Kitabın başından bu yana cahiliye toplumunda hakim olan pek çok insan karakterini tüm ahlak özellikleri, kişilik yapıları, hayata bakış açıları ve alışkanlıklarıyla inceledik. Unutmamak gerekir ki, bunlar arasında olumlu ve dengeli özelliklere sahip, mutlu ve huzurlu bir hayat yaşayan bir model yoktur. Çünkü tüm bu karakterler din dışı bir sistemden türemiştir. Allah insanları ancak din ahlakını yaşadıklarında ve iman ettiklerinde mutlu olacakları şekilde yaratmıştır. Kuran'da belirtilen bu ahlak modeli dışında binlerce yaşam şekli, binlerce karakter yapısı daha türetilse hepsi yine aynı sonucu verecek, sıkıntı, karmaşa ve huzursuzluk getirecektir. Allah din ahlakından uzak insanların bu durumunu Kuran'da verdiği bir örnekle şöyle açıklamıştır:
İşte bunlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almışlardır; fakat bu alışverişleri bir yarar sağlamamış; hidayeti de bulmamışlardır.
Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı dönmezler.
Ya da (bunlar) karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek(ler)le yüklü, 'gökten şiddetli bir yağmur fırtınasına tutulmuş gibidirler ki, yıldırımların saldığı dehşetle'; ölüm korkusundan parmaklarıyla kulaklarını tıkarlar. Oysa Allah kafirleri çepeçevre kuşatıcıdır.
Çakan şimşek neredeyse gözlerini kapıverecek; önlerini her aydınlattığında (biraz) yürürler, üzerlerine karanlık basıverince de kalakalırlar. Allah dileseydi, işitmelerini de görmelerini de gideriverirdi. Şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir.
Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki sakınasınız. (Bakara Suresi 16-21)
Allah'ın verdiği bu örnek cahiliye karakterlerinin neden kayıptan kurtulmadıklarını çok güzel açıklamaktadır. Bu kimseler "hidayet" yani "iman etme" imkanı varken, "sapıklığı" dolayısıyla "imansızlığı" tercih etmişlerdir. Belirli dünyevi hesaplar üzerine yaptıkları bu seçim onlara bir fayda sağlamamış, mutluluğu, huzuru ve aradıkları hiçbir şeyi bulamamışlardır.
Aksine bu seçimleri onları gerçeklere ve doğrulara karşı sağırlaştırmış, dilsizleştirmiş ve körleştirmiştir. Bu nedenle de kayıp içerisinde oldukları halde bu sistemlerinden geri dönmezler.
Allah onların durumunu bir şimşek örneğiyle tarif etmiştir; şimşek her çaktığında etraf bir an için aydınlanır, böylece biraz yol alır fakat hemen ardından yine karanlığa gömülüp oldukları yerde kalakalırlar. İşte cahiliye insanları bu çok kısa, bir anlık yol almalarına aldanır ve bununla idare edebileceklerini sanır. Halbuki kurtuluş ancak ayette de bildirildiği gibi Allah'a dönmek, O'na kulluk etmek ve O'nun istediği şekilde yaşamakla mümkündür.
Görüldüğü gibi yaşları, meslekleri, sosyal konumları her ne olursa olsun cahiliye toplumlarında yaşanan karakterlerin hiçbiri mutluluk getirmemektedir. Bunun başlıca sebeplerini ise şöyle açıklamak mümkündür:
Cahiliye insanlarının yaptığı en büyük yanlış budur; çözümü Kuran'da aramamaları... Bu kimselerin büyük çoğunluğu içerisinde bulundukları durumun açmaz bir hal aldığını açıkça görürler. Yaşadıkları hayat tarzının, benimsedikleri karakter yapısının umdukları sonucu vermediğini, kendilerini tatmin etmediğini ve hatta sıkıntıya soktuğunu hayatlarının her anında hissederler. Ancak buna çözüm olarak cahiliyenin sunduğu diğer alternatifleri deneme yoluna giderler ki bu da onlara birşey kazandırmaz. Çünkü cahiliye sistemlerinin temelde birbirinden hiç farkı yoktur. İnsanlar, mekanlar ve şartlar değişir belki, ama yaşanan kaygılar, hedefler hep sabit kalır. "Entel" karakteriyle yaşayanın da, sosyete kültürünü benimseyenin de asıl hedefi hep dünya hayatı üzerinedir.
Oysa dünya hayatı hırsla bağlanmaya değmeyecek kadar kısadır. Burada dünyevi anlamda kazanılan hiçbir şey baki kalmaz. Ölümle birlikte insanlardan mutlaka uzaklaşır. Bu nedenle dünya adına atılan her adım sıkıntılıdır.
Bir insan ancak Allah'a yöneldiği zaman huzura kavuşur, insanlar ancak Allah ile dost olup O'nun beğendiği hayatı yaşadıklarında bu sıkıntılardan kurtulabilirler.
Allah bir ayette bu önemli sırrı şöyle bildirmiştir:
Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur. (Rad Suresi, 28)
Allah ile dost olan bir insan ise yol gösterici olarak Rabbimizin indirdiği hak kitaba kusursuzca uyar. Artık onun karakterini ve yaşam tarzını belirleyecek tek ölçü Kuran'dır. Ve Kuran'ın Allah'ın izniyle insanları karanlıklardan nura çıkarıcı özelliği vardır:
Elif, Lam, Ra. Bu bir Kitap'tır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik. (İbrahim Suresi, 1)
Bu nedenle Kuran'ın kazandırdığı karakterde sıkıntı, huzursuzluk, kaygı ve karmaşa yoktur. Mutlaka güzel bir hayat, mutlaka dengeli bir ruh ve mutlaka güzel tavırlar vardır. Allah bu karakteri yaşayan müminlere yaptıklarının en güzeliyle karşılık vereceğini vaat etmiştir:
Çünkü Allah, yaptıklarının en güzeliyle karşılık verecek ve onlara Kendi fazlından artıracaktır. Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır. (Nur Suresi, 38)
Cahiliye insanlarının mutlu olamamalarının ve her ne yaparlarsa yapsınlar bir türlü çıkış yolu bulamamalarının bir sebebi de Allah için yaşamak yerine insanlar için yaşamalarıdır. Bu şu demektir; bir insan tüm doğrularını ve yanlışlarını insanların ne diyeceğine göre belirliyorsa, onların tavırlarına göre üzülüp, onların beğenmelerine göre seviniyorsa, onların gözünde değer kazanmaya çalışıyor ve onların yanında küçük düşmemeye göre kendini ayarlıyorsa, bu kimse insanlar için yaşıyor demektir.
İnsanlar için yaşamak ise büyük bir zorluktur. Çünkü her insanın beğenisi farklı ölçüler üzerine kurulmuştur. Bir insanın çevresinde yüzlerce insan olduğu düşünülecek olursa, bunların her birini memnun etmek için ayrı çaba harcanması gerektiği açıkça görülebilecektir. Biri yanında hareketli bir karakter görmek isterken, bir diğeri pasif ve ağır bir insan arayacaktır. Birinin memnun olduğu tavır bir diğerininkini tutmayacaktır. Bu uyumsuzluklar ve ölçülerdeki farklılıkların sayısı binleri bulur. Bu durumda "insanlar için yaşayan" kimselerin "binlerce farklı talebi birden aynı anda" karşılaması gerekmektedir. Ancak bundan sonra, istediği tüm insanlar kendisinden hoşnut olacak ve ancak bundan sonra ona değer verebileceklerdir.
Allah onların bu sıkıntılarına Kuran'da şöyle bir örnek vermiştir:
Allah (ortak koşanlar için) bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd, Allah'ındır. Hayır onların çoğu bilmiyorlar. (Zümer Suresi, 29)
Bu noktada insana yardımcı olabilecek tek bir yol vardır; Yüce Allah'ın sonsuz aklına ve bilgisine teslim olmak. Allah insanı ve tüm diğer varlıkları yaratandır. İnsanın nasıl yaşadığında, neler yaptığında mutlu olabileceğini de yine ancak Allah bilir. Ve Allah insanlar için kurtuluş yolunu Kuran'da bildirmiştir: Yalnızca Allah'tan korkup, yalnızca O'nun hoşnutluğunu aramak.
Allah dedi ki: "İki ilah edinmeyin: O, ancak tek bir ilahtır. Öyleyse Benden, yalnızca Benden korkun." (Nahl Suresi, 51)
Bunun aksi bir tavır sadece insanı mutsuz etmekle kalmaz aynı zamanda da kişinin Allah'a karşı büyük bir suç işlemesine neden olur. İnsanın Allah'ın dışında varlıkların hoşnutluğunu araması Kuran'da "şirk koşmak" olarak ifade edilir. Şirk koşan bir insan Allah'tan başka bir varlığı kendisine ilah edinmiş ve tüm hayatını da onun için yaşıyor demektir. Bu insanların ahirette görecekleri karşılık ise hüsrandır. Bu nedenle Allah insanları cehennemle ve telafi edemeyecekleri bir pişmanlıkla karşılaşmadan evvel bu konuyu bildirerek uyarmıştır:
Gerçekten, Allah, Kendisi'ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur. (Nisa Suresi, 48)
Bir başka unutulmaması gereken konu da şudur: İnsanın dünyada iken uğruna tüm hayatını feda ettiği ve Allah'ı bırakarak onların hoşnutluklarını kazanmayı esas aldığı tüm insanlar ahiret günü onu yalnız bırakacaklardır. Çünkü her insan yaptıklarından tek başına sorguya çekilecek ve kimsenin çabası bir başkasını kurtarmaya yetmeyecektir. Kuran'da bu önemli bilgi şöyle bildirilmiştir:
Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi (bugün de) 'teker teker, yapayalnız ve yalın (bir tarzda)' bize geldiniz ve size lütfettiklerimizi arkanızda bıraktınız. İçinizden, gerçekten ortaklar olduklarını sandığınız şefaatçilerinizi şimdi yanınızda görmüyoruz. Andolsun, aranızdaki (bağlar) parçalanıp-koparılmıştır ve haklarında zanlar besledikleriniz sizlerden uzaklaşmıştır. (Enam Suresi, 94)
Yalnız kalmış olmanın korku ve telaşını tadan insanlar o gün, dünyada iken en yakınım dedikleri insanları, çocuklarını, eşlerini, dostlarını sırf cehennem azabından kurtulabilmek için fidye olarak teklif edeceklerdir. Ancak bu talepleri kabul görmeyecektir. Ayetlerde bu durum şöyle haber verilir:
(Böyle bir günde) Hiçbir yakın dost bir yakın dostu sormaz. Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister; Kendi eşini ve kardeşini. Ve onu barındıran aşiretini de; Yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa. Hayır; (hiçbiri kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir... (Mearic Suresi, 10-15)
Kuran'da verilen tüm bu bilgilerin ışığında insanların hoşnutluğu üzerine kurulan bir hayatın sadece dünyada mutsuzluk getirmekle kalmayacağı, aynı zamanda ahirette de insanı kayba uğratacağı görülmektedir. Bu durumdan kurtulmanın yolu ise çok açıktır; Allah'a teslim olup sadece O'nun hoşnutluğunu arayarak yaşamak.
Cahiliye karakteri taşıyan insanların mutlu olamamalarının bir sebebi de neredeyse hepsinin dünyada bulunuş amaçlarını unutmuş olmasıdır. İnsan denenmek için yaratılmıştır. Allah'ı ve O'nun aklını, gücünü, sanatını ve tüm diğer üstün sıfatlarını takdir edebilecek mi, yoksa bunları ve yaratılış amacını unutup dünya hayatına kapılacak mı diye denenmektedir. Allah hayatın bu gerçeğini şöyle bildirmektedir:
O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2)
Allah bu doğrultuda insana sınırlı bir ömür süresi vermiştir. Aklı ermeye başladığı andan itibaren artık düşündüğü, yaptığı ve amaçladığı herşeyden sorumludur. İçinde kendisine her an doğru olanı bildiren vicdanına ait bir ses vardır. Her insan vicdanının kendisine söylediği sözlere uyup uymadığından ahirette sorguya çekilecektir. Çünkü vicdan doğruyu söylediği halde ona uymayan insan nefsinin isteklerine uymuş olur. Nefis ise insana daima kötü olanı emreder. İşte insan, içinde sürekli olarak bir imtihana tabi tutulur; ya nefsinden yana ya da vicdanından yana hareket edecektir.
Bu imtihan, hayatının her anında devam eder. Okulda, işte, evde, sokakta, yalnızken ya da kalabalıkta, hasta iken de sağlıklı iken de, dünyanın bir diğer ucuna gitse orada da yine denenmeye devam edilecektir. İstisna oluşturabilecek tek bir an dahi yoktur. Söylediği her söz, yaptığı her tavır ve düşündüğü herşey ahirette karşısına çıkarılacaktır. İyilikten ya da kötülükten yana yaptığı herşey mutlaka karşılık görecek, hiçbir şey karşılıksız kalmayacak ve sonuç olarak herkes hak ettiği yere sevk edilecektir.
İnsanın dünyada olup biten her olayın bir deneme olarak yaratıldığını unutması, tevekkülsüz bir tavır göstermesine neden olur. Cahiliye toplumunda sık sık duyulan "neden böyle oldu, keşke böyle olmasaydı" "işler yolunda gitmiyor", "mahvolduk", "bütün işler ters gidiyor", "şöyle yapmasaydım böyle olmazdı" ve bunlara benzer pek çok şikayetçi ifadenin altında yatan çarpık ahlak anlayışı işte yine bu tevekkülsüzlüktür.
Tevekkülsüzlüğün kesin sonucu ise sıkıntı ve mutsuzluktur. Hikmetini düşünmedikleri için aleyhlerinde gibi görünen en ufak bir durumla karşılaştıklarında hemen şikayet etmeye başlarlar. Bunun sonucunda da sürekli olarak huzursuz, mutsuz ve sıkıntılı bir hayat yaşarlar. Oysa insanın üzerine düşen, Allah'ın kendisi için yarattığı her andan razı olmasıdır. Ters gidiyor gibi görünen olaylar meydana gelse de, güzel ahlakta ve Allah'a sadakatte kararlı davranmasıdır. En önemlisi yaratılış amacının zaten tüm bunlarla denenmek olduğunu unutmamalıdır. Kuran'da emredilen güzel ahlakı yaşayan kimseler, bu tür olaylarda gösterecekleri sabrın ahirette kendilerine bir güzellik olarak döneceğini bilmenin huzurunu ve mutluluğunu yaşarlar.