Kambriyen patlamasının çapı ve öneminin anlaşıldığı süreç, aynı zamanda evrimciler için büyük bir bilmecenin ortaya çıktığı bir süreç olmuştur. Ünlü bilim dergisi Trends in Genetics (TIG), Şubat 1999 tarihli sayısında bu konuyu ele almış ve Burgess Shale'deki fosil bulgularının, evrim teorisine göre bir türlü açıklanamadığını kabul etmiştir:
Küçük bir mekanda bulunmuş olan bu fosillerin, evrim biyolojisindeki bu büyük sorunla ilgili hararetli tartışmanın tam merkezinde yer alması oldukça garip gözükebilir. Fakat bu tartışmalara neden olan şey, Kambriyen devrinde yaşayan hayvanların, fosil kayıtlarında şaşırtıcı bir bollukta ve birdenbire belirmeleridir. Radyometrik tarihlendirmelerin daha kesin sonuçları ya da giderek artan yeni fosil bulguları ise, sadece bu biyolojik devrimin aniliğini ve alanını keskinleştirmiştir. Yeryüzünün yaşam potasındaki bu değişimin büyüklüğü bir açıklama gerektirmektedir. Şu ana kadar birçok tez ileri sürülmüş olsa da, genel fikir hiçbirinin ikna edici olmadığıdır."127
Burgess Shale fosillerinden birkaçı. Evrim destekçileri, bu özel canlıların varlığını açıklamak için bilim dışı teoriler geliştirmeye başladılar.
Kambriyen kayalıklarında ortaya çıkan canlılar ve uzmanların bu canlılar üzerinde yaptıkları araştırmalar, her detayıyla evrimsel bir sürecin yaşanmadığını ortaya koyar niteliktedir. Bu gerçek, Darwin de dahil olmak üzere, tüm evrimcileri yoğun bir paniğe sürüklemiş ve onları, şimdiye kadar savundukları tüm iddiaları tekrar gözden geçirmek zorunda bırakmıştır.
Kambriyen'deki bu ani çıkışı beklemeyen Darwinistlerin bir kısmı, savundukları teoriden şüphelenmeye başladılar. Bir kısmı da, bu deliller ile artık kesin olarak yalanlanmış olan evrim teorisini ayakta tutma çabasına giriştiler. Bu çabanın sonucunda, birbirinden tümüyle farklı, hiçbir tutarlılığı olmayan, hiçbir bilimsel delile dayanmayan, hiçbir şekilde akla ve mantığa uymayan birbirinden abartılı ve saçma teoriler ürettiler. Amaç, uzun yıllar yok saydıkları, fakat delillerin çokluğu nedeniyle kabul etmek zorunda kaldıkları Kambriyen patlamasına evrimi bir şekilde dahil edebilmekti. Zooloji, popülasyon genetiği, moleküler ve hücre biyolojisi konularında uzmanlığı olan ve yaratılışı savunan bilim adamlarından Dr. Raymond G. Bohlin, bu şaşırtıcı ve boş çabayı şu şekilde anlatıyordu:
O halde bu canlıların evrimlerinin uzun tarihinin kanıtları nerede? Buna verilen alışılmış cevap Kambriyen devrinden öncesine ait bulunması gereken fosil tabakalarının henüz keşfedilmemiş olduğu idi. Fosiller sadece kayıptı! Ne kadar da uygun! Sonuçta bu, Darwin'in ve onu takip eden pek çok evrimcinin bahanesiydi. Ancak Kanada, Grönland, Çin, Sibirya ve Namibia'daki son keşiflerle, jeolojik bir an içinde meydana gelen söz konusu biyolojik yaratıcılık döneminin tüm dünyayı sarmış olduğu anlaşıldı. Bu durumda her zaman kullanılan bahanenin artık tutar yanı kalmamaktaydı. Evrimciler, yaratılışı savunan değişim dalgalarına katılmadıkları için, evrimsel değişimlerin doğası ile ilgili zor sorular sormaya zorlanmaktalardı. (...) Darwinizm her zaman, bizim zaman algımız dahilinde idrak edilemeyecek kadar ağır bir aşamalı değişim şeklinde ifade edilirdi. Evrim teorisi, büyük evrimsel değişikliklerin sadece, türler ve büyük gruplar arasındaki ara formların sayılarını ve tiplerini belirleyen fosillere baktığımızda görülebileceğini iddia ediyordu. Ama Kambriyen patlaması aşamalarla oluşum dışında her şeydi ve tanımlanamayan ara formlar tamamen kayıptı.128
Dr. Ray Bohlin
Evrimciler gerçekten de bu konuyla ilgili bütün hayal ürünü olasılıkları dile getirdiler. Fakat çok büyük bir hata yapıyorlardı. Teorilerini üretirken, bu canlıların "evrim geçirmediklerine" ihtimal vermiyorlardı (veya ihtimal veriyor fakat bunu kabul etmek istemiyorlardı). Onların "yaratıldıkları", Allah'ın emri ile orada, o anda var olduklarını düşünmüyorlardı. Her şeyi kusursuz şekilde ve bir düzen içinde yaratan Allah'ın bu mükemmel canlı sisteminde de kusursuzluk ve bir düzen yarattığını fark edemiyorlardı. Onların, başka hiçbir açıklamaya izin vermeyecek derecede mükemmel ve hiçbir tartışmaya gerek bırakmayacak düzeyde sistemli yaratıldıklarını hesap edemiyorlardı. Oysa Allah, bu gerçeği bundan yaklaşık 1400 yıl önce indirdiği Kuran ile bildirmişti:
O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)
İşte Kambriyen patlamasına "evrimsel açıklama" niteliğinde öne sürülen teorilerin çıkış noktası, yaratılış gerçeğine karşı olan bu itirazdı. Burada bu teorileri inceleyip açıklamamızın nedeni, evrimcilerin, bu büyük yaratılış harikası karşısında düştükleri zor durumu gözler önüne sermek, nasıl çözümsüz kaldıklarını tarif edebilmektir. Geliştirdikleri teorilerin ne kadar boş ve saçma temellere dayandığını gösterebilmektir. Evrimcilerin, Allah'ın kusursuz yaratışı karşısında her zaman olduğu gibi ne kadar büyük bir açmaza girdiklerini bir kez daha ortaya koymaktır.
Evrimciler, ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, ne kadar çaba gösterirlerse göstersinler, evreni ve tüm canlıları Allah'ın yarattığı gerçeği sürekli olarak karşılarına çıkacaktır. Ve Allah'ın kurduğu düzende daima bir kusursuzluk hakim olduğundan, yaratılış gerçeği dışında öne sürdükleri tüm açıklamalar da sürekli olarak bilimsel bulgularla yalanlanacaktır. Bunlar daima temelsiz ve desteksiz kalacak, evrimi ayakta tutmak adına öne sürülen her teori gibi, onlar da mutlaka geçersiz kalacaktır.
Kartopu Dünya teorisi, Kambriyen patlamasının evrim teorisinde meydana getirdiği onarılması imkansız hasarı örtbas etmek, dikkatleri bundan uzaklaştırmak için kullanılan bir kılıf gibidir. Teori aslen yeryüzünün eski jeolojik devirlerde çok yoğun buzul çağlarından geçtiğini iddia etmektedir. Teoriyi savunan bilim adamları, günümüzden 750 ila 590 milyon yıl önceki dönemde, her biri 10 milyon yıl kadar süren buz çağları yaşandığını, kalınlığı 1 km'ye varan buzulların ekvatora kadar inerek dünyayı bir kartopuna dönüştürdüğünü iddia etmektedirler. 1960'lı yıllardan beri tartışılmakta olan teori, Harvard Üniversitesi'nden biyolog Paul Hoffman ve Dan Schrag tarafından 1990'lı yıllarda daha da geliştirilmiştir. Bu iddiaya göre, Prekambriyen'de, kutuplardan ekvatora kadar tüm yeryüzü, istisnasız "her yer" buz katmanı ile örtülüydü. Sıcaklık yeryüzünün tümünde –4000C'ydi. Tropik bölgelerde, hatta ekvatorda bile. Yine iddiaya göre, son buzul çağı, 10-20 milyon yıl boyunca varlığını devam ettirmişti.
Evrimcilerin Kambriyen canlılarının hayali evrimsel oluşumuna bir kılıf gibi kullanmaya çalıştığı iddia ise bundan sonrasıyla ilgiliydi. İddiaya göre bu buzul çağının sonunda aniden global ısınma başgöstermiş ve tüm buzlar erimişti. Yeryüzü bu döneme girmeden önce var olan yaşam formları tek hücrelilerden ibaretti. Sonra her nasılsa, birbirinden eşsiz, mükemmel ve kompleks çok hücreli canlılar eriyen buzulların arasında bir anda evrimleşivermişti!
Masal anlatmak işin kolay yanıydı elbette. Örneğin evrimci bir internet sitesinde, bu bilimsel olduğu iddia edilen teori şu üslupla anlatılmaktadır:
Ve buzlar sıcaktan erimeye başlayınca, teorisyenler bu erime işleminin oldukça hızlı olması gerektiğini ve bu işlemin tamamlanmasının en az 100 milyon yıl sürmesi gerektiğini öne sürdüler. Denizlerde sıcaklıkların artması sonucunda, bugün hem kapsama alanı bakımından hem de sertlik açısından bizim gördüğümüz hiçbir şeye benzemeyen tayfunlar ve büyük kasırgalar meydana gelmeliydi. Hava çılgına dönmeliydi. Fırtınalar yüzyıllar boyunca sürebilirdi. Fotosentetik siyano bakteriler hızlıca açık havaya ısı yaymaya başladı. Kalın buzların olmadığı sığ sahillere ısı yaydı ve tüm ekosistemi ısısı ile birlikte taşıdı. Böylelikle, Kambriyen patlamasında gördüğümüz evrimsel bir adaptasyon patlaması meydana geldi.129
Kartopu Dünya teorisinde ortaya atılan böylesine büyük bir sözde donma olayı, evrimci bilim adamlarını heyecanlandırmıştı ama bunun sadece teoriden ibaret olduğunun hepsi farkındaydı. Böyle bir donma olayı olmuş olsa bile, bunun artık bir geri dönüşünün olması mümkün olmazdı. Bu dondurucu etki, Dünya'nın sonsuza kadar ıssız bir yer olarak kalmış olmasını gerektiriyordu. Mevcut tüm yaşamı ortadan kaldırmalı ve insan da dahil olmak üzere, hiçbir canlının gelişimine olanak vermemeliydi. Nitekim, New Scientist dergisinin 12 Nisan 2003 tarihli sayısında, bu sözde büyük donma olayında bakteri veya alglerin varlıklarını sürdürmüş olup olmayacakları sorusu ile ilgili olarak New Hampshire'daki Dartmouth Üniversitesi'nden Kevin Peterson'un şu sözlerine yer verilmiştir:
Bunun için imkansız diyemem. Yaşam hakkında konuşurken hiçbir zaman 'imkansız' diyemezsiniz, çünkü oralarda bir yerlerde sizi yalanlayacak bakteriler mutlaka vardır. Ama bu örnekte bunun olması oldukça zor. Tüm Dünya'yı dondurup ardından yaşamın ayakta kalmasını bekleyemezsiniz.130
"Yaşam hakkında konuşurken hiçbir zaman 'imkansız' diyemezsiniz, çünkü oralarda bir yerlerde sizi yalanlayacak bakteriler mutlaka vardır. Ama bu örnekte (kartopu haline gelmiş Dünya'da) bunun olması oldukça zor. Tüm Dünya'yı dondurup ardından yaşamın ayakta kalmasını bekleyemezsiniz."Kevin Peterson
Burada ortaya atılan "evrimsel adaptasyon patlaması" ifadesi ise, tamamen içi boş bir laftan ibaretti. Değişen iklim koşullarıyla tek hücrelilerin çok hücrelilere dönüşümü senaryosu arasında bağlantı olarak öne sürülebilecek hiçbir bilimsel dayanak yoktu. Bu yüzden evrimciler, hangi hayali evrimsel mekanizmaların hangi aşamalarla devreye girerek 50 farklı filumu meydana getirmiş olabileceği konusuna hiç değinmemişlerdi.
Örneğin, eriyen buzullar nasıl olup da tek hücreli canlıların DNA'sına yeni genetik bilgi eklemişti? Tek hücreli organizmanın DNA'sı iklim koşullarının meydana getirdiği hangi etkiyle göz, bacak, anten gibi kompleks organların genetik bilgisini kazanmıştı? Bu senaryoyu destekleyen deneysel kanıtlar nelerdi? Örneğin laboratuvar ortamında çok düşük ısılarda bekletilen bakterilerin, yeni genler kazanarak bir çok hücreliye dönüştüğü gözlemlenmiş miydi?
Bunlar evrimciler için açıklamasızdır. "Nasıl olduysa oldu, iklim koşulları değişince yepyeni ve çok daha kompleks canlılar aniden evrimleşti" tipinde masallarla konuyu geçiştirmeye çalışmalarının sebebi de budur.
Kartopu Dünya teorisi, yeryüzündeki ani canlı çeşitliliğini evrim yoluyla açıklayabilmek için ortaya atılmış teorilerden biriydi. Buna göre, günümüzden 750 ila 590 milyon yıl önceki dönemde, her biri 10 milyon yıl kadar süren buz çağları yaşanmıştı. Kalınlığı 1 km'ye varan buzulların ekvatora kadar inerek Dünya'yı bir kartopuna dönüştürdüğü iddia ediliyordu. İddiaya göre, bu buzul çağının sonunda aniden global ısınma başgöstermiş ve tüm buzlar erimişti. Bu ani değişiklik, her nasılsa birbirinden farklı canlıların aniden belirmelerinin sebebi olmuştu. Canlıların nasıl meydana geldikleri konusunda hiçbir bilimsel delil getiremeyen, sayısız imkansızlıklarla dolu olan bu teori, söz konusu evrimi açıklayamadığı gibi, Kambriyen patlaması ile büyük bir zaman farkı da ortaya koyuyordu.
Kartopu Dünya teorisi ile Kambriyen patlaması arasında bilimsel olarak hiçbir sebep-sonuç ilişkisi bulunmamaktadır. İkisi arasında sadece zamansal bir bağlantı vardır. İkincisi, evrimcilerin iddia ettikleri birinci olaydan sonra meydana gelmiştir, o kadar.
Kısacası Kartopu Dünya teorisiyle çok hücrelilerin kökeni arasında bağlantı kurma çabası hiçbir bilimsel dayanağı olmayan bir çabadır. Bunu destekleyen evrimciler, körü körüne bir inancın takipçisidirler. Nitekim BBC internet sayfasında konuyla ilgili yayınlanan bir makalede yer verilen şu sözler bunun göstergesidir:
Teorinin lehine kullanılabilecek birkaç ümit verici delilden söz edilebilir ama problem şu ki, bu deliller ve Kartopu Dünya teorisi, doğa kanunlarına baş kaldırmaktadır.131
Yeryüzünde eğer, Kartopu Dünya teorisyenlerinin iddia ettikleri gibi bir donma olayı olmuş olsa bile, bunun artık geri dönüşünün olması mümkün olmazdı. Bu dondurucu etki, Dünya'nın sonsuza kadar ıssız bir yer olarak kalmış olmasını gerektiriyordu. Yeryüzünde daha önce var olmayan canlıların hayali bir evrim sorucunda aniden belirmelerini değil...
Elbette doğa kanunlarına başkaldıran sözde delilleri izleyerek Kartopu Dünya teorisinin peşinden gitmek, akılcı bir davranış olamaz. Akılcı olan davranış, bu teorinin hiçbir bilimsel dayanak olmaksızın, ideolojik olarak savunulan bir masal olduğunu görmek, canlıların gerçek kökeninin ise Allah'ın kusursuz yaratması olduğunu kabul etmektir.
Bir evrim taraftarı olan ve Kartopu Dünya isimli kitabı ile bu teoriyi benimsetmeye çalışan Princeton Üniversitesi bilim yazarlarından Gabrielle Walker, New Scientist dergisine yazdığı makalede ve kitabında bu konuyla ilgili olarak şunları söylüyordu:
Var olan alternatif hikayelerin hiçbiri, en dramatik evrimsel buluşlardan birini açıklayamıyordu – tek hücrelilerden çok hücrelilere geçişi. (…) Kartopu fikrindeki problem, Kambriyen patlamasının yaklaşık 545 milyon yıl önce meydana gelmiş olmasıdır. Buna göre, Kartopu sona erdikten sonra 45 milyon yıl geçmiştir. Bu süre, elde yanmış bir kibrit ile oturup patlamanın gerçekleşmesini beklemek için çok çok uzun bir süredir. Bunu Paul (Hoffman) bile itiraf etmektedir.132
Elbette tek sorun "zaman" değildir. Oxford Üniversitesi Zooloji bölümünden Andrew Parker, In the Blink of An Eye (Bir Göz Kırpmasıyla) adlı kitabında Kartopu Dünya iddiasının geçersizliğini şu şekilde ilan eder:
(Bu fikir) Evrim sürecinin baştan itibaren önceden belirlenmiş olduğunu varsayıyor. Prekambriyen dönemine ait tüm hayvan filumlarının, solucan şeklindeki canlılarının, Kambriyen formlarına dönüşmek için can attıkları ama buzun onları oldukları halde tuttuğu gibi bir durumla karşı karşıya bırakılıyoruz. Daha sonra, buz eriyor ve tekrar evrimin devreye girme vakti geliyor. Bu objektif bir görüş değil. Daha önce değerlendirdiğimiz gibi, neden düzgün bir solucan şekli değişmek zorunda? Eğer evrim süreci daha önceden belirlenmişse, neden buzun altındaki suyun içinde de devam etmedi? Kambriyen patlamasının nedenleri ile ilgili bu zorlukla ortaya atılan açıklama üzerindeki ikinci en büyük şüphe rakamların tutarsız olmasıdır. Kambriyen patlaması 543 ve 538 milyon yıl önce gerçekleşti. En son Kartopu olayı ise en geç 575 milyon yıl önce sona erdi. Dolayısıyla bu iki olay arasında en az 32 milyon yıllık bir fark vardır. Bu bir gerçektir. Tüm bunların sonucunda Prekambriyen Kartopu olayının Prekambriyen dalgalanmasında büyük rol oynama ihtimali olsa da, bu olay Kambriyen patlamasını açıklayamamaktadır.133
Andrew Parker, bir evrimci olmasına rağmen, Kartopu iddiasındaki çelişkileri ve mantık bozukluklarını bu sözlerle açıkça belirtmekte, böyle bir iddianın pek çok yönden tutarsız olduğunu tüm detaylarıyla vurgulamaktadır. Kartopu Dünya teorisinin geçersizliği, pek çok evrimci bilim adamı tarafından ittifakla kabul edilmiş durumdadır.
Kartopu Dünya teorisinin sunduğu sayısız belirsizliği ortadan kaldırabilmek için alelacele yeni bir teori ortaya atıldı. Oksijen teorisi, hayali evrimsel kökeni açıklayabilmek için bazı evrimciler tarafından sözde cankurtaran gibi görüldü.
Kompleks canlıların, yemeklerini enerjiye çevirmek için çeşitli yollara ihtiyaçları vardır ve oksijenli solunum bunu gerçekleştiren yolların en iyisidir. Dolayısıyla, evrimcilerin hayali Kartopu Dünya teorisine oksijeni bir şekilde dahil etmeleri gerekiyordu. Bunun için şu senaryoyu kurguladılar: Milyonlarca yıl boyunca yaşam birkaç sığınak içinde sınırlı kalmıştı. Bu nedenle besinler okyanuslarda birikti ve lezzetli bir kimyasal çorbaya dönüştü. Buzlar erir erimez, okyanuslar bakteri ve alg kolonilerinin faaliyetleri sonucunda yeşil renge dönüştü. Böylelikle bu canlılar, oksijen açığa çıkarmış oldular.134
Herhangi bir bilimsel delile dayanmayan, sadece mecburiyetten üretilmiş olan bu teori, anlatımından da anlaşıldığı üzere bir masaldan ibaretti. Oksijenin böyle bir dönemde ani artışına dair hiçbir delil yoktu. Çin'deki Chengjiang kayalıklarında Kambriyen canlıları üzerine yaptığı araştırmalarla ünlü San Francisco biyoloji departmanından Dr. Paul Chien, bu konuyla ilgili olarak şunları söylemişti:
İlk öne sürülen teori oksijen teorisidir. Kambriyen döneminde atmosferdeki ve okyanuslardaki oksijen seviyesinin, daha büyük boyutlardaki canlıların ortaya çıkmasını sağlayacak şekilde aniden kritik bir seviyeye artmış olabileceğini söylemektedirler. Bu teori ciddi şekilde susturulmuştur çünkü oksijenin ani artışı ile ilgili jeolojik kanıtların olması gerekmektedir.135
Elbette oksijenin ani artışı ile ilgili delillerin olmayışı, teori için büyük bir sorundur. Ama bu teoriyi öne süren evrimciler için asıl büyük sorun, oksijenin ani artışının, canlıların yoktan var olmalarına herhangi bir şey sağlayıp sağlamadığıdır. Bir canlının oluşup yaşam sürebilmesi için, moleküler düzeyde pek çok şartın sorunsuz olarak meydana gelmesi, yeryüzü üzerindeki yaşam için gerekli sayısız dengenin tam olarak yerli yerinde olması gerekmektedir. Ayrıca tüm bu şartların aynı anda var olması gerekmektedir. Oksijenin varlığı, canlının hayatta kalabilmesi için gerekli olan milyonlarca sebepten sadece bir tanesidir ve tek başına varlığı yeterli değildir. Bu iddiada bulunan Darwinistlerin, canlının tek bir hücresindeki tek bir proteinin sayısız amino asitinin nasıl doğru sıralama ile bir araya geldiği, enzimler olmadan DNA'sının nasıl kopyalandığı, hücrelerinin nasıl çeşitlendiği, kompleks sistemlerinin nasıl ortaya çıktığı ve bunun gibi daha pek çok soruya cevap bulmaları gerekmektedir. Darwinistler kendileri de bilmektedirler ki, kompleks bir canlının aniden yeryüzünde belirip, kompleks sistemleri ile tam ve kusursuz şekilde yaşamına devam etmesi için oksijenin tek başına varlığı hiçbir şey ifade etmemektedir. Gerekli olan diğer şartların sözde evrim ile nasıl meydana geldiği sorusuna ise, Darwinistlerin getirebildikleri tek bir cevap bile yoktur.
Şu bir gerçektir ki, Dünya tarihi boyunca oksijen, evrim teorisi savunucularının istedikleri zaman istedikleri miktarda ortaya çıkmış olsa da, bu durum yine onlara herhangi bir şey kazandırmayacaktır. Yaşam için tüm olanaklar sağlansa, hatta yaşamın temelini oluşturan tüm elementler, amino asitler de dahil olmak üzere bir araya getirilse, bunlara istenildiği miktarda ve istenildiği hızda oksijen tatbik edilse, yine yaşamın varlığına dair hiçbir şey elde edemeyeceklerdir. Tek bir protein oluşturamayacaklar, var olan tek bir hücreyi bir başka hücreye dönüştüremeyeceklerdir. Dolayısıyla, evrimcilerin, Dünya tarihinin bir anında yeryüzünde ani gaz değişiklikleri olduğu iddiaları, sadece bir göz boyamadır. Zaman kazanma çabası, toplumu oyalama tekniğidir. Bu konuda yeterli bilgiye sahip olmayan insanları, yaşamın çeşitlenmesi için oksijen miktarının ani artmasının yeterli olacağına inandırma gayretidir. Ancak Darwinistlerin unutmamaları gereken önemli bir nokta vardır: İnsanlar bilinçlendikçe, bilimsel gerçeklerin farkına vardıkça, bu tip oyalamalar hiçbir işe yaramamaktadır. İnsanlar, tüm canlı varlıkların Yüce Allah'ın eşsiz birer eseri olduğunu görmekte ve bilimsel gerçekler bunu her geçen gün onaylamaktadır. Ve evrimciler bilmelidirler ki, günümüzde bu bilinçlenme çok daha hızlı bir şekilde artmaktadır.
Bazı evrimciler, Darwin'in parlak fikri olan Prekambriyen kayalıklarındaki "saklı!" fosillerin bulunamadığına dair iddianın geçersizliğini görmekte gecikmediler. Darwin'in, en temel evrimsel mekanizma olarak ortaya attığı "doğal seleksiyon" yoluyla da herhangi bir şey başarılamadığını kabul etmek zorunda kaldılar. Ancak bu durum, evrimi temelinden çökerten Kambriyen canlılarının "kökenlerinin" olmadığı gerçeğine kendilerince bir çözüm bulmalarını gerektiriyordu. İşte bu nedenle, delillere değil, yine tümüyle delilsizliğe dayanan bir başka iddia ortaya attılar. Bu teori, Darwin'in öne sürdüğü "aşamalı evrim" modelinin çaresizliğini görmüş ve buna alternatif olarak çok daha büyük bir çaresizlik örneği şeklinde ortaya atılmış olan neo-Darwinizm yani Modern Sentetik Teori idi.
1941 yılında Amerikan Jeoloji Derneği'nin düzenlediği bir toplantıda bir araya gelen bir grup bilim adamı, Darwinizm mantığı ile genetik bilimini bir şekilde uzlaştıracak bir yol aradılar. G. Ledyard Stebbins ve Theodosius Dobzhansky gibi genetikçilerin, Ernst Mayr ve Julian Huxley gibi zoologların, George Gaylord Simpson ve Glen L. Jepsen gibi paleontologların uzun tartışmalar sonucunda vardıkları sonuç, genetik kanunlarının ortaya koyduğu "genetik sabitlik" gerçeğine karşı, Hollandalı botanikçi Hugo de Vries tarafından yüzyılın başında ortaya atılan "mutasyon" kavramını kullanmaktı. Mutasyonlar, radyasyon gibi çeşitli dış faktörlerin etkisi ile canlıların kalıtım mekanizmalarında meydana gelen bozukluklardı.
Amerikan Jeoloji Derneği'nde toplanan bilim adamları söz konusu mutasyon kavramını benimsediler ve Darwin'in Lamarck'a dayanarak cevaplamaya çalıştığı "canlıları geliştiren yararlı değişikliklerin kaynağı nedir?" sorusuna, "rastgele mutasyonlar" cevabını verdiler.
Büyük görüşmeler, konferanslar, toplantılar sonucunda bu kararı alan evrimci bilim adamlarının ihmal ettikleri veya ihmal etmeyi tercih ettikleri gerçek ise şuydu: Mutasyonların canlıların genetik bilgisini değiştirdikleri doğruydu, ama bu değişim daima olumsuz yönde oluyordu. Mutasyonlar, evrimcilerin iddia ettikleri gibi bir canlıyı geliştirmiyor, aksine mevcut yapılara zarar veriyordu. Bir mutasyonun "fayda" getirdiğine dair herhangi bir delil yoktu, dolayısıyla "evrimleştirici" yani "geliştirici" etkisi üzerine yapılan tüm spekülasyonlar sahteydi. Mutasyonlar, büyük ölçüde zararlı, nadiren de etkisiz olan olaylardı ve bu gerçek hayali evrimin en önemli hayali mekanizmalarından birini tamamen geçersiz kılmaya yetiyordu.
Neo-Darwinizm, mutasyonların fayda getirecekleri tezi üzerine üretilmiş bir senaryodur. Ancak genetik bilimi, bir mutasyonun fayda getirip, bir canlının kusursuz ve tamamen farklı özelliklere sahip bambaşka bir canlıya dönüştüğünü hiçbir zaman gözlemleyememiştir. Mutasyonların net etkisi zararlıdır. Dolayısıyla neo-Darwinizm, herhangi bir temele dayanmamaktadır ve Kambriyen canlılarının kökenini oluşturduğu iddiası tamamen bir aldatmacadan ibarettir.
Ancak bu gerçek, neo-Darwinistleri engellemedi. Tüm canlılığın, tek bir hücreden, rastgele meydana gelen ve her nasılsa genellikle fayda getiren mutasyonlarla, şu an görüp bildiğimiz olağanüstü kompleksliğe sahip şekle dönüştüğü ve mükemmel görünümünü aldığı senaryosunu öne sürdüler. Bunu kullanarak, yıllardır hiçbir açıklama getiremedikleri, tümüyle evrim teorisini yıkıma uğratan Kambriyen canlılarının da söz konusu mutasyonlarla değişim geçirerek oluştukları açıklamasının arkasına sığındılar.
Öncelikle bugün kabul gören neo-Darwinizm'in, türlerin oluşumunu açklamada kullandğ mekanizmalar için gerekli saylan süreler çok uzundur. Neo-Darwinizm, türlerin oluşumu için, canlnn gen dizilimlerinde rastgele mutasyonlar sonucunda küçük değişiklikler biriktiğini ve bu biriken değişikliklerin nesiller sonra, türlerdeki değişikliklere neden olduğunu iddia eder. Mutasyonlarn canllarn genetik bilgisini geliştirmedikleri gerçeği, bu iddiay en baştan geçersiz klmaktadr. Ancak bir an için tamamen spekülatif olan evrimci iddiay kabul etsek ve mutasyonlarn evrimleştirici bir etkisi olabileceğini varsaysak bile, teori Kambriyen patlamas karşsnda yine de çaresizdir: Kambriyen devrinde ortaya çkan canllarn bu tür küçük değişikliklerle bu kadar ksa bir zaman zarfnda meydana gelmesi kesinlikle imkanszdr. Delilsiz ve mantıksız olan bu iddia da Kambriyen'de ortaya çıkan benzersiz çeşitliliğin sözde evrimi için hiçbir şey sağlamamaktadır.
Ancak bunun daha da ötesinde, neo-Darwinizm'in genetik bilgiye "daima olumlu" yenilikler ekleyerek canlıları kompleks canlılara evrimleştirdiği iddiası teorinin kendisini geçersiz kılmaktadır. Neo-Darwinizm, mutasyonların "fayda" getirecekleri tezi üzerine üretilmiş bir senaryodur. Genetik bilimi, bir mutasyonun fayda getirip, bir canlının, kusursuz ve tamamen farklı özelliklere sahip bambaşka bir canlıya dönüşüm gösterdiğini hiçbir zaman gözlemleyememiştir. Hatta tek bir hücreye fayda getirip onu geliştirmiş bir mutasyon örneği bile yoktur. Dolayısıyla, teori herhangi bir temele dayanmamaktadır ve bu teorinin geçersizliği ile birlikte Kambriyen canlıları ile ilgili olarak öne sürülen iddia da ortadan kalkmış olmaktadır.
Kambriyen canlılarının ortaya çıkışı, aniden müthiş bir hücre çeşitliliğinin ortaya çıkışı anlamına geliyordu. Prekambriyen'de ortaya çıkan süngerler bile, dört farklı hücre tipine sahip olarak tanımlanmışlardı. Kambriyen'de var olan çok daha kompleks varlıklar ise, kuşkusuz çok daha fazlasına sahiptiler. Ve neo-Darwinistlerin, Kambriyen'de ortaya çıkan bu muazzam çeşitliliğe açıklama getirmeleri gerekiyordu. Ancak neo-Darwinistler, bu hücre tiplerinden bir tanesini bile açıklayamamaktadırlar.
Kambriyen canlıları ile ilgili olarak neo-Darwinizm'in en çıkmazda olduğu konu, aniden ortaya çıkan müthiş hücre çeşitliliğiydi. Günümüz canlıları üzerinde yapılan çalışmalar, Prekambriyen'de ortaya çıkan süngerlerin, dört farklı hücre tipine sahip olmaları gerektiğini ortaya koymuştu.136 Buna göre, Kambriyen döneminde ortaya çıkan daha kompleks canlıların çok fazla sayıda ve çok çeşitli hücre tipine gereksinimleri olmalıydı. Çünkü farklı özellikler ve canlılardaki farklı fonksiyonlar, daima farklı hücre tiplerinin farklı çalışma şekillerini gerektiriyordu. Yeni hücre tipleri de, yeni ve özelleşmiş proteinler gerektirmekteydi. Yeni proteinler de, yeni genetik bilgilere gereksinim duymaktaydı. Neo-Darwinizm'in ortaya çıkan bu yeni hücre tiplerinin her birinin oluşumunu açıklaması gerekiyordu.
Moleküler biyologlar son zamanlarda, en küçük kompleks tek hücreli organizmanın, yaşayabilmek için 300 ila 500 gene (yaklaşık 318.000 ila 562.000 nükleotide) ihtiyaç duyacağını hesaplamışlardır. Daha kompleks tek hücreliler 1 milyon nükleotid gerektirirler. Buna göre, trilobit gibi kompleks bir arthropodu meydana getirecek gerekli proteinlerin düzenlenebilmesi için onun katları şeklinde yükselen sayılarda kodlama emirlerinin verilmesi gerekmektedir. Örneğin, günümüz arthropodlarından meyve sineği Drosophila Melanogaster, yaklaşık olarak 180 milyon baz DNA çifti gerektirmektedir. Tek bir hücreden, bir hücre kolonisinin meydana gelmesi, hücre çeşitlerinin çok ciddi şekilde artması, müthiş bir genetik çeşitliliğin hatasız olarak meydana gelmesi anlamına gelmektedir.137
Dolayısıyla, tek hücreden çok hücreli canlıların meydana gelmesi, dev bir genetik bilginin oluşmasını gerektirir. Aynı zamanda genlerin ürünleri olan proteinlerin müthiş bir organizasyon içinde düzenlenmelerini de gerektirmektedir. Yeni proteinler, yeni hücre tipleri gerektirirler. Ve bu yeni proteinler, hücre içindeki yeni sistemler içinde organize olmalıdırlar. Yeni hücre tipleri, yeni dokular, organlar ve vücut sistemleri şeklinde düzenlenmelidirler. Bu durum, tüm vücut planlarının düzenlenmesi şeklinde bir araya gelmeli ve bir organizmayı, bir trilobiti, bir fili, bir insanı meydana getirmelidir. Farklı fonksiyonları meydana getiren farklı parçalar, tek bir organizmanın en mükemmel şekilde yaşamını devam ettirebileceği şekilde kusursuz olarak organize olmalıdırlar. Bu nedenle evrimcilerin, Kambriyen döneminde bu aşamalarla ortaya çıkmasını bekledikleri yeni canlılar, en küçük birimlerinden tüm fonksiyonel özelliklerine kadar herşeyde hiyerarşik bir organizasyona sahip olmalıdırlar. Olağanüstü derecede üstün ve fonksiyonel, aynı zamanda tüm parçaları özellikli olan yepyeni bir düzenlemenin meydana gelmesi ve bunda hiçbir aksama oluşmaması gerekmektedir.
Tek hücreden çok hücreye geçiş, dev bir genetik bilginin oluşması anlamına gelmektedir. Yeni proteinler yeni hücre tipleri şeklinde; yeni hücre tipleri ise yeni dokular, organlar ve vücut sistemleri şeklinde düzenlenmelidirler. Ancak Darwinistler, henüz tek bir proteinin bile tesadüfen ortaya çıkışını açıklayamamışlardır.
Tek bir hücrede herhangi bir olumlu değişimin, fonksiyonel farklılaşmanın ve mükemmel bir yapı ve işlev dönüşümünün açıklamasını yapamamış olan neo-Darwinistler için, çok hücreli Kambriyen canlılarının oluşumu bir problemdir. Kambriyen patlamasında ortaya çıkan vücut planlarındaki özel komplekslik, her detayda açıklama gerektirmektedir. Ve neo-Darwinizm'in bunların hiçbirine getirebildiği bilimsel bir açıklama yoktur.
Cambridge Üniversitesi, Bilim Tarihi ve Felsefesi bölümünden Stephen C. Meyer, neo-Darwinistlerin iddialarının çürüklüğünü ve başarısızlığını şu sözlerle ifade etmektedir:
İkinci senaryoda, neo-Darwinistler yeni gen ve proteinlerin, daha önce var olan ve proteinleri kodlayan genetik dizilimdeki sayısız başarılı mutasyon sonucunda meydana gelebileceklerini tasarladılar. Dawkins'in benzetmesini buraya uyarlarsak, bu senaryo fonksiyonel bir zirveden yavaş yavaş inip, daha sonra diğerine tırmanmayı tasarlamaktadır. Ancak hücredeki mutasyon deneyleri, yeniden zorluklar sunmaktadır. Son deneyler, tek bir kıvrım ve fonksiyona sahip proteinler tarafından yerleştirilen amino asit sıralama bölgesini keşfederken bile, pek çok çoklu-pozisyon değişikliklerinin proteinin fonksiyonunu kaybetmesine neden olduğunu gösterdi. Elbette bir proteini, tamamen yeni bir yapı ve fonksiyona sahip diğer bir proteine dönüştürmek, pek çok bölgede oldukça özelleşmiş değişikliklerin olmasını gerektirmektedir. Gerçekten de, yeni bir protein meydana getirmek için gerekli olan değişiklik sayısı, fonksiyonel kayıpları meydana getiren değişikliklerin sayısını artırmaktadır. Bunu baz alarak, yeni bir fonksiyonu meydana getirmek için gereken değişikliklerin rastgele aranışı sırasında fonksiyonel kayıplardan kurtulma ihtimali oldukça düşüktür – ve bu ihtimal, her yeni gerekli değişiklik ile katlanarak azalmaktadır. Bu nedenle, Axe'in sonuçlarının gösterdiğine göre, tüm olasılıklarda, yeni proteinlerin rastgele aranması, yeni fonksiyonel bir proteinin ortaya çıkmasından çok önce, fonksiyonel kayıp ile sonuçlanacaktır.138
1990'ların başında yapılan hesaplamalar, 100 amino asitten oluşan kısa bir proteinin rastgele meydana gelen bir dizilimle oluşma ihtimalinin 1065'te bir olduğunu ortaya koymuştur.139 Kambriyen'de ortaya çıkan yapılar ise, çok daha fazla amino asitin bir araya gelmesi sonucunda oluşan fonksiyonel ve çok daha kompleks proteinlerin varlığını gerektirmektedir. Neo-Darwinistlerin, ortaya çıkan 50 filum içinde var olan tüm türlerdeki her bir farklı hücre yapısını şekillendiren farklı proteinlerin teker teker oluşumlarını açıklamaları gerekmektedir. Neo-Darwinizm, henüz tek bir farklı hücre tipi için bile açıklama getirebilmiş değildir.
Londra Doğa Tarihi Müzesi paleontologlarından evrimci Richard Fortey, bu gerçeği şu sözlerle açıklamıştır:
Daha eski bir ataya ait bir delil bulunsa dahi, Kambriyen'in en alt tabakalarnda neden o kadar çok hayvann, boyut olarak o kadar çok büyüdüğünü ve neden o kadar ksa sürede kabuk elde ettiğini açklamak, bir çelişki olarak kalacaktr.140
Bu hayali faydalı mutasyonların gerçekleştiğini varsaydığımızda bile, evrimcilerin öne sürdüğü ikinci sözde evrimleştirici mekanizmanın yani doğal seleksiyonun zorluk çıkardığı gerçeği ortaya çıkar. Yeni hücre tiplerinin, fonksiyonel olabilmek için, birbirleriyle yakın koordinasyon içinde olmaları gerekmektedir. Bu da tümüyle bir organı meydana getiren tüm sistemlerin aynı anda hatasız şekilde var olmalarını gerektirmektedir. Evrimin iddiasına göre, fonksiyonel avantajlar doğal seleksiyon mekanizması yoluyla seçilirken, fonksiyonel olmayan proteinler seçilmeyecektir. Dolayısıyla bir hücrenin, diğer hücrelerle birlikte fonksiyonel bir şekilde işlevini yerine getirene kadar yok olup gitmiş olması gerekmektedir. Tüm bunlar elbette, her iki mekanizmanın varlığı durumunda, evrimin hiçbir şekilde gerçekleşemeyeceğini açıkça gösterir.
Japon bilim adam Susomo Ohno, Proceedings of the National Academy of Sciences (Ulusal Bilimler Akademisi Yöntemleri) dergisinde bu gerçeği çeşitli hesaplamalarla şöyle açklar:
Rastgele meydana gelen mutasyon orannn ylda baz çifti başna 10-9 olduğunu varsayarak ve doğal seleksiyonun negatif etkilerini de göz önünde bulundurarak, DNA baz dizilerinde %1'lik bir değişiklik olabilmesi için 10 milyon yla ihtiyaç vardr. Evrimsel zamanda ise 6-10 milyon yl göz krpmas kadar ksadr. Hayvanlar aleminin neredeyse tüm filumlarnn aniden ortaya çkşn gösteren Kambriyen patlamasnn 6-10 milyon yllk bir zaman arasnda meydana gelmesinin ise kesinlikle genlerdeki mutasyonlara bağl değişimlerle açklanmas mümkün değildir.141
Stasis, yani fosil kayıtlarındaki durağanlık da, neo-Darwinizm'in öngördüğü mutasyonlarla aşamalı evrim modelini reddetmektedir. Canlıların pek çoğunun, fosil kayıtlarında milyonlarca yıl önce bıraktıkları izleri, yaşayan örnekleri ile aynıdır. Aşama aşama evrimsel gelişimden eser yoktur. Fosil kayıtları, hiçbir ara geçiş örneği vermemektedir.
Stasis yani fosil kayıtlarındaki durağanlık da, neo-Darwinizm'in öngördüğü mutasyonlarla aşamalı evrim modelini reddetmektedir.(Bkz. www.yasayanfosiller.com) Stasis, yaşayan canlıların milyonlarca yıl önceki örneklerinin, günümüzdeki halleriyle fosil kayıtlarında kendisini göstermesi anlamına gelir. Stasis gerçeğine göre canlılar, fosil kayıtlarında, milyonlarca yıl önce bıraktıkları kalıntılarla aynı özelliklere sahip olarak günümüzde veya günümüze yakın tarihlerde ortaya çıkmaktadırlar. Söz konusu fosil kayıtları, hiçbir ara geçiş örneği vermemekte ve milyonlarca yıl boyunca hiçbir değişim göstermemektedirler. Bu durum, canlıların evrim geçirmemiş olduklarını doğrulamakta ve neo-Darwinizm'e en büyük darbelerden birini oluşturmaktadır. Harvard Üniversitesi Jeoloji bölümünden evrimci Peter G. Williamson, Nature dergisindeki yazısında bu durumu şu şekilde açıklamıştır.
Temel problem morfolojik (yapısal) stasisdir. Bir teori, ancak teorisyenlerin tahminleri kadar iyidir. Ve evrimsel sürece ayrıntılı bir açıklama getirme iddiasındaki geleneksel neo-Darwinizm, şu anda fosil kayıtlarının en çarpıcı gerçeklerinden biri olarak tanımlanan Dünya'nın her yanına yayılmış uzun süreli morfolojik stasisi tahmin etme konusunda başarısızlığa düşmüştür.142
Stephen J. Gould'un, neo-Darwinizm'in fosil kayıtları tarafından desteklenmediğini itiraf etmesinin ardından bu gerçek karşısında teorinin düştüğü durumu anlatan ifadeleri ise bir ölüm ilanından farksızdır:
Ders kitaplarında onaylanmış olmakta ısrar etse de, (neo-Darwinizm) fiilen ölmüştür.143
Neo-Darwinizm, ya da diğer adıyla Modern Sentetik Teori, sadece evrimcilerin karşı karşıya bulunduğu büyük ihtiyaçtan, delil yokluğundan dolayı ortaya atılmış bir teoridir. Kambriyen patlamasına bir açıklama getirebilmek, evrimi ayakta tutmak için senaryolaşmış bir diğer iddia, bir diğer hikayedir. Öyle ki, bazı evrimciler bile bu iddianın geçersizliği konusunda hemfikirdirler.
Chicago Museum'dan evrimci paleontolog Dr. David Raup, bu gerçeği şu şekilde dile getirmiştir:
"İddialarını 30'ların sonlarında ve 40'larda geliştiren neo-Darwinizm teorisinin bütün yazarları etkilerini kaybediyorlar... Tahminime göre, bütün bu kavram bir on sene içinde tamamen reddedilecek ve bunun yerini alacak yeni bir teori planlanacak. Yeni bir düşünce tarzı her yeri silip süpürecek."
Bu teori ne olacak peki? Dr. Raup şu şekilde itiraf eder: "Hiçbir fikrim yok."144
Kambriyen patlamasının hayali evrimsel kökenine dair herhangi bir açıklama getiremeyen evrimciler, şu önemli gerçeğin aslında açıkça farkına varmışlardı: Genetik biliminin ortaya koyduğu yenilikler, birbirinden olağanüstü derecede farklılık gösteren çeşit çeşit canlıların, "ortak bir ata"ya sahip olduğu iddiasını tümüyle geçersiz kılıyordu. Bu durum karşısında evrimciler iddialarını, genetik bilimine uydurma ihtiyacı duydular. Hox genleri iddiası, bu çabanın sonunda ortaya atıldı.
Hox (homeobox) genleri, farklı hayvan gruplarında ortak olarak bulunduğu keşfedilen bir grup gendir. Bunları diğer genlerden ayıran özellikleri, canlıların vücutlarının inşasında üstlendikleri merkezi görevdir. Hox genleri, döllenmiş yumurta hücresinden yetişkinliğe kadar tüm canlı gelişimini kontrol eden; belli bir organı inşa edecek genlere, ne zaman ve nerede devreye gireceklerini söyleyen yönetici genlerdir. Hox genleri, embriyo hücrelerinde vücutta hangi yapıların nerede bulunacaklarını ve bu nedenle de neye dönüşeceklerini belirleyen genlerdir. Örneğin omuriliği meydana getirecek olan hücreler, daha ilk embriyonun oluştuğu andan itibaren, omurilik bölgesine yerleşirler. Gözler için belirlenen hücreler de, baş kısmındaki yerlerini alırlar. Bu düzen, Hox genlerinde kodlanmıştır. Hox genlerinin verdiği komutlar, yine Hox genlerinin ürettiği 60 amino asit dizilimli bir başlatıcı proteinle ulaştırılır. Bu protein, ilgili genlere bağlanarak onları harekete geçirir. Öte yandan, herhangi bir organın, örneğin gözün, üretim bilgileri Hox genlerinde bulunmaz. Onlar sadece bu bilgiyi taşıyan genleri aktif veya pasif hale geçirmekle yükümlüdürler. Kısacası Hox genleri, sadece belli bir üretimle ilgili gen grubunu açıp kapatan düğmeler gibidir. Örneğin memelilerdeki vücut planı, mimarisi, görünüşü ve gelişimi yaklaşık 40 kadar Hox geni ile kontrol edilmektedir.145
Hox genlerinin kromozom üzerindeki diziliş sıraları, yine bu genlerin beden üzerindeki dizilimleriyle aynıdır. Drosophilia meyve sineklerinde bu genlerin yerlerinin değiştirilmesi, kafaları karınlarından çıkan garip canlıların ortaya çıkmalarına sebep olmuştur. Dolayısıyla, bu kompleks yapılarda meydana gelen "bilinçli" bir mutasyonun bile, yıkıcı etkileri olduğu açıktır. Bu gerçek, konuyla ilgili tüm Darwinist iddiaları ortadan kaldırmaktadır.
Hox genlerinin önemli bir özellikleri, genlerin kromozom üzerindeki diziliş sıralarının, yine bu genlerin ilgili oldukları bölgelerin beden üzerindeki dizilimleriyle aynı olmasıdır. Örneğin bir sineği başından itibaren inceleyecek olursak, bedeninin çeşitli bölümlerden meydana geldiğini görebiliriz. Baş kısmı, gövde kısmı ve karın kısmı. Sineğin Homeobox genlerinde, önce kafanın üretimini yöneten gen, sonra gövdenin üretimini yöneten gen gelir ve sıra bu şekilde devam eder.
Bilim adamları bu dizilimi keşfettiklerinde Hox genlerinin dizilimleriyle oynamanın canlı üzerinde ne gibi etkiler ortaya çıkaracağını merak etmiş, bunun için bazı mutasyon deneyleri gerçekleştirmişlerdir. Drosophilia meyve sineklerinde bu genlerin yerlerinin değiştirilmesi, kafaları karınlarından, kolları kafalarından çıkan garip varlıkların ortaya çıkmalarına neden olmuştur.146
Bu sonuçlar, canlıların ne denli kompleks olduğunu, bu komplekslik üzerindeki rastlantısal değişimlerin (mutasyonların) organizma üzerinde kaçınılmaz olarak yıkıcı olduğunu açıkça göstermiştir. Böylece, Hox mutasyonlarının canlıları başka canlılara evrimleştirebileceği düşüncesinin bir hayalden ibaret olduğu ortaya çıkmıştır. Güney Carolina Tıp Üniversitesi Biyokimya ve Moleküler Biyoloji bölümünden Dr. Christian Schwabe, bu yöndeki sonuçları şöyle ifade eder: Homeotik genler gibi kontrol genleri, fenotipleri* muhtemelen değiştirebilen mutasyonların hedefleri olabilir. Ancak şu unutulmamalıdır ki, kompleks bir sistemdeki değişiklikler ne kadar merkezi olursa bunların çevresel etkileri de o kadar yıkıcı olur… Drosophilia [meyve sineği] genlerinde meydana getirilen homeotik değişimler, sadece çirkin ve garip varlıklarla son bulmuştur ve çoğu deneyci, mutasyona uğrattıkları Drosophilialardan bir arı elde etmeyi umut etmemektedirler.147 Görüldüğü gibi bir canlının gelişimi son derece kompleks bir süreçtir. Böylesine kompleks bir süreci yöneten Hox genleri ise, rastlantısal değişim senaryolarını kesin olarak reddetmektedir. Ancak yine de, bazı evrimciler bilimin gösterdiği bu gerçeği görmezden gelerek Hox genleriyle ilgili evrimsel senaryoları savunmayı kendilerince sürdürmektedirler. Berkeley'deki California Üniversitesi'nden James Valentine, Chicago Üniversitesi'nden David Jablonski ve Washington DC'deki Doğal Tarih Müzesi'nden Douglas Erwin, Hox genleriyle Kambriyen canlılarının ani ortaya çıkışını bağdaştırmakta, bu dönemde ortaya çıkan çok sayıda filumun, bu genlerde meydana gelen mutasyonlar sonucunda farklılaştığını öne sürmektedirler. Bu senaryoyu Hox mutasyonlarının bilinen yıkıcı etkisinden korumak içinse "o dönemdeki Hox genleri çok esnekti, kapasite olarak değişime izin veriyorlardı" gibi hiçbir bilimsel gözleme dayanmayan, tamamen yapay bir iddiaya sarılmaktadırlar. Cambridge Üniversitesi'nden Simon Conway Morris, bu varsayılan esnekliğin hiçbir bilimsel dayanağının olmadığını şu şekilde ifade etmiştir:
Valentine'e göre, tıpkı konuşma dilinin tüm insan kültürünü destekleyecek kadar esnek olması gibi, genlerin bu dizilimini ifade eden genetik dil de şaşırtıcı hayvan çeşitliliğinin tamamının sebebi olabilecek kadar temel, güçlü ve uyumlandırabilir nitelikteydi.
Bunları duymak çok güzeldi, fakat cesurca iddialarda bulunmak işin kolay yanıydı. Diğer meslektaşlarını ikna etmek için birtakım delillerin olması gerekiyordu. Valentine'in, Jablonski'nin ve Erwin'in, bu genlerin Kambriyen'de gerçekten mevcut olduklarını göstermeleri gerekiyordu. Bu bir problem oluşturuyordu – genler fosil bırakmıyorlardı. En azından yarım milyar yıl ve daha öncesinden kalanlar.148
Zoolog ve moleküler biyolog Dr. Raymond G. Bohlin ise Kambriyen'deki Hox genlerinin hayali esnekliğiyle ilgili varsayımın bilim dışı yönünü şu şekilde anlatır:
Bazı evrimciler daha da ileri giderek Kambriyen'de işleyen evrim mekanizmasının, o zamandan bu zamana süregelenden tamamen farklı olduğunu iddia ettiler. Bu durum, söz konusu mekanizmaları hiçbir zaman inceleyemeyeceğimiz ihtimalini, çünkü düzgün genetik yapılara sahip bu canlıların şu anda var olmadıklarını ortaya çıkarmaktadır. Elimizde sadece Kambriyen canlıları vardır ve bunların öncüleri bulunmamaktadır. Bu nedenle spekülasyonlar çılgınca ve kontrol edilemez bir hale gelecektir, çünkü bu teorileri test edebilme yolu olmayacaktır. Fosiller genetik organizasyonların izlerini hiçbir zaman bırakmazlar.149
Hox genlerinin fosil kayıtlarında yer almaması, evrimciler açısından bir problemdir. Ancak evrimciler, Kambriyen canlılarının söz konusu genlerini fosillerde bulmuş olsalar da kendileri için sorun çözümlenmiş olmayacaktır. Çünkü Hox genlerinin yapı ve işlevleri, evrim teorisini desteklememektedir. Bu genlerin özelliği, sadece zaten kodlanmış olan yapıları kontrol etmeleridir. Bu genler, yeni bir yapıyı kodlayamaz, olmayan bir özelliği organizmaya ekleyemezler. Yapıların oluşması için yeni genetik bilgiyi sağlamazlar. Onlar sadece düzenleyicidirler. Kendilerine verilmiş bilgileri kullanır ve onları, Allah'ın izni ve dilemesiyle, vücut içinde bir düzen oluşturacak şekilde organize ederler. Dolayısıyla, bir canlıdan, tamamen farklı başka bir canlının oluşması için gereken yeni bilgilerin, yeni yapıların ve yeni organların sebebi olmaları mümkün değildir.
Çin'in Chengjiang faunasındaki Kambriyen fosillerini bulan ve bunlar üzerinde uzun araştırmalar yapan San Francisco Biyoloji Departmanı'nın başında bulunan Dr. Paul Chien, bu konuyla ilgili olarak şunları söylemektedir.
Başka teoriler de vardır. Berkeley profesörü James Valentine'ınki gibi. (...) Gelişen biyolojide embriyo üzerindeki çalışmalar, Hox geni adı verilen büyük bir keşfi ortaya çıkardı. Bunlar düzenleyici genlerdir ve göz ve diğer yapıların gelişiminin açma kapama düğmeleridir.
Valentine, ilkel organizmaların yeterli miktarda Hox genlerinin bulunduğunu ve bunların aniden farklı yapılar meydana getirdiklerini savunmaktadır. Böylelikle Kambriyen patlamasını bu Hox geni kümeleşmesi ile ilişkilendirmeye çalışır. Ama sanırım pek çok teorik zorluk ile karşı karşıya kalmaktadır.
Jonathan Wells'in ise Hox geninin bunları yapamayacağına dair bir fikri vardır. Hox genlerinin sadece düğmeler olduğunu belirtir. Farklı sistemlerde bu düğmeyi açabilirsiniz ve bu sadece çalışır veya durur. Ama Hox genleri ile yeni bir bilgi ekleyemezsiniz.150
Evrimcilerin açıklayamadıkları bir başka nokta da, ilk Hox geninin nasıl ortaya çıkmış olduğudur. Evrimciler, Hox genlerinin oluşturduğu yığınların Kambriyen çeşitliliğine sebep olduklarını iddia ederler. Ancak son derece kompleks bir yapıya, mükemmel bir dizilim ve işleyişe sahip olan bu düzenleyici genlerin nasıl ortaya çıktıkları konusunda sessizdirler. Farklı özelliklerin düzenlenmesini kontrol eden farklı genlerin, birbirlerinden evrimleştiklerini iddia ederler, ki bu bilimsel olarak imkansızdır. Zaten tüm bunların "atası" olduğunu iddia ettikleri hayali "ilk Hox geninin" tesadüfen nasıl ortaya çıktığı da hala açıklama beklemektedir.
Simon Conway Morris’in Kambriyen canlılarını konu alan kitabı “The Crucible of Creation”.
Kaldı ki Hox genlerinde, Kambriyen patlaması gibi biyolojik bir Big Bang ortaya çıkaracak potansiyel bulunduğunu iddia edenler, bunun neden doğa tarihinin sonraki 540 milyon yıllık bölümünde gerçekleşmediğini de açıklamak zorundadır. Hox genlerinde böyle bir potansiyel varsa, Kambriyen sonrası dönemde yaşamış canlılar neden başka patlamalar meydana getirmemiş, neden bambaşka filumlar ortaya çıkmamıştır? Bu durum günümüz için de geçerlidir. Neden günümüz bilim adamları böyle değişimlere şahit olmamaktadırlar? Nature, Science gibi bilim dergilerinde bu gibi gözlemlerin devamlı olarak rapor edilmesi gerekirken, neden yayınlanmış tek bir örnek dahi bulunmamaktadır?
Ayrıca Hox mutasyonlarının -daha önce belirttiğimiz meyve sineklerinde görüldüğü gibi- garip varlıklar meydana getirdiği bir gerçektir. Kambriyen filumlarının daha önce yaşamış tek hücrelilerden evrimleştiği teorisi de, sayısız canlının sakat doğmuş olmasını gerektirir. Dolayısıyla eğer Kambriyen filumları Hox mutasyonlarıyla ortaya çıkmışsa, sayısız garip canlının fosilleri nerededir? Örneğin neden ayakları kafasından çıkmış trilobit fosillerine rastlanmamaktadır? Neden canlılar fosil kayıtlarında daima kusursuzca gelişmiş yapıdadır?
Evrim teorisinin bunlara verebilecek hiçbir cevabı yoktur.
Simon Conway Morris, bu "cevapsızlığı" kitabında şöyle itiraf eder:
Eğer bizler, vücut bölümleri ve kol ve bacaklar gibi özelliklerin oluştuğu bir seri embriyotik aşama yoluyla döllenmiş bir yumurtadan bir hayvanın nasıl geliştiğini açıklayabilirsek, bu durumda bu bilgiyi Kambriyen patlamasına da uygulama gibi olağanüstü bir ihtimal oluşur. Peki farklı canlılar, farklı genetik talimat dizilerine sahip midirler? Eğer öyleyse, bunlar nasıl evrimleşmiş olabilirler ve Kambriyen evrimsel patlamasında bugün var olmayan özel mekanizmalar mı görev almıştır? İstisnai olarak gevşek olan genetik talimat dizilerinin, Kambriyen sularındaki hayvan vücut planlarının görünür bolluğunu açıklamak için nadiren de olsa değişken olduğunu öne sürmek gerekli midir? Hala, kesin cevaplar vermekten çok uzağız, ama şu anda ve her nasılsa sürpriz bir şekilde, bütün bu sorulara verilecek cevap 'Hayır' gibi görünüyor.151
Kuşkusuz hayali bir evrimsel gelişimin Hox genleriyle nasıl sağlanacağına evrimcilerin tam anlamıyla cevapsız kalması, Hox genleriyle ilgili Kambriyen senaryosunun tümüyle tutarsız, körü körüne bir inançtan ibaret olduğunu açıkça göstermektedir. Hox genlerinin Kambriyen canlılarının evrimine ve çeşitliliğine sebep olduğu iddiası, bilimsellikten tamamen uzak ve spekülatiftir. Time dergisindeki "When Life Exploded" (Yaşam Patladığında) başlıklı Kambriyen patlamasını konu alan yazıda, evrimcilerin Hox geni iddiasının hayal ürünü olduğu gerçeği, açıkça ifade edilmiştir:
Elbette, Kambriyen patlamasını neyin mümkün kıldığını anlamak, bunun nasıl bu kadar hızlı gerçekleştiği gibi çok daha büyük bir soruyu yanıtlamamaktadır. Burada bilim adamları nazik bir şekilde ince buz şeklindeki verilerin üzerinden kaymakta, somut delillerden çok sezgilere dayanan senaryolar öne sürmektedirler.152
Kambriyen canlılarının nasıl meydana çıktıkları ile ilgili olarak ortaya atılan her teori, bir zandır, evrimcilerin gerçekleşmiş olmasını çok istedikleri bir hikayedir. Evrimciler, bilimsel olarak gerçekleşme ihtimali olmadığını çok iyi bilmelerine rağmen, iddialarından vazgeçmez, birini savunamaz hale gelince, diğerini üretirler. Bu hayal gücü, evrimciler için sorun değildir. Dünya üzerindeki canlı tarihini zaten tamamen baştan kurgulamışlardır ve bu senaryonun içindeki detaylara da yeni hikayeler uydurmakta sakınca görmezler. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar, ortada, kesin olarak açıklayamadıkları Kambriyen canlıları vardır.
Allah ayetinde şu şekilde buyurmaktadır:
Onlar (inanmayanlar) bir düzen kurdular. Allah da (buna karşılık) bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır. (Al-i İmran Suresi, 54)
İşte inkar edenler, ayette belirtilen bu gerçekten habersizdirler. Allah'ı inkar eden, Allah'a karşı mücadelede kararlı olanların mutlaka Allah'ın düzeni ile karşılaşacaklarını bilmemektedirler. Her şeyi Allah'ın yarattığına inanmayı reddettikleri için, yerde ve gökte olanların tümünün, kendi yapıp ettiklerinin tamamının, Allah'ın kontrolünde olduğunu anlamazlar. Allah'ın kusursuz yaratışını, Kendisi'ne karşı gelenlerin hangi örneklerle ortaya çıkacaklarını bildiğini kavrayamazlar. Allah'a karşı getirilen tüm örneklerin, tüm iddiaların, daha baştan geçersiz olduğunu görüp idrak edemezler. İşte bu nedenle boşa uğraşıp durur, yaratılış gerçeğine karşı sürekli olarak teoriler üretmeye kalkışırlar. Asla sonuç alamayacakları bir yola sapar ve ömürlerini bu uğurda harcar dururlar. Oysa onları da, 530 milyon yıl önce yaşamış olan Kambriyen canlılarını da yaratmış olan Allah'tır ve Allah, onların her yaptığını bilen ve görendir. Her birinin yaptıklarını ahirette mutlaka kendilerine haber verecektir.
Dikkatli olun; göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır. O, üzerinde bulunduğunuz şeyi elbette bilir. Ve O'na döndürülecekleri gün, yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah, herşeyi bilendir. (Nur Suresi, 64)
Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164) |
127- Gregory A. Wray, “The Grand Scheme of Life”, Review of The Crucible Creation: The Burgess Shale and the Rise of Animals by Simon Conway Morris, Trends in Genetics, Şubat 1999, vol 15, no. 2
128- http://www.leaderu.com/orgs/probe/docs/bigbang.html
129- Steven Darksyde, The Cambrian Explosion And Creationism, http://politics.h umanbeams.com/p405darksyde-cambrianexplosion.php
130- http://www.newscientist.com/article.ns?id=mg17823904.500
131- BBC Science and Nature, Horizon: Snowball Earth, http://www.bbc.co.uk/science/horizon/2000/snowballearth.shtml
132- http://www.newscientist.com/article.ns?id=mg17823904.500 - Snowball Earth, Gabrielle Walker, Crown Publishers, 2003, s. 203
133- Andrew Parker, In The Blink of an Eye, Perseus Publishing, Nisan 2003, s. 42
134- http://www.newscientist.com/article.ns?id=mg17823904.500
135- http://www.origins.org/articles/chien_explosionoflife.html
136- http://www.discovery.org/scripts/viewDB/ index.php?command=view&id=2177
137- http://www.discovery.org/scripts/viewDB/ index.php?command=view&id=2177
138- http://www.discovery.org/scripts/viewDB/ index.php?command=view&id=2177
139- http://www.discovery.org/scripts/viewDB/ index.php?command=view&id=2177
140- Richard Fortey, “Cambrian Explosion Exploded?”, Science, 20 Temmuz 2001 -http://www.sciencemag.org/cgi/content/full/293/5529/438?maxtoshow=&HITS=
10&hits=10&RESULTFORMAT=&author1=Fortey%2C+Richard&titleabstract=cambrian&searchid=1130628266485_5010&stored_search=&FIRSTINDEX=0&fdate=10/1/1995&tdate=10/31/2005
141- Susumo Ohno, “The notion of the Cambrian pananimalia genome”, Proceedings of the National Academy of Sciences USA 93 (Ağustos 1996): 8475-78
142- Peter G. Williamson, "Morphological stasis and developmental constraint: real problems for neo-Darwinism," Nature, vol 294, 19 Kasım 1981, s.214 -http://members.iinet.net.au/~sejones/fsslrc02.html
143- http://www.arn.org/docs/abstasis.htm
144- Luther Sunderland, Darwin’s Enigma “Ebbing the Tide of Naturalism”, Master Books, 2. Baskı, Mayıs 2002, s. 114
145- http://www.biltek.tubitak.gov.tr/merak_ettikleriniz/index.php?kategori_id=7&soru_id=1088
146- http://www.newscientist.com/article.ns?id=mg15621045.100
147- Mini Review: C. Schwabe, 1994. Theoretical limitations of molecular phylogenetics and the evolution of relaxins. Comp. Biochem. Physiol.107B:167–177;
Don Batten, Hox (homeobox) Genes—Evolution’s Saviour?, http://www.answersingenesis.org/docs/4205.asp
148- http://www.newscientist.com/article.ns?id=mg15621045.100
149- http://www.leaderu.com/orgs/probe/docs/bigbang.html
150- http://www.origins.org/articles/chien_explosionoflife.html
151- Simon Conway Morris, The Crucible Creation The Burgess Shale and the Rise of Animals, Oxford University Press, 1999, s. 148
152- Nash J. Madeleine, "When Life Exploded," Time, 4 Aralık 1995, s. 74 - http://www.leaderu.com/orgs/probe/docs/bigbang.html