Günümüzde en çok konuşulan konuların başında ekonomik sorunlar gelmektedir. Dünya üzerindeki insanların büyük bir bölümü açlık sınırında yaşamakta, pek çok ülke dış yardım olmadan varlığını devam ettirememektedir. Ülkelerin sadece yardım almaları da yeterli olmamakta, çünkü bu yardımların faizlerini ödeyemedikleri için çok daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalmaktadırlar.
Sağlıktan eğitime kadar her konu çok büyük bir maddi güç gerektirir. Ama bugün en zengininden en fakirine kadar tüm ülkelerde çok büyük bir ekonomik darboğazın yaşandığını, işsizliğin arttığını görmekteyiz. Bir tarafta çok büyük bir zenginlik, sefahat, israf ve bunun sonucunda da dejenerasyonun her türlüsü yaşanmaktayken, diğer tarafta insanlar tek bir ekmek için birbirleriyle kavga etmektedirler. Sürekli bu konularda yazılar yazılmakta, sempozyumlar düzenlenmekte, toplantılar yapılmakta, ama köklü bir çözüm üretilememektedir; hatta açlık ve sefalet gün geçtikçe daha da artmaktadır.
Zorluk içinde yaşayan insanların aylık gelirleri hiçbir ihtiyaçlarını karşılayamamakta ve bunun yanında dünyanın dört bir yanında çok büyük bir işsizlik hüküm sürmektedir. Bunun en belirgin örneklerinden biri ise birkaç yüz kişinin alınacağı bir memuriyet sınavına çok sayıda kişinin katılmasıdır. Sadece bir iş bulabilmek için insanlar saatlerce sıralarda beklemekte, iş bulma kurumlarında günlerini geçirmektedirler. Tek istekleri de çalışmak ve maddi geçimlerini sağlayabilmektir.
Allah faizi yok eder de sadakaları arttırır. Allah günahkar kafirlerin hiçbirini sevmez. |
Peki bunların çözümü nedir? Neden bu sorunlar köklü bir şekilde ortadan kaldırılamamaktadır?
Öncelikle bir ülke içindeki istikrarın en önemli belirtisi ekonomide yaşanacak olan gelişme, üretimin artışı, sürekli yeni iş alanlarının ortaya çıkması ve insanların verimli hale getirilmeleridir. Oysa yapılan araştırmalara göre bugün halen dünyada çalışan nüfusun, yaklaşık olarak %30'unu oluşturan 820 milyon işsiz bulunmaktadır. Bu kişilerin bakmakla yükümlü oldukları aileleri de göz önünde bulundurulduğunda bu sayı daha da artmaktadır.
Günümüzde özellikle de ekonomik açıdan iyi durumda olmayan ülkelerde ekonomik düzen faiz sistemi üzerine kurulmuştur. Bankaların verdiği çok yüksek faizlerin, ülke ekonomisine pek çok açıdan olumsuz etkileri olmaktadır. Böylece insanlar yatırım ya da üretime değil, paralarını bankaya yatırmaya teşvik edilmektedir. Faizle, gecelik repolarla kazanılan para insanlara çalışmaktan daha kolay gelmektedir. Nüfusunun büyük bir çoğunluğu faiz ve repo ile para kazanan bir toplumda ise üretimin ve ülkenin gelişmesi için gereken yatırımların artırılması ise imkansızdır.
İnsanlardan öyleleri vardır ki: "Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik" derler; oysa inanmış değillerdir. (Sözde) Allah'ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlarlar ve şuurunda değiller.
(Bakara Suresi, 8-9)
Böyle sistemlerde banka reklamlarında verilen imaj ise şu şekildedir: "Siz işinizi, gücünüzü, üretimi bırakın ve tatile çıkın. Paralarınızı da bankaya, ya faiz ya da repo olarak yatırın..." Günümüzde son derece cazip ve kolay bir yol olarak gösterilen bu mantık aslında hiç de sanıldığı gibi insanlara refah ve zenginlik getirmez. Hiçbir yatırımın yapılmadığı, paranın bankalarda, yastık altlarında veya kasalarda biriktirilerek yığıldığı bir ekonomi, ardından hayat pahalılığı, enflasyon gibi ekonomik sorunları da getirecektir. Ve parasını faize yatırarak tatile giden ve üretime katkıda bulunmayan insanlar ise uzun vadede bu ekonomik sıkıntıyı bizzat yaşayacak ve faizde artan paraları enflasyonun hızına yetişemeyerek sürekli değer kaybedecektir.
Milliyet Gazetesi, 12/8/99 |
Star Gazetesi, 20/8/99 |
İnsanların, servetlerinin artması için bir yol olarak gördükleri faiz, ekonomiyi olumsuz yönde etkileyerek, kendisine güvenenleri yüzüstü bırakmıştır. |
Oysa üretim yapılması durumunda, ülke ekonomisinde genel anlamda bir düzelme yaşanacak, piyasa hareketlenecek ve bu da herkes için yarar sağlayacaktır. Nitekim parayı biriktirmek, malı yığmak Allah'ın Kuran'da yasakladığı davranışlardır. Kuran'da insanların ellerindeki parayı sürekli olarak hayır yönünde kullanmaları emredilir. Tevbe Suresi'nde malını yığıp, biriktiren kişiler acı bir azapla müjdelenmektedir:
Ey iman edenler, gerçek şu ki, (Yahudi) bilginlerinden ve (Hıristiyan) rahiplerinden çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah'ın yolundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele. (Tevbe Suresi, 34)
İslam ahlakının yaşandığı bir ortamda yaşam şartları hep insanların lehlerine olacak şekilde düzenlenir. Bu nedenle faiz de yasaklanmış, kişilerin ağır borç yükü altında ezilmeleri engellenmiştir:
Faiz (riba) yiyenler ancak şeytan çarpmış olanın kalkışı gibi çarpılmış olmaktan başka (bir tarzda) kalkmazlar. Bu onların: ‘Alım-satım da ancak faiz gibidir.' demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alış-verişi helal, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faize) bir son verirse, artık geçmişi kendisine, işi de Allah'a aittir. Kim (faize) geri dönerse, artık onlar ateşin halkıdır, orada sürekli kalacaklardır. (Bakara Suresi, 275)
Allah bir başka ayetinde ise faizin insanlara bereket getirmeyeceğini şöyle haber verir:
Allah faizi yok eder de sadakaları artırır. Allah günahkar kafirlerin hiçbirini sevmez. (Bakara Suresi, 276)
İnsanların hayat şartlarının iyileştirilebilmesi için ülke içinde bir düzenin ve istikrarın mevcut olması çok önemlidir. Bu istikrar ekonomiden sosyal yaşama kadar her alana hakim olmalıdır. Bu konuda tüm Müslümanlara çok büyük sorumluluklar düşmektedir. Kimse bir başkasının çözüm üretmesini, bir şeyler yapmasını beklememeli, elinden gelen herşeyi yapmalıdır. Çünkü Allah bu konuda tüm inananları sorumlu kılmıştır. Bu sorumluluğu yerine getirebilmek ise öncelikle dini ve dinin insan hayatına sunduğu güzellikleri anlatmakla mümkün olabilir.
Örneğin, infak edilen ve hayır yolda kullanılan malın bereketli olacağına ve faizin ise bereketsizlik getireceğine iman eden bir topluluk, malının ihtiyacından arta kalanını hayır yönünde kullanacaktır. Böyle bir sistemde ise tüm ülkenin nasıl bir refaha ulaşacağı açıktır. İnsanların böyle bir anlayışı uzak ve erişilmez görmemelerini sağlamanın tek yolu ise onlara Kuran ahlakını öğretmektir.
Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, Kuran ahlakının rehberliğinde yaşanan bir hayatta Allah korkusu ile hareket edildiği için insanlar yalnız kendi çıkarlarını korumak maksatlı değil, tüm insanların rahatı ve çıkarı için uğraşırlar. Çünkü İslam ahlakında birlik, beraberlik, yardımlaşma ve dayanışma çok önemlidir.
Allah'ın yasakladığı birer eylem olduğu için hakka tecavüz etme gibi bir konu olmaz. Başkasının hakkını kimse üstüne geçirmez. Kimse kimsenin payına göz dikmez. Ölçüde hiçbir yanlışlık yapılmaz. Kuran ahlakının yaşandığı bir toplumda, dinsizliğin oluşturduğu adaletsiz, çıkara dayalı, güçlünün zayıfı ezdiği, insanların haksız yollarla başka insanların paylarını kendi paylarına kattığı bir sistem asla yaşanmaz.
Dinin yaşandığı bir toplumda israf olmaz, israfa kaçan tüketim de olmaz. Yardımlaşma ve adalet sayesinde insanların ekonomik güç seviyesi yükselir. Zengin bir toplum oluşur. Kuran ahlakının yaşandığı, zenginlik ve refahı ile tarihe geçen "Asr-ı Saadet" dönemi bu gerçeğin en açık delillerindendir.
3. http://www.uia.org/uiademo/pro/ d5980.htm
4. http://www.uia.org/uiademo/pro/ d4966.htm