Sitokrom C. |
Darwin'in evrim teorisine göre, cansız maddelerin tesadüfen bir araya gelmeleriyle oluşan hayali bir "ilk hücre" vardır. Darwinizm'e göre her şey bu "ilk hücre" ile başlar. Bütün canlılığın, kelebeklerin, kuşların, aslanların, kartalların, balinaların, tavşanların, geyiklerin ve nihayet teknolojiler üreten, medeniyetler kuran, profesörler yetiştiren, uzaya çıkan, laboratuvarlarda sahip olduğu hücreleri inceleyen insanın da kaynağı Darwinizm'e göre hep bu hayali "ilk hücre"dir.
Darwinizm'e göre bu hayali ilk hücrenin kaynağı ise; sözde bir miktar çamurlu su, zaman ve tesadüflerdir! Darwinizm dinine göre bu üç sihirli(!) ve akıllı(!) güç birleşerek, Nobel ödüllü bilim adamlarının 21. yüzyıl teknolojisinin hakim olduğu laboratuvarlarda bile üretemedikleri, detaylarını anlayabilmek için insanların yarım yüzyılı aşkın bir süredir üzerinde araştırmalar yaptıkları, son derece kompleks ve mükemmel mekanizmaları, organelleri ve indirgenemez bir kompleksliğe sahip "hücre"yi her nasılsa meydana getirmişlerdir! Dahası, bu üç muhteşem(!) güç birleşerek şu an yeryüzünde gördüğümüz mükemmel canlılığı da meydana getirmişlerdir. Darwinizm dini, işte insanları bu safsataya inandırmaya çalışır.
Oysa bu iddia büyük bir sahtekarlık, büyük bir yalandır.
Aslında Darwin'in ortaya attığı çamurlu suda oluşan bu ilk hücre fantazisi, Darwin döneminin son derece geri bilim ve teknolojisine uygun düşmektedir. Darwin'in hücreyi yalnızca içi su dolu bir baloncuk zannettiği dikkate alındığında, bu çocuk masalı da dönemin bilgi ve bilim anlayışından beklenen bir şeydir. O dönemde insanlar, hücrenin neye benzediğini bilmediklerinden bu yalana çok daha kolay kanmışlardır. Fakat genetik bilimi ile ortaya çıkan sonuçlar, Darwinizm'in büyük bir aldatmaca olduğunu bir kez daha ispatlamıştır. Şu anki bilgi ve veriler doğrultusunda hücrenin sahip olduğu sayısız proteinden yalnızca tek bir tanesi bile evrim teorisini çürütmektedir. Proteinler üstün komplekslikte yapılardır ve tesadüfen oluşmaları imkansızdır. Öyle ki laboratuvarlarda bilinçli, kontrollü ortamlarda oluşturulması bile 21. yüzyıl teknolojisiyle mümkün olmamıştır. Böyle bir yapının tesadüfen çamurlu bir suda oluştuğunu iddia etmek, bilim adına gülünç, hatta akla aykırı bir iddiadır. Amerikalı bilim filozofu Stephen C. Meyer, tek bir proteinin tesadüfen oluşma ihtimalinin imkansızlığını şu sözlerle ifade etmiştir:
Sadece 100 amino asit uzunluğunda kısa bir protein molekülünü oluşturmak için aşılması gereken olasılık engellerini düşünün. Protein zincirinde diğer amino asitler ile birleşmeleri için amino asitlerin öncelikle peptid bağı olarak bilinen kimyasal bağlar kurmaları gerekir. Fakat doğada amino asitler arasında diğer birçok türde kimyasal bağ kurulabilir. Tüm bağlantıların peptid bağlarından oluştuğu 100 amino asitlik bir zincir oluşturma olasılığı kabaca 1030'da bir ihtimaldir.
İkincisi, doğada her amino asidin kendisine ait aynada yansımasını andıran bir eşi vardır. Biri sol elli L-formunda, diğeri ise sağ elli D-formundadır. Bu birbirinin yansıması olan formlara "optik izomerler" denir. İşlevsel proteinler sadece sol elli amino asitleri kabul eder, fakat sağ elli ve sol elli izomerler doğada aşağı yukarı eşit sıklıkta bulunur. Bunun dikkate alınması, biyolojik olarak işlevsel bir protein elde etmenin olanaksızlığını daha da arttırır. 100 amino asitten oluşan hayali bir peptid zincirinde tesadüfler sonucunda sadece sol elli amino asitleri kullanma olasılığı (1/2)100 ya da yine kabaca 1030'da bir ihtimaldir.
Üçüncü ve en önemlisi ise işlevsel proteinlerin belirli bir dizilimde düzenlenerek birbirine bağlanmış amino asitlere sahip olması gerekir, aynen anlamlı bir cümledeki harfler gibi. Biyolojik olarak 20 amino asit bulunduğu için, belirli bir amino asit elde etme olasılığı 1/20'dir. Bu zincir üzerinde bazı alanların birkaç amino aside izin vereceğini düşünürsek [MIT'den (Massachusetts Institude of Technology) biyokimyager Robert Sauer tarafından belirlenen varyanslar kullanılarak], birden fazla işlevsel proteinde fonksiyonel bir amino asit dizilimini rastgele elde etme olasılığının 1065'te bir ihtimal olarak, "yok denecek kadar az" olduğunu görebiliriz. Bu sadece yüz amino asit uzunluğunda bir protein için astronomik büyüklükte bir rakamdır. (Aslında bu olasılık daha da azdır, çünkü doğada bu hesaplamada yer almayan ve proteinlerde yer almayan birçok başka amino asit bulunmaktadır.)
Eğer uygun bağların ve optik izomerlerin sağlanması ihtimali de bu hesaplamaya dahil edilirse, oldukça küçük ve işlevsel bir proteini rastgele elde etme olasılığı o kadar az olur ki, milyarlarca yıl yaşında bir evrende bile bu gerçekten sıfır sayılır (10125'te bir ihtimal). Dahası, işlevsel bir DNA'nın tesadüfi olarak elde edilmesinde benzer ciddi zorluklar olduğunu hesaba katmak gerekir. Bunun yanı sıra, en alt düzeyde kompleks bir hücrede 1 değil, en azından 100 kompleks protein (ve DNA ile RNA gibi diğer başka bio-moleküler bileşenler) bulunması gerekir ve bunlar yakın koordinasyon içindedirler. Bu nedenle hücredeki karmaşıklığın niceliksel olarak değerlendirilmesi, 1960'ların ortalarından beri biyolojinin hayatın kökeni alanında hakim olan bir görüşü güçlendirmiştir: Tesadüf, biyolojik karmaşıklığın ve özgüllüğün kökenini açıklamak için yeterli bir açıklama değildir.33
Darwinistlerin sahte ilahı tesadüfler hiçbir şeyi yaratmaya güç yetiremezler, tek Yaratıcı alemlerin Rabbi olan Allah'tır. |
Bütün bu kompleks yapıların imkansız oluşumunun tesadüfen gerçekleştiğini varsaydığımızda bile, Darwinistlerin DNA gibi muhteşem bir molekülün içinde bir milyon ansiklopedi sayfasını dolduran bilginin nasıl olup da tesadüfen oluşabileceğini açıklamaları gerekmektedir. Fakat hücre ve hayatın kökeni ile ilgili her konuda olduğu gibi bu konuda da Darwinistler açıklamasızdırlar. Çarpık Darwinist mantığına göre, çamurlu suyun içinde tesadüfen oluşan bir hücrenin içindeki olağanüstü bilginin de çeşitli dış etkiler yoluyla tesadüfen oluşmuş olması gerekmektedir. Kuşkusuz böyle bir oluşum imkansızdır. DNA'nın içindeki bilgi, DNA ile birlikte yaratılmış muazzam bir bilgidir.
Darwinistlerin "çamurlu suda tesadüfen hücre oluştu" iddiası, hücreyi içi su dolu bir baloncuk zanneden Darwin döneminden kalma köhne bir inanıştır. Ancak 19. yüzyıla ait bu hurafeler, bilimin ve teknolojinin oldukça geliştiği günümüzde artık tamamen geçersizdir. Bir canlı bedeninde açıklanması gereken sayısız kompleks yapı varken, Darwinizm tek bir proteinin oluşumunu bile açıklayamamaktadır. Fakat Darwinistler bu imkansızlıklardan habersiz gibi davranırlar. Halen evrimci yayınlarda; çamurlu sudaki bu imkansız oluşum, adeta bir hikaye kitabındaki öyküler şeklinde anlatılır. Amaç, bu bilimsellikten uzak, mantıksız ama aynı zamanda da ispatsız anlatımla kitleleri aldatabilmektir. Bu batıl dinin taraftarlarına göre, söz konusu hikayeye ne kadar çok kişi inansa, o kadar kişi Darwinizm büyüsünün etkisi altına girecektir.
DNA gibi muhteşem komplekslikteki bir yapının tesadüfen meydana geldiği iddiası Darwinizm'in en büyük utançlarından biridir. Bir DNA molekülünün içinde bir milyon ansiklopedi sayfasını dolduracak kadar bilgi vardır. Böylesine harika bir eserin tesadüfen oluşması ise imkansızdır. |
Fakat artık Darwinistlerin sahte hikayelerine insanlar inanmamaktadır. Yaratılanların tümü, evreni ve içindekileri kusursuzca yaratan Yüce Rabbimiz'in üstün gücünü ve kudretini sergilemektedir. Yüce Allah Kuran'da, hücrenin ve insanın üstün yaratılışını şöyle haber vermiştir:
Andolsun, Biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık. Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik. Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alak'ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir. (Müminun Suresi, 12-14)
Kuran'ın dışında açıklama arayanlar, yeryüzündeki muhteşemliğe istedikleri kadar basit bir açıklama getirmeye çalışsınlar, Allah'ın yarattığı bu eserin çok büyük ve ihtişamlı olduğu kesin bir gerçektir. Bu üstün yaratılış karşısında evrim teorisinin bir yaşam sahası yoktur. Yüce Allah bir ayetinde yarattığı eserlerin büyüklüğünü şöyle haber verir:
Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Ancak insanların çoğu bilmezler. (Mümin Suresi, 57)
Darwin, 1800'lü yıllarda, sözde "evrim mekanizması" olarak bir kavram öne sürmüştü: Doğal seleksiyon.
Doğal seleksiyon, diğer bir ifadeyle 'doğal seçme' demektir. Güçlü ve içinde bulunduğu doğal şartlara uygun olan canlıların hayatta kalacağı düşüncesine dayanır. Örneğin aslanlar tarafından tehdit edilen bir zebra sürüsünde, daha hızlı koşabilen zebralar hayatta kalacaktır.
Doğal seleksiyon gerçekten de doğadaki canlılar arasında gözlemlenen bir mekanizmadır. Ancak hiçbir zaman evrimcilerin hayal ettikleri gibi, canlılara yeni özellikler ekleme ve yeni bir tür meydana getirme yeteneğine sahip değildir.
Bu konuyu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz: Bir coğrafi bölgede bir tanesi daha tüylü, diğeri ise nispeten daha kısa tüylere sahip iki benzer köpek cinsinin yaşadığını varsayalım. Eğer bu bölgede hava sıcaklığı ekolojik bir farklılık nedeniyle önemli ölçüde düşerse, uzun tüylü köpekler kısa tüylü köpeklere göre soğuğa daha dayanıklı olacaklardır. Bunun bir sonucu olarak da uzun tüylü köpekler daha avantajlı hale gelecek, yani daha uzun yaşayacak, daha fazla çoğalacak ve daha kolay beslenecektir. Bir süre sonra kısa tüylü köpeklerin sayısı iyice azalabilir ya da bu canlılar sıcak bölgelere göç edebilirler veya soyları tamamen tükenebilir. Yani uzun tüylü köpekler doğal seleksiyonla seçilmiş ve diğer türe nazaran avantaj kazanmış olurlar.
Soğuk bir bölgede uzun tüylü köpekler, kısa tüylü köpeklere göre daha avantajlı hale gelecek, dolayısıyla daha uzun yaşayacak, daha fazla çoğalacak ve daha kolay beslenecektir. Bu süreç yeni bir köpek cinsi ortaya çıkartmayacaktır. |
Ancak dikkat edilirse bu süreç, ortaya yeni bir köpek cinsi çıkarmış değildir. Doğal seleksiyon yoluyla, sadece zaten var olan iki farklı cinsten biri avantaj kazanmıştır. Ortada hiç uzun tüylü köpek yok iken, doğal seleksiyon sonucunda uzun tüylü köpekler oluşmuş değildir. Bu köpeklerin zamanla bir başka canlı türüne dönüşmeleri de zaten kesinlikle söz konusu değildir.
Kısacası doğal seleksiyon, ortaya yeni türler, yeni özellikler çıkarmamakta, sadece zaten var olan türlerin yaşam olanakları artmaktadır. Yeni bir tür ve yeni bir özellik oluşmadığı için de, evrimcilerin iddia ettiği "evrimleşme" yaşandığından söz edilemez. Bir başka deyişle, doğal seleksiyon hiçbir "evrim" sağlayamaz. Nitekim Darwin'in kendisi de bu gerçeği itiraf etmiştir:
Doğal seleksiyon, yararlı yapıların başlangıç aşamalarının oluşması için yetersizdir.34
Tanınmış evrimci paleontolog İngiliz Colin Patterson'un bu konudaki itirafı ise şöyledir:
Hiç kimse doğal seleksiyon mekanizmalarıyla yeni bir tür üretememiştir. Hiç kimse böyle bir şeyin yakınına bile yaklaşamamıştır. Bugün neo-Darwinizm'in en çok tartışılan konusu da budur.35
Doğal seleksiyon, yenilik getirip bununla türleri değişime uğratan, örneğin, bir sürüngenin zamanla kuş haline gelmesini sağlayan mucizeler gerçekleştiren bir mekanizma değildir. Ünlü biyolog D'Arcy Wentworth Thompson'un söylediği gibi; "Tabi seleksiyonda gördüğümüz şey yaratmak değil yok etmek, budamak ve yangına sürüklemektir."36
Dolayısıyla Darwinistler, doğal seleksiyonu bir evrim mekanizması olarak insanlara tanıtmaya çalışarak yalan söylemektedirler. Doğal seleksiyonun evrim sağlamadığını kendileri de bilmelerine rağmen, açıkça bu sahtekarlığı insanlara empoze etmeye çalışmaktadırlar. Darwin'den kalan mirasa sahip çıkma arzusu ve hayali senaryolarına yeni bir mekanizma uyduramamamış olmaları, onları bu köhne iddiaya, bu büyük yalana bağımlı kılmıştır. Günümüzde hala bu büyük yalana sahip çıkmaya çalışan Darwinist bilim adamları bulunmaktadır. Bu yalanın ayakta kalamayacağını görenler ise, başka bir yalanla ortaya çıkmışlardır. Bu yalan, "mutasyonlar evrimleştirir" iddiasıdır.
Doğal seleksiyon yeni bir tür oluşturamaz. Yırtıcı hayvanlar tarafından tehdit edilen bir geyik sürüsünde, daha hızlı koşabilen geyikler hayatta kalacaktır ve böylece geyik sürüsü, hızlı ve güçlü bireylerden oluşacaktır. Ama elbette bu mekanizma, geyikleri evrimleştirmez, onları başka bir canlı türüne dönüştürmez. |
Mutasyonlar, canlı hücresinin çekirdeğinde bulunan ve bir insana ait tüm genetik bilgileri taşıyan DNA molekülünde, radyasyon ve kimyasal etkiler sonucunda meydana gelen yer değiştirmeler, kopmalar ve bozulmalardır. DNA'daki bilgiler; A, T, C ve G harfleri ile simgelenen 4 ayrı nükleotidin birbiri ardınca özel ve anlamlı bir sıra içinde dizilmesi ile oluşurlar. Ancak bu sıralamada tek bir harf hatasının dahi olması, o yapıyı tamamen bozacaktır. Sözgelimi çocuklarda görülen kan kanseri hastalığı DNA'daki harflerden birinin yanlış olması nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Çernobil'de meydana gelen radyasyon sızıntısı ve Hiroşima'ya atılan atom bombası sonucunda, sonraki nesil çocukların sakat kalmalarının veya kanser gibi hastalıkların başgöstermesinin nedeni de yine mutasyonların vücutlarında oluşturdukğu bu tür zararlı etkilerdir.
Hemen hemen bütün mutasyonlar zararlıdır ve genellikle canlı için ölümcüldürler. Zarar vermeyen mutasyon örnekleri ise genellikle organizmaya hiçbir zaman fayda getirmemiş, en fazla etkisiz kalmışlardır. Bilim adamları, incelenmiş tüm mutasyonların arasında, tek bir tanesinin dahi açıkça canlının hayat sürecini olumlu etkileyemediği sonucuna varmışlardır.37
1. Kromozom |
DNA üzerinde gerçekleşecek her mutasyon mutlaka bu yapıya zarar verir. Mutasyonlar sonucu canlının mükemmelleşmesi veya yeni genetik bilgi kazanması mümkün değildir. |
Fakat evrim teorisi, sözde "yeni" canlılar üreten, mucizeler gerçekleştiren bu hayali mutasyonlara dayanır. Darwinistler, türlerin, hayali ve faydalı sayısız mutasyonun ortaya çıkardığı mükemmel yapı ve organlar vesilesiyle birbirlerinden türediği iddiasındadırlar. Darwinistler açısından yüz karası olan bu iddia, mutasyonların bir organizmaya mutlaka zarar verdiği gerçeğini bilen Darwinist bilim adamları tarafından ortaya atılmaktadır. Dahası Darwinistler, mutasyonların bu zararlı etkilerini çok iyi bilmelerine rağmen, söz konusu iddialarına laboratuvarda mutasyona uğratılmış dört kanatlı bir mutant meyve sineğini örnek gösterirler. Dikkatlice gerçekleştirilen mutasyonlar sonucunda meyve sineğinde üretilen fazladan iki kanat, Darwinistler tarafından mutasyonların evrimleştirebileceği iddiasının en büyük kanıtı gibi sunulmuştur. Ama aslında bu söz konusu iki kanat, canlıya fayda değil zarar vermiş, canlının uçma yeteneğini yitirmesine yol açmıştır. California Üniversitesi'nden moleküler biyolog Jonathan Wells, bu durumu şöyle açıklamaktadır:
1970'lerde California Teknoloji Enstitüsünden genetikçi Edward B. Lewis, üç mutant türünü dikkatlice çiftleştirerek, dengeleyicilerin normal görünümlü ikinci bir çift kanada dönüştüğü bir meyve sineği üretmeyi başardı.
İlk bakışta Carroll'un deneyi, düzenleyici DNA'daki küçük gelişimsel değişimlerin görünümde büyük evrimsel değişimler üretebileceği iddiasına kanıt sağlıyor gibi gözükebilir. Ama meyve sineği hala meyve sineğidir. Dahası, ikinci çift kanat normal gözükmesine rağmen uçma kaslarından yoksundur. Dört kanatlı bir meyve sineği kuyruğundan faydasızca sarkan bir çift kanadı olan bir uçak gibidir. Canlı, uçmada ve çiftleşmede büyük zorluk yaşar, bu yüzden yalnızca laboratuvarda yaşayabilir. Evrime kanıt olarak sunulan, dört kanatlı meyve sineği, sirk gösterilerindeki iki başlı danadan daha iyi değildir.38
Jonathan Wells, sözlerine şöyle devam eder:
Fazla kanatlı ya da eksik bacaklı özürlü meyve sinekleri gelişim genetiği hakkında bize bir şeyler öğretti, ama evrim hakkında hiç bir şey öğretmedi. Tüm kanıtlar tek bir sonucu göstermektedir: Bir meyve sineği embriyosuna ne yaparsak yapalım, yalnızca üç olasılık meydana gelebilir - normal bir meyve sineği, kusurlu bir meyve sineği ya da ölü bir meyve sineği. At bir yana, at sineği bile değil.39
Görüldüğü gibi, Darwinistlerin çarpık iddialarına yegane delil olarak göstermeye çalıştıkları dört kanatlı mutant meyve sineği de, kusurlu bir meyve sineğinden fazlası değildir. Mutasyonlar, bir canlı üzerinde ne kadar etkili olursa olsunlar, o canlı türüne bir başka canlıya ait özellik ekleme gibi mucizevi bir yetenekten yoksundurlar. Ama Darwinistler canlıda mutasyonlar yoluyla mucizeler oluştuğu yalanına inanmak isterler.
Mutasyonların zararlı etkileri, resimdeki canlılarda açıkça görülebilmektedir. Mutasyonlar canlıları ya sakat bırakır ya da onları öldürürler. Mutasyonlar canlıları geliştirmez, onlara yalnızca zarar getirirler. |
İlginç olan, söz konusu meyve sineğinin kusurlu olduğu Darwinist bilim adamları tarafından bilinmesine rağmen, bu mutantın halen ders kitaplarında mutasyon ile evrimin en büyük kanıtı olarak gösterilmeye çalışılmasıdır. Moleküler biyolog Jonathan Wells konuyla ilgili olarak şunları yazmıştır:
Peter Raven ve George Johnson'ın 1999 baskılı ders kitabı Biology'e göre, "evrim genetik mesajdaki değişimlerle başlamıştır... Mutasyon ve yeniden birleşim (mevcut genlerin yeniden düzenlenmesi) yoluyla gerçekleşen genetik değişim evrim için hammadde üretir." Kitaptaki aynı sayfa, dört kanatlı meyve sineğinin resmine yer vermekte ve onu "gelişimin kritik evresini düzenleyen bir gen olan Ultrabithorax'daki değişimlerden dolayı bir mutant" diye nitelendirmekte, ayrıca iki göğüs kısmına ve dolayısıyla iki çift kanada sahip olduğunu da eklemektedir.
Mezkur ders kitabı, karışıklığa ilaveten, ilave kanatların bir yapı kazancını temsil ettiği izlenimini okura vermektedir. Ama gerçekte dört kanatlı meyve sineği uçuş için gerekli yapılardan yoksundur. Dengeleyicileri kaybolmuştur ve onların yerini yeni bir şey değil, diğer kısımda zaten bulunan yapıların kopyaları almıştır. Her ne kadar dört kanatlı meyve sinekleri resimleri, mutasyonların yeni bir şey eklediği izlenimini verse de, bunun tam tersi gerçeğe daha yakındır.40
Darwinizm'in iddia ettiği canlılığın başlangıcını temsil eden ve tesadüfen meydana gelmesi imkansız olan o "hayali ilk hücre"nin kendi kendine meydana geldiğini varsaydığımızda bile, kompleks yapısıyla bir insan oluşana kadar gerçekleşmesi gereken hayali evrim sürecinin en küçük aşamasında bile muazzam miktarda genetik bilgi üretilmesi ve sayısız mutasyonun gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu mutasyonların miktarı çok olurken aynı zamanda bunların "tümünün" canlıya bir fayda veya bir "yenilik" getirecek özellikte olması zorunludur. Çünkü gelişmekte olan bu hayali yeni organizmada gerçekleşecek tek bir hata, sistemin tamamen bozulup çökmesine neden olacaktır. Mutasyonların %99 gibi bir oranda zararlı ve %1 oranında etkisiz olduğu dikkate alınırsa, evrim teorisine göre meydana gelmesi gereken bu milyarlarca mutasyonun her birinin istisnasız faydalı olduğunu iddia etmek kuşkusuz akla ve bilime aykırıdır.
Dolayısıyla bir canlıda daha önce var olmayan yepyeni bir uzvun veya bir özelliğin, mutasyonlar sonucunda meydana gelmesi imkansızdır. Mutasyonların bir canlıya, o canlıya ait olmayan yeni bir bilgi ekleme ve onu farklı bir canlı haline getirme gücü yoktur. Mutasyon iddiası, Darwinizm yalanının, Darwinist mantıksızlığının en büyük göstergesini temsil eder. Çünkü evrim fikri, temelde, gerçekte olmayan bu hayali "faydalı mutasyonlara" dayanmaktadır.
Mutasyonlar Simetri Düşmanıdır | |
Bir ayçiçeğinin yapraklarında, salyangozun kabuğunda, çam kozalağında ya da parmaklarımızın uzunluğunda bulunan matematiksel oran Allah'ın yarattığı olağanüstü güzelliklerden, nimetlerden bir tanesidir. Bu, bilim adamlarının "Altın oran" ismini verdikleri hayranlık uyandıran bir uyumdur. Altın oran adı verilen ve Ortaçağ'ın en etkili matematikçisi Fibonacci'nin bulduğu sayı dizisinin özelliği, dizideki sayılardan her birinin kendisinden önce gelen iki sayının toplamından oluşmasıdır. Fibonacci dizisi 0, 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, 610, 987, 1597, 2584, ... şeklinde ilerlemektedir. Dizideki sayılar bir öncekine bölündüğünde, birbirine çok yakın sayılar elde edilir. Hatta serideki 13. sırada yer alan sayıdan sonra bu sayı sabitlenir. İşte bu sayı "altın oran" olarak adlandırılan 1,618'dir. Bu muhteşem oran, Allah'ın bir mucizesi olarak, doğadaki birçok varlıkta gözlenebilir. Hücrelerimizin içindeki DNA sarmalından, uzaydaki galaksilerin şekillerine, kar kristallerinden mikrocanlılara, boynuz ve dişlerden, salyangoz kabuklarına kadar altın oranı bulmak mümkündür. Altın orana en çarpıcı örnek, insan bedenidir. İnsan vücudunda, Yüzün boyu - Yüzün genişliği, Dudak- kaşların birleşim yeri arası - Burun boyu, Yüzün boyu - Çene ucu-kaşların birleşim yeri arası, Ağız boyu - Burun genişliği, Burun genişliği - Burun delikleri arası, Göz bebekleri arası - Kaşlar arası. Parmak ucu-dirsek arası - El bileği-dirsek arası, Omuz hizasından baş ucuna olan mesafe - Kafa boyu, Göbek-baş ucu arası mesafe - Omuz hizasından baş ucuna olan mesafe, Göbek-diz arası - Diz-ayak ucu arası. Mükemmel bir altın oran örneğidir. Rabbimiz, Kuran'da "Allah, herşey için bir ölçü kılmıştır" şeklinde bildirmektedir (Talak Suresi, 3) İşte "Altın Oran", Allah'ın bizler için var ettiği üstün yaratılış delillerinden biridir. (Detaylı bilgi için bkz. http://altinoran.org) Canlılardaki mükemmel simetri ve bu muhteşem altın oran, Darwinistlerin evrim iddiasını başlıbaşına yok eder. Çünkü Darwinistlerin, sözde "evrimleştirici güç" atfettikleri mutasyonlar birer simetri düşmanıdır. Darwinistlerin iddiasına göre, başıboş mutasyonlar oluştuklarında, canlılarda mükemmel altın oranın oluşamaması gerekir. Canlı varlıklarda müthiş bir dengesizlik ve intizamsızlık meydana gelmesi gerekir. Çünkü mutasyonlar düzensiz olaylardır. Mutasyonlar, bir canlıda daha önce var olmayan bir kolu meydana getirip, ona oranlı bir el oluşturup, elin parmaklarını bu matematiksel orana göre düzenleyemezler. Dahası, bunun ardından vücudun tam karşı tarafında olağanüstü bir simetri içinde yeni aynı uzunlukta bir başka kol, aynı büyüklükte ve tam simetrik şekilde ayarlanmış bir başka el ve aynı hassas matematiksel orana sahip aynı sayıdaki diğer parmakları meydana getiremezler. Rastgele mutasyonlar, önceden karar alıp, mükemmel komplekslikte bir gözü meydana getirip, onun hemen ardından tam karşı tarafından yüze ve diğer göze mükemmel uyumlu, aynı büyüklük, renk ve biçimde ve aynı işlevlere sahip yepyeni ve gören bir göz daha meydana getiremezler. Rastgele mutasyonlar, sağ tarafta Darwinistlerin iddia ettikleri şekilde bir kulak meydana getirip, hemen sol tarafta da aynı simetride, aynı şekilde duyan, aynı özelliklere sahip ikinci bir kulak meydana getiremezler. Örs, çekiç, üzengi gibi yapıların her birini mükemmel biçimde oluşturup, bunlara işlevler verip, aynı simetride kusursuz şekilde oluşturamazlar. Bir canlının yaşayabilmesi için rastgele mutasyonların kalp kapakçıklarını da kalbin iki tarafında aynı biçimde, aynı simetride ve aynı fonksiyonu yerine getirecek şekilde oluşturmaları gerekmektedir. Aksi takdirde, o canlı yaşamını sürdüremeyecektir. Bu oran ve simetrinin, vücudun her organında aynı şekilde oluşturulması gerekir. Çünkü günümüzdeki canlılar da, geçmişte yaşamış olanlar da, aynı mükemmel simetriyi sergilemektedirler. Canlıların hiçbiri, bir kulağı ters, bir akciğeri farklı, tek gözü alnında, teki burnunda olacak şekilde var olmamaktadır. Canlılıkta böyle bir dengesizlik olmadığına göre, Darwinistler mutasyonların evrimleştirdiğine dair iddialarıyla büyük bir kitleyi aldatmaya çalışmaktadırlar. | |
| |
Bir kulağı ters, bir gözü alnında canlılar oldukça nadir olarak karşımıza birer ucube varlık olarak çıkarlar. İşte mutasyonların meydana getirdiği sonuç budur. Mutasyonlar, düzgün bir yapıya adeta makinalı tüfekle ateş etmek gibidir. Sağlam bir şeyin üzerine ateş açılması kuşkusuz ki o yapıyı tamamen ortadan kaldırır. Söz konusu mutasyonların tek bir tanesinin etkisiz kalması veya makinalı tüfekle taranmış vücuttaki mevcut bir enfeksiyonu yakarak iyileştirmesi bir şeyi değiştirmemektedir. Organizma zaten kendisine isabet eden 99 mermi ile yerle bir olmuştur. Basında ve bilim çevrelerinde ilgi çeken, pek de uzun yaşamayan bu canlılara söz konusu garip görünümü veren şey mutasyonlardır. Mutasyonlar, canlı organizmanın genlerini bozulmaya uğratmış, canlıya ait muhteşem simetriyi ortadan kaldırmış, onu yaşayamaz duruma getirmiştir. Ancak burada unutulmaması gereken şey mutasyonların da Allah'ın konrolünde gerçekleşen olaylar olduğudur. Allah yaratmasındaki mükemmelliği insanlara göstermek için böyle örnekler yaratmakta, yaratma sanatını göstermektedir. |
Gerçekten faydalı mutasyonların gerçekleşebileceği ihtimalini varsaydığımızda bile, mutasyon iddiası evrim teorisine uymamaktadır. MIT (Massachusetts Institue of Technology - Massachusetts Teknoloji Enstitüsü)'de, Elektrik Mühendisliği Fakültesi Profesörü Murray Eden, "Neo-Darwinist Evrimin Bilimsel Teori Olarak Yetersizliği" başlıklı makalesinde, adaptasyon amaçlı bir değişimi meydana getirmek için altı mutasyon gerekiyorsa, bunun tesadüfen ancak bir milyar yılda bir gerçekleşeceğini, eğer iki düzine gen dahil olacaksa, bu durumda dünyanın yaşından daha uzun bir sürenin, daha doğrusu 10,000,000,000 yıla ihtiyaç olacağını açıklamıştır.41 Matematikçiler, birden fazla mutasyonun aynı anda meydana gelmesi gereken kompleks yapı ve organlarda, mutasyonların faydalı ve etkili olduğu varsayıldığında bile, Darwinistler açısından bir zaman problemi olduğunu açıkça belirtmektedirler. En koyu Darwinistlerden paleontoloji profesörü George G. Simpson bile, beş mutasyonun aynı anda gerçekleşmesinin sonsuz zaman alacağını açıkça belirtmektedir.42 Sonsuz zaman, böyle bir ihtimalin olmadığı anlamına gelmektedir. Ve bu aynı zamanda, canlı organizmaların sahip oldukları tüm yapı ve organlar için geçerli bir ihtimaldir. Şu durumda günümüzde gördüğümüz muhteşem canlı çeşitliliğinin mutasyonlarla meydana gelme ihtimalinin imkansız olduğu açıktır.
1. Mutasyon Canlı DNA'sı oldukça kompleks bir yapıya sahiptir. Rastgele her türlü müdahale, bu yapıya ancak zarar verecektir. Bu ise hasta, sakat ve ölü organizmaların oluşmasına sebep olacaktır. |
Evrimci George G. Simpson, söz konusu mutasyon iddiası ile ilgili bir başka hesaplama daha yapmış ve her gün yeni bir jenerasyon oluşturabildiğini varsaydığımız 100 milyon bireylik bir topluluk içinde, mutasyonlardan elde edilebilecek olumlu bir sonucun ancak 274 milyar yılda bir meydana gelebileceğini itiraf etmiştir. Bu sayı, 4.5 milyar yıl olarak tahmin ettiğimiz Dünya'nın yaşının yüzlerce kat üzerindedir.43 Tabi tüm bunlar, mutasyonların olumlu bir etkisinin olduğunu veya yeni jenerasyonlar meydana getirebildiğini varsaydığımızda ortaya çıkan hesaplamalardır. Fakat gerçek dünyada böyle bir varsayıma yer yoktur.
Tüm evrimci bilim adamları bilmektedirler ki, bir canlının DNA'sında durup dururken bir kopyalama hatasının meydana gelme ihtimali son derece düşüktür. Araştırmalar hücrelerde genetik hataların oluşmasını engelleyecek koruma unsurlarının var olduğu gerçeğini ortaya çıkarmıştır. DNA bilgisi, birbirini hatalara karşı kontrol eden birbirinden farklı sayısız enzim var olmadan kopyalanamaz. Bunlar doğru amino asidin doğru tRNA'ya bağlandığına emin olunması için çift süzgeçli enzimleri içerir. Bir süzgeç fazla büyük amino asitleri reddederken, diğeri fazla küçük olanları reddeder. Bu son derece hassas ve akıllı bir sistemdir. Bu akıllı sistemde hata meydana gelmesi ihtimaline karşı son kontrolü yapan enzimler de mevcuttur. Bilim adamları, kendi akılları dahilinde DNA'nın bütünlüğünü korumaya yönelik daha iyi bir hücresel kontrol ve koruma sistemi hayal edemedikleri sonucuna varmışlardır.44
30 yıl boyunca Sorborne evrim kürsüsü başkanlığını yapan Pierre Paul Grassé bu konuyla ilgili olarak şunları yazmıştır:
Rüzgarla taşınan tozun Dürer'in "Melancholia"sını oluşturma ihtimali, gözü oluşturan DNA moleküllerinde meydana gelebilecek bir kopyalama hatası ihtimalinden çok daha küçüktür.45
Darwinistler, DNA'daki bu mucizevi sistemi görmezden gelir, bu konuyu derinlemesine araştırıp buna açıklama getirmekten kaçınırlar. Fakat bir yandan da meydana gelme ihtimali neredeyse imkansız olan kopyalama hataları üzerine bir yaşam tarihi senaryosu meydana getirirler. Bu, Darwinist mantığın hezimetini bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Darwin'in öne sürdüğü doğal seleksiyon iddiasının evrim için kesin olarak bir açıklama olmadığının anlaşılmasının ve genetik kanunlarının Darwinizm'e bir darbe olarak ön plana çıkmasının ardından, Neo-Darwinizm'in en büyük silahı olarak ortaya çıkarılan "mutasyonların evrimleştirici etkisi" iddiası, görüldüğü gibi bir aldatmacadan ibarettir. Canlı organizmayı bozan, öldüren, yok eden, kimi zaman ondan sonraki tüm nesilleri etkileyerek zarar veren mutasyon gibi bir mekanizmanın yepyeni canlılar ortaya çıkardığını iddia etmek kuşkusuz büyük bir saçmalıktır. Fakat kitleler, yıllar boyunca bu yalan ile kandırılmışlardır. Elbette Darwinist bilim adamları da mutasyonların böylesine mucizevi bir gücü olamayacağını bilmektedirler. Nitekim çağımızın en ateşli Darwinistlerinin başında gelen Richard Dawkins bile; "Mutasyonların çoğu zararlıdır, istenmeyen bir yan etkinin ortaya çıkması oldukça muhtemeldir"46 sözleriyle bu gerçeği itiraf etmiştir. Darwinistlerin hala bu çürük iddiayı evrimin bir mekanizması olarak sunmaya çalışmaları ve bunda hala ısrarlı olmaları, batıl Darwinizm dinine bağlılıklarından kaynaklanmaktadır.
33. Stephen C. Meyer, "Word Games: DNA, Design, and Intelligence," Signs of Intelligence: Understanding Intelligent Design, ed. William A. Dembski, James M. Kushiner, Brazos Press, 2001, s. 109-110
34. Charles Darwin, The Origin of Species, 6th edition, 1859 (London: J.M. Dent and Sons Ltd., 1971) - Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 84
35. Colin Patterson, "Cladistics", Brian Leek ile Röportaj, Peter Franz, 4 Mart 1982, BBC.
36. Lee M. Spetner, Not By Chance, Shattering the Modern Theory of Evolution, The Judaica Press Inc., 1997, s. 175
37. Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 74-75
38. Jonathan Welss, Ph.D., The Politically Incorrect Guide to Darwinism and Intelligent Design, Regnery Publishing Inc., Washington, 2006, sf.34
39. Jonathan Welss, Ph.D., The Politically Incorrect Guide to Darwinism and Intelligent Design, Regnery Publishing Inc., Washington, 2006, sf.36
40. Jonathan Wells, Evrimin İkonları, Gelenek yayınları, Ocak 2003, s. 172-173
41. Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution Mystery, Sphere Books Ltd., 1984, s. 4
42. Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution Mystery, Sphere Books Ltd., 1984, s. 230
43. Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 81
44. Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 74-75
45. Nicholas Comninellis, Creative Defense, Evidence Against Evolution, Master Books, 2001, s. 81
46. Richard Dawkins, The Extended Phenotype, Oxford University Press, 1999, s. 141