Focus dergisinin Mart 2003 sayısında "Gen Bencildir" başlığını taşıyan bir yazı yayınlandı. Yazı, Darwin'den günümüze kadar olan dönemde geliştirilmiş çeşitli evrimci tezleri ele alıyor, tezlerin genlerle ilgili varsayımlarını inceliyordu. Dergi ateşli bir ateist ve Darwinist olan zoolog Richard Dawkins'in 1976 yılında yayınlamış olduğu The Selfish Gene (Bencil Gen) isimli kitabın, söz konusu tezlerin aşamadığı bazı anlaşılmazlıkları sözde giderdiği iddia ediliyordu. Dawkins bu kitabında "Bizler, hayatını sürdürmeye çalışan makineleriz... Gen denilen bencil molekülleri korumaya programlanmış robotlardan farkımız yok" diyordu. Bu bölümde, Focus dergisinde ele alınan evrimci tezlere cevap verilecek ve genlerin, hem Dawkins'in iddiaları hem de genel olarak evrim teorisi için oluşturduğu açmazlar ortaya konacaktır.
Canlılarda görülen fedakar davranışlar, Darwin'in evrim teorisinin en büyük çıkmazlarından biridir.
Dawkins'in kitabı, Focus dergisinde Charles Darwin de dahil olmak üzere birçok evrimciyi uğraştıran bir sorunun çözümü olarak gösterilmektedir. Dergi, canlılarda görülen bazı cesur ve fedakar davranışların Darwin'in doğal seleksiyon fikriyle açıklanamayacağına işaret ediyor ve bununla ilgili bir örnek vererek şu soruyu soruyordu: "Örneğin neden kuşlar saldırı olasılığını artırsa da tehlike anında yüksek sesle ötüyorlardı ya da arılar neden yuvalarını korumak için kendilerini feda ediyorlardı?"
Bu örneklerde kuşlar ve arılar canları pahasına grubun çıkarlarını savunmaktadır. Bu davranış canlılar arasında sürekli bir hayatta kalma mücadelesi bulunduğunu savunan evrim teorisi için önemli bir açmaz oluşturur. Evrimci mantığa göre, kuş veya arının içinde yaşadıkları topluluğu korumak yerine kaçıp kendi canını kurtarması gerekmektedir.
Charles Darwin, bu engeli aşmak için 1871 yılında yayınladığı İnsanın Kökeni isimli kitabında, daha önceden hep bireysel varoluş mücadelesi üzerine vurgu yapmış olmasına rağmen, evrimin bireyler arasında değil gruplar düzeyinde işleyen bir süreç olduğunu ileri sürmüştü. Buna göre kuş ve arının "cesaret" özelliği, bireyin değil türün hayat mücadelesinde rol oynayan bir özellikti. Darwin birey yerine gruba odaklanmış ve sorunu "gölgelemiş" oluyordu.
Focus dergisi Darwin'in fikirlerindeki bu zoraki dönüşümü sorunun sözde çözümü gibi sunmaktadır: "Darwin evrimin bireyler değil gruplar düzeyinde işleyen bir süreç olduğunu ortaya koydu". Oysa ortada bir evrim süreci yoktur. Söz konusu fedakar davranışları gösteren bireylerin ait oldukları gruplar başka canlılara evrimleşmez. Elbette bazı grupların birbirleri arasındaki iletişim ve dayanışma yetenekleri onları diğer gruplara avantajlı kılarak hayatta kalmalarını sağlayabilir. Ancak canlı türünde bir değişim olmayacaktır. Örneğin iletişim açısından iyi anlaşan ve aralarında kuvvetli bir dayanışma bulunan bir serçe grubu kartallardan iyi korunarak diğer gruplara göre avantajlı olsalar da, hayatta kalan serçe grubu başka kuşlara, örneğin baykuşlara dönüşmeyecektir. Bu durumun evrimle bağdaştırılması açıkça bir aldatmacadan ibarettir.
Göklerin ve yerin yaratılması ile onlarda her canlıdan türetip-yayması O'nun ayetlerindendir. Ve O, dileyeceği zaman onların hepsini toplamaya güç yetirendir. (İsra Suresi, 49)
Focus dergisinde canlılardaki özveriyle ilgili tutarsız bir yaklaşım daha sergilenmektedir. 1964 yılında William Hamilton tarafından ortaya konan ve "akrabalık seleksiyonu" adı verilen bu teze göre, bireylerin özverili bir şekilde kendi hayatlarından grup yararına vazgeçmeleri anlam taşıyabilir, çünkü ölen bireyle birlikte genetik özellikler tamamen yitirilmemektedir. Bireyin sahip olduğu gen takımları kardeşlerinde de bulunduğundan, anne babadan kalan özellikler yitirilmeksizin sonraki nesillere aktarılabilecektir. Focus bu durumu genler açısından şöyle ifade etmektedir:
"Genlerin bakış açısına göre, bu durum hepsinin birden yok olmasından daha iyi... Bireyin ölümü daha fazla sayıda gen takımının devamını sağladığından özveri, anlamlı hale geldi. Hamilton böylece, özverinin genetik anlamda "akrabalık seleksiyonu" ile açıklanabileceğini gösterdi."
Bu, mantıksızlığı açıkça ortada olan bir iddiadır. Bir canlının ölmesi durumunda, genlerinin kardeşleri veya yavruları aracılığı ile gelecek nesillere aktarılacağı iddiası doğrudur. Ancak, genlerin, gen aktarımı hakkında bilinçli bir planlarının olması ve buna göre canlının davranışlarını kontrol ettikleri iddiası son derece mantıksızdır. Her şeyden önce özveri kavramının genlere indirgenmesi mümkün değildir. Çünkü özverili davranışlar bilinçle ilgilidir: Özveride bulunan canlı, öncelikle kendi varlığının ve diğerlerinin varlığının farkında olmalıdır. Dahası diğerlerinin kendi hayatı pahasına hayatta kalmasını "isteyebilmesi", bunun için de fedakarlık duygusunu "hissedebilmesi" gerekmektedir. Genler ise şuursuz moleküllerden meydana gelir. Genleri meydana getiren nitrojen, karbon ve fosfat gibi elementler "isteyemezler" ve "hissedemezler". Başka organizmalardaki "kardeşlerine" ne olduğunu bilemezler. Genlerin "bakış açısı" da olmaz. Buna inanmak, taşların veya kum tanelerinin düşündüğüne, plan yaptığına inanmaktan farksızdır. Evrimciler, yaratılışı kabul etmemek için, bu denli akıl dışı bir tezi seve seve kabul etmektedirler.
Genler, nitrojen, karbon ve fosfat gibi şuursuz elementlerden meydana gelirler. Bu elementlerin istekleri veya hisleri yoktur. Başka organizmalardaki "kardeşlerine" ne olduğunu bilemezler. Buna rağmen evrimciler genlerden şuurlu varlıklarmış gibi söz ederler.
Özveri gibi soyut bir hissin moleküllerden meydana gelen genlerle açıklanmaya çalışılması evrim teorisinin dayandığı materyalist bakış açısından kaynaklanmaktadır. Materyalist düşünce her şeyin maddeden ibaret olduğunu kabul eder ve insanda oluşan duygu ve düşüncelerin de sadece insan bedeninde meydana gelen molekül alışverişlerinin eseri olduğunu varsayar. Ancak insan bilincinin nasıl ortaya çıktığının -evrimci ve materyalist görüşe göre- hala gösterilememiş olması bu yöndeki kabulleri temelden geçersiz kılmaktadır. Gelişmiş cihazlarla beyin üzerinde uzun yıllar tarama çalışmaları sürdüren bilim adamları bilincin nasıl ve nerede belirdiğine dair en ufak bir ipucu elde edememişlerdir. Materyalistler gelinen bu noktada bilincin madde üstü bir olgu olduğunu ifade eden itiraflarda bulunmakta ve "adeta sihirli bir olgu" olduğunu belirtmektedirler. Kısacası ne beyin ne de genler özveriyi açıklayamaz.
Yazıda daha sonra Richard Dawkins'in iddialarına geçilmektedir. Dawkins'in, Hamilton'un genlerle ilgili fikrini bir adım daha ileriye götürdüğü ve genleri "bencil gen" benzetmesi altında, bedenlerde gizlice dolaşıp kendi geleceğini garantiye almaya çalışan varlıklar olarak gösterdiği anlatılmaktadır. Buna göre Dawkins, balıkların intiharı veya babunların cesareti gibi davranışları açıklamada bu benzetmeden yararlanmakta ancak tek bir canlının, insanın tümüyle bencil genler tarafından yönetilmediğini iddia etmektedir.
Dawkins'in bu tezi biraz incelendiğinde ortada çok büyük bir aldatmaca olduğu görülebilir. Dawkins genleri "bencil" varlıklar, yani düşünceleri, duyguları ve ihtirasları olan kişilikler olarak tanımlamakta, sonra da bu tanıma göre genlerin biraraya gelerek organizmalar ürettiklerini ve bunları geliştirdiklerini iddia etmektedir. Gen dediğimiz şeylerin, birbirlerine fosfat ve şeker bağları ile bağlanmış hidrojen, azot, karbon ve oksijen atomlarının toplamı olduğunu hatırladığımızda ve bunun üzerinde biraz düşündüğümüzde, Dawkins'in teorisinin ne kadar saçma olduğu da ortaya çıkmaktadır. Birbirine bağlanmış bu atomların tasarımını "bencillikleri" ile açıklamaya çalışmak, bir arabanın oluşumunu "arabanın tüm parçaları, metal aksamı, lastikleri, vidaları, plastik parçaları vs. birbirlerini çok seviyorlar, bu sevgiyle biraraya gelip araba oluşturmuşlar, aynı sevgi sayesinde kendilerini sürekli evrimleştirip yeni modeller ortaya çıkarıyorlar" demek gibi bir şeydir. Yani saçmalıktır. Arabanın parçalarına "sevgi" atfetmek ne kadar saçmaysa, genlere "bencillik" atfetmek de o kadar saçmadır.
Dawkins'in ve diğer evrimcilerin "bencil genler" gibi bir safsataya inanmalarının tek nedeni ise, "yaratıcılık" vasfını bu genlere vermek istemeleridir. Bir diğer ifadeyle, Allah'ın varlığını ve yaratmasını kabul etmek istemeyişleridir. Nitekim Dawkins, dine olan düşmanlığını her zaman için açıkça ifade etmiş olan koyu, fanatik bir ateisttir.
Focus ise, bu şekilde ateizmin propagandasını yapmaktadır.
Dawkins, insan davranışlarında genlerin yanı sıra kültürün de etkili olduğunu öne sürmektedir. Kültürün gerektirdiği davranış biçimlerini ise "memler" (memes) olarak tanımlamaktadır. Focus dergisinde Dawkins'in bu konuda 1970'li yıllarda İtalyan genetikçi Luigi Cavalli-Sforza tarafından geliştirilen gen-kültür ortak evrimi tezinden etkilendiği belirtilmektedir. Bu düşünceye bir örnek verilmekte ve dünyanın bir bölgesinde mandıracılık gelişimi gibi bir kültürel değişikliğin, sütün içindeki laktozun sindirimi için ihtiyaç duyulan genlerin kalıcılığını etkilediği anlatılmaktadır.
Laktoz, sütün içinde bulunan bir tür şekerdir ve bedenlerimizde laktaz ismi verilen bir enzim kullanılarak sindirilir. Laktaz üreten gen, tüm insanlarda, doğum anında "açık"tır. Ancak anne sütüyle beslenme sona erdikten sonra bu gen "kapatılır". Bu yüzden bazı erişkin insanlar laktoz içeren süt veya dondurma gibi ürünleri sindirememekte ve mide krampı gibi rahatsızlıklar çekebilmektedir. Ancak yeryüzündeki bazı ırklarda erişkinler laktoz sindirme yeteneklerini kaybetmeden devam ettirebilmektedir. Örneğin İskandinav ırklarının erişkinleri ortalama %97 oranında laktoz sindirebilme yeteneğine sahiptirler. Oysa Uzakdoğu ırklarında bu sindirim yeteneği sıfırın ancak biraz üzerindedir. İskandinavlar, mandıracılığa en erken geçiş yapmış olan topluluklardan biridir; Uzakdoğulular ise tarihlerinde mandıracılığa önem vermemiş veya bu faaliyete geç geçiş yapmışlardır.
Ancak burada verilen örneğin bir "evrim" göstermediğine dikkat edilmelidir. Çünkü söz konusu gen, insanın gen varyasyonlarının oluşturduğu havuzda zaten en baştan mevcut bulunmaktadır. Mandıracılık yapan toplumlarda genin laktoz sindirimini mümkün kılan varyasyonu yaygın olduğu halde süt tüketimi az olan toplumlarda genin (erişkinlerde) laktaz üretmeyen varyasyonu mevcuttur.
Bu durumu daha açık hale getirmek için şöyle bir örnek verilebilir: Tüm insanların genlerinde çekik gözlülüğe ait genetik özellikler mevcuttur. Ancak çekik gözlülük Doğu Asyalılarda ve Eskimolarda ifade edildiği halde başka ırklarda ifade edilmemektedir.
Dawkins'in mem kavramına yaptığı vurgunun asıl amacı ise, "bencil gen" iddiasına inandırıcılık katabilmektir. İnsanlar bilinçli olarak kültürel davranışlar sergilerler. Dawkins ister "mem" isterse başka bir şey diyebilir. Ama insanların bilinçli davranışlar sergilemesi, genlerin de bilinçli olduğu iddiasına -yani safsatasına- bir katkı sağlamaz. Dawkins'in, "bencil gen" teorisini süslemek için kullandığı "mem" söyleminin, hiçbir geçerliliği olmayan evrim teorisine katkı sağlamak gibi bir özelliği yoktur.
Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Allah, herşeye güç yetirendir.(Al-i İmran Suresi, 189)
Kısacası Focus dergisinde ele alınan "gen bencildir" iddiası şuursuz atomlara güç ve akıl atfeden bir hurafeden ibarettir. Yazıda ne kadar "bencil" olduklarından ya da yaptıkları bencilce planlardan söz edilen genler; aslında hidrojen, oksijen, azot, karbon gibi atomların eklenmesiyle oluşan birer molekül zinciridir. Bir molekülün bencillik gibi şuur gerektiren olumsuz bir hisse sahip olduğunu iddia etmek tamamen akıldışıdır. Ancak Darwinizm'e ve materyalist felsefeye körü körüne bağlanmak, kimi insanların akıldışı ve bilimsel gerçeklerden uzak pek çok iddiaya inanmasını da beraberinde getirmektedir. Nitekim Darwinizm'in en büyük tehlikelerinden biri de budur. (Bkz. Harun Yahya, Darwinizm'in Karanlık Büyüsü, Araştırma Yayıncılık)