Rekonstrüksiyon (Hayali Çizimler) Aldatmacası
Rekonstrüksiyonlar, tamamen evrimci bilim adamlarının yorumlarına ve hayal güçlerine dayanarak geliştirilirler. Hiçbir bilimsel değerleri yoktur.
Evrimciler, teorilerini destekleyecek bilimsel deliller bulma konusundaki başarısızlıklarını çeşitli propaganda yöntemleri ile kamufle etmeyi amaçlarlar. Bu propagandanın en önemli unsuru "rekonstrüksiyon"dur. Rekonstrüksiyon, "yeniden inşa" demektir ve sadece bir kemik parçası, hatta tek bir dişi bulunmuş olan canlının resminin ya da maketinin yapılmasıdır. Gazetelerde, dergilerde, filmlerde gördüğünüz "maymun adam"ların her biri birer hayali çizim yani rekonstrüksiyondur.
Özellikle insanın evrimi konusunda evrimciler, ellerindeki fosil örnekleri üzerinde tamamen hayal gücüne dayanarak tahmin yürütürler. Bu yüzden evrimciler tarafından fosil kalıntılarına dayanılarak yapılan rekonstrüksiyonlar, tamamen evrim ideolojisinin gereklerine uygun olarak tasarlanır. Harvard Üniversitesi antropologlarından David Pilbeam, "benim uğraştığım paleoantropoloji alanında daha önce edinilmiş izlenimlerden oluşmuş teori, daima gerçek verilere baskın çıkar", derken bu gerçeği vurgular.133
Burada bir noktaya dikkat etmek gerekir: Kemik kalıntılarına dayanılarak yapılan çalışmalarda sadece eldeki objenin çok genel özellikleri ortaya çıkarılabilir. Oysa asıl belirleyici ayrıntılar, zaman içinde kolayca yok olan yumuşak dokulardır. Evrime inanmış bir kimsenin, fosil kayıtlarında delil vermemiş olan bu yumuşak dokuları istediği gibi şekillendirip ortaya hayali bir yaratık çıkarması çok kolaydır. Harvard Üniversitesi'nden Earnest A. Hooton bu durumu şöyle açıklar:
Yumuşak kısımların tekrar inşası çok riskli bir girişimdir. Dudaklar, gözler, kulaklar ve burun gibi organların, altlarındaki kemikle hiçbir bağlantıları yoktur. Örneğin bir Neandertal kafatasını aynı yorumla bir maymuna veya bir filozofa benzetebilirsiniz. Eski insanların kalıntılarına dayanarak yapılan canlandırmalar hemen hiçbir bilimsel değere sahip değillerdir ve toplumu yönlendirmek amacıyla kullanılırlar... Bu sebeple rekonstrüksiyonlara fazla güvenilmemelidir.134
Kısacası rekonstrüksiyonlar evrim teorisi için hiçbir bilimsel destek sağlamamaktadır. Bunlar tam aksine, teorilerine kanıt bulamayan evrimcilerin çaresizliklerini yansıtır. Çünkü bilimsel kanıtlar gösterme konusundaki acizliklerini, hayalgücü ve sanatkarlardan aldıkları yardımla örtbas etmeye ve toplumu yanıltmaya çalışmaktadırlar. Bunu da daha çok müzelerde sergiledikleri rekonstrüksiyonlarla gerçekleştirirler. Bunun ne denli aldatıcı, bilim dışı bir çaba olduğunu göstermek için, evrimcilerin rekonstrüksiyon hileleriyle ilgili bazı örnekleri sergilemekte fayda vardır:
Evrimci Hileleri Sergisi: Rekonstrüksiyonlardan Bir Derleme
1. Bazı Göz Boyayıcı Çizim Örnekleri
Evrimciler, rekonstrüksiyonlarda burun ve dudakların yapısı, saçların şekli, kaş biçimi ve kıllar gibi fosil izi bırakması oldukça zor olan özellikleri kasıtlı olarak evrimi destekleyici nitelikte şekillendirirler. Ortaya çıkardıkları hayali varlıkları, aileleriyle yürürken, avlanırken veya günlük hayatın başka bir kesitinde gösteren ayrıntılı resimler hazırlarlar. Oysa bu çizimler tamamen birer hayal ürünüdür ve hiçbir fosil karşılıkları yoktur.
2. Bir Kafatasına Üç Farklı Çizim!
Evrimciler bu konuda o denli ileri gitmektedirler ki, aynı kafatasına birbirinden çok farklı yüzler yakıştırabilmektedirler. Australopithecus robustus (Zinjanthropus) adlı fosil için çizilen birbirinden tamamen farklı üç ayrı rekonstrüksiyon (altta), bunun ünlü bir örneğidir.
1: Parker'ın çizimi, N. Geographic 1960,
2: Maurice Wilson'un çizimi,
3: Sunday Times, 5 Nisan 1964
3. Java Adamına Birbirinden Farklı İki çizim!
Java adamının birbirinden tamamen farklı olan bu iki çizimi, fosillerin evrimciler tarafından nasıl hayali biçimde yorumlandığının iyi bir örneği...
Sağda: Maurice Wilson çizimi. (From Ape to Adam The Search For The Ancestry Of Man, Herbert Wendt)
Solda: Steven M. Stanley'nin çizimi. (Human Origins)
4. Evrimcilerin Sınırsız Hayal Gücünün Bir Ürünü Daha!
Solda: 6 parça kemiğe dayanarak geliştirilmiş rekonstrüksiyon yüz
Sağda: Kafatasından kalan 6 parça kemik
Yukarıda yer alan rekonstrüksiyon çizim, Akşam gazetesinde yayınlanmıştır. (Akşam, "3 Milyon Yıl Önce En Güzel Kadındı", 16 Ocak 2003). Bu çizimlerin kaynağı olan kemikler ise solda görülmektedir. Bu rekonstrüksiyon, hileli Darwinizm propagandasının klasik bir örneğidir. Rekonstrüksiyonda maymunla insan arası özellikler kasıtlı olarak oluşturulmuştur. Bu çizim, kıllarla kaplı bir vücut, kahverengi deriyle kaplı bir yüz, basık bir burun ve öne çıkık bir çeneye sahip olduğu halde ona insansı özellik veren anlamlı gözlerle donatılmıştır. Bu yetersiz ve dağınık kemiklerden böyle bir yüz çıkarmakla amaçlanan, bilimsel delillerden yola çıkıp gerçekçi bir sonuca ulaşmak değil, tamamen hayal gücü kullanılarak yapılan üretimleri, bilimsel sonuç gibi gösterme çabasıdır.
5. Sahtekarlık Ürünü Embriyo Çizimleri
19. yüzyılın sonlarında Ernst Haeckel isimli evrimci bilim adamı, embriyonik gelişimle ilgili evrimci bir görüş ortaya attı. Haeckel, canlı embriyolarının gelişim süreçleri sırasında, sözde atalarının geçirmiş oldukları evrimsel süreci tekrarladıklarını iddia ediyordu. (Örneğin insan embriyosunun, anne karnındaki gelişimi sırasında önce balık, sonra sürüngen özellikleri gösterdiğini, en son olarak da insana dönüştüğünü iddia etti.) Bu iddiasını ise bizzat kendisine ait olan çizimlerle desteklemeye çalıştı. Ancak kısa bir süre sonra iddiasının geçersizliği anlaşıldı. Çizimleri de kasıtlı olarak çarpıttığı ortaya çıktı. Yaptığı savunma ise, diğer evrimcilerin de benzeri sahtekarlıklar yaptığını belirtmekten başka bir şey değildi:
Evrim teorisi, sahte delillerle ayakta tutulmaya çalışılan bir teoridir. Haeckel'in embriyo çizimleri buna önemli bir örnektir. İnsan embriyosunun anne karnında evrim geçirdiği iddiasıyla yapılan bu çizimlerin sahte olduğu bizzat Haeckel tarafından itiraf edilmiştir.
"Bu yaptığım sahtekarlık itirafından sonra kendimi ayıplanmış ve kınanmış olarak görmem gerekir. Fakat benim avuntum şudur ki; suçlu durumda yanyana bulunduğumuz yüzlerce arkadaş, birçok güvenilir gözlemci ve ünlü biyolog vardır ki, onların çıkardıkları en iyi biyoloji kitaplarında, tezlerinde ve dergilerinde benim derecemde yapılmış sahtekarlıklar, kesin olmayan bilgiler, az çok tahrif edilmiş şematize edilip yeniden düzenlenmiş şekiller bulunuyor."135
Evrimciler için çizimlerin bilim dışı olması, sahtekarlık ürünü olması önemli değildi. Onlar için önemli olan sahte çizimler yoluyla da olsa evrimci düşüncenin yaygınlaştırılmasıydı. Nitekim sahte olduklarını bile bile Haeckel'in çizimlerini ders kitaplarına soktular. Bunları öğrencilere bir yüzyılı aşkın süre boyunca evrim kanıtı olarak sundular, onları aldattılar.
6. "Nebraska Adamı" Diye Tanıttıkları Diş, Bir Domuza Ait Çıktı!
Aşağıdaki resim, Illustrated London News gazetesinin 24 Haziran 1922 tarihli baskısında yayınlandı. Resimlerde bir maymun adam ve ailesi doğal ortamlarındaymış gibi detaylı olarak çizilmişti. Ancak bu detaylı senaryonun ve yapılan hayali çizimin dayanak noktası, "tek bir fosil azı dişiydi". Söz konusu fosil diş, ABD'de Batı Nebraska'daki Yılan Deresi yakınlarında, ele geçirilen ve Plieocen Dönemi'ne ait olan bir fosildi. Evrimciler bu dişin, insan ve maymunların ortak özelliklerini taşıdığını iddia ettiler. Nebraska Adamı (Hesperopithecus haroldcooki) olarak isimlendirdikleri bu hayali maymun adamı, rekonstrüksiyon çizimlerle birlikte topluma insanın evrimi senaryosunun kanıtı olarak sundular.
Üstte ailesiyle birlikte sosyal ortamında hayal edilen Nebraska adamı, bulunmuş "tek bir dişten" yola çıkarak yorumlanmıştır. Daha sonra bu dişin de bir yaban domuzuna ait olduğu anlaşılmış, bir evrimci sahtekarlık örneği daha gün ışığına çıkmıştır.
Ancak 1927'de iskeletin öbür parçaları da bulundu. Bulunan yeni parçalara göre bu diş ne maymuna ne de insana aitti. Dişin, Prosthennops cinsinden yabani Amerikan domuzunun soyu tükenmiş bir türüne ait olduğu anlaşıldı. Sonuçta Hesperopithecus haroldcooki literatürden sessizce çıkarıldı. Ama yıllarca varlığını sürdürmüş olan bu yanılgıyı gidermek, hayali maymun adam çiziminin zihinlerde kalan izlerini gidermek için hiçbir çaba ortaya konmadı.
7. Archaeoraptor Rekonstrüksiyonları: "Tutkallanmış" Ara Form!
National Geographic dergisi, 1999 Kasım sayısında, aşağıdaki dino-kuş rekonstrüksiyonlarını yayınladı. Bunlar, kanatlanıp uçmak üzere oldukları izlenimi vermek maksatlı üretilmiş tüylü dinozorların resim ve maketleriydi. Dergi, bu göz boyayıcı resimlerin eşliğinde kuşların dinozorlardan sözde evriminin kanıtlarının bulunduğunu tüm dünyaya sansasyonel bir şekilde ilan etti. Çizimlerin kaynağı, Çin'de ele geçirilen bir fosildi. Ancak iki yıl sonra fosille ilgili çarpıcı bir gerçek ortaya çıktı. Bu çizimlere ilham kaynağı olan Archaeoraptor isimli fosil büyük bir bilim sahtekarlığı ürünüydü. Fosil, kuş ve dinozor fosillerinin "tutkallanmasıyla" oluşturulmuştu.
Archaeoraptor, kanatlanmış uçmak üzereyken resmedilmiş hayali bir tüylü dinozordur. Tanıtılmasından iki yıl sonra fosilin, kuş ve dinozor fosillerinin yapıştırılmasıyla oluşturulduğu anlaşılmış ve Archaeoraptor bir bilim sahtekarlığı olarak literatüre geçmiştir.
ABD'deki ünlü Smitsonian Enstitüsü'nün kuşlarla ilgili bölüm başkanı olan Dr. Storrs L. Olson, bu fosilin sahte olduğuna dair daha önceden National Geographic'i uyardığını, ancak dergi yönetiminin bunu tamamen gözardı ettiğini açıkladı.136 Olson, USA Today gazetesine yaptığı açıklamada ise, "Problem şu ki, fosilin sahte olduğu belli bir aşamada National Geographic tarafından da anlaşılmıştı, ama bu bilgi açıklanmadı" diyordu.137 Yani National Geographic, tüm dünyaya büyük evrim delili olarak gösterdiği fosilin sahte olduğunu anlamasına rağmen, aldatmacayı sürdürmüştü.
Sonuç: Rekonstrüksiyonlar Evrim Teorisinin Bir Aldatmaca Olduğunun Delillerindendir
Evrim teorisini desteklemek uğruna yapılan tüm bu bilimsel sahtekarlıklar ya da ön yargılı değerlendirmeler, bu teorinin bilimsel bir açıklamadan ziyade, bir tür ideoloji olduğunu açıkça göstermektedir. Bu ideolojinin fanatik taraftarları, evrimi her ne pahasına olursa olsun ispatlama çabası içindedirler. Ya da teoriye o denli dogmatik bir biçimde bağlanmışlardır ki, ellerine geçen her bulguyu, evrimle hiçbir ilgisi olmasa da, teorinin büyük bir kanıtı olarak algılamaktadırlar. Bu kuşkusuz bilim adına düşündürücü bir tablodur; çünkü bilim dünyasının temelsiz bir dogma uğruna yanlış yönlendirildiğini gösterir.
Oysa bilimin gösterdiği önemli bir gerçek vardır. Canlılar yaratılmışlardır. Yeryüzünde, en mükemmel yapıları, özellikleri ve davranışlarıyla birlikte bir anda, Yüce Allah'ın "Ol" emri ile var olmuşlardır. Bilim adamlarının canlılar üzerinde tespit ettikleri her incelik, her güzellik, bu önemli gerçeği açıkça sergilemektedir. Bu gerçek, evrimcilerin sahtekarlıkları ile, yalan ve hile üzerine kurulu delilleriyle, kesin olarak örtbas edilemez. Evrimci sahtekarlıklar eninde sonunda ortaya çıkacak ve evrim savunucuları için birer utanç vesilesi olmaya devam edecektir.
Andolsun, daha önce onlar fitne aramışlardı. Ve sana karşı birtakım işler çevirmişlerdi. Sonunda onlar, istemedikleri halde hak geldi ve Allah'ın emri ortaya çıkıp-üstünlük sağladı.(Tevbe Suresi, 48)
Primatlardaki Ortak Yapılar Evrim Kanıtı Değildir
Lemur
Primatlar anatomik özellikleri açısından ağaçta yaşamalarını mümkün kılan yapılara göre gruplanırlar. Evrimciler ise bu gruplamaları kendi ön yargılarına göre evrim çağrıştıracak terimlerle etiketlerler. Şempanze, goril ve orangutan gibi iri maymunların evrimcilerce 'gelişmiş' primatlar; daha küçük olanların örneğin lemurun ise 'aşağı' primatlar grubuna dahil edilmesinin mantığı budur. Primatlarla ilgili, 'öncül', 'aşağı', 'gelişmiş' yorumları sadece evrimci ön yargıların bir ürünüdür. Evrimciler bu tip evrim çağrıştırmayı amaçlayan kelimeler kullanarak primat grupları arasında bir soy bağı bulunduğu izlenimi vermekle de bir aldatmaca ortaya koyarlar. Oysa evrimcilerin elinde böyle bir soy bağının bulunduğuna dair hiçbir bilimsel kanıt bulunmamaktadır.
Bu durum sadece evrimcilerin "gelişmiş primatlar" olarak nitelendirdikleri canlıların değil, genel olarak tüm primatların kökeniyle ilgili olarak böyledir. Evrimciler primatların kökeni konusunda tam anlamıyla karanlıktadırlar. Fiziksel antropoloji profesörü A. J. Kelso'nun şu sözleri bu durumun açık göstergelerindendir:
"Böcekçilden primata geçiş, fosillerle belgelendirilmemiştir. Geçişle ilgili bilginin temeli, yaşayan formlara bakılarak yapılan çıkarımlardır."138
Evrimci paleoantropolog Elwyn Simons bu konuda şöyle der:
"Son bulgulara rağmen, primatların kökeninin yeri ve zamanı sır içinde gizli kalmaya devam etmektedir."139
Bu yüzden evrimci yayınlarda primatların anatomik özelliklerine bakılarak bunların 'öncül', 'gelişmiş', 'aşağı' gibi ifadelerle yorumlanması, ön yargıların bir sonucudur ve yanıltıcıdır.
Primatlarla ilgili olarak bazı evrimcilerce ortaya konan bir başka yanıltıcı yorum daha vardır. Bu kişiler primatların kendi içlerinde ağaca tırmanmayı mümkün kılan anatomik özelliklere göre, hiyerarşik olarak gruplanabilir olmalarını evrim iddialarına bir dayanak olarak öne sürmektedirler. Burada açıkça görülen bir mantık bozukluğu söz konusudur. Bilindiği gibi deniz, kara ve hava taşıtları da kendi içlerinde, belli teknik özellikler açısından daha alt gruplara ayrılabilir. Ancak bu durum onların birbirlerinden evrimleştiğini göstermez.
Nitekim önde gelen bir evrimci ve Oxford Üniversitesi zooloğu Matt Ridley, New Scientist dergisinde yayınlanan bir makalesinde bu yorumun evrim lehinde bir iddia olarak kullanılamayacağını kabul etmiştir:
"Türlerin hiyerarşik olarak genuslara, ailelere ve bu şekilde başka kategorilere sınıflandırılabilir olması evrim lehinde bir argüman değildir. Herhangi bir obje grubunu, varyasyonları evrimsel olsun ya da olmasın hiyerarşik olarak sınıflamak mümkündür."140
Kısacası primatlarla ilgili olarak yapılan evrimci yorumlar, hiçbir fosil kaydına dayanmayan, tümüyle hayali yorumlardan ibarettir.
Farklı türlere ait canlı varlıkların ortak özelliklere sahip olmaları, bir yaratılış harikasıdır. Her birinde göze çarpan ortak ve mükemmel yaratılışı gösterir. Primatları, sahip oldukları tüm anatomik özelliklerle birlikte yaratan, tüm varlıkların Yaratıcısı olan Yüce Allah'tır. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki: "Allah'tır." De ki: "Öyleyse, O'nu bırakıp kendilerine bile yarar da, zarar da sağlamaya güç yetiremeyen birtakım veliler mi (tanrılar) edindiniz?" De ki: "Hiç görmeyen (a'ma) ile gören (basiret sahibi) eşit olabilir mi? Veya karanlıklarla nur eşit olabilir mi?" Yoksa Allah'a, O'nun yaratması gibi yaratan ortaklar buldular da, bu yaratma, kendilerince birbirine mi benzeşti? De ki: "Allah, herşeyin Yaratıcısıdır ve O, tektir, kahredici olandır."(Rad Suresi, 16)
Aegyptopithecus ve Eosimias Hakkında Zorlama Yorumlar
Aegyptopithecus fosili üzerinde yapılan yorumların hiçbir bilimsel kanıtı bulunmamaktadır. Bu canlının primatların atası olduğu fikri yalnızca evrimci spekülasyonlara dayanmaktadır ve evrimciler bile bu konuda fikir birliği içinde değildirler.
Primatların sözde evrimsel kökenleri fosil kayıtlarında açıkça yalanlanmaktadır. Memelilerin tüm gruplarında olduğu gibi, primatlar da fosil tabakalarında aniden ve kusursuz yapılarıyla ortaya çıkarlar. Evrimcilerin, içinde bulundukları bu çaresiz durumda, gelişmiş primatların kökeni alanında özellikle Aegyptopithecus ile Eosimias fosillerine sarıldıkları ve bunları spekülasyon malzemesi yaptıkları görülmektedir. Bu fosiller aşağıda sırasıyla ele alınmakta ve bunlar üzerindeki evrimci yorumların ne denli zorlama olduğu gösterilmektedir.
Aegyptopithecus Hakkındaki Zorlama Yorumlar
33 milyon yıl önce yaşamış, uzun kuyruklu ve kedi ebatlarında, ağaçlarda yaşayan bir canlıya ait olduğu belirlenen fosil, 1965 yılında Mısır'ın Fayum bölgesinde ele geçirilmiştir. Kimi evrimciler bu bulgunun, gelişmiş primatların Afrika'da evrimleşmiş olduğu tezini pekiştirdiğini öne sürmektedir.
Fayum'da ortaya çıkarılan fosillerin gelişmiş primatların atası oldukları fikri, tam anlamıyla dayanaksızdır ve evrimciler arasında bu konuda bir fikir birliği bile yoktur. Tanınmış evrimci paleoantropolog David Pilbeam, Aegyptopithecus ile günümüz gelişmiş maymunları arasında benzerlik kurulamayacağını şu sözlerle ifade etmiştir:
"Aegyptopithecus 'la ilgili durum şu ki, bu o kadar [sözde evrimsel olarak] ilkel bir hayvan ki bununla, günümüzde yaşamakta olan maymunlar veya kuyruksuz maymunlar arasında benzerlikler kurulması gerçekçi olmayan bir yaklaşımdır". 141
Aynı gerçek, "Fiziksel Antropoloji Kavramları Sözlüğü" isimli kitapta şöyle açıklanmaktadır:
"[Aegyptopithecus ile ilgili] tartışmalar devam etti, ama daha sonraki keşifler birçok araştırmacıyı, propliopithecid ailesinin [Aegyptopithecus 'un dahil olduğu aile], günümüzde varlığını koruyan hominoidlerle [insanları, hominidleri, maymunları ve kuyruksuz maymunları içine alan kategori] arasında bir bağlantı kurulamayacak kadar ilkel olduğuna ikna etti."142
Aegyptopithecus, diğer tüm canlılar gibi kusursuz bir yaratılış ortaya koyar. Koyu bir Darwinist olan felsefe profesörü Daniel Dennet'ın da itiraf ettiği gibi, bir hücre dahi mühendislerin üretme kapasitesinin çok ötesinde mekanizmalara sahiptir.143 Yukarıdaki iki alıntıda geçen 'ilkellik' kavramı da, evrimcilerin kendi ön yargılarına göre geliştirdikleri yorumlama şeklinden ibarettir. Aegyptopithecus, gelişmiş primatların atası olarak 'yorumlanabilecek' karakteristiklere sahip değildir. Evrimciler bu durumu itiraf etmekle beraber, canlıların basitten komplekse doğru aşamalarla evrimleştiği dogmasına bağlı kalmakta; primatların evrimi hikayesinde atasal konuma yerleştiremedikleri bu canlının anatomisini 'ilkel' olarak nitelendirmektedirler. Oysa bu yapı evrim teorisiyle kesinlikle açıklanamayacak olağanüstü komplekslikler barındırmaktadır. Kısacası burada Aegyptopithecus'un biyolojisiyle ilgili bir gerçek değil, evrimci bakış açısına göre yapılan bir yorum söz konusudur.
1: Aegyptopithecus, 2: Proconsul, 3: Sivapithecus, 4: Dryopithecus
Yukarıdaki kafatasları farklı maymun türlerine aittir. Ancak Darwinistler, bu farklı kafataslarını kendi hayal güçlerine uygun şekilde yorumlayarak evrimin bir kanıtı gibi sunarlar. Oysa bu sahte deliller bilimsel olarak evrim teorisine hiçbir kanıt sağlamamakta, evrimin bilimsel delillere değil, sahtekarlığa dayalı bir teori olduğunu göstermektedir.
Aegyptopithecus, insanın evrimi senaryosuna hiçbir destek oluşturmamaktadır. Kenneth F. Weaver imzasıyla National Geographic dergisinde yayınlanan bir makalede, Aegyptopithecus'un "insanın atası" denilebilecek bir konuma yerleştirilmesinin mümkün olmadığı şöyle itiraf edilmiştir:
"33 milyon yıllık Aegyptopithecus ile dört milyon yıllık Australopithecus'u(*) büyük bir gizem körfezi ayırıyor. Aradaki formlar için adaylar arasında, Kenya'da ele geçirilen ve Proconsul ve Kenyapithecus olarak bilinen fosiller ile Pakistan, Çin ve Kenya'da ele geçirilen Ramapithecus ve Sivapithecus, ve Avrupa'da ele geçirilen Rudapithecus ve Dryopithecus yer alıyor. Bu maymunumsu canlılar 8 ila 20 milyon yıl önceki dönem içinde çeşitli zamanlarda yaşadılar.
Yoğun tartışmalar ve spekülasyona rağmen, bu primatların hiçbiri bir türlü insanın atası olarak kabul görmedi. Miyosen olarak bilinen uzun jeolojik dönem (24 ila 5 milyon yıl önce), daha fazla fosil -ve daha eksiksiz örnekler- bulunmadıkça hominid evriminde büyük ölçüde karanlıkta kalan bir bölüm olmayı sürdürecek."144
Açıkça anlaşıldığı gibi, Aegyptopithecus başka fosillerle kurulmuş olan bir evrimsel seriye değil, evrimcilerin zihninde var olan senaryoya oturtulduğu için evrimci spekülasyonların konusu olmaktadır. Bilim dergisi Nature'ın editörü Henry Gee, In Search of Deep Time isimli kitabında evrimcilerin sık sık ortaya koyduğu bu ön yargılı tutumu şu sözlerle itiraf etmektedir:
"Yeni fosil bulguları, önceden var olan hikayeye uydurulur. Sanki atalar-nesiller zinciri, bizim gerçekten düşünmemiz gereken bir amaçmış gibi biz bu yeni bulgulara 'kayıp halkalar' deriz; aslında gerçek farklıdır: bunlar insan ön yargılarıyla uyumlu olmaları için şekillendirilen, gerçeğin ardından yaratılan, tamamen insan icadı olan şeylerdir."145 "...Şu anda bize üstünlük sağlayan konumumuzdan bakarak, fosilleri kendimizde gördüklerimizin yavaş yavaş kazanıldığını yansıtan bir şekilde ayarlarız. Doğruyu aramayız, kendi önyargılarımıza uyması için, onu gerçeğin ardından yaratırız."146
_____________________________________
(*) Australopithecus: İnsanın sözde yakın evrimsel atası. Bu canlıyla ilgili evrimci iddiaların geçersizliği için bkz. Australopithecus'un İnsan Evrimi İddialarında Kullanılması Niçin Anlamsızdır? Bölümü.
Eosimias Hakkındaki Zorlama Yorumlar
Eosimias 'a atfedilen alt çene
"Gelişmiş primatlar" olarak adlandırılan canlıların coğrafi kökeniyle ilgili Asya'dan çıkış tezi, paleontolog Chris Beard'ın 45 milyon yıllık Eosimias bulgusu etrafında ele alınmaktadır. Eosimias şu bulgulara dayanılarak tanımlanmış bir türdür: 1993 yılında ele geçirilen bir alt çene kemiği ve üç diş; 1996 yılında ele geçirilen ve dişleri neredeyse eksiksiz olan bir çene ve 2000 yılında ele geçirilen ve pirinç tanesi ebadındaki bilek kemikleri.
Chris Beard Eosimias'ı, gelişmiş primatların Asya'da evrimleşmiş olduğu hikayesine dayanak olarak göstermektedir. Ancak yazıda da belirtildiği gibi, evrimciler arasında, bu fosilin gelişmiş bir primata (antropoide) ait olup olmadığı üzerinde dahi uzlaşma sağlanamamıştır. Science dergisinde 1999 yılında yayınlanan bir makalede Eosimias ile ilgili tartışmalı durum şu sözlerle ifade edilmiştir:
Eosimias'ın sistematik pozisyonu [hayali evrim ağacındaki konumu] tartışılmaktadır. Bazıları bunu antropoidlere uzanan hayali evrimsel soyun temelinde, bazıları ise tersierlerle ilintili olarak yorumlamaktadır. Bazıları ise bunun antropoid bile olmadığını yazmıştır.147
Eosimias (Time dergisi, 27 Mart 2000)
Soldaki resimde, 2000 yılında tanımlanan ve Eosimias'a atfedilen ayak bileği kemikleri görünmektedir. Normalde bu kemiklerin Eosimias'a ait olduğunu gösterebilecek hiçbir objektif kriter bulunmamaktadır. Bu iki küçücük kemik, Eosimias'a ait diğer kemiklerin önceden ele geçirildiği bölgede ortaya çıkarılmış oldukları için, evrimcilerce Eosimias'a atfedilmektedir. Evrimciler, 45 milyon yıl önce orada başka canlıların da yaşamış olduğu gerçeğini göz ardı etmektedirler.
Beard, her ne kadar Eosimias'ı bilim dünyasına kabul ettirmek ve gelişmiş primatların Asya'da evrimleştiği tezine destek sağlamak için yoğun bir çaba harcıyor olsa da, savunduğu evrimci görüşün bilimsel olarak delillendirilemeyeceğinin de farkındadır.
Nitekim evrimci anatomist Lord Solly Zuckerman'ın bu konudaki şu sözleri de dikkat çekicidir:
"Belirttiğim gibi, fosil primat araştırmacılarının konularının mantıksal kısıtlamaları dahilinde çalışırken pek de dikkatli davranmış oldukları söylenemez. Fosil kaydı o kadar şaşırtıcıdır ki bu alanda bilimsel olan fazla birşeyin bulunup bulunmayacağını sormak yerinde bir davranış olacaktır."148
Sonuç:
Günümüzde yaşamakta olan primat türlerinin sayısı 240'ı bulmaktadır. Evrim teorisi, canlıların birbirlerinden küçük değişimlerle kademeli olarak evrimleştiğini ve bu hayali sürecin milyonlarca yıl sürdüğünü iddia eder. Buna göre, fosil kayıtlarının gelişmiş primatlara doğru evrimleşme gösteren çok sayıda ara form oluşturan canlının fosiliyle dolu olması gerekir. Ancak yukarıda ortaya konduğu gibi, fosil kayıtlarında böyle bir evrimin izlerinden eser bulunmamaktadır. İnançlarını fiziksel kanıtlarla delillendiremeyen evrimciler, evrimin iddialarına metafizik bir bağlılık göstermeyi sürdürmektedirler.
Körelmiş Organ Propagandasının Geçersizliği
19. yüzyılda Darwin tarafından ortaya atılan, sonra onun teorisini savunanlar tarafından geliştirilen "körelmiş organlar" tezi, aslında çoktan çürümüştür. Başlangıçta bilim adamlarının, "işlevi yok" dedikleri organların işlevleri sonradan keşfedilmiş ve tüm bu "körelmiş organlar" hikayesinin evrim teorisi için kanıt oluşturmadığı bazı evrimciler tarafından bile itiraf edilmiştir.
Körelmiş Organlar Hurafesinin Yükseliş ve Çöküşü
Körelmiş organlar hikayesi, Darwin'le başladı. Darwin, Türlerin Kökeni adlı kitabında "fonksiyonlarını yitirmiş ve fonksiyonları azalmış" organlardan söz etti. "İlkel" kelimesiyle tanımladığı bu organları bir kelimenin içinde yazılan, ama okunmadığı için etkisi olmayan harflere benzetti.149
Ama bu Darwinizm'in diğer iddiaları gibi, o dönemin ilkel bilim düzeyinden güç bulan bir hurafeydi. Bilim ilerledikçe, Darwin'in ve onu izleyenlerin "körelmiş" saydıkları bu organların gerçekte önemli fonksiyonlara sahip oldukları yavaş yavaş ortaya çıktı. "Fonksiyonsuz" denen organlar, aslında "fonksiyonu henüz tespit edilememiş" organlardı. Fonksiyonları tespit edildikçe, evrimciler tarafından sayılan uzun "körelmiş organlar" listesi de giderek küçüldü. Alman anatomist R. Wiedersheim tarafından 1895 yılında ortaya atılan "körelmiş insan organları" listesi, appendiks, kuyruk sokumu kemiği gibi yaklaşık 100 organı içeriyordu. Bilim ilerledikçe, Wiedersheim'ın listesindeki organların hepsinin vücutta çok önemli işlevlere sahip oldukları ortaya çıktı.
Nitekim bugün pek çok evrimci, "körelmiş organlar" hikayesinin cehaletten kaynaklanan bir argüman olduğunu kabul etmiş durumdadır. Evrimci biyolog S. R. Scadding Evolutionary Theory (Evrimsel Teori) dergisinde yazdığı "Körelmiş Organlar Evrime Delil Oluşturur mu?" başlıklı makalesinde bu gerçeği şöyle ifade eder:
"(Biyoloji hakkındaki) bilgimiz arttıkça, körelmiş organlar listesi de giderek küçüldü... Bir organın işlevsiz olduğunu tespit etmek mümkün olmadığına ve zaten körelmiş organlar iddiası bilimsel bir özellik taşımadığına göre, "körelmiş organlar"ın evrim teorisi lehinde herhangi bir kanıt oluşturamayacağı sonucuna varıyorum."150
Bilim Karşısında Çökmüş Akıl Dışı Bir Teori
Körelmiş organlar iddiası herhangi bir bilimsel veriye dayanmadığı gibi mantık sınırları dahilinde de değerlendirilemez. Örneğin tırnaklarımızın varlığını sözde vahşi olduğumuz dönemlerden kalma 'ilkel yırtıcı bir özellik' diye tanımlayamayız. Böyle bir yaklaşım evrimcilerin insanı önyargı ile değerlendirmesinden kaynaklanmaktadır. Evrimcilere göre, vücudumuzdaki çoğu ayrıntı gereksizdir; saçlar, kulak memesi, kaşlar ve küçük parmaklar gibi uzuvlar olmamalıdır. Böyle bir listeyi 1000 maddeye kadar çıkarabilirsiniz. Ancak bu uzun liste bilimsel temellere dayanmadan, yalnızca kişinin kendi önyargıları ve bakış açısı ile şekillenecektir.
Ayrıca unutulmamalıdır ki bunlar evrim teorisine hiçbir şekilde destek sağlayamaz. Çünkü evrim her yönüyle, Allah'ın eşsiz yaratışına dair deliller karşısında zaten çökmüş bulunmaktadır. Sayısız iman delilinden birkaç örnek bile Allah'ın kusursuz yaratışını göstermek için yeterlidir:
- Aminoasitlerin tesadüfen doğru sıralamayla dizilerek proteinleri oluşturmaları, sonra da bir hücre meydana getirmeleri matematiksel olarak imkansızdır. Tek bir proteinin bile tesadüfen oluşmasını açıklayamayan evrim teorisi, hücrenin ve daha kompleks yapıların nasıl meydana geldiğini asla açıklayamaz.
- Milimetrenin 100'de biri büyüklüğünde olan hücrelerimizin içindeki "mitokondri" isimli enerji santrali, bir petrol rafinerisinden ya da bir hidroelektrik santralinden daha komplekstir. Binlerce mühendisin, teknik uzmanın, işçinin, tasarımcının bir araya gelerek, en yüksek teknolojiyi kullanarak sağladıkları enerjiyi, belirli sayıda atomun kendi başlarına üretebilmeleri tesadüflerle açıklanamaz.
- İnsanın tek bir hücresinin çekirdeğdeki DNA molekülünde bir milyon ansiklopedi sayfasını dolduracak büyüklükte, hassas sıralaması ile anlam kazanan bir bilgi deposu bulunur. DNA kör tesadüflerin ürünü olamaz.
- Bazı genler diğerleri üzerinde kontrol yetkisine sahiptir. Genler arasındaki hiyerarşik düzen evrimin hayali tesadüf mantığı ile oluşamayacak kadar komplekstir.
- Bitki olsun, hayvan olsun, canlılardaki kusursuz ve olağanüstü yapılar, onların tesadüflerin eseri olmadıklarını, bir anda eksiksiz olarak yaratıldıklarını açıkça gösterir.
- Beyin yaklaşık 100 milyar sinir hücresinden oluşur. Bu hücreler arasındaki sinapsların sayısının ise 1 katrilyon olduğu tahmin edilmektedir. Tesadüflerin, hayranlık uyandıracak bir iletişim ağı kuracak şekilde sinir hücrelerini organize etmeleri kesinlikle imkansızdır.
- Bakteri kamçısı, bazı bakteriler tarafından sıvı bir ortamda hareket edebilmek için kullanılır ve yaklaşık 240 ayrı proteinin bir araya gelerek bir motor şeklinde çalışması ile fonksiyon görür. Bakteri kamçısının ve bunun gibi doğadaki sayısız indirgenemez komplekslikteki yapının ilk var olduğu andan itibaren eksiksiz olarak işlemesi gerekmektedir. Bu gerçek evrim teorisinin "kademe kademe gelişim" iddiasını tek başına çürütmeye yeterlidir.
- Savunma sistemi hücrelerinin yabancı antijenleri tanımaları ve onlara karşı "antikor" adı verilen maddeler üreterek onları yok etmeye çalışmaları evrimle açıklanamaz.
- Pıhtılaşma bir dizi enzimin sırayla kimyasal tepkimelere girerek bir diğerini aktive etmesi ile ortaya çıkan hayati bir olaydır. Bu atom yığınlarının böylesine bir şuur göstermesi ise kuşkusuz çok büyük bir mucizedir ve hiçbir şekilde rastlantılara dayalı bir sürecin ürünü olamaz.
1: mitokondri, 2: hücre
Hücrenin içindeki mitokondri, bir petrol rafinerisinden çok daha komplekstir. Bu kompleks sistemin sağladığı üstün enerjiyi, atomların adeta bilinçli şekilde üretmeleri, kuşkusuz ki tesadüflerle açıklanamaz.
Buraya kadar sayılan maddelerin her biri tek başına canlılıktaki üstün yaratılışı görmemiz için yeterlidir. İnsan hiçbir bilgisi olmasa da bu hakikatlerden tek birini öğrenerek sonsuz kudret sahibi bir Yaratıcı'nın varlığını görebilir.
Bunların yanı sıra, bir canlının varlığı ancak onu yaratan Allah'ın varlığını kanıtlar. Cansız ve şuursuz atomların, moleküllerin bir araya gelip de duyan, koklayan, dokunan ve gören insanı meydana getirmesi ancak Allah'ın kusursuz yaratışının delilidir. Çünkü koklamayı, duymayı veya görmeyi bilmeyen atomların hissetmeyi istemeleri ve bunun için bir araya gelmeleri mümkün olamaz. Madde yığınının aynanın karşısına geçip de kendisini görmesi ya da maddenin başka bir maddeyi tatması ve ona dokunması evrim mantığında bir yere oturtulamaz. Bu hisler ancak madde üstü bir yaratılış, yani Allah'ın varlığı ve kusursuz yaratışı ile açıklanabilir.
Bu gerçeklere rağmen evrim teorisinin hala gündeme getirilmeye çalışılmasının sebebi ancak bilgi eksikliği olabilir. Bu yüzden evrimin geçersizliği konusunda toplumu bilgilendirmek görevi büyük önem kazanmaktadır. Şimdi, bazı evrimcilerin zaman zaman yeniden canlandırmaya çalıştığı bu hurafenin içyüzünü, 'körelmiş" dedikleri organ ve dokuların işlevlerini ele alarak daha detaylı şekilde inceleyelim.
Apendiksin Önemli İşlevleri
a: apendiks
Evrimciler, kalın bağırsağın başlangıcında bulunan apendiksi işlevsiz bir organ olarak göstermeye çalışmaktadırlar. Nitekim bu doku, eskiden beri süregelen en ünlü "körelmiş organ" iddiasıdır. Oysa bu yargının sadece bilgisizlikten doğduğu anlaşılmış durumdadır. Apendiksin bazı insanlarda enfeksiyon kapıp tehlikeli hale gelebildiği doğrudur; ama bu dokunun sağlıklı insanların tümünde önemli işlevleri vardır. Bu gerçek, bilimsel bir makalede, çeşitli temel anatomi kaynakları referans verilerek şöyle açıklanır:
"Apendiksin mikroskobik düzeyde incelenmesi, bunun oldukça önemli oranda lenf dokusu içerdiğini göstermektedir. Benzer lenf dokusu birikimleri (ki bunlara GALT, yani sindirim sistemiyle ilişkili lenf dokuları denir) bağırsak sisteminin diğer alanlarında da görülür. Bunlar, vücudun yutulan maddelerdeki yabancı antijenleri tanıma yeteneğiyle ilgilidirler. Benim kendi araştırmam, özellikle, bağırsağın bağışıklık fonksiyonları üzerine yoğunlaşmıştır.
Tavşanlarda yapılan deneyler yeni doğan bireylerde apendiksin ameliyat edilmesinin mukozal bağışıklık gelişimine zarar verdiğini göstermiştir. Tavşan apendiksi üzerine yapılan morfolojik ve fonksiyonel çalışmalar ise, apendiksin, memelilerdeki hava keseciklerine denk olduğunu göstermektedir. Bu kesecikler, kuşlardaki sıvısal bağışıklığın gelişiminde kritik bir rol oynamaktadır.
Tavşan ve insan apendiksinin mikroskobik ve mikrobağışıksal benzerlikleri, insandaki apendiksin tavşandakine benzer bir görevi olduğunu göstermektedir. İnsan apendiksi özellikle yaşamın erken dönemlerinde çok önemlidir, çünkü doğumdan kısa bir süre sonra büyük gelişim geçirmekte, sonra yaş ilerledikçe gerilemektedir, ta ki sindirim sistemi organlarına, ince bağırsaktaki Peyer plakları gibi diğer bazı kısımlarına benzeyene kadar. Bu yeni çalışmalar, insan apendiksinin, bir zamanlar iddia edildiği gibi zamanla küçülmüş ve faydasını kaybetmiş bir organ olmadığını göstermektedir."151
Tüm zamanların en ünlü "körelmiş organı" olarak lanse edilen apendiksin körelmiş sanılmasının nedeni, Darwin ve taraftarlarının dönemin ilkel bilim düzeyine dayanan dogmatizmleriydi. Dönemin ilkel mikroskopları altında apendiksin lenf dokusu gözükmüyordu; onlar da yapısını anlayamadıkları dokuyu kendi teorileri gereğince "fonksiyonsuz" saymışlar ve körelmiş organlar listesine dahil etmişlerdi. Aynı durum, diğer sözde körelmiş organlar için de geçerlidir.
20 Yaş Dişi
Evrimciler, 20 yaş dişi olarak da bilinen üçüncü azı dişlerini "körelmiş organ" sayarak, klasikleşmiş bir evrimci yanılgıyı daha tekrar etmektedirler.
Bu yaygın bir yanılgıdır. 20 yaş dişinin işlevsiz olduğu yönündeki evrimci telkinden etkilenen birçok hekim, günlük pratikleri içinde diğer dişlerin oluşturduğu problemlere daha ılımlı yaklaşım göstererek, bu dişleri korumaya çalışırken, 20 yaş dişinin çekilmesini adeta rutin hale getirmişlerdir. Oysa son yıllar içinde yapılan bazı araştırmalar bu dişin çiğneme fonksiyonunu üstlenmede diğer dişlerden hiçbir farkının olmadığını göstermiştir.152 Bu dişin diğer dişlerin yerleşimini bozduğu yönündeki inanışın da temelsiz olduğunu gösteren çalışmalar yapılmıştır.153 20 yaş dişinde rastlanan ve ilaç uygulamalarıyla çözülebilecek problemlerde, bu dişin çıkarılması yoluna gidilmemesi konusunda da bilimsel eleştiriler yayınlanmıştır.154
Sonuçta, 20 yaş dişinin "yararsız" olduğu yönündeki inancın hiçbir bilimsel temele dayanmadığı ve bu dişin çiğneme fonksiyonunda diğer dişler gibi işlev gördüğü, bugün tıp dünyasının ortak görüşüdür.
1: üst çenedeki yirmi yaş dişi, 2: alt çenedeki yirmi yaş dişi
Son yıllar içinde yapılan bazı araştırmalar, yirmi yaş dişinin çiğneme fonksiyonunu üstlenmede, diğer dişlerden hiçbir farkının olmadığını göstermiştir. Darwinistlerin bir "körelmiş organ" aldatmacası daha bu gerçekle ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Peki söz konusu dişin azımsanmayacak sayıda insanda rahatsızlık oluşturmasının sebebi nedir? Bu konuyu araştıran bilim adamları, 20 yaş dişi sorunlarının çeşitli dönemlerde yaşamış insan topluluklarına göre farklılıklar gösterdiğini saptadılar. Özellikle sanayi öncesi toplumlarda bu probleme çok az rastlandığı anlaşıldı. Bunun nedeni olarak da özellikle son birkaç yüzyıllık dönem içinde sert besin maddeleri yerine daha yumuşak besin maddelerinin tercih edilmesinin çene gelişimini olumsuz etkilediği görüldü. Dolayısıyla 20 yaş dişi problemlerinin de çoğunlukla, beslenme alışkanlıklardan doğan çene gelişimi sorunlarıyla ilgili olarak ortaya çıktığı tespit edildi.
Toplumların besin tercihlerindeki benzeri değişikliklerin diğer dişler üzerinde de olumsuz etkisi bilinmektedir. Örneğin son yüzyıl içinde şekerli ve asitli yiyeceklerin tercih edilir olması, diğer dişlerdeki çürüme oran ve hızını artırmıştır. Ancak elbette bu durum dişlerimizin yararsız ve körelmiş organlar olduğu gibi bir sonucu akıllara getirmez. Aynı durum 20 yaş dişi için de geçerlidir. Bu dişle ilgili sorunlar, herhangi bir evrimsel "körelme"den değil, günümüz insanlarının beslenme alışkanlıklarından kaynaklanmaktadır.
"Üçüncü Göz Kapağı" ve Kulak Hakkındaki Yorumlar
Göz pınarları, Darwin tarafından körelmiş organ olarak gösterilmiş ve "gözdeki Darwin noktası" olarak anılmıştır. Ancak daha sonra bu yapının gözü nemlendiren yağlı bir sıvı salgıladığı ve bunun gözün yabancı cisimlerden korunmasında önemli bir rol üstlendiği ortaya çıkmıştır. Böylelikle, Darwinizm'in sahte iddialarından biri daha bilimsel olarak çürütülmüştür.
"Üçüncü göz kapağı" isimli doku, insan gözünün burna yakın uçlarında bulunan kırmızı renkli göz pınarlarıdır. Bu doku Darwin tarafından "körelmiş organ" olarak gösterilmiştir ve bu nedenle kimi zaman "gözdeki Darwin noktası" olarak da anılır.
Ancak bilimsel adı plica semilunaris olan bu "yarım ay" şeklindeki doku, Darwin'in sandığı gibi sürüngenlerden miras kalan işlevsiz bir parça değildir. Araştırmalar plica semilunaris'in gözü nemlendiren yağlı bir sıvı salgıladığını ve bunun gözün yabancı cisimlerden korunmasında önemli bir rol üstlendiğini göstermektedir.155
Dolayısıyla bu dokunun "Darwin noktası" olarak adlandırılması, ancak bu dokuyu körelmiş organ sanan Darwin'in ve onu körü körüne izleyen günümüz Darwinistlerinin bilgisizliğine ve bağnazlığına yönelik bir atıf olarak anlam taşıyabilir.
Evrimcilerin insan kulağının üst kısmındaki küçük çıkıntıyı ve kulakları hareket ettirmeyi sağlayan kasları "körelmiş organ" sayması da tümüyle spekülatif bir yorumdan ibarettir. Kulağın sahip olduğu şekil ve onun sahip olduğu parçalar, eksiksiz olarak, kulağın işitme görevini yerine getirebilmesi için gerekli olan parçalardır.
Kuyruk Sokumu
a: kuyruk sokumu kemiği
Evrimciler, omuriliğin sonunu oluşturan kuyruk sokumu kemiğinin de işlevsiz olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu da çoktan terk edilmiş bir yanılgıdır. Kuyruk sokumunun, leğen kemiğinin çevresindeki kemiklere destek sağladığı, bu nedenle, kuyruk sokumu kemiği olmadan rahatça oturabilmenin mümkün olmadığı bugün bilinmektedir. Ayrıca bu kemiğin pelvis bölgesindeki organların ve buradaki çeşitli kasların da tutunma noktası olduğu belirlenmiştir.
Beşinci Ayak Parmağı
Evrimcilerin yorumlarının ne kadar subjektif ve ciddiyetsiz olduğunun iyi bir örneği beşinci ayak parmağı konusunda yaptıkları yorumda ortaya çıkmaktadır. Maymunların ağaç dallarını kavramak ve yakalamak için tüm ayak parmaklarından yararlandıklarını, insanların ise iki ayakları üzerine dikildiği zaman dengelerini sağlamak için yalnızca büyük baş parmaklarına ihtiyaç duyduklarını iddia ederler.
Sonra bundan hareketle de beşinci parmağın "fazla" olduğunu söylemektedirler. Oysa maymunların tümü ağaç üzerinde yaşamaz. Kaldı ki sadece maymunların değil, karada yaşayan tüm omurgalı canlıların beş parmaklı (pentadactyl) ayak yapısı vardır. Dolayısıyla beş parmak yapısının ağaç dallarını kavramakla bir ilgisi yoktur. Bu, karadaki omurgalı canlıların hepsinde bulunan bir "ortak yapı"dır.
Vücut Tüyleri ve Erector Pili Kasları
a: erector pili kasları
Tüylerin tehlike anlarında gerilmesini sağlayan erector pili kaslarının ise, saçların sağlıklı bir şekilde kalmasında önemli bir rol oynadıkları keşfedilmiştir. Saç dökülmesi konusunda önemli bir uzman olan John P. Cole, saçları dökülen insanlarda erector pili kasının zayıflamasına rastlandığını gösteren çalışmalar yapmıştır.156 Yani bu kas, sağlıklı saçlar için gereklidir.
Plantaris Kası
a: plantaris kası
Dizin ön kısmında bulunan bu kas, insanlarda aşil tendonuna bağlanır. Maymunlarda ise ayak parmaklarını kontrol eder ve maymunlar bu sayede ayaklarıyla cisimleri kavrayabilirler. Peki bundan çıkan sonuç nedir? Tek sonuç, insan ayağının bir cisim kavramak için düzenlenmemiş olduğudur. Bu düzenin evrimle ortaya çıktığını ileri sürmek içinse hiçbir kanıt yoktur. Aynı durum, evrimcilerin sözde körelmiş organlar arasında saydığı avuç içi kası için de geçerlidir.
Bu örneklerle evrimcilerin yaptığı şey, maymundan insana hayali bir anatomik geçiş varmış izlenimi vermeye çalışmak ve insana dönüşürken maymunların bazı özelliklerini kaybettikleri görünümü oluşturmaktır.
Kaburga, Boyun Kaburgası ve Köprücük Kası
Evrimcilerin bu kemikler ve kas hakkında yaptığı yorumlar da birer spekülasyondan ibarettir. Bu yapılar bazı insanlarda olur, bazılarında olmaz. Irklar arasında bu gibi küçük kemik ve kas farklılıkları bulunduğu bilinen bir şeydir. Önemli olan, bunların hiçbirisinin insanın bir başka canlıdan evrimleştiği tezine kanıt oluşturmamasıdır.
"Erkek Rahmi" ve "Dişi Meni Kanalı"
Evrimciler, kadın üreme sisteminde yumurtalıkların çevresinde bulunan uçları kapalı tüplerin sperm kanalı kalıntıları olduğunu öne sürmüşlerdir. Aynı şekilde erkeğin prostat bezinde gelişmemiş bir dişilik organı bulunduğunu iddia etmiş ve bu kalıntı dokuların, sözde evrim sürecinde işlevini yitirmiş organlara ait olduklarını iddia etmişlerdir. Oysa kastedilen dokuları incelediğimizde bunların, anne karnında embriyonun gelişimi esnasında hizmet görmüş ve artık görevleri bitmiş, kök dokulara ait kalıntılar olduklarını görürüz.
Yetişkin bir insanın organları embriyo iken sahip olduğu özel dokulardan oluşmaya başlar. Ve bu dokular fetal dönemin sonunda tamamen kaybolurken yerlerinde yalnızca bazı kanallar bırakırlar. Örneğin Wolf kanalı kalıntıları erkek cinsiyet bezlerine dönüşürken, Müller kanalı kadında rahmi meydana getirir.
Wolf kanalı önceleri Wolf cismi iken gebeliğin 5-6. haftalarında üreme bezlerinin geliştiği dokudur. Bu doku kitlesi böbreklerin olgunlaşması ile birlikte kaybolur. Bu dokudaki küçülme 6. ve 7. haftalarda başlar ve 5. ayın başında geriye yalnızca kanal ve tüpler kalır. Erkekte Wolf kanalları varlığını devam ettirir ve sperm kanalının farklı bölgelerini meydana getirir (epididim, duktus deferens ve ejakulatuar kanal). Kadında ise Wolf cisimciği küçülerek kaybolur ancak yumurtalıkların karında tutunduğu bağlantı dokusunda kör tüpler halinde kalıntıları kalır.157 Bebeğin anne karnındaki gelişimi sırasındaki hayati görevleri açıkça göstermektedir ki, bu tüpler kullanılmayarak işlevini yitirmiş bir erkek üreme sistemi kalıntısı değil, ancak embriyonik döneme ait bir kök doku kalıntısıdır.
Müller kanalları ise, yine benzer şekilde, embriyonun gelişimi esnasında kadın üreme organlarına kaynak teşkil eden özel bir dokunun kalıntılarıdır. Kadında rahim ve dölyolunun gelişip büyüdüğü doku fetal dönemde Müller doku kitlesidir. Erkekte ise Müller kanalları küçülerek kaybolur, kalıntılarına testislerin üzerinde kesecikler (Morgagni Kesecikleri) halinde rastlanıldığı gibi, idrar yolunun (üretra) prostat tabanındaki kısmı üzerinde bir kesecik olarak da karşımıza çıkar.158 Bu yüzden embriyonik Müller kök dokusu kalıntısını işlevini yitirmiş bir rahim diye tanımlamak dayanaksızdır. Bu keseciklerin, önceleri rahim iken sonra fonksiyonunu yitirmiş bir organ kalıntısı olarak iddia edilmesi, embriyoloji bilim dalına ait verilerden habersiz olunduğu anlamına gelir.
Pyramidalis Kası
Bu kas için bazı evrimciler "modern insanın yüzde 20'sinde bulunmaz, keseli hayvanlardan kaldığı düşünülüyor" demektedirler. Bu sadece Darwinizm'in ön kabulüne dayalı bir fikir yürütmeden ibarettir ve hiçbir bilimsel dayanağı yoktur.
Bu kas ile ilgili iddialar, teorinin geneliyle de çelişmektedir. Evrim teorisine göre bile insanın keseli bir atasının olduğu öne sürülmez. Keseliler, memelilerin üç ana grubundan birini oluştururlar. Evrim teorisinin iddiasına göre bundan en az 50-60 milyon yıl önce, insanların da dahil edildiği plasentalılar grubundan ayrılarak gelişmişlerdir. Yani ortada insanın bu kası devralmış olabileceği bir sözde "keseli ata", evrim teorisine göre bile yer yoktur. Dolayısıyla evrimcilerin bu iddiası, geçersiz olmasının yanı sıra, kendi içinde de çelişkilidir.
Vomeronasal Organ
a: vomeronasal organ
İnsanın bilinen beş duyusu vardır. Ancak bazı bulgular, koku alma duyusunun kendi içinde ikiye ayrıldığını göstermektedir. Birincisi, hepimizin bildiği koku algısıdır. Varlığı az bilinen ve fark edilen ikinci bir koku algısı ise, burnun içinde bulunan ve "vomeronasal organ" denen küçük doku tarafından algılanan "feromonlar"dır.
Bu konuda evrimcilerin iddiası ise, bazı hayvanların vomeronasal organlarının bizden çok daha güçlü bir algı düzeyinde olmasına dayanır. Yılanlar ve çeşitli sürüngenler vomeronasal algıyı dilleriyle duymaktadırlar ve çeşitli memelilerin de burunları bu konuda güçlüdür. Evrimciler de bizim düşük vomeronasal algı düzeyimizin, "körelmiş"likten kaynaklandığını ileri sürerler.
Oysa eğer daha zayıf değil de daha güçlü bir vomeronasal hassasiyete sahip olsaydık, o zaman da "çok iyi evrimleşmişiz" diyeceklerdi. Canlılar arasında bu gibi karşılaştırmalar yapıp, çeşitli senaryolar üretmek bilimsellikten uzak bir yaklaşımdır. Kartalların gözleri de bizim gözlerimizden çok daha keskindir; ama bu durum bizim kartallardan evrimleşip de bu evrim sırasında görüşümüzün "köreldiği" gibi bir anlama gelmez.
Gerçekte her canlıyı Allah, yaşadığı ortamda ihtiyaç duyacağı en ideal duyularla donatmıştır. Son derece kompleks yapıya sahip duyu organları ise, evrimin değil, yaratılışın kanıtlarıdır.
Sonuç
Burada evrimcilerin ileri sürdüğü sözde "körelmiş organlar"ı kısaca inceledik. Bunların ve diğer sözde "körelmiş organlar"ın hepsinin aslında ya bulundukları halleriyle ya da embriyolojik gelişim sırasında belirli fonksiyonlar üstlendikleri bugün belirlenmiş durumdadır.
İlginç olan, evrimcilerin anatomik ve fizyolojik gerçeklere dayanmaksızın bu köhne iddiayı gündeme getirmeleridir. Evrim teorisi bilimin her dalında olduğu gibi tıp alanındaki gelişmeler karşısında da dayanaksız kalmış ve artık tamamen çökmüştür. İnsanın, evrimcilerin iddia ettiği gibi rastlantılarla evrimleşmiş bir varlık olmadığı açıktır. İnsanı da diğer tüm canlıları da Allah yaratmıştır. İnsanın yaratılışıyla ilgili olarak Allah ayetlerde şöyle buyurmaktadır:
Andolsun, Biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık. Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik. Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alak'ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne Yücedir.(Müminun Suresi, 12-14)
Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 71) Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vadetmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, 72) |
Bilim Dışı Dogma: İki Ayaklılığın Evrimi
Lucy isimli fosilin dahil edildiği Austrolophitecus afarensis hakkında medyada sayısız evrimci iddia yer almıştır. Ancak zaman geçtikçe bu canlının iki ayak üstünde durduğu ve alet yapımını öğrenerek gitgide "insanlaştığı" iddiasının asılsız olduğu ortaya çıkmıştır. Tüm bilim dünyasının artık itiraf ettiği gerçek, Austrolophitecus afarensis'in, tüm özellikleri ile sıradan bir maymun olduğu yönündedir.
Charles Darwin, İnsanın Türeyişi isimli kitabında insanın maymunlarla ortak bir atadan evrimleştiğini öne sürdü. Teoriyi ideolojik olarak sahiplenen evrimciler, Darwin'in varsayımını benimsediler ve bunun doğruluğunu kanıtlayacakları düşüncesiyle veriler toplamaya başladılar. Ancak fosil kayıtları bu varsayımı tam anlamıyla test edebilecekleri miktarda veri sağlamadı. Fosiller yetersizdi ancak buna rağmen evrimciler bu fosiller üzerinde bilimsel yorum yapmaktan çekinmediler.
Evrimciler yaptıkları çalışmalarda, inançlarını fosillere yoğun bir şekilde uyguladılar. Bu süreçte insanın evrimle ortaya çıktığı varsayımı bir dogma olarak iyice yerleşti. Üzerinde en çok spekülasyon yapılan konulardan biri ise insana özgü dik yürüyüş oldu. Bunlar arasında en çok yaygınlaştırılanı, savanlık bir arazide yırtıcıları gözlemek için dört ayak üzerinde doğrulan hayali bir şempanzenin öyküsüydü.
Bu hayali şempanzenin zamanla iki ayak üzerinde doğrulduğu, bu süreçte alet yapımını öğrendiği ve giderek daha iri bir beyin hacmi kazandığı varsayıldı. Bir inanç olarak sahiplenilen bu varsayım, hemen her yerde; bilimsel dergilerde, ders kitaplarında, müzelerde, gazetelerde ve TV'de bir gerçek olarak anlatıldı. Ancak zaman geçtikçe senaryoya uydurulamayan kanıtlar kritik bir seviyeye erişti ve nihayet efsaneyi ayakta tutan varsayımlar birer birer çökmeye başladı.
İnsanın evrimi senaryosunda kendisine rol biçilen Australopithecus (ünlü Lucy fosilinin ait olduğu genus) maymunlarının, insana benzer şekilde yürüyemeyeceğini ortaya koyan çalışmalar yapıldı.
1. Lord Zuckerman, kendisi de evrim teorisini benimsemesine rağmen, Australopithecusların sadece sıradan bir maymun türü oldukları ve kesinlikle dik yürümedikleri sonucuna vardı.159
2. Bu konudaki araştırmalarıyla ünlü diğer evrimci anatomist Charles E. Oxnard da Australopithecus'un iskelet yapısının günümüz orangutanlarınınkine benzediği sonucuna vardı.160
3. 1994 yılında İngiltere'deki Liverpool Üniversitesi'nden Fred Spoor ve ekibi, Australopithecus'un iskeleti ile ilgili kesin bir sonuca varmak için kapsamlı bir araştırma yaptı. İskeletlerde, vücudun yere göre konumunu belirleyen "salyangoz" isimli bir organ üzerinde incelemeler yürütüldü. Spoor'un vardığı sonuç, Australopithecus'un insanlarınkine benzer bir yürüyüş şekline sahip olmadığıydı.161
4. 2000 yılında B. G. Richmond ve D. S. Strait isimli bilim adamlarının gerçekleştirdiği ve Nature dergisinde yayınlanan bir araştırmada Australopithecusların önkol kemikleri incelendi. Karşılaştırmalı anatomik incelemeler, bu türün günümüzde yaşayan ve dört ayak üzerinde yürüyen maymunlarla aynı önkol anatomisine sahip olduğunu gösterdi.162
Eğikle dik arası bir yürüyüşün biyomekanik olarak verimli olmadığı ortaya çıktı
İki ayaklılığın "aşama aşama" bir süreçte ortaya çıktığını ileri süren model, evrimin bir aşamasında iki ayaklılıkla dört ayaklılık arasında "karma" bir yürüyüş olmasını zorunlu kılar. Oysa İngiliz paleoantropolog Robin Crompton, 1996 yılında bilgisayar yardımıyla yaptığı araştırmalarda bu çeşit bir "karma" yürüyüşün imkansız olduğunu gösterdi. Crompton'un vardığı sonuç şuydu: Bir canlı ya tam dik, ya da tam dört ayağı üzerinde yürüyebilir.163
Bu ikisinin arası bir yürüyüş biçimi, enerji kullanımının aşırı derecede artması nedeniyle mümkün olmamaktadır. Bu yüzden yarı-iki ayaklı bir canlının var olması mümkün değildir.
İki ayak üzerinde yürüyen şempanzeler Darwin'in teorisini çiğnedi
Liverpool Üniversitesi'nden Dr. Robin Crompton, Uganda'nın Bwindi bölgesinde yaşayan şempanzelerin iki ayak üzerinde yürüme yeteneğine zaten sahip olduklarını keşfetti. Ormanlık bir arazide iki ayak üzerinde yürüyen şempanzeler, savanda doğrulan şempanzenin hikayesiyle açık bir tezat ortaya koyuyordu. İskoçya'nın The Scotsman gazetesinde 'İki Ayaklı Şempanzeler Darwin'in Teorisini Çiğnedi' başlığıyla duyurulan haberde, Crompton'un şu yorumuna yer verildi:
"Bu durum, genelde kabul edilen, dört ayağı üzerinde yürüyen şempanzelerden evrimleştiğimiz iddiasına aykırı".164
Savanda doğrulan şempanzenin hikayesi bir hayalden ibarettir
Darwinistler, "iki ayaklılığa geçiş" masallarıyla ilgili "neden" ve "nasıl" sorularına cevap verememektedirler. Bu geçiş senaryosunu oluşturan öğeler gerçekleri yansıtmamaktadır ve böyle hayali bir dönüşümün bilimsel olarak mümkün olmadığı ispat edilmiş durumdadır.
Discover dergisinde yayınlanan bir makalesinde, evrimci bilim yazarı Carl Zimmer, savanda doğrulan maymunun hikayesinin asılsız çıktığını şu sözlerle ifade etti:
"Atalarımızın iki ayaklılara nasıl evrildiği sorusunun cevabı, on yıllardır berrak bir şekilde ortada duruyordu. (Southern California Üniversitesi Antropoloji Kürsüsü profesörü) Craig Stanford, 'Uzunca zamandır kabul edilen görüş, ormanlardan çıkıp savanlara hareket ettiğimiz veya yüksek otların üstünden etrafa bakmak ya da izole ağaç gruplarına ulaşmak için iki ayaklı hale geldiğimiz şeklindeydi' diyor. Ama son yıllarda yeni kanıtlar bu senaryoyu kuşkulu hale getirmiş durumda. 'Uzun zamandır savunulan, zayıf bir hominidin ormanın güvencesini bırakarak tehlikeli savanlara gittiği ve burada yeni fikirlerle yaşayabilmek için ayağa kalktığı fikri güzel bir hikaye, ama büyük olasılıkla tamamen hayal ürünü' diyor Stanford. Araştırmacılar eski hominid bölgelerine daha yakından baktıklarında, çoğu, bu alanların aslında birer savan olmadığı, ama düşük veya yüksek yoğunlukta ormanlık araziler olduğu sonucuna varmış durumda."165
Evrimciler, "Nasıl?" sorusuna cevap veremediler
İki ayaklılığa geçiş senaryosu için, canlılara yeni genler kazandıran, yaşamlarını kesintiye uğratmadan onları geliştirebilen bir mekanizmanın varlığı kaçınılmaz önemdeydi. Böyle bir mekanizma önerilmeden ve bunun evrimleştirici gücü deneylerle kanıtlanmadan, iki ayaklılığa geçiş inancı, bir kurbağanın prense dönüşebileceği masalına inanmakla eşdeğerdi. Evrimciler bu amaçla rastlantısal mutasyonları, DNA'nın hassas diziliminde meydana gelen tesadüfi değişimleri önerdiler. Ancak sayısız deney, kademeli veya sıçramalı olsun, mutasyonlara dayalı bir gelişim senaryosunu destekleyici hiçbir sonuç sağlamadı.
Paris Üniversitesi profesörlerinden matematikçi ve doktor Marcel-Paul Schützenberger, iki ayaklılık da dahil olmak üzere insan ve şempanze arasındaki farklılıkların evrimle açıklanamadığını şu sözlerle itiraf etti:
"Kademeli gelişimciler ve sıçramalı evrimi savunanlar, insanı [sözde evrimle] gelişmiş primatlardan ayıran şu birkaç biyolojik sistemin bir ölçüde eş zamanlı şekilde ortaya çıkışını açıklamada tamamen yetersizdirler: Leğen kemiğinin değişiminin eşlik ettiği iki ayaklılık ve şüphesiz beyincik, parmak uçlarına özellikle hassas bir dokunma duyusu veren, çok daha becerikli eller; fonasyona (ses çıkarmaya) izin veren yutaktaki değişimler; merkezi sinir sisteminin özellikle temporal lobu seviyesinde, özellikle lisanı tanımaya izin veren değişimler. Embriyo oluşumu açısından bu anatomik sistemler birbirlerinden tamamen farklıdırlar'.166
Karşılaştırmalı anatomi bulguları, söz konusu iddianın, evrimcilerin gerçek olmasını çok istedikleri bir 'illüzyon' olduğunu ortaya koydu
Washington Üniversitesi anatomisti Bernard Wood, insanın evrimi senaryosuna atfedilen fosiller üzerinde yıllarca çalışmış, bunları çeşitli anatomik kriterler açısından defalarca ölçüp karşılaştırmış bir uzmandır. Wood yıllarca süren çalışmalarında, herhangi bir anatomik kriter açısından, maymunsu bir canlıdan insana doğru direkt bir soyun delillendirilemediğini ve kademe kademe evrim modelinin geçersiz olduğunu gördü. Bu durum, modern toplumun her alanında yaygınlaştırılmaya çalışılan evrim düşüncesinin bir aldatmacadan ibaret olduğunu gösteriyordu. Wood, İngiliz bilim dergisi New Scientist'te yayınlanan bir yazısında, şunları yazdı:
"İnsan evriminin çok popüler bir imajı vardır -buna kahvaltıda yenen corn flakes paketlerinin arkasından tutun da çok pahalı bilimsel araçların reklamlarına kadar her yerde rastlayabilirsiniz. Bu resimlerin sol tarafında tıknaz, öne doğru çıkık çeneli, kambur yürüyen bir orangutan bulunur. Sağ tarafta ise zarif, yüksek alınlı, geleceğe doğru amaçlı adımlar atan bir insan vardır. Bu ikisinin arasında ise birbirini takip eden figürler bulunmaktadır- omuzları geriye doğru çekilmeye başlayarak, gövdesi giderek incelen, kolları kısalıp bacakları uzayan, kafatası büyüyüp çenesi gittikçe geriye çekilerek daha insanımsı bir görüntüye kavuşan figürler. Orangutandan insana doğru ilerleyişimiz çok düzgün ve düzenliymiş gibi görünür. Bu o kadar cezbedici bir imajdır ki, uzmanlar bile bundan vazgeçmeye gönüllü değildir. Ancak bu, bir illüzyondur."167
Sonuç:
İki ayaklılığın evrimi iddiası, böyle bir dönüşümü belgeleyebilecek fosil kaydından, evrimleştirici gücü olduğu iddia edilebilecek bir mekanizmadan ve bilimsel bir teori olabilmek için test edilebilir olma özelliğinden yoksundur. Bilimsel bulgular bu doğrultuda yapılan spekülasyonları da yalanlamaktadır.
Tüm bunlar, son derece ciddi, açık ve net göstergelerdir. Bilim ve mantık, iki ayaklılığın evrimi senaryosunun ayakta durabileceği bir zemin sağlamamakta, onu kesin olarak çürütmektedir. Evrimci bilim adamlarının bu iddiayı bir dogma olarak sürdürmeleri ise, evrim teorisini bir din olarak benimsediklerini kanıtlamaktadır. Darwinistler, kendi benimsedikleri dinleri içinde büyülenmişlerdir. İşte bu nedenle gerçekleri kabul etmekten uzaklaşmaktadırlar. Allah ayetlerinde şöyle buyurur:
De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Herşeyin melekutu (mülk ve yönetimi) kimin elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken Kendisi korunmuyor." "Allah'ındır" diyecekler. De ki: "Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?" Hayır, Biz onlara hakkı getirdik, ancak onlar gerçekten yalancıdırlar. (Müminun Suresi, 88-90)