Evrensel gazetesinde 21 Mart 2002 tarihinde yayınlanan bir haber, insanın sözde evrimi hakkında, bu teoriyi öne sürenlerin arasında süregelen tartışmaları gözler önüne seriyordu. İddiaya göre insan Afrika'da ortaya çıkmış ve daha sonra yeryüzüne yayılmıştı. Aşağıdaki yazıda bu iddia bilimsel verilerle birlikte değerlendirilecektir.
Evrensel gazetesinde yer alan haberin kaynağı ünlü Nature dergisinde yayınlanan bir araştırmadır. Ancak Evrensel'in haberinde aktarılanlarla kaynak araştırmanın sonuçları birbirini tutmamaktadır. Evrensel'in haberine göre insanoğlu Afrika'dan çıkarak tüm dünyaya yayılmıştır. Oysa araştırma bu hipotezin doğruluğunu sorgulamış ve böyle bir çıkarımda bulunulamayacağı sonucuna ulaşmıştır.
Gerçekte bir insan ırkı olan Homo erectus'un yer ve zaman açısından yeryüzüne yayılımı üzerine kesin bir şey söylemek imkansızdır. Bu gerçek araştırmayı yürüten bilim adamları tarafından şöyle aktarılmıştır:
Bu sınıfın Avrasya'da ve güney-doğu Asya'da ortaya çıkışı hakkındaki belirsizlikler, H. erectus'un kökeninin yeri ve zamanını doğru olarak belirlemeyi imkansız kılmaktadır. Elimizdeki deliller coğrafi yayılımının yönünü saptamak için yetersiz.1
Bilindiği gibi evrim masalı anlatılırken insan ile şempanze arasında pek çok tür adlandırılmakta ve bunlar insan ile maymun arası yaratıklar olarak öne sürülmektedir. Çünkü evrimcilerin insanla şempanzenin sözde ortak bir atadan geldiği iddiasına delil gösterebilmeleri için, aralara yerleştirecekleri "ara" türlere ihtiyaçları vardır. Ancak veriler ön yargısız bir gözle incelendiğinde, öne sürülen ara türlerin gerçekte kaybolmuş insan ırklarına veya soyu tükenmiş maymun türlerine ait olduğu ortaya çıkmaktadır. Senaryo büyük ölçüde hayal gücüne bağlı olduğu için, yeni türlerin belirlenmesi herhangi bir bilimsel yönteme dayanmamakta ve bilim dünyasında büyük tartışmalara yol açmaktadır.
Bu noktada fosillerin taraflı yorumlandığı ortaya çıkmaktadır. Çıkarılan her fosil, evrimciler için, ihtiyaçları doğrultusunda isimlendirdikleri birer malzeme olmaktadır. Bu alanda sıklıkla yapılan hata, sınırlı sayıda fosilden yola çıkılarak yepyeni bir tür tanımlanmasıdır. Bu yaklaşımın doğru olmadığı, bunların aynı türün içindeki varyasyonlar olduğu bugün artık daha güçlü bir şekilde savunulmaktadır. Konunun uzmanı bilim adamları öncelikle, bulunan bir fosilin o türü tam olarak temsil edip etmediğini sorgulamaktadırlar. Sonuç olarak geniş bir fosil yelpazesine sahip olmadıkça yeni bir türün adlandırılmasının yanlış olduğunu ortaya koymaktadırlar.
Evrensel gazetesinde yayınlanan haberin dayanağı olan Nature dergisindeki çalışmada da bu gerçeklere ulaşılmıştır. Çalışmayı yöneten İnsan Evrimi Çalışmaları Laboratuvarı yöneticisi antropolog Tim White, CNN'e yaptığı açıklamada şu tespitlerde bulunmuştur:
Yakın bir zamana dek, toprağın altından çıkan her fosile farklı bir isim verme eğilimi olmuş ve bu da insanın evrimi biyolojisi hakkındaki düşüncemizin yanlış yönlendirici olmasına neden olmuştur.2
‘Bir fosilin ait olduğu topluluğu temsil edip etmediğini bilemezsiniz. Bulduğunuz şeyin tür aralığının herhangi bir ucundan mı, yoksa ortada bir yerinden mi olduğunu bilemezsiniz.’ |
Bulunan her fosili farklı tür adı altında sınıflama, bilim adamlarının son yıllarda farkına vardıkları büyük bir yanılgıdır. Pennsylvania Eyalet Üniversitesi'nden Paleontolog Alan Walker, sınırlı bir iki fosilden yola çıkarak yeni bir tür adlandırmanın yanlışlığını şöyle itiraf etmektedir:
Bir fosilin, ait olduğu topluluğu temsil edip etmediğini bilemezsiniz. Bulduğunuz şeyin, tür aralığının herhangi bir ucundan mı, yoksa ortada bir yerinden mi olduğunu bilmezsiniz.3
Oysa evrimciler buldukları her fosili, başka bir fosille karşılaştırıldığında çok az bir farka sahip de olsa, hemen yepyeni bir tür olarak sınıflayabilmiştirler. Müzeler ve evrim şemaları bu tip fosil türlerle doludur. İşte bu noktada bir türün sahip olduğu çeşitlilik, evrimciler için malzeme olarak kullanılmaktadır. Bu hatalı yaklaşım, insanın sözde evrimi iddiasında sık kullanılan bir yöntemdir. Kendisi de evrimci olmasına rağmen Robert Locke bireyden yola çıkarak bütün bir türün özelliklerini belirlemenin yanlış olacağını açık bir örnekle açıklamıştır:
Eğer gelecekteki bir paleontolog, profesyonel bir basketbolcuya ait kemikleri bulsa, yirminci-yüzyıl insanları dev bir tür olarak görünebilir. Eğer iskelet bir jokeye ait ise, küçük ve sıska iki ayaklılar olarak görünürüz.4
Görüldüğü gibi fosillerin yorumlanması ve sınıflanması çok hassas bir iştir. Kişisel özellikler, başta ırksal özellikler olmak üzere, yaşam biçimi ve beslenme alışkanlığına bağlı olarak değişir. Bu gerçeğe rağmen bulunan yeni bir fosilin az da olsa farklı özellikleri, taraflı bir yorumla, evrim soyağacında ihtiyaç duyulan yeni bir ara türü oluşturmak için yeterli olmaktadır. Şüphesiz bir türün sahip olduğu genetik varyasyon (çeşitlilik), mevcut gen havuzu içinden tek tip değil, farklı özelliklere sahip bireylerden oluşan bir topluluk ortaya çıkmaktadır. Genetik bilimine ait bu gerçekler gözardı edilemez. Buna rağmen evrimi doğrulama arayışındaki paleontologların en büyük malzemesi, özellikle insanın sözde atalarını ararken, insan türüne ait ırklar ve geniş varyasyon zenginliği olmaktadır.
Evrimciler buldukları fosilleri genellikle evrim soyağacında ihtiyaç duyulan yere uygun olacak şekilde yorumlarlar. |
Ne ilginçtir ki, Evrensel gazetesindeki haberin kaynağı olan araştırma yine bu gerçeği ortaya çıkarmıştır. Yazarlar habere konu olan kafatası sayesinde Homo erectus'un alt türlere ayrılmaması gerektiğini anladıklarını belirtmektedirler. Tim White ve Berkeley Üniversitesi'nden diğer antropologlar, farklı türler yaklaşımının ön yargıyla yapılmış aldatıcı bir çıkarım olduğunda hemfikirdirler:
Metrik olarak ya da morfolojik(yapısal) olarak incelensin DAKA kafatası, daha önceki tahminlere göre H. erectus'un coğrafi olarak farklı alt türlere ayırılımının, biyolojik olarak aldatıcı olduğunu, ilk Pleistosen dönemindeki tür çeşitliliğinin suni olarak şişirilmesinden ibaret olduğunu doğrulamaktadır.5
Rutgers Üniversitesinden antropolog Susan Anton da CNN'e yaptığı açıklamada bulunan kafatasını önemli ama tartışmayı sonuçlandırmayan bir bulgu olarak tanımlamış, "Bulunan bu kafatası, tür problemini çözmeyecek."6 diyerek sınıflama çıkmazının üzerinde durmuştur.
Son 2 yıldır Homo erectus insanlarını günümüz insanından ayrı bir tür olarak kabul etmenin yanlış olduğu da artık kabul edilmeye başlanmıştır. Tam anlamıyla dik yürümekte olduğu kabul edilen Homo erectus'un fosilleri, günümüz insan ırkları arasındaki farklardan daha büyük bir fark barındırmamaktadır. Bu nedenle artık Homo erectus farklı bir tür olarak tanımlanmamakta, ancak Homo sapiens insan türü içinde bir varyasyon olarak kabul edilmektedir. Bu görüş geniş bir antropolog kesimi tarafından savunulmaktadır. Paleoantropoloji alanında dünyanın çeşitli ülkelerinden önde gelen isimlerin katıldığı Senckenberg konferansı bu kabulun ön plana çıktığı konferans olmuştur:
Senckenberg konferansındaki katılımcıların çoğu, Michigan Üniversitesi'nden Milford Wolpoff, Canberra Üniversitesi'nden Alan Thorne ve meslektaşlarının başlattığı ve konusu Homo erectus'un taksonomik konumu olan ateşli bir tartışmaya daldılar. Bu kişiler Homo erectus'un bir tür olarak geçerliliğinin olmadığını ve bütünüyle elimine edilmesi gerektiğini ısrarlı bir şekilde ileri sürdüler. Homo türünün bütün üyeleri, doğal herhangi bir ara veya alt bölüm olmaksızın, yaklaşık 2 milyon yıl öncesinden bugüne, çok fazla değişkenlik gösteren, geniş bir alana yayılmış tek bir türe, Homo Sapiens'e aitti. Homo Erectus'un bir tür olarak mevcut olmadığı, konferansın ana konusu oldu.7
Görüldüğü gibi varyasyonlarıyla geniş bir coğrafyaya yayılmış Homo sapiens türü, yani insan, 2 milyon yıldır sabit bir türdür. Homo Erectus ise artık bir insan ırkı olarak kabul edilmektedir.
Michigan Üniversitesi'nden antropolog Milford H. Wolpoff, Science dergisine yazdığı "Homo Sınıflaması" başlıklı makalesinde bu hayali ara türün günümüz insanından başka bir şey olmadığını şöyle açıklamaktadır:
Çoğu paleoantropolog geleneksel görüş olarak, coğrafik olarak dağınık olan çoktipli Homo Erectus türünü, yine coğrafik olarak dağınık olan çoktipli Homo Sapiens türüne evrimleştiğini kabul etmektedirler. Diğerleri ise, soyağacına bağlı bir yaklaşımla, bütün halindeki insan neslini tek bir evrimsel tür olarak tanımlamaktadırlar. Bu, taksomomik olarak ortada yalnızca tek bir Homo türü bulunduğu anlamına gelir, Homo sapiens. Bu her iki evrimsel eğilim ve farklı bölgesel özelliklerin varlığı için de geçerli olan tek yorumdur. Aksi takdirde birbirini takip eden keyfi olarak tanımlanmış türler olmuş olurlar.8
Michigan Üniversitesinden antropolog Milford H. Wolpoff, Homo erectus’ların günümüz insanından farklı olmadıklarını belirtmektedir. |
Bir türün varyasyonlarının olduğu genetik bir gerçektir. Buna rağmen küçük farklardan yola çıkarak keyfi türler belirlemenin bilimsel bir yönü bulunmamaktadır. Bir insan ırkı olan Homo erectus ile "insanın evrimi" senaryosunda atası sayılan maymunlar arasında ise büyük bir uçurum vardır. Kısacası fosil kayıtlarında beliren ilk insanlar, herhangi bir evrim süreci olmadan, bugünkü halleriyle aniden ortaya çıkmışlardır. Bu, insanın yaratılmış olduğunun bilimsel bir kanıtıdır.
1. Tim White et al, Remains of Homo erectus from Bouri-Middle Awash-Ethiopia, Nature 416, s. 317-320, 21 Mart 2002
2. Fossil skull fuels debate over human origin, Mart 21, 2002, www.cnn.com
3. Robert Locke, The first human?, Discovering Archaelogy, Temmuz - Ağustos 1999, s. 36
4. Robert Locke, The first human?, Discovering Archaelogy, Temmuz - Ağustos 1999, s. 36
5. Tim White et al, Remains of Homo erectus from Bouri-Middle Awash-Ethiopia, Nature 416, pp. 317-320, 21 March 2002
6. Fossil skull fuels debate over human origin, March 21, 2002, www.cnn.com
7. Pat Shipman, Doubting Dmanisi, American Scientist, Kasım-Aralık 2000, s. 491
8. Milford H. Wolpoff, The Systematics of Homo, Science, Volume 284, sayı 5421, s. 1773, 11 Haziran 1999