227)
96- Samuel T. Francis, Sovyet Strategy of Terror, s. 54
97- V.I. Lenin, Marks-Engels–Marksizm, Ankara: Sol Yayınları, Çev: Vahap Erdoğdu, 1976, s. 428
98- V. İ. Lenin, Collected Works, Moscow, Cilt 9 s. 346
99- V. İ. Lenin, Collected Works, Moscow, cilt 35, s. 238
100- Pravda Gazetesi, 26 Ekim 1918
101- V.İ. Lenin, Polnoye sobraniye soçineniy, Moskova, 1958-1966, cilt XXXV,s.311 (Stéphane Courtois, Nicolas Werth, Jean-Louis Panné, Andrzej Paczkowski, Karel Bartosek, Jean-Louis Margolin, Komünizmin Kara Kitabı, Doğan Kitapçılık A.Ş., s. 82)
102- Ann Arbor, Leon Troçki, Terörizm ve Komünizm, University of Michigan, 1963, s. 58
103- Protokoli, zasedanii VSİK 4-sozıva (MYK'nin 4. oturumunun Protokolleri,) Moskova, 1918, s. 250
104- Harrison E. Salisbury, "Reading The Gulag Archipelago is like no other reading experience of our day," Book-of-the-Month Club NEWS, Midsummer, 1974, ss. 4,5.
105- Komünizmin Kara Kitabı, s. 134-135
106- Komünizmin Kara Kitabı, s. 135
107- Krasniy Meç, no.1, 18 Ağustos 1919, s.1
108- Komünizmin Kara Kitabı, s. 159-160
109- Julian Gorkin, Les Communistes contre la révolution espagnole, Belfond, 1978, s.181 Komünizmin Kara Kitabı, s. 439
110- Komünizmin Kara Kitabı, s. 48
111- Komünizmin Kara Kitabı, s. 617
112- Komünizmin Kara Kitabı, s. 17
113- P.J. Darlington, Evolution for Naturalists, 1980, s. 243-244
114- 6 Edward E. Ericson, Jr., "Solzhenitsyn - Voice from the Gulag", Eternity, October 1985, ss. 23, 24.