Giriş:

Evrim Teorisini Çürüten Yeni Gelişmeler

2001 yılının başından bu yana bilim dünyasında çok ilginç ve son derece önemli gelişmeler yaşandı. Nature, Scientific American gibi dünyaca ünlü bilim dergilerinde, New York Times, CNN ve BBC gibi ünlü medya kuruluşlarında art arda çıkan bazı haberler, evrim teorisinin ne kadar büyük bir bilimsel açmaz içinde olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Bilindiği gibi, bugünkü şekliyle evrim teorisi, 19. yüzyılın ortalarında Charles Darwin tarafından ortaya atılmış ve o dönemde güçlenen materyalizme büyük bir destek sağlamıştır. Bu öyle bir destektir ki, bugün evrim teorisinin yıkılması, materyalizmin de yıkılması ile sonuçlanmaktadır.

Materyalizm ise, Allah'ın varlığını, dini, maneviyatı tamamen reddeden, sadece maddeyi mutlak bir varlık olarak kabul eden ve bencil bir dünya görüşünü savunan son derece tehlikeli bir felsefedir. 20. yüzyılda insanlara acı, zulüm ve felaketler yaşatan komünizm ve faşizm gibi iki tehlikeli ideolojinin temelini de (her ne kadar her ikisi de birbirine zıt iki ideoloji olarak görünse de) materyalizm ve Darwinizm oluşturmaktadır. Dünya üzerinde halen son derece yaygın olan bencil, çıkarcı, çatışmacı, acımasız ahlak anlayışı da materyalist-Darwinist anlayışın bir ürünüdür.

Dolayısıyla, insanlığa 150 yıldır büyük acılar yaşatan materyalist dünya görüşünün fikren yenilgiye uğratılması zorunludur ve bunun için de bu görüşün temeli olan Darwinizm'in bilimsel olarak geçersizliğinin ortaya konması gerekmektedir. Bu ise kolay bir iştir, çünkü zaten Darwinizm'in bilimsel bir dayanağı yoktur. Bugüne kadar, ilgili hiçbir bilim dalında, evrim teorisini destekleyen tek bir bilimsel delil dahi bulunmamıştır. Elde edilen bulgular, evrimin hiçbir zaman yaşanmadığını göstermektedir. Evrimcilerin tek yaptığı, teorilerine gerçekte delil oluşturmayan bazı biyolojik olayları, gözlemleri veya fosil kayıtlarını çarpıtarak, önyargılı bir biçimde yorumlayarak, hatta kimi zaman bilimsel sahtekarlıklara başvurarak propaganda yapmaktır.

Dolayısıyla Darwinizm'in iç yüzünün ortaya çıkarılması için, söz konusu propagandanın etkisinin kırılması, bilimsel gerçeklerin mümkün olduğu kadar çok insana ulaştırılması gerekmektedir. Evrim teorisinin geçersizliğini kanıtlayan bilimsel bulgular, dergilerin, haberlerin köşelerinde kalmamalı, her imkan kullanılarak, deşifre edilmeli, duyurulmalıdır.

Bu amaçla, elinizdeki kitabın ilerleyen bölümlerinde evrim aldatmacasını gözler önüne seren yeni bilimsel gelişmeler ve 2000-2001 yıllarında Türkiye'deki evrimci gazete veya dergilerde çıkan taraflı haberlerden bazılarının geçersizliği incelenmektedir.

Ünlü Science Dergisi Büyük Değişimin Farkında:
Türkiye’de Darwinizm Tarih Oluyor

Bilindiği gibi, ülkemizde yıllardır evrim aldatmacası ile bilimsel alanda ciddi bir mücadele yürütülüyor ve bu büyük fikri mücadele dünya bilim çevrelerinin de dikkatini çekiyor. Dünyanın en saygın bilimsel dergilerinden biri sayılan Science dergisinin 18 Mayıs 2001 tarihli sayısında da bu konuya geniş yer verildi. Robert Koenig imzalı ve "Creationism Take Root Where Europe, Asia Meet" (Avrupa ile Asya'nın Buluştuğu Yerde Yaratılışı Savunma Akımı Kökleniyor) başlıklı yazıda Türkiye'de evrim teorisinin aldatmacalarına karşı yapılan bilimsel mücadelenin başarısına, geçtiğimiz yıllarda ülke çapında gerçekleştirilen 100'ü aşkın evrim teorisinin çöküşü konulu konferansa ve Türkiye'deki evrimcilerin çaresizliklerine geniş yer verildi. Evrim teorisine karşı başlatılan bu hareketin "Kuzey Amerika dışında, dünyanın en kuvvetli anti-evrimci hareketi" olduğunun ve "diğer Müslüman ülkelere de hızla yayıldığının" altı çizildi.

Ünlü bilim dergisi Science'da, Harun Yahya'nın, Evrim Aldatmacası isimli kitabına ve kitabın dünya çapındaki etkisine geniş yer verildi.

Yazıda ayrıca "Evrim Aldatmacası" kitabının uluslararası başarısına ve bazı Türk evrimci bilim adamlarının "bu kitapların ülkenin bazı bölgelerinde okullarda okutulan ders kitaplarından daha etkin olduğundan şikayet ettiklerine" dikkat çekildi. Dergide Evrim Aldatmacası kitabının resminin altında ise şu yorum dikkat çekiyordu: "Olay çıkardı – Evrim Aldatmacası gibi kitaplar çok geniş bir okuyucu kitlesine sahip." Sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada okunan, şu ana kadar 19 dile çevrilen ve halen farklı dillere çevirileri devam eden Evrim Aldatmacası isimli kitabı bugün Rusya'dan Hindistan'a, Avustralya'dan Kanada'ya, İtalya'dan İspanya'ya, Polonya'dan Endonezya'ya kadar birçok ülkede tanımayan yok gibi.

Koenig'in yazısında 2001 yılı başından itibaren bazı milletvekillerinin, evrim teorisinin eğitim müfredatından kaldırılması için TBMM'ne sundukları soru önergelerinden de şu şekilde bahsedildi:

… Bir tıp profesörü ve milletvekili olan Ali Gören geçtiğimiz günlerde ortaokullarda Darwin'in evrim teorisinin okutulmasının yasaklanması için bir soru önergesi verdi. Parlamentodaki üçüncü büyük parti olan ve İslami görüşüyle bilinen Fazilet Partisi üyesi Gören, Darwinizm'i "bilimsel bir sahtekarlık" olarak niteledi ve orta okul öğrencilerini "ateizme ve bölücülüğe" zemin oluşturan evrim teorisinin olumsuz etkilerinden korumak için diğer parlamento üyelerini harekete davet etti. "

22 Nisan 2000 tarihli New Scientist dergisinde Türkiye'deki yaratılış konulu çalışmalara da yer verildi ve evrim teorisinin anlatılması ve yaratılış gerçeğinin ortaya konması konusunda "Harun Yahya uluslararası bir kahraman haline geldi" ifadesi kullanıldı.

Koenig, evrim aldatmacasına yönelik bu fikri ve bilimsel çalışmaların karşısında Türk evrimcilerin cevapsız ve yetersiz kaldıklarını belirtiyor ve "... Buradaki birçok (evrimci) bilim adamı, evrimcilerin kamuoyu nezdinde Türk yaratılışçılarının karşısında itibar kaybetmelerinden endişe duyuyor" diyordu.

Türkiye'deki yaratılış konulu çalışmalara, bilim dünyasının en saygın dergilerinden biri olan New Scientist'in 22 Nisan 2000 tarihli sayısında da yer verilmişti. New Scientist, evrim teorisi ile ilgili eserlerinin etkisine dikkat çekmiş, evrim teorisinin yanlışlığının ve yaratılış gerçeğinin anlatılması konusunda "Harun Yahya uluslararası bir kahraman haline geldi" demişti.

22 Nisan 2000 tarihli New Scientist dergisinde, Darwinizm'i yalanlayan yaratılış gerçeğinin dünyada artan etkisine yer verildi.

Tüm bu gelişmeler karşısında evrimciler ise sessizliklerini korumaktadırlar. Oysa evrimci bilim adamlarından beklenen, evrim aldatmacasını ortaya koyan delillere aynı şekilde, kitap ve konferanslarla cevap vermeleridir. Ancak görünen o ki, evrimi savunacak hiçbir delilleri olmadığını bilen evrimciler bu konuda en ufak bir şevk duymamaktadırlar. Tüm üniversitelerde kürsüleri olan, tüm laboratuvarlar, teknik imkanlar ellerinde bulunan evrimciler yıllardır sadece imza toplayıp, basın bidirisi yayınlamaktan başka birşey yapamayarak, çaresizliklerini ortaya koymuşlardır. Artık evrim aldatmacası, tarihin karanlık sayfalarındaki yerini almıştır ve bunu hiçbir evrimcinin engellemesi mümkün değlidir.

Hiç şüphesiz Darwinist büyünün etkisinin insanların üzerinden hızla kalkıyor olması hem ülkemiz hem de tüm dünya toplumları açısından, aydınlık ve refah dolu bir gelecek için çok önemli ve tarihi bir gelişmedir.

www.netcevap.org Sitesi, 2 Yıl Önce Haber Vermişti:
Evrimcilerin "Dino-Kuş" Sahtekarlığı Ortaya Çıktı

29 Mart 2001 tarihli bazı günlük gazetelerde evrim teorisi adına önemli bir itiraf yer alıyordu. "Kuşlar dinozorlardan evrimleşti" masalına delil gibi gösterilen "dino-kuş fosili"nin gerçekte bir sahtekarlık olduğu, bir sürüngen omurgasına kuş iskeleti parçalarının yapıştırılmasıyla üretildiği ortaya çıkmıştı. Örneğin Hürriyet gazetesinin "DİNO-KUŞ PALAVRA ÇIKTI" başlıklı haberinde şöyle yazıyordu:

"National Geographic dergisinin Kasım 1999'da kuş ile dinozor arasındaki eksik halka olduğunu duyurduğu, hakkında bilimsel makaleler yazılan hayvanın sahte olduğu anlaşıldı. 'Archoeoraptor liaoningensis' adı verilen hindi büyüklüğündeki dino-kuşun iskeletinin başka hayvanlara ait kemiklerden biraraya getirildiği ortaya çıktı.

Evrim teorisinde önemli bir eksikliği aydınlattığı varsayılan dino-kuşun 125 milyon yıl öncesine ait olduğu, Çin'in Liaoning eyaletinde bulunduğu öne sürülüyordu. Tüylü vücudu bir kuşa benziyor, ancak uzun, kemikli kuyruğu et tüketen dinozorları çağrıştırıyordu. İngiliz haftalık bilim dergisi Nature'un bugünkü sayısında yayınlanan bir inceleme dino-kuşun palavra olduğunu gözler önüne serdi. Aralarında üç paleontoloğun da bulunduğu bir grup araştırmacı bilgisayar tomografisinin yardımıyla sahtekarlığı kanıtladılar. Dino-kuş aslında Çinli kaçakçıların eseriydi... Kaçakçılar yapışkan ve harçlar kullanarak 88 kemik ve taştan dino-kuş yaratmıştı. Archaeraptor'un ön kısmı tek bir kuşa ait fosildi, ancak dinozorun kuyruğuyla birlikte beden kısmında dört ayrı türden kemikler vardı. Dino-kuşun bilgisayarda taranması kuş iskeletinin daha önce bilinmeyen türlere ait olduğuna, dino kısmının ise küçük dinozorların yeni türüne işaret etti." (Cümle düşüklüğü, Hürriyet'e aittir.)

NetCevap Sitesi, 2 Yıl Önce Bilimsel Delillerle Gerçeği Açıklamıştı

İki yıl önce, "kuşların dinozorlardan evrimleştiğini kanıtlayan uçan dinozorun bulunduğu" haberi büyük başlıklarla duyurulmuştu. İki yıl sonra ise aynı gazete, bulunan sözde delilin sahte olduğunu itiraf etmek zorunda kaldı.

Bu sahte fosil, bundan 2 yıl önce başta Hürriyet ve Sabah olmak üzere Darwinist medya kuruluşları tarafından "Evrim teorisini kanıtlayan delil bulundu" diye tanıtılmıştı. Hürriyet gazetesinde yayınlanan 16 Ekim 1999 tarihli "Uçan Dinozor Bulundu" başlıklı haber, bunun bir örneğiydi.

Oysa bu evrimci iddianın hiçbir geçerliliği olmadığı, o zaman da NetCevap isimli internet sitemiz tarafından kamuoyuna duyurulmuştu. ("Evrimcilere Net Cevap" isimli kitabımızda da bu konuya yer verilmiştir.) Hürriyet'in haberiyle aynı gün sitemizde yayınlanan "SABAH ve HÜRRİYET'İN "UÇAN DİNOZOR" HABERİ" başlıklı yazıda, sahte olduğu günümüzde ortaya çıkan Archaeoraptor fosili hakkında şunlar yazılıydı:

"Evrimciler her yeni fosil bulgusunda, dinozor-kuş bağlantısı hakkında spekülasyonlar öne sürmekte, ancak detaylı analizler sonucunda yalanlanmaktadırlar. Çin'de bulunan üç yeni theropod dinozoru fosili de bu tür bir spekülasyondur. Sabah ve Hürriyet, her zamanki gibi bu fosilleri de "evrime delil" sanmış ve o şekilde göstermiştir...

Görünen odur ki, evrimciler, Sinosauropteryx hakkındaki spekülasyonlarının boşa çıkmasının ardından, şimdi de Archaeoraptor, Sinornithosaurus ve Beipiaosaurus adı verilen yeni fosil bulguları üzerinde spekülasyona girişmişlerdir. Sabah ve Hürriyet de, evrim konusunda gösterdikleri her zamanki önyargılı tavrı tekrar ederek, bu spekülasyonları hiçbir farklı yorum ve düşünceye yer vermeden "evrime delil bulundu" üslubunda okuyucularına aktarmışlardır.

22 Nisan 2000 tarihli New Scientist dergisinde Türkiye'deki yaratılış konulu çalışmalara da yer verildi ve evrim teorisinin anlatılması ve yaratılış gerçeğinin ortaya konması konusunda "Harun Yahya uluslararası bir kahraman haline geldi" ifadesi kullanıldı.

... (Oysa) İşte bu noktada çok büyük bir çelişki vardır. Çünkü bu fosiller (örneğin Archaeoraptor) sadece 120 milyon yıl kadar eskidir. Ancak yeryüzündeki bilinen en eski uçabilen kuş olan Archaeopteryx, 150 milyon yıl yaşındadır. Archaeopteryx günümüz kuşlarıyla aynı uçuş yeteneğine sahip olan uçucu bir kuştur. Uçuş için gerekli olan geniş kanatlara, asimetrik ve kompleks tüy yapısına, sternum (göğüs) kemiğine sahiptir...

Kısacası Archaeopteryx, eski kuşların bundan 150 milyon yıl önce gökyüzünde uçmakta olduklarının bir kanıtıdır. Bu durumda elbette 120 milyon yıl yaşındaki bazı dinozor fosillerinin, "kuşların henüz uçamayan ilkel ataları" olarak gösterilmesi imkansızdır.

Bu durum, Archaeoraptor, Sinornithosaurus ve Beipiaosaurus adlı fosil dinozorlar hakkındaki evrimci iddiaların açık bir çelişki içinde olduğunu göstermektedir."

Kısacası, sözü edilen fosilin bir "dino-kuş" fosili olamayacağı, fosil ilk gündeme geldiği dönemde bilimsel delillerle izah edilmişti. Bu örnek, ülkemizdeki evrimci medyanın ne kadar önyargılı ve taraflı davrandığının, evrim lehinde gibi gördüğü her haberi büyük bir hırsla propaganda malzemesi haline getirdiğinin ve bu yolla kamuoyunu yanılttığının açık bir delilidir. Dahası, evrim konusundaki gelişmelerle ilgili en doğru, bilimsel ve "net" cevapların, Net Cevap sitesinde yayınlandığını da bir kez daha göstermektedir.

Evrimcilerin Değişmeyen Yöntemi: Sahtekarlık

Ne Miller'in evrimi ispatlamak uğruna deneyinde yaptığı aldatmacalar, ne de Piltdown Adamı sahtekarlığı, evrim teorisini yıkılmaktan kurtaramadı.

Konunun bir diğer önemli yönü ise, Çin'deki fosilin, evrimcilerin aslında klasik bir yönteminin devamı oluşudur. Bu yöntem sahtekarlıktır. Evrim teorisinin ortaya atılmasından bu yana, teoriyi desteklemek için pek çok sahtekarlık yapılmıştır.

Dino-kuş aldatmacası evrimcilerin ilk sahtekarlığı değil. Darwinizm'in önde gelen savunucularından Ernst Haeckel de, sahte çizimler yaparak evrim teorisini ispatlayacağını düşünmüştü. Solda Haeckel'in sahte çizimleri görülmektedir.

Alman biyolog Ernst Haeckel, Darwin'i destelemek için sahte embriyo çizimleri yapmıştır. İngiliz evrimciler, insan kafatasına orangutan çenesi monte edip, bunu British Museum'da 40 yılı aşkın bir süre "Piltdown Adamı-Evrimin En Büyük Kanıtı" diye sergilemişlerdir. Amerikalı evrimciler tek bir domuz dişini "Nebraska Adamı" diye lanse etmişlerdir. Amerikalı kimyacı Stanley Miller sahte bir "ilkel atmosfer modeli" oluşturup amino asit deneyi yapmıştır. Dünyanın dört bir yanında, "rekonstrüksiyon" adı verilen sahte çizimlerle, gerçekte hiçbir zaman yaşamamış olan "ilkel yaratıklar" veya "maymun adam"lar tasvir edilmiştir. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Evrim Aldatmacası, Araştırma Yayıncılık)

Çin'de "bulunduğu" iddia edilen ve 2 yıldır "kuşların evrimine büyük delil" gibi gösterilen "Archoeoraptor" fosili sahtekarlığı ise, evrimci sahtekarlıklar zincirinin son örneğidir. Görülen odur ki, evrimciler yalan söylemekten, bilimi ideolojileri uğruna çarpıtmaktan vazgeçmemektedirler.

Darwinist medya kuruluşları, artık bu gerçeği görmeli ve evrim teorisini körü körüne savunmaya bir son vermelidirler. Aksi takdirde, "evrime büyük delil" diye lanse ettikleri sahtekarlıkları bir süre sonra "evet, sahtekarlıkmış" diye itiraf etmeye ve bu yolla kendi kendilerini çürütmeye devam edeceklerdir.

Hayali "Evrim Soyağacını" Altüst Eden Fosili,
"Evrim Delili" Sanma Yanılgısı

2001 yılının ilk aylarında bulunan 3.5 milyon yıllık kafatası, evrimcilerin hayali "insanın evrimi soyağacı"nı altüst etti. Dünyanın en önde gelen evrimcilerinin dahi hayali şemalarında hiçbir yere koyamadıkları bu fosili, Akşam gazetesi ise nasıl olduysa hayali evrim şemasında bir yere yerleştirdi ve bunu 22 Mart 2001 tarihli sayısında okuyucularına duyurdu.

Söz konusu fosil Kenya'da Meave Leakey ve ekibi tarafından bulundu. Düz bir yüze sahip olması nedeniyle "Düz Yüzlü Adam" (Flat Faced Man) olarak anılan fosile verilen "bilimsel isim" ise Kenyanthropus platyops.

3,5 milyon yıllık bu fosilin evrimcilerin aklını tamamen karıştırmasının nedeni, kendisinden sonra yaşamış olan bazı maymun türlerinin (Lucy gibi), evrimci kıstaslara göre Kenyanthropus platyops'dan daha "geri" olması. Dolayısıyla farklı özelliklere sahip olan bu fosil, evrimcilerin tüm şemasını altüst ediyor. Çünkü bu fosili nereye yerleştireceklerini bilmiyorlar.

Aslında bugüne kadar bulunan fosillerin tamamına bakıldığında, maymunla ortak bir atadan evrimleşen, yavaş yavaş insana doğru yükselen bir "evrim şeması" olmadığı açıkça görülüyor. Aksine şemada tamamen bir karmaşa bulunuyor. BBC televizyonunun internet sayfasında yayınlanan ve bir sonraki sayfada yer alan şemada bu karmaşa vurgulanıyor. "Karmaşık insanımsı soyağacı" başlığıyla verilen şemada hiçbir düzenli gelişme olmadığı, aksine tüm fosil bulgularının birbirlerinden tamamen ilgisiz özelliklere sahip oldukları görülüyor. Şemanın altında da şu yoruma yer veriliyor:

Bilim adamları farklı insanımsı fosillerini birbirleriyle ilişkilendirme konusunda güçlük çekiyorlar.1

Kenya'da bulunan kafatası fosili Akşam gazetesinde evrimci bir yorumla haber verildi. Bu taraflı haberde, fosilin evrimcilerin iddialarını alt üst ettiğinden nedense hiç bahsedilmiyordu!

George Washington Üniversitesi, Antropoloji bölümünden Daniel E. Lieberman ise, Nature dergisinde yer alan makalesinde, Kenyanthropus platyops hakkında şu yorumu yapıyor:

İnsanın evrim tarihi çok karmaşık ve çözümlenmemiştir. Şimdi 3.5 milyon yıllık başka bir türün bulunması ile durum daha da karışacak gibi görünüyor... Kenyanthropus platyops'un yapısı genel olarak insanın evrimi ve türlerin davranışı konuları hakkında birçok soruyu beraberinde getiriyor. Örneğin neden alışılmışın dışında olarak, küçük bir çene dişine ve öne doğru kavisli çene kemiği olan büyük düz bir yüze aynı anda sahip? Büyük yüzü ve benzer şekilde yerleştirilmiş çene kemiği olan tüm diğer insanımsı türlerin büyük bir dişi var. K. Platyops'in önümüzdeki birkaç yıl içindeki en başlıca rolünün, birlikleri bozucu ve insanımsılar arasındaki evrimsel ilişkinin araştırmalarında karşılaşılan kargaşayı vurgulayıcı bir rolü olacağını düşünüyorum.2

BBC isimli ünlü televizyon kanalı ise haberi "Düz Yüzlü Adam Bir Bilmece", "Akıl Karıştıran Tablo", "Bilimsel Çelişki" başlıkları ile verdi ve haberde şöyle dendi:

Meave Leakey, ekibi ve Kenya Milli Müzesi'nin buluşu, zaten bulanık olan insanın evrimi tablosunu daha da bulanıklaştırıyor.3
Londra College Üniversitesi'nden ünlü evrimci Dr. Fred Spoor ise yeni bulunan fosil için "Birçok soruyu gündeme getirdi" yorumunu yaptı.4

Kısacası evrim teorisi, yukarıdaki açıklama ve itiraflarda da görüldüğü gibi büyük bir çıkmaz içindedir. Özellikle paleontoloji dalında, her yeni bulgu evrim teorisine yeni bir çelişki daha getirmektedir. İnsanın sözde evrimi için hayali bir şema belirleyen evrimciler, soyu tükenmiş farklı maymun türlerine ve insan ırklarına ait fosilleri art arda dizerek, şemalarına uygun hale getirmeye çalışmaktadırlar. Ancak, hiçbir fosil şemalarına uymamaktadır. Çünkü insan maymunla ortak bir atadan evrimleşmemiştir. İnsanlar tarih boyunca hep insan olmuşlar, maymunlar da hep maymun olarak kalmışlardır. Bu nedenle evrim teorisi, her yeni bilimsel buluşla bir çıkmaz içine daha girecektir.

Kenya'da bulunan kafatasları ve bu araştırmaları yürüten Meave Leakey.

İşin ilginç yanı ise, bazı medya organlarının, evrim aleyhindeki delilleri bile "evrim kanıtı" sanmasıdır. Bu, o denli ön yargılı bir yaklaşımdır ki, topraktan çıkan her kafatasını peşinen "evrime kanıt" zannetmekte ve öyle göstermektedir. Gerek Akşam gazetesinin gerekse Darwinist çizgide yayın yapan diğer medya kuruluşlarının biraz daha akılcı ve bilimsel davranmaları gerektiği ortadadır. Aksi halde, bu örnekte olduğu gibi, kendilerini hatalı duruma düşürmeye devam edeceklerdir.

Yabancı basın ve dergilerde, soldaki şema "İnsanın karmaşık soyağacı" olarak verildi. Ve altında şu yorum yapıldı: "Bilim adamları farklı insanımsıları birbirleriyle nasıl ilişkilendirecekleri konusunda güçlük yaşıyorlar." Çünkü her yeni bulunan fosil, şemayı daha da anlamsızlaştırıyor.

Radikal Gazetesinden Kuşların Kökeni Hakkında
"Evrim Masalları"

8 Aralık 2000 tarihli Radikal gazetesinde, "Kuşların En Hakiki Atası" başlıklı bir haber yayınlandı. Çin'de bulunan bir dinozor fosilinin kuşların gerçek atası olduğu iddia edilen haberde, çok önemli hatalar ve okuyucuyu yanıltan bilgiler bulunmaktadır.

Söz konusu haberde, Çin'de Microraptor ismi verilen ve 120 milyon yıllık olduğu tespit edilen bir dinozor fosili bulunduğu duyurulmaktadır. Yazıda yer alan iddiaya göre, bu karga büyüklüğündeki dinozor, kuş tüylerine benzer tüylere sahiptir ve bu nedenle kuşların atasıdır. Haberdeki yanılgı, çelişki ve hatalar kısaca şöyle özetlenebilir:

1. Bu dinozor kuşların atası olamaz, çünkü ondan çok daha önce yaşamış olan birçok kuş fosili bulunmuştur:

8 Aralık 2000 tarihli Radikal gazetesinde çıkan bu haberde, Çin'de bulunan 120 milyon yıllık dinozor fosilinin kuşların atası olduğu iddia ediliyordu. Ancak, bu fosilden 25 milyon yıl önce yaşamış olan kuşlara ait fosillerin olması, Radikal gazetesinin bu iddiasını yalanlamaktadır.

Yazıdaki en büyük yanılgılardan biri bu konudur. Bu dinozorun boyutlarının küçük olması ve kuş tüylerine benzer tüylerinin olması, evrimcileri heyecanlandırmış olacak ki, hemen bunun kuşların atası olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ancak, Associated Press tarafından duyurulan haberin orijinalinde de yer aldığı gibi, bu dinozorun uçtuğuna dair hiçbir bilgi ve delil bulunmamaktadır. Yine aynı haberde Kansas Üniversitesi paleontologlarından dünyaca ünlü evrimci bilim adamı Larry Martin de bu dinozorun uçan bir kuşa ait özellikleri olmadığını belirtmiştir.

Tüm bunların yanında, bu dinozorun kuşların atası olamayacağını gösteren çok açık bir delil, bu dinozordan çok daha yaşlı uçan kuş fosillerinin bulunmuş olmasıdır. Nitekim, yazıda da bahsi geçen Archaeopteryx, Microraptor isimli dinozordan yaklaşık 25 milyon yıl önce yaşamıştır ve bilim adamlarının son araştırmaları ve yeni bulunan Archaeopteryx fosilleri bu türün uçan bir kuş olduğunu kesin olarak göstermiştir.

2000 yılı içinde ise, Archaeopteryx'ten çok daha yaşlı bir kuş fosili bulunmuştur. Science ve Nature gibi ünlü bilim dergileri ve dünyaca tanınmış BBC televizyonu bu kuş fosilini şöyle duyurmuşlardır.

2000 yılı içinde, Archaeopteryx'ten çok daha yaşlı bir kuş fosili bulundu. Science ve Nature gibi ünlü bilim dergileri tarafından duyurulan bu fosil, kuşların dinozorlardan evrimleştiği iddiasını açıkça çürütmekteydi. Ülkemizde ise bu haber "Kuşların atası kuş çıktı" başlığı ile duyuruldu.

"Orta Asya'da bulunan ve günümüzden 220 milyon yıl önce yaşadığı anlaşılan söz konusu fosilin tüm vücudunun tüylerle kaplı olduğu, kuşların atası olduğu iddia edilen Archaeptoryx'de ve günümüz kuşlarında olduğu gibi bir lades kemiğine sahip olduğu ve tüylerinde ise içi boş sapların bulunduğu tespit edildi. Bu ise, Archaeopteryx'in kuşların atası olduğu iddialarını geçersizleştiriyor. Çünkü bulunan fosil Archaeopteryx'ten 75 milyon yıl daha yaşlı; yani kuşların atası olduğu iddia edilen canlıdan 75 milyon yıl önce de tüm özellikleriyle tam bir kuş yaşıyordu."

Nitekim aynı haber ülkemizde de, Milliyet gazetesinin 25 Haziran 2000 tarihli sayısında "Kuşların Atası Kuş Çıktı" manşetiyle yayınlanmıştı. Dolayısıyla Orta Asya'da bulunan bu kuş fosili, yeni bulunan Microraptor isimli dinozordan tam 100 milyon yıl daha yaşlıdır ve günümüz kuşları ile tamamen aynı özelliklere sahiptir.

Sonuç olarak, normal uçan bir kuştan 100 milyon yıl sonra ortaya çıkan bir dinozorun bu kuşun atası olması imkansızdır. Yani bulunan fosiller, dinozorlar ve kuşlar arasında kesinlikle bir ata-torun ilişkisi olmadığını, her iki türün birbirlerinden tamamen ayrı olarak ortaya çıktıklarını açıkça göstermektedir. Eğer böyle bir ilişki söz konusu olsaydı, evrimcilerin iddia ettikleri torunlar, atalarından 100 milyon yıl önce yaşamazlardı!

2. Yazıda, "daldan dala atlayan dinozorların bir gün kanatlandıkları" masalı, bilimsel bir gerçek gibi anlatılmaktadır:

Radikal gazetesindeki haberin en düşünülmeden yazılmış bölümlerinden bir diğeri ise, "Daldan dala atlarken kanat geliştiren dinozor" iddiasıdır. Bugün bu iddia, çocukların bile güldükleri bir karikatür konusu olmaktan öteye gitmemektedir.

Dinozorların kuşların atası olduklarını iddia eden evrimciler, dinozorların nasıl kanatlandıkları sorusuna bir cevap getirmek zorunda oldukları için ortaya hayali iddialar atarlar. En bilinen iki iddiaları: 1. Dinozorların daldan dala atlarken kanatlandıkları 2. Yerde koşup sinekleri avlamak için ön kollarını çırparlarken kanatlandıkları şeklindedir. Hiçbir bilimsel dayanağı olmayan, sadece hayal gücünün bir ürünü olan bu teori, aynı zamanda çok açık bir mantık çelişkisi de içermektedir. Çünkü evrimcilerin burada uçuşun kökenini açıklamak için gösterdiği örnek, yani sinek, zaten mükemmel bir uçma yeteneğine sahiptir. İnsan saniyede 10 kere bile kolunu açıp kapayamazken, ortalama bir sinek, saniyede 500 kez kanat çırpma yeteneğine sahiptir. Üstelik her iki kanadını eşzamanlı olarak çırpar. Eğer kanatların titreşimi arasında en ufak bir uyumsuzluk olsa sinek dengesini yitirecektir, ama hiçbir zaman böyle bir uyumsuzluk olmaz. Evrimciler ise, sineğin bu mükemmel uçuş yeteneğinin nasıl ortaya çıktığını açıklamaları gerekirken, sineği çok daha hantal bir varlığın yani sürüngenin uçuşunun nedeni olarak gösteren hayali senaryolar üretmektedirler. Oysa sadece sinekteki üstün yaratılış bile evrimin bu iddiasını geçersiz kılar.

Ayrıca, ikinci iddiayı da destekleyen hiçbir bilimsel delil yoktur. Bu iddialardan birinin sahibi olan Yale Üniversitesi Jeoloji Kürsüsü profesörü John Ostrom, kendi iddiasının ve diğer iddianın ne kadar bilim dışı olduğunu şöyle açıklar:

"Benim cursorial senaryom (karadan kanatlanıp havalanma teorisi) kesinlikle spekülatiftir. Fakat arboreal teori (daldan dala atlarken havalanma) de aynı şekilde spekülatiftir" demiştir.5

Görüldüğü gibi, bu iddiaların sahipleri dahi teorilerinin tamamen hayale dayalı olduğunu ve bilimsel hiçbir kanıtı bulunmadığını itiraf etmektedirler.
Gerçekte kuşların atasının dinozorlar olduğu yönündeki evrimci anlatımın bütünü bilim dışı bir spekülasyondan ibarettir. Nitekim, Microraptor'un kuşların atası olamayacağını belirten, kuşlar üzerinde uzman, evrimci paleontolog Larry Martin, evrimci olmasına rağmen şu açıklamayı yapmıştır:

"Doğrusunu söylemek gerekirse, eğer dinozorlarla kuşların aynı kökenden geldiklerini savunuyor olsaydım, bunun hakkında her kalkıp konuşmak zorunda oluşumda utanıyor olacaktım."6

Ne var ki, bazı evrim propagandacıları bu hayali varsayımları bilimsel gerçekler gibi kabul ederek halka empoze etmekte bir sakınca görmemektedirler. Ancak evrimcilerin halkı yanıltmak için yürüttükleri her çaba bilim ve akıl tarafından karşılığını gecikmeden almaktadır. Bu nedenle evrim propagandasını ilke edinenlerin bu yeni gelişmeyi göz ardı etmemeleri son derece önemlidir.

National Geographic Türkiye Dergisi,
Yayın Hayatına Yanılgılarla Başladı

Dünyaca ünlü National Geographic dergisi 2001 yılı içinde ülkemizde Türkçe versiyonuyla yayınlanmaya başladı. Yapılan reklamlar, bu gelişmeyi yayıncılık açısından önemli bir bilimsel kazanç olarak gösteriyordu. Oysa gerçekte National Geographic dergisiyle birlikte, ilginç doğa resimleri veya farklı kültürlerle ilgili bilgilerin yanında, son derece dogmatik bir "evrim fanatizmi" de yayına başlamış oldu.

Çünkü National Geographic, evrime delil bulabilme umuduyla güvenilirlikten uzak kaynakları zaman zaman manşetlerine taşımıştır. Örneğin derginin 1999 yılında büyük bir gürültüyle verdiği "tüylü dinozor fosili" haberinin aslında bilimsel bir sahtekarlığa dayandığı, söz konusu fosilin birkaç ayrı canlı kalıntısının birbirine yapıştırılmasıyla üretilmiş bir sahtekarlık olduğu 2001 yılında ortaya çıkmıştır.

Evrimci bilim adamları dahi National Geographic'in fanatizmini kabul etmektedir. ABD'deki ünlü Smithsonian Institution Doğa Tarihi Müzesi'nden Storrs Olson, bu fosilin sahte olduğuna dair daha önceden National Geographic dergisi yetkililerini uyardığını, ancak dergi yönetiminin bunu tamamen göz ardı ettiğini söylemektedir. Olson'a göre, "zaten National Geographic uzun zamandır sansasyonal, desteksiz ve tabloid habercilik yaparak seviyesini düşürmüş durumdadır".7

National Geographic'in bu "sansasyonel, desteksiz, tabloid" evrim propagandası, ister istemez derginin Türkçe versiyonunda da ortaya çıkmaktadır. National Geographic Türkiye'nin 2. sayısında yer alan Uçan Sürüngenler (Pterozorlar) hakkındaki temelsiz ve çelişkili evrimci yorumlar bu yanılgılardan biridir.

Pterozorlar (Uçan Sürüngenler) Neden Evrim Teorisi İçin Bir Çıkmazdır?

Sürüngenler sınıfı içinde yer alan ilginç bir canlı grubu, uçan sürüngenlerdir. Bunlar, yaklaşık 200 milyon yıl önce Üst Triasik Devir'de ilk kez ortaya çıkmış ve daha sonra ise soyları tükenmiş bir canlı grubudur. Bu canlılar birer sürüngendir, çünkü sürüngen sınıfının temel özelliklerine sahiptirler: Metabolizmaları soğuk kanlıdır (ısı üretemezler) ve vücutları pullarla kaplıdır. Ancak güçlü kanatlara sahiptirler ve bu kanatlar sayesinde uçabildikleri düşünülmektedir.

Uçan sürüngenler National Geographic gibi popüler evrimci yayınlarda Darwinizm'i destekleyen bir paleontolojik bulgu olarak gösterilir. Ya da en azından böyle bir imaj oluşturulur. Oysa aksine, uçan sürüngenlerin kökeni evrim teorisi adına ciddi bir sorundur. Bunun en açık göstergesi de, uçan sürüngenlerin, kara sürüngenleriyle aralarında hiçbir geçiş türü olmadan, bir anda ve eksiksiz olarak ortaya çıkmalarıdır. Uçan sürüngenler, çok incelikle yaratılmış kanatlara sahiptir ve bu organlar hiçbir kara sürüngeninde yoktur. "Yarım kanatlı" herhangi bir canlıya ise fosil kayıtlarında rastlanmamaktadır.

Nitekim "yarım kanatlı" canlıların yaşamış olması da mümkün değildir. Çünkü bu tür hayali canlılar, eğer yaşamış olsalardı, ön ayaklarını kaybettikleri, ama henüz uçacak durumda da olmadıkları için diğer sürüngenlere göre dezavantajlı hale geleceklerdi. Bu durumda ise, evrimin kendi kabulune göre elenip soylarının tükenmesi gerekirdi.

Nitekim uçan sürüngenlerin kanatlarının yapısı incelendiğinde, bunun asla evrimle açıklanamayacak kadar kendine özgü ve aniden ortaya çıkmış bir yapı olduğu görülür. Uçan sürüngenlerin kanatları üzerinde diğer sürüngenlerin ön ayakları gibi beş tane parmakları vardır. Ancak dördüncü parmak, diğer parmaklardan ortalama 10-15 kat daha uzundur ve kanat da bu parmağın altında uzanır. Eğer kara sürüngenleri uçan sürüngenlere evrimleşmişlerse, o halde söz konusu dördüncü parmak da yavaş yavaş, kademe kademe uzamış olmalıdır. Sadece dördüncü parmak değil, tüm kanat yapısı, rastlantısal mutasyonlarla gelişmeli ve tüm bu süreç de canlıya avantaj kazandırmalıdır. Evrim teorisinin paleontolojik düzeydeki önde gelen eleştirmenlerinden biri olan Duane T. Gish, bu noktada şu yorumu yapar:

Bir kara sürüngeninin kademeli bir biçimde bir uçan sürüngene dönüşebileceği varsayımı tümüyle tutarsızdır. Böyle bir dönüşüm sırasında ortaya çıkacak olan yarım, tamamlanmamış yapılar, canlıya bir avantaj kazandırmak bir yana, onu tümüyle dezavantajlı hale getirecektir. Örneğin evrimciler, bazı mutasyonların sadece dördüncü parmağı etkilediğini ve onu zaman içinde yavaş yavaş uzattığını varsayarlar. Elbette, diğer bazı rastlantısal mutasyonların da, her ne kadar inanılmaz gözükse de, bu yönde tam bir işbirliği yaparak, kanat zarının, uçuş kaslarının, tendonların, sinirlerin, kan damarlarının ve kanat için gereken diğer yapıların kademeli olarak evrimleşmesini sağlamaları gerekmektedir. Belirli bir aşamada, gelişmekte olan bu uçan sürüngen %25'lik bir kanat dokusuna sahip olacaktır. Ancak bu garip yaratık hiçbir şekilde yaşayamayacaktır. %25'lik bir kanat dokusu ona ne avantaj sağlayabilir? Açıktır bu canlı uçamayacaktır ve artık eskisi gibi koşamayacaktır da.8

Kısacası uçan sürüngenlerin kökeninin evrim mekanizmalarıyla açıklanması imkansızdır. Nitekim fosil kayıtları da böyle bir evrim yaşanmamış olduğunu ortaya koyar. Fosil katmanlarında, sadece bugün tanıdığımız gibi kara sürüngenleri ve kusursuz uçan sürüngenler vardır. Hiçbir ara form yoktur. Omurgalı paleontolojisi alanında dünyanın en önde gelen birkaç isminden biri olan Robert L. Carroll, bir evrimci olmasına karşın bu konuda şu itirafta bulunur:

Triasik Devir'de ortaya çıkan tüm uçan sürüngenler (pterosaurlar) uçuş için çok özelleşmiş yapıya sahiptirler... Atalarının ne olduğu konusunda ve uçuşlarının kökeninin ilk aşamaları hakkında ise hiçbir bulgu yoktur.9

Kısacası uçan sürüngenlerin evrime delil oluşturan hiçbir yönü yoktur. Kara sürüngenleri ile uçan sürüngenler, aralarında hiçbir evrimsel ilişki olmadan farklı yapılarıyla ortaya çıkmışlardır. Bu, evrime değil, yaratılışa delil oluşturan bir gerçektir.

National Geographic'in Satır Arası İtirafları

Ülkemizde Türkçe olarak yayınlanmaya başlayan National Geographic dergisi, tüm dünyada evrim fanatizminin öncüsü ve bu konuda yanıltıcı haber yapmaktan çekinmeyen bir dergi olarak tanınmaktadır. Pterozorlar hakkındaki yazı da bunun bir örneğidir.

National Geographic Türkiye'nin Mayıs 2001 sayısında yayınlanan "Antik Göklerin Efendileri: Pterozorlar" başlıklı yazının, bu canlıları evrim propagandasına malzeme yapmak için kaleme alınmış olduğu kullanılan ifadelerden anlaşılmaktadır: Pterozorlar "evrimin büyük başarı öykülerinden biri" olarak tanımlanmakta (s. 135) ve yazı "pterozorlor, yok oluş nedenleri ne olursa olsun, evrimsel açıdan benzersiz zaferlere ulaştı" (s. 151) yorumuyla bitmektedir.

Peki acaba National Geographic bu canlıların kökeninin evrim olduğuna dair bir delil sunabilmekte midir?

Hayır. Aksine, dergideki makale, yukarıda anlattığımız "evrim çıkmazları"nın itirafları ile doludur. Bu canlıların fosil kayıtlarında, sözde ataları olan kara sürüngenlerinden çok farklı, özgün yapılarıyla bir anda ortaya çıktığını, bakın National Geographic nasıl itiraf ediyor:

Tüm paleontologlar, kökenlerinin ne olduğu sorusunun henüz yanıtlanamadığını, bunun için pterozorların ilkel türlerine ait yeni fosillerin bulunmasını beklemek gerektiğini kabul ediyor. İtalya, Monfacolne'deki Paleontoloji Müzesi'nden Fabio Dalla Vechia, 'nasıl evrim geçidiklerini söylemek zor; bulduğumuz ilk pterozorlar evrimlerini tamamlamış gerçek pterozorlar' diyor. 'Dördüncü kanatları çoktan kanada dönüşmüştü'. Bilinen ilk pterozorlar, kuzey İtalya dağlarında bulundu... uçma konusunda açık denizde balık avlayacak kadar usta olduklarına dair kanıtlar var.10

Bu alıntıdaki evrimci önyargıya dikkat etmek gerekir. National Geographic'in kaynak gösterdiği evrimci paleontologlar, "bulunan ilk pterozorların" özgün kanat yapılarıyla birlikte aniden ortaya çıktıklarını kabul etmekte, ancak mutlaka bu canlılardan daha önce yaşamış olması gereken "ilkel pterozor türleri"nin varlığına inanmaktadırlar. Yani mevcut fosil delilleri, pterozorların, geçmişlerinde hiçbir "ilkel tür" bulunmadan aniden ortaya çıktıklarını göstermekte, ama evrimciler, teorileri öyle gerektirdiği için, bu hayali ilkel türlerin varlığını savunmaktadırlar.

Bu örnek, evrim teorisinin bilime rağmen zorla ayakta tutulmak istenen bir dogma olduğunu bir kez daha göstermektedir.

Pterozorların nasıl olup da uçmaya başladıkları sorusunun evrim açısından cevapsız olduğu da National Geographic'in satır aralarında itiraf edilmektedir:

Öte yandan bu canlıları uçma aşamasına getiren evrimsel yol hala tartışmalı. Pek çok araştırmacı, pterozorların ağaçlarda yaşayan ve yaşamını daldan dala atlayarak geçiren küçük bir sürüngen soyundan geldiği kanısında... Bu arada karşıt kuramı savunanlara göre ise pterozorlar, karada koşan ve olasılıkla da dengelerini sağlamak için kollarını iki yana açarak kullanan, iki ayaklı sürüngenlerin evrim geçirmesi sonucunda ortaya çıktılar.11

Alıntıda sözü edilen iki ayrı tez, evrimcilerin kuşların kökeni konusunda da içine düştükleri çelişkilerin bir tekrarıdır. Kuşlar konusunda da pterozorlar için olduğu gibi iki teori vardır: Arboreal (ağaç dallarında süzülme) ve cursorial (yerden havalanma) teorileri. Ama hem arboreal teori hem de cursorial teori tamamen spekülatiftir, yani hiçbir delile dayanmayan "zihin jimnastiklerinden" ibarettir. Sürüngenlerin daldan dala atlayarak veya yerde koşarak zaman içinde "kanatlanabilecekleri" düşüncesi, hiçbir bilimsel temeli olmayan Lamarkçı bir hurafeden başka birşey değildir. (Bkz. Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni, "Kuşların Kökeni", 2000) Bu tezlerin herhangi birini destekleyen en ufak bir fosil kanıtı yoktur. Kısacası bu tezlerin National Geographic'in ifadesiyle "tartışmalı" olmasının nedeni, tamamen hayali olmalarıdır.

National Geographic Türkiye'nin Mayıs 2001 sayısında pterozorlar hakkında yayınlanan makale, her ne kadar evrim propagandası niyetiyle yazılsa da, gerçekte evrim teorisinin açmazlarından birini itiraf etmekten başka bir sonuca varmamıştır. Bilimsel kanıtlar, pterozorların, diğer canlı grupları gibi, yeryüzünde evrim süreciyle değil, aniden ve özgün yapılarıyla ortaya çıktıklarını göstermektedir. Bu durum diğer bütün canlı ve cansız varlıkları olduğu gibi bu canlıları da Allah'ın yarattığını kanıtlar.

Hürriyet Gazetesinin Evrim Çelişkisi

5 Aralık 2000 tarihli Hürriyet gazetesinde "6 milyon yıllık Milenyum Adamı" başlıklı bir haber yayınlandı. Bu haberde, 2000 yılının Ekim ayında bulunan bir fosil konu edilmekte ve bu fosilin insanın evrimsel atası olduğu iddia edilmekteydi. Evrim propagandası yapmak amacıyla yayınlandığı açıkça belli olan bu haberde pek çok çelişki bulunmaktadır.

Kenya'da bulunan 6 milyon yıllık "Milenyum Adamı", 3.2 milyon yıllık Lucy'den daha yaşlı olmasına rağmen, evrimcilerin iddialarına göre çok daha fazla gelişmiş. Bu, evrimcilerin kendi içlerindeki tutarsızlığı gösteren açık bir örnektir.

Söz konusu haberde, Fransız ve Kenyalı bilim adamlarının Kenya'nın Baringo bölgesinde en az 6 milyon yıllık fosil buldukları belirtiliyor. Haberde ayrıca bu fosillerin insanın bugüne kadar bulunan en eski atasına ait olduğu iddia ediliyor. Fosili bulan bilim adamları ise, bu fosillerin 1974 yılında bulunan Lucy fosilinden 3.2 milyon yıl daha yaşlı olduğunu belirtiyorlar. Haberde, bulunan fosil, insanın yarı insan-yarı maymun atası olarak tanıtılmaya çalışılmaktadır. Ancak bu, evrimcilerin kendi içlerindeki çelişkilerini ortaya koyan bir haberdir.

Çünkü fosili bulan bilim adamlarının kıyas yaptıkları Lucy, yeni bulunan Milenyum Adamı'ndan daha genç olmasına rağmen evrimci mantığa göre daha az gelişmiştir. Çünkü yapılan detaylı incelemeler sonucunda İngiltere ve ABD'den iki anatomist, Lord Solly Zuckerman ve Prof. Charles Oxnard 12 ve İngiltere'deki Liverpool Üniversitesi'nden Fred Spoor gibi dünyaca ünlü bilim adamları Lucy'nin, insanın atası olmayacağını, dik yürümeyen, günümüz maymunları ile benzer özellikle sahip soyu tükenmiş bir tür olduğunu göstermişlerdir.

Bu bilim adamlarının elde ettikleri sonuçlara göre, Lucy'nin dahil edildiği Australopithecus afarensis türünün tümünün beyin hacimleri, günümüz şempanzelerininkiyle aynı veya daha küçüktür. Ellerinde ve ayaklarında günümüz maymunlarındaki gibi ağaçlara tırmanmaya yarayan çıkıntılar mevcuttur ve ayakları dallara tutunmak için kavrayıcı özelliklere sahiptir. Boyları kısadır (en fazla 130 cm.) ve aynı günümüz maymunlarındaki gibi erkek Australopithecus dişisinden çok daha iridir. Kafataslarındaki yüzlerce ayrıntı, birbirine yakın gözler, sivri azı dişleri, çene yapısı, uzun kollar, kısa bacaklar gibi birçok özellik, bu canlıların günümüz maymunlarından farklı olmadıklarını gösteren delillerdir.

Ünlü Fransız bilim dergisi Science et Vie, Mayıs 1999 sayısında bu konuyu kapak yapmıştır. Dergi, "Adieu Lucy" (Elveda Lucy) başlığını kullanarak Australopithecus türü maymunların insanın soyağacından çıkarılması gerektiğini yazmıştır. St W573 kodlu yeni bir Australopithecus fosili bulgusuna dayanarak yazılan makalede, şu cümleler yer almaktadır:

Yeni bir teori Australopithecus türünün insan soyunun kökeni olmadığını söylüyor... St W573'. incelemeye yetkili tek kadın araştırmacının vardığı sonuçlar, insanın atalarıyla ilgili güncel teorilerden farklı; hominid soyağacını yıkıyor. Böylece bu soyağacında yer alan insan ve doğrudan ataları sayılan primat cinsi büyük maymunlar hesaptan çıkarılıyor... Australopithecuslar ve Homo türleri (insanlar) aynı dalda yer almıyorlar, Homo türlerinin (insanların) doğrudan ataları, hala keşfedilmeyi bekliyor.13

Görüldüğü gibi, günümüzden 3.2 milyon yıl önce yaşayan ve evrimciler tarafından insanın atası olarak kabul edilen Lucy, tamamen maymun özelliklerine sahip bir türdür. Yeni fosili, Lucy'nin ve insanın atası olarak gösteren bilim adamları ise büyük bir çelişki sergilemekte ve kendi evrimci iddialarını dahi alt üst eden bir iddia ortaya atmaktadırlar. Lucy, yeni bulunan Milenyum Adamı'ndan daha genç olmasına rağmen, evrimci mantığa göre daha az gelişmiştir. Yani insana daha yakın olacağına maymuna daha yakındır, hatta tamamen bir maymundur.

Çünkü bu bilim adamlarının verdikleri bilgiye göre Milenyum Adamı dik yürüyebilmekte, çene ve diş yapısı ise insana benzemektedir. Oysa, Lucy dik yürüyemediği gibi, çene ve diş yapısı maymunlarla aynıdır. Yani evrimcilerin iddialarına göre evrim tersine işlemiş olmalıdır!

Evrimcilerin iddialarını yakından, dikkatli bir gözle izleyen her insan, bu tür çelişkilere sık sık rastlayacaktır. Çünkü evrimciler hiçbir zaman gerçekleri anlatmazlar. Onlar hayali bir senaryoyu yaşatmaya çalıştıkları için, senaryolarında her zaman boşluklar, çelişkiler, sahtekarlıklar, laf oyunları ve göz boyamalar olur. Çok az bir dikkat sarfedilerek, evrimcilerin Milenyum Adamı örneğinde olduğu gibi, kendi iddialarını çürütecek bir bulguyu sanki evrime delilmiş gibi kullandıklarına herkes şahit olabilir.

Akşam Gazetesi, Evrimcilerin Aldatmacalarına
Ortak Olmamalıdır

6 Nisan 2001 tarihli Akşam gazetesinin "Pazar Sürprizi" ekinde "Onları Baştan Yarattı" başlıklı bir haber yayınlandı. Haberde, Gürcistan'da bulunan 1.8 milyon yıllık insan fosillerinin, bir plastik sanatçısı tarafından nasıl canlandırıldığı anlatılıyordu. Haberin ilgi çeken yönü şuydu: Gürcistan'daki kazıda bulunan kemik parçaları, bir sanatçının hayal gücüne uyularak canlandırılmış ve bir sanatçının hayal gücü ile oluşturulan bu maketler, "işte ilk atalarımız" diye insanlara tanıtılmıştı.

Akşam gazetesinin ekinde yayınlanan haberde, kafatası fosillerinin nasıl maket haline getirildiği anlatılmaktadır. Rekonstrüksiyon olarak bilinen bu yöntem bilimsel değildir ve evrimciler tarafından aldatıcı bir yöntem olarak kullanılmaktadır.

Rekonstrüksiyon olarak bilinen bu sahte çizimler ve maketler, evrimcilerin en çok kullandıkları propaganda yöntemlerinden biridir. Evrimciler, teorilerini destekleyecek tek bir bilimsel delil bulamadıkları için, bu sahte çizim ve maketleri kullanırlar. Evrimci gazete, dergi ve kitaplarda gördüğünüz yarı insan-yarı maymun yaratıklara ait çizim ve maketlerin tamamı evrimcilerin ve bazı sanatçıların hayal gücünün ve evrimci ön yargılarının bir ürünüdür. Bu görüntülerin hiçbir bilimsel dayanağı yoktur. İnsanlar görsel yoldan daha kolay etkilendikleri için amaç onları, hayal gücüyle rekonstrüksiyonu yapılmış yaratıkların geçmişte gerçekten yaşadığına inandırabilmektir.

Burada bir noktaya dikkat etmek gerekir: Kemik kalıntılarına dayanılarak yapılan çalışmalarda sadece eldeki objenin çok genel özellikleri ortaya çıkarılabilir. Örneğin aşağıdaki resimde Gürcistan'da bulunan kafatası fosilleri görülmektedir. Bu kemik parçalarına bakılarak tüm detaylarıyla bir insan yüzü çıkarmak kesinlikle imkansızdır. Çünkü asıl belirleyici ayrıntılar, zaman içinde kolayca yok olan yumuşak dokulardır. Evrime inanmış bir kimsenin ise bu yumuşak dokuları istediği gibi şekillendirip ortaya hayali bir yaratık çıkarması çok kolaydır. Harvard Üniversitesi'nden Earnst A. Hooten bu durumu şöyle açıklar:

Yumuşak kısımların tekrar inşası çok riskli bir girişimdir. Dudaklar, gözler, kulaklar ve burun gibi organların altlarındaki kemikle hiçbir bağlantıları yoktur. Örneğin bir Neandertal kafatasını aynı yorumla bir maymuna veya bir filozofa benzetebilirsiniz. Eski insanların kalıntılarına dayanarak yapılan canlandırmalar hemen hiçbir bilimsel değere sahip değillerdir ve toplumu yönlendirmek amacıyla kullanılırlar... Bu sebeple rekonstrüksiyonlara fazla güvenilmemelidir.14

Australopithecus robustus (Zinjanthropus) adlı fosil için çizilen birbirinden tamamen farklı üç ayrı rekonstrüksiyon.

Bu kemik parçalarının, Pazar Sürprizi'nde yayınlanan ve resimlerde görülen insan maketleri olarak tasarlanması kesinlikle bilimsel ve gerçekçi değildir. Hooten'ın da belirttiği gibi, bu kemiklere bakarak bu maketlerin sahip oldukları burnu, kulakları, dudakları, gözleri belirlemek kesinlikle imkansızdır. Plastik sanatlar uzmanı, kafatasını bulan evrimcilerin de desteği ile, bu maketlere hayal gücüne uygun bir bakış da vermiştir. "İlkel, yarı maymun bir insan nasıl bakar?" diye düşünerek hayal etmiş ve bu görüntüyü ortaya çıkarmıştır. Aynı durum, maketlerin saçları için de geçerlidir. Saçlar da gözler, bakışlar, burun gibi tamamen hayal gücünün ürünüdür.

Evrimciler bu konuda o denli ileri gitmektedirler ki, aynı kafatasına birbirinden çok farklı yüzler yakıştırabilmektedirler. Örneğin Australopithecus robustus (Zinjanthropus) adlı fosil için çizilen birbirinden tamamen farklı üç ayrı rekonstrüksiyon, bunun ünlü bir örneğidir. Veya tarihe evrimcilerin bir sahtekarlığı olarak geçen Nebraska Adamı da bunun bir başka örneğidir. Bulunan bir diş fosilinden yola çıkılarak, bu dişin yarı insan-yarı maymun bir canlıya ait olduğu belirtilmiş, bu canlının adı Nebraska Adamı olarak konmuştur. Kitap ve dergilerde, Nebraska Adamı'nın çeşit çeşit çizimleri yapılmış, hatta bununla da kalınmayarak, Nebraska Adamı'nın ailesi de resmedilmiştir. Ancak bir süre sonra bu dişin, bir maymuna veya bir insana değil, soyu tükenmiş bir yaban domuzuna ait olduğu anlaşılmıştır. Nebraska Adamı örneği, evrimcilerin hayal güçlerini kullanmakta ve insanları yanıltacak çizim sahtekarlıkları yapmakta ne kadar ileri gidebileceklerinin somut bir örneğidir.

Popüler Bilim Dergisindeki Çok Önemli
Yanılgılar ve Önyargılar

Popüler Bilim dergisinin Aralık 2000 tarihli sayısının 32. sayfasında Evrenin Doğuşu, Yaşı ve Geleceği başlıklı bir yazı yayınlandı. Bu yazıda önemli bilgi hataları ve önyargılı, bilimsel metoda uymayan çıkarımlar bulunmaktadır. Bu konulara aşağıda kısaca yer verilecektir.

1. Yazarlar, "Fosiller yaşamın evrimine dair ipuçları verebilir mi?"
sorusuna evrimcilerin doğru yanıtı verdikleri konusunda yanılmaktadırlar

Yazıda çeşitli sorular sorulmuş ve evrimcilerin bu sorulara doğru cevap verirken, yaratılışı savunanların cevap veremediklerini belirtmişlerdir. Bu konuda öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, konu paleontoloji, astronomi, biyoloji gibi çeşitli bilim dallarını ilgilendiren konular olduğunda, bu konularla ilgili soruların doğru cevaplarını ancak bilimsel araştırma, gözlem ve deneylerle alabiliriz. Yani bu soruların doğru cevaplarını evrim teorisinden almayı beklemeyiz. Çünkü evrim teorisi, bir teoridir. Yerçekimi kanunu veya termodinamik gibi ispatlanmış bir kanun değildir. Ancak, bilimsel yöntemlerle elde ettiğimiz sonuçları inceleyip bu sonuçların evrim teorisinin iddiaları ile uyup uymadığına bakar ve böylece evrim teorisinin bilimsel geçerliliğe sahip olup olmadığını görürüz.

Popüler Bilim dergisinin Aralık 2000 sayısında, evrim teorisini savunmak için önemli hata ve yanılgıların göz ardı edildiği bir yazı yayınlandı.

Bunu yaptığımızda, özellikle fosiller alanına baktığımızda çok somut bir gerçekle karşılaşırız: Evrim hiçbir zaman yaşanmamıştır; tüm canlılar aniden, kendilerine has vücut yapılarıyla, hiçbir evrimsel ataya sahip olmadan fosil kayıtlarında belirmişlerdir. Yani fosiller, evrimin hiçbir zaman yaşanmadığını göstermektedir. (Konunun detayları için bkz. Harun Yahya, Evrim Aldatmacası ve Hayatın Gerçek Kökeni)

150 yıldır yapılan bütün araştırmalara ve harcanan büyük emek ve imkanlara rağmen evrim teorisini destekleyecek bulgular bir türlü ortaya çıkmamaktadır. Oysa, eğer evrim diye birşey gerçekleşmiş olsaydı, bu konuda sayılamayacak kadar çok delilin bulunmuş olması gerekirdi. Nitekim Darwin'den bu yana pek çok evrimci bilim adamı, çok sayıda delil olması gerektiğini, ama bunların bir türlü bulunamadığını kabul etmiştir.

Evrimcilerin milyonlarcasını bulmuş olmaları gereken bu "delil"ler, "ara geçiş formu" denen canlıların fosilleridir. Evrimin iddiasına göre, canlılar birbirlerinden türemişlerdir. Örneğin insan, bu iddiaya göre, maymun benzeri primatlardan evrimleşerek oluşmuştur. Bu dönüşüm bir günde olmadığına, hatta evrimci iddiaya göre milyonlarca yıl sürdüğüne göre, yarı insan-yarı maymun milyonlarca canlının yaşamış olması gerekir. Aynı şey sudan karaya geçiş ya da karadan havaya geçiş için de geçerlidir: Evrim teorisine göre milyonlarca yarı balık-yarı sürüngen ya da yarı sürüngen-yarı kuş canlının yaşamış olması gerekir. Sadece bu gibi dev farklılıkların değil, doğadaki milyonlarca farklı canlı grubu arasındaki tüm farklılıkların, bu gruplar arasında kalan yarım canlılarla aşama aşama kapatılmış olması gerekir. İşte evrimdeki dönüşümleri göstermesi umulan bu "yarım gelişmiş" varlıklara ara geçiş formu denilir.

Ve eğer evrim gerçekleşmişse, bu ara geçiş formlarından yüz binlercesinin, hatta milyonlarcasının fosilleşerek günümüze ulaşmış olması gerekir. Çünkü bu ara formlar, halen yaşayan türlerden sayı ve tür olarak çok daha zengin olmalıdırlar.

İşte evrimin çıkmazı buradadır: Bir yüzyılı aşkın bir süredir hararetle yürütülen "ara geçiş formu bulma" çabalarına rağmen, istenen fosillerden bir tane dahi bulunamamıştır. Evrimcilerin bu konuda yaptıkları bazı "itiraf"lar oldukça çarpıcıdır. Bu itirafların başında teorinin kurucusu Charles Darwin'in sözleri gelir. Darwin Türlerin Kökeni isimli kitabında ara geçiş formları konusundaki ümitsizliğini şöyle ifade eder:

Türler başka türlerden belli belirsiz aşamalardan geçerek türediyse, neden her yerde sayısız geçişsel biçimlere (ara geçiş formları) rastlamıyoruz? Bugün gördüğümüz türler yerine doğada neden biçimlerin karmakarışıklığı ile karşılaşmıyoruz?15
Ünlü evrimci paleontolog Derek W. Ager ise, "Sorunumuz şudur: Fosil kayıtlarını detaylı olarak incelediğimizde, türler ya da sınıflar seviyesinde olsun, sürekli olarak aynı gerçekle karşılarız; kademeli evrimle gelişen değil, aniden yeryüzünde oluşan gruplar görürüz." diyerek, fosil kayıtlarının evrime karşı olduğunu itiraf etmektedir.16

Başka bir evrimci paleontolog Mark Czarnecki de, fosil kayıtlarının evrimi değil, yaratılışı destekler nitelikte olduğunu şöyle itiraf eder:

Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündeki büyük bir engel, her zaman için fosil kayıtları olmuştur... Bu kayıtlar hiçbir zaman için Darwin'in varsaydığı ara formların izlerini ortaya koymamıştır. Türler aniden oluşurlar ve yine aniden yok olurlar. Ve bu beklenmedik durum, türlerin Tanrı tarafından yaratıldığını savunan argümana destek sağlamıştır.17

Bugüne kadar evrimcilerin evrimin delili olarak sundukları fosillerin birçoğunun ya sahte olduğu anlaşılmıştır ya da evrimcilerin fosiller üzerinde taraflı ve bilimsel yöntemlere uygun olmayan yorumlar yaptıkları ortaya çıkmıştır. Son olarak, 100 yıldır "en önde gelen ara form" olarak bilinen Archaeopteryx adlı fosil kuşun, iddia edildiği gibi bir "ilkel kuş" ve "ara form olmadığı, Archaeopteryx'ten 70 milyon yıl önce yaşamış kusursuz bir kuş olan "Longisquama"nın bulunmasıyla anlaşılmıştır. Sonuç olarak bugün evrimcilerin evrimin delili olarak öne sürebilecekleri bir tek dahi fosil örneği yoktur. Nitekim, ünlü evrimcilerden ve Oxford Üniversitesi zoologlarından Mark Ridley, evrimcilere şöyle bir tavsiyede bulunur:

Gerçek bir evrimci hiçbir zaman, yaratılışa karşı evrim teorisine dayanak olarak fosil kayıtlarını kullanmamaktadır.18

2. "Yaratılışı savununlar evrimin nerede başladığı sorusunu bir türlü yanıtlayamadılar" iddiasındaki mantık bozukluğu

Yaratılış gerçeğini savunanların, evrimin nerede başladığı sorusunu yanıtlamamalarının nedeni, evrimin olduğuna kesin olarak inanmamalarıdır. Ancak bu cümlede dikkatsizlikten kaynaklanan bir hata olduğunu ve asıl söylenmek istenenin, "yaratılışı savunanlar hayatın ne zaman başladığı sorusunu yanıtlayamadılar" olacağını tahmin ederek, bu cümle üzerinde durmak istiyoruz.

Evrimi savunanların, yaratılışla ilgili açıklamalara karşı gelirken en çok içine düştükleri hatalardan biri, yaratılışı savunan bazı Hıristiyanların, Kitab-ı Mukaddes'i rehber alarak öne sürdükleri "genç dünya" tezini hedef almaları ve bunun yaratılış inancına karşı bir koz olduğuna inanmalarıdır. Ancak bu, konuyu çok iyi bilmeyenlerin bir iddiasıdır.

Evrimciler canlılığın, cansız ve şuursuz atomların, tesadüfen gelişen olaylar sonucunda önce ilkel bir hücreyi, daha sonra da daha gelişmiş organizmaları ve nihayetinde insanı oluşturduğunu iddia ederler. Bunun içinse, yani tesadüflerin son derece kompleks sistemleri oluşturabilmesi için de, iddia ettiklerine göre, ihtiyaç duydukları tek şey uzun bir zamandır. Ancak bugünkü bilimsel verilere göre hesaplanan dünyanın yaşı, evrimcilerin iddiaları için çok az gelmekte ve bu nedenle evrimciler mümkün olduğunca dünyanın yaşını artırmaya çalışmaktadırlar. Yaratılış gerçeğini savunan bazı Hıristiyanlar ise, Kitab-ı Mukaddes'te geçen bazı anlatımlardan dünyanın yaşının çok genç olduğunu söylerler. Bu iddiaları evrimcilerin en baş saldırı noktasını oluşturur ve bunun bilimsel verilerle çeliştiğini söylerler.

Ancak bilindiği gibi, bugün kullanılan İncil ve Tevrat orijinal hallerinde değildirler. İnsanlar tarafından çeşitli hurafe ve bilgiler eklenerek bozulmuşlardır. Dolayısıyla gerçek dışı birçok bilgi bu kitaplarda bulunmaktadır ve bu nedenle Allah'ın varlığına iman eden insanlar için kesin bir kaynak özelliğinde değildirler.

Öte yandan Kuran, Allah'ın tahrife uğramamış tek vahyidir. Ve Kuran'da, dünyanın yaşının genç olduğuna dair -veya yine bazı Hıristiyanlar tarafından savunulan "Nuh Tufanı tüm dünyayı kapladı" iddiasına dair- herhangi bir bilgi yoktur. Dolayısıyla, bir kısım Hıristiyanlar tarafından savunulan "genç dünya" ve "global Nuh Tufanı" gibi iddialardan yola çıkılarak dine eleştiri getirmek doğru bir mantık değildir. Ancak, ülkemizdeki bazı evrimciler, Kuran'da bir çelişki bulamadıkları için, Muharref Tevrat ve İncil'den kaynaklanan iddiaları, dinin iddiaları gibi kabul etmekte ve bu iddiaları koz olarak kullanmaya çalışmaktadırlar.

Oysa, kim ne kadar uğraşırsa uğraşsın Kuran'da tek bir çelişki dahi bulması mümkün değildir. Allah, bunu şöyle hatırlatır:

Onlar hala Kur'an'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı. (Nisa Suresi, 82)

Hamd, Kitabı kulu üzerine indiren ve onda hiç bir çarpıklık kılmayan Allah'a aittir.

Dosdoğru (bir Kitaptır) ki, Kendi Katından şiddetli bir azabla uyarıp-korkutmak ve salih amellerde bulunan mü'minlere müjde vermek için (onu indirdi); şüphesiz onlara güzel bir ecir vardır. (Kehf Suresi, 1-2)

Şunu da belirtmek gerekir ki, Kuran'da Allah'ın bir mucizesi olarak, bilimin alanına giren bazı konular hakkında da bilgiler verilmektedir. 20. yüzyılda keşfedilen bu bilgilerin günümüzden 14 asır önce bildirilmiş olması ise Kuran'ın Allah Katından indirildiğinin bir delilidir. Ve bilimin keşifleri bugüne kadar daima Kuran'da bildirilen gerçekleri destekler nitelikte olmuştur. Nitekim yazıda yer verilen evrenin genişlemesi konusu bunun bir örneğidir. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Kuran Mucizeleri, Araştırma Yayıncılık)

Evrenin genişlemesi, bu bilimsel gerçeğin keşfinden 1400 yıl önce Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu) genişleticiyiz. (Zariyat Suresi, 47)

Ayette geçen "gök" kelimesi Kuran'ın pek çok yerinde uzay ve evren anlamında kullanılır. Burada da bu anlamda kullanılmıştır. Yani Kuran'da, evrenin genişleyici olduğu bildirilmiştir. Bilimin bugün varmış olduğu sonuç da Kuran'da bildirilenle aynıdır.

3. Büyük Patlama evrime değil, yaratılışa bir delildir

Big Bang (Büyük Patlama), materyalistlerin ve evrimcilerin iddialarını yalanlayan, evrenin bir başlangıcı olduğunu göstererek yaratılış gerçeğini onaylayan bir olaydır.

Popüler Bilim dergisinde yayınlanan söz konusu yazıda, Büyük Patlama olarak bilinen ve bilim dünyasınca zamanın ve maddenin başlangıcı olarak kabul edilen olay, evrim teorisinin bir delili gibi gösterilmiştir. Oysa, Büyük Patlama, evrimcilerin ve evrim teorisini ideolojik nedenlerle destekleyen materyalistlerin iddialarını yerle bir eden, yaratılışı ise destekleyen bir olaydır.

Ve bunu, evrimci veya materyalist olmalarına rağmen, dünyanın önde gelen bilim adamları açık yüreklilikle itiraf etmektedirler. Çünkü materyalistler, maddenin ve zamanın bir başlangıcı olmadığını, ezeli olduğunu iddia ederler. Ancak Büyük Patlama, maddenin ve zamanın bir başlangıcı olduğunu ortaya koymuştur. Ve bu gerçek, bu konuyu biraz bile düşünen her insanın aklına şu soruyu getirecektir: Peki o zaman Büyük Patlama'dan önce ne vardı ve "yok" olan evreni, yani bir hiçliği, büyük bir patlama ile var hale getiren ve kusursuz bir düzen veren güç neydi?" Bu sorunun cevabı, çok açık olarak üstün bir Yaratıcının varlığını göstermektedir. Nitekim, ünlü ateist felsefeci Anthony Flew bu konuda şöyle bir itirafta bulunur:

İtiraflarda bulunmanın insan ruhuna iyi geldiğini söylerler. Ben de bir itirafta bulunacağım: Big Bang modeli, bir ateist açısından oldukça sıkıntı vericidir. Çünkü bilim, dini kaynaklar tarafından savunulan bir iddiayı ispat etmiştir: Evrenin bir başlangıcı olduğu iddiasını. Ben hala ateizme inanıyorum, ama bunu Big Bang karşısında savunmanın pek kolay ve rahat bir durum olmadığını itiraf etmeliyim.19

Dünyanın önde gelen ateistleri, Big Bang karşısında fikirlerini savunmanın pek kolay ve rahat bir durum olmadığını itiraf ederlerken, ülkemizde bazı materyalist evrimcilerin bu konuda rahat davranmaları sanırız ki, savundukları konular üzerinde fazla düşünmemeleri, yeterli araştırmayı yapmamaları ve objektif ve araştırmacı samimi bir tutumdan çok ön yargılı ve tutucu bir tutum içinde olmalarıdır. Bu ise, bilimsellikten çok uzaktır.

4. Evrendeki kusursuz düzen, tesadüflerin sonucu olamaz

Söz konusu yazıda, sık sık, evrendeki kusursuz düzenden, çok detaylı hesaplardan sözedilmektedir. Gerçekten de, maddesel dünyayı düzenleyen değişkenlerdeki en küçük bir farklılık dahi tüm evrendeki düzeni bozmaya yetecek, canlılığın varlığını imkansız kılacak nitelikte olabilmektedir. Peki bu kadar hassas ve kusursuz bir düzen tesadüfen gelişmiş ve bugünkü halini almış olabilir mi? Bu elbette ki imkansızdır. Ve bu imkansızlık, yaratılışa inanmayan birçok bilim adamının da bu gerçeği görmesini sağlamıştır. Bunlardan biri olan ve yüzyılımızın en büyük beyinlerinden biri olarak kabul edilen Stephen W. Hawking evrendeki kusursuz düzen için şunları söyler:

Neden evren zamanın bir ucunda, geçmiş diye adlandırdığımız bir ucunda yüksek bir düzen içinde olmalıdır? Neden bütün zamanlar boyunca tamamen bir düzensizlik içinde değildir? Düzensizlik içinde olması çok daha mümkün görülebilir. Ve neden düzensizliğin arttığı zamanın yönü evrenin genişleme yönü ile aynıdır? Bir muhtemel görüş, Yaratıcının evrenin genişleme evresi için başlangıcında yumuşak ve düzenli bir durum seçmiş olmasıdır. Neden böyle olduğunu anlamaya çalışmamalıyız veya nedenlerini sormamalıyız, çünkü evren Yaratıcının yaratması ile başlamıştır. Aslında evrenin bütün tarihinin Yaratıcı tarafından yaratıldığı söylenebilir. Görülmektedir ki, evren çok düzenli, belirlenmiş kanunlara göre gelişmektedir.20

Sonuç olarak;

Şunu söylemeliyiz ki, evrim teorisi 19. yüzyılın ilkel koşullarında geliştirilmiş, materyalist ideolojilere destek sağladığı için, sadece ideolojik nedenlerle savunulmuş bir teoridir. Bugün, bilimin ilgili her dalı evrim teorisini açıkça reddeden bulgular ortaya koymaktadır. Bazı evrimci bilim adamlarının, yazdıkları yazıların satır aralarına, burada söz edilen yazıda da olduğu gibi "bu bize evrimi ispatlar", "evrim kesin bir gerçektir", "evrim devam etmektedir" gibi cümleler sıkıştırmaları, insanları yanıltmamalıdır. Çünkü bunların hepsi, evrimi ayakta tutabilmek için başvurulan propaganda ve gizli telkin yöntemleridir. Daha, canlılığın en küçük yapıtaşı olan tek bir proteinin dahi nasıl meydana geldiğini, cansız, şuursuz atomların tesadüfen biraraya gelerek nasıl olup da, hücreler arası mesajlar taşıyan, bu mesajları anlayarak üretim yapan, milyarlarca bilgiyi kısa bir sürede yanlışsız okuyarak kendisi için gereken bilgiyi kopyalayabilen proteinleri oluşturduğunu dahi açıklayamayan bir teori, akıl ve mantıkla savunulamaz. Nitekim bugün evrim teorisini savunanlar, aklı, mantığı ve bilimi değil, ön yargılarını, tutuculuklarını ve ideolojilerine olan körü körüne bağlılıklarını kendilerine destek almaktadırlar.

Hürriyet Gazetesinin Büyük Yanılgısı:
"Renkleri Maymunlar Sayesinde Görüyoruz"

15 Mart 2001 tarihli Hürriyet gazetesinde, "Renkleri maymunlar sayesinde görüyoruz" başlıklı bir haber yayınlandı. Haberde kısaca, maymunların kendilerine yararlı besinleri bulabilmeleri için yeşil, kırmızı ve sarı renkleri ayırt edebilmeleri gerektiği ve bu nedenle renkleri birbirinden ayırt edebilme yeteneğini geliştirdikleri iddia ediliyordu. Bu iddiaya göre, insanın renkleri görebilmesinin nedeni de buydu!

Söz konusu iddianın ne kadar akıl dışı olduğunu görmek için biraz düşünmek yeterlidir.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, Hürriyet gazetesinde dile getirilen bu evrimci iddia, bilimsel yönden muhatap alınıp üzerinde yorum yapmayı gerektirecek bir iddia değildir. Öncelikle doğada pek çok canlının renkli görme yeteneği varken, insanla maymun arasında renkli görme yeteneğine dayalı bir ilişki kurmaya çalışmak, bilgisizlikten başka birşey değildir. Öte yandan haberde, maymunların meyveleri ayırt etmek istedikleri için renkli görme yeteneklerinin ortaya çıktığı öne sürülmektedir. Yani haber, canlıların sadece "istek" yoluyla kendi beden yapılarını değiştirebilecekleri gibi şaşırtıcı derecede hayal ürünü bir mantığa dayalıdır. Bilimle az da olsa ilgisi olan hiç kimse tarafından savunulamayacak olan bu iddia, Ortaçağ hurafelerini andıran bir mantıksızlıktır.

Söz konusu senaryoyu göz önünde canlandırmak için, renkleri henüz ayırt edemeyen ve renksiz bir dünya gören bir maymunu düşünün. Evrimcilere göre, bu maymun önce son derece bilinçli ve akılcı bir şekilde, "Kendime en faydalı yiyecekleri bulmam gerekiyor. Bunlar (yazıda belirtildiğine göre) besleyici kızılımsı yaprakları olan meyvalar. Ama bunun için önce renkleri görebilmem gerekir" diye düşünmelidir. (Bu arada, o güne kadar renkleri görmemiş bir maymunun renk kavramından haberdar olduğunu da kabul ederek böyle bir varsayımda bulunmak gerekir.)

Ve yine Hürriyet'in senaryosuna göre, bu "baskı" altında yaşayan maymunun göz hücreleri bir anda renkleri birbirinden ayırt edecek özellikler kazanmaya başlar. Hücreler birçok değişim geçirir ve renkleri ayırt edecek hale gelirler. Peki şuursuz, akıl ve bilgiden yoksun hücreler, maymunun renkleri ayırt etme ihtiyacı içinde olduğunu nereden anlamışlardır? (Maymunun renkleri ayırt etme ihtiyacını bilinçli olarak hissedebildiği varsayımını kabul ederek bu sorunun sorulabileceğini hatırlayalım.)

15 Mart 2001'de Hürriyet gazetesinde yayınlanan yazıda, renkleri maymunlar sayesinde görebildiğimiz iddia edildi ve bu iddiayı desteklemek için Ortaçağ hurafelerini andıran mantıklar kullanıldı.

Bunu da bir an için kabul edelim ve şuursuz hücrelerin maymunun bu ihtiyacını anladıklarını ve renk kavramından da haberdar olduklarını varsayalım. Peki bu durumda, hücreler renkleri görebilmek için gerekli değişimi nasıl sağlayacaklardır? Kendilerine bu özellikleri nasıl kazandıracaklardır? Hangi rastgele gelişen doğa olayı, renkleri göremeyen hücreleri renkleri görebilen hale getirecektir? Bunlar, Hürriyet'in haberindeki bilim dışılığı ortaya koyan cevapsız sorulardan sadece birkaçıdır.

Bu haberdeki mantık, evrimcilerin klasik içi boş, hiçbir bilimsel ve mantiki temeli olmayan, hayali senaryolarına bir örnektir. Gerçekte tüm evrimci literatür bu gibi senaryolarla doludur. Hepsinde bir gün ormanda dolaşan bir maymunun, suda yüzen bir balığın veya çöldeki bir sürüngenin, birdenbire birşeyi görme veya hissetme ihtiyacı hissettiği ve bunun sonucunda mükemmel gözlere, akciğerlere, kanatlara sahip olduğunu anlatan hikayeler vardır. Ancak, bu olayların nasıl geliştiğini, bir kolu kanada, bir solungacı akciğere veya renkleri görmeyen bir gözü rengarenk bir dünya gören bir göze çeviren olayların ve mekanizmaların neler olduğunu ve bu dönüşümün kimin karar ve iradesiyle meydana geldiğini hiçbir zaman açıklamazlar.

Aslında bu durum, evrim teorisinin bilimsel bir kuram değil, batıl bir inanç olduğunun da göstergesidir. Hürriyet'teki haberi ve benzeri evrimci senaryoları incelerseniz, ilginç bir gerçekle karşılaşırsınız: Evrimciler, doğada hangi canlı neye ihtiyaç duyuyorsa, bu ihtiyaca hemen cevap veren ona göre bir evrim başlatıp canlıya yeni özellikler katan "sihirli" bir mekanizma olduğunu sanmaktadırlar. Kimi zaman "Tabiat Ana" adını taktıkları bu hayali irade, aslında evrimcilerin farkında olmadan tapındıkları tesadüf putudur. Oysa gerçekte putların hiçbir şeye gücü yetmez. "Doğa"nın ve "tesadüf"ün canlılar yaratmak ve geliştirmek gibi bir güçleri yoktur. Canlıları ve tüm doğayı yaratan tek bir ilah vardır. O, tüm alemlerin Rabbi olan Yüce Allah'tır.

Evrimci çevreler, bu gibi hayali senaryoları büyük puntolu haberlerle, sanatçılar tarafından çizilmiş hayali "evrim" resimleriyle birlikte yayınlayarak, muhtemelen üzerlerine düşen Darwinist görevi yaptıklarına inanmaktadırlar. Ancak, onların göz ardı ettikleri bir gerçek vardır: İnsanlarımız, renkleri Allah'ın nimeti ve rahmeti sayesinde gördüğümüzü bilmektedirler. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:

De ki: "Sizi inşa eden (yaratan), size kulak, gözler ve gönüller veren O'dur. Ne az şükrediyorsunuz?" (Mülk Suresi, 23)

2001 yılının ilk aylarında, kuşların atası olarak kabul edilen Archaeraptor isimli fosilin sahte olduğunun ortaya çıkması ile, evrimciler paniğe kapıldılar ve bu kez de yeni buldukları bir fosile umutlarını yüklediler. Oysa kuşların atası olarak öne sürdükleri yeni Dromaeosaur fosili, en eski kuş olarak bilinen Archaeopteryx'ten 20 milyon yıl daha gençtir!

DİPNOTLAR

1- http://news.bbc.co.uk/hi/english/sci/tech/newsid_1234000/1234006.stm

2- Daniel E. Lieberman, "Another face in our family tree", Nature, 22 Mart 2001, s. 419

3- http://news.bbc.co.uk/hi/english/sci/tech/newsid_1234000/1234006.stm

4- http://news.bbc.co.uk/hi/english/sci/tech/newsid_1234000/1234006.stm

5- John Ostrom, "Bird Flight: How Did It Begin?", American Scientist, Ocak-Şubat 1979, Sayı 67, s. 50

6- Pat Shipman, "Birds Do It… Did Dinosaurs?", New Scientist, 1 Şubat 1997, s. 28

7- Tim Friend, "Dinosaur-bird link smashed in fossil flap", USA Today, 01/25/00

8- Duane T. Gish, Evolution: The Fossils Still Say No, ICR, San Diego, 1998, s. 103

9- Robert L. Carroll, Vertebrate Paleontology and Evolution. s. 336

10- National Geographic Türkiye, Mayıs 2001, s. 145

11- National Geographic Türkiye, Mayıs 2001, s. 144-145

12- Solly Zuckerman, Beyond The Ivory Tower, New York: Toplinger Publications, 1970, s. 75-94

13- Isabelle Bourdial, "Adieu Lucy", Science et Vie, Mayıs 1999, no. 980, s. 52-62

14- Earnest A. Hooton, Up From The Ape, New York: McMillan, 1931, s. 332

15- Charles Darwin, Türlerin Kökeni, s. 185

16- Derek A. Ager, "The Nature of the Fossil Record", Proceedings of the British Geological Association, cilt 87, 1976, s. 133

17- Mark Czarnecki, "The Revival of the Creationist Crusade", MacLean's, 19 Ocak 1981, s. 56

18- "Who Doubts Evolution?", New Scientist, sayı 90, 25/06/1981, s. 831

19- Henry Margenau, Roy Abraham Vargesse. Cosmos, Bios, Theos. La Salle IL: Open Court Publishing, 1992, s. 241

20- Stephen W. Hawking, "The Direction of Time", New Scientist, vol. 115, 9 Temmuz 1987, s. 47

PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo
İNDİRMELER
  • Giriş- Evrim teorisini çürüten yeni gelişmeler
  • Radikal gazetesi, kuşların uçmadan önce süründükleri hurafesine inanmaya devam ediyor
  • Bilim ve Ütopya dergisinin ve Prof. Dr. Beyazıt Çırakoğlu’nun evrim yanılgıları
  • Radikal gazetesi yazarı Mine Kırıkkanat’ın evrim teorisi hakkındaki yanılgıları
  • Bilimsel temelden yoksun evrimci propaganda
  • Bilim ve Teknik dergisi, yaşamın kökeni konusunda yanılıyor