“... Sık sık üzerime soğuk bir ürperti geliyor ve kendi kendime bütün hayatımı bir fanteziye adayıp adamadığımı soruyorum.”(Charles Darwin) Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Cilt. II, New York:D. Appleton and Company, 1888, s. 25
Bir insanın Darwinizm dinini tanıması için ilk önce o güne kadar edindiği bazı önyargıları ve önkabulleri terk etmesi gerekir. Çünkü o güne kadar öğrendikleri, büyük olasılıkla bu dinin gerçek yönlerini ve hedeflerini ortaya koymamakta, sadece insanları etki altına almayı hedefleyen telkinlerin izlerini taşımaktadır. Bugüne kadar insanlara yoğun olarak verilen bu telkine göre Darwinizm, dünyanın "en saygın" bilim adamlarından biri olan Charles Darwin'in ortaya koyduğu ve bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçektir. Oysa bu telkin tamamen bir safsatadan ibarettir. Çünkü bilim, Evrim Yanılgısı bölümünde de özetle göreceğiniz gibi Darwinizm'in tüm temel iddialarını birer birer geçersiz kılmıştır. (Evrim teorisinin bilim karşısındaki çöküşünün detaylarını görmek için Evrim Aldatmacası ve Hayatın Gerçek Kökeni isimli kitaplarımıza başvurabilirsiniz.) Evrim teorisi, hiçbir bilimsel temeli kalmadığı için de, sadece propaganda yöntemlerine dayanmaktadır. Bu propaganda ile, gerçekte eski pagan kültürlerden gelen batıl bir inanış olan evrim düşüncesi, çağımız insanına bilimsel bir gerçek gibi empoze edilmektedir.
Bu nedenle de Darwinizm'i her yönüyle tanımak için öncelikle bu propagandanın etkisinden kurtulup gerçekleri olduğu gibi görebilmek gerekir.
Günümüzde evrim teorisi dendiğinde insanların aklına ilk olarak Charles Darwin gelmektedir. Çünkü her ne kadar canlıların evrimleştiği inancı pek çok eski pagan dinin temelinde olsa bile, evrim kuramını bugünkü haline getiren kişi Darwin'dir. İnsanların Darwinizm dinini tanırken sıyrılmaları gereken önyargılardan en önemlisi de hiç şüphesiz Charles Darwin hakkında 150 yıldır oluşturulan asılsız propagandadır. Çünkü Darwin insanlara yıllardır üstün zekalı, son derece başarılı ve efsanevi bir bilim adamı, objektif bir araştırmacı olarak tanıtılmaktadır. Hatta evrimci çevrelerce "en büyük bilim adamı", "yüzyılın dehası"… gibi sıfatlarla anılması da bu köklü propagandanın bir türevidir. Oysa Darwin'in hayatı ve görüşleri gözönünde bulundurulduğunda, gerçeğin hiç de bu şekilde olmadığı açıkça görülecektir.
Önceki bölümlerde de vurguladığımız gibi Darwinizm dininin kökenleri Darwin'den çok daha eskilere dayanmaktadır. Darwin ise, kökü eski uygarlıklara dayanan, 17. ve 18. yüzyılda farklı bilim adamları tarafından revize edilen evrim anlayışını yeni bir teoriymiş gibi bilim dünyasına sokmuştur. Bu dinin genel öğretilerinin "tebliğ"ini de ilk olarak kendisi yapmış; yakın çevresine, önemli bilim adamlarına gerek konuşmalarında, gerek yazdığı kitaplarda ve kişisel mektuplarında ayrıntılı bir şekilde anlatmıştır. Onun tamamlayamadığı, eksik bıraktığı yerleri de taraftarları ve ondan sonraki takipçileri şekillendirip, anlatmaya devam etmişlerdir.
Charles Darwin
Darwin herkesin düşündüğü gibi ne değerli bir araştırmacı, ne önemli bir bilim adamı, ne de doğanın sırlarını çözen "türlerin efendisi"dir. Pagan evrim dininin kurucusu olan Darwin sadece, protestan bir eğitim almış, tıp eğitimini ise tamamlayamamış, nedeni belli olmayan pek çok hastalıkla boğuşan, konuşmaktan ve tartışmaktan çekinen, kafası çelişkilerle dolu, düzgün mantıklar kurmakta zorlanan, insanlardan kaçan, çalkantılı bir ruh dünyasına sahip amatör bir araştırmacıdır. Yaratılışı inkar etmesine rağmen vicdanının sesini uzun süre bastıramamış, ancak küçük kızının ölümünden sonra duygusal bir tepki göstererek Allah'a ve dine karşı isyankar bir ruh haline girmiş, ortaya attığı ve sonradan "ateizmin temeli" sayılacak teorisini bu sağlıksız ruh hali içinde geliştirmiştir.
Darwin'in adeta kutsal bir kitap gibi değer gören Türlerin Kökeni isimli kitabı da çok sayıda açmaz ve çelişkiyle dolu, birbirinden kopuk bilgilerin sıralandığı, sadece varsayımlara ve tahminlere dayanan bir mantık kurgulamasından öteye gidememektedir. Darwin dahi kendi kitabını bilimsel bir çalışmadan ziyade "uzun bir argüman" olarak tanımlamaktadır. (Bu uzun argüman, sonraki on yıllarda ortaya çıkan bilimsel gelişmeler tarafından da çürütülmüştür.)
Bunun yanında Darwin gerek kitaplarında gerekse arkadaşlarıyla yaptığı yazışmalarında teorisinin zayıflıklarını, tutarsızlıklarını, çelişkilerini ve açmazlarını itiraf etmiş, teorisi hakkında çok ciddi şüpheleri olduğunu, hatta bunları düşünmekten "intihar edecek seviyeye geldiği"ni bir arkadaşına yazdığı mektubunda itiraf etmiştir:
Bana kitabımı soruyorsun ve sana söyleyebileceğim tek şey intihar etmeye hazır olduğum; kitabın çok makul bir şekilde kaleme alındığını düşünüyordum, fakat şimdi tekrar yazılması gerektiğini anladım.27
Hatta bir başka mektubunda içinde bulunduğu durumu "Görüşlerimin, sayısız miktarda zorluklarla dolu olduğunu göremeyecek kadar kör olduğumu sanma..."28 şeklinde açıklamaktadır. Özellikle de arkadaşı Charles Lyell'a yazdığı mektuplarında teorisinden duyduğu kuşkularını çok açık bir şekilde dile getirmektedir:
Charles Lyell
Çeşitli konularla ilgilenen pek çok insanın yıllardır bir illüzyon içinde olduğunu düşünerek oldukça seviniyorum. Sık sık üzerime soğuk bir ürperti geliyor ve kendi kendime bütün hayatımı bir fanteziye adayıp adamadığımı soruyorum... 29
Ayrıca Darwin, ortaya attığı teorinin yanlışlığını ve temelsizliğini de fark etmiş ve şöyle yazmıştır:
Okur yapıtımın (Türlerin Kökeni) bu bölümüne varmadan önce bir yığın güçlükle karşılaşmış olacaktır. Bunların bazıları bugüne dek üzerlerinde belirli bir ölçüde duraksamadan düşünemediğim kadar çetindir.30
Asa Gray
Yakın dostu Asa Gray'a yazdığı bir mektupta ise "Oldukça iyi biliyorum ki spekülasyonlarım meşru bilimin sınırlarının oldukça ilerisine uzanmıştır" diyerek teorisini bilim dışı bir spekülasyon olarak değerlendirmiştir.
Charles Darwin'in içinde bulunduğu çelişkili ruh hali ve sağlıksız mantık yapısı sonraki bazı bilim adamlarının da dikkatini çekmiştir. Çünkü tüm dünyaya mutlak bir gerçek olarak sunulan bir teorinin kurucusunun kafasının çelişkiler ve derin kuşkularla dolu olması, teorinin üzerine kurulduğu temeller hakkında da çok ciddi şüpheler doğurmaktadır. Amerikalı fizikçi Lipson, Darwin'in bu korkuları hakkında şu yorumu yapar:
Türlerin Kökeni'ni ilk okuduğumda Darwin'in genelde sunulan tablonun aksine, kendisinden pek de emin olmadığını fark etmiştim. "Teorinin Zorlukları" başlıklı bölüm, örneğin, çok belirgin bir güvensizlik yansıtmaktadır. Bir fizikçi olarak, gözün nasıl ortaya çıkmış olabileceği yönündeki yorumları karşısında şaşkınlığa düştüm.31
Peki Darwin kendi deyimiyle "bu fantezi"ye ne zaman gönül vermişti? Darwin çocukluk döneminde uzun bir din eğitimi almıştı. Bu nedenle de eski uygarlıkların inanışları, öğretileri ve dinler tarihi konusunda bilgi sahibiydi. Ama öte yandan, içinde yaşadığı yüzyıldaki pozitivist ve materyalist düşüncelerden de çokça etkilenmişti. Özellikle de dedesi Erasmus Darwin'in din karşıtı düşünceleri Darwin üzerinde çok köklü etkiler oluşturmuştu.
Genç Charles Darwin'i din-dışı ve hatta din-karşıtı yapan en önemli etken, dedesi Erasmus Darwin'di. Genç Charles Darwin, dedesinin fikirlerini küçüklüğünden beridir dinler ve bunlardan şiddetle etkilenirdi.32
Erasmus Darwin
Erasmus Darwin, aslında "evrim" fikrini İngiltere'de ortaya atan ilk kişiydi. Fizikçi, psikolog ve şair sıfatlarını üzerinde taşıyordu ve oldukça etkili bir insandı. Ancak oldukça karanlık bir özel hayatı ve en az iki gayrı-meşru çocuğu vardı.33
Erasmus Darwin'in en önemli özelliği ise, İngiltere'nin en önde gelen bir kaç "natüralist"inden biri olmasıydı. Natüralizm, evrenin varlığının özünün doğada olduğuna inanan, Allah'ın yaratışını kabul etmeyen ve bizzat doğayı yaratıcı sayan batıl bir düşünce akımıydı. Aslında fikri kökenlerini Eski Sümer ve Yunan efsanelerinde bulan natüralist felsefeyi en çok savunanların başında ise, masonluk örgütü geliyordu.
Bu gerçek, Katolik aleminin dini lideri Papa XIII. Leo'nun masonluğu hedef alan 1884 tarihli ünlü Humanum Genus adlı fermanında özellikle vurgulanıyordu. "Zamanımızda Masonluk isimli, çok yaygın ve kuvvetli bir örgüte sahip bir derneğin desteği ve yardımıyla, karanlık kuvvetlere tapanlar olağanüstü bir gayret içinde birleşmiş durumdalar. Bunlar artık niyetlerini gizleme ihtiyacı duymadan Allah'ın Yüksek Varlığı ile mücadele etmektedirler" diyen Papa, örgütün natüralizmle olan ilişkisini de şöyle açıklıyordu: "Masonların istekleri ve bütün çabaları aynı amaca yönelmektedir: ... Her türlü sosyal ve dini disiplini tamamen yıkmak ve yerine prensiplerini natüralizmden alan ve kendi fikirlerine göre şekillenmiş yeni kuralları oturtmak".34
İşte eski putperest dinlerden kaynak bulan ve Allah inancını ortadan kaldırmayı hedefleyen natüralizm felsefesinin ve bunu benimseyen mason örgütünün 18. yüzyıl İngilteresi'ndeki en büyük temsilcisi, Charles Darwin'in dedesi olan Erasmus Darwin'di.
Robert Darwin
Erasmus Darwin, İskoçya Edinburgh'daki ünlü Canongate Kilwining mason locasının üstadlarından biriydi.35 Dahası, Fransa'daki Jakoben masonlarla ve din düşmanlığını bir numaralı görev haline getiren masonik İllüminati örgütüyle de bağlantısı vardı.36 Erasmus, oğlu Robert Darwin'i de (Charles Darwin'in babası) kendisi gibi yetiştirmiş ve mason localarına üye yapmıştı.37 Bu nedenle Charles Darwin, hem dede, hem de baba tarafından masonik bir miras devralacaktı.
Charles Darwin'in teorisinin ana hatları, gerçekte dedesi Erasmus Darwin tarafından belirlenmişti. Erasmus Darwin'in natüralist çalışmaları, Charles Darwin'e yol gösterecek nitelikteydi. Erasmus Darwin, kurduğu sekiz dönümlük botanik bahçede yaptığı araştırmalarla Darwinizm'e temel teşkil edecek mantıkları geliştirmiş ve bunları The Temple of Nature (Doğa Tapınağı) ve Zoonomia adlı kitaplarında toplamıştı. Erasumus Darwin'in kitabına isim olarak kullandığı "Doğa Tapınağı" kavramı, gerçekte sahip olduğu natüralist inancın bir ifadesiydi: Doğanın yaratıcı bir güce sahip olduğuna inanan eski putperest inançların bir tekrarıydı bu.(Allah'ı tenzih ederiz.)
Öte yandan da 1784 yılında, bu fikirlerin yayılmasına öncülük edecek bir dernek kurmuştu: Philosophical Society. Nitekim gerçekten de Philosophical Society, on yıllar sonra Charles Darwin tarafından ortaya atılan kuramın en büyük ve ateşli destekçilerinden biri olacaktı.38
Kısacası, Charles Darwin'in eski putperest kültürlerden kalan bir efsane olan "evrim" fikrine inanmasının temelinde, bir mason ve natüralist olan dedesi Erasmus Darwin'in büyük rolü bulunuyordu. Charles Darwin, "Doğa Tapınağı" kitabının yazarı olan dedesi aracılığıyla, doğaya tapınmaya dayalı putperest inançları benimsemiş ve teorisini bu zihniyet üzerinde kurmuştu.
Darwin'in teorisinin çıkış yeri ise Galapagos Adaları oldu.
Okyanusun ortasında yemyeşil bir takımadayı ziyaret ettiğinizi düşünün. Ana karadan binlerce kilometre uzak olan bu küçük kara parçasında dünyanın hiçbir yerinde göremeyeceğiniz güzellikte, çeşitlilikte ve zenginlikte bitkiler ve hayvanlar var. Kuşların her biri ayrı renklere, görünümlere hatta farklı seslere sahipler. Daha önce dünyanın hiçbir yerinde rastlamadığınız çeşit çeşit canlılar yaşıyor. Böyle bir yerde bulunsaydınız ve bu muhteşem tabloyu seyretseydiniz, canlılara baktığınızda ne düşünürdünüz?
Muhtemelen renkler, canlılık, çeşitlilik karşısında büyük bir hayranlık duyar ve bu kadar çok canlının nasıl meydana geldiğini kendinize sorardınız. Ardından ulaştığınız sonuç, büyük bir okyanusun ortasında küçücük bir kara parçası üzerinde çok mükemmel yaratılış delilleri sergilendiği olurdu. Nitekim normal bir anlayışa ve bilgiye sahip olan her insan, biraz önce tarif edilen mekana gittiğinde ve bu canlılarla karşılaştığında, her birinin yaratılışında bir olağanüstülük olduğunu fark edebilir.
Sağ üst: Darwin'in yolculuk yaptığı Beagle isimli geminin temsili resmi
Altta: Darwin'in teorisini ortaya attığı Galapagos Adaları
Oysa doğada gördüğü bu mucizevi çeşitlilik Darwin'i, pek çok insanın aksine, tüm varlıkların rastlantı eseri meydana geldiği sonucuna götürmüştür. O, tüm bunları yaratan Allah'ın sonsuz kudretini takdir edememiştir. Evrendeki sanattan etkilenmesi ve bir araştırmacı olarak bu gerçeği hemen anlayabilmesi gerekirken, Darwin'de bu mantık tam tersine işlemiştir. Kuşkusuz bu, onun mantık bozukluğunu gözler önüne sermektedir.
İşte böyle bir mantık bozukluğuna sahip olan Darwin, beş yıl süren yolculuğu esnasında, çoğu batılının daha önce karşılaşmadığı canlılarla karşılaştı. Özellikle de Galapagos adalarında yeni türlerle yüzyüze geldi.
Galapagos adaları özellikle kuş ve sürüngen türlerinin ağırlıklı olarak bulunduğu, birçok canlı türünün yaşadığı bir bölgedir ve dolayısıyla buraya giden bir bilim adamının inceleyebileceği sayısız canlı türü bulunmaktadır. Darwin yolculuğu sırasında bu canlıların binlercesini toplayıp ispirtoda saklamasına rağmen, özellikle farklı ispinoz türlerine dikkat etmiş ve bu canlıların gagalarındaki yapısal farklılıkları inceledikten sonra, teorisini şekillendirmeye başlamıştır.
Gerçekte Darwin'in yaptığı şey, elindeki bir bulguyu abartarak, tamamen hayali spekülasyonlara malzeme yapmaktır. İspinozlar arasında, genetik havuzlarının izin verdiği ölçüde bir çeşitlenme (varyasyon) olduğu doğrudur. Ama bu durum, ispinozların bir başka kuş cinsinden evrimleştikleri veya bir başka cinse dönüşebilecekleri anlamına gelmez. Nitekim çağımızdaki evrimciler de, Darwin'in ispinoz gagaları gibi varyasyan örneklerinden yola çıkarak ortaya attığı iddiaların, bilimsel olmayan abartılı bir varsayım olduğunu kabul etmektedirler.39
Gerçekten de ispinozların gagalarının çeşitliliğini inceleyerek tüm canlı türlerinin kökenine; örneğin dev boyutlu balinaların, farklı görünümleriyle fillerin, muhteşem uçuş yeteneği ile sineklerin, kanatlarındaki olağanüstü simetri ile dikkat çeken kelebeklerin, denizaltında yaşayan birbirinden çok farklı balıkların, kabuklu deniz canlılarının, kuşların, sürüngenlerin ve en önemlisi de akıl ve şuur sahibi insanın nasıl var olduğuna yönelik bir çıkarım yapmak, akıl ve bilim yoluyla düşünen insanın benimsemeyeceği bir davranıştır.
Darwin, ispinozların farklı gagaları olmasını doğal seleksiyonun bir delili olarak öne sürmüştür. Fakat bugün bilim göstermiştir ki, bu bir tür içindeki çeşitlilikten başka birşey değildir. Ve evrime de delil teşkil etmez.
Kaldı ki bir bilim adamının canlıları incelediğinde görmesi gereken tek konu varyasyon değildir. Aksine, canlılıktaki olağanüstü yaratılış çok daha temel ve önemli bir konu olarak bilim adamının karşısındadır. Örneğin gerçek bir bilim adamı, ispinoz kuşlarını incelediğinde ilk olarak bu canlıların nasıl olup da kusursuz bir uçma mekanizmasına sahip olduklarını düşünür. Kuş kanatlarını kusursuzca var edenin, onları mükemmel bir teknoloji ile inşa edenin kim olduğunu sorar. Tek bir kuş tüyündeki aerodinamik özelliği, uçmaya elverişli olarak hafif ve esnek yapıyı, tüyleri birbirine bağlayan milyarlarca küçük kancanın nasıl var olduğunu araştırır.
Kuş tüyleri, yaratılışa açık bir delil teşkil eden, son derece kompleks bir yapıya sahiptirler.
İşte açık bir şuurla, fikri saplantılardan uzak bir şekilde düşünen bir bilim adamı bu önemli soruların cevabını arar. Ve tüm bu araştırmalarının, düşüncelerinin sonucunda çok açık ve kesin olan bir gerçeği görür: Bu kusursuz yaratılış delilleri, eşsiz güzellikler ve saymakla bitirilemeyecek kadar çok olan çeşitlilik, Allah'ın yaratmasının eserleridir.
Tavus kuşu tüylerindeki sanat, yaratılışın milyonlarca delilinden biridir
Darwin'in ve onun yolunu izleyen evrimcilerin bu gerçeği gözardı etmelerinin nedeni ise, inandıkları materyalist felsefe ve bu felsefeye olan psikolojik bağlılıklarıdır. Bu durum, Darwin'de çok belirgin bir biçimde gözlemlenmektedir. Gözün yapısı ve tavuskuşu tüyleri hakkında yaptığı yorum, bu konuda açıklayıcı bir örnektir. Aklını kullanmayan, özgür bir vicdanla düşünen insan, tavuskuşunun tüylerindeki gözalıcı estetiğe hayran olur ve bu güzelliği yaratanı düşünür. Ancak bakın, Darwin tavuskuşunun tüyleri ile ilgili neler düşünmektedir:
Gözü düşünmek çoğu zaman beni teorimden soğuttu. Ama kendimi zamanla bu probleme alıştırdım. Şimdilerde ise doğadaki bazı belirgin yapılar beni çok fazla rahatsız ediyor. Örneğin bir tavuskuşunun tüylerini görmek beni neredeyse hasta ediyor.40
Kuşkusuz tek başına bu örnek bile Darwin'in bilime ve doğada karşılaştığı varlıklara karşı olan önyargılı bakış açısının bir göstergesidir. Anlaşılan Darwin, Galapagos adalarında karşılaştığı canlıların büyük bir bölümünden dolayı da adeta "hasta olmuş" ve onları "ispirtoda saklamakla" yetinmiş, ama onlarda gördüğü olağanüstü özellikler üzerinde düşünmek istememiştir.
Oysa bir insanın tüm evrende var olan yaratılış delillerini görebilmesi için Galapagos adalarına gitmesine de gerek yoktur. İnsan kendi bedeninden başını hafifçe kaldırıp baktığı gökyüzüne kadar her yerde Allah'ın varlığının, gücünün, aklının ve ilminin sayısız delilini görebilir.
Örneğin Darwin'i teorisinden soğutan göz bu sayısız delilden sadece biridir. Göz, tesadüfler sonucunda oluşamayacak kadar kompleks ve kusursuz bir yapıya sahiptir. 40 ayrı organelden oluşan gözün önemli bir yönü, "indirgenemez komplekslik" olarak adlandırılan bir özelliğe sahip olmasıdır. Bunun anlamı şudur; gözün işlev görebilmesi için bu 40 organelin her birinin aynı anda birarada olması gerekir. Bunların biri olmasa göz hiçbir işe yaramaz. Bu 40 ayrı parçanın her biri de kendi içlerinde kompleks yapılara sahiptir. Örneğin gözün arka kısmındaki retina tabakası 11 ayrı katmandan oluşur. Bu katmanlardan biri kan damarı ağıdır. Vücudun en yoğun damar ağını oluşturan bu tabaka ışığı yorumlayan retina hücrelerinin oksijen ihtiyacını karşılar. Diğer tabakaların her birinin ise ayrı görevleri vardır. Hiçbir evrimci bu denli kompleks bir organın nasıl oluştuğu sorusuna makul cevap verememektedir. Çünkü göz, Allah'ın kusursuz yaratışının delillerinden biridir. Kuran'da bildirildiği gibi;
O Allah ki, yaratandır, (en güzel biçimde) kusursuzca varedendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)
Soldaki resimde yalnızca 22 parçası görülen göz, aslında 40 parçadan oluşan muhteşem bir yaratılışa sahiptir.
Darwin'e körü körüne inananların ve onu "türlerin efendisi" ilan edenlerin, hayatlarını Darwinizm'i savunmaya adayanların, onun buraya kadar anlattığımız yönlerini de mutlaka gözönünde bulundurmaları gerekmektedir. Bu insanlar şunu görmelidirler: Darwin'in teorisi; dedesinden öğrendiği "Doğa Tapınağı" masallarının etkisine, amatör biyoloji bilgisi yüzünden vardığı hatalı çıkarımlara, bu hatalı çıkarımlara dayandırılan spekülasyonlara, yaratılış gerçeğini reddetmeye dayalı koyu bir önyargıya ve 19. yüzyılın ateizmi bilim zanneden yüzeysel kültürüne dayanmaktadır. Eski putperest kültürlerden devşirilen bu senaryo, Aristo'nun ilkçağlarda öne sürdüğü batıl bir inanış olan Scala Naturae'nin yerini almıştır.
Philip E. Johnson
Bu batıl dinin hala ısrarla savunulmasının tek gerçek nedeni ise, gerçek dinin temeline, yani Allah inancına karşı bir propaganda malzemesi olarak görülmesidir. Evrim teorisine getirdiği eleştirilerle ve yayınladığı kitaplarla akademik çevrelerde çok saygın bir yere sahip olan Chicago Üniversitesi profesörlerinden Philip E. Johnson, evrim teorisinin günümüzde batıl bir din olarak aldığı yeri açıklarken, "…Darwinizm'in kabul edilmesi Allah'ın varlığının inkar edilmesi anlamına geliyordu ve sonuç olarak Allah'ın vahyine dayalı dinin yerine evrimsel natüralizme dayalı yeni bir inanç oluşturuldu.." demektedir.41 Johnson Darwinizm'in bu işlevini bir diğer kitabında ise şöyle açıklar:
Modern bilimin liderleri, kendilerini bir Yaratıcı'nın var olduğunu ve bu dünyadaki olaylarda rol oynadığını kabul edenlere karşı girişilen bir savaşın öncüleri olarak görmekteler... Darwinizm ise, bu savaşta yeri doldurulamaz bir ideolojik rol oynamaktadır. İşte bu nedenle, bugün bilim çevreleri, Darwinizm'i test etmeyi değil, ne olursa olsun korumayı kendilerine amaç edinmişlerdir. Bilimsel araştırmaların kuralları da, bu ideolojiyi doğrulayacak şekilde belirlenmektedir.42
Philip E. Johnson'ın da ifade ettiği gibi o dönemden itibaren tüm maddeci felsefeler evrim teorisinde kendisine dayanak bulmuş ve dine karşı yürütülen tüm propaganda faaliyetleri Darwinizm'den güç bulmuştur. Bu nedenle de Darwinizm'in yaşatılması, dine düşman olan güçlerin en öncelikli hedeflerinin başında gelmektedir. Nitekim hangi ülkeye bakılırsa bakılsın, Darwinizm'in en önde gelen savunucularının aynı zamanda dine ve dindarlara düşman olan çevreler olduğu açıkça görülebilir.
Türlerin Kökeni kitabı Darwinciler tarafından adeta bir kutsal kitap gibi korunur, bu kitaba sanki bir kutsal kitapmış gibi saygı duyulur. Oysa önceki sayfalarda da incelediğimiz gibi Türlerin Kökeni Darwin'in gözlemlerini, kuşkularını, çelişkilerini, karanlık ruh halini bir kurgu içinde sunduğu çok kalın bir çelişkiler yığınıdır. Kitap bilimsel bir çalışma değildir, bir mantık yürütme üzerine kuruludur. Hatta Charles Darwin dahi kitabının bilimselliği konusunda çok ciddi şüpheler içindedir. Bir önceki bölümde de ifade ettiğimiz gibi kafası son derece karmaşık olan Darwin, arkadaşı J. D. Hooker'a yazdığı mektubunda "Türlerin Kökeni'nin yayınlanmasının ardından o kadar çok şey yayınlandı ki, bu bilgileri değerlendirip bir bütün haline dönüştürme gücüne ve akıl yeteneğine sahip olduğumdan şüphe ediyorum"43 demekte, ama onun tüm itiraflarına rağmen Darwinistler bu kitaba hala çok büyük önem vermektedirler.
Darwin'in Türlerin Kökeni kitabı
Bu kitabın içeriği hakkında bir başka açıklayıcı bilgiyi Charles Darwin'in en yakın dostlarından olan A. Sedgwick'in yazdığı bir mektup vermektedir:
Bazı bölümlerine hayranlık duydum. Bazı bölümlerine ise karnım ağrıyana kadar güldüm. Okuduğum diğer bölümler bana büyük bir acı verdi. Çünkü bunların tamamen yanlış ve zarar verici olduklarını düşünüyorum… Çıkardığın sonuçların büyük bir bölümü, bazı tahminlere dayanıyor… Doğal seleksiyonu, seçici bir organ tarafından bilinçli olarak yapılmış birşey gibi yazmışsın.44
Kitap, pek çok mantık hatası, akıl dışı varsayımlar ve çözülemeyen saptamalar üzerine kurulu olmasına rağmen bugün bile hala genelde eleştirilmez, her zaman el üstünde tutulur. Bunun nedeni içerdiği bilgilerden ziyade, bu kitaba yüklenen görev ve anlamdır. Türlerin Kökeni materyalist ve ateist felsefelerin temel dayanağını oluşturduğu için bu inanca sahip insanlar tarafından çok özel bir yere konmaktadır. Çünkü Türlerin Kökeni dünya üzerinde, maddeci bir hayat anlayışı üzerine kurulu olan tüm ideolojiler, sapkın inanışlar, batıl dinler için çok büyük bir önem teşkil etmiş, adeta bir kurtarıcı olarak görülmüştür. Günümüzde birçok insan bu kitabı hiç okumamış olmasına rağmen, pek çok eğitim kurumu bu kitaba modern düşüncenin temel dayanağı olarak bakmaktadırlar. Jack Barzun Türlerin Kökeni'nin taşıdığı önemi şu şekilde tanımlamaktadır:
Şüphesiz hem doğal seleksiyona inananlar hem de inanmayanlar, Darwinizm'in bir ortodoksi gibi başarı elde ettiği ve çok sayıda bilimsel, felsefi ve sosyal hareketleri harekete geçirici bir eser olduğu konusunda hemfikirdirler. Darwin bir kahin olmuştu, Türlerin Kökeni de evrimin dünyayı hareket ettirdiği sabit bir noktadaydı.45
Her ne kadar bilimsel gelişmeler Türlerin Kökeni'nin, sıradan ve günümüz bilim dünyası için geçerli olmayan bir kitap olduğunu kanıtlamışsa da, Darwin ve kitabı aynı şekilde yüceltilmeye devam etmektedir. Oysa kitap incelendiğinde, gerçekte amatör bir
Henry M. Morris ve evrimcilerin dine karşı verdiği sapkın savaşı eleştiren The Long War Against God isimli kitabı
doğabilimcinin hatalı çıkarımlarından ve spekülasyonlarından ibaret olduğu görülmektedir. Henry M. Morris The Long War Against God isimli kitabında Türlerin Kökeni'nin bilimden ne kadar uzak olduğunu şöyle anlatır:
Okuyucu tüm kitapta (Türlerin Kökeni) evrime dair herhangi bilimsel bir delili boş yere arar... Hiçbir yerinde kanıt verilmemiştir. Doğal seleksiyon ile türediği bilinen hiçbir yeni tür adı belirtilmemiş, hiçbir ara geçiş formu gösterilmemiş, hiçbir evrim mekanizması belgelenmemiştir. Aslında tüm kitapta dikkati çeken kanıttan yoksunluktur. Tamamen spekülasyon, özel mazeretler, o döneme ait varsayımlar. Türlerin Kökeni'ndeki delil ya da argümanlardan hiçbiri diğer evrimciler tarafından bile modern eleştirel analizler altında savunulmamıştır. Böyle bir kitabın kendisinden sonraki insan yaşamı ve düşüncesi tarihinde bu kadar büyük bir etki oluşturmuş olmasına sadece şaşırılır. Burada gözle görünenden fazla bir şeyler olmalı!46
Henry Morris'in de söylediği gibi Türlerin Kökeni'nin insanlık tarihi üzerinde yaptığı bu büyük etkinin altında çok daha farklı nedenler vardır. Çünkü bilimsel bir çalışmanın –doğru olsun ya da olmasın- bu derece büyük bir tutkuyla ve fanatizmle savunulduğu tüm bilim tarihi boyunca görülmemiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Newton'un, Einstein'ın bilim dünyasında çığır açan buluşlarının arkasında bu tip fanatik taraftarlar bulunmamaktadır. Çünkü burada karşımıza çıkan bir bilimsel kuram değil, insanlara birçok telkin yöntemi kullanılarak kabul ettirilmeye çalışılan bir batıl dindir. Darwin bu batıl dinin kurucusudur ve elinde evrimciler tarafından adeta kutsal sayılan kitabı vardır.
İnsanların büyük bir bölümü Allah'ın vahyine dayalı hak dine inanırken, kimileri de kendilerinin ya da yaşadıkları toplumların ortaya çıkardıkları batıl dinlere inanır, totemlere tapar, güneşe dua eder, UFO'lardan yardım beklerler. (Allah'ı tenzih ederiz.) Daha önce de belirttiğimiz gibi, batı literatüründe bu insanlar "pagan" (putperest) olarak adlandırılırlar. Şu ana kadar incelediklerimiz ışığında değerlendirdiğimizde, evrim teorisi de bu pagan dinlerden biridir ve bu dinin pek çok ilahı vardır.
Darwinizm'in putlarından en önemlisi "tesadüf putu"dur. Hangi Darwinist eseri okursanız okuyun aynı puttan, bu putun gücünden, kabiliyetlerinden, tecrübelerinden ve ileri görüşlülüğünden bahsedildiğini görürsünüz. Çünkü Darwinistler evrenin ve evrende var olan tüm canlı ve cansız varlıkların tesadüfler sonucunda ortaya çıktıklarına inanırlar. "Tesadüf putu", Darwinizm'in özüdür, hayat damarıdır. İlginç olansa isimlerinin önünde "bilim adamı" sıfatı bulunan bazı Darwinistlerin de aynı puttan bahsetmeleri ve bu pagan dinin öğretilerini dile getirmeleridir. Örneğin kendisi de koyu bir evimci olan Fransız zoolog Pierre Paul Grassé "... Tesadüf (evrimciler arasında), ateizm görüntüsü altında kendisine gizlice tapınılan bir tür ilah haline gelmiştir."47 diyerek bu gerçeğe dikkat çekmiştir.
Bu put Darwinizm gibi daha pek çok putperest dinde de karşımıza çıkmaktadır. Yunan dinlerinde, Çin ve Hint dinlerinde canlıların ortaya çıkışı yine aynı "tesadüf putu"yla açıklanmaktadır. Eski Mezopotamya dinlerinde de aynı şekilde çeşitli putlara tapılmakta, birer madde yığını olan bu putlardan medet umulmakta ve içlerinde çok büyük güçler barındırdıklarına inanılmaktaydı. Fakat geçmiş dinlerdeki bu putun Darwinizm'in "tesadüf putu"ndan bir farkı vardı; çünkü bu dinlerdeki inanışa göre canlılığı oluşturanlar kör tesadüflerdi. Örneğin canlıların oluşması bir nehir taşmasını ya da bir felaketi beklemek durumundaydı. Yeni organların ya da canlı türlerinin oluşumu da yine aynı doğal felaketleri, ısının ani değişimlerini ya da yüksek oranlarda radyasyonun açığa çıkmasını beklemek zorundaydı. Oysa Darwinizm'in "tesadüf putu" bu putlardan çok daha farklıdır; o şuurlu ve öngörü sahibi bir puttur!
Darwinizm putunun her yaptığı bir hesap üzeredir. Hiçbir işini kör tesadüflere, başıboş süreçlere bırakmaz. Herşeyi düşünebilir, her adımını önceden hesaplayabilir. Bu "tesadüf putu" o kadar ileri görüşlüdür ki, en küçük organizmalardan başlayarak yeryüzünde var olan tüm canlı türlerini oluşturabilir, onların gereksinim duyacakları her türlü ayrıntıyı milyonlarca yıl öncesinden düşünüp tasarlayabilir, hatta milyonlarca yıl sonra oluşabilecek her türlü olayı bilir, onlara göre tedbirler alır, hiçbir ayrıntıyı atlamaz.
"Tesadüf putu" tüm bunları yaparken pek çok yöntem kullanır ve bunlardan en önemlilerinden biri de mutasyondur.
Mutasyonun anlamı canlı hücresinin çekirdeğinde bulunan ve genetik bilgiyi taşıyan DNA molekülünde, radyasyon veya kimyasal etkiler sonucunda meydana gelen kopmalar ve yer değiştirmelerdir. Mutasyonlar çoğu zaman hücrenin tamir edemeyeceği boyutlarda birtakım hasar ve değişikliklere sebep olurlar. Örneğin tıp kitaplarında "mutasyon örneği" olarak anlatılan mongolizm, cücelik, orak hücre anemisi gibi zihinsel ya da bedensel bozuklukların ya da kanser gibi hastalıkların her biri, mutasyonların tahrip edici özelliklerini ortaya koymaktadır. Mutasyon canlıları gelişmişe ve mükemmele götüren bir sihir değildir ve net etkisi zararlıdır. Yani meydana getirdiği değişiklikler ölüler, sakatlar ve hastalardır. Bu gerçek pek çok bilim adamı tarafından dile getirilmektedir. Hatta bilim adamları mutasyonu "bir şehre yıkım getiren depremlere"48 benzetirler.
Normalde mutasyonların sonuçları hep olumsuzken, Darwinizm dininin en önemli putu olan "tesadüf putu"nun mutasyonu her nasılsa sık sık düzgün ve olumlu sonuçlar çıkarır! Ve bu putun ortaya çok ihtişamlı güzellikler, kusursuz canlılar, görkemli düzenler çıkardığına inanılır. Örneğin "tesadüf putu" tek bir insan vücudundaki yüz trilyon hücreyi de hatasız ve eksiksiz olarak meydana getirebilir. Aynı bir fabrika gibi çalışan, enerji, enzim ve hormon üreten, ürettiği tüm ürünlerle ilgili bilgileri çekirdeğindeki bilgi bankasında saklayan, bölgeler arasında hammade ve ürün nakli yapan, dışarıdan gelen her türlü maddeyi ayrıştıran laboratuvar ve rafineri sistemlerine ve dışarı çıkıp-giren her türlü maddeyi kontrol eden hücre zarı gibi bir kontrolöre sahip olan bu hücreleri meydana getirirken "tesadüf putu", asla hata yapmaz, planlarında aksaklık oluşmaz.
"Tesadüf putu"nun bu eşsiz (!) gücünün örneklerini saymakla bitiremeyiz. Örneğin aynı put tüm canlıların yaşamını kalp ve dolaşım sistemine bağlarken, kalbin işlev görebilmesi için kanı vücudun her zerresine taşıyacak bir atardamar sistemi de var etmiştir. Tabii bunu yaparken dağılacak bu kanı toplayacak bir toplardamar sistemini kesinlikle unutmamıştır. Bu arada karbondioksitle kirlenen bu kanı temizlemek için akciğer ya da solungaçları da bu sisteme eklemiş ve tüm sistemi kalbe bağlamıştır. Tabii kanı diğer atıklardan temizlemek için mutlaka böbreklerin olması gerektiğini bilmiştir ve onu da hemen var etmiştir…
Eğer devam edersek bu liste uzar gider. Bir canlının yaşamını sürdürmesi için çok sayıda organın, tam ve eksiksiz biçimde ve aynı anda var olması gerekmektedir. Bunların tekinin bile çalışmaması o canlıyı birkaç dakikada ya da en fazla birkaç günde öldürür. Fakat evrimcilerin iddiasına göre "tesadüf putu", son derece şuurlu, dikkatli, hatasız ve kusursuz şekilde bu saydığımız ve burada sayamadığımız binlerce detayı düşünmüş, tasarlamış ve oluşturmuştur.
"Tesadüf putu" bunun yanında bu kitapta maddeleyerek dahi sıralayamayacağımız kadar uzun bir süreçten sonra insanı var etmiştir. Fakat insanı var etmekle de yetinmeyip onun -ve onun binlerce nesil sonraki akrabalarının da- ihtiyaç duyabilecekleri her türlü ayrıntıyı düşünmüştür. Canlı olan herşeyin binlerce yıllık sistemini de planlamış, çok uzun vadeli ve ince planlar yapmıştır. Gelecek nesillerin ihtiyaçlarını düşünerek binlerce sene öncesinden buğdayı var etmiştir ve yine gelecek nesillerin enerji ihtiyacını düşünerek petrolü var etmiştir. Bir enerji kaynağı olarak Güneş'i var ederken, insanları bu güneşin zararlı ışınlarından koruyacak atmosfer tabakalarını da var etmeyi unutmamıştır. İnsanın tüm vücut sistemlerini nefes alıp verme üzerine kurarken, aynı anda da nefes alması için gereken atmosferi var etmiştir. Dünya üzerinde öyle bir sistem var etmiştir ki, her birinin varlığı diğerinin varlığına dayanmaktadır. Oksijenin varlığını bitkilere, bitkilerin varlığın suya, suyun varlığını atmosferdeki ısıya, bütün bu sistemleri dünyanın dönüşüne, bunu gökcisimlerinin birbirlerini çekim kuvvetine, güneşle aya uzaklığına ve daha milyonlarca ayrıntıya bağlamıştır. Her canlı bir diğeriyle beslenir, biri olmadığı zaman diğeri de zarar görür. Ama evrimcilere göre inandıkları "tesadüf putu" o kadar şuurlu bir puttur ki, hiçbir ayrıntıyı unutmamış, hiçbir açık bırakmamıştır.
"Tesadüf putu" tüm bunların yanısıra, zaman içinde milyonlarca canlı türü var etmiş ve her bir canlıyı muhteşem özelliklerle bezemiştir. Bu, evrimcilerin inancına göre öyle bir puttur ki her istediğini yapabilir. Göz yapmak ister yapar, kulak yapmak ister hemen yapar. Her istediğini en mükemmel şekilde tasarlar ve neyi nasıl yapacağını çok iyi bilir. Örneğin bir göz var etmek istediği zaman bütün ayrıntıları önceden hesaplar ve hatasız sonuçlar alır. Nitekim daha ortada göz yokken, hatta görmek diye bir kavram yokken, önce kafatası içinde iki boşluk oluşturmuştur, sonra bu boşlukların içine içi ışığı geçiren bir sıvıyla dolu iki küre yerleştirmiştir. Daha sonra bu sıvıların ön tarafına ışığın da kolaylıkla kırılmasını sağlayan ve ışığı gözün arka duvarında odaklayan iki mercek koymuştur. Daha sonra yine gözün etrafa bakabilmesi için göz kasları oluşturmuştur. Bu kadarla da bitmemiş, gözün arka duvarında, ışığı algılayabilecek retina tabakası, gözü beyne bağlayacak sinirler, gözün kurumamasını sağlayacak gözyaşı bezleri ve gözü toz ve benzeri yabancı maddelerden koruyacak iki göz kapağı ve kirpik oluşturmuştur. İşte Darwinizm'in "tesadüf putu", normal şartlarda ortaya, sakatlar, hastalıklar çıkaran ve bir canlı üzerinde hiçbir zaman olumlu sonuç vermeyen mutasyon mekanizmasının da yardımıyla böyle kusursuz organlar oluşturmuştur!
Evrimciler, taptıkları "tesadüf putu"nun, resimde görülen bütün bu muhteşem varlıkları yaratma gücüne sahip olduğunu iddia ederler. Batıl inançlarına göre bu, öylesine maharetli bir puttur ki, gözü çok estetik ve güzel yapabildiği gibi, önceden göz için gereken iki göz çukurunu da açmayı unutmamıştır. Yine bu batıl inanca göre "tesadüf putu" o kadar akıllı ve bilgilidir ki, sözde meyveleri ve sebzeleri canlıların bütün ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yaratabilmiştir.
Ayrıca evrimcilerin inancına göre Darwinizm'in bu putunun bir başka önemli özelliği yaptıklarında bir estetik kaygısının bulunmasıdır. Canlı yada cansız bir varlık meydana getirirken bunun renginin, görüntüsünün, tadının, kokusunun, şeklinin son derece estetik ve uyumlu olmasına çok dikkat eder. Bir meyve ya da sebze var ederken tadını, kokusunu, şeklini, vitaminini, mineralini, karbonhidratını, şekerini, kalorisini hesap edip ona göre var edebilir. Çileği yapmakla kalmayıp, onun hoş kokusunu ve içaçıcı görüntüsünü de hesaplar. Tabii bu arada insanda da tat ve koku alma duyularını buna göre ve bunlardan zevk alır şekilde var eder. Evrim teorisine inanmasına karşın Darwinizm'i eleştiren dünyaca ünlü Fransız zoolog Pierre-Paul Grassé, Evolution of Living Organisms (Organizmaların Evrimi) isimli kitabında Darwinizm ve tesadüf kavramını şu şekilde sorgulamaktadır:
Tesadüfe dayalı mutasyonların havyanların ve bitkilerin ihtiyaçlarının karşılanmasını sağladığına inanmak gerçekten çok zordur. Ama Darwinizm bundan fazlasını da ister: Tek bir bitki, tek bir havyan, binlerce ve binlerce tam olması gerektiği şekilde faydalı tesadüflere maruz kalmalıdır. Yani mucizeler sıradan bir kural haline gelmeli, inanılmaz derecede düşük olasılıklara sahip olaylar kolaylıkla gerçekleşmelidir. Hayal kurmayı yasaklayan bir kanun yoktur, ama bilim bu işin içine dahil edilmemelidir.49
Michael Denton ve kitabı, Evolution: A Theory in Crisis (Evrim: Kriz İçinde Bir Teori)
İşte Darwinizm dininin özünü bilime ve akla aykırı olan bu saçma batıl inanış oluşturmaktadır. Gerçekte insan aklı, hiçbir kompleks varlığın kendi kendine ve tesadüfen oluşamayacağını, mutlaka bilinçli bir planın ürünü olduğunu anlayabilecek kapasitededir. Dolayısıyla Darwinizm'in buraya kadar özetlediğimiz inancı da insan aklına taban taban zıttır. Ama, aynen kendi elleriyle yaptıkları putlara taparak insan aklına karşı gelen ilkel putperesler gibi, Darwinistler de insan aklına karşı gelerek, onu kasten gözardı ederek söz konusu saçmalığa inanırlar. Ünlü moleküler biyolog Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis (Evrim: Kriz İçinde Bir Teori) adlı kitabında bu ilginç durumu şöyle anlatır:
Yüksek organizmaların genetik programlarının yapısı, milyarlarca bit (bilgisayar birimi) bilgiye ya da bin ciltlik küçük bir kütüphanenin içindeki tüm harflerin dizilimine eşdeğerdir. Bu denli kompleks organizmaları oluşturan trilyonlarca hücrenin gelişimini belirleyen, emreden ve kontrol eden sayısız karmaşık işlevin tamamen rastlantıya dayalı bir süreç sonucunda oluştuğunu iddia etmek ise, insan aklına yönelik bir saldırıdır. Ama bir Darwinist, bu düşünceyi en ufak bir şüphe belirtisi bile göstermeden kabul eder!49
Dikkat edilirse, Darwinistlerin kabul ettikleri saçma inanış ile eski putperest kültürlerin inanışları birbirine çok benzemektedir. Putperestler nasıl cansız putların tüm varlıkları yarattıklarına inanıyorlarsa, evrimciler ve materyalistler de yine cansız maddenin birtakım tesadüfler sonucunda tüm canlıları ve kendilerini yarattığına inanmaktadırlar. (Allah'ı tenzih ederiz.)
İşte Darwinizm dini böyle bir hayal üzerine kurulmuştur. Oysa bu dinin kurucusu Charles Darwin dahi bu kompleks canlıların tesadüfler sonucu oluşamayacağının farkındaydı. Doğada var olan mükemmel düzen ona tüm varlıkların üstün bir yaratılışa sahip olduklarını gösteriyordu. Darwin bu konuyu şu şekilde itiraf etmektedir:
Bu mükemmel evreni, özellikle de insanın doğasını izlemekten mutlu olamıyorum… Herşeye dizayn edilmiş kanunların bir sonucu olarak bakmaya eğilimliyim… Ve bütün bu kanunlar açıkça herşeyi bilen, gelecekteki tüm olayları ve sonuçları gören bir Yaratıcı tarafından dizayn edilmiştir. Ama daha fazla düşündükçe daha fazla kafam karışıyor.50
Tamamen ümitsiz bir karmaşanın içinde olduğumun bilincindeyim. Gördüğümüz dünyanın bir tesadüf eseri olduğunu düşünemiyorum. Ama aynı zamanda her ayrı parçaya da bir Dizayn'ın sonucu olarak bakamıyorum.51
Her sınıftaki hayvanla ilgili birçok şaşırtıcı ve ilginç örnekler verebilirim; bunların sayısı o kadar çok ki tesadüf eseri olmaları mümkün değil.52
Herhangi bir ideolojinin, felsefenin ya da bir dinin yayılmasını sağlayanlar, genellikle o dinin taraftarlarıdır. Darwinizm dini de dünya üzerindeki etkisini taraftarlarına ve bu dini yaymayı kendilerine görev edinen misyonerlerine borçludur. Herkesin çok iyi bildiği gibi misyonerlik kavramı pek çok dinde bulunmaktadır. Misyonerler ülke ülke gezip kendi dinlerini anlatan, taraftar toplamaya ve her ülkede örgütlenmeye çalışan kişilerdir. Misyonerlerin asıl amaçları bağlı oldukları dinin kültürünü, düşünce hayatına etkilerini ve hayata bakış açısını insanlara anlatmak ve kendileri gibi düşünen, değerlendiren, yargılayan insanlar oluşturmaktır. Nitekim bu gibi insanlar daha sonra etkisi altına girdikleri dinin gerçek bağlıları arasına katılacaklardır.
Evrim Misyonerleri
Darwinist misyonerlerin en büyük idealleri de kendi hayat görüşlerine sahip toplumlar oluşturmak, hatta her ülkenin eğitim sistemine kadar tüm kurumlarını kendi anlayışları üzerine kurmaktır. Allah'ın varlığını inkar eden, maddeci bir hayat görüşüne sahip, putperest, akıl ve mantık dışı dahi olsa gözü kapalı bir şekilde bu batıl dinin gereklerini uygulayan bir nesil yetiştirmek en büyük hedefleridir.
"Darwin'in buldoğu" olarak anılan Thomas Huxley ve oğlu Julian Huxley.
İşte bunun için misyoner olarak seçilen kişiler çok önemlidir. Çünkü misyonerliğin özünü seçilen kişilerdeki isabetlilik oluşturur. Öyle kişiler seçilmelidir ki gerek maddi gerekse manevi yönden bu dine çok büyük bir desteği olabilsin, ileride insanları üzerinde o da etkili olabilsin ve geniş kitlelere hitap edebilsin.
Darwinizm misyonerlerine baktığımızda bunların her meslekten, farklı eğitim almış kişilerden olabildiklerini görürüz. Bunun için güçlü bir bilimsel geçmişe, yüksek bir kültüre ihtiyaç yoktur. Zaten bu dini ortaya atan Charles Darwin de bir bilim adamı olmaktan çok uzaktır; diploması yalnızca ilahiyat alanında olan ancak sonradan dininden dönmüş bir kişidir. Evrim teorisinin yayılmasında ve kabul ettirilmesinde önemli rolleri olan kişilerden Charles Lyell bir avukattır; William Smith bir müfettiştir; James Hutton bir ziraatçidir; John Playfair bir matematikçidir; Robert Chambers bir gazetecidir; Alfred Russel Wallace ise müfettişlik için kısa bir çıraklık eğitimi almıştır.53
Darwin, bu kişilere toplumsal arenada savaşacak "askerler"i olarak bakmıştı. Çünkü kendisi bu türden etkinliklerden çekinirdi; topluluk önünde konuşma ya da tartışma düşüncesi onu fiziksel olarak hasta ederdi. Darwin'in hayatı ile ilgili uzun bir çalışma yapan son dönemin ünlü evrimcilerinden Richard Milner kitabında bu ekibi "Darwin'in Çetesi" olarak tanımlamaktadır.
Zamanla bu misyonerlerin sayısı gittikçe daha da artmış; çok çeşitli ülkelerde Darwin dinini dünyaya yayma idealini benimsemiş, toplumun her kesiminden insanlar ortaya çıkmıştır. Bunların arasında ilk anda akla gelenleri "Darwin'in buldogu" olarak anılan Thomas Huxley, onun oğlu Julian Huxley, Theodosius Dobzhansky, günümüzde de Richard Dawkins, Stephen Jay Gould gibi isimlerdir... Bu kişilerin en önemli özellikleri tüm saçmalığına, mantıksızlığına rağmen -hatta kendi itiraflarında dahi bunları dile getirmelerine karşın- Darwinizm'i savunmaktan vazgeçmemeleridir. Hayatlarının her alanında, yazılarında, konuşmalarında, her an evrim teorisi üzerine konuşur, onu savunurlar. Teorinin tutarsızlıkları sürekli yüzlerine karşı dile getirilir, ama onlar körü körüne bağlılığın getirdiği rahatlık içinde bunları demogojilerle geçiştirir ve sözde üstün çıkmaya çalışırlar. Alaycı konuşmalar, karşı tarafa yönelik hakaretamiz sözler ve saldırgan bir üslupla gerçeklere karşı direnmeye çalışırlar. Bunu her platformda yaparlar. En büyük yardımcıları da evrimci çizgideki medya kuruluşlarıdır. Bu kuruluşlar Darwinizm'in mesajını insanlara iletme görevini üstlenirler. Evrim teorisini halk üzerinde bu denli etkili kılan medyadır. Medyayı, yorumları ve sözde bilimsel verilerle destekleyenler de evrimci bilim adamlarıdır. Bu yöntemle Darwinistler toplumun bilim adamlarına olan saygı ve güvenlerini istismar etmektedirler.
Darwinist misyonerlerin çalışma metodları her ülkede büyük paralellikler göstermektedir. Amaç insanların gözlerini boyamak olduğu için, iki farklı yol izlemektedirler. Bunlardan birincisi açıkça Darwinizm'in anlatılması, öğretilerinin tarifinin yapılmasıdır. Bunun için kitaplar basılır, medya ise biraz önce de belirttiğimiz gibi çok yoğun bir şekilde kullanılır. Dergiler ve gazetelerde Darwinizm konulu haberler çıkarılır. Bu haberlerde bilimsellik ya da doğruluk çok büyük bir öncelik taşımaz; önemli olan insanların yaratılış gerçeğinden uzaklaştırılması ve evrim fikrine alıştırılmasıdır.
Darwin dinini yaymada izlenen ikinci yöntem ise gizli ve dolaylı telkinlerle insanları bir Darwinist gibi düşünür ve yaşar hale getirmektir.
Darwinizm'in insana verdiği en önemli telkin, "kimseye karşı sorumlu değilsin, hayatını tesadüflere borçlusun, yaşamak için mücadele etmek, gerekirse diğerlerini ezmen gerekir, bu dünya çatışma ve menfaat dünyasıdır" telkinidir. "Doğal seleksiyon", "yaşam mücadelesi", "güçlülerin hayatta kalması", "rastlantısal mutasyonlar" gibi biyolojik Darwinist kavramların verdiği toplumsal mesaj, işte bu telkindir. Dikkat edilirse, günümüz toplumlarında söz konusu telkin aynen benimsenmiş, birçok insan bu telkine göre yaşar hale gelmiştir. Baktığımızda, insanların bazılarının sadece dünyadaki yaşamlarını sürdürmek, iyi bir meslek, mal-mülk ve para kazanmak, eğlenmek ve böylece "yaşam mücadelesinde galip gelmek" için yaşadıklarını görürüz. Özellikle de gençlerin arasında lüks ev ve arabalara sahip olmak, sınırsız harcamalar yapmak en büyük idealler halini almıştır. Bu anlayış içindeki insanlar niçin var olduklarını sorgulamaz, Allah'ın varlığını hiç düşünmezler. Sanki hiç yaratılmamışlar gibi, sanki kendilerini yaratmış olan Allah'a karşı hiçbir sorumlulukları yokmuş gibi yaşarlar. Bu insanların pek çoğunun evrim teorisinden, Darwin'in fikirlerin haberi bile yoktur. Ama hayata Darwinist bir mantıkla bakmaktadırlar.
İşte bunun nedeni, yukarıda belirttiğimiz gizli Darwinizm telkinidir. Darwinizm, adı öyle ifade edilmese de, toplumun geneline hakim olan bir ahlak anlayışı durumuna gelmiştir.
Bu ahlak anlayışını ayakta tutanlar ise, sözünü ettiğimiz Darwinist misyonerlerdir. Bu kitle toplum içinde oranı az da olsa, o topluma fikri açıdan yön veren kitledir. Bu kesim üniversitelerde, medyada, pek çok bilimsel kurumda ve insanların düşünüşleri üzerinde etkin olan her türlü sosyal sektörde güçlü ve hakim durumdadır. Topluma yön veren, eğitim politikasını belirleyen, medya yoluyla halkın bilincini şekillendiren kesim, büyük ölçüde söz konusu ateist evrimcilerden oluşmaktadır.
Toplumun önemli bir bölümü "ben nasıl var oldum" sorusu üzerinde hiç düşünmeden bomboş bir zihinle yaşıyor olabilir. Ama seyrettikleri filmleri çeviren, okudukları gazeteleri ve dergileri hazırlayan, tiyatrolara, sanat merkezlerine, yayınevlerine, müzik dünyasına hakim olan ve kendilerini "aydınlar" olarak nitelendiren insanların pek çoğu, Darwinizm'e bir din olarak iman etmiş kimselerdir. Bu nedenle bir genç üniversiteye gittiğinde Darwinist hocaların telkini altında kalmakta, kitap fuarını gezdiğinde Darwinist ve ateist kitaplarla karşılaşmakta, bir sanat galerisine, tiyatro oyununa gittiğinde, yine aynı mesajlar beynine kazınmaktadır. Böylece toplumun eğitimli kesimini etkisi altına alan ve nesilden nesile aktarılan dinsiz bir ahlak anlayışı oluşturulmaktadır. Darwinizm de bu ahlak anlayışının en büyük dayanağıdır.
Evrimci slogan ve telkinlere her yerde rastlamak mümkündür. 1 nolu resim bir filmin karesidir. 2,3,4 nolu resimler ise, bir video klipten alınmıştır. 5 nolu resim, evrim propagandası yapan bir karikatür, 6 nolu resim ise bir banka reklamıdır.
Evrimciler telkinlerinde özellikle insanın, maymunlarla ortak bir atadan evrimleştiği temasını kullanırlar. Bu, yüksek manevi değerlere sahip insanı, hayvanlarla eşdeğer bir varlık olarak gösterme çabalarından kaynaklanmaktadır. Bu sayfadaki resimler ve filmlerden alınan kareler de evrimcilerin bu çabalarının bir ürünüdür.
Bu ahlak anlayışının etkisi altına girmiş olanlar, Darwinizm'i bilimsel bir gerçek sanmakta, ona körü körüne inanmakta, gerçek dini ise "halk kesimlerinin sahip olduğu geleneksel bir inanç" olarak görmektedir. (Allah'ı tenzih ederiz.) Nitekim Kuran'da inkarcılara "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde, onların "eskilerin masalları" diye cevap verdikleri bildirilmektedir. (Nahl Suresi, 24)
Oysa gerçek din yani İslam, gelenekle hiçbir ilgisi olmayan, apaçık ve mutlak bir gerçektir. İnsanın, Yaratıcımız olan Allah'a dönüp-yönelmesidir. Ama Darwinizm'le aldatılan kişiler bu gerçeği kavrayamayacak kadar şuursuzlaşmıştır. Bu batıl dinin ortadan kaldırılması, toplumun üzerindeki gaflet perdesinin aralanması için, Darwinizm'in ve materyalist felsefenin ilmi yöntemlerle yıkılması zorunludur.
Darwinizm, dini hiçbir bilimsel dayanağı olmamasına ve sadece bir demagoji ürünü olmasına rağmen insanlar arasında çok güçlü bir yere sahiptir. Bunun nedeni de insanların Darwinizm'i sorgulamamaları, daha doğrusu sorgulayamamalarıdır. Çünkü Darwinizm dininde sorgulamak, soru sormak yasaklanmıştır. Bu batıl din, kayıtsız şartsız iman etmeyi gerektirir.
Darwinist olabilmek için canlıların cansız maddelerden oluştuğuna, sürüngenlerin tesadüfler sonucu uçmaya başladıklarına, yine başıboş tesadüflerin sonucunda hücre gibi, göz gibi, kulak gibi son derece kompleks organların var olduklarına, hatta balina gibi deniz hayvanlarının ayı gibi memelilerin yiyecek aramak için denize girmeleri sonucunda oluştuklarına, kuşların da sineklerin peşinde koşan dinozorların kanatlanması sonucunda var olduklarına inanmak gerekir. Tüm bu önkoşulların ne kadar akıl dışı ve mantıksız oldukları ise apaçık bir şekilde ortadadır.
Belki bu satırları okuduğunuzda "saygın" bilim adamları bunlara inandıklarına göre ellerinde mutlaka bir delilleri vardır diye düşünüyor olabilirsiniz. Ama hayır, ortada en ufak bir delil dahi yoktur, sadece tahminler, varsayımlar, ihtimaller ve esinlenmeler vardır. Bu konuda karar bir kere verilmiştir. Artık buna iman etmek gerekmektedir. (Yukarıda saydığımız tüm maddelerin gerçekleşmesinin neden mümkün olmadığı hakkında ayrıntılı bilgi edinmek için Bkz. Evrim Aldatmacası, Harun Yahya ve Hayatın Gerçek Kökeni, Harun Yahya, Araştırma Yayıncılık.)
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Darwinizm dininde herhangi bir öğretiye iman etmek için de bu varsayımın nasıl gerçekleştiği, olabilirliği ya da yalanlanabilirliği hakkında bir bilgi sahibi olmaya da gerek yoktur. Çünkü bu dinin taraftarları bir konuya iman etmek için herhangi bir delil talebinde bulunmazlar. Tek bir dergide okuyacakları bir makale, herhangi bir kitap, izleyecekleri kısa bir belgesel onların bu dine iman etmeleri için yeterlidir. Zaten sözde ara form olarak ortaya konan fosiller, gerçek gibi gösterilmeye çalışılan sahte çizimler, illüstrasyonlar, bilimsel gelişmeler sonucunda geçersizliği ortaya çıkan Miller deneyi gibi deneyler hakkında araştırma yapılamaz, soru sorulamaz. Zaten bu tip bir girişim içinde olanlar Darwinist misyonerler tarafından bilimsel çevrelerden hemen dışlanır, adeta "afaroz" edilirler. Çünkü bu konular üzerinde biraz olsun düşünmeleri ya da okuyup araştırmaları bazı gerçekleri görmeleriyle sonuçlanacaktır.
Bilimsel konularda çok az bir bilgisi olan bir kişi dahi karaya çıkan bir balığın bu yeni ortama uyum sağlamak için vakti olmayacağını, kısa süre içinde öleceğini bilir. Ya da hücrenin kompleks yapısı hakkında biraz bilgi sahibi olan bir kişi bu mucizevi organizmanın tesadüfler sonucu oluşamayacağını anlayabilir. Veya bir sürüngenin tesadüfi süreçlerle kanat sahibi olup uçamayacağını da takdir edebilir. Sağduyu ile anlaşılan bu gerçekler, her türlü deney ve gözlemle de doğrulanacaktır. Ama Darwinist öğretinin bir sonucu olarak insanlar bu konuları düşünmek istemezler, düşünmekten korkarlar.
Oysa insan ancak düşündükçe, araştırdıkça, inceledikçe gerçekleri görecek, önkabullerden kurtulacak ve tabulara karşı durabilecektir. Sonsuz güç ve kudret sahibi olan Rabbimiz'in kainatı yoktan var ettiğini anlamak için de, insanların göklerin ve yerin yaratılışı konusunda derin biçimde düşünmeleri gerekmektedir. Önyargılardan sıyrılarak düşünmenin sonucunda insanın ulaşabileceği tek sonuç, Allah'ın üstün yaratışı olacaktır. Allah Kuran'da düşünmenin önemini şu şekilde bildirmektedir:
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır." (Bakara Suresi, 164)
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)
Darwinist önderler de insanların özgürce düşünmesinin evrim teorisinin sonu olacağının farkındadırlar ve işte bu nedenlerden ötürü de düşünmeyi yasaklamışlardır. Bunun için izledikleri yöntemlerden en önemlisi, bu dinin sözde bilimsel yönünü son derece karmaşık, zor, anlaşılmaz bir şekilde insanlara sunmaktır. Anlaşılmaz terimler, Latince kelimeler, bilimsel benzetmeler kullanır ve bunların "sıradan" insanlar tarafından asla anlaşılamayacağının altını ısrarla çizerler. İnsanlar bu tablodan çok fazla etkilenir ve daha en baştan "bunlar kesinlikle benim anlayabileceğim şeyler değil" şeklinde bir karar verirler. Bu anlayışa göre Darwinizm dininin sözde dayanakları ancak "koskoca" bilim adamlarının bilebileceği ve anlayabileceği şeylerdir. Küçük düşmemek için onların söylediklerini kabul etmeyi de en mantıklı şey olarak görürler. Böylece dinin önde gelenleri ile taraftarları arasında güçlü bir set çekilir ve herkes kendi yerini bilir.
Fakat Darwinistler aldıkları her türlü tedbire, yasaklara ve engellemelere rağmen, taraftarlarının şüphe duymalarını engelleyemezler. Çünkü bu kişilerin çevresinde evrim dininden şüphe duymalarına neden olacak binlerce yaratılış delili vardır. Yeryüzündeki kusursuz düzen, canlılardaki birbirinden ilginç özellikler, atomdan galaksilere kadar tüm yaratılış delillerindeki göz kamaştırıcı plan, tüm canlı organizmalardaki kompleks yapılar, doğadaki güzellikler, bir gülün kokusu ya da bir meyvenin tadı üzerinde düşünmek insanların Darwinist teorilerden yana kuşkuya düşmeleri için yeterlidir.
Aynı zamanda bilimsel gelişmeler de evrim teorisinin iddialarını birer birer geçersiz kılmakta, pek çok bilim adamı bu gerçeği türlü şekillerde dile getirmektedir. Darwinistler taraftarlarının bu gerçekleri düşünmelerini engellemek için ellerinden gelen herşeyi yapsalar dahi, bu gerçeklerin üstünü balçıkla sıvayamazlar. Çünkü ne kadar duymak istemeseler de etraflarında sürekli olarak Darwinizm'in geçersizliğini anlatan konuşmalar, yazılar ve kitaplar dolaşmaktadır ve bunlara engel olmaları imkansızdır.
İşte bu noktada Darwinist misyonerlerin acil önlem olarak başvurdukları çok önem bir yöntem vardır: Sahtekarlık…
Evrimciler teorilerini ayakta tutabilmek ve teorinin temel iddialarını destekleyebilmek için tarih boyunca pek çok sahtekarlık yapmışlardır. Darwinistler şüphelerin ancak bu şekilde giderileceğini düşünürler, çünkü bir yerden sonra boş sözlerin, demagojilerin değerini kaybettiğinin onlar da farkındadırlar. İnsanlar evrim teorisini savunanlardan bir delil, belge beklemektedirler. Onların bu beklentilerine Darwinistlerin verebilecekleri tek cevap ise işte bu sahte delillerdir. Çünkü hayali bir süreç olan evrimi savunmanın başka herhangi bir yolu yoktur. Bilimsel bulgular evrimi çürüttüğüne göre geriye tek yol olarak sahtekarlıklara başvurmak kalır. Ya bulgular gizlenir veya imha edilir ya da bunlar çarpıtılarak sanki evrim teorisini destekliyorlarmış gibi gösterilir. İşte tamamen dayanaksız olan evrim teorisini ayakta tutabilmek için yapılabilecek yegane çaba, ancak bunlar olacaktır...
Sahte çizimler ve temelsiz canlandırmalar evrim propagandasında önemli bir yere sahiptir.
Bunlardan biri öne sürdükleri sözde "maymun-insan" imajını destekleyebilmek için başvurdukları hayali çizimlerdir. Bu amaçla ellerine fırçaları alıp hayali yaratıklar çizer, bilgisayarlarda yeni maymun-insan tasarımları yaparlar. Fakat bunu yaparken ilham aldıkları tek kaynak hayalgüçleridir, çünkü ellerinde herhangi bir bilimsel kaynakları yoktur. Bu nedenle de teorilerini destekleyecek delilleri kurgulamaya başlarlar. Allah'ın yaratışındaki kusursuz güzellikleri ortaya koyan gerçek iman hakikatlerine karşı, Darwinistler de kendi dinlerinin sahte iman hakikatlerini oluştururlar.
Piltdown Adamı kafatası en büyük evrim sahtekarlıklarından biridir.
Bunun da ötesinde, Darwinistler geçmişte çok daha somut ve bilim tarihine birer skandal olarak geçen sahtekarlıklar da yapmışlardır.
Örneğin 1912 yılında ortaya atılan ve 1953 yılına kadar tüm dünyayı aldatan Piltdown Adamı kafatası, bir evrimci tarafından insan kafatasına orangutan çenesi monte etmek suretiyle üretilmiş sahte bir bir fosildir. Sahte kafatasının dişleri, insana ait olduğu izlenimini vermek için sonradan özel olarak eklenmiş ve sıralanmış, eklem yerleri de törpülenmiştir. Daha sonra da bütün parçalar, eski görünmeleri için potasyumdikromat ile lekelendirilmiştir. Bu fosili dünyanın en ünlü müzesi ünvanını taşıyan British Museum'da 40 yıl boyunca sergileyen evrimciler, bu 40 yıl boyunca tüm bilim dünyasını aldatmışlardır. (Ayrıntılı bilgi için Bkz. Evrim Aldatmacası, Harun Yahya)
Ernst Haeckel ve çizim sahtekarlığı yaptığı embriyo resimleri
Bir başka ilginç sahtekarlık, Darwin'in çağdaşı ve arkadaşı Alman biyolog Ernst Haeckel'in imzasını taşımaktadır. Haeckel, ortaya attığı "Bireyoluş Soyoluşun Tekrarıdır" (Ontogeny Recapitulates Phylogeny) teorisini desteklemek için, balık ve insan embriyolarını birbirine benzer gösteren sahte çizimler yapmıştır. Embriyoların resimlerine bazı eklemeler yapmış, bazı kısımları ise çıkarmıştır. Bunun ortaya çıkmasından sonra yaptığı savunma ise, diğer evrimcilerin de benzeri sahtekarlıklar yaptığını belirtmekten başka bir şey değildir:
Bu yaptığım sahtekarlık itirafından sonra kendimi ayıplanmış ve kınanmış olarak görmem gerekir. Fakat benim avuntum şudur ki; suçlu durumda yanyana bulunduğumuz yüzlerce arkadaş, birçok güvenilir gözlemci ve ünlü biyolog vardır ki, onların çıkardıkları en iyi biyoloji kitaplarında, tezlerinde ve dergilerinde benim derecemde yapılmış sahtekarlıklar, kesin olmayan bilgiler, az çok tahrif edilmiş şematize edilip yeniden düzenlenmiş şekiller bulunuyor.54
Bu sahtekarlıklar ilk anda akla gelen ve basına yansıyanlardan sadece birkaç tanesidir. Fakat evrim tarihi incelendiğinde daha pek çok sahtekarlıkla karşılaşılacaktır: sahte çizimler, hayali rekonstrüksiyonlar, fosillerde yapılan tahrifatlar… Bu sahtekarlıkların amacı ise bilimsel gerçeklerden kendine destek bulamayan bu teoriye bir şekilde destek olabilmek, onu olabildiği kadar yaşatabilmektir. Bu sahtekarlıklar evrimin bağnaz bir din, evrim savunucularının da batıl dinlerini savunmak için herşeyi göze alan fanatik bağlılar olduklarının çok önemli bir delilini oluşturmaktadır.
27- Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Cilt.II, New York:D. Appleton and Company, 1888, s.501
28- Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Cilt.I, New York:D. Appleton and Company, 1888, s. 395
29- Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Cilt.II, New York:D. Appleton and Company, 1888, s. 25
30- Charles Darwin, Türlerin Kökeni, Onur Yayınları, Beşinci Baskı, Ankara 1996, s. 185
31- H. S. Lipson, "A Physicist's View of Darwin's Theory", Evolution Trends in Plants, Cilt 2, No. 1, 1988, s. 6
32- The Evidence for Creation: Examining The Origin of Planet Earth. s. 94
33- Henry Morris. The Long War Against God. Baker Book House, 1996, s. 178
34- C. L. "Mason Aleyhtarlığı". Mimar Sinan, yıl 4, sayı 13, 1973. s. 87-88
35- William R. Denslow. 10,000 Famous Freemasons. vol. I. Macoy Publishing & Macoy Supply Co., Inc. Ricmond, Virginia, 1957. s. 285
36- Henry Morris, The Long War Against God. s. 198. 1776 yılında Almanya, Bavyera'da kurulan "İllüminati" (İllümineler) adlı örgüt, bir tür mason locasıydı. Locanın yahudi asıllı kurucusu Adam Weishaupt, örgütün amaçlarını şu şekilde sıralamıştı: 1- Bütün monarşilerin ve düzenli hükümetlerin feshedilmesi, 2- Şahsi mülkiyet ve verasetin feshedilmesi, 3- Aile hayatı ve evlilik kurumunun feshedilmesi ve çocuklar için komünal bir eğitim sisteminin kurulması, 4- Bütün dinlerin feshedilmesi. (bkz. Eustace Mullins, The World Order: Our Secret Rulers, s. 5; Lewis Spence, The Encyclopedia of the Occult, s. 223)
37- Henry Morris, The Long War Against God. s. 198.
38- William R. Denslow. 10,000 Famous Freemasons. vol. I. Macoy Publishing & Macoy Supply Co., Inc. Ricmond, Virginia, 1957. s. 285
39- Varyasyonların "makroevrim" iddiasına, yani türlerin kökenine hiçbir açıklama getiremediği, evrimci biyologlar tarafından da kabul edilmiştir. Ünlü evrimci paleontolog Roger Lewin, Kasım 1980'de Chicago Doğa Tarihi Müzesi'nde 150 evrimcinin katıldığı, dört gün süren ünlü sempozyumda bu konuda varılan soncu şöyle anlatır:
Darwin'in (varyasyonlardan yola çıkarak) yaptığı mantık yürütmeler haklı mıydı? Evrimsel biyolojinin tarihindeki son 40 yılın en önemli konferanslardan birine katılan bilim adamlarının ortaya koydukları yargıya göre, bu sorunun cevabı "hayır"dır. Chicago konferansındaki temel mesele, varyasyon sağlayan mekanizmaların, makroevrim adını verdiğimiz fenomeni açıklamak için de kullanılıp kullanılamayacağı olmuştur.... Cevap açıklıkla verilebilir: Hayır. (R. Lewin, "Evolutionary Theory Under Fire" Science, vol. 210, 21 November, 1980, p. 883)
40- Norman Macbeth, Darwin Retried: An Appeal to Reason, Boston:Gambit, 1971, s.101
41- Phillip E. Johnson, Defeating Darwinism by Opening Minds, InterVarsity Press, s.99
42- Philip E. Johnson. Darwin On Trial. Intervarsity Press, Downers Grove, Illinois. 2nd ed. 1993. s. 155
43- Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Cilt.II, New York:D. Appleton and Company, 1888, s. 388
44- Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Cilt.II, New York:D. Appleton and Company, 1888, ss. 42-43
45- Jacques Barzun, Darwin, Marx, Wagner, Garden City, New York, Doubleday, 1958, s.84
46- Henry M. Morris, The Long War Against God, Baker Book House, 1996, s. 156
47- Pierre Paul Grassé, Evolution of Living Organisms, New York: Academic Press, 1977, s. 103
48- B.G. Ranganathan, Origins?, Pennsylvania: The Banner of Truth Trust, 1988, s. 1159
49- Pierre-Paul Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New York, 1977, s. 103
50- Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Cilt II, New York:D. Appleton and Company, 1888, s. 105
51- Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Cilt.II, New York:D. Appleton and Company, 1888, s. 146
52- Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Cilt.I, s. 455
53- Henry M. Morris, The Long War Against God, Baker Book House, 1996, s. 161
54- Francis Hitching, The Neck of the Giraffe: Where Darwin Went Wrong, New York: Ticknor and Fields 1982, s. 204.