Bilim ve Teknik dergisinin Kasım 2001 sayısında hayatın kökeni hakkında evrim teorisi dışında bir kavramdan söz etmesi ve evrim teorisinin bilimsel çıkmazlarına değinmesi, Darwinist ve materyalist çevrelerde büyük bir panik meydana getirdi.
Bu çevrelerin başlıca yayın organı niteliğindeki Bilim ve Ütopya dergisi, Aralık 2001 sayısında bu paniğin izlerini ortaya koydu. Bilim ve Ütopya yönetimi ve derginin klasik bilirkişileri -Doç. Dr. Haluk Ertan, Prof. Dr. Şevket Ruacan, Prof. Dr. Aykut Kence, Prof Dr. Dinçer Gülen- hep bir ağızdan Bilim ve Teknik dergisinde yer verilen yazıya karşı tepkilerini, kınama mesajlarını dile getirdiler. Bilim ve Ütopya'ya göre, "devletin bilim ve araştırma kurumu olan TÜBİTAK'ın çıkardığı ve esas olarak genç beyinlere seslenen bir bilim dergisinde" yaratılış gerçeğinin dile getirilmesi, kendileri için "asıl şok" sayılıyordu.1
Ancak hem bu şokun etkisinden, hem de savundukları fikirlerin çürüklüğünden dolayı, Bilim ve Ütopya dergisi yazarları bir kez daha son derece çelişkili iddialarda bulundular. Aşağıdaki yazıda, tüm bu yanılgılar açıklanacaktır.
Evrimcilerin çok belirgin bir özelliği, inandıkları teoriyi tartışmaya, çok inatçı bir şekilde karşı çıkmalarıdır. Canlılığın rastlantıların ve doğa kanunlarının ürünü olduğuna körü körüne inanmışlardır ve bunu sorgulayan her türlü eleştiriye büyük bir öfkeyle cevap verirler. Kendilerine son derece somut deliller gösterilse de, bu delilleri tamamen görmezden gelir, konuyu demagoji düzeyine çekmeye çalışırlar.
Bilim ve Teknik dergisinin Kasım 2001 sayısında yayınlanan Prof. Dr. Ali Gören imzalı "Bilinçli Tasarım" başlıklı yazı, Bilim Ütopya yazarlarını paniğe sürükledi. |
Bilim ve Ütopya'nın "Bilim ve Teknik dergisinin 'Bilinçli Tasarım' Yayını Üzerine: Postmodern Bir Demokrasi Anlayışı" başlıklı yazısı bu demagojilerin iyi bir örneğidir. Yazıda, Bilim ve Teknik dergisinin Kasım 2001 tarihli sayısında Prof. Dr. Ali Gören imzasıyla yayınlanan "Yaşamın Kökeni Hakkında Yeni Bir Yaklaşım: Bilinçli Tasarım" başlıklı yazı eleştirilmeye çalışılmaktadır.
Eleştiriye konu olan yazıda Prof. Gören, evrim teorisini çürüten önemli bilimsel kanıtlardan söz etmiştir. Örneğin;
Evrim teorisinin temel iddiası olan "kademe kademe gelişme" iddiasını çürüten "indirgenemez kompleks" biyolojik yapılar,
Bu yapıların bir örneği olan ve hiçbir evrimci tarafından kökeni açıklanamayan "bakteri kamçısı",
İnsan gözünün anatomisi, retina hücrelerindeki kompleks biyokimyasal düzenek, DNA replikasyonunda görev yapan enzimler,
insanın diz ekleminin tasarımı veya "tek yönlü ve daimi nefes akışı" sağlayan özgün kuş akciğeri gibi "indirgenemez kompleks" sistem örnekleri,
Bilim adamlarının "canlılıktaki yaratılışı belirlemek için" ortaya koydukları bilimsel kriterler gibi bilimsel kanıtlara değinilmiştir.
Prof. Gören, bu gibi kanıtların, "canlılık yaratılmıştır, rastlantıların ürünü değildir" sonucunu ortaya çıkardığını açıklamakta ve ardından şöyle yazmaktadır:
Kuşkusuz tasarım konusundaki bu çalışmalar, önemli bir soruyu da beraberinde getiriyor: Tasarımcı kim? Canlıları dizayn eden bilinç, kimin bilinci? Bilinçli tasarım savunucuları, bu sorunun cevabının, bilimin alanı dışında kaldığını belirtiyorlar. Onlara göre bilimin yaşamın kökeni hakkında varabileceği sonuç, canlılığın tasarlanmış olduğunu tespit etmekten ibaret. Yani, bu tasarımın sahibi kim, amacı nedir gibi soruların, kendi alanlarından çıkıp dinin veya felsefenin ilgi alanına girdiğini düşünüyorlar. Profesör Philip Johnson'a göre, "herkes bu sorulara kendi inançlarına ve düşüncelerine göre cevap arayabilir; ama önemli olan, bilimin, hayatı amaçsız bir rastlantılar zinciri olarak gören Darwinist teoriyi reddediyor olması.2
Dikkat edilirse üstteki açıklama, "bilimsel kanıtlar Yaratıcımızın varlığını göstermektedir, ancak Yaratıcımızın vasıflarını bilim yoluyla öğrenemeyiz, bu dinin alanına girer" demektir. Yani bilim dünyasında yaratılış gerçeğini savunan akım, bilimsel kanıtlara dayanmakta, hatta bilimsel kanıtlara dayanmayan hiçbir iddiada bulunmamaktadır.
Bilim ve Ütopya dergisi ise, son derece şaşırtıcı bir çarpıtma yaparak, Prof. Gören'in üstteki satırlarını kısmen aktarmakta ve sonra da sanki bu satırlarda "bilimsel kanıta ihtiyacımız yok" denmiş gibi göstermektedir.
Aslında Bilim ve Teknik dergisindeki Prof. Gören imzalı makaleyle, Bilim ve Ütopya'nın buna vermeye çalıştığı "cevabı" inceleyen herkes, Bilim ve Ütopya'nın son derece yanıltıcı bir üslup kullandığını kolaylıkla görebilir. Dergi açıkça, kendisine sunulan pek çok kanıta tamamen yüz çevirmekte, sonra da "kanıt göstermiyorlar, göstermeye de ihtiyacımız yok diyorlar, bunlar dogmatik" şeklinde özetlenebilecek bir çarpıtmaya başvurmaktadır.
Bilim ve Ütopya çevresindeki önemli isimlerden biri olan ODTÜ Biyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Aykut Kence de konu hakkında bir şeyler söylemeye çalışmıştır. Ancak Kence'nin söyledikleri, daha önce defalarca geçersizliği açıklanmış bir itirazın ısrarla tekrarlanmasından başka bir şey değildir. Kence'nin itirazı, "gözlem ve deneyle sınanabilirlik" kavramına dayanmaktadır:
Bu görüş bilimsel bir görüş değildir... Deney ve gözlemlerle sınanmayan bir görüşün bilimde yeri yoktur.4
Kence'nin anlamak istemediği nokta, gerek evrim teorisinin gerekse canlılardaki kusursuz tasarım açıklamasının, "geçmişte yaşanmış, gözlemlenmesi ve tekrarı mümkün olmayan olaylar"la ilgili olduğudur. Yani buradaki konu, yerçekimi, suyun kaldırma kuvveti, kimya kanunları gibi her an ve sürekli gördüğümüz, gözlemlediğimiz, deneye tabi tutabildiğimiz kavramlar değildir.
Peki bu şekilde olması konuyu bilim dışına çıkarır mı?
Hayır. Çünkü bilim, geçmişte yaşanmış olayların nasıl gerçekleştiğine dair de araştırma yapar. Örneğin evrenin nasıl ortaya çıktığı konusu bilimsel yöntemlerle araştırılmaktadır ve pek çok bilim adamı bu konuda "Big Bang" teorisinde karar kılmıştır. Evrenin büyük bir patlamayla yoktan yaratıldığını savunan bu teori kuşkusuz bilimseldir. Ama elbette gözlemlenemez, deneye tabi tutulamaz. Çünkü geçmişte olmuş ve bitmiştir.
İşte canlıların nasıl ortaya çıktığı sorusu da, evrenin kökeni konusu gibi, doğrudan deney ve gözlem yoluyla değil, ancak deney ve gözlemlerin ortaya koyduğu kanıtların incelenip yorumlanmasıyla, yani çıkarım yapılarak ele alınacak bir konudur. Bundan dolayıdır ki, evrimcilerin "yaratılışı laboratuvarda gözlemleyebilir miyiz, test edebilir miyiz" demeleri, bir demagojiden ibarettir.
Evrimcilerin bu demagojiyle gizledikleri gerçek ise, deney ve gözlemlerin teorilerinin tamamen aleyhinde sonuçlar vermesidir. Evrim teorisi geçmişte yaşanmış olaylarla (canlıların ortaya çıkmasıyla) ilgilidir, ama evrimciler bu olayların bir "süreç"le sağlandığını savunmaktadırlar. Bu durumda söz konusu sürecin bugün de gözlemlenebilmesi gerekir. Örneğin cansız maddeden canlı mikro organizmaların doğabildiğini, mutasyonların genetik bilgiyi geliştirdiğini, doğada yeni canlı sınıfları oluştuğunu görmemiz gerekir. Ama bunların hiçbiri görülememektedir. Deney ve gözlemler doğada bir "evrim süreci" olmadığını göstermektedir.
Doç. Dr. Ertan'ın yanılgılarına geçmeden önce, Ertan'ın yazısına konu olan mutasyon kavramının evrim teorisi açısından önemini hatırlatalım: Evrimciler, canlıları Yaratıcımızın eseri olarak kabul etmek istemedikleri için, yeryüzündeki milyonlarca farklı canlı türünün olağanüstü sistemlerini, organlarını ve bunları belirleyen genetik yapılarını rastlantısal doğa olaylarıyla açıklamaya çalışırlar. Bu amaçla öne sürdükleri iki "evrim mekanizması"ndan da sadece birisi için "canlılara yeni genetik bilgi katma" rolü biçerler. Bu sözde mekanizma mutasyonlardır. "Sözde" demek gerekir, çünkü bugüne kadar canlıların genetik bilgisini geliştiren tek bir mutasyon dahi gözlemlenmemiş; mutasyonların etkisinin hep zararlı, bozucu hatta kimi zaman öldürücü olduğu görülmüştür.
Evrimcilerin yaratılış gerçeğine karşı çıkabilmeleri içinse, canlıları geliştiren, onlara yeni özellikler katan mutasyonlar gösterebilmeleri gerekir.
Nitekim Bilim ve Ütopya yazarı Doç. Dr. Haluk Ertan da, yaratılış açıklamasına karşı çıkmak için mutasyonlardan söz etmeye karar vermiştir. Dergide yayınlanan "Bilinçli Tasarım değil, Bilinçli Saptırım" başlıklı makalesinde, Michael Behe tarafından gündeme getirilen "bakteri kamçısı" konusunda şunu yazmaktadır:
Bakterilerde kamçı protein genleri ile yapılan mutasyon çalışmalarında, sisteme ait bazı genlerde meydana getirilen yapay bozuklukların, kamçının çalışmasını durdurmadığı, ama bakterinin kimi zaman ortamdaki uyaranı uygun şekilde algılamasını engellediği veya kamçının sola ya da sağa dönüş yönünü düzgün ayarlayamadığı görülmüştür. Yani bu mutant bakterilerde kamçı iş görmekte, ama organizma kendisinden çok etkin bir şekilde yararlanamamaktadır.5
Kısacası, Doç. Dr. Ertan, bakteri kamçısını tamamen durdurmayan, ancak fonksiyonlarını zayıflatan yani "genetik bilgi kaybına" yol açan mutasyonlardan söz etmektedir. Kuşkusuz bu, evrim teorisi lehinde bir delil olamaz, aksine mutasyonların hiçbir zaman genetik bilgi oluşturmadıklarını, genetik bilginin ancak yaratılışın eseri olduğunu savunan görüşün lehinde bir delildir.
Evrenin büyük bir patlama ile yoktan yaratıldığını savunan Big Bang teorisi bilimseldir. |
Sayın Ertan bunun ardından insan gözünü etkileyen bazı mutasyonların da renk körlüğüne yol açtığını belirtmektedir ki, burada da aynı durum söz konusudur.
Sayın Ertan'ın söz konusu zararlı mutasyon örneklerini vermekteki amacı ise, Prof. Ali Gören'in makalesinde geçen "kamçıyı oluşturan moleküler parçaların tek bir tanesi bile olmasa ya da kusurlu olsa, kamçı çalışmaz" açıklamasını çürütmektir. Oysa bu açıklamada sözü edilen kusur, herhangi bir moleküler parçayı tamamen işlevsiz hale getirecek bir kusurdur. İşlevini yarım gören bir parçanın bir "sistem çökmesi" değil "verimsizlik" meydana getireceği elbette herkes tarafından bilinmektedir.
Sonuçta, Doç. Dr. Ertan'ın indirgenemez kompleks organlar hakkında verebildiği yegane mutasyon örneğinin "zararlı mutasyonlar" olduğu ve bunun da evrim teorisi lehinde değil aleyhinde bir delil olduğu gerçeği değişmemektedir.
Evrimciler eğer bakteri kamçısınının veya diğer indirgenemez kompleks organların kökenini açıklamak istiyorsa, bunların hangi doğal seleksiyon-mutasyon aşamaları ile oluştuğunu açıklamaya çalışmalıdırlar. Ama bu, bir arabanın zaman verildiğinde rüzgar ve yıldırımların etkisiyle bir hurda deposundan "kademe kademe" oluştuğunu iddia etmek kadar saçma ve imkansızdır. Bu nedenle konuyu geçiştirmeye ve dikkat dağıtmaya çalışırlar.
Doç. Dr. Haluk Ertan da aynı yöntemi kullanmıştır. Bakteri kamçısının kökenini açıklamaya çalışmak gibi, bir Darwinist için fikren "intihar" sayılacak bir işe girişmektense, diğer mikro organizmaların kullandığı diğer bazı hareket sistemlerinden bahsetmiş ve konuyu demagoji ile kapatmıştır.
Oysa Sayın Ertan'ın sözünü ettiği diğer hareket sistemleri de son derece komplekstir. Nitekim Michael Behe, Darwin'in Kara Kutusu kitabında bakteri kamçısını (flagella) konu edindiği gibi, diğer bir hareket sistemi olan kirpikçikleri (cilia) de anlatmakta ve bunların da indirgenemez kompleks yapılarını göstermektedir. Doç. Dr. Ertan'ın sözünü ettiği bir üçüncü hareket sistemi olan "gaz kesecikleri" ise, kompleks bir yapıya sahip oluşunun yanında, diğer iki sistemle (flagella ve cilia) hiçbir benzerliği bulunmayan apayrı bir yaratılış örneğidir.
Sonuçta Doç. Dr. Ertan, birbirlerinden tamamen farklı tasarımlara sahip olan bir kaç ayrı mikro organizmal hareket sisteminden söz etmekte ve sözü şu şekilde kapatmaktadır:
Görüldüğü gibi mikro organizmalar içinde biyolojik yapıların basitinden karmaşığa her çeşitini görmek olasıdır. İşte bu zengin çeşitliliğe dayanarak, dünyamızdaki canlılar içinde, genetik madde değişikliği ve alışverişine en yatkın canlılar olan mikro organizmalarda kamçı gibi sistemlerin evrimleşmesi mümkün olmuştur.6
Buradaki mantık, ilk başta verdiğimiz örneğe dönersek, bir arabanın hurda deposundan tesadüfen oluştuğunu iddia eden birisinin, "bunda şaşılacak ne var, zaten yakında bir yerlerde bir bisiklet, bir kay-kay bir de mopet var, bu zengin çeşitlilik içinde hepsi birbirinden yedek parça alışverişinde bulunmuş ve evrimleşmiştir" demesi gibidir. Üstteki alıntıda da birbirinden çok farklı moleküler sistemler sayılmakta, sonra da fazla düşünmeyip bunların bir şekilde evrimleştiğinin kabul edilmesi istenmektedir.
Bu tür bir yaklaşım kuşkusuz bilimsel değil dogmatiktir. Yazıda yer alan yukarıdaki açıklama, buna dair kanıtlar görüldüğü için değil, bu açıklamanın doğru olması istendiği için savunulmaktadır. Detaylar düşünülmemektedir ve başkalarına da düşündürülmemektedir. Çünkü, bilinmektedir ki, konu ne kadar detaylı düşünülürse, evrim teorisinin bir aldanış olduğu o kadar açık görülecektir.
Yazının sonunda bir başka demagojiye daha sığınılmış ve "hatalarla dolu sistemler" de olduğu ileri sürülmüştür. Ancak tek bir örneği dahi verilmeyen bu iddianın ciddiye alınacak bir tarafı yoktur. Eğer evrimciler, "hatalarla dolu sistemler" sandıkları biyolojik yapıları açıklarlarsa, o zaman kendilerine bu sistemler hakkındaki yanılgılarını anlatma fırsatı da doğacaktır.
Bilim ve Ütopya ekibi, yaratılış gerçeğinin açıklanmasından neden bu kadar rahatsız olmaktadır, bunu da sorgulamaları gerekir. Doğadaki milyonlarca farklı türde canlının tüm kompleks yapı ve sistemlerini birer "tasarım" olarak nitelendirmek, son derece mantıklıdır. Nasıl bir araba, telefon veya saat için "tasarım" diyorsak, bunlardan daha kompleks yapıdaki canlılar için de "tasarım" diyebiliriz. Bir tasarım olduğuna göre de, bunun yaratılmış olduğu sonucuna varmak, aklın ve mantığın doğal sonucudur. Akıl ve vicdan yoluyla düşünen her insan yeryüzünndeki canlılığın sonsuz güç ve akıl sahibi Allah’ın eseri olduğunu hemen görecektir. Canlılıktaki mucizevi özellikleri bilinçsiz ve kör tesadüflerin bir ürünü zannetmek akıl ve mantıkla kesin olarak çelişmektedir.
Bilim ve Ütopya çevresi evrim teorisine sahip çıkarken sergilediği mantıksal çelişkileri ve fanatizmi, Kuran ve İslam'ı konu edinirken de sergilemektedir. Derginin Aralık 2001 sayısında yer alan "Postmodern İslamcılık" başlıklı makale bunun yeni bir örneğidir. Makale yazarı Hasan Aydın'ın ve onun gibi düşünenlerin yanılgılarını görmek isteyenler, Harun Yahya'nın Akılsız, Kuran'ı Nasıl Yorumlar adlı eserine başvurabilirler. (http://www.harunyahya.net/imani/akilsiz.html)
Kompleks organların kökenini tesadüflerle açıklamaya çalışmak, bir hurda yığınının rüzgar ve yıldırım etkisiyle arabaya dönüştüğünü iddia etmek kadar mantıksızdır. |
1. Bilim ve Ütopya, Aralık 2001, s. 33
2. Bilim ve Teknik, Kasım 2001, s. 45
3. Bilim ve Ütopya, Aralık 2001, s. 33
4. Bilim ve Ütopya, Aralık 2001, s. 35
5. Bilim ve Ütopya, Aralık 2001, s. 36
6. Bilim ve Ütopya, Aralık 2001, s. 37
7. Bilim ve Ütopya, Aralık 2001, s. 35-36