Hitler ve ideolojisini anlattığı kitabı Kavgam
Nazizm, I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkan Almanya'nın karmaşası içinde doğdu. Nazi Partisi'nin lideri, hırslı ve saldırgan bir kişiliğe sahip olan Adolf Hitler'di. Hitler'in dünya görüşünün temelini ise ırkçılık oluşturuyordu. Hitler Alman milletinin asli unsurunu oluşturan Ari ırkın, diğer tüm ırklardan üstün olduğuna ve onları yönetmesi gerektiğine inanmıştı. Ari ırkın yakında bin yıllık bir dünya imparatorluğu kuracağını hayal ediyordu.
Hitler'in bu ırkçı teorilerine bulduğu bilimsel dayanak ise, Darwin'in evrim teorisiydi.
Hitler'in en önemli fikri dayanağı, ırkçı Alman tarihçi Heinrich von Treitschke idi. Treitschke, Darwin'in evrim teorisinden şiddetle etkilenmiş ve ırkçı görüşlerini de Darwinizm'e dayandırmıştı. "Uluslar ancak Darwin'in yaşam kavgasına benzer şiddetli bir rekabetle gelişebilirler" diyordu ve bunun da sürekli ve kaçınılmaz savaş demek olacağını belirtiyordu. Ona göre "kılıç ile fetih, uygarlığın barbarlığa, aklın bilgisizliğe üstünlük sağlamasının bir yolu" idi. "Sarı uluslar sanat yeteneklerinden ve siyasal özgürlük anlayışından yoksundurlar. Siyah ırkların yazgısı beyazlara hizmet etmek ve sonsuza dek beyazların tiksintilerine hedef olmaktır…" diye düşünüyordu.40
Hitler de teorilerini geliştirirken, Treitschke gibi, Darwinizm'den, özellikle Darwin'in "yaşam mücadelesi" fikrinden ilham aldı. Ünlü kitabı Kavgam'ın adını, bu yaşam mücadelesi fikrinden esinlenerek belirlemişti. Hitler de aynı Darwin gibi, Avrupalı olmayan ırkları maymunlarla aynı statüye koyuyor ve şöyle diyordu: "Kuzey Avrupa Almanlarını insanlık tarihinden çıkarın, geriye maymun dansından başka bir şey kalmaz".41
Hitler, 1933 yılında, Nürnberg toplantısında "yüksek ırkın aşağı ırkları idare ettiğini, bunun tabiatta görülen bir hak olduğunu ve tek mantıklı gerçek olduğunu" ileri sürdü.42
Ari ırkının üstünlüğünü savunan Hitler, bu ırkın üstünlüğünün doğa tarafından verildiğine inanıyordu. Yaratılış Araştırmaları Enstitüsü eski başkanı Prof. Henry M. Morris Hitler'in Kavgam adlı kitabındaki ifadelerine bir çalışmasında şöyle yer vermiştir:
Nordik ırk, biyolojik kalıtım tarafından asaletle kutsanmıştır… Tarih, doğa tarafından kurulan ırksal hiyerarşiye uygun yeni bir bin-yıllık imparatorluk kuracaktır.43
İnsanların gelişmiş hayvanlar olduğuna inanan Hitler, insan ırkını geliştirme saplantısıyla sözde evrim sürecini kontrol etmesi veidareyi kendi elinde tutması gerektiğine inanıyordu. Nitekim Nazi hareketinin nihai hedefi de buydu. Bu hedefe ulaşmak için ilk adım, aşağı ırkları, üstün ırk olduğuna inandıkları Aryan ırkından ayırmak, izole etmekti.
İşte Naziler bu noktada, Darwinizm'i uygulamaya geçirdiler ve kendilerine yine Darwinizm'den kaynaklanan "öjeni teorisi"ni örnek aldılar.
20. yüzyılın ilk yarısında çok sayıda taraftar toplayan öjeni teorisi, sakat ve hasta insanların ayıklanması ve sağlıklı bireylerin çoğaltılması yoluyla bir insan ırkının "ıslah edilmesi" anlamına geliyordu. Bu sapkın teoriye göre, nasıl sağlıklı hayvanlar birbirleriyle çiftleştirilerek iyi hayvan cinsleri oluşturuluyorsa, bir insan ırkı da ıslah edilebilirdi.
Öjeni kuramını ortaya atan kişiler, tahmin edilebileceği gibi Darwinistler'di. İngiltere'deki öjeni akımının başını, Charles Darwin'in kuzeni Francis Galton ve oğlu Leonard Darwin çekiyordu.
Öjeni fikrinin, Darwinizm'in doğal bir sonucu olduğu çok açıktı. Nitekim öjeni kavramını savunan yayınlarda bu gerçek özellikle vurgulanıyor, "Öjeni, insanın kendi evrimini kendisinin yönlendirmesidir" deniyordu.
Washington Üniversitesi'nden tıp doktoru ve tarih profesörü Kenneth M. Ludmerer'in belirttiğine göre öjeni fikri Platon'un "Devlet" adlı ünlü eseri kadar eskiydi. Ancak Ludmerer, 19. yüzyılda bu fikre olan ilginin artmasının nedeninin Darwinizm olduğunu belirtir:
...günümüze ait öjenik düşünce yalnızca 19 yy'da uyandı. Bu yüzyıl sırasında öjeniye ilginin oluşmasının bir kaç nedeni vardır. En önemli neden ise evrim teorisidir. Öjeni terimini de keşfeden Francis Galton fikirlerini kuzeni Charles Darwin'in doktrinine dayandırıyordu.44
Öjeniyi Almanya'da ilk benimseyen ve yayan kişi ise, tanınmış evrimci biyolog Ernst Haeckel oldu. Haeckel, Darwin'in yakın bir dostu ve destekçisiydi. Evrim teorisini desteklemek için, farklı canlıların embriyolarının birbirine benzediğini öne süren "rekapitülasyon" adlı iddiayı ortaya atmıştı. Haeckel'in bu iddiayı ortaya atarken çizim sahtekarlıkları yaptığı ise daha sonra anlaşıldı.
Haeckel, bir yandan bu tip bilim sahtekarlıkları yaparken, öte yandan da öjeni propagandası yürütüyordu. Yeni doğan sakat bebeklerin zaman geçirilmeden öldürülmesini, böylece toplumun evriminin hızlandırılmasını önermişti. Daha da ileri gitmiş ve cüzzamlıların, kanserlilerin ve akıl hastalarının da acısız bir biçimde öldürülmeleri gerektiğini, yoksa bu kişilerin topluma yük olacaklarını ve evrimi yavaşlatacaklarını savunmuştu.
George Stein, Haeckel'in evrim teorisine olan körü körüne bağlılığını şöyle özetlemiştir:
Haeckel Darwin'in doğru olduğunu iddia ediyordu... İnsan türü sorgulanmayacak bir şekilde hayvanlar aleminden evrimleşmişti. İnsanların sosyal ve politik varlığı Darwin'in gösterdiği gibi evrim kanunları, doğal seleksiyon ve biyoloji ile idare ediliyordu. Bunun tersini savunmak batıl inançtı.45
Haeckel 1919 yılında öldü. Ama fikirleri Naziler'e miras kaldı. Hitler iktidara geldikten kısa bir süre sonra, resmi bir öjeni politikası başlattı. Ünlü kimya profesörü A. E. Wilder-Smith, Man's Origin, Man's Destiny (İnsanın Kökeni, İnsanın Kaderi) adlı kitabında Hitler'in kendi ağzından bu yeni politikasını anlattığı sözlerine şöyle yer vermektedir:
Devlet için, zihin ve beden eğitiminin önemli bir yeri vardır, ancak insan seçimi de en az bunun kadar önemlidir. Devletin, genetik olarak hastalıklı veya alenen hasta olan bireylerin üreme için uygun olmadıklarını deklare etme sorumluluğu vardır... Ve bu sorumluluğu hiçbir anlayış göstermeden ve başkalarının da anlamalarını beklemeden acımasızca uygulamalıdır... 600 yıllık bir zaman dilimi boyunca vücudu sakat olan veya fiziksel olarak hasta olan kimselerin üremesini durdurmak... insan sağlığında bugün elde edilemeyen bir gelişim sağlayacaktır. Eğer ırkın en sağlıklı olan üyeleri planlı bir şekilde ürerlerse sonuçta bugün hala taşıdığımız hem ruhsal hem de bedensel açıdan bozuk tohumların olmadığı.... bir ırk oluşacaktır.46
Hitler'in bu politikasının gereği olarak, Alman toplumu içindeki akıl hastaları, sakatlar, doğuştan körler ve kalıtsal hastalıklara sahip olanlar, özel "sterilizasyon merkezleri"nde toplandılar. Bu kişilere, Alman ırkının saflığını ve evrimsel ilerleyişini bozan parazitler olarak bakılıyordu. Nitekim bir süre sonra toplumdan soyutlanan bu insanlar, Hitler'den gelen gizli bir talimata dayanılarak öldürülmeye başlandı.
Genetik olarak aşağı kabul edilenler "yararsız" ve milletin gelişimine engel olarak nitelendirilince bu cinayetler makul gösterildi. Aşağı ırk olarak görülen gruplara yavaş yavaş çeşitli ırklar ve milletler dahil edilmeye başlandı. Daha sonra sağlıksız yaşlı insanlar, saralılar, ciddi akıl kusurlarına sahip olanlar, sağırlar ve dilsizler, hatta bellirli ölümcül hastalıklara sahip olan kişiler de dahil edildiler. 1936 Berlin Olimpiyat oyunlarında Amerikalı zenci atlet Jesse Owen dört altın madalya kazandıktan sonra Hitler, ödül alan tüm yarışmacıları kutladığı halde, Jesse Owen'ı kutlamayı reddederek stadı terketti. Bazı evrimciler kadınların erkeklerden daha aşağı olduğunu savundular. California'da önde gelen bir nöroloji profesörü olan Dr. Robert Wartenberg, kadınlar eğer erkekler tarafından korunmazlarsa yaşayamayacaklarını söyleyerek kadınların aşağı olduğunu kanıtlamaya çalıştı. Kadınların, bu koruma nedeniyle daha yavaş elimine olduklarını ileri sürdü. Bu fikirler doğrultusunda Nazi Almanyası'nda kadınların bazı mesleklere girmeleri açıkça yasaklandı.47
Almanya'da ırkçı bilim adamları Darwinizm'in ve öjeni fikrinin gelişmesinden itibaren, "istenmeyen üyelerin öldürülmesi" gerektiğini açıkça savunmaya başlamışlardı. Bu bilim adamlarından Adolf Jost 1895'de yayımladığı Das Recht auf den Tod (Ölme Hakkı) isimli kitabında istenmeyen insanları tıbbi olarak öldürmeye çağırıyordu. Jost, "sosyal organizmanın sağlığı için devletin bireyleri öldürme sorumluluğunu alması gerektiğini" iddia ediyordu. Adolf Jost, yaklaşık 30 yıl sonra siyaset sahnesinde boy gösterecek olan Adolf Hitler'in akıl hocasıydı. Hitler de "Devlet yalnızca sağlıklı çocukların olmasını sağlamalı. Görülür şekilde hasta olanların ve salgın hastalık taşıyanların uygun olmadığı ilan edilmeli" diyordu.48
1933 yılında çıkartılan bir yasa ile 350 bin akıl hastası, 30 bin çingene ve yüzlerce zenci çocuk, hadım etme, x ışınları, enjeksiyon, genital bölgeye elektrik verilmesi gibi yöntemlerle kısırlaştırıldılar. Bir Nazi subayı, "Nasyonal sosyalizm uygulamalı biyolojiden başka bir şey değildir." diyordu.49
Hitler masum insanlara yönelik bu cinayetlerle ve acımasız uygulamalarla Alman ırkının sözde evrimini hızlandırmaya çalışırken, bir yandan da öjeninin bir diğer şartını yerine getiriyordu. Alman ırkını temsil ettiği kabul edilen sarışın mavi gözlü genç erkek ve kadınlar, ilişki kurup çocuk yapmaya teşvik ediliyorlardı. 1935 yılında bu amaçla özel üreme çiftlikleri kuruldu. Irk kriterlerine uygun genç kızların yerleştirildiği bu çiftlikler, sürekli olarak SS birlikleri tarafından ziyaret ediliyordu. Çiftliklerde doğan gayrimeşru çocuklar, kurulması hedeflenen bin yıllık Alman krallığının askerleri olarak yetiştirilecekti.
Naziler, Ari ırkın üstünlüğünü sözde ispatlamak için, yine Darwinist kavramları kullanıyorlardı. Darwin, insanların evrim geçirdikçe daha büyük kafataslarına sahip olduklarını öne sürmüştü. Bu fikre şiddetle bağlanan Naziler, Alman ırkının üstün olduğunu gösterebilmek için kafatası ölçümlerine giriştiler. Nazi Almanyası'nın dört bir yanında, Alman kafataslarının, diğer ırkların kafataslarından büyük olduğunu gösteren karşılaştırmalar yapılıyordu. Dişler, gözler, saç gibi diğer özellikler de yine evrimci kıstaslarla değerlendiriliyordu. Alman ırkının ölçülerine aykırı bulunan bireyler, öjeni prensipleri doğrultusunda imha edilecekti.
Tüm bu çılgınlık, Darwinist prensipleri topluma uygulamak adına yapılıyordu. Nazi Doktorları adlı kitabın yazarı olan Amerikalı tarihçi Michael Garaudin bu gerçeği şöyle açıklar:
Nazi ideolojisi, toplumsal Darwinizm ve yirminci yüzyılın başlarında gelişen ırk arındırılması kavramları arasında kusursuz bir uyum vardı.50
Amerikalı araştırmacı George Stein ise, American Scientist dergisine yazdığı bir makalede bu konuyu şöyle açıklamaktadır:
Nazizm gerçekte, Darwinist devrimin bilimsel gerçeklerine tamamen uygun olan biyolojik bir politikayı, tüm bir topluma uygulamak için yapılmış ilk geniş çaplı ve bilinçli girişimdir.51
Tanınmış bir evrimci olan Sir Arthur Keith ise, Hitler'i şöyle yorumlar:
Alman Führer'i bir evrimciydi. Almanya'nın tecrübesini, evrim teorisine uygun hale getirmek için bilinçli olarak çalıştı.52
Darwin: Before and After (Darwin: Öncesi ve Sonrası) kitabının yazarı Robert Clarck ise, Hitler için: "Muhtemelen çocukluk döneminden itibaren evrim öğretisiyle büyülenmişti... Üstün bir ırkın her zaman aşağı ırkı fethedeceğini söylerdi." demiştir.53 Nazi Almanyası'nın siyasi felsefesi de, Hitler'in bu inançları doğrultusunda şekillenmişti.
O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez. (Bakara Suresi, 205)
J. Tenenbaum, Almanya'nın siyasi felsefesinin evrimsel gelişmenin önemi üzerine inşa eldildiğini şöyle belirtir:
... mücadele, seçme ve en uygunların yaşaması ile ilgili bütün fikirler ve gözlemler Darwin tarafından geliştirildi... Ama 19. yüzyılın Alman sosyal felsefesinde bol meyveler verdi... Böylece Almanya'nın üstün gücü ile dünyayı yönetme hakkı olduğuna dair Alman doktrini gelişti. Bu doktrine göre Almanya ve zayıf milletler arasındaki ilişki, çekiç ve örs arasındaki ilişkiye benziyordu.54
Adolf Hitler, "ideolojik evrim savaşı"nda Nazi liderleri arasında yalnız değildi. Gestapo'nun başı Heinrich Himmler, "Doğa kanunu olacağına varmalı ve en uygun olanlar yaşamalıdır" sözleriyle evrim teorisine olan inancını dile getirmişti. Aslında tüm Nazi liderleri, o karanlık yıllardaki birçok Alman bilim adamı ve sanayici gibi, hem evrime hem de Alman ırkçılığına körü körüne inanıyordu.55
Hitler'in evrim teorisine büyük önem vermesinin bir diğer nedeni ise, bu teoriyi dini inançlara karşı bir silah olarak görmesiydi. Hitler, İlahi dinlere karşı büyük bir nefret besliyordu. İlahi dinlerin emrettiği şefkat, merhamet, tevazu gibi ahlaki erdemler, Naziler'in oluşturmak istedikleri acımasız ve savaşçı Ari ırk modeline büyük bir engel teşkil ediyordu. Bu nedenle Naziler, iktidara geldikleri 1933 yılından itibaren, Alman toplumunu eski putperest inançlarına geri çevirmeye çalıştılar. Eski putperest kültürlere ait bir sembol olan gamalı haç, bu dönüşümün bir simgesiydi. Almanya'nın dört bir yanında düzenlenen Nazi törenleri, antik putperest ayinlerin bir tekrarıydı. Putperest kültürlerin bir mirası olan evrim düşüncesi, işte bu nedenle Nazizm ideolojisine çok büyük bir uyum sağladı. Hitler Hıristiyanlıkla ilgili düşüncelerini açıkça şöyle dile getirmiştir:
Din yok edilmesi gereken organize bir yalandır. Devlet mutlak yönetici olarak kalmalıdır. Gençken, dini dinamitle yok etmenin gerekli olduğuna inanıyordum. Ancak şu anda daha kurnazca yöntemler kullanılması gerektiğini düşünüyorum... En sonunda dine inanan birkaç yaşlı insan kalacak... Genç ve sağlıklılar bizim tarafımızda… İnsanlarımız din olmadan yaşamayı başarmışlardı. Altı SS bölümünden hiçbirinin dinle bir bağı yok.56
Daniel Gasman The Scientific Origins of National Socialism (Nazizmin Bilimsel Kökenleri) adlı kitabında Hitler'in din düşmanlığının nedenlerini şöyle açıklıyordu:
Hitler biyolojik evrim düşüncesinin geleneksel dine karşı kullanılacak en güçlü silah olduğuna inanıyor ve evrim teorisini benimsemediği için Hıristiyanlığı suçluyordu… Ona göre evrim, günümüze ait bilim ve kültürün en önemli sembolüydü.57
Aslında 20. yüzyıla sayısız bela getiren asıl neden, Hitler ve Naziler gibi dinsizlerin acımasız karakterleriydi. Allah'ın varlığını inkar eden ve insanların evrimleşerek gelişmiş hayvanlar olduklarına inanan bu insanlar, kendilerini başıboş, kimseye hesap verme sorumluluğu olmayan varlıklar olarak görüyorlardı. Allah'tan ve ahiretten korkmadıkları için ahlaksızlıkta ve zalimlikte sınır tanımamış, milyonlarca insanın canına bu nedenle acımasızca kıymışlardı. Dinsizliğin hüküm sürdüğü bir toplumda ne tür sıkıntı, zorluk ve acılar olacağı aslında Hitler örneğinde açıkça görülmektedir. Yalnız Hitler değil, ileride göreceğimiz gibi, 20. yüzyılı kana boğan Stalin, Mao, Pol Pot, Franco, Mussolini ve diğerlerinin tamamı dinsizlikleri ile tanınıyordu. Bu elbette ki dinsizliğin kabusunu ortaya çıkaran ibret alınması gereken bir tablodur.
Oysa Allah'tan korkan, Kuran ahlakını yaşayan insanlar, bir topluma daima barış, huzur, güvenlik, bereket, mutluluk ve aydınlık günler getirir. Allah'ın dinine bağlı olan insanlar yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaz, aksine her zaman şefkati, merhameti, dostluğu, fedakarlığı, yardımlaşmayı teşvik ederler.
Hitler, milyonlarca insanın katledilmesine, milyonlarcasının evsiz ve kimsesiz kalmasına neden oldu. İnsanlık dışı ideolojisini ise Darwin'in üstün ırk ve aşağı ırk tezlerine dayandırdı. Aşağı ırk olarak gördüklerini ise öldürtmekten çekinmedi.
Bu resimler, Hitler'in ve onun anlayışındaki insanların insanlığa çektirdiği acı, korku, kabus ve sıkıntıların bir özeti gibidir. Bu kabusların asıl kaynağı olan Darwinizm kökenli ideolojiler hala, dünyanın dört bir yanında insanlığa acı çektirmeye devam etmektedir.
Nasıl Hitler, Darwinizm'i kullanarak politikasını belirlediyse, çağdaşı ve müttefiki Benito Mussolini de İtalya'yı emperyalist ve faşist temeller üzerine oturtmak için aynı Darwinist kavramlardan ve iddialardan faydalandı.
şiddetin tarihte itici güç olduğuna ve savaşın devrim getireceğine inanan Mussolini tam bir Darwinistti. İmparatorluğunun zayıflamasını, "evrimin en önemli itici gücü olan savaştan kaçmaya çalışmasına" bağlıyordu.58
Fransız hükümetinden aldığı mali destekle kurduğu Il Popolo d'Italia adlı gazetenin başına "Demire sahip olan ekmeğe de sahip olur" ibaresini koymuştu. Yani insanların karınlarını doyurabilmeleri için, savaş gücüne ihtiyaçları olduğunu bu şekilde halkına duyuruyordu. Mussolini, faşizmin ve faşist partisinin sembolü olarak da "balta"yı seçmişti. Çünkü balta savaşı, şiddeti, ölüm ve katliamı simgeliyordu.
Mussolini'nin her faşistte olan saldırgan ve şiddet yanlısı tutumu, onun hakkında hazırlanan bir kitapta şöyle tarif edilir:
Mussolini'nin değişmez inançlarından biri zorbalıktır ve… şiddete başvurmak sahip olduğu esas içgüdüdür.59
Diğer Darwinist-Faşistler gibi Mussolini'nin de savaşçı, saldırgan, baskıcı politikaları birçok insanın katledilmesine, evsiz, ailesiz kalmasına ve ülkenin harap olmasına neden oldu. "Kara Gömlekliler" adını verdiği her türlü şiddet ve zorbalık eylemlerini gerçekleştiren yarı askeri birlikler oluşturdu. Kara Gömlekliler vasıtasıyla sadece kendi ülkesinde değil, diğer ülkelerde de şiddet ve baskı uyguladı. 1935 yılında Etiyopya'yı işgal ederek 1941 yılına kadar 15 bin insanı katlettirdi. Etiyopya işgalini, Darwinizm'in ırkçı görüşleriyle destekleyerek makul göstermekten de geri kalmadı. Mussolini'ye göre Etiyopyalılar siyah ırktan oldukları için aşağıydılar ve İtalyanlar gibi üstün bir ırk tarafından yönetilmek onlar için bir şeref olmalıydı.
Diğer yandan 3 Ekim 1911 yılında, İtalya'nın Libya'yı işgal etmesiyle başlayan ve Müslümanlara karşı yapılan zulmü devam ettirdi, hatta Müslümanlara yönelik saldırıları daha da artırdı. İşgal ancak Mussolini'nin ölümü ile 10 şubat 1947 yılında yapılan bir anlaşma ile sona erdi. Bu süre içinde 1,5 milyon Müslüman şehit edildi, yüzbinlercesi de yaralandı.
Acımasızlığı ve zalimliği ile tarihe geçen Mussolini, bir sözünde savunduğu ve uyguladığı faşizmi şöyle tarif etmişti:
Faşizm özgürlük değil, zalimin hakimiyetidir. Milletin güvencesi değil, özel çıkarların savunmasıdır. Bunu herkes bilir.60
Hitler ve Mussolini örneklerinde görüldüğü gibi, güçlülerin ve zalimlerin haklı ve üstün olduğu, kaba kuvvetin, şiddetin, saldırının ve savaşın gelişmenin ve başarının tek yolu olarak görüldüğü faşizm, Darwin'in "Güçlü olan yaşar, zayıflar ölür, yaşamak için kıyasıya mücadele gerekir" iddialarının bir uygulamasıydı, ve milyonlarca insana eziyet edilmesine neden oldu.
20. yüzyılı kan gölüne çeviren faşist zalimlerden biri de Franco idi. Darwinist- faşistler Hitler ve Mussolini'nin desteği ile İspanya'da "Falanj" hareketini örgütleyen Franco, İspanya halkına büyük bir zulüm ve acı getirdi. Halkını bir iç savaşa sürükleyen Franco, ülkede kardeşi kardeşe, babayı oğula düşürdü. İspanya İç Savaşı sırasında Madrid'te günde ortalama 250 kişi, Barcelona'da 150, Seville'de 80 kişi öldürülüyordu. İdamlardan bazıları ise kafalarına çivi çakılarak gerçekleştirildi. Ülkenin her yanında acımasız katliamlar yapıldı. Örneğin Madrid'in kuzeyindeki küçük bir dağ köyünde, 31 köylü Franco'ya oy vermedikleri için tutuklanmışlar, bunlardan 13'ü ise bir kamyonla köyün dışına çıkarılarak yol kenarında öldürülmüşlerdi. Seville yakınlarında 11.000 nüfuslu bir kasabaya giren faşistler burada da 300'den fazla insanı öldürmüşlerdi. Bu şekilde devam eden şiddet olayları sonucunda, iç savaşta yaklaşık olarak 800 bin kişi, idamlarla ise 200 bin kişi Franco'nun talimatlarıyla öldürüldü. Milyonlarca insan ise yaralandı veya sakatlandı.
Faşist Franco'nun iç savaş sırasında en büyük destekçileri Hitler ve Mussolini idi. Franco, müttefiklerinin yardımlarını da karşılıksız bırakmamış ve insanlık tarihinin en zalim ve en acımasız anlaşmalarından birini yapmıştı: Nazilere yeni silahlarını denemeleri için Guernica gibi kasabaları hediye etmişti!
5 Mayıs 1937 sabahı, küçük Guernica kasabasının halkı, Nazi teknolojisinin yeni harikalarıyla, dev bombardıman uçakları ve tonlarca bombanın getirdiği ölümle uyandı. Küçük kasaba, Nazi uçaklarının deneyine Franco tarafından terkedildi.61
Bu olay, insanları denek hayvanı gibi gören bu sapkın anlayışın ürünlerinden sadece biridir. Binlerce insanı, sadece silahlarının gücünü denemek için ölüme terkeden, binlercesinin sakatlanmasına, yaralanmasına, şiddetli acılar çekmelerine sebep olan bu anlayış günümüzde de farklı şekillerde devam etmektedir. İnsanların bir hayvan türü olduğunu ve savaşın ilerlemenin en etkin yöntemi olduğu iddia eden Darwinist felsefe ayakta tutulduğu sürece bu ve benzeri zulümler de devam edecektir.
Franco'nun neden olduğu İspanya iç savaşında, çocuklara dahi acınmadı. İnsanlar, hiçbir gerekçe gösterilmeden evlerinden alınarak kurşuna dizildiler. Masum insanlar öldü, sakat kaldı, ailesini ve sevdiklerini kaybetti. Bunlar, hep faşist acımasızlığın günlük hayata yansımalarıydı.
Ünlü İngiliz tarih profesörü James Joll, "Europe Since 187" (1870'den Bu Yana Avrupa) isimli kaynak kitabında, I. Dünya Savaşı'nı hazırlayan faktörlerden birinin, o dönemdeki Avrupalı yöneticilerin Darwinistik düşüncelere olan inancını olduğunu anlatır:
Darwinistik fikirlerin 19. yüzyıl sonlarında emperyalizm ideolojisine ne kadar büyük bir etkide bulunduğunu görmüştük. Aynı zamanda, yaşam mücadelesi ve güçlülerin hayatta kalması doktrinlerinin, I. Dünya Savaşı öncesindeki yıllarda Avrupalı liderler tarafından gerçekten ne kadar tutulduğunu anlamak da çok önemlidir. Örneğin, Avusturya-Macaristan'ın Başkomutanı General Franz Baron Conrad von Hoetzendorff, savaştan sonraki anılarında şöyle yazmıştır:
İnsan sevgisini ön plana çıkaran dinler, ahlaki öğretiler ve (bu gibi) felsefi doktrinler, bazen gerçekten insanoğlunun yaşam mücadelesini zayıflatabilirler. Ama hiçbir zaman bu mücadeleyi dünyanın itici gücü olmaktan çıkaramayacaklardır… Dünya savaşının büyük felaketi, bu büyük prensiple tam bir uyum içinde gerçekleşmiştir. İnsanların ve devletlerin hayatlarının ana gücüyle oluşan bu savaş, aynen boşalması gereken bir yıldırım yükü gibi, doğanın bir kuralıdır.
Bu gibi bir ideolojik altyapıya sahip olan Conrad'ın neden Avusturya-Macaristan'ı bir savaş başlatmaya sürüklediğini anlamak zor değildir.
Bu gibi düşünceler dönemin sadece askeri şahsiyetleriyle sınırlı kalmamış ve örneğin (sosyolog) Max Weber uluslararası yaşam mücadelesi kavramıyla çok ilgilenmiştir. Yine Kurt Riezler, yani Alman şansölyesi Theobald von Bethman-Hollweg'in kişisel danışmanı ve sır dostu, 1914 yılında şöyle yazmıştır:
Mutlak ve ezeli düşmanlık, insanlar arasındaki ilişkilerin doğasında vardır. Her yerde gördüğümüz daimi nefret… insan tabiatının bozulmasından kaynaklanmamaktadır, aksine doğanın ve yaşamın kaynağının özünde zaten bu vardır. 62
I. Dünya Savaşı generallerinden Friedrich von Bernardi ise, savaş ve doğadaki savaşım kanunları arasındaki bağlantıyı şöyle kurmuştur:
Savaş biyolojik bir gereksinmedir, doğadaki unsurların çatışması kadar gereklidir; biyolojik yönden yerinde sonuçlar verir, çünkü bu sonuçlar, varlıkların temel özellikleriyle ilgilidir.63
Görüldüğü gibi, I. Dünya Savaşı, savaşmayı, kan dökmeyi, acı çekmeyi ve çektirmeyi bir tür "gelişme" olarak gören, bunları değişmez bir "doğa kanunu" sanan Avrupalı düşünür, general ve yöneticilerin yüzünden çıkmıştır. Tüm bu kuşağı bu kökten yanlış fikirlerle yıkıma sürükleyen ideolojik kaynak ise, Darwin'in "yaşam mücadelesi" ve "kayırılmış ırklar" kavramlarından başka bir şey değildir. Bernardi bu sözleri söyledikten iki yıl sonra "biyolojik" gelişmeyi sağlayacak (!) olan Birinci Dünya Savaşı başladı ve ardında 8 milyon ölü, yüzlerce harabeye dönmüş şehir ve milyonlarca yaralı, sakat, evsiz ve işsiz insan bıraktı. Bundan 21 yıl sonra başlayan ve ardında yaklaşık 50 milyon ölü bırakan Nazi savaşının temeli de Darwinizm'e dayanır.
Hitler, hem soykırım hem de savaş politikalarında Darwinci düşünceye sıkı sıkıya bağlıydı. Savaşı, yalnızca zayıf ırkları elimine ettiği için değil, üstün ırkın zayıf üyelerini saf dışı bıraktığı için de önemli bir güç olarak görüyordu. Nazi Almanyası kısmen bu sebepten açıkça savaşı övüyordu; çünkü onların sapkın inancına göre savaş, ırkın ilerlemesi için gerekli olan bir adımdı.
Hitler'in politikasını dayandırdığı "savaşın insanı geliştirdiği inancı"nı evrimci A.E. Wiggam 1922'de yayınlanan kitabında şöyle açıklıyordu:
…bir zamanlar insanların beyinleri, kuzenleri olan insanımsı canlılardan çok az daha büyüktü. Ama tekmeleyerek, ısırarak, savaşarak... ve düşmanlarını kurnazlıkla altederek ve bunları yapacak kapasiteye sahip olamayanları öldürerek, insanların beyni büyüdü ve hacim olarak olmasa da çeviklik ve akıl bakımından gelişti.64
Wiggam gibi evrimcilerin bu tür açıklamaları ile destek bulan Hitler, yaşamak isteyenler için savaşı bir zorunluluk olarak gördüğünü, Kavgam kitabında açıkça dile getiriyordu:
Doğa, güçlüler ile zayıflar arasında bir savaş, güçlülerin zayıflar üzerindeki mutlak galibiyetidir. Eğer böyle olmasaydı, doğada sürekli bir bozulma olurdu... Yaşayan savaşmak zorundadır. Sürekli savaşın bir yaşam kanunu olduğu bu dünyada, savaşmak istemeyen yaşam hakkına sahip değildir. Başka türlü düşünmek doğayı küçümsemektir. Izdırap, mutsuzluk ve hastalıklar, bu insanın alacağı karşılıklardır.65
Darwinistler'in, yaşam mücadelesi sonunda güçlülerin ayakta kaldığı ve bu yolla türlerin geliştiği iddiası insan toplumlarına uyarlanınca, savaşlar insanlığın gelişmesi için bir zaruret olarak görülmeye başlandı. Örneğin Hitler Almanya'nın büyüklüğünü, asırlardır zayıf üyelerini savaş yoluyla elimine etmesine bağlıyordu. Almanlar savaşa yabancı olmamalarına rağmen bu yeni "bilimsel" savunma onlara savaşçı politikalarını destekleyecek bir güç verdi.
Hitler, bir başka sözünde ise, "eğer devamlı bir savaş olmasaydı, insan medeniyeti olmazdı" diye iddia etmişti.66
Haeckel ise savaş konusunda, Eski Yunan şehir devletlerinden birini oluşturan Spartalıların vahşice uygulamalarının örnek alınması gerektiğini öne sürüyordu:
Spartalılar sağlıklı ve güçlü çocuklar dışındakileri öldürerek devamlı güç ve başarı elde etmişlerdi.67
Savaş, sadece Almanya'da değil tüm Avrupa'da "nüfusun kaçınılmaz bir düzenleyicisi" olarak görülüyordu. Sosyal Darwinist F. Von Bernhardi: "Eğer savaş olmasaydı aşağı ve dejenere ırkların sağlıklı ve genç olanların yerini aldığını görürdük. Savaşın üretkenlik değeri bunun altında yatıyor, çünkü seçime neden oluyor, bu nedenle savaş biyolojik bir gerekliliktir" diyerek, Darwinistler'in savaşa bakış açılarını özetliyordu.68
Buraya kadar anlatılanlardan anlaşıldığı gibi, Hitler ve onu destekleyen Nazi ideologları, Darwinizm'den aldıkları ilhamla savaşı bir gereklilik olarak görmüşlerdi. Ve bu gerekliliği uygulayarak 2. Dünya Savaşı ile gerek halklarına, gerekse diğer dünya halklarına çeşitli acılar yaşatmışlardı. Bu açıdan 2. Dünya Savaşı'nda yaşanan acıların başlıca sorumluları arasında Charles Darwin'in de bulunduğunu söylemek son derece doğru bir tesbit olacaktır.
Prof. Dr. Jerry Bergman, Darwinizm'in 2. Dünya Savaşı'nın üzerindeki etkisi hakkında şöyle bir tespitte bulunmaktadır:
Darwinci fikirlerin Alman düşünce sistemi ve uygulaması üzerinde çok büyük bir etkiye sahip olduğuna dair deliller çok açıktır...Aslında Darwinci fikirlerin II. Dünya Savaşı'nın çıkması, 40 milyon insanın ölümü ve yaklaşık olarak 6 trilyon doların kaybedilmesinde çok büyük bir etkisi vardı. Evrimin gerçek olduğuna kesin olarak inanan Hitler kendisini insanoğlunun günümüzdeki kurtarıcısı olarak görmüştü... Daha üstün bir ırk üretmek suretiyle, dünya Hitler'e, insanlığı evrimin daha üst bir seviyesine çıkarmış olan adam olarak bakacaktı 69
Elbette Darwin teorisini ortaya atmadan önce de dünyada sayısız savaş yaşanmıştır. Ancak, evrim teorisinin etkisiyle savaş ilk kez, bilim tarafından sahte bir onay görmüş ve desteklenmişti. Max Nordau, Amerika'da geniş bir yankı uyandıran "The Philosophy and Morals of War" (Savaş Ahlakı ve Felsefesi) isimli makalesinde Darwin'in savaşlar konusunda oynadığı kötü role şöyle dikkat çekiyordu:
Tüm savaş taraftarlarının en büyük otoritesi Darwin'dir. Evrim teorisi ilan edildiğinden beri doğal barbarlıklarını Darwin ismiyle kapatarak, sahip oldukları zalim içgüdülerinin bilimin son sözü olduğunu iddia etmektedirler.70
Darwin, Marx, Freud gibi materyalist ideologların fikirleriyle şekillenen 19. yüzyılın ardından, dünyanın en kanlı savaşlarının yaşandığı 20. yüzyılın gelmesi bir rastlantı değildir. Darwinizm, savaşla sonuçlanacak her türlü fikri ve sözde bilimsel zemini hazırlamış ve savaşı insanlığın yücelmesinin vazgeçilmez bir şartı olarak gören despotlar, her iki dünya savaşında toplam 60 milyon insan öldürmüştür.
Yol, ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere 'tecavüz ve haksızlıkta bulunanların' aleyhinedir. İşte bunlara acıklı bir azab vardır.(Şura Suresi, 42)
Hitler, Mussolini gibi faşist liderler ve onlara bağlı olan Nazi örgütlenmeleri (SA, SS, Gestapo vs.) veya Mussolini'nin "Kara Gömleklileri" bugün tarihe karışmış gibi görünseler de, onların fikirlerini izleyen neo-faşist örgütler hala faaliyet halindeler. Özellikle son yıllarda, Avrupa'nın birçok ülkesinde ırkçı ve faşist hareketler yeni bir uyanış içindeler. Bu hareketlerin en başında ise Almanya'daki neo-Naziler geliyor.
Neo-Naziler, işsiz-güçsüz sokak serserilerinden, uyuşturucu müptelalarından, cani ruhlu insanlardan oluşmaktadır ve faşist karakterin tüm özelliklerini üzerlerinde taşımaktadır. neo-Naziler hakkında hazırlanan bir haberde, kana ve şiddete olan düşkünlükleri şöyle anlatılmaktadır:
Kan, şeref ve fanatizm… Faşist Olympia Örgütü'nün üyelerinin bağlılık duydukları değerleri işte bu üç sözcükle özetlemek mümkün… Bugün örgütün 35 bin üyesi var. Ve hepsinin gözünde yükselme hırsı okunuyor.71
Neo-Naziler de aynı "büyükleri" Hitler ve diğer Naziler gibi Darwinist anlayışı benimsemiş durumdalar. Nazi ve ırkçılık propagandası amacıyla hazırladıkları internet sayfalarında, Darwin'in sözlerine ve Darwin'e yönelttikleri methiyelere rastlamak mümkün. Çünkü Darwin, ırkçı ve saldırgan neo-Nazilerin tüm hareket ve düşüncelerini destekliyor. Bu nedenle sayfalarında, Darwinizm'in delile gerek duyulmadan kabul edilmesi gereken bir teori olduğunu duyuruyorlar.
Neo-Nazilerin uyguladıkları katliamlar ve saldırılar ise son derece acımasızca. İnsanları yakarak öldürmekten, korkutmaktan, küçük çocuklara işkence uygulamaktan zevk alan neo-Nazilerin en başta gelen hedeflerinden biri ise Türkler. Türklere duydukları nefreti ve düşmanlığı internet sitelerinin her köşesinde duyuran neo-Naziler, bu nefretlerini eyleme dökerek de gösteriyorlar. Bir neo-Nazi sitesinde Türkler için şu ifadelere yer verilmiş:
Mesela ben de bugün elimde olsa Türklerin büyük bölümünü gaz ocaklarında görmeyi isterim.72
Neo-Nazilerin, Türklere olan düşmanlıklarını dayandırdıkları isim yine Charles Darwin. Türk düşmanlığının konu edildiği bölümde yer verilen Darwin'in Türk Milleti hakkındaki tutarsız ve akıl dışı iddialarından alıntılar yapan neo-Naziler böylece Türk düşmanlıklarına sözde bilimsel bir açıklama getirdiklerini zannediyorlar. Arka sayfada neo-Naziler'in Darwin'i öven ve ayrıca Türk Milleti hakkında söylediklerini gösteren internet siteleri görülüyor.
Son dönemde neo-Naziler'in hem Türklere hem de diğer insanlara karşı saldırıları yine artmış durumda. Bir gazetede, neo-Nazilerin 2000 yılının yaz aylarında gerçekleştirdikleri saldırıların bilançosu şöyle aktarılıyor:
* Haziran ayı sonlarında Thüringen Eyaleti'nin Gera şehrinde bulunan "El Rahman Camii'nin camları kırıldı.
* Baden-Württemberg Eyaleti'nin Eppingen kasabasında ise bir Türk camiine iki adet molotof kokteyli atıldı.
* Pinneberg'in Utersen semtinde bulunan Yeşil Camii'ne molotof kokteyli atıldı.
* Memingen'de Türklerin oturduğu bir bina kundaklandı.
* Bocholt'da bir Türk kahvesi ve Lübnanlılar'ın bulunduğu bina kundaklandı. Biri ağır olmak üzere 14 yaralı.
* Doğu Almanya'nın Chemnitz şehrinde Iraklı bir ailenin 7 aylık bebeği neo-Naziler tarafından yere atıldı. Betona çarpan bebek suratından yaralandı.
* Düsseldorf'ta bulunan bir Türk'ün dönerci dükkanında yangın çıkardılar.
Yakın geçmişte ise çok daha vahim olaylar yaşanmıştı. Darwin'in Türk düşmanlığını kendilerine rehber edinen neo-Naziler 1992 yılının Kasım ayında Möln şehrinde Türklere yönelik bir katliam yapmışlardı. Daha sonra 1993 yılında Solingen şehrinde beş Türk neo-Naziler tarafından yakıldı. Bu saldırı basında "Alman tarihinin Nazi döneminden bu yana en kanlı ırkçı saldırısı"73 olarak duyuruldu. Bu ve benzeri saldırılara ilerleyen yıllarda da sıkça rastlandı. Türklerin evlerinde yangın çıkarıldı, Türkler dövülerek yaralandılar. Almanya dışında Hollanda'da da benzeri saldırılar gerçekleştirildi.Türklere yönelik bir saldırıda bir Türk kadın ve beş çocuğu öldürüldü. Bu olayla ilgili düzenlenen yas yürüyüşüne katılanlara ise üzerinde gamalı haçların bulunduğu tehdit mektupları gönderildi.
Bu olaylar ırkçıların Türklere yönelik saldırılarından sadece bir kaçıdır. Darwin'in ve Hitler gibi faşistlerin mirasçıları olan bu faşist gruplar saldırılarına ve katliamlarına hala devam etmektedirler. Bu insanlıktan çıkmış güruhların eylemlerinin önüne geçmekte ise adli tedbirler yeterli olmamaktadır. Bu zulme kesin olarak dur demenin yolu, adli tedbirlerin yanısıra ciddi anlamda bir fikri mücadele yürütmektir. Irkçılığı bir doğa kanunu olarak gören bu insanların, Darwinist fikirler ilmi olarak çürütülmediği sürece, yaptıkları zulümler de son bulmayacaktır.
40- Burns, Çağdaş Siyasal Düşünceler 1850-1950, s.446; Alaeddin Şenel, Irk ve Irkçılık Düşüncesi, Ankara:Bilim ve Sanat Yayınları, 1993, ss.62-6
41- Carl Cohen, Communim, Fascism and Democracy, New York: Random House Publishing, 1967, ss.408-409
42- www.trueorigin.org/holocaust.ht
43- L.H. Gann, Adolf Hitler, The Complete Totalitarian, The Intercollagiate Review, Sonbahar 1985, s. 24; Henry Morris, The Long War Against God, 8.b. Michigan: Baker Book House, Mart 1996, s. 78
44- K. Ludmerer., Eugenics, In: Encyclopedia of Bioethics, Edited by Mark Lappe, The Free Press, New York, s. 457, 1978; www.trueorigin.org/holocaust.htm
45- G. Stein., Biological science and the roots of Nazism, American Scientist 76(1):s. 54, 1988; Jerry Bergman, Darwinism and the Nazi Race Holocaust, http://www.trueorigin.org/holocaust.htm
46- Adolf Hitler, Mein Kampf, München: Verlag Franz Eher Nachfolger, 1993, s. 44, 447-448; A.E. Wilder Smith, Man's Origin, Man's Destiny, The Word For Today Publishing 1993, s. 163, 164
47- Jerry Bergman, Darwinism and The Nazi Race Holocaust, http://www.trueorigin.org/holocaust.htm)
48- http://www.trufax.org/avoid/nazi.html scientific background of nazizm
49- Henry Morris, The Long War Against God, s. 78; Francis Schaeffer, How Shall We Then Live?, New Jersey, Revell Books, Old Tappan, 1976, s. 151
50- John J. Michalczyk (editor), Nazi Medicine: In The Shadow of The Reich (belgesel film), First Run Features, New York, 1997
51- George Stein, American Scientist, vol. 76, Ocak/Şubat 1988, s. 52
52- Sir Arthur Keith, Evolution and Ethics, 1947, s. 246
53- Robert Clark, Darwin: Before and After, Grand Rapids International Press, Grand Rapids, MI, 1958. s.115
54- J. Tenenbaum., Race and Reich, Twayne Pub., New York, p. 211, 1956; Jerry Bergman, Darwinism and the Nazi Race Holocaust, http://www.trueorigin.org/holocaust.htm
55- Francis Schaeffer, How Shall We Then Live?, Old Tappan, N.J.Revell, 1976, s. 151; Henry M. Morris, The Long War Against God, s. 78
56- Adolf Hitler, Hitler's Secret Conversations 1941–1944, With an introductory essay on The Mind of Adolf Hitler by H.R. Trevor-Roper, Farrar, Straus and Young, New York, s. 117, 1953; Jerry Bergman, Darwinism and the Nazi Race Holocaust, http://www.trueorigin.org/holocaust.htm
57- Daniel Gasman, The Scientific Origins of National Socialism: Social Darwinism in Ernst Haeckel and the German Monist League, New York: American Elsevier Press, 1971, s. 168
58- Henry Morris, The Long War Against God: The History and the Impact of the Creation, Evolution, Conflict, 8.baskı, Michigan: Baker Book House, Mart 1996, s. 81
59- Denis Mack Smith, Mussolini, s. 14
60- John P. Diggins, Mussolini and Fascism, s. 15
61- Çağdaş Liderler Ansiklopedisi, 2. cilt, s. 669
62- James Joll, Europe Since 1870: An International History, Penguin Books, Middlesex, 1990, s. 164
63- Anthony Smith, İnsan, Yapısı ve Yaşamı, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1979, s. 33
64- A.E. Wiggam, The New Dialogue of Science, Garden Publishing Co., Garden City, NY, p. 102, 1922; Jerry Bergman, Darwinism and the Nazi Race Holocaust, http://www.trueorigin.org/holocaust.htm
65- Robert Clark, Darwin: Before and After, Grand Rapids International Press, Grand Rapids, MI, 1958., s. 115-116; Jerry Bergman, Darwinism and the Nazi Race Holocaust, http://www.trueorigin.org/holocaust.htm
66- http://www.trueorigin.org/holocaust.htm
67- Earnst Haeckel, The History of Creation: Or the Development of the Earth and Its Inhabitants by the Action of Natural Causes, Appleton, New York, 1876, s. 170; Jerry Bergman, Darwinism and the Nazi Race Holocaust, http://www.trueorigin.org/holocaust.htm
68- Theodore D. Hall, The Scientific Background of the Nazi Race Purification Program, http://www.trufax.org/avoid/nazi.html
69- http://www.fixedearth.com/hlsm.html
70- Max Nordau, The Philosophy and Morals of War, North American Review 169 (1889):794 cited in hofstadter, social darwinism, s.171)
71- Tempo, 14 Temmuz 1991
72- http://chefsseite.tsx.org/
73- San Francisco Examiner, 1 Nisan 1997