Kuşların Evrimi İddiası Neden Çıkmazdadır?
Evrimciler kuşların sürüngenlerden türediği iddiasındadırlar. Ama bu iddianın hiçbir kanıtı yoktur. Aksine, böyle bir değişimin imkansız olduğunu gösteren pek çok kanıt vardır. Örneğin kara canlısı olan sürüngenlerin nasıl olup da uçmaya başladıkları sorusu evrim teorisi için cevapsızdır ve nitekim bu, evrimciler arasında da çeşitli spekülasyonlara neden olmuş bir konudur. Bu konuda başlıca iki teori vardır.
İlk teori, kuşların atalarının ağaçlardan ağaçlara süzülen kara canlılarından zaman içinde evrimleştiklerini, yani ağaçlardan yere indiklerini [arboreal (ağaçla ilgili) teori]; diğer teori ise karadan havaya yükselerek evrimleştiklerini savunur [cursorial (koşmayla ilgili) teori]. İkinci teoriye göre, avlamak istedikleri sineklerin peşinden koşan ve bu sırada ön kollarını, avlarını yakalamak üzere sıkça savuran kara canlılarının kolları zamanla kanatlara dönüşmüş ve bu canlılar her nasılsa kanatlanarak kuş olup uçmuştur! Bu iddialara göre bir kara canlısında, hem son derece kompleks bir yapı olan kanat tesadüfen meydana gelmiş, hem de bu canlı, son derece farklı bir anatomik yapıya sahip olan uçucu bir kuşa dönüşmüştür.
Kuşkusuz ki, her iki teori de tamamen spekülatif temellere dayanmaktadır. Teorilerin ikisi de hem son derece mantıksızdır hem de bilimsel kanıttan yoksundur. Üstelik burada, evrimcilerin görmezden geldikleri, kasıtlı olarak ihmal ettikleri önemli bir nokta vardır. Cursorial teoriye göre kara canlılarının peşinden koştuklarını iddia ettikleri sinek, zaten uçmaktadır. Bu canlı, saniyede 500 kere çarpan kanatlarıyla, olağanüstü denge sistemi ve kusursuz uçuş tekniğiyle mükemmel bir yaratılış harikasıdır. Ancak bütün bunlara rağmen evrimciler yine de uçmayı bir şekilde başarmış bir kara canlısının olduğunu "varsayarlar". Yale Üniversitesi Jeoloji Kürsüsü profesörü John Ostrom, evrimcilerin bu konudaki hayali yaklaşımlarını şöyle açıklar:
Herhangi bir pro-avis'e (uçuş öncesi canlıya) ait hiçbir fosil kanıtı yoktur. O tamamen kuramsal bir kuş öncülüdür... Böyle bir canlının yaşamış olması gerekmektedir".40
Böyle bir canlının, ancak evrimcilerin beklentilerine göre yaşamış olması gerekmektedir. Ama gerçekte bu, yaşanmamış bir evrim süreci ile ilgili uydurulmuş hayal ürünü bir canlıdır.
Medyada insanlara aktarılan kuşların evrimi senaryoları, bilimsel bir bulguya değil, evrimi bir dogma olarak benimseyen ve teoriye felsefi nedenlerle bağlılıklarını sürdüren araştırma-cıların önyargılarına dayanır. Asıl dikkat çekici olan nokta ise, bilimin bulgularının gerçekte bu Darwinist iddiaları kesin bir şekilde reddediyor olmasıdır. Kuşlardaki özgün yapılar, orta-ya koydukları "indirgenemez komplekslik" özelliğiyle evrimi yalanlamakta, kuşları Allah'ın yarattığı gerçeğini doğrulamaktadır. Şimdi kuşlardaki yapıları daha yakından inceleyelim:
Kuş Akciğerinin İndirgenemez Kompleks Yapısı
Dinozorlar sürüngenler familyasındandırlar. Kuşlarla sürüngenler familyası incelendiğinde birbirlerinden çok farklı bir fizyolojiye sahip oldukları görülür. Öncelikle kuşlar sıcakkanlı oldukları halde sürüngenler soğukkanlıdır. Soğukkanlı sürüngenlerin metabolizmaları yavaş işler. Kuşlar ise uçma gibi yorucu bir hareket için çok fazla enerji tüketirler. Metabolizmaları sürüngenlerinkinden çok daha hızlıdır. Kuşlarda hücrelere oksijenin iletilmesi çok çabuk gerçekleşmelidir. Bunun için özel bir solunum sistemiyle donatılmışlardır. Akciğerlerde hava tek yönde ilerleyerek organizmanın oksijen kazanımını geciktirmez. Sürüngenlerde ise alınan hava aynı kanallardan tekrar geri gönderilmelidir. Tek yönlü hava kanalı sadece kuş akciğerinde bulunan, özgün bir yapıdır. Böyle kompleks bir yapının aşamalarla ortaya çıkması mümkün değildir. Çünkü canlının hayatta kalması için söz konusu tek yönlü hava kanalı sistemi ve akciğerler kusursuz bir şekilde ve her an var olmalıdır. Darwinizm'e getirdiği eleştirilerle tanınan moleküler biyolog Michael Denton bu konuda şunları söylemektedir:
"Böyle özgün bir solunum sisteminin evriminin, omurgalılardaki standart tasarımdan aşamalarla ve belli bir yön olmaksızın nasıl gerçekleşmiş olabileceğini zihinde canlandırmak; özellikle solunumun organizmanın hayatta kalmasında üstlendiği kritik rol gözönüne alındığında, çok zordur."41
1. Kuş Akciğerinin Özgün Yapısı Evrimi Yalanlıyor
Sürüngen-kuş evrimi senaryosunu imkansız kılan çok önemli bir nokta, kuş akciğerinin evrimle açıklanamayan özgün yapısıdır.
Kara canlılarının akciğerleri "çift yönlü" bir yapıya sahiptir: Nefes alma sırasında, hava akciğerdeki dallanmış kanallar boyunca ilerler ve küçük hava keseciklerinde son bulur. Oksijen-karbondioksit alışverişi burada gerçekleştirilir. Ancak daha sonra, kullanılmış olan bu hava, tam ters yönde hareket eder ve geldiği yolu izleyerek akciğerden çıkar, ana bronş yoluyla da dışarı atılır.
Kuşlarda ise hava akciğer kanalı boyunca "tek yönlü" hareket eder. Akciğerlerin giriş ve çıkış kanalları birbirlerinden farklıdır ve bu kanallar boyunca uzanan özel hava kesecikleri sayesinde hava daimi olarak akciğer içinde tek yönlü olarak akar. Bu sayede kuş, havadaki oksijeni kesintisiz olarak alabilir. Böylece kuşun yüksek enerji ihtiyacı karşılanmış olur. "Avien akciğer" olarak bilinen bu özel solunum sistemi, konunun uzmanlarından H. R. Duncker tarafından şöyle anlatılmaktadır:
"Kuşlarda ana bronş, akciğer dokusunu oluşturan tüplere ayrılır. "Parabronş" olarak adlandırılan bu tüpler sonunda tekrar birleşerek, havanın akciğerler boyunca tek bir yönde devamlı akımını sağlayacak sistemi meydana getirirler... Kuşlardaki akciğerlerin yapısı ve genel solunum sisteminin çalışması tümüyle kendine özgüdür. Kuşlardaki bu "avien" sistemi başka hiçbir omurgalı akciğerinde bulunmaz. Bu sistem bütün kuş türlerinde aynıdır".42
SÜRÜNGEN AKCİĞERİ a: hava giriş çıkışı, b: alveol, c: bronşlar | KUŞ AKCİĞERİ a: hava giriş, b: parabronşlar, c: hava çıkış Kuş akciğerleri, kara canlılarının akciğerlerine göre tamamen ters biçimde işler. Kara canlıları havayı aynı kanaldan alır ve verirler. Kuşlarda ise, hava akciğerde sürekli tek bir yönde hareket eder. Bu, akciğerlerin etrafında bulunan özel "hava kesecikleri" tarafından sağlanmaktadır. Detayları arka sayfada görülen bu sistem sayesinde kuşlar bizim gibi kesintili biçimde değil, sürekli olarak nefes alırlar. Uçuş sırasında yüksek miktarda oksijene ihtiyaç duyan kuşlar için böyle özel bir "donanım" yaratılmıştır. Bu yapının sürüngen akciğerinden evrimleşerek ortaya çıkması ise imkansızdır, çünkü iki farklı akciğer yapısı arasındaki "ara" bir yapıyla nefes alınamaz. |
NEFES ALIRKEN: Kuşun nefes borusundan içeri giren temiz hava, hem akciğere hem de akciğerin arkasında bulunan arka hava keseciklerine girer. Akciğerde bulunan kirlenmiş hava ise ön hava keseciklerine aktarılır. NEFES VERİRKEN: Kuş nefes verirken, arka hava keseciklerinde biriktirilmiş olan temiz hava, akciğerin içine dolar. Bu sistem sayesinde kuşun ciğerlerinde temiz hava akımı hiç kesilmeden devam eder. Bu şemalarda çok basitleştirilmiş halde gösterilen bu akciğer sisteminin daha pek çok detayı vardır. Örneğin ciğerlerle keseciklerin bağlantı noktalarında, havanın doğru yönde akmasını sağlayan özel tıkaçlar ve kapakçıklar bulunmaktadır. Tüm bunlar, ortada çok kusursuz bir yaratılış olduğunu göstermektedir. Bu özel sistemler, hem evrim iddiasına yönelik öldürücü bir darbedir hem de Yaratılış Gerçeğinin sayısız delilinden biridir. a: Temiz Hava, b: Kirli Hava. 1: ön hava kesecikleri, 2: akciğer, 3: arka hava kesecikleri, 4: nefes borusu |
Önemli olan, çift yönlü hava akışına sahip olan sürüngen akciğerinin, tek yönlü hava akışına sahip olan kuş akciğerine evrimleşmesinin imkansız oluşudur. Çünkü bu iki akciğer yapısının arasında kalacak bir "geçiş" modeli mümkün değildir. Bir canlı yaşamak için daima nefes almak zorundadır ve akciğer yapısını baştan aşağı değiştirecek bir yapı değişikliği mutlak ölümle sonuçlanacaktır. Kaldı ki bu değişiklik evrime göre milyonlarca yıl içinde kademe kademe gerçekleşmelidir, oysa akciğeri çalışmayan bir canlı birkaç dakikadan fazla yaşayamaz.
Kuş akciğeri içinde yer alan ve havanın tekyönlü olarak hareket etmesini sağlayan küçük "parabronş" tüpleri. Bu tüplerin her biri 0.5 mm çapındadır. Bu mükemmel sistem, kuşlar dışında başka hiçbir canlı anatomisinde bulunmayan özel bir yapıdır ve başka bir canlıdan evrimleşmesi imkansızdır.
Avustralya'daki Otega Üniversitesi'nden moleküler biyolog Michael Denton, kuş akciğerinin kökenine evrimci bir açıklama getirmenin imkansızlığını şöyle belirtir:
"Böyle tamamen değişik bir solunum sisteminin, azar azar küçük değişikliklerle standart omurgalı dizaynından evrimleşmiş olduğu iddiası, düşünülmeden ortaya atılmış bir tezdir. Solunum faaliyetinin bu evrim süresince hiç aksamadan korunması, organizmanın hayatını sürdürmesi için gereklidir. En küçük bir eksik fonksiyon ölümle sonuçlanacaktır. Kuş akciğeri de, içinde dallanmış olan parabronşlar ve bu parabronşlara hava sağlanmasını garanti eden hava kesesi sistemi ile birlikte en üst düzeyde gelişmiş olana kadar ve beraberce, iç içe geçmiş mükemmel bir şekilde işlevini yapana kadar, bir solunum organı olarak görev yapamaz".43
Kısacası, kara tipi akciğerden hava tipi akciğere geçiş, ara geçiş safhasında bulunan bir akciğerin hiçbir işlevselliğinin olmaması nedeniyle mümkün değildir.
Bu konuda belirtilmesi gereken ikinci nokta, sürüngenlerin diyaframlı, kuşların ise diyaframsız bir solunum sistemine sahip olmalarıdır. Bu farklı yapı da yine iki akciğer tipi arasında gerçekleşecek bir evrimi imkansız kılar. Solunumsal fizyoloji alanında otorite sayılan John Ruben, bu konuda şu yorumu yapar:
"Theropod bir dinozorun kuşlara evrimleşmesi, diyaframında ciddi bir handikap oluşmasını gerektirecektir, ama bu durum canlının nefes alma yeteneğini çok kritik bir biçimde sınırlayacaktır... Buna neden olabilecek bir mutasyonun selektif bir avantaj sağlaması imkansız gözükmektedir"44
Kuş akciğerinin evrime meydan okuyan bir diğer özelliği, hiçbir zaman havasız kalmayan ve kaldığında "çökme" tehlikesiyle karşılaşan ilginç yapısıdır. Michael Denton, bu konuyu da şöyle açıklar:
"Bu denli farklı bir solunum sisteminin, standart omurgalı dizaynından evrimleş-miş olabileceğini düşünmek neredeyse imkansızdır. Özellikle de solunum sisteminin çalışır halde korunmasının bir organizmanın yaşamı için ne kadar zorunlu olduğu düşünüldüğünde. Dahası, avien akciğerinin kendine özgü form ve fonksiyonu, daha bir çok özelleşmiş adaptasyonu gerektirecektir... Çünkü öncelikle, avien akciğeri vücut duvarlarına sıkıca tutturulmuştur ve hacim olarak genişlemesi mümkün değildir. Öte yandan, akciğerdeki hava tüplerinin çok dar yarıçapları ve bunların içindeki herhangi bir sıvının yüksek yüzey gerilimi nedeniyle, avien akciğeri, diğer omurgalıların aksine, kendi içinde çökmüş bir durumdan alınıp yeniden havayla doldurulamaz... (Bu yüzden) Kuşlarda, akciğerin içindeki hava kesecikleri, diğer omurgalıların aksine, hiçbir zaman boşaltılmaz. Aksine ciğerler ilk gelişmeye başladıkları andan itibaren daima ya sıvıyla (embriyo aşamasında) ya da havayla doludurlar."45
Yani, kuşların akciğer kanalları o kadar dardır ki, bu akciğerin içindeki hava kesecikleri diğer kara canlılarının ciğerleri gibi havayla dolup boşalamaz. Eğer kuş akciğeri bir kez tam olarak boşalsa, kuş bir daha ciğerlerine hava çekemeyecek ya da en azından bunu yapmakta çok büyük bir zorluk çekecektir. Bu yüzden akciğerin etrafına yerleştirilmiş olan hava kesecikleri sürekli bir hava akışı sağlar ve ciğerleri havasız kalıp sönmekten korur.
Elbette ki, sürüngenlerin ve diğer omurgalıların akciğerlerinden tamamen farklı olan ve olağanüstü derecede hassas dengelere dayanan bu sistem, evrimin iddia ettiği gibi bilinçsiz mutasyonlarla, kademe kademe gelişmiş olamaz. Denton, kuş akciğerinin bu yapısının Darwinizm'i geçersiz kıldığını şöyle ifade etmektedir:
"Kuş akciğeri, bizleri, Darwin'in 'eğer birbirini takip eden çok sayıda küçük değişiklikle kompleks bir organın oluşmasının imkansız olduğu gösterilse, teorim kesinlikle yıkılmış olacaktır' şeklindeki meydan okuyuşuna cevap vermeye götürmektedir".46 Kuş akciğerinin özgün yapısı bize çok önemli birşeyin de hatırlatıcısıdır. Evrim teorisi, gerçeklerle taban tabana zıt bir dogmadır. Kuşların kökeniyle ilgili iddialarının ne kadar hayali olduğu ortadadır. Evrimciler, teorilerini destekleyebilecek hiçbir fosil kaydı olmadığı halde, kuşların ağaçlardan ağaçlara atlayan kara canlılarını ya da avlayacakları sineklerin peşinden koşarken savurdukları önkolları kanatlara dönüşerek kuş olup uçan dinozorların hikayelerini anlatmaktadırlar. Darwin'den bu yana geçen yaklaşık 150 yıl boyunca kuş evrimini destekleyebilecek tek bir kanıt bulunamamıştır. Günümüzde Darwinistlerce desteklenmeye devam edilen kuşların evrimi teorileri sadece birer hayalden ibarettir. Modern bilim ise, kuşların evrimle ortaya çıkması mümkün olmayan yapılara sahip olduklarını göstermektedir.
Kuşların evrimi teorileri birer HAYAL, kuş akciğerindeki indirgenemez komplekslik bir GERÇEKtir ve bu canlıları Allah'ın yarattığını kanıtlamaktadır. Elbette ki on yıllarını bilime adamış uzmanların gerçeği bırakıp da hayallerin peşinde koşmayı sürdürmelerinin sebebi BİLİMSEL değil, PSİKOLOJİKtir, İDEOLOJİKtir.
Kısacası kuşların evrimiyle ilgili medyada gördüğünüz tüm iddia ve haberler, bilimsel doğrulara değil, felsefi nedenlerle ayakta tutulan bir dünya görüşüne, Darwinizm'e zemin sağlama çabalarına dayanmaktadır. Ancak böylesine sahte bir teoriye zemin sağlamak için her ne çaba gösterilirse gösterilsin, kuşların evrimi propagandası bilimsel olarak geçersizdir.
Allah bu gerçeği bir ayetinde şu şekilde haber vermiştir:
Onlar, üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahman (olan Allah')tan başkası (boşlukta) tutmuyor. Şüphesiz O, herşeyi hakkıyla görendir.(Mülk Suresi, 19)
2. Kuş Kanadının İndirgenemez Kompleks Yapısı
Stephen J. Gould
Uçuşun hayali evrimini kabul etmek, belli aşamalarda kanatların "ilkel" ve dolayısıyla yetersiz olduğunu kabul etmeyi gerektirir. Ancak "yetersiz bir kanat" çok az da olsa uçmak için bile yeterli değildir. Uçuşun gerçekleşebilmesi için, canlıda kanatların eksiksiz ve kusursuz olarak bulunması gerekir. Bu durumu evrimci biyolog Engin Korur şöyle itiraf etmektedir:
"Gözlerin ve kanatların ortak özelliği ancak bütünüyle gelişmiş bulundukları takdirde vazifelerini yerine getirebilmeleridir. Başka bir deyişle, eksik gözle görülmez, yarım kanatla uçulmaz. Bu organların nasıl oluştuğu, doğanın henüz iyi aydınlanmamış sırlarından birisi olarak kalmıştır."47
Bir paleontolog olan ve fosil kayıtlarının Darwinci kademeli evrim modelini açıkça yalanladığını gösteren Stephen J. Gould ise kuşların kanatlarının yavaş yavaş gelişmiş olamayacağını şu sözlerle ifade eder:
"Ancak eğer evrim, her biri doğal seleksiyonla seçilen ara geçişlerden oluşan uzun bir seriyi katetmek zorundaysa, böyle detaylı yapıları nasıl elde edebilirsiniz? % 2 kanatla uçamazsınız. Diğer bir deyişle, doğal seleksiyon ancak çok detaylı formlarda kullanılabilen böyle yapıların başlangıç aşamalarını nasıl açıklayabilir?"48
Korur ve Gould, kanatların kademeli gelişimi modelinin açmazları konusunda gayet haklıdır. Ancak burada vurgulanması gereken çok önemli bir nokta daha vardır. Evrim teorisinin iddialarına göre bir özelliğin seçilmesi için o özelliğin fonksiyonel olması gerekir. En önemlisi, rastlantısal değişimlerin aşama aşama gelişmesi sürecinde canlının yaşamını sürdürebilen "fonksiyonel bir bütün" olması şarttır.
American Zoology dergisinde yayınlanan bir makalesinde, biyoloji profesörü ve aynı zamanda bir kuşbilimci olan Walter. J. Bock bu konuda şunları yazar:
"...evrimsel bir seride organizmalar, bu serinin her bir aşamasında belli çevrelerden [çevre şartlarından] doğan seçilimsel ihtiyaçlarla başarılı bir şekilde etkileşim içinde olan fonksiyonel bütünler olmalıdır."49
Burada kanatların evrimi iddialarıyla ilgili çok önemli bir çelişki ortaya çıkmaktadır. Çünkü ön ayaklarda meydana gelecek mutasyonlar, canlıya çalışır bir kanat kazandırmadığı gibi, onu ön ayaklarından da mahrum bırakacaktır. Bu ise, bu canlının, diğer türdeşlerine göre daha dezavantajlı (yani sakat) bir bedene sahip olması anlamına gelir. Elbette ön ayakları fonksiyonel bir ayak veya fonksiyonel bir kanat olarak işe yaramayan bir canlı, avcılardan korunma, avlanma, eşleşme gibi yaşamsal faaliyetlerini eskiden olduğu gibi rahat bir şekilde yerine getiremeyecek, kazandığı bu dezavantaj yüzünden elenip yok olacaktır.
Kuşların Doğa Tarihi ve Archaeopteryx
Kuşların anatomilerindeki komplekslik bizlere bu canlıları Yüce Allah'ın yarattığını gösterirken, fosil kayıtları da bu gerçeği destekler şekilde canlıların "aniden ortaya çıktıklarını" kanıtlamaktadır.
Bilinen en eski kuş fosili, 150 milyon yıl yaşındaki Archaeopteryx'tir. Bu canlı, kusursuz uçuş kasları ve uçuşa uygun tüyleriyle, uçucu bir kuştur. Daha önce yaşamış yarı sürüngen yarı kuş hiçbir canlının fosiline rastlanmamıştır. Dolayısıyla Archaeopteryx'in ilk kuş olduğunu ve modern kuşlar kadar "uçucu" olan yapısıyla evrim teorisi aleyhinde bir delil olduğunu söyleyebiliriz.
Yine de evrimciler 19. yüzyıldan bu yana Archaeopteryx hakkında spekülasyon yapmaktadırlar. Ağzında dişlerin, kanatlarında pençe benzeri tırnakların var olması ve uzun kuyruğu, fosilin bu açılardan sürüngenlere benzetilmesine neden olmuştur. Pek çok evrimci Archaeopteryx'i "ilkel kuş" olarak tanımlamış, hatta bu canlının kuşlardan çok sürüngenlere yakın olduğunu iddia etmiştir.
Ancak bu efsanenin çok yüzeysel olduğu; canlının hiç de "ilkel kuş" olmadığı; aksine iskelet ve tüy yapısının uçmaya son derece elverişli olduğu; sürüngenlere benzetilen özellik-lerinin tarihte yaşamış ve hatta günümüzde yaşayan diğer bazı kuşlarda da bulunduğu zamanla ortaya çıkmıştır. Archaeopteryx hakkındaki evrimci spekülasyonlar günümüzde büyük ölçüde dinmiş durumdadır. Dünyanın önde gelen ornitoloji (kuş bilimi) uzmanlarından biri olan Kuzey Carolina Üniversitesi Biyoloji Bölümü profesörü Alan Feduccia'nın belirttiği gibi "Archaeopteryx'in çeşitli anatomik özellikleri üzerine yapılan yeni araştırmaların pek çoğu, bu canlının daha önce hayal edilenden çok daha kuş benzeri bir canlı olduğunu göstermiştir". Archaeopteryx hakkında çizilen "yarı sürüngen canlı" portresinin ise yanlışlığı ortaya çıkmıştır; yine Feduccia'ya göre "Archaeopteryx'in theropod dinozorlara olan benzerliği çok büyük ölçüde abartılmıştır."50
Kısacası kuşların evrimi, biyolojik veya paleontolojik kanıtları olan tutarlı bir tez değil, Darwinist önyargılardan kaynaklanan tamamen hayali ve gerçek dışı bir iddiadır. Bazı uzmanların bilimsel bir gerçekmiş gibi söz etmeyi sevdiği kuş evrimi konusu, felsefi nedenlerle ayakta tutulan bir masaldan ibarettir. Bilimin gösterdiği gerçek, kuşlarda kusursuz bir yapının olduğu yani kuşları Allah'ın muhteşem özelliklerle ve donanımlarla yaratmış olduğudur. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar ve dizi dizi uçan kuşlar, gerçekten Allah'ı tesbih etmektedir. Her biri, kendi duasını ve tesbihini şüphesiz bilmiştir. Allah, onların işlediklerini bilendir. (Nur Suresi, 41)
Tüydeki mikroskobik kanca sistemi
Evrimciler, kuşların sürüngenlerden evrimleştiğini savunurlar. Ancak bunu geçersiz kılan birçok faktör vardır. Bunlardan biri, iki canlı grubunun son derece farklı olan yüzey yapılarıdır.
Kuşlar tüylerle, sürüngenler ise pullarla kaplıdır. Bu yapılar birbirlerinden son derece farklıdır ve tüylerin pullardan evrimleştiği iddiasını destekleyebilecek tek bir fosil örneği yoktur.
"Kanatların İndirgenemez Kompleks Yapısı Evrimi Yalanlıyor"51
Kuş tüyleri detaylı olarak incelendiğinde çok hassas bir düzen ortaya çıkar. Her tüycüğün üzerinde çok daha küçük tüycükler ve bu tüycükleri birbirine tutturmaya yarayan özel çengeller vardır. Resimlerde, kuş tüylerinin giderek daha fazla büyütülmüş yakın plan çekimleri yer alıyor.
Tüylerdeki Hassas Düzen
Tüyler, "hayvanlarda bulunan en kompleks epidermal (üst deriye ait) uzantılar" olarak nitelendirilmektedir52. Bu olağanüstü yapılar, kuşların uçma işlevini sağlar, yüksek seviyede verimli, ama aynı zamanda son derece hafif özelliktedirler. Kuş kanatlarındaki tüyler Yüce Allah'ın üstün yaratmasını gözler önüne seren mükemmel yapılardır. Tüyler; ebat, şekil, renk ve doku açısından o kadar fazla çeşitliliğe sahiptir ki, çok az sayıda sanat eseri renk uyumunda tüylerle kıyaslanabilir.53
Ünlü ornitolog (kuş bilimci) Alan Feduccia, tüylerdeki mükemmel yapıyı şöyle tarif eder:
"Tüyler hafif, dayanıklı, aerodinamik bir şekle, kıllar ve çengellerden oluşan detaylı bir yapıya sahiptirler. Bu da onları su geçirmez yapar ve gagayla yapılan kısa süreli bir düzeltme, düzleşmiş tüyü tamamen anatomik şekle tekrar sokabilir."54
İrice bir kuşun tek bir uçuş tüyünde bulunan kılların sayısı 1.000.000'u bulabilir.55 Üstteki resimde, kıllar üzerinde bulunan minik kancaların 20,000 defa büyütülmüş resmini görüyorsunuz. Bu kancaların sahip oldukları yapı sayesinde, kıllar zorlandıklarında birbirinden ayrılabilirler ve böylelikle kuşun kanat ve tüylerinin sert rüzgarda zarar görmesini önlemiş olurlar.
Evrimciler tüylerin, kuşların sözde ataları olan sürüngenlerin pullarından evrimleştiğini iddia ederler. Oysa pullar, deride katlanmalardır; tüyler ise saça benzer şekilde derinin içindeki foliküllerden (küçük boşluk) çıkar. Tüyler, sap, kıllar ve kancalardan meydana gelir. Üstelik kıllarla pulların ortaya çıktığı yer de çok farklıdır.
Tüylerdeki Komplekslik
Sürüngen pullarının büyütülmüş hali. Açıkça görüldüğü gibi pullar, birbirlerine tutturulmuş sert deri parçalarıdır. Tüylerle aralarında en ufak bir benzerlik yoktur ve bu iki yapının birbirlerinden evrimleşmesi imkansızdır.
Tüyler ve diğer yapılar kuşun "elbisesini" (plumage) oluşturur. Elbise, dermal ve subdermal (derialtı) kaslar, bağlar, beyin ve duyu organları hep birlikte, kompleks bir ünite olarak çalışması gereken, 'parçaları birbirine bağlı' bir yapı oluşturur, aksi takdirde tüyün sağlıklı bir şekilde işlev görmesi mümkün olmaz. Ayrıca açı, kalınlık ve şekil gibi detaylarla olağanüstü bir hassasiyet söz konusudur. Öyle ki, en küçük sapmalar bile uçuşun sayısız sistemden oluşan müthiş komplekslikteki yapısını zedeler ve sistemi çalışmaz hale getirebilir. Bunlara folikül yapısı ve kompleksliği de dahil edildiğinde, bu sistemin evrimle ortaya çıktığı senaryoları büsbütün saçma bir hal alır. Gerçekte bu hayali evrimin aşamalarının tahmini dahi mümkün görünmemektedir.
Evrimci bir yayında bunun güçlüğü şöyle itiraf edilir:
"... ilk tüylerin evrimini düşünmede en önemli zorluk, bu yapının nasıl olup da, fonksiyonel olarak makul varsayıma dayalı morfolojik basamaklar(*) serisiyle ve sürekli seçici kuvvetler serisinden geçerek oluştuğunu açıklamadaki zorluktur."56
Bir başka evrimci kaynakta ise şu yorum yapılır: "Tüylerin evriminin en eski aşamaları üzerinde bile spekülasyon yapmak zorluklarla doludur."57
Pul ile Tüy Arasındaki Aşılmaz Farklar
Evrim teorisi kuşların mükemmel ve uçmak için dizayn edilmiş tüylerinin sürüngen pullarından evrimleştiği iddiasındadır. Oysa tüyler ve pullar, yapı, genetik köken ve embriyolojik gelişim yönünden birbirlerinden tamamen farklıdır. Kuş tüyleri, doğrudan canlının kemiklerine tutturulmuş olan sağlam "telek"ler üzerinde gelişir. Bu yapı, kuşların sözde atası olan sürüngenlerin pullarından tamamen farklıdır. Pulların kemiklerle hiçbir bağlantısı yoktur.
Tüyle pul arasındaki büyük farklılık, ikisinin bilgisini genetik seviyede kodlayan genler arasında da mevcuttur. Bu durum ise kaçınılmaz olarak pullara sahip bir sürüngenin, sözde kuşa dönüşüm aşamasında, kuş tüyü için gerekli genetik bilgiyi hangi mekanizmayla, nasıl kazanmış olabileceği sorusunu gündeme getirir. Evrim teorisine göre doğada o zamana dek bulunmayan tüylerin genetik bilgisi yeni bilgi olmalı, ayrıca bu bilgiler sürüngenin DNA'sına doğal sebeplere dayalı bir mekanizmayla eklenmiş olmalıdır. Evrimciler sözde mekanizma olarak rastgele mutasyonları öne sürmektedirler. Ancak mutasyonların canlılara yeni genetik bilgiler eklemesi gibi bir durumun mümkün olmadığı, dolayısıyla onları evrimleştirici bir etkisi-nin olmadığı da bilinmektedir. Bir mekanizma göstermede çaresiz olan evrimciler yine de iddialarından vazgeçmemekte, "vardır, o halde evrimleşmiştir" mantığında hareket etmektedirler. Bir başka deyişle, tüylerin pullardan evrimleştiği iddiası hiçbir bilimsel delil olmaksızın savunulmaktadır.
Evrimciler tüylerin evrimi iddialarındaki çıkmazı, senaryoya spekülatif bir aşama ekleyerek gidermeye çalışmışlardır. Buna göre tüylerin dinozorlarda, önce ısı yalıtımında fayda sağlayacak şekilde ortaya çıktığı, sonra bunların uçuşa faydalı olacak şekilde evrimleşerek özelleştiği iddia edilmektedir. Bu, evrimcilerin "işte öylesine hikayeler"inden bir tanesidir.(**) "İşte öylesine hikayeler" evrimcilerin sıklıkla başvurduğu ancak hiçbir bilimsel yönü olmayan hayali senaryolardır. Bu hikayelerin oluşturulması da son derece kolaydır. Önce bir canlıya ait özelliğin avantajlı yönü veya yönleri tarif edilir. Sonra bu avantajın nasıl evrimleşmiş olabileceğine dair bir senaryo üretilir. Elbette bu şekilde oluşturulacak evrimci tezlerin pratikte bir sınırı yoktur.
Diğer tüm "işte öylesine hikayeler" gibi, bu evrim hikayesi de yeni genetik bilginin nasıl ortaya çıkmış olabileceğine dair bir cevap verememektedir.
Kuşların Evrimi Senaryosuna Bir Darbe Daha
Bu konudaki bir diğer önemli nokta, uçamayan kuşlardaki tüy yapısının, tüylerin sözde evriminin önce ısı yalıtımı sonra uçuş için gerçekleştiği iddiasına tamamen aykırı özellikler göstermesidir. Tavuk gibi uçamayan kuşların tüyleri incelendiğinde bunların, uçan kuşlardaki tüylerden farklı olduğu görülür. Uçamayan kuşlarda tüyler, uçabilen kuşlardaki gibi aerodinamik yapıda değil, püskülleşmiş yapıdadır. Bu püsküller de memelilerin vücudunu kaplayan kıllarla benzerlik göstermektedir. Bu benzerlikle ilgili bilinmesi gereken şey, memelilerdeki kılların ısı yalıtımını çok sağlıklı bir şekilde düzenliyor olduklarıdır.58 Buna göre uçmayı mümkün kılmayan ve püskülleşmiş yapıda olan tüyler ısı yalıtımı açısından avantaj sağlayacaktır.58
Bu avantaj ise ısı yalıtımından uçuşa geçildiğini varsayan evrimci senaryoya darbe oluşturmaktadır. Çünkü bu senaryoya göre ilk başta ısı yalıtımı için evrimleştiği varsayılan tüyler püskülleşmiş yapıda olmalıdır ve bu durumda sadece daha iyi ısı yalıtımı sağlayan, yani daha fazla püskülleşmiş tüyler seçilecektir. Dolayısıyla püsküllü yapıdan aerodinamik yapıya doğru olduğu varsayılan hayali ilerlemeler elenecektir.
Bu durumda tüy yapısının ısı yalıtımından sonra uçmak üzere özelleşeceğini gösteren hiçbir kanıt olmadığı ortaya çıkar. Hatta uçamayan kuşlardaki kıl benzeri tüyler, bu hayali sürecin aslında tam aksi yönde çalışacağının düşünülmesini gerektirir. Kısacası evrimciler hayal kurmakta, gerçekleşmesi mümkün olmayan senaryolar geliştirmektedirler.
Pullar ve tüylerin yapıtaşları arasında biyokimyasal gelişim açısından önemli bir fark vardır. Her ikisi de keratinden (insan saçının da yapı taşı olan bir tür protein) meydana gelir; tüyler F-keratin, pullar ise A-keratinden yapılır. Ancak bu iki tip keratinin biyokimyasal yolları birbirinden çok farklıdır. Bu konuda önde gelen uzmanlardan biri olan A. H. Brush, şu yorumu yapar: "
Morfolojik seviyede tüylerin, sürüngen pullarıyla genellikle homolog oldukları düşünülür. Ancak tüyler gelişim sırasında; morfojenezde [şekil/form oluşumu], gen yapısında, protein şeklinde ve dizisinde ve filament oluşumu ve yapısında pullardan farklıdır."59
Fosil Kayıtları Tüy Evrimini Reddediyor
Pul ile tüy arasındaki aşılmaz yapısal farklılıklar evrimcilerin iddialarının geçersizliğini açıkça ortaya koymaktadır. Bütün bunların yanı sıra bilinen en eski kuş olan Archaeopteryx günümüzün uçucu kuşlarından farksız, asimetrik bir tüy yapısına sahiptir. Yani bilinen en eski kuş evrim teorisine göre beklenmesi gereken "ilkel" tüy yapısıyla değil en mükemmel tüy yapısıyla birlikte ortaya çıkmıştır. L. Martin ve S. A. Czerkas şöyle der:
"Bilinen en eski tüylerin. mikroskop altında detaylı bir şekilde incelendiklerinde zaten eksiksiz, modern tüyler olduğu görülür."60
L. Martin ve S.A. Czerkas isimli araştırmacıların bu sözleri, fosil kayıtlarının tüylerin evrimi senaryolarını geçersiz kıldığını açıkça göstermektedir. Columbia Üniversitesi'nden bir biyolog aynı durumu şu sözlerle itiraf eder: "Elimizde en ilkel tüyle sürüngen pulları arasındaki ara formların hiçbiri bulunmuyor."61
Bir Aerodinamik Bilimcinin Yorumları
Leeds Üniversitesi'nde öğretim üyesi ve aerodinamik biliminde bir uzman olan araştırmacı Dr. Andy McIntosh, kendisiyle yapılan bir röportajda tüylerdeki üstün yapıyı şöyle anlatmaktadır:
"Kuş uçuşu harika birşeydir; tüyleri düşünün. Eğer bir tüye mikroskop altında bakacak olursanız, ana gövdeyi ve bundan sola ve sağa doğru çıkan tüyleri, bu tüylerden yine sola ve sağa çıkan daha da küçük tüycükleri görürsünüz. Burada ilgi çekici olan, sol elli olanların kancalara, sağ elli olanların kabartılara sahip olmasıdır. Tüy çok hafif bir yapıdır ve öyle tasarlanmıştır ki, eğer onu bükecek olursanız onunla birlikte herşey bükülür. Böylece kancalar kabartılara tutunur ve kabartılar üzerinde kayarlar. Böyle hafif ve kullanışlı yapılar bir makine mühendisinin rüyasıdır. Eğer siz böyle kaygan bir ekleme sahip olsanız, eklem mutlaka yağlama da gerektirecektir. Kuş ise, bunu yapabilmek için, kafasını boynunun etrafında 1800 kadar döndürür ve gagasını omurgasının tam sırtında bulunan küçücük yağ bezine daldırır. Daha sonra gagasına bulaştırdığı yağı tüm tüylerine yayarak onlara bakım yapar. Bağlantı yerlerini yağlamış olur ve böylece tüyler mükemmel bir şekilde birleşebilirler. Bu bir mühendislik harikasıdır...
Dr. McIntosh, böyle üstün bir düzene sahip tüylerin evrimleştiği yani bilinçli olarak yaratılmadığı fikrini bilimsel bulmamaktadır. McIntosh, bu düşüncesini şöyle ifade etmektedir:
"Bir kitapta Hong Kong'a iniş yapan bir uçağı ve tam da o anda yere konmak üzere olan bir şahinin resmini görmüştüm. Şimdi, kuşlar ve uçakları birlikte ele aldığınızda, birinin tasarlanmış olduğunu ama diğerinin olmadığını mı söylersiniz? Ben bunu söylemeyi bilimsel açıdan uygunsuz buluyorum."62
Kuşların Evrimi Senaryosuna Bir Başka Önemli Darbe: Tavus Kuşu Tüyleri
Kuşların evrimi senaryolarının geçersizliğini gösteren bir başka önemli örnek de tavus kuşunun tüyleridir. Bu canlının harika renkler ve desenlere sahip olmasını sağlayan yapı, hem çok estetik, hem de çok komplekstir. Bu yüzden Charles Darwin tavus kuşu tüylerindeki muhteşem güzelliklerle dolu yapıyı görünce iddialarının tutarsızlığıyla yüzyüze gelmiş ve şu itirafı yapmıştır:
"Bir tavus kuşunun kuyruğundaki tüyün görünümü, ne zaman bakacak olsam, beni hasta ediyor."63
Tavus kuşu tüyünde, matematiksel denklemlere dayalı geometrik desenler vardır. Bu tüylerde, ışığı yansıtma açısına göre değişen gözalıcı renklerin şaşırtıcı bir özelliği pigmentlere bağlı olmamalarıdır. Bu yapıyı yakından inceleyen araştırmacılar, tüylerin katmanlarının son derece özel ayarlandığını ve desenleri ortaya çıkaran yapının indirgenemez komplekslikte olduğunu ortaya çıkarmışlardır. Elbette böyle bir tüy yapısı doğal sebeplere dayalı hayali süreçlerle açıklanamamakta ve Darwin'in teorisinin geçersizliğini göstermektedir.
Sonuç:
Gerçekte yaşayan kuşlarla sözde ataları olan yaşayan sürüngenler arasında derin anatomik farklılıklar bulunur. Omurgalı Palentolojisi konusunda dünyanın sayılı uzmanları arasında yer alan Robert Caroll bu konuda şunları söyler:
"Kuşlar, tüm omurgalı sınıfları arasında açıkça en özgün gruptur, ve en yakın akrabaları olduğu ileri sürülen sürüngenlerle aralarında anatomi ve yaşam şekli açısından dev farklılıklar vardır."64
Yukarıdaki bu sözler önemli bir gerçeğin itirafıdır. Bunlar, hem fosil kayıtlarında hem de iki canlı grubunun yaşayan örnekleri arasında bir evrim yaşandığı tezini yalanlamaktadır.
Evrimciler kuşların evrimi senaryolarını bilimsel kanıta dayalı tutarlı bir tez olarak değil, felsefi nedenlerle sarıldıkları bir dogma olarak benimsemektedirler. Kuş tüylerindeki kompleks yapı ve fosil kayıtlarında tüylerin evrimine delil gösterilebilecek hiçbir örnek bulunamamasının tek bir izahı vardır. Kuşlar evrimleşmemiş, yoktan var edilmiş, yani yaratılmışlardır. Hiç şüphesiz kuşların mükemmel yapılarını ve uçma yeteneklerini herşeyi bilen, onları ve tüm varlıkları, yerde ve gökte olanların tümünü yaratan üstün güç sahibi Allah yaratmıştır. Allah kuşlara verdiği uçuş yeteneğini bir Kuran ayetinde şöyle bildirmektedir:
"Göğün boşluğunda boyun eğdirilmiş (musahhar kılınmış) kuşları görmüyorlar mı? Onları (böyle boşlukta) Allah'tan başkası tutmuyor. Şüphesiz, iman eden bir topluluk için bunda ayetler vardır."(Nahl Suresi, 79)
_____________________________________
(*) Varsayıma dayalı morfolojik basamaklar: Tüylerin, varsayılan evrimleri boyunca izledikleri farzedilen, farklı görünümdeki yapısal basamaklar.
(**) Bu isim evrimci paleontolog Stephen Jay Gould'un, İngiliz öykü yazarı ve şair Rudyard Kipling (1865-1936) tarafından 1902 yılında yayınlanan aynı isimli kitaba atfen yaptığı eleştiriden gelmektedir. Kipling, çocuklara yönelik hikayelerini derlediği bu kitabında; canlıların çeşitli organlarını nasıl kazanmış olabileceğine dair hayal gücüne dayalı gelişimsel masallar anlatmıştı.
Endosimbiyoz Tezi ve Geçersizliği
Evrim teorisine göre, bitki hücresinin bakteri hücresinden evrimleştiği varsayılmaktadır. Ancak bitki hücresinin, bakteri hücresinde bulunmayan son derece kompleks organlara sahip oluşu, bu senaryoyu savunan evrimcileri güç durumda bırakmaktadır. Bakteriler ile ökaryot hücreler arasında hiçbir "ara form" bulunamamıştır. Prof. Ali Demirsoy, bakteri hücrelerinin ökaryot hücrelere ve bu hücrelerden oluşan kompleks canlılara dönüşmesi senaryosunun temelsizliğini şu sözleriyle itiraf eder:
"Evrimde açıklanması en zor olan kademelerden biri de bu ilkel canlılardan, nasıl olup da organelli ve karmaşık hücrelerin meydana geldiğini bilimsel olarak açıklamaktır. Esasında bu iki form arasında gerçek bir geçiş formu da bulunamamıştır. Bir hücreliler ve çok hücreliler bu karmaşık yapıyı tümüyle taşırlar, herhangi bir şekilde daha basit yapılı organelleri olan ya da bunlardan birinin daha ilkel olduğu bir gruba veya canlıya rastlanmamıştır. Yani taşınan organeller her haliyle gelişmiştir. Basit ve ilkel formları yoktur."65
Darwinistler, fotosentez yapabilen olağanüstü niteliklerdeki bitki hücresi karşısında büyük bir açmaz yaşamaktadırlar. Bu açmazı örtbas edebilmek için bir bakterinin, fotosentetik başka bir bakteriyi yutması sonucunda klorofili olan bir bitki hücresinin oluştuğunu iddia ederler. Oysa söz konusu iddia, pek çok yönden açmazdadır ve hiçbir şekilde bilimsel olarak delillendirilememiştir. Bu iddia yalnızca Darwinistlerin, Allah'ın yarattığı üstün yapılar karşısındaki çaresizliklerini sergilemektedir.
Bu gerçek karşısında evrimci biyologlar spekülatif teorilere başvurmuşlardır. Ancak yapılan deneyler, ortaya atılan bu hipotezleri desteklememektedir.66 Bu teorilerden en popüler olanı ise "endosimbiyoz" tezidir.
Bu tez, 1970 yılında Lynn Margulis tarafından ortaya atılmıştır. Margulis, bakteri hücrelerinin ortak ve asalak yaşamları sonucunda bitki ve hayvan hücrelerine dönüştüklerini iddia etmektedir. Bu teze göre, bitki hücreleri, bir bakteri hücresinin bir başka fotosentetik bakteriyi yutmasıyla ortaya çıkmıştır. Fotosentetik bakteri ana hücrenin içerisinde evrimleşerek kloroplast haline gelmiştir. Son olarak ana hücrede, her nasıl olduysa, çekirdek, golgi, endoplazmik retikulum ve ribozomlar gibi son derece kompleks yapılara sahip organeller evrimleşmiştir. Böylece bitki hücreleri oluşmuştur.
Bu tez, hayal ürünü olan bir senaryodan başka bir şey değildir. Nitekim, konu hakkında otorite sayılan pek çok bilim adamı tarafından da çok yönlü olarak eleştirilmiştir: Bu bilim adamlarına örnek olarak David Lloyd67, M.W. Gray ve W.F. Doolittle ya da Raff ve Mahler verilebilir.68
Endosimbiyoz tezinin dayandırıldığı özellik, hücre içerisindeki kloroplastların ana hücredeki DNA'dan ayrı olarak kendi DNA'larını içermesidir. Bu özellikten yola çıkarak bir zamanlar mitokondri ve kloroplastların bağımsız hücreler oldukları ileri sürülür. Ne var ki kloroplastlar detaylı olarak incelendiğinde, bu iddianın tutarsızlığı ortaya çıkmaktadır.
Endosimbiyoz tezini geçersiz kılan noktalar şunlardır:
1) Eğer kloroplastlar iddia edildiği gibi geçmişte bağımsız hücreler iken büyük bir hücre tarafından yutulmuş olsalardı, bunun tek bir sonucu olurdu; bunların ana hücre tarafından sindirilmesi ve besin olarak kullanılması. Çünkü söz konusu ana hücrenin dışarıdan besin yerine yanlışlıkla bu hücreleri aldığını varsaysak bile, ana hücre sindirim enzimleriyle bu hücreleri sindirirdi. Bu durumu bazı evrimciler "sindirim enzimleri yok olmuştu" diyerek geçiştirmeye çalışabilirler. Ancak bu açık bir çelişkidir. Çünkü eğer sindirim enzimleri yok olmuş olsaydı, bu kez ana hücrenin, beslenemediği için ölmesi gerekirdi.
Darwinistler, eğer endosimbiyoz tezini savunacaklarsa, bu durumda Darwinistlerin; fotosentetik bakterinin nasıl hayali ana hücre içinde sindirilmediğini, nasıl onun bilgilerini kendi DNA'sına aktarabildiğini, nasıl aniden fotosentetik bakterinin ana hücrenin DNA'sıyla bağlantı haline geçerek çoğalma, kopyalanma gibi işlevleri yerine getirebildiğini açıklamaları gerekmektedir. Ancak Darwinistler, tüm bu hayati sorular karşısında açıklamasızdırlar.
a: Ana hücre, b: Fotosentetik bakteri
2) Yine, tüm imkansızların gerçekleştiğini ve kloroplastın atası olduğu iddia edilen hücrelerin, ana hücre tarafından yutulduğunu varsayalım. Bu kez karşımıza başka bir problem çıkar: Hücre içerisindeki bütün organellerin planı hücrenin DNA'sında şifre olarak bulunmaktadır. Eğer ana hücre yuttuğu diğer hücreleri organel olarak kullanacaksa, bu hücrenin onlara ait bilgiyi de DNA'sında şifre olarak önceden bulunduruyor olması gerekirdi. Hatta yutulan hücrelerin DNA'ları da ana hücreye ait bilgilere sahip olmalıydı. Böyle bir şey ise elbette imkansızdır; hiçbir canlı kendisinde bulunmayan bir organın genetik bilgisini taşımaz. Ana hücrenin DNA'sıyla, yutulan hücrelerin DNA'larının birbirlerine sonradan "uyum sağlamaları" da mümkün değildir. Bu, besin olarak kümes hayvanlarını tüketen insanlarda da bir süre sonra kanat gelişeceğini iddia etmekten farksızdır.
3) Hücre içinde çok büyük bir uyum vardır. Kloroplastlar ait oldukları hücreden bağımsız hareket etmezler. Kloroplastlar protein sentezlemede ana DNA'ya bağımlı olmalarının yanında çoğalma kararını da kendileri almazlar. Bir hücrede tek bir tane kloroplast ve tek bir tane mitokondri yoktur. Bunların sayıları birden fazladır. Tıpkı diğer organellerin yaptığı gibi bunların sayıları da hücrenin aktivitesine göre artar ya da azalır. Bu organellerin kendi bünyelerinde ayrıca bir DNA bulunmasının özellikle çoğalmalarında çok büyük faydası vardır. Hücre bölünürken, çok sayıdaki kloroplast da ayrıca ikiye bölünerek sayılarını 2'ye katladıklarından, hücre bölünmesi daha kısa sürede ve seri olarak gerçekleşir.
4) Kloroplastlar bitki hücresi için son derece hayati önemi olan güç jeneratörleridir. Eğer bu organeller enerji üretemezlerse, hücrenin pek çok fonksiyonu işleyemez. Bu da canlının yaşayamaması demektir. Hücre için son derece önemli olan bu fonksiyonlar kloroplastlarda sentezlenen proteinlerle gerçekleştirilir. Ancak kloroplastların bu proteinleri sentezlemek için kendi DNA'ları yeterli değildir. Proteinlerin büyük çoğunluğu hücredeki ana DNA kullanılarak sentezlenir.69
Evrimcilerin iddia ettikleri iki DNA arasındaki böyle hayali bir uyumu deneme-yanılma metoduyla elde etmeye çalışırken, DNA üzerinde meydana gelebilecek değişikliklerin ne gibi etkileri olabilir?
Bir DNA molekülünün üzerinde meydana gelebilecek herhangi bir değişiklik kesinlikle canlıya yeni bir özellik kazandırmaz, aksine sonuç kesinlikle zararlı olur. Mahlon B. Hoagland, Hayatın Kökleri adlı kitabında bu durumu şu sözleriyle açıklamaktadır:
"Hatırlayacaksınız, hemen hemen her zaman bir organizmanın DNA'sında bir değişikliğin olması onun için zararlıdır; başka bir deyişle yaşamını sürdürebilme kapasitesinde azalmaya yol açar. Bir benzetme yapalım: Shakespeare'in oyunlarına rastgele eklenen cümlelerin onları daha iyi yapması pek olası değildir... Temelinde DNA değişiklikleri ister mutasyonla, ister bizim dışarıdan bilerek eklediğimiz yabancı genlerle olsun, yaşamı sürdürebilme ihtimalini azaltma özelliklerinden dolayı zararlıdır."70
Evrimcilerin öne sürdükleri iddialar bilimsel deneylere ve bu deneylerin sonuçlarına dayanılarak ortaya atılmamıştır. Çünkü bir bakterinin başka bir bakteriyi yutması gibi bir olgu hiçbir şekilde gözlenmemiştir. Moleküler biyolog Whitfield, bu durumu şöyle ifade etmektedir:
"Prokaryotik endosimbiyoz (yutma) belki de tüm endosimbiyotik teorinin dayandığı hücresel mekanizmadır. Eğer bir prokaryot bir diğerini içine alamaz ise, endosimbiyozun nasıl kurulduğunu tahmin etmek güçtür. Maalasef, endosimbiyoz teori için hiçbir modern örnek yoktur."71
Amerikalı biyolog L. R. Croft ise bu konuda şu yorumu yapar:
"Bir bakterinin başka bir bakteriyi yutması hiçbir şekilde gözlemlenmemişken, böyle bir iddiada bulunmak hiçbir şekilde bilimsel değildir. Kaldı ki kloroplast, ribozom, mitokondri, lizozom gibi organeller hücre dışına alınarak birbirlerinden ayrıldıklarında yaşayamamaktadır."72
Gerçek şu ki, Rablerinden gayb ile (O'nu görmedikleri halde) içleri titreyerek-korkanlara gelince; onlar için bir mağfiret (bağışlanma) ve büyük bir ecir vardır. (Mülk Suresi, 12) |
İnsan önceden, hiçbir şey değilken, gerçekten Bizim onu yaratmış bulunduğumuzu (hiç) düşünmüyor mu? (Meryem Suresi, 67) |
Sonuç:
Tüm bunların ortaya koyduğu gibi endosimbiyoz teorisini destekleyici hiçbir gözlem bulunmamaktadır. Evrimcilerin bu teoriye bağlılığı, yaşam formlarının daha alt formlardan evrimleşmiş olduğuna dair dogmatik inançlarından kaynaklanmaktadır. Bu önyargılardan bağımsız olarak düşünen bir insan için bitki hücresinin kökeni açıktır. Bu hücre sahip olduğu organellerle dev bir şehirden daha komplekstir. Tesadüfleri reddeden bu kompleks organizasyonun üstün bir yaratılış delili olduğu açıktır. Bu örnek de diğerleri gibi, Allah'ın yarattığı olağanüstü eserlerden biridir. Allah bir ayetinde şöyle bildirir:
Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, Güneş'e, Ay'a ve yıldızlara Kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O'nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne Yücedir. (Araf Suresi, 54)
Fotosentezin Evrimi Yalanı
Evrim teorisini bitkilerin kökeni konusunda tümüyle çıkmaza sokan bir konu, bitki hücrelerinin nasıl olup da fotosentez yapmaya başladıkları sorusudur.
Fotosentez, yeryüzündeki yaşamın en temel işlemlerinden biridir. Bitki hücreleri, içlerindeki kloroplastlar sayesinde su, karbondioksit ve güneş ışığını kullanarak nişasta üretirler. Hayvanlar ise kendi besinlerini üretemez ve bitkilerden gelen bu nişastayı kullanırlar. İşte bu nedenle fotosentez canlı yaşamının temel şartlarındandır. İşin daha da dikkat çekici olan yanı ise, son derece kompleks bir işlem olan fotosentezin henüz tam olarak çözülememiş oluşudur. Modern teknoloji, fotosentezi taklit etmek bir yana, detaylarını keşfetmeyi bile henüz başaramamıştır.
Peki bu denli kompleks bir işlem olan fotosentez, evrim teorisinin iddia ettiği gibi doğal süreçlerin bir ürünü olarak ortaya çıkmış olabilir mi?
Bitki hücresi, günümüzde hiçbir laboratuvarda gerçekleştirilemeyen bir işlemi yani "fotosentez" işlemini gerçekleştirir. Bitki hücresinde bulunan "kloroplast" isimli bir organel sayesinde bitkiler su, karbondioksit ve güneş ışığını kullanarak nişasta üretirler. Bu besin maddesi, yeryüzündeki besin zincirinin ilk halkasıdır ve tüm canlıların besin kaynağıdır. Bu çok karmaşık işlemin ayrıntıları günümüzde hala tam olarak çözülememiştir.
Evrimci varsayımlara göre, bitki hücreleri fotosentez yapabilmek için, sözde fotosentez yapabilen bakterileri yutup kloroplasta çevirmişlerdir. Peki bu bakteriler fotosentez gibi kompleks bir işlemi yapmayı nereden öğrenmişlerdir? Hatta daha da önce, neden böyle bir işlem yapmaya başlamışlardır? Evrimci senaryonun diğer sorulara olduğu gibi bu soruya da verebileceği hiçbir bilimsel cevabı yoktur. Bir evrimci kaynakta yer alan yorumlar, bu konunun ne denli yüzeysel ve "masalsı" bir bakış açısıyla değerlendirildiğini göstermektedir:
"İlkel okyanuslarda oldukça fazla sayıda bakteri ve besin değeri taşıyan moleküller vardı. Zamanla okyanuslardaki bakterilerin besinleri azaldı ve bakteriler besin bulamamaya başladılar. Ve birden bakteriler kendi besinlerini kendileri üretmeye başladılar. Bu arada yeryüzüne gelen ultraviyole ve görünür ışık arasından bakteriler ultraviyolenin zararlı, görünür ışığınsa yararlı olduğunu bildiler. Besin elde etmek için zararlı olan ultraviyole ışığı değil de, görünür ışığı kullanmaları gerektiğini keşfettiler."73
Dikkat edilirse bu tarifte asıl olarak evrimin açıklaması gereken, bakterilerin nasıl kendi besinlerini üretmeye başladıkları, ultraviyole ışığın zararlı, görünür ışığın yararlı olduğunu nereden bildikleri ve bu keşfi hangi bilinç ile ve hangi moleküler değişikliklerle gerçekleştirdikleri soruları cevaplanmamaktadır.
Yine başka bir evrimci kaynak olan Life on Earth (Yeryüzünde Yaşam) adlı kitapta, fotosentezin kökeni hakkında şöyle masalsı iddialar yer alır:
"Bakteriler önce okyanuslarda beslenirlerdi. Sayıları arttıkça besin kıtlığı çekmeye başladılar. Farklı bir besin kaynağı bulabilenler başarılı olacak ve yaşamaya devam edebileceklerdi. Çevrelerinde besin bulmaktansa kendi besinlerini kendileri üreteceklerdi."74
Kısacası evrimci kaynaklar, insanın bile tüm teknoloji ve bilgisine rağmen henüz başaramadığı fotosentez gibi bir işlemin bakteriler tarafından bir şekilde tesadüfen "keşfedildiğini" söylemektedir. Gerçek bir masaldan hiç farkı olmayan anlatımların hiçbir bilimsel değeri yoktur. Konuyu biraz daha detaylı olarak inceleyenler ise, fotosentezin evrim adına büyük bir çıkmaz olduğunu kabul etmek durumunda kalır. Örneğin Prof. Ali Demirsoy bu konuda şu itirafta bulunur:
"Fotosentez oldukça karmaşık bir olaydır ve bir hücrenin içerisindeki organelde ortaya çıkması olanaksız görülmektedir. Çünkü tüm kademelerin birden oluşması olanaksız, tek tek ortaya çıkması da anlamsızdır."75
Alman biyolog Hoimar Von Ditfurth ise, fotosentezin, bu yeteneğe sahip olmayan bir hücre tarafından sonradan "öğrenilemeyecek" bir işlem olduğunu belirtir:
"Hiçbir hücre, biyolojik bir işlevi, sözcüğün gerçek anlamında "öğrenme" olanağına sahip değildir. Bir hücrenin solunum ya da fotosentez yapma gibi bir işlevi doğuşu sırasında yerine getirebilecek konumda olmayıp, daha sonraki yaşam süreci içinde bunun üstesinden gelebilecek duruma gelmesi, bu işlevi sağlayacak beceriyi edinmesi olanaksızdır."76
Fotosentez işlemi, yapraktaki liflerin altındaki katmanda bulunan hücreler tarafından gerçekleştirilir. Bir bitkinin Güneş’ten aldığı enerjiyi besine çevirmesi gerçek anlamda mucizevi bir olaydır. Laboratuvarlarda 21. yüzyıl teknolojisi ile henüz geliştirilememiş, hatta çözülememiş olan bu mekanizmanın bakteriler tarafından tesadüfen geliştirilmiş olduğu iddiası, hem mantığa hem de bilime kesin olarak aykırıdır. Darwinistlerin öncelikle kloroplast gibi mucizevi bir molekülün bu işlemi yapmayı nasıl başardığını çözmeleri ve iddialarına kesin bilimsel kanıtlar getirmeleri gerekmektedir. Ancak bunu başarmaları kuşkusuz ki imkansızdır. a: Karbon dioksit, b: Su, c: Besin maddeleri, d: Güneş ışığı, e: Güneş ışığını absorbe eden birimler, f: Doku inşacıları: Nitrat, fosfor ve kalsiyum, g: Kloroplastlar |
Sonuç:
Fotosentez rastlantılar sonucu gelişmesi mümkün olmayan, olağanüstü komplekslikte bir işlemdir. Böylesine muazzam bir işlemin, bir hücre tarafından sonradan öğrenilmesi mümkün değildir. Bu durum, yeryüzünde ortaya çıkan ilk bitki hücrelerinin fotosentez yapacak özelliklere sahip olarak ortaya çıktıklarını göstermektedir. Bitkiler, bugünkü özelliklerine sahip olarak, bir anda fotosentez yeteneğiyle birlikte var olmuşlardır. Onları her türlü yaratmayı bilen, üstün güç sahibi Yaratıcımız Yüce Allah yaratmıştır:
Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda 'göz alıcı ve iç açıcı' her çiftten (nice bitkiler) bitirdik. (Bunlar,) 'İçten Allah'a yönelen' her kul için 'hikmetle bakan bir iç göz' ve bir zikirdir.(Kaf Suresi, 7-8)
Cinsiyet Seçmesi Teorisinin Çöküşü
Kimi yayınlarda evrim masallarının konusu olmayı sürdüren cinsiyet seçmesi teorisi, gerçekte bilimsel gözlemler karşısında çökmüş bir teoridir. Cinsiyet seçmesi, eşeyli üreyen canlılarda, bir cinsiyette, genellikle de erkeklerde, daha çok çiftleşip daha çok yavru sahibi olmayı sağlayan fiziksel özelliklerin diğer cinsiyet tarafından seçilmesini tanımlar. Darwin, Türlerin Kökeni isimli kitabında cinsiyet seçmesi ile ilgili şu varsayımda bulunmuştur:
"... Dişi kuşların, kendi güzellik standartlarına göre, en hoş sesli ve güzel görünümlü erkek kuşları binlerce nesil boyunca seçmeleri sonucunda belirgin bir etki ortaya çıkacağından kuşku duymak için hiçbir geçerli sebep göremiyorum"77
Darwin'e göre, daha güzel ve dikkat çekici özelliklere sahip kuşlar, nesiller boyunca seçilerek, en sonunda farklı özellikler kazanabilecekler veya başka bir türe dönüşebileceklerdir. Darwin, on iki yıl sonra yayınladığı İnsanın Türeyişi isimli kitabında; kuşlardan maymunlara uzanan bir yelpazede yer alan canlı türlerinde, erkeklerde bulunduğu halde dişilerde olmayan gözalıcı fiziksel yapılarla ilgili bir iddia ortaya koydu. Darwin'in iddiasına göre erkeklere özgün estetik yapılar (tavus kuşlarında erkeklerde olduğu halde dişilerde bulunmayan kuyruk tüyleri gibi) dişilerin nesiller boyu yaptığı seçim sonucunda ortaya çıkmış olabilirdi.
Ancak Darwin yanılıyordu. Onun döneminde bilimsel inceleme imkanları yeterli olmadığı için, bu varsayımın ne derece yanlış olduğunun anlaşılması için zaman geçmesi gerekti. Bilimde yaşanan gelişmeler, Darwin'in göremediği sebebin var olduğunu; daha da önemlisi bu sebebin evrim teorisi için önemli bir çıkmaz olduğunu ortaya çıkardı.
Doğada çok sayıda canlı türünün eşleşme davranışlarını araştıran biyologlar, cinsiyet seçmesinde Darwinci bakış açısının "hiçbir açıklayıcılığının kalmadığını" açıkça ilan etmektedirler. Dünyanın çeşitli bölgelerinden bilim adamları çok farklı türlerle ilgili ve cinsiyet seçmesi teorisiyle tamamen çelişen durumlar rapor etmektedirler. Bu örnekler o kadar fazladır ki konunun uzmanı olan araştırmacıların, cinsiyet seçmesi teorisinin değerini tamamen yitirdiğine dair neredeyse şüpheleri kalmamıştır. Teori aleyhindeki tüm bu gözlem ve düşünceler, bilim adamlarını bir araya getiren toplantılarda da ele alınmaktadır.
Bu görüşlerin bir ağızdan dile getirildiği en önemli toplantılardan biri ise Amerikan Bilimi Geliştirme Derneği'nin 2003 yılı toplantısı oldu. Toplantı bünyesinde cinsiyet seçmesi teorisiyle ilgili bir sempozyum organize eden Stanford Üniversitesi biyoloğu Joan Roughgarden, konuyu kısa ve net bir şekilde şöyle özetlemiştir:
"Darwinci cinsiyet seçmesini çürüten yüklü miktarda gözlemsel kanıt mevcut... Kural dışı durumlar o kadar fazla ki 'açıklama gerekiyor' diye avaz avaz bağırıyorlar... Darwin'in cinsiyet seçmesi teorisinin bağlamı bütünüyle çözülmektedir... Yani Darwin temel önerilerinde yanılmıştır, ancak daha da önemlisi, [cinsiyet seçmesi teorisi] henüz bir yaklaşım olarak bile yetersizdir."78
17 Şubat 2003 günü gerçekleşen sempozyumda konuşan Kanada Lethbridge Üniversitesi Psikolog ve Nöroloğu Paul Vasey ise konuyla ilgili şu yorumu yapmıştır:
"...Cinsiyet davranışlarıyla ilgili geleneksel evrimsel teoriler, olup biteni açıklamada yetersiz ve fakirdir."79
Aslında söz konusu evrimsel teorilerin olup biteni açıklamada yetersiz olduğunu belirtmek yanıltıcıdır. Bu teoriler, canlıların hayali evrimsel gelişimi ile ilgili hiçbir noktayı açıklayamamaktadırlar. Canlılardaki gözalıcı renk ve desenlerin cinsiyet seçmesiyle ortaya çıkamayacağının çok açık bir kanıtı da tavus kuşunun simetrik desenleridir. Canlıların yapılarını açıklamada tesadüflere dayanan Darwin, bu mükemmel desenlerin teorisine oluşturduğu açmazın kendisini hasta edecek seviyede olduğunu itiraf etmiştir:
"Bir tavus kuşunun kuyruğundaki tüyün görünümü, ne zaman bakacak olsam, beni hasta ediyor"80
Eğer Darwin, günümüz modern bilimi ile tanışmış olsaydı, tavus kuşları kendisi için çok daha büyü bir sıkıntı konusu olacaktı. Çünkü modern bilim, tavus kuşundaki detayların çok hassas yapılara dayandığını ortaya koymuştur. İngiltere'deki Bristol Üniversitesi'nde Makine Mühendisliği Bölümü'nde mühendislik tasarımı doçenti olan Stuart Burgess, tavus kuşu tüyündeki tasarımı çarpıcı bir şekilde ortaya koymuş, bu tasarımın hiçbir şekilde Cinsiyet Seçmesi teorisiyle açıklanamayacağı sonucuna varmıştır.
Evrim biyologlarının bilimsel konferanslarda açıkça itiraf ettiği ve tavus kuşu örneğinin de somut olarak ortaya koyduğu gibi, cinsiyet seçmesi teorisi doğadaki gerçeklerle hiçbir şekilde uyuşmayan, hayal ürünü bir teoridir.
Tavus Kuşu Tüyündeki Detaylı Yapı ve Ortaya Çıkan Gözalıcı Desenler
Erkek tavus kuşunda her yıl yenilenen 200 kuyruk tüyü vardır. Bunlardan 170 kadarı göz tüyü olarak adlandırılan tüylerdir. Kalan 30 tüy ise, yelpazeye son derece estetik bir dış sınır çizen 't tüyleridir'. Kuyruk açıldığında meydana gelen kusursuz görüntü, canlıya verilmiş olan üstün sanatı gözler önüne sermektedir. Bu olağanüstü yapı, Allah'ın muhteşem bir sanatıdır. Erkek tavus kuşunda her yıl yenilenen 200 kuyruk tüyü vardır. Bunlardan 170 kadarı göz tüyü olarak adlandırılan tüylerdir. Kalan 30 tüy ise, yelpazeye son derece estetik bir dış sınır çizen 't tüyleridir'. Kuyruk açıldığında meydana gelen kusursuz görüntü, canlıya verilmiş olan üstün sanatı gözler önüne sermektedir. Bu olağanüstü yapı, Allah'ın muhteşem bir sanatıdır. |
Bir erkek tavus kuşu kur yapma sırasında kuyruk tüylerini sergiler ve ortaya muhteşem bir yelpaze çıkarır. Erkek tavus kuşunda her yıl yenilenen yaklaşık 200 kuyruk tüyü vardır. Tüylerden 170 kadarı göz şeklindedir, bunlar 'göz tüyü' olarak adlandırılır. Kalan 30 tüy ise yelpazeye son derece estetik bir dış sınır çizen 't tüyleri'dir. Yelpaze oluşturan bu tüy tasarımında gözlerin oldukça düzenli bir yayılım gösterdiği, t ve göz tüylerinin de mikroskobik ölçüde çok kompleks bir yapıya sahip oldukları görülür. Gözlerin her biri görünür vaziyettedir, çünkü yelpazede ön sırada kısa tüyler, arka sırada uzun tüyler yerleştirilmiştir.
Bir göz tüyü üzerinde bulunan tüy kıllarının üst kısımda dar aralıklı, alt kısımda geniş aralıklı olduğu görülür. Aşağıdaki kısmın geniş aralıklı olması sayesinde bir kontrast (zıtlık) oluşturularak gözün bulunduğu kısım ön plana çıkarılmış olur. Bir tavus kuşunun tüyündeki renkler oldukça güzeldir, çünkü parlak ve göz alıcıdırlar. Bu göz alıcı renklerin bir özelliği, görüş açısına göre değişmeleridir. Burada renkler pigmentlerle (hayvan veya bitki dokularına renk veren madde) değil, ince-film adı verilen ve barbüllerde gerçekleşen optik (görme ve gözle ilgili) bir etki sayesinde ortaya çıkar. Barbüller kuş tüyleri üzerindeki en ince yapılardır ve ancak mikroskop altında görünürler. Yandaki resimde gösterilen bir tavus kuşu tüyü üzerinde kıllar ve her bir kıl üzerinde yaklaşık bir milyon barbül vardır. Tavus kuşunun göz tüyü üzerindeki barbüller, bronz, mavi, koyu mor ve yeşil renklerde görünürler.
Barbüller kuş tüyleri üzerindeki en ince yapılardır. Tavus kuşunun tüylerindeki göz şeklinde birbirlerinden bağımsız olmalarına rağmen komşu barbüller kusursuz bir koordinasyon ortaya koyarlar. Ortaya çıkan göz şeklinde mükemmel bir simetri hakimdir. Bu yapı, Darwin'i ve Darwinistleri şaşırtan, onları açıklamasız bırakan Allah'ın üstün eserlerindendir. |
Barbüllerde ortaya çıkan ince-film etkisi, yandaki resimde görüldüğü gibi, üç keratin tabakada gerçekleşir. Şeffaf keratin tabakalar ışığı kırar ve kırılan ışığın bazı bileşenlerini tutarlar. Yandaki resimde görülen yumuşak iç kısmın kahverengi renkte olması, keratin katmanlara karanlık tonda bir arka plan sağlayarak ışığın arkaya geçip kaybolmasını engeller. Böylece yansıtılan ışık renkleri ortaya çıkarabilir. İnce-film etkisi üç tabakada aynı anda gerçekleşir ve ortaya değişik renkler çıkar. Keratin tabakaların belli bir rengi üretmesi ancak son derece ince olmaları sayesinde mümkün olur. Keratin tabakaların kalınlığı milimetrenin sadece yirmi binde biri kadardır. Keratin tabakanın bu kalınlığı, en parlak rengi üretmede 'optimal' kalınlıktır. Çünkü tabaka kalınlığı, gözle görülebilir ışığın dalga boyunu geçmemelidir.
Göz şeklinin çok önemli bir özelliği de binlerce barbülün bireysel etkilerinin birleştirilmesiyle ortaya çıkan 'dijital' bir şekil olmasıdır. Birbirlerinden bağımsız olmalarına karşın komşu barbüller kusursuz bir koordinasyon ortaya koyarak göz şeklini oluştururlar. Birbirinden bağımsız çalışan barbüllerin şaşırtıcı bir özelliği de ortaya çıkardıkları göz şeklindeki simetridir. Eğer bir göz tüyü X-Y analitik düzlemi üzerine yerleştirilirse göz şeklini oluşturan şekillerin, elipsoid ve cardioid gibi geometrik şekiller olduğu ortaya çıkar. Birbirlerinden bağımsız barbüllerin normalde rastgele ve düzensiz şekiller, dağınık desenler ortaya koymaları beklenir. Ancak üstteki resimde de görüldüğü gibi göz desenindeki geometrik şekiller matematiksel formüllere dayalı özel şekillerdir. Bu şeklin tesadüflerle ortaya çıkmış olma ihtimali, bir stadyumun tribünlerine rastgele dağılan izleyicilerin, giysilerindeki renklerle kusursuz bir Türkiye haritası oluşturması kadar azdır.
Görüldüğü gibi tavus kuşu tüyündeki düzen son derece komplekstir. Bu komplekslik hakkında hiçbir şey bilmeyen Darwin, tüydeki güzelliklerin, daima gösterişli tüylere sahip erkekleri seçen dişilerin seçimi sonucu zaman içinde gelişmiş olabileceği gibi basit ve temelsiz bir mantığı savunuyordu. Darwin tüylerin, basit görünümlü bir tüy yapısından aşama aşama geliştiğini kabul ediyordu. Ancak tüylerdeki ince film etkisi düşünüldüğünde böyle aşamalı bir gelişimin söz konusu olamayacağı görülür: İnce film etkisinde rol oynayan faktörlerden (arka planı oluşturan koyu renk, keratin katmanlar, keratinlerin ışığın dalga boyuna uygun kalınlığı) herhangi birinin eksik olması durumunda, tavus kuşu tüyü bu renkleri ortaya çıkarmayacaktır. Yani bu faktörlerin tümü aynı anda ve kusursuz olarak bulunmalıdır ve bu bir indirgenemez komplekslik örneğidir. Bu nedenle de Darwin'in, tavus kuşu tüyünün aşama aşama gelişmiş olduğu iddiası geçersizdir. Tavus kuşu desenlerindeki mükemmellik ancak yaratılışla açıklanabilir.
Bu yapıdaki bir başka etkileyici yön ise, tüydeki tüm fiziksel yapıların bilgisinin DNA'da saklı olmasıdır. Keratinin katman sayısı ve kalınlığı, barbüllerin sayısı, kahverengi arka plan, kılların arasındaki mesafeler. Tümü, DNA'daki bilgiye göre üretilir. Tüm bu güzelliğin, evrimcilerin iddia ettiği gibi rastgele mutasyonlar sonucu ortaya çıkması mümkün değildir. Çünkü laboratuvarlarda yapılan sayısız mutasyon deneyi kesin olarak göstermiştir ki, mutasyonların organizmanın DNA'sına bilgi eklemesi söz konusu değildir. Mutasyonlar etkili oldukları zaman daima anormal yapılar (gözden çıkan bacaklar, fazladan ayak parmağı gibi) ortaya çıkmasına neden olur. Dolayısıyla tavus kuşu tüyündeki düzenin rastgele mutasyonlarla ortaya çıkması mümkün değildir. Rastgele mutasyonlarla böyle kompleks yapılar ve göz alıcı güzelliklerin ortaya çıkabileceğini kabul etmek; bir köy evinin yağmur, şimşek ve rüzgarla zaman içinde bir saraya dönüşebileceğini kabul etmek kadar mantıksızdır.
Darwin'in Cinsiyet Seçmesi Teorisinin Tutarsızlıkları
Cinsiyet seçmesi teorisi, gerçekte hiçbir bilimsel dayanağı olmayan bir varsayımdan ibarettir. Cinsiyet seçmesi teorisine göre bir dişi bir erkekle belli bir özelliğe, örneğin uzun tüye göre çiftleşebilir. Buna göre uzun süre sonunda cinsiyet seçmesinin belli bir özelliği geniş çapta üretebileceği varsayılır.
Oysa tavus kuşu tüylerindeki sayısız detayın, dişinin seçimine bağlı olarak oluştuğunu kabul etmek, dişinin her bir detayı inceleyip süzgeçten geçirdiğini farz etmeyi gerektirir, ki bu mümkün değildir. Nasıl olur da bir kuş, bir tüydeki şekilleri sahip oldukları simetriye göre seçebilir ve matematiksel denklemlerle sabit güzellikte şekiller oluşmasına yol açabilir? Göz tüylerinin bir tanesini dahi gizli bırakmayacak bir yelpaze nasıl oluşturabilir? Bu yelpazenin tepesindeki estetik tüylerini bir sınır oluşturacak şekilde nasıl dizebilir? Elbette yapılan bir seçim sonunda bunların oluştuğunu farz etmek saçmadır.
Darwin'in cinsiyet seçmesi teorisinin en zayıf noktası, hayati bir soruya, cinsiyet seçmesi döngüsünün rastgele tesadüflerle nasıl başlamış olabileceği sorusuna verecek bir cevabı olmamasıdır. Cinsiyet seçmesi sözde evrim sürecinde başlamışsa, hem erkekteki güzel özellikleri kontrol eden gen hem de dişide seçimi kontrol eden gen (böyle bir genin varlığı henüz gösterilmiş değildir) aynı anda ortaya çıkmış olmalıdır. Çünkü bu genlerin herhangi birinin tek başına bulunması cinsiyet seçmesi meydana getirmez. Bu kısıtlama, tümüyle imkansız olduğu kanıtlanmış olmasına rağmen, yine de genlerin aşamalarla ortaya çıktığını kabul eden evrim teorisinin cinsiyet seçmesi iddiasına ölümcül bir darbedir.
Tavus Kuşlarındaki Bu Üstün Güzellik Yüce Bir Yaratıcı'nın Varlığının Göstergesidir
Tavus kuşunun kuyruk tüylerindeki özellikler hayatta kalması için gerekli olan kuyruğa, fazladan bir güzellik kazandırmaktadır. Diğer yandan kuyruğun güzelliği, işleviyle ilgili değildir. Tavus kuşundaki eklenmiş güzellik özelliği, tüm bu güzelliği özel olarak yaratmış olan üstün bir Yaratıcı'nın belirgin bir işaretidir. Canlıda, böylesine hassas detaylarla göz kamaştırıcı güzellikler var eder, onu yoktan yaratmış olan Yüce Allah'tır.
Dolayısıyla Darwin'in cinsiyet seçmesi teorisinin hiçbir tutarlı yönü bulunmamaktadır. Bu teori çeşitli türlerde erkeklerde görülen güzelliklerin kökenini açıklamadan son derece uzaktır. Darwinistlerin, doğadaki muhteşem yapıları, geçerliliği olmayan çeşitli teoriler ortaya atarak basitleştirmeye çalışmak yerine, bu yapıların sahip olduğu komplekslikleri açıklayabilmeleri gerekmektedir. Herhangi bir evrim süreci yaşanmamış olan evrende, kendi teorilerini destekleyecek herhangi bir delil bulabilmeleri imkansızdır.
Sonuç:
Tavus kuşundaki bu mükemmel yapıyı tesadüflerle açıklamaya çalışan herkesin Darwin gibi kendini hasta hissetmesi son derece doğaldır. Çünkü bu, akıl ve sağduyuya tamamen aykırıdır. Mükemmel yaratılış örnekleri karşısında, insanın gözlerini kapaması, tüm bunları yok saymasıdır. Çünkü açık bir gerçek vardır ki, tavus kuşundaki bu güzelliklerin ve mükemmel detayların tesadüflerle ortaya çıkması mümkün değildir. Diğer tüm canlılarda olduğu gibi bu canlıyı da, Yüce Allah, sonsuz bilgi ve ilmi ile yaratmıştır. Allah bir Kuran ayetinde şöyle bildirmektedir:
"Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir."(Furkan Suresi, 2)
Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29) Bilmez misin ki Allah, gerçekten herşeye güç yetirendir. (Yine) Bilmez misin ki, gerçekten göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Sizin Allah'tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur. (Bakara Suresi, 106-107) |
Fantastik Evrim Propagandası: Geleceğin Yaratıkları
Evrimci bir yayının sayfalarını çevirirken, "hominid ata" olarak nitelendirilen hayali canlıların renkli ve gözalıcı rekonstrüksiyon çizimlerine hiç rastladınız mı? Peki bu çizimlerin yetersiz fosil kayıtlarına dayandırıldığını biliyor musunuz? Eğer bu sorulara cevabınız 'evet' ise, evrim propagandasının hayal gücüne ve gözboyayıcı resimlere fazlasıyla dayandığının farkında olmalısınız. Ama bunu daha iyi görmek için, bir de "geleceğe dair" hazırlanmış evrim senaryolarına göz atmak gerekmektedir: Örneğin gelecekte yaşanacak sözde evrimi anlatan bir senaryo şu şekildedir: Yarasalar kanatlarını yitirerek yere inecekler ve yerde yiyecek bulamayınca su altında yaşamayı deneyecekler, timsahlar evrimleşerek "desert shark" (çöl köpekbalığı)'a dönüşecekler, ağaçlarda yaşayan maymunlar yere inerek vahşileşecekler ve aslanların yerini alarak onlara benzer bir görünüm elde edecekler.
Şaşırtıcı gelebilir ama, evrimci yayınlarda son zamanlarda yaygınlaştırıldığı görülen bu senaryoların arkasında bilim-kurgu senaristleri değil, sözde 'bilim adamları' bulunuyor! Söz konusu bilim adamları, TV belgesellerinde veya popüler bilim dergilerinde yayınlanan benzer içerikli makalelerinde, evrimin bilimsel bir gerçek olduğu ve gelecekte de devam edeceği masalını anlatıyorlar.
Oysa tüm bunlar asılsız ve bilim dışı olarak yürütülen bir propagandayla ilgilidir.
1. Geleceğe Dair Evrim Senaryolarının Bilimsel Değeri Yoktur
Focus dergisinde "geleceğin hayvanları" olarak üstteki tasvirler yayınlanmıştır. Ancak bunların tümü fantezilerden ibarettir. Bilimsel yönden hiçbir değeri yoktur. Bu tip hayali çizimler, Darwinistlerin en yoğun kullandıkları propaganda yöntemlerindendir.
'Evrimin Geleceği' senaryolarını savunanlar, gelecekte yaşayacağını varsaydıkları hayvanlar ile ilgili oldukça detaylı bilgiler vermekte hiçbir sakınca görmememektedirler. Hangi hayvanın hangi organının neye dönüşeceğini anlatmakta, davranışlarının nasıl etkileneceğini, neyle beslenip, nerelerde yaşayacaklarını belirtmektedirler. Hatta bunların her birini kendilerince isimlendirmektedirler. Ancak bu değişimlerin nasıl meydana geleceğine dair tek bir bilimsel açıklamada bulunmamakta, bunu denemeye dahi çalışmamaktadırlar.
Oysa, bir bilim adamı, gelecekle ilgili bir tahminde bulunurken bunu mutlaka güçlü ve kesin bilimsel verilere dayandırmalı, tahminlerini tamamen bilimsel yöntemler kullanarak ortaya koymalıdır. Aksi takdirde hurafelerle uğraşan "kahin"lerden veya "falcı"lardan hiçbir farkı kalmaz.
Söz gelimi bir jeolog, bir kara parçasının milyonlarca yıldır ne kadar hızla yer değiştirdiği ile ilgili tüm verileri göz önünde bulundurarak bu kara parçasının 50 milyon yıl sonra nerede bulunacağı ile ilgili bir tahminde bulunabilir. Veya, bir genetik bilimci, genler üzerine yapılan tüm araştırmaları göz önünde bulundurarak, yakın bir gelecekte, genetik kökenli hangi hastalıkların yeryüzünden tamamen silinebileceğine dair bir tahminde ve açıklamada bulunabilir.
'Evrimin Geleceği' senaryosunu savunanların varsayımları ise hiçbir bilimsel veri ile desteklenmediği gibi, tamamen bu kişilerin hayalgüçlerine dayalıdır. Nitekim Focus dergisi, benzer senaryolara "Geleceğin Hayvanları" başlığı altında yer verdiği Mayıs 2000 tarihli sayısında bu gerçeği itiraf etmiştir. Focus, senaryolarına yer verdiği bir paleontoloğun, insani bazı özelliklerine yenilerek hayal gücünün etkisi altında kalarak çalıştığını belirterek bu çalışmanın bilimde olması gerektiği gibi bilimsel yöntemlerle gerçekleştirilmediğini kabul etmiştir. Dergide bununla ilgili olarak şunlar yazılmıştır:
"Kuşkusuz bilim kendi yöntemleri olan, aynı deneylerin aynı koşullarda aynı sonuçlar verdiği bir alan. Bu bilimselliğin sınırları içinde çalışanlar, elbette bu katı kurallara uyuyorlar. Ama, zaman zaman insan olmanın dayanılmaz hafifliğini hissediyorlar. Bu nedenle HAYAL GÜÇLERİNİ ZORLAYABİLİYORLAR. İşte "Geleceğin Zoolojisi" isimli eserin sahibi İskoçyalı paleontolog Dougal Dixon da bunlardan biri. Eserinde geleceğin hayvanlarını mutlaka bilimsel bir süreçten geçiriyor, kendisinden de çok şeyler katıyor."
Üstteki gibi hayali çizimlerin amacı, evrim zaten varmış ve hala devam ediyormuş gibi gerçek dışı bir izlenim vermektir. Darwinistler teorilerini destekleyecek bilimsel deliller öne süremediklerinden bu tip yöntemlerle teoriyi ayakta tutmaya çalışmaktadırlar.
Sadece hayal gücüne dayanılarak yapılmış ve fantazi bir senaryodan öte herhangi bir anlamı olmayan bu çalışmanın, bilimsellik iddiası taşıyan Focus gibi dergilerde veya benzer şekillerde Animal Planet gibi TV kanallarında yer alması ise son derece yanıltıcıdır. Okuyucuların bu senaryolara dair haberleri bir bilim kurgu kanalında veya dergisinde, "fantezileriniz", "hayalgücünün eserleri" gibi konulu program veya sayfalarda izleyip/okumalarında herhangi bir sakınca olmayabilir. Ancak bir kişinin hayal gücünün ürünü olan bu garip yaratıkların resimleri ve detaylı bilgileri, bilim ile ilgili yayınlarda yer alıyor ve kullanılan manşetlerde, bu hayali canlılarla ilgili fanteziler bilimsel bir sonuç gibi aktarılıyorsa bu yanlıştır. Kısacası evrim teorisine körü körüne inanan bazı bilim adamlarının "hayal güçlerini zorlayarak" uydurdukları masallar, bilimsellik görüntüsü altında kitlelere empoze edilmemelidir.
Bu yöntem, aslında son derece tanıdık bir yöntemdir. Teorilerini bilimsel bulgulara dayandıramayan evrimciler sık sık bu gibi yanıltıcı haberler yapmakta, asla gerçekleşmemiş senaryoları, konu ile ilgili bilgisi olmayan ya da sınırlı olan kişilere bilimsel gerçek gibi sunabilmektedirler. Kendi önyargılarını ve hayal güçlerini "bilim" diye göstererek insanları aldatmaya çalışmaktadırlar. Fransa'nın en tanınmış zoologlardan biri olan Pierre Paul Grassé, kendisi de bir evrimci olmasına rağmen, hiçbir destekleyici kanıt sunulmaksızın savunulan evrim senaryoları için şu yorumu yapmıştır:
"Hayal kurmaya karşı bir yasa yok ama bilim buna dahil edilmemelidir."81
2. Geçmişte Evrim Yaşanmamıştır, Gelecekte Yaşanacağını Düşündürebilecek Hiçbir Kanıt Yoktur
Bu gibi çalışmaları aktaran yayınlar, evrim teorisini bilimsel olarak ispatlanmış bir gerçekmiş gibi sunmakta, ve "geçmişte evrim yaşandığına göre gelecekte de evrim yaşanacaktır" gibi son derece yanlış bir düşünceyle yola çıkmaktadırlar. Oysa geçmişte evrim yaşanmadığı gibi gelecekte de evrim yaşanmayacaktır. Bu, modern bilimin bulgularıyla ortaya konmuş bir gerçektir.
Evrimciler, onlarca yıldır geçmişle ilgili sayısız senaryo üretmişler ve kullandıkları telkin ve propaganda yöntemleri ile bu hayali senaryoları bilimsel gerçeklermiş gibi insanlara empoze etmişlerdir. Ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında meydana gelen bilimsel ve teknolojik gelişmeler evrimcilerin tüm düzenlerini altüst ederek, evrimin asla gerçekleşmediğini açık ve kesin olarak ortaya koymuştur.
Evrimin en önemli açmazlarından biri evrimleşmenin hangi mekanizmalarla gerçekleştiğini açıklayamamasıdır. Sözgelimi, yazının başında aktardığımız evrim senaryosunda, yarasaların büyük bir değişim geçirecekleri, önce kanatlarını yitirecekleri ve ardından su altında yaşamaya başlayacakları iddia edilmekte ve bu iddia hayali bir çizimle de desteklenmeye çalışılmaktadır. Bu çizimde görülen ise yarasaların kanatlarının yerini iki kolun aldığıdır. Bu iddianın bilimsel bir nitelik kazanabilmesi için, yarasanın kanatlarının nasıl olup da bir kola dönüşeceğini, uçan bir memeli olan yarasanın nasıl olup da su altında yaşayabilecek, nefes alabilecek, avlanabilecek nitelikler kazanacağının bilimsel olarak açıklaması gerekir.
Evrimcilerin iddia ettiği bu hayali değişime göre, yarasanın birçok organında önemli değişiklikler meydana gelmeli ve bu değişiklikler son derece amaca yönelik bir sıra izlemelidir. Tamamen ihtiyaçtan kaynaklanan bu değişimlerin öyle bir mekanizma tarafından gerçekleştirilmesi gerekir ki, havada yiyecek ihtiyacını karşılayamayan yarasanın önce kanatlarını kol haline getirip onun karada avlanmasını kolaylaştırmalıdır. Yarasanın karada da yeterli besin bulamadığını görünce ise bu mekanizma, yarasaya solungaçlar ve diğer donanımını da sağlamalı ve yarasayı suyun altında yaşatmalıdır.
Evrimciler yarasaların ileride üstteki resimde görülen canlıya dönüşeceklerini iddia etmektedirler. Ancak elbette bu hayali iddianın da hiçbir bilimsel dayanağı yoktur. Bu çizim, yalnızca Darwinistlerin hayal gücüne dayanmaktadır.
Peki ama doğadaki bu hayali yetenekli mekanizma nedir? Evrimciler 150 yıldır doğadaki bu "olması gereken" mekanizmayı tartışmaktadırlar. Ancak doğada var olan hiçbir mekanizmanın böyle bir dönüşümü gerçekleştiremeyeceği son derece açık ve kesindir. Evrimcilerin evrimleştirici iki mekanizma olarak öne sürdükleri "doğal seleksiyon" ve "mutasyonlar"ın ise aslında böyle bir süreci gerçekleştirebilecek özellikte olmadıkları bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçektir. Bunu evrimciler dahi kabul etmektedirler. Doğal seleksiyon ve mutasyonlar, bugün bilim çevreleri tarafından da kanıtlandığı gibi "yeni yaratıklar" oluşturamamaktadır. Bu, bugün bilim çevreleri tarafından kabul görmüş bir gerçektir. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Harun Yahya; Evrim Aldatmacası, Hayatın Gerçek Kökeni)
Dahası, doğanın geleceğiyle ilgili bu evrimci iddiaları bizzat doğanın kendi tarihi kesin olarak yalanlamaktadır. Doğa tarihini incelediğimizde karşımıza, evrimin geleceği senaryolarında ileri sürüldüğü gibi "farklı anatomik yapılara evrimleşen" canlılar değil, aksine aynı anatomik yapıyı ilk yaratıldıkları andan itibaren yüz milyonlarca yıl boyunca değişmeden koruyan canlılar çıkmaktadır. Bilim adamlarının "stasis" (durağanlık) adını verdikleri bu olgu, her canlı türünde açıkça gözlemlenebilir: 400 milyon yıllık bir balık fosili (örneğin Coalecanth) ile günümüzde yaşayan örneği birbirinden farksızdır. Aynı şekilde yüz milyonlarca yıl öncesine ait yumuşakçalar, solucanlar, böcekler, amfibiler ve kaplumbağaların fosilleri, günümüzdekilerle aynı yapıdadırlar. Harvard Üniversitesi paleontologlarından ve tanınmış evrimci Stephen Jay Gould, bu gerçeği şöyle kabul etmiştir:
"Çoğu tür, dünya üzerinde var olduğu süre boyunca hiçbir yönsel değişim göstermez. Fosil kayıtlarında ilk ortaya çıktıkları andaki yapıları ne ise, kayıtlardan yok oldukları andaki yapıları da aynıdır. Morfolojik (şekilsel) değişim genellikle sınırlıdır ve belirli bir yönü yoktur."82
Dolayısıyla bundan 10, 50 ya da 200 milyon yıl sonra yaşayacak olan canlıların -eğer yaşarlarsa- bugünkülerden farklı olacağını düşünmemizi gerektirecek bir bilimsel delil de yoktur. Çünkü canlılar, fosil kayıtlarının ortaya koyduğu gerçek ile, ilk yaratıldıkları andan itibaren değişmemişlerdir ve bundan sonra da evrimcilerin iddia ettikleri şekilde bir değişime uğramayacaklardır.
3. Evrimin Geleceği Senaryolarının Tek Amacı Evrim Propagandası Yapmaktır
Evrim teorisi, bundan 2 yüzyıl önce -19. yüzyılda- ortaya atılmış ve günümüzde bilimsel bulgularla geçersizliği ortaya çıkmış bir teoridir. Charles Darwin'den bu yana bilimin her alanında ve teknolojide muazzam gelişmeler meydana gelmiştir ve 19. yüzyıldaki evrimcilerin doğruluğuna inandıkları birçok şeyin aslında imkansız olduğu anlaşılmıştır.
Ancak tüm bunlara rağmen evrim teorisi, diğer köhne teori ve fikirler gibi çöpe atılmamış, aksine büyük bir özenle muhafaza edilmeye çalışılmıştır. Çünkü evrim teorisi, yüzyıllardır, inançsızlıklarına, başıboş ve sorumsuz insan anlayışlarına, maddeye verdikleri öneme bilimsel bir kılıf ve insanların gözünde bir meşruiyet arayan çevrelere sahte de olsa bir destek kazandırmıştır. Bu nedenle büyük umutlar bağladıkları teorilerini bilimsel yöntemlerle savunamayan evrimciler, telkin, göz boyama ve propaganda yöntemleri ile bunu sağlamaya çalışırlar. Konuyu detaylı incelemeyen insanlar ise "bilimsellik" maskesi altında gizlenen gazete ve dergiler, kitaplar vs. aracılığıyla evrimin gerçek olduğuna ikna edilirler.
İşte, gelecekte evrim sonucunda oluşacağı iddia edilen, bilim kurgu filmlerinden fırlamış hayali yaratıklar, bu propagandanın bir parçasıdır. Bu, evrimcilerin ilk kez kullandıkları bir yöntem de değildir. Sözgelimi, bilinen evrim savunucularından biri olan Richard Dawkins, "geleceğin insanı"nı çizmiştir. Etkileyici bir görüntü verilmek istenen bu sözde "geleceğin insanı" da aynı amaçla ortaya atılmıştır ve hiçbir bilimsel yöntem kullanılmadan tamamen hayal ürünü olarak üretilmiştir. Buradaki amaç yalnızca evrim propagandasını sahte yöntemlerle ayakta tutabilmektir.
Evrimcilerin bu denli bilim dışı yöntemlere, adeta "çocuk kandırma" metodlarına başvurmaları, gerçekte Darwinizm'in bilim karşısında uğradığı yenilginin bir sonucudur. Hiçbir laboratuvar deneyi veya bilimsel gözlem evrim teorisini desteklemediği için, evrimci biyologlar "hayal güçlerini zorlayarak" uydurma canlılar çizmekte ve bu sayede konu hakkında bilgisi olmayan insanları aldatıcı yöntemlerle etkilemeye çalışmaktadırlar. Bunlar, Darwinizm'in son çabalarıdır. İnsanlık, bilim adına utanç verici bir safsata olan bu teoriden çok yakında tamamen kurtulacaktır.
De ki: "Şüphesiz Rabbim hakkı (batılın yerine veya dilediği kimsenin kalbine) koyar. O, gaybleri bilendir." De ki: "Hak geldi; batıl ise ne (bir şey) ortaya çıkarabilir, ne geri getirebilir."(Sebe Suresi, 48-49)
"EVRİMCİLERİN ÜRETTİKLERİ HAYALİ CANLILAR"
Hayalperest Darwinist bilim adamlarının kaleminden fantastik evrim propagandası: The Future is Wild 'Şish'. Kitaptaki bir masala göre, uçma yeteneğine sahip hayali balıklar, diğer balıkları yiyerek onların neslinin son bulmasına neden olacaktır. Söz konusu canlının ön plana çıkarılma sebebi ise, insanlar üzerinde "hayali evrim yaşanıyor" izlenimi uyandırabilmektir.
Kitapta anlatılan bir başka masal kahramanı: 'Cryptile'. Masala göre kurak alanlarda ortaya çıkacak kertenkele görünümlü bir canlıdır.
Hiçbir örneği ve benzeri olmayan ve hiçbir bilimsel delille desteklenmeyen bu canlılar, yalnızca evrimcilerin hayallerini yansıtmaktadır. Evrim teorisinin ayakta tutulma yöntemi bilim değil bilimkurgu masallardır.