|
Darwinistler bir domuz dişinden, Nebraska adamı adını verdikleri sahte canlıyı ve daha da ileri giderek ailesini resmetmişlerdir. |
Darwinistler için insanın evrimi konusu hayati önem taşır. Yıllardır insanlara telkin etmeye çalıştıkları şey, insanın sözde evrimleşmiş bir hayvan olduğu yalanıdır. Bu yalanı ayakta tutabilmek için var güçleriyle çabalar, hiç durmadan en ilgisiz konularda bile insanın sözde hayvan ataları olduğu düşüncesini yerleştirmeye çalışırlar. Bu konuda başvurdukları aldatmacalar ise hayret vericidir. Çoğu zaman hiç ilgisi olmayan fosil bulguları dahi, şekilden şekile sokularak insansı bir varlıkmış gibi gösterilmeye çalışılır. Öyle ki Darwinistler, sonradan bir yaban domuzuna ait olduğu anlaşılan tek bir diş fosilinden Nebraska adamını oluşturmuş, bu hayali insansının ailesiyle birlikte sosyal hayatını resmekmekte sakınca görmemişlerdir. Bu şaşırtıcı çabanın en önemli örneklerinden bir tanesi de uzun zamandır sürdürülen Australopithecusların insanların sözde maymunsu atası olduğuna dair iddialardır.
Australopithecuslar, soyu tükenmiş maymun türleridir. "Güney maymunu" anlamına gelen bu canlılar, Darwinistler tarafından insanların sözde ilk maymunsu ataları olarak kabul ettirilmeye çalışılır. Soyu tükenmiş olmaları nedeniyle tüm diğer örneklerde olduğu gibi bu maymun türü de, evrimciler tarafından bir spekülasyon malzemesi olarak kullanılmıştır. Fakat Darwinistlerin Australopithecuslar üzerine türettikleri senaryolar, diğer tüm örneklerde olduğu gibi yine bir aldatmacaya dayanmaktadır.
Australopithecusların ilk olarak Afrika'da 4 milyon yıl kadar önce ortaya çıktıkları ve 1 milyon yıl öncesine kadar da varlıklarını sürdürdükleri sanılmaktadır. Burada önemle belirtilmesi gereken gerçek ise, Australopithecusların tümünün, günümüz türdeşlerine benzeyen soyu tükenmiş maymunlar olmalarıdır. Hepsinin beyin hacimleri, günümüz şempanzelerininkiyle aynı veya onlarınkinden daha küçüktür. Dört ayakları üzerinde yürürler. Ellerinde ve ayaklarında günümüz maymunlarındaki gibi ağaçlara tırmanmaya yarayan çıkıntılar mevcuttur ve ayakları dallara tutunmak için kavrayıcı özelliklere sahiptir. Boyları kısadır (en fazla 130 cm) ve aynı günümüz maymunlarındaki gibi erkek Australopithecus, dişisinden çok daha iridir. Kafataslarındaki yüzlerce ayrıntı, birbirine yakın gözler, sivri azı dişleri, çene yapısı, uzun kollar, kısa bacaklar gibi birçok özellik, bu canlıların günümüz maymunlarından farklı olmadıklarını gösteren delillerdir.
Australopithecus = Şempanze Benzerliği | |
1. Şempanze | 2. Australopithecus |
Australopithecus ve şempanze kafatasları arasınadaki benzerlik, Australopithecus'un insanın atası değil, gerçek bir maymun türü olduğunun açık bir göstergesidir. |
Australopithecuslar açıkça birer maymun türü olmalarına rağmen Darwinistler tarafından iki ayak üzerinde yürümeyi başaran canlılar olarak tanımlanmaktadırlar. Bu bir aldatmacadır, çünkü Australopithecuslar ile ilgili olarak elde bulunan fosillerden bu hayali senaryoyu doğrulayan tek bir örnek bile bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu canlılar üzerinde evrim senaryosu, bilimsel hiçbir delile dayanmamaktadır.
Darwinistlere göre Australopithecus cinsinin çeşitli türleri bulunsa da, sadece Australopithecus afarensis (1974 yılında bulunduğunda dünyaya sözde insanın evriminin ispatı olarak sunulan "Lucy"nin temsil ettiği tür) insanın doğrudan atası kabul edilir. Fakat söz konusu canlının insanın atası sayılamayacağı Darwinistler tarafından da kabul edilmiş durumdadır. Ünlü Fransız Darwinist bilim dergisi Science et Vie, Mayıs 1999 sayısında bu konuyu kapak yapmıştır. Australopithecus afarensis türünün en önemli fosil örneği sayılan Lucy'i konu alan dergi, "Adieu Lucy" (Elveda Lucy) başlığını kullanarak Australopithecus türü maymunların insan soyunun atası olmadığını ve bu canlıların soy ağacından çıkarılması gerektiğini yazmıştır.67
Darwinist Science et Vie, "Adieu Lucy" (Elveda Lucy) başlığını kullanarak Australopithecus türü maymunların insan soyunun atası olmadığını itiraf etmiştir. |
Dünyaca tanınmış evrimci paleoantropolog Richard Leakey de, Lucy'nin evrim delili olarak hiçbir geçerliliğinin olmadığını şu sözlerle belirtmektedir:
Lucy'nin (Australopithecus afarensis) bir pigme şempanze karışımından başka bir şey olmadığı çok ezici ve karşı konulmayacak şekilde muhtemeldir. Maymundan insana geçişe dair varsayılan deliller ikna edici olmaktan aşırı derecede uzaktır.68
Bütün bunların yanı sıra, Australopithecuslar üzerinde yapılan çalışmalar sonucunda evrimci Lord Zuckerman da, Australopithecusların sadece sıradan bir maymun türü oldukları ve kesinlikle dik yürümedikleri sonucuna varmıştır.69
Bu konudaki araştırmalarıyla ünlü diğer evrimci anatomist Charles E. Oxnard da Australopithecusların iskelet yapılarının günümüz orangutanlarınınkine benzediği açıklamasını yapmıştır.70
1994 yılında İngiltere'deki Liverpool Üniversitesi'nden Fred Spoor ve ekibi, Australopithecus'un iskeleti ile ilgili kesin bir sonuca varmak için kapsamlı bir araştırma yürütmüştür. İskeletlerde, vücudun yere göre konumunu belirleyen "salyangoz" isimli bir organ üzerinde incelemeler gerçekleştirilmiştir. Spoor'un vardığı sonuç, Australopithecus’un insanlarınkine benzer bir yürüyüş şekline sahip olmadığıdır.71
2000 yılında B.G Richmond ve D.S Strait isimli bilim adamlarının gerçekleştirdiği ve Nature dergisinde yayınlanan bir araştırmada ise Australopithecusların ön kol kemikleri incelenmiştir. Karşılaştırmalı anatomik incelemeler, bu türün günümüzde yaşayan ve 4 ayak üzerinde yürüyen maymunlarla aynı ön kol anatomisine sahip olduğunu göstermiştir.72
Bütün bu deliller Australopithecusların birer maymun türünden başka bir şey olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Nitekim "Lucy" fosilinin kaşifleri evrimci paleoantropolog Donald Johanson ve T. D. White, Science dergisine yaptıkları açıklamada bu konuyla ilgili olarak şunları söylemişlerdir:
Australopithecus fosilleri oldukça detaylı bir şekilde incelendi: yürüyüş biçimleri, kulaklarının yapısı, diş gelişimi örnekleri, uzun ve güçlü ön kollar, kısa arka bacaklar, ayaklarının biçimi, küçük beyinleri, maymuna oldukça benzeyen kafatasları, çeneleri ve yüzleri. Bunların tümü Australopithecus'ların maymun olduğunu ve insan ile hiçbir ilişkilerinin bulunmadığını göstermektedir. Lucy'i keşfeden Donald Johanson'un kendisi bile, bir süre sonra, Australopithecus Africanus (Lucy)'nin insanlarla hiçbir bağlantısı olmadığı sonucuna varmıştır.73
Özetle bilimsel olarak yapılan çalışmalar Australopithecusların insanın hayali atası olduğuna dair iddiaların tümünü yalanlamıştır. Australopithecuslar birer maymun türüdür ve insanın atası yakıştırması yalnızca Darwinistlerin hayali ve sahte teorileri için kullanmaya çalıştıkları bir senaryodur.
|
Neandertaller, yıllarca sahte çizimlerde sözde ilkel maymun adamlar olarak gösterildiler. Oysa bilim, Neandertallerin günümüzdekinden farksız, soyu tükenmiş bir insan ırkı olduğunu göstermiştir. |
Darwinistler Australopithecuslar için kullandıkları aynı yöntemi, bir insan soyu olan Neandertaller için de kullanmışlardır.
Neandertal Adamı 1856 yılında Almanya'nın Düsseldorf kenti yakınlarındaki Neander vadisinde bulunan fosillerle bilim literatürüne girdi. Kafatası ve bedenindeki kemiklerde bulunan kıvrımlar, fosillerin evrimciler tarafından sözde ilkel bir insan türü olarak değerlendirilmesine yol açtı.
1908 yılında bu kez Fransa'nın La Chapelle-aux-Saints bölgesinde Neandertal adamına ait olduğu belirtilen, neredeyse eksiksiz bir iskelet bulundu. Kemikler dönemin ünlü paleontolog ve jeoloğu Marcellin Boule tarafından birleştirildi.
Bu birleştirme sonucunda ortaya çıkan Neandertal adamı eğik bir duruşa, öne çıkık bir kafaya sahipti. Ayrıca bacakları da eklem yerlerinde kilitli kalıyor, tam düz bir duruş sağlayamıyordu.
Bu görünüm sayesinde, Neandertal adamı insanların zihinlerinde ilkel bir canlı olarak yerleşti. Neandertaller, sahte çizimlerde de ilkel maymun adamlar olarak gösterildiler.
Neandertal hakkındaki bu yanlış kanı 100 yıl kadar sürdü. Fakat 1950'li yıllarda La Chapelle iskeleti üzerinde yapılan analizler, iskeletin sahibi olan Neandertal adamında bir tür eklem enfeksiyonu bulunduğunu saptadı. Gerçekte sağlıklı bireyler normal bir insan gibi dik yürüyebiliyordu.
1985 yılında, aynı iskelet, bu kez Erik Trinkhaus isimli antropolog tarafından incelendi. Bu inceleme Neandertallerin dik yürüyebildiğini doğrulamanın yanı sıra, o zamana dek gizli kalmış bir gerçeği de ortaya çıkarıyordu: Marcellin Boule, Neandertal'i kasıtlı olarak eğik göstermişti.74 1950'li yıllarda saptanan eklem rahatsızlığı bu canlının dik yürümesine engel değildi. Anlaşılan, bir Darwinist olan Boule, Neandertalin gerçek bir insan gibi dik yürüdüğünü kabullenmek istememişti.
E. Trinkaus ve W. W. Howells Scientific American dergisine yaptıkları açıklamada bu konuda şu yorumu yapmışlardı:
Bugün pek çok bilim adamı Neandertal insanının tamamen dik olarak ayakta durduğu ve bir hastalık olmadığı durumlarda, özelliklerinin günümüz insanından hiçbir farkı olmadığı hakkında fikir birliği içindedirler.75
Öte yandan Neandertallerin kafatası hacminin büyüklüğü de evrimcileri bu konuda çelişkili bir duruma soktu. Bunun nedeni ise, Neandertallerin kafatası hacminin 1700 cc civarında olmasıydı. Bu rakam günümüz insanınkinden 200 cc daha büyüktür. Homo Sapiens'ten büyük kafatasına sahip olan Neandertallerin evrimsel yönden sözde "ilkel" bir tür olması, teori adına büyük bir tezattır.
Neandertal uzmanı Erik Trinkhaus bu tür ile ilgili gerçeği şu sözlerle itiraf etmiştir:
Neandertallerin anatomisinde ya da hareket, alet kullanımı, zeka seviyesi ve konuşma kabiliyeti gibi özelliklerinde modern insandan aşağı sayılabilecek hiçbir şey yoktur.76
Neandertaller: İri Yapılı İnsanlar | |
1. Homo Sapiens Neanderthalensis, Amud 1 Kafatası | 2. Neandertal Kalıntısı |
Üstte, İsrail'de bulunan Homo sapiens neanderthalensis, Amud 1 kafatası yer alıyor. Bu fosilin sahibinin 1.80 m. boyunda olduğu tahmin edilmektedir. Beyin hacmi ise bugüne kadar rastlanılanların en büyüğüdür: 1740 cc. Bu nedenlerle bu fosil, Neandertallerin ilkel bir tür olduğu yönüandeki iddiaları çok kesin bir biçimde yıkan bir delil niteliğindedir. Yanda görülen Kebara 2 (Moşe) fosili bugüne kadar bulunmuş en iyi durumdaki Neandertal kalıntısıdır. 1.70 boyundaki bu fosilin iskelet yapısı günümüz insanından ayırt edilememektedir. Fosille beraber bulunan alet kalıntılarından, bu kişinin ait olduğu topluluğun, aynı dönemde, aynı bölgede yaşayan Homo sapiens topluluklarıyla aynı kültürü paylaştığı anlaşılmaktadır. | |
1. Dikiş Iğnesi | 2. Flüt |
Darwinistler, yıllarca Neandertalleri insanın maymunsu ataları olarak tanıtmışlardır. Oysa o döneme ait bu aletler, Neandertllerin günümüzdeki insanlardan farksız estetik ve sanat anlayışı olduğunu göstermektedir. Neandertaller, soyu tükenmiş bir insan ırkından başkası değildir. Evrime kanıt olarak gösterilmeye çalışmalarının tek nedeni soylarının tükenmiş olmasıdır. |
Kuşkusuz Neandertaller, bir insan ırkı oldukları için, günümüz ırkları ile aynı özelliklere sahiptiler. Neandertal insanı yetenekli bir alet yapıcısı ve başarılı bir avcıydı. Hatta müzik ve sanatla uğraşıyordu. Tıpkı günümüzdeki toplumlar gibi kültürel ve sosyal bir yapıya sahipti, dini inanışları vardı.77 Dolayısıyla Neandertallerin oluşturduğu medeniyet, günümüz medeniyetlerinden çok da farklı değildi.
Neandertallerle ilgili Darwinistleri çıkmazda bırakan bir başka konu ise zamanlama problemidir. Bulunan fosiller, Neandertallerle günümüz insanının aynı zamanda yaşadığını, hatta çeşitli durumlarda daha sonra bile yaşadığını göstermektedir. California Üniversitesi'nden evrimci biyolog Francisco J. Ayala, bu durumu şu şekilde itiraf etmektedir:
Neandertallerin anatomik olarak modern insanların atası olduğu düşünülüyordu, ama şimdi modern insanların en azından 100.000 yıl önce ortaya çıktığını biliyoruz, Neandertal fosillerinin ortadan kaybolmasından çok daha önceleri. Orta Doğu'daki mağaralarda anatomik olarak modern olan insanların fosillerinin hem Neandertalleri takip etmesi hem de onlardan önce gelmesi şaşırtıcıdır. Bu mağaralardaki bazı modern insanlar 120.000-100.000 yıl öncesine aittirler, Neandertaller ise 60.000-70.000 yıllıktırlar; modern insanlardan 40.000 yıl sonra gelirler. İki formun başka bölgelerden göç ederek tekrar tekrar birbirlerinin yerine mi geçtikleri yoksa bir arada mı oldukları veya melezlenmenin mi olduğu belirgin değildir.78
Dolayısıyla insanın sözde maymunsu atası olarak gösterilmeye çalışılan Neandertaller, soyu tükenmiş bir insan ırkıdır. Günümüzde insanların kendi ırklarına özgü farklı özellikler göstermesi gibi, bu tür de yalnızca farklı ırk özelliklerine sahiptir. Bu özelliklerin evrime bir delil olarak kullanılması büyük bir sahtekarlıktır. Nitekim Neandertal adamı fosili 1978 yılında literatürden çıkarılmıştır. Ancak Neandertaller halen, evrimin en büyük kanıtıymış gibi Darwinist kaynaklarda yer almaya devam etmektedir.
Günümüzde Neandertal adamı ile ilgili spekülasyonların hala bazı evrimci yayınlarda sürdürülmesindeki amaç, Neandertallerle ilgili gerçekleri bilmeyen, bu sahte ara formun bilimsel anlamda iptal edilmiş olduğunun farkında olmayan kişileri etkileyebilmek, onları aldatabilmektir. İşte bu nedenle Australopithecuslar ve Neandertallerle ilgili gerçeklerin her fırsatta gündeme getirilmesi ve Darwinist aldatmacaya son verilmesi büyük önem taşımaktadır.
Ünlü bir doktor ve aynı zamanda da amatör bir paleontolog olan Charles Dawson, 1912 yılında, İngiltere'de Piltdown yakınlarındaki bir çukurda, bir çene kemiği ve bir kafatası parçası bulduğu iddiasıyla ortaya çıktı. Çene kemiği maymun çenesine benzemesine rağmen, dişler ve kafatası insanınkilere benziyordu. Ele geçirilen fosillere "Piltdown Adamı" adı verildi, 500 bin yıllık bir tarih biçildi ve fosil insanın hayali evrimine en önemli delil olarak İngiltere'deki British Museum'da sergilenmeye başladı. 40 yılı aşkın bir süre boyunca hakkında birçok bilimsel makaleler yazıldı, yorumlar ve çizimler yapıldı. Dünyanın farklı üniversitelerinden 500'ü aşkın akademisyen, Piltdown Adamı üzerine doktora tezi hazırladı.79
1. Sahte Piltdown Adamı Kafatası |
Piltdown Adamı fosili, yeni ölmüş bir orangutan çenesine insan kafatası monte edilmesiye üretilmiş bir sahte fosildir. Bu sahte fosil, British Museum'da yaklaşık 40 yıl boyunca insanın hayali evrimine kanıt olarak sergilenmiştir. Sahtekarlığın ortaya çıkmasının ardından ise, 1949 yılında fosil, alelacele müzeden kaldırılmış, literatürden çıkarılmıştır. Ancak kuşkusuz bu fosil, Darwinistler açısından bir utanç vesilesi olarak tarih kitaplarındaki yerini almıştır. |
Ünlü Amerikalı paleoantropolog H. F. Osborn da 1935'te British Museum'u ziyaretinde, "Doğa sürprizlerle dolu; bu, insanlığın tarih öncesi devirleri hakkında önemli bir buluş" diyordu.80
Oysa Piltdown Adamı, büyük bir sahtekarlık, bilinçli şekilde yapılmış büyük bir hileydi.
1949'da ise British Museum'un paleontoloji bölümünden Kenneth Oakley yeni bir yaş belirleme yöntemi olan "flor testi" metodunu, bazı eski fosiller üzerinde denemek istedi. Bu yöntemle, Piltdown Adamı fosili üzerinde de bir deneme yapıldı. Yapılan testte Piltdown Adamı'nın çene kemiğinin hiç flor içermediği anlaşıldı. Bu, çene kemiğinin toprağın altında birkaç yıldan fazla kalmadığını gösteriyordu. Az miktarda flor içeren kafatası ise sadece birkaç bin yıllık olmalıydı.
Flor metoduna dayanılarak yapılan sonraki kronolojik araştırmalar, kafatasının ancak birkaç bin yıllık olduğunu ortaya çıkardı. Çene kemiğindeki dişlerin ise suni olarak aşındırıldığı, fosillerin yanında bulunan ilkel araçların da çelik aletlerle yontulmuş adi birer taklit olduğu anlaşıldı.81
Weiner'in yaptığı detaylı analizlerle bu sahtekarlık 1953 yılında kesin olarak ilan edildi. Kafatası 500 yıl yaşında bir insana, çene kemiği de yeni ölmüş bir orangutana aitti! Dişler, insana ait olduğu izlenimini vermek için sonradan özel olarak eklenmiş ve sıralanmış, eklem yerleri de törpülenmişti. Daha sonra da bütün parçalar, eski görünmeleri için potasyum-dikromat ile lekelendirilmişti. Bu lekeler, kemikler aside batırıldığında kayboluyordu. Sahtekarlığı ortaya çıkaran ekipten Le Gros Clark, "Dişler üzerinde yıpranma izlenimini vermek için yapay olarak oynanmış olduğu o kadar açık ki, nasıl olur da bu izler dikkatten kaçmış olabilir?" diyerek şaşkınlığını gizleyemiyordu.82
Bu şaşırtıcı gerçeği bilim yazarı Hank Hanegraaff şu şekilde dile getirmişti:
Marvin Lubenov'un açıklamalarına göre: "Alt çenedeki orangutan dişlerinin üzerindeki törpü izleri açıkça görünür şekildeydi. Azı dişleri yanlış şekilde dizilmişti ve iki farklı açıdan törpülenmişti. Köpek dişi de iki farklı açıdan törpülenmişti. Köpek dişi öyle derin şekilde törpülenmişti ki pulpanın kavitesi açığa çıkmış sonra içi doldurulmuştu."83
Evrimci biyolog Keith Steward Thomson, Piltdown Adamı ile ilgili bu büyük yalanı, "1912 yılındaki Piltdown Adamı sahtekarlığı, tüm bilimsel sahtekarlıkların en başarılı ve en haincelerinden biridir."84 şeklinde yorumluyordu.
Bu şaşırtıcı ve Darwinistler adına utanç verici keşfin ardından Piltdown Adamı, 40 yılı aşkın bir süredir sergilenmekte olduğu British Museum'dan alelacele çıkarıldı. Darwinist sahtekarlık o kadar ileri boyutlardaydı ki, 40 yıl boyunca el yapımı bir fosil bütün bilim çevrelerini ve bütün insanlığı aldatmıştı. Kuşkusuz bu, evrim tarihindeki en büyük kara lekelerden biri olarak yerini alacaktı. Evrimci antropoloji profesörü Pat Shipman bu büyük aldatmacanın etkisini şu şekilde tarif ediyordu:
Keşfi 1912 yılında açıklanan Piltdown fosilleri, bu kalıntıların hileyle yerleştirilmiş, değiştirilmiş bir sahtekarlık olduğunun anlaşılmasına yani 1953 yılına kadar, paleoantropolojinin en büyük beyinlerinin pek çoğunu aldattı.85
Gazeteci, yazar ve filozof Malcolm Muggeridge ise Piltdown Adamı fosili gibi sahtekarlıklarla ayakta tutulmaya çalışılan Darwinizm'in tüm insanlığı düşürdüğü durumu şu sözlerle tarif ediyordu:
Evrim teorisinin, özellikle de onun uygulandığı alanların, gelecekte tarih kitaplarındaki en büyük espri konularından biri olarak yerini alacağına ikna oldum. Gelecek nesiller, oldukça zayıf ve şüpheli hipotezin inanılmaz bir saflıkla kabul edilebilmesini şaşkınlıkla karşılayacaklardır...86
Piltdown sahtekarlığı, kendilerince yaratılış inancını zihinlerden silebilmek, insanın tesadüfen, kendi başına, sorumsuzca meydana geldiği yalanına insanları inandırabilmek için gerçekleştirilmiş, deccali sistem olan masonluğun bir oyunudur. Fakat Allah'ın muhteşem yaratışı ve eşsiz eserleri öylesine açık ve belirgindir ki, günümüz bilimi ile gelinen noktada bunların görülmemesi mümkün değildir. Deccal'in dünya çapındaki bu beyhude çabaları, onu ve takipçilerini küçük düşürmekte, Darwinizm yalanının büyük bir başarısızlık olduğunu açıkça göstermektedir. Yüce Rabbimiz olan Allah, insanı nasıl yarattığını ayetleriyle haber vermiştir ve evrendeki tüm deliller bu üstün yaratılışı açıkça göstermektedir:
Ki O, yarattığı herşeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden (sülale'den), basbayağı bir sudan yapmıştır. Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona Ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz? (Secde Suresi, 7-9)
1922'de, Amerikan Doğa Tarihi Müzesi müdürü Henry Fairfield Osborn, Batı Nebraska'daki Yılan Deresi yakınlarında, Pliosen dönemine ait bir azı dişi fosili bulduğunu açıkladı. Bu diş, iddiaya göre, insan ve maymunların ortak özelliklerini taşımaktaydı. Çok geçmeden konuyla ilgili çok derin bilimsel tartışmalar başladı. Bazıları bu dişin sahibini Pithecanthropus erectus olarak yorumluyorlar, bazıları ise bunun insana daha yakın olduğunu söylüyorlardı. Büyük tartışmalar yaratan bu diş fosiline "Nebraska Adamı" adı verildi. "Bilimsel" ismi de hemen peşinden geldi: Hesperopithecus haroldcooki.
Bu tek dişe dayanılarak Nebraska Adamı'nın kafatası ve vücudunun rekonstrüksiyonları yapıldı. Hatta daha da ileri gidilerek Nebraska adamının ailesinin doğal ortamda resimleri yayınlandı. Bütün bu senaryolar tek bir dişten üretilmişti. Evrimci çevreler bu "hayalet adamı" o derece benimsediler ki, William Bryan isimli bir araştırmacı, tek bir azı dişine dayanılarak bu kadar peşin hükümle karar verilmesine karşı çıkınca, bütün şimşekleri üzerine çekti.
Ancak 1927'de iskeletin öbür parçaları da bulundu. Bulunan yeni parçalara göre bu diş ne maymuna ne de insana aitti. Dişin, Prosthennops adı verilen Amerikan yaban domuzunun soyu tükenmiş bir cinsine ait olduğu anlaşıldı. William Gregory, bu yanılgıyı duyurduğu Science dergisindeki makalesine şöyle bir başlık atmıştı: "Görüldüğü kadarıyla Hesperopithecus ne maymun ne de insan."87
|
Endüstri kirliliğinin sonucunda ağaçların gövdelerini saran bir tür yosun olan likenler ölür ve ağaç gövdeleri kararır. Açık renkli kelebekler koyu ağaç gövdelerinde daha belirgin olduklarından kuşlara daha fazla av olurlar. Dolayısıyla açık renkli kelebekler sayıca azalırken, koyu renkli kelebekler yem olmadıkları için sayıca fazlalaşırlar. Bir kelebek türünün sayıca çok olması, kuşkusuz ki bir evrimleşme değildir. Fakat Darwinistler, bunu bir aldatma yöntemi olarak kullanır ve sözde evrime delil göstermeye çalışırlar. |
Bilim yazarı Hank Hanegraaff konuyla ilgili gelişmeleri şu şekilde anlatmaktadır:
1922 yılında Nebraska'da bir diş keşfedildi. Biraz hayal gücü ile bu diş mitolojik bir çene kemiğine, çene kemiği bir kafatasına, kaftası bir iskelete yerleştirildi. Ve iskelete bir yüz, özellikler ve tüyler eklendi. Bu hikaye Londra gazetelerini vurduğunda yalnızca "Nebraska Adamı"nın resmi değil, aynı zamanda "Nebraska Kadını"nın da resmi vardı. Bunların tümü yalnızca tek bir dişten ortaya çıkmıştı. Bir de iskelet bulunmuş olsaydı neler olacağını siz düşünün. Belki de bir yıllık yayınlanırdı.
Bu keşiften bir süre sonra buna benzer bir diş jeolog Harold Cook tarafından bulundu. Bu defa diş gerçek kafatasına yerleştirildi ve kafatası da bir yaban domuzunun iskeletine yerleştirildi. Böylece, "bilimsel" olarak Hesperopithecus haroldcookii olarak isimlendirilen Nebraska adamının bir mit olarak maskesi düştü.88
Bu olay sonucunda Hesperopithecus haroldcooki ve "ailesi"nin tüm çizimleri alelacele literatürden çıkarıldı. Nebraska Adamı, aslında Darwinistlerin tek bir dişi bahane ederek nasıl hayali bir evrim senaryosu meydana getirebileceklerinin önemli bir göstergesidir. Diş fosili, canlının genel anatomisine dair neredeyse hiçbir bilgi vermemesine rağmen, bir yaban domuzu dişinden yola çıkılarak Nebraska Adamının ve ailesinin resimlerinin çizilmesi ve bu sahtekarlığın deşifre edilene kadar bilim olarak lanse edilmeye çalışılması, büyük bir mantık hezimeti, Darwinizm adına büyük bir utançtır. Fakat bu örnek, Darwinist sahtekarlıkların önünü kesmemiş, Darwinist aldatmacalara bilinçli şekilde devam edilmiştir.
19. yüzyıl ortalarında İngiltere'de sanayi devriminin başladığı sıralarda, endüstri ağırlıklı bölgelerdeki ağaçların kabukları açık renklidir. Bu nedenle bu ağaçların üzerine konan Biston betularia türündeki kelebeklerin koyu renkli varyantları (melanik kelebekler), burada beslenen kuşlar tarafından kolay fark edilir ve av olurlar. Fakat elli yıl sonra endüstri kirliliğinin sonucunda ağaçların gövdelerini saran bir tür yosun olan likenler ölür ve ağaç gövdeleri kararır. Bu kez açık renkli kelebekler ağaç gövdelerinde daha belirgin olduklarından kuşlar tarafından sık olarak avlanmaya başlarlar. Sonuçta açık renkli kelebekler sayıca azalırken, koyu renkli melanik kelebekler yem olmadıkları için çoğalırlar.
Evrimciler bu durumu, doğal seleksiyon ile evrim iddialarına önemli bir delil olarak büyük bir hararetle sahiplendiler. Ardından da her zamanki sahtekarlık yöntemini kullanarak, açık renkli kelebeklerin zamanla evrim geçirerek koyu renkli kelebeklere dönüştüğü gibi bir göz boyamaya giriştiler. Bu iddia, sözde "iş başındaki evrim" (evolution in action) tanımıyla bütün dünyaya tanıtıldı. Oysa gerçekler çok daha farklıydı, bu kelebekler hiçbir şekilde evrimsel bir değişime uğramadıkları gibi, ortada bir büyük Darwinist sahtekarlık vardı.
Darwinist bir tıp doktoru ve amatör bir biyolog olan H.B.D. Kettlewell, 1953 yılında bir dizi deney yaparak bu olayı gözlemlemeye karar verdi. İngiltere'nin kırlarında bu kelebeklerin yaşam alanlarında gözlemler ve deneyler yaptı. Kettlewell, deneyleri sonucunda, açık renkli likenlerin bulunduğu ağaçların üzerinde koyu renkli kelebeklerin daha çok avlandığını tespit etti. Ve bunu, Darwinizm adına adeta büyük bir buluşmuş gibi Scientific American dergisinde, "Darwin's Missing Evidence" (Darwin'in Kayıp Kanıtı) başlığı altında duyurdu. 1960 yılına gelindiğinde Kettlewell'in hikayesi bütün ders kitaplarında yerini almıştı.
İddianın ortaya atılmasından neredeyse bir yıl sonra, 1985 yılında ise bu konuyla ilgili gariplikler fark edilmeye başlandı. Craig Holdrege isimli genç bir Amerikalı biyoloji öğretmeni, yaptığı araştırma sonucunda Kettlewell'in yakın arkadaşı olan ve onun deneylerine katılan Sir Cyril Clarke'ın notlarında ilginç bir ifadeye rastladı. Şöyle diyordu Clarke:
Gözlemlediğimiz tek şey, kelebeklerin günü nerede geçirmedikleri oldu. 25 yıl içinde, ağaç gövdelerinde veya bizim kurduğumuz tuzakların yanındaki duvarlarda sadece iki tane Betularia bulabildik.89
Holdrege uzun zamandır öğrencilerine ağaç gövdelerine konmuş kelebeklerin fotoğraflarını gösteriyor ve kuşların daha görünür olanları seçip avladığını anlatıyordu. Ama şimdi bu kelebeği 25 yıl boyunca araştırmış birisi, bunları ağaç gövdelerine konmuş halde sadece iki kere gördüğünü söylüyordu. Çok geçmeden bu hikaye hararetli bir bilimsel tartışmaya dönüştü. Sonuçta yapılan bilimsel araştırmalar şu sonucu ortaya çıkarmıştı:
Kettlewell'in deneylerinden daha sonra yapılan birçok araştırma, söz konusu kelebeklerin sadece bir tipinin ağaç gövdesine konduğunu, diğer tüm tiplerin, yatay dalların alt kısımlarını tercih ettiğini ortaya koydu. 1980'li yıllardan itibaren, kelebeklerin ağaç gövdelerine çok çok nadir olarak konduğu herkesçe kabul gördü. Bu konuda 25 yıllık bir çalışma yapan Cyril Clarke ve Rory Howlett, Michael Majerus, Tony Liebert, Paul Brakefield gibi birçok bilim adamı, "Kettlewell'in deneyinde kelebeklerin doğal davranışları dışında davranmaya zorlandıklarını, deney sonuçlarının bu yüzden bilimsel kabul edilemeyeceğini" bildirdiler.
Kettlewell'in deneyini inceleyen araştırmacılar daha da çarpıcı bir sonuçla karşılaştılar: İngiltere'nin kirliliğe uğramamış bölgelerinde açık renkli kelebeklerin daha fazla olması beklenirken, koyuların oranı açık renklilerden dört kat fazlaydı. Yani Kettlewell'in iddia ettiği ve hemen her evrimci kaynakta tekrarlandığı gibi, kelebek nüfusundaki oranla, ağaç kabukları arasında bir ilişki yoktu.
Amerikalı lepidopterist (kelebekler üzerinde bilimsel araştırma yapan kişi) Ted Sargent ve diğer araştırmacılar söz konusu güvelerin ağaç kabukları üzerine konmadıkları, ağaçların yüksek dallarının altına gizlendikleri gerçeğine dikkatleri çekti. Yalnızca bu değil, aynı zamanda söz konusu güveler gündüzleri uyuyor, geceleri uçuyorlardı. Yani kuşlar uyurken!90 İşin aslı araştırıldıkça, skandalın boyutları daha da büyüdü: Kettlewell tarafından fotoğrafları çekilen "ağaç kabuğu üzerindeki güve kelebekleri", aslında ölü kelebeklerdi. Gerçekte kelebekler ağaç gövdesine değil dalların alt kısmına kondukları için, böyle bir resim elde etme imkanı pek yoktu. Dolayısıyla Kettlewell bu ölü canlıları iğne ve tutkal ile ağaca tutturmuş ve öyle görüntülemişti.91
Darwinistlerin yaklaşık bir yüzyıl boyunca gururla bilimsel bir kanıt gibi gösterdikleri kelebeklerin birer sahtekarlıktan ibaret olduğunun öğrenilmesi sonucunda New York Times şu yorumu yapıyordu:
İş başındaki evrimin en ünlü örneği, şimdi artık en büyük rezalet haline gelmiş olmalı.92
Chicago Üniversitesi evrim biyoloğu Jerry Coyne bu büyük sahtekarlığı 1998 yılında öğrendiğinde, yıllardır öğrencilerine öğrettiği sanayi kelebekleri hikayesinin bir aldatmaca olmasından dolayı "utanç" duyduğunu yazmış ve şunları söylemişti: "Bu tıpkı 6 yaşımdayken, Noel arifesinde hediyeleri Noel babanın değil de babamın getirdiğini keşfettiğim zamanki hayal kırıklığım gibiydi".93
Endüstri kirliliğinin sonucunda ağaçların gövdelerini saran bir tür yosun olan likenler ölür ve ağaç gövdeleri kararır. Açık renkli kelebekler koyu ağaç gövdelerinde daha belirgin olduklarından kuşlara daha fazla av olurlar. Dolayısıyla açık renkli kelebekler sayıca azalırken, koyu renkli kelebekler yem olmadıkları için sayıca fazlalaşırlar. Bir kelebek türünün sayıca çok olması, kuşkusuz ki bir evrimleşme değildir. Fakat Darwinistler, bunu bir aldatma yöntemi olarak kullanır ve sözde evrime delil göstermeye çalışırlar. |
Tüm bu gerçeklerin ortaya çıkmasıyla birlikte, "Darwin'in kayıp kanıtı" olarak gösterilen sanayi devrimi kelebekleri hikayesinin dev bir aldatmacadan ibaret olduğu anlaşılmıştır. On yıllardır dünyanın dört bir yanında yüz milyonlarca insan, ağaç kabuklarına iğnelenmiş birkaç ölü kelebeğin fotoğrafı ve sürekli tekrarlanan köhne bir hikaye ile yanlış bilgilendirilmiştir. Asıl olan gerçek şudur: Darwin'in ihtiyaç duyduğu kanıtlar yoktur ve bunların günün birinde bulunması da imkansızdır. Çünkü canlılar evrimleşmemişlerdir.
İlginç olan sanayi devrimi kelebeklerinin halen bazı ders kitaplarında bir evrim kanıtı gibi sunulmaya devam ediliyor oluşudur. Darwinistler bu yolla, bunun bir sahtekarlık olduğunu bilmeyen genç beyinleri aldatmayı amaçlamaktadır. Oysa açıkça ortaya çıkmasına rağmen bir sahtekarlığı, hala kanıt olarak göstermeye çalışmak, Darwinizm'in çaresizliğinin, delilsizliğinin ve ideolojik bir sahtekarlıktan ibaret olduğunun kanıtıdır. Yaratılış gerçeği apaçıktır. Bu açık gerçekten kaçan Darwinistler, yalanın ve hilekarlığın bir çözüm olacağını zannetmektedirler. Oysa Allah, hileyi, batıl ve sahte dini, mutlaka ortadan kaldıracaktır.
De ki: "Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur." (İsra Suresi, 81)
Ernst Haeckel ve sahte embriyo çizimleri. |
Ernst Haeckel 1868'de yazdığı Natürliche Schöpfungsgeschichte (Doğal Yaratılış Tarihi) isimli kitabında insan, maymun ve köpek embriyolarını kullanarak bazı karşılaştırmalar yaptığını öne sürdü. Yaptığı çizimler, birbirleri ile neredeyse tamamen aynı canlı embriyolarından oluşuyordu. Haeckel, bu çizimden yola çıkarak söz konusu canlıların ortak bir kökenden geldiklerini savunmuştu.
Ama aslında durum farklıydı. Haeckel, tek bir embriyo çizimi yapmış, sonra da bunu kasıtlı olarak küçük farklılıklara uğratarak insan, maymun, köpek embriyosu diye yan yana getirmişti. Yani açıkça sahtekarlık yapmıştı.
İşte Darwin'in İnsanın Türeyişi kitabına kaynak olarak gösterdiği sözde "bilimsel çalışma"(!) buydu. Aslında Darwin bu kitabı yazmadan önce, Haeckel'in çizimlerinin bir çarpıtmadan ibaret olduğunu fark eden kişiler olmuştu. Hatta Haeckel'ın kendisi dahi sahtekarlığının ortaya çıkmasının ardından yaptığı bu büyük bilimsel aldatmacanın itirafını yapıyordu:
Bu yaptığım sahtekarlık itirafından sonra kendimi ayıplanmış ve kınanmış olarak görmem gerekir. Fakat benim avuntum şudur ki; suçlu durumda yanyana bulunduğumuz yüzlerce arkadaş, birçok güvenilir gözlemci ve ünlü biyolog vardır ki, onların çıkardıkları en iyi biyoloji kitaplarında, tezlerinde ve dergilerinde benim derecemde yapılmış sahtekarlıklar, kesin olmayan bilgiler, az çok tahrif edilmiş, şematize edilip yeniden düzenlenmiş şekiller bulunuyor.94
Ama Darwinistlere göre, Darwinizm dogmasının ayakta kalabilmesi için, eldeki tek tük sahte kanıtlardan birinin o veya bu şekilde insanlara "evrimin kanıtı" olarak duyurulması gerekiyordu. Kendilerince yapılan sahtekarlık veya onun diğer Darwinistler tarafından fark edilmiş olması önemli değildi; Darwinistlere göre önemli olan sahte de olsa insanlara bir evrim kanıtı sunmuş olmaktı.
İşte bu sebeple sahtekarlığın anlaşılmasına rağmen, Darwin ve onu destekleyen biyologlar Haeckel'in çizimlerini referans olarak kabul etmeye devam ettiler. Bu da Haeckel'e cesaret verdi. Haeckel, ilerleyen yıllarda bir dizi karşılaştırmalı embriyo çizimi daha yaptı. Balık, semender, kaplumbağa, tavuk, tavşan ve insan embriyolarını yan yana gösteren şemalar hazırladı. Bu şemalarda dikkati çeken yön, bu farklı canlıların embriyolarının ilk başta birbirlerine çok benzemeleri, gelişim süreci sırasında yavaş yavaş farklılaşmalarıydı. Özellikle insan embriyosunun balık embriyosuna olan benzerliği çok dikkat çekiciydi. Öyle ki, insan embriyosu çizimlerinde, aynı balıktaki gibi hayali "solungaç"lar bile görülüyordu. Haeckel bu çizimlerin verdiği sözde bilimsellik görüntüsü ile "rekapitülasyon teorisini" ilan etti: "Ontojeni, Filojeniyi Tekrar Eder" (Bireyoluş, Soyoluşun Tekrarıdır). Bu sloganın anlamı şuydu: Haeckel'e göre, her canlı, yumurtasında veya annesinin rahminde geçirdiği gelişim sırasında, kendi türünün sözde "evrimsel tarihini" baştan yaşıyordu. Bu sahte teoriye göre insan embriyosu anne karnında ilk başta balığa benziyor, ilerleyen haftalarda semender, sürüngen, memeli gibi aşamalardan geçtikten sonra, insana "evrimleşiyor"du.
Oysa bu büyük bir sahtekarlıktı.
1. Balık | 4. Tavuk |
A. Üstte, Haeckel'in sahte çizimleri | B. Altta, çizimlerin olması gereken gerçek halleri |
1990'larda, İngiliz embriyolog Michael Richardson omurgalı embriyolarını mikroskop altında inceledi ve bunların Haeckel'in çizimlerine hiçbir şekilde benzemediğini tespit etti. Richardson ve ekibi yaptıkları çalışmanın ardından Ağustos 1997'de Anatomy and Embryology dergisinde embriyoların gerçek fotoğraflarını yayınladı. Görünüşe göre Haeckel çizimlerde çeşitli kalıp desenler kullanmış ve embriyoların birbirlerine benzemesi için bunların üzerinde çeşitli tahrifatlar yapmıştı. Embriyolara hayali organlar eklemiş, bazılarından organları çıkarmış, büyüklükleri çok farklı olan embriyoları aynı boyda gibi göstermişti. Haeckel'in insan embriyosunda "solungaç" diye gösterdiği yarıkların ise solungaçlarla hiçbir ilgisi yoktu: Bunlar, gerçekte insanın orta kulak kanalının, paratiroidlerinin ve timüs bezlerinin başlangıçlarıydı. Embriyolar gerçekte birbirlerine hiç benzemiyorlardı. Haeckel yaptığı çizimlerde olabilecek her türlü tahrifatı yapmıştı.
Uzun zaman boyunca sahte bir evrim kanıtı olarak gündemde tutulmaya çalışılan Haeckel'in çizimleri 5 Eylül 1997 tarihli Science dergisinde "Haeckel'in Embriyoları: Sahtekarlık Yeniden Keşfedildi" başlığıyla yayınlandığında, ortada bir sahtekarlık olduğu artık bütün bilim dünyasında kabul görmüştü. Söz konusu yazıda şu bilgiler yer alıyordu:
Richardson ve ekibinin bildirdiğine göre, Haeckel sadece organlar eklemek ya da çıkarmakla kalmamış, aynı zamanda farklı türleri birbirlerine benzer gösterebilmek için büyüklükleri ile oynamış, bazen embriyoları gerçek boyutlarından on kat farklı göstermiş. Dahası Haeckel farklılıkları gizleyebilmek için, türleri isimlendirmekten kaçınmış ve tek bir türü sanki bütün bir hayvan grubunun temsilcisi gibi göstermiş. Richardson ve ekibinin belirttiğine göre, gerçekte birbirlerine çok benzer olan balık türlerinin embriyolarında bile, görünümleri ve gelişim süreçleri açısından çok büyük farklılıklar bulunuyor. Richardson "(Haeckel'in çizimleri) biyolojideki en büyük sahtekarlıklardan biri gibi gözüküyor" diyor.95
Mart 2000 yılında Harvard Üniversitesi'nden evrimci paleontolog Stephen Jay Gould ise, söz konusu sahtekarlığın çoktan farkında olduğunu söylüyordu. Ama deccaliyetin bir gereği olarak sessiz kalmayı tercih etmişti.96 Çizimlerin bir sahtekarlık olduğunun kamuoyu tarafından öğrenilmesinin ardından da Gould, bu çizimlerin halen kullanılmasının akademik anlamda cinayet olduğunu belirtiyor ve şunları söylüyordu:
Bence, modern ders kitaplarının çoğunluğunda olmasa da büyük bir bölümünde, bu çizimlerin hala yer almasına izin veren akılsız bir geri dönüşüm çağından dolayı hem şaşkınlık duymalı, hem de utanmalıyız.97
Haeckel'in sahtekarlığı o kadar açıktı ve o kadar büyüktü ki, Haeckel, beş ayrı profesör tarafından konu ile ilgili olarak sahtekarlık yapmakla suçlandı ve Jena'daki üniversite mahkemesi tarafından suçlu bulundu.98
İngiltere Doğa Tarihi müzesinden Sir Gavin de Beer ise bu büyük bilimsel utancı şu sözlerle dile getiriyordu:
Kolay, düzenli ve inandırıcı, eleştirel bir inceleme yapılmadan geniş kitleler tarafından kabul edilmiş olan Haeckel'in 'rekapitülasyon teorisi' gibi çok nadir iddia, bilime bu kadar büyük bir zarar vermiştir.99
Üstte, günümüzde bir biyoloji kitabı, Haeckel'in sahte çizimlerini kullanarak sahte evrim propagandası yapıyor. Bu durum, Darwinist aldatmacanın ne kadar geniş çapta ve pervasızca uygulandığının önemli bir kanıtıdır. |
Haeckel'in bu sahte çizimleri, aslında Darwinistler adına amacına ulaşmıştır. Bu çizimlerin bir bilim sahtekarlığı olduğu açıklanmasına rağmen, pek çok kesim bu sahte çizimleri gerçek zannederek olumsuz yönde etkilenmiş, bilimsel geçersizliğine rağmen okullarda süregelen eğitim insanın canlılara yönelik genel bakış açısını olumsuz yönde değiştirmiştir. Creation Research Society (Yaratılış Araştırma Kurumu) ve Institute of Creation Research (Yaratılış Araştırma Enstitüsü) vakıflarının kurucusu Henry M. Morris bu durumu şu şekilde değerlendirmiştir:
Darwin'den - ve özellikle de Freud'dan - itibaren, psikologlar insanın sadece evrimleşmiş bir hayvan olduğunu farz etmiş ve davranış problemlerini hayvani bir bazda değerlendirmişlerdir. İnsan problemleri ile ilgilenirken maymunlarla ve diğer hayvanlarla (hatta böceklerle) yapılan deneyler rehber olarak kullanılmıştır.
Çok önceleri bilimsel olarak geçersizliği ispatlanmış olmasına rağmen, rekapitülasyon teorisinin acı meyveleri toplumun birçok alanında gelişmeye başladı…100
Bilimsel anlamda bir utanç olarak nitelendirilen, bazı evrimciler tarafından bile bir delil olarak sunulması şaşkınlıkla karşılanan Haeckel'in sahte çizimleri, hayret verici bir şekilde halen çeşitli ders kitaplarında yerini korumaktadır. Bu şaşırtıcı durum, Darwinizm aldatmacasının hangi boyutlara ulaştığını gösterir niteliktedir. California Üniversitesi'nden moleküler biyolog Jonathan Wells bu durumu şu şekilde açıklamaktadır:
Pek çok ders kitabı Haeckel'in çizimlerinin çok az farklı yeni versiyonlarını kullanmaktadır. Bunun bir örneği, Peter Raven ve George Johnson'un Biology adlı kitabının 1999 baskısıdır...
Diğer bir örnek, Cecie Starr ve Ralph Taggart'ın 1998 baskılı, The Unity and Diversity of Life (Hayatın Birliği ve çeşitliliği) adlı kitabıdır. ... James Gould ve William Keeton'ın Biological Science (Biyoloji Bilimi) adlı kitabının son baskısı ise şu ifadeye yer vermektedir: "Darwin'i evrim fikrine götüren embriyolojik bir gerçek, çoğu omurgalının erken dönem embriyolarının birbirlerine yakından benzemesidir." Burton Guttman'ın 1999 baskılı Biology ders kitabı ise Haeckel'in embriyo çizimlerinin yeniden çizilmiş yeni versiyonunu şu başlıkla vermektedir: "Bir hayvanın embriyolojik gelişimi onun atalarının yapılarına ilişkin ipuçları taşır."101
Haeckel'in sahte çizimlerinin halen biyoloji ders kitaplarında, sanki evrime bir delilmiş gibi kullanılması kuşkusuz ki basit bir hata değildir. Sahte olmalarına rağmen bu çizimlere, ders kitaplarında kasıtlı olarak yer verilmektedir. Bunun kuşkusuz en önemli sebebi, söz konusu sahte çizimlerin Darwinizm'in temel noktasına, yani insanın sorumsuz bir hayvan olduğu yalanına önemli bir sahte kanıt oluşturmasıdır. Jonathan Wells, Darwinist bilim adamlarının kasıtlı olarak savunmayı sürdürdükleri bu yalan ile ilgili şu yorumu yapmıştır:
Haeckel'in embriyoları, Darwin teoremi için öylesine güçlü bir "kanıt" sunuyordu ki, o embriyoların bir versiyonu neredeyse evrimle ilgili her ders kitabında bulunabilir. Buna rağmen biyologlar, Haeckel'in çizimlerini uydurduğunu bir asırdan fazla bir süredir bilmektedirler; omurgalıların embriyoları onun gösterdiği gibi benzer görünmezler asla. Dahası, Haeckel'in "ilk" diye adlandırdığı evre, aslında gelişimin ortasıdır; onun abarttığı benzerliklerden daha önceki gelişim evrelerinde çarpıcı farklılıklar görülür. Şunu biyoloji ders kitaplarını okuyarak öğrenemezsiniz: Darwin'in "en güçlü birinci sınıf kanıtı", kanıtın bir teoreme uyması için nasıl çarpıtılabileceğinin klasik bir örneğidir.102
Deccal'in planladığı bir yalanın çarpık bir teoriye sahte delil olarak sunulması ve etkili olması Darwinistlere kendilerince kısa süreli bir sevinç getirse de, aslında bu Darwinistler adına bir hüsranın habercisidir. Haeckel'in çizimleriyle insanlar, kıdemli bir bilim adamının Darwinizm uğruna nasıl büyük sahtekarlıklar yapabileceğini görmüşlerdir. Bu örnekle Darwinizm'in sürekli olarak "yalana" ihtiyaç duyduğu bir kez daha kanıtlanmıştır. Evrimci bilim adamlarının sahtekarlığa nasıl göz yumabildikleri açıkça görülmüştür. Haeckel'in sahtekarlığı, yaratılış karşısında evrim teorisinin, deccaliyet sisteminin yok olmuş olduğunun başka bir önemli kanıtıdır. 20. yüzyılda, bu sahtekarlığın keşfi sessizlikle karşılanmış olabilir. Ama 21. yüzyıl bu ve bunun gibi sahtekarlıkların açıkça ortaya konduğu ve gerçek bilimsel delillerin sergilendiği yüzyıldır. Sahtekarlıklar açığa çıkarıldıkça ve gerçek bilimsel deliller geldikçe, Darwinizm'in çöküşü de kuşkusuz daha belirgin bir hale gelmektedir.
1879 yılında dönemin tanınmış evrimcileri arasından iki isim, hayali atın evrimi senaryosuna kanıt olarak gösterilmeye çalışan canlılarla ilgili çalışmaları daha da ileri götürerek Darwinistlerin uzun yıllar gündemde tutacakları at serisini oluşturdular. Amerikalı fosil araştırmacısı Othniel Charles Marsh ile Thomas Huxley (Darwin'in bulldog'u olarak da tanınır), bazı toynaklı fosilleri, arka ve ön ayaklarındaki tırnak sayılarına ve diş yapılarına göre dizerek bir şema oluşturdu. Daha önce Sir Richard Owen tarafından 1841 yılında Hyracotherium ismini verdiği küçük bir memeli fosili, sözde evrim çağrıştıracak şekilde yeniden isimlendirilmiş ve 'Şafak Atı' anlamına gelen Eohippus adını almıştı. İddialarını şemalarıyla birlikte, American Journal of Science isimli dergide yayınlayan ikili, bir yüzyıl boyunca müze ve ders kitaplarında Eohippus'tan günümüz atlarına doğru sıralanan -sözde evrimin kanıtı olarak gösterilecek- serinin temellerini atmışlardı. Bu hayali serinin aşamaları olarak gösterilen önemli kategoriler Eohippus, Orohippus, Miohippus, Hipparion ve nihayet günümüz atı Equus'tu.
Bu hayali seri, sonraki yüzyıl boyunca atın sözde evrimine en büyük kanıt olarak gösterildi. Tırnak sayısındaki düşüş, ebatta ise küçükten büyüğe doğru giden düzenli artış evrimcileri ikna etmeye yetmişti.
Kısa bir süre içinde at serisi kendi içinde çelişkiler sergilemeye başladı. Yapılan kazılarda rastlanan ve sahte at serisine dahil edilmeye çalışılan yeni fosiller sorun oldu. Çünkü fosillerin yeri, yaşı, tırnak sayısı gibi özellikler birbirleriyle çelişkili bir durum oluşturarak seriyi bozmaya başlıyordu. At serisi bu yeni bulgular karşısında tutarsız ve anlamsız bir fosil yığınına dönüştü.
|
Zamanla pek çok Darwinist atın evrimi senaryosunun gerçek kanıtlara dayanmadığını kabul etmek zorunda kaldı. Kasım 1980'de Chicago Doğa Tarihi Müzesi'nde 150 evrimcinin katıldığı, dört gün süren ve kademeli evrim teorisinin sorunlarının ele alındığı bir toplantı yapıldı. Toplantıda söz alan evrimci Boyce Rensberger, atın evrimi senaryosunun fosil kayıtlarında hiçbir dayanağı olmadığını ve atın kademeli evrimleşmesi gibi bir sürecin hiç yaşanmadığını şöyle anlatmıştı:
Yaklaşık 50 milyon yıl önce yaşamış dört tırnaklı, tilki büyüklüğündeki canlılardan bugünün daha büyük tek tırnaklı atına bir dizi kademeli değişim olduğunu öne süren ünlü atın evrimi örneğinin geçersiz olduğu uzun zamandır bilinmektedir. Kademeli değişim yerine, her türün fosilleri bütünüyle farklı olarak ortaya çıkmakta, değişmeden kalmakta, sonra da soyu tükenmektedir. Ara formlar bilinmemektedir.103
Atın hayali evrimi ve söz konusu sahte atın evrimi şemasındaki bir başka tutarsızlık da zamanlama problemidir. Doktor Nicholas Comninellis bu konuyla ilgili şu açıklamayı yapar:
Atın evrimi önerisindeki bir diğer engel de zamanlamanın tutarsızlığıdır. Evrim teorisi, bir türün, o şekilde yaşama daha iyi adapte olduğu için, bir başka türe evrimleşmeye eğilimli olması anlayışına dayanır. Bu baştaki türün yok olmasına yol açar. Atlardaki vakada, 3 toynaklı türün, tek toynaklı tür kadar sıhhatli olmaması gerekirdi. Evrim, türler arasındaki geçişin gerçekleşmesi için milyonlarca yıl gerektirir ki, ilk türün ortadan kaybolması için fazlaca vakit vardır.
Fakat bugün biliyoruz ki, hem tek toynaklı, hem de üç toynaklı türler Kuzey Amerika'da beraber yaşamışlardı. At çeşitlerinin aynı anda var olduğu gerçeği, evrim teorisinin açıklamasıyla bütünüyle tutarsızdır. Buna ek olarak Hyracotherium, Miohippus ile Equus arasındaki kayıp halkalar asla bulunamamıştır. Evrime destek olması bir yana dursun, atın tarihi daha çok özel yaratılışla uyumludur - günümüzdeki eksiksiz canlılar aynı anda yaratılmışlardır.104
Atın evrimi senaryosunun geçersizliğinin açıkça ortaya çıkmış olmasına ve bu durumun Darwinistler tarafından da kabul görmüş olmasına rağmen, bu hayali seri diğer Darwinist sahtekarlıklar gibi hala bazı Darwinist yayın ve ders kitaplarında kullanılmaktadır. Bu seri adeta gerçek gibi sunulmakta, hatta dünyaca ünlü paleontologların ve bilim adamlarının idaresinde bulunan doğa tarihi müzelerinde açıkça sergilenmektedir. Dünyanın en ünlü müzelerinden biri olan Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'nin müdürü evrimci paleontolog Dr. Niles Eldredge, bizzat kendi müzesinde sergilenmekte olan at serileriyle ilgili evrimci iddiaların sadece hayalgücüne dayandığını yaklaşık 20 yıl önce kabul etmişti. Eldredge, bu spekülatif serinin, ders kitaplarına girecek şekilde bilimsel bir gerçek olarak gösterilmesini de eleştirmiştir:
İtiraf ediyorum ki ders kitaplarına rahatsız edici miktarda fazla şey sanki gerçekmiş gibi girdi. Mesela bunun en ünlü örneği, 50 yıl önce hazırlanmış olan ve hala alt katta sergilenmekte olan atın evrimi sergisidir. Bu, sayısız ders kitabında tartışmasız gerçek gibi gösterilmiştir. Ben şimdi bunu esef verici buluyorum çünkü, bu tür hikayeleri ortaya atan insanların, bunların [fosillerin] bir bölümünün spekülatif doğasından, bizzat kendilerinin haberdar olduğunu düşünüyorum.105
Darwinist Eldredge'in tespiti son derece doğrudur. Kasıtlı çarpıtmalar deccaliyetin özünde olduğu için, bu sisteme sahip çıkanlar da aldatmacaya başvurmaktadırlar. Yukarıda sayılan tüm örnekler, Darwinizm aldatmacasının fazlasıyla deşifre olmuş, sahteliği Darwinist bilim adamları tarafından dahi mecburen kabul edilmiş belli başlı örneklerdir. Bu örnekler deccaliyet sisteminin iç yüzünü göstermek için yeterlidir. Fakat asıl olarak şunu hatırlamakta fayda vardır: Evrim teorisi, yani Darwinizm ideolojisi, Allah'ı inkar amaçlı bir yalan üzerine kuruludur. Dolayısıyla Darwinizm'in getirdiği her iddia, her öneri, her delil yalandır. Şimdiye kadar duymuş olduğunuz bütün "evrime delil bulundu" ifadelerinin, "canlılar evrimleşti" açıklamalarının, "insanın şempanzeyle ortak ataları" sözlerinin tamamı yalandır. Darwinistler bir yalanı savunurlar. Bunun nedeni deccaliyet sistemine olan mantıksız itaat ve bağlılıkları, sırf Allah inancı ile mücadele halinde olabilmek için batıl Darwinizm dinine yönelik körükörüne sadakatleridir.
Oysa batıl bir inancın, büyük bir yanılgının içindedirler. Her şeyin Sahibi ve Yaratıcısı olan Yüce Allah ayetlerinde şöyle buyurur:
Kim İslam'dan başka bir din ararsa asla ondan kabul edilmez. O, ahirette de kayba uğrayanlardandır. (Al-i İmran Suresi, 85)
Haberiniz olsun; şüphesiz göklerde kim var, yerde kim var tümü Allah'ındır. Allah'tan başkasına tapanlar bile, şirk koştukları varlıklara ve güçlere (gerçekte) uymazlar. Onlar yalnızca bir zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminde bulunarak yalan söylemektedirler.' (Yunus Suresi, 66)
67. Isabelle Bourdial, "Adieu Lucy", Science et Vie, Mayıs 1999, no. 980, s. 52-62
68. Richard Leakey, "Lucy - Evolution's Solitary Claim For an Ape/Man: Her Position is Splitting Away" Creation Research Society Quarterly, vol. 22, no. 3, Aralık 1985, s. 144-145 - Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 188
69. Solly Zuckerman, Beyond The Ivory Tower, New York: Toplinger Publications, 1970, s. 75-94
70. Charles E. Oxnard, "The Place of Australopithecines in Human Evolution: Grounds for Doubt", Nature, cilt 258, s. 389
71. Fred Spoor, Bernard Wood, Frans Zonneveld, "Implication of Early Hominid Labryntine Morphology for Evolution of Human Bipedal Locomotion", Nature, cilt 369, 23 Haziran 1994, s. 645-648
72. Richmond, B.G. and Strait, D.S., Evidence that humans evolved from a knuckle-walking ancestor, Nature 404(6776):382, 2000.)
73. D. Johanson - T. D. White, Science, 203:321, 1979, 207:1104, 1980 - Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 187-188
74. Trinkhaus, Erik (1985) Pathology and the posture of the La Chappelle-aux-Saints Neanderthal. American Journal of Physical Anthropology Vol. 67 sf. 19-41.
75. E. Trunkaus - W. W. Howells, Scientific American, 241(6):118 (1979) - Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 195
76. Erik Trinkaus, "Hard Times Among the Neanderthals", Natural History, cilt 87, Aralık 1978, s. 10.
77. Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 194
78. Francisco J. Ayala, Darwin and Intelligent Design, Fortress Press, Minneapolis, 2006, s.45
79. Malcolm Muggeridge, The End of Christendom, Grand Rapids, Eerdmans, 1980, s. 59
80. Stephen Jay Gould, "Smith Woodward's Folly", New Scientist, April 5, 1979, s. 44
81. Kenneth Oakley, William Le Gros Clark & J. S, "Piltdown", Meydan Larousse, cilt 10, s. 133.
82. Stephen Jay Gould, "Smith Woodward's Folly", New Scientist, April 5, 1979, s. 44
83. Hank Hanegraaff, Fatal Flaws "What Evolutionists Don't Want You To Know", W Publishing Group, 2003 s. 34
84. Keith Steward Thomson, "Piltdown Man: The Great English Mystery Story", American Scientist, vol. 79, 1991, s. 194 - Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 197
85. Pat Shipman, "On the Trail of the Piltdown Freudsters" New Scientist, vol. 128, 1990, s. 52 - Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 197
86. Malcolm Muggeridge, The End of Christendom, Grand Rapids MI, Eerdmans, 1980, s. 59 - Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 253-254
87. W. K. Gregory, "Hesperopithecus Apparently Not An Ape Nor A Man", Science, vol. 66, December 1927, s. 579
88. Hank Hanegraaff, Fatal Flaws "What Evolutionists Don't Want You To Know", W Publishing Group, 2003 s. 31-32
89. Judith Hooper, Of Moths and Men, W.W. Norton & Company, Inc., New York, 2002, s.xvii
90. Ann Coulter, Godless: The Church of Liberalism, Crown Forum Publishing, 2006, s. 236-237
91. Judith Hooper, Of Moths and Men, s. xviii
92. Ann Coulter, Godless: The Church of Liberalism, Crown Forum Publishing, 2006, s. 237
93.http://www.arn.org/docs/richards/jr_sciedreport.htm - Jonathan Wells, Evrimin İkonları, Gelenek yayınları, Ocak 2003, s. 150
94. Francis Hitching, The Neck of the Giraffe: Where Darwin Went Wrong, New York: Ticknor and Fields 1982, s. 204
95. Elizabeth Pennisi, Science, 5 Eylül 1997
96. Ann Coulter, Godless: The Church of Liberalism, Crown Forum Publishing, 2006, s. 240
97.http://www.arn.org/docs/richards/jr_sciedreport.htm
98. Hank Hanegraaff, Fatal Flaws "What Evolutionists Don't Want You To Know", W Publishing Group, 2003, s. 70
99. Hank Hanegraaff, Fatal Flaws "What Evolutionists Don't Want You To Know", W Publishing Group, 2003, S. 70
100. Henry M. Morris, The Long War Against God, Master Books, 2000, s. 32
101. Jonathan Wells, Evrimin İkonları, Gelenek yayınları, Ocak 2003, s. 103
102. Jonathan Wells, Evrimin İkonları, Gelenek yayınları, Ocak 2003, s. 86
103. Boyce Rensberger, Houston Chronicle, 5 Kasım 1980, Bölüm 4, s. 15
104. Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 168