Richard Dawkins günümüz dünyasının en bilinen evrimci biyologlarından biridir. Oxford Üniversitesi'nde zooloji profesörü olan Dawkins'i ünlü yapan etken ise, zooloji alanındaki çalışmaları değil, Darwinizm'i ve ateizmi savunmakta gösterdiği ısrarcılıktır.
Dawkins'in 1986'da The Blind Watchmaker adlı bir kitabı yayınlandı. "Kör Saatçi" anlamına gelen bu başlık altında, Dawkins, okurlarını, canlılardaki kompleks özelliklerin aslında bilinçsiz doğal seleksiyon mekanizmasının bir ürünü olduğuna ikna etmeye çalışır. Bu ikna çabası çoğu yerde spekülasyonlara, hatalı benzetmelere ve yanlış hesaplara dayalıdır ve bu da şimdiye kadar çeşitli bilim adamları ve yazarlar tarafından detaylı biçimde ortaya konmuştur.66
Ateist Richard Dawkins, 1986'da yayınlanan "Kör Saatçi" adlı kitabında doğadaki sözde "hatalı özellik"lerden söz etmişti. Dawkins'in bu argümanının cehalete dayandığı sonradan ortaya çıktı. |
Dawkins'in iddialarından biri ise, "canlılardaki hatalı özellikler" argümanıdır. Dawkins, canlılardaki bazı yapıların verimsiz ve dolayısıyla hatalı özelliklere sahip olduğunu savunmakta ve kusursuz bir yaratılışın hakim olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Bu konuda verdiği en belirgin örnek ise, insan dahil tüm omurgalı canlıların gözünde yer alan "ters-çevrilmiş retina"dır.
Ters-çevrilmiş retina kavramı, omurgalı gözünün retinasındaki "fotoreseptör" (ışık algılayıcı) hücrelerin, gözün ön tarafına, yani ışığa doğru değil de gözün arka tarafına bakacak şekilde yerleştirilmiş olmalarını ifade eder. Bu hücrelerin ışık algılayan yüzeyleri arka tarafa bakmakta, bu hücrelerden çıkan sinirler ise, ışıkla hücreler arasında bir katman oluşturmaktadır. Bu sinirler gözün belirli bir noktasında toplanır ve oradaki bir kanaldan dışarı çıkarlar. Bu kanal üzerinde fotoreseptör hücre olmadığı için de, bu noktada görüntü algılanmaz. "Kör nokta", işte bu noktadır.
Darwinistler, bu "ters çevrilmişlik" durumunu ve bunun oluşturduğu kör noktayı kendilerince malzeme edinmişler, bunun bir hata olduğunu ileri sürmüşler, dolayısıyla aslında gözün doğal seleksiyon vasıtasıyla ortaya çıktığını ve bu gibi garipliklerin beklenmesi gerektiğini iddia etmişlerdir. Richard Dawkins, başta da belirttiğimiz gibi, bu argümanı seslendiren en bilinen kişidir. Dawkins, The Blindwatchmaker'da şöyle yazmıştır:
Her mühendis, fotohücrelerin ışığa doğru yöneltilmesi, kablolarının da arkaya, beyin tarafına doğru uzanması gerektiğini kabul edecektir. Fotohücrelerin ışıktan uzağa doğru bakmaları ve kablolarının ışığa en yakın durumda olmalarını gerektiren bir tasarımı yanlış bulacaktır. Ama tüm omurgalı gözlerinde tam olarak bu yaşanmaktadır.67
Bu iddiaları ortaya atan Dawkins ve ona inananlar yanılmışlardır. Yanılgının nedeni, Dawkins'in gözün anatomisi ve fizyolojisi hakkındaki cehaletidir.
Bu konuyu detaylı biçimde gözler önüne seren bilim adamı, Darwinizm'in günümüzdeki en önde gelen eleştirmenlerinden biri olan, Otago Üniversitesi'nden moleküler biyoloji profesörü Michael Denton'dır. Denton, Origins&Design dergisinde yayınlanan "The Inverted Retina: Maladaptation or Pre-adaptation?" (Ters Çevrilmiş Retina: Hatalı Adaptasyon mu, Önceden Belirlenmiş Bir Adaptasyon mu?) başlıklı bilimsel makalesinde, Dawkins'in "hatalı özellik" olarak gösterdiği "ters çevrilmiş retina"nın, aslında omurgalı gözü için olabilecek en verimli şekilde yaratılmış olduğunu anlatır. Denton, bunu şöyle özetlemektedir:
Omurgalı retinasındaki fotoreseptör hücrelerin çok yüksek enerji ihtiyaçlarını düşündüğümüzde, omurgalı gözünün şaşırtıcı ters çevrilmiş tasarımının, teleolojiye yönelik bir meydan okuyuş olmadığı, aksine yüksek omurgalıların çok aktif olan fotoreseptör hücrelerine çok yüksek miktarlarda oksijen ve besin sağlayan çok özel bir çözüm olduğu ortaya çıkmaktadır.68
Profesör Denton'ın üzerinde durduğu, Dawkins'in ise farkında bile olmadığı bu gerçeği anlamak için, öncelikle retinadaki fotoreseptör hücrelerin ne denli yüksek bir enerji ve oksijen ihtiyacı içinde olduklarını belirlemek gerekir. Söz konusu hücreler, biz gözümüzü açık tutup ışık gördüğümüz sürece, her saniye, her salise, çok kompleks kimyasal reaksiyonlara sahne olurlar. Işığın en küçük parçacıkları olan fotonlar, bu hücreler tarafından algılanır. Bu algılama, fotonun başlattığı oldukça detaylı bir kimyasal reaksiyon sayesinde olur ve her an yeniden tekrarlanır. Bu işlem o kadar ayrıntılı ve hızlıdır ki, Denton'ın ifadesiyle, "fotoreseptör tabaka, bilinen tüm dokular içinde en büyük metabolik hızlara sahiptir."69
Biyoloji Profesörü Michael Denton |
Kuşkusuz, retina hücreleri bu yüksek metabolizmayı ayakta tutabilmek için çok yüksek miktarda enerjiye ihtiyaç duyarlar. İnsan retinası hücrelerinin oksijen ihtiyacı, böbrek hücrelerinin ihtiyacından %50 daha fazla, beyindeki serebral korteks katmanındaki hücrelerin üç katı ve kalp kasını oluşturan hücrelerin ihtiyacının altı katıdır. Dahası bu karşılaştırmalar tüm retina tabakası esas alınarak yapılmıştır; bu tabakanın yarısından azını oluşturan fotoreseptör hücrelerin enerji ihtiyacı ise tabakanın genelinden daha da yüksektir. G. L. Walls The Vertebrate Eye (Omurgalı Gözü) adlı ansiklopedik kitabında, bu hücrelerin besin ve oksijene "ihtiraslı" şekilde ihtiyaç duyduklarını yazar.70
Peki görmemizi sağlayan bu hücrelerin olağanüstü derecede yüksek besin ve oksijen ihtiyacı nasıl karşılanmaktadır?
Elbette ki, tüm vücutta olduğu gibi, kan yoluyla...
Peki kan nereden gelmektedir?
İşte "ters çevrilmiş retina"nın neden çok mükemmel bir yaratılış gerçeği olduğu, bu noktada ortaya çıkar. Gözün retina tabakasının hemen arkasında, bu tabakayı adeta bir ağ gibi saran, çok özel bir damar dokusu vardır. Denton, bu konuda şunları yazmaktadır:
Fotoreseptörlerin abartılı metabolik açlığını giderecek oksijen ve besinler, "choriocapillaris" denen çok özel bir kılcal damar yatağı tarafından sağlanmaktadır. Bu, geniş ve düzleştirilmiş kılcal damarların birleşerek oluşturduğu ve hemen fotoreseptörlerin arkasına yerleştirilmiş zengin bir damar tabakasıdır. Bu tabaka ile fotoreseptörler arasında sadece hücre duvarları ve bir de "Bruch zarı" denen özel bir zar vardır; ki bunlar sadece fotoreseptör hücrelerin ihtiyaç duydukları metabolitlerin ve besinlerin geçmesine izin veren son derece seçici bir sınır oluştururlar. Buradaki kılcal damarların çapı 18-50 mikron arasında değişir ki, bu da standart damarlardan çok daha geniş bir boyuttur. Bu özgün damar kanalları ağı, fotoreseptör tabakasını bol miktarda kanla beslemek için adapte edilmiş olduğunu gösteren bütün işaretleri taşımaktadır.71
1. Göz boşluğundaki damarlar retinayı besler. |
Allah'ın üstün yaratmasının tecellilerinden olan göz, olabilecek en verimli şekilde çalışabilecek şekilde yaratılmıştır. |
Prof. James T. McIlwain, An Introduction to the Biology of Vision (Görmenin Biyolojisine Giriş) adlı kitabında, "fotoreseptörlerin büyük metalobik ihtiyaçları nedeniyle" gözde "koroidi kana 'boğma' yönünde bir strateji olduğunu, böylece gerekli enerji arzında hiçbir sorun olmamasının sağlandığını" yazar.72
İşte fotoreseptör hücreler bu nedenle "ters çevrilmiş" durumdadırlar. Ortada bir "strateji" vardır. Retinanın ters çevrilmiş yapısı, Dawkins'in sandığı gibi bir "hata" değil, belirli bir amaca yönelik bir yaratılış delilidir.
Denton, ilgili makalesinde retinanın başka türlü olmasının mümkün olup olmadığını da incelemektedir. Vardığı sonuç ise bunun mümkün olmadığıdır. Retinanın Dawkins'in kendince önerdiği gibi "düz" olması, yani fotoreseptör hücrelerin ışığa doğru bakması durumunda, bu hücreler onları beslemekte görevli olan damar tabakasından uzaklaşacaklar ve ihtiyaç duydukları besin ve oksijenden büyük ölçüde mahrum kalacaklardır. Damarların retina tabakasının içine uzatılması da bir "çözüm" değildir, çünkü bu pek çok kör nokta oluşturarak gözün görme yeteneğini büyük ölçüde azaltacaktır.
Denton şu yorumu yapar:
Omurgalı retinasının tasarımı ne kadar derinlemesine incelenirse, sahip olduğu her özelliğin gerekli olduğu o kadar ortaya çıkmaktadır. Olabilecek en yüksek çözünürlüklü görüşe ve en yüksek muhtemel hassasiyete sahip olacak bir gözü ilk baştan tasarlamaya kalkarsak, omurgalı gözünü aynen baştan inşa etmek durumunda kalırız- ters çevrilmiş retinasıyla birlikte... 73
Kısacası Dawkins'in ve diğer evrimcilerin "gözdeki hata" argümanı, cehaletten kaynaklanan bir argümandır. Canlılığın detaylarının daha yüksek bilgiyle -ve bilinçle- incelenmesi sonucunda da çürümüştür. Aslında Darwinizm'in tarihinde daha pek çok "cehaletten kaynaklanan argüman" vardır. Tüm "körelmiş organlar" hikayesi böyledir.
19. yüzyılın ilkel bilim düzeyi içinde, apendiks işlevsiz ve dolayısıyla "körelmiş" bir organ sanılmıştı. |
Apendiksin veya kuyruk sokumunun birer "körelmiş organ" olduğu, bunların daha önceki hayali "evrimsel atalarda" önemli işlevler üstlenmelerine rağmen, zaman içinde fonksiyonlarını yitirdikleri şeklinde bir hikaye duydunuz mu?
Muhtemelen duymuşsunuzdur. Pek çok insan da duymuştur. Çünkü söz konusu "körelmiş organlar" hikayesi, Darwin'den bu yana evrimcilerin en çok rağbet ettikleri propaganda malzemesidir.
Hikaye, Darwin'le başlamıştı. Darwin, Türlerin Kökeni'nde "fonksiyonlarını yitirmiş ve fonksiyonları azalmış" organlardan söz etmişti. "Rudimentary" (ilkel) kelimesiyle tanımladığı bu organları bir kelimenin içinde yazılan, ama okunmadığı için etkisi olmayan harflere benzetmişti.74
Ama bu Darwinizm'in diğer iddiaları gibi, o dönemin ilkel bilim düzeyinden güç bulan bir hurafeydi. Bilim ilerledikçe, Darwin'in ve onu izleyenlerin "körelmiş" saydıkları bu organların gerçekte önemli fonksiyonlara sahip oldukları yavaş yavaş ortaya çıktı. "Fonksiyonsuz" denen organlar, aslında "fonksiyonu henüz tespit edilememiş" organlardı. Fonksiyonları tespit edildikçe, evrimciler tarafından sayılan uzun "körelmiş organlar" listesi de giderek küçüldü. Alman anatomist R. Wiedersheim tarafından 1895 yılında ortaya atılan "körelmiş insan organları" listesi, apendiks, kuyruk sokumu kemiği gibi yaklaşık 100 organı içeriyordu.(Apendiks (ya da apandis), toplumda 'apandisit' olarak bilinen organdır. Yanlış kullanım sonucu dilimizde bu organı tanımlamak için kullanılan 'apandisit' gerçekte bu organın enfeksiyona uğramasına verilen addır.)75 Bilim ilerledikçe, Wiedersheim'ın listesindeki organların hepsinin vücutta çok önemli işlevlere sahip oldukları ortaya çıktı. Örneğin "körelmiş organ" sayılan apendiksin, gerçekte vücuda giren mikroplara karşı mücadele eden lenf sisteminin bir parçası olduğu belirlendi. Bu gerçek, "Examples of Bad Design Gone Bad" (Kötü Tasarım Örnekleri Kötü Çıktı) başlıklı bir makalede, çeşitli temel anatomi kaynaklarına referans verilerek şöyle açıklanıyor:
Apendiksin mikroskobik düzeyde incelenmesi, bunun oldukça önemli oranda lenf dokusu içerdiğini göstermektedir. Benzer lenf dokusu birikimleri (ki bunlara GALT, yani sindirim sistemiyle ilişkili lenf dokuları denir) bağırsak sisteminin diğer alanlarında da görülür. Bunlar, vücudun yutulan maddelerdeki yabancı antijenleri tanıma yeteneğiyle ilgilidirler. Benim kendi araştırmam, özellikle, bağırsağın bağışıklık fonksiyonları üzerine yoğunlaşmıştır.
Tavşanlarda yapılan deneyler yeni doğan bireylerde apendiksin ameliyat edilmesinin mukozal bağışıklık gelişimine zarar verdiğini göstermiştir. Tavşan apandiksi üzerine yapılan morfolojik ve fonksiyonel çalışmalar ise, apandiksin, memelilerdeki hava keseciklerine denk olduğunu göstermektedir. Bu kesecikler, kuşlardaki sıvısal bağışıklığın gelişiminde kritik bir rol oynamaktadır.
Tavşan ve insan apandiksinin mikroskobik ve mikrobağışıksal benzerlikleri, insandaki apandiksin tavşandakine benzer bir görevi olduğunu göstermektedir. İnsan apandiksi özellikle yaşamın erken dönemlerinde çok önemlidir, çünkü doğumdan kısa bir süre sonra büyük gelişim geçirmekte, sonra yaş ilerledikçe gerilemektedir, ta ki sindirim sistemi organlarına, ince bağırsaktaki peyer plakları gibi diğer bazı kısımlarına benzeyene kadar. Bu yeni çalışmalar, insan apandiksinin, bir zamanlar iddia edildiği gibi zamanla küçülmüş ve faydasını kaybetmiş bir organ olmadığını göstermektedir.76
Stephen Jay Gould |
Kısacası tüm zamanların en ünlü "körelmiş organı" olarak öne sürülen apendiksin körelmiş sanılmasının nedeni, Darwin ve taraftarlarının dönemin ilkel bilim düzeyine dayanan dogmatizmleriydi. Dönemin ilkel mikroskopları altında apendiksin lenf dokusu gözükmüyordu; onlar da yapısını anlayamadıkları dokuyu kendi teorileri gereğince "fonksiyonsuz" saymışlar ve körelmiş organlar listesine dahil etmişlerdi. Darwinizm, bir kez daha, 19. yüzyılın ilkel bilim düzeyinden güç bulmuştu.
Bu durum sadece apendiks için değil, tüm diğer sözde körelmiş organlar için geçerliydi. Wiedersheim'ın "körelmiş organlar" listesinde yer alan bademciklerin de ilerleyen yıllarda boğazı, özellikle erişkin yaşlara kadar, enfeksiyonlara karşı korumada önemli rol oynadığı keşfedildi. Omuriliğin sonunu oluşturan kuyruk sokumunun ise, leğen kemiğinin çevresindeki kemiklere destek sağladığı, bu nedenle, kuyruk sokumu kemiği olmadan rahatça oturabilmenin mümkün olmadığı anlaşıldı. Ayrıca bu kemiğin pelvis bölgesindeki organların ve buradaki çeşitli kasların da tutunma noktası olduğu belirlendi.
İlerleyen yıllarda yine "körelmiş organlar"dan sayılan timüs bezinin T hücrelerini harekete geçirerek vücudun savunma sistemini aktif hale getirdiği; pineal bezin, lüteinik hormonu baskılayan melatonin gibi önemli hormonların üretilmesinden sorumlu olduğu keşfedildi. Tiroid bezinin bebeklerde ve çocuklarda dengeli bir vücut gelişimini sağladığı ve metabolizma ve vücut aktivitesinin düzenlenmesinde rol oynadığı saptandı. Pitüiter bezin de tiroid, böbrek üstü, üreme bezleri gibi birçok hormon bezinin doğru çalışmasını ve iskelet gelişimini kontrol ettiği ortaya çıktı.
Darwin tarafından "körelmiş organ" olarak nitelendirilen gözdeki yarım ay şeklindeki çıkıntının ise gözün temizlenmesi ve nemlendirilmesi işine yaradığı anlaşıldı.
Günümüzde, geçtiğimiz on yıllar içinde ileri sürülen "körelmiş organlar"ın hepsinin aslında belirli fonksiyonlar üstlendiği tespit edilmiş durumdadır. Dr. Jerry Bergman ve Dr. George Howe tarafından kaleme alınan 'Vestigial Organs' Are Fully Functional ('Körelmiş Organlar' Tümüyle Fonksiyonel) adlı çalışmada, bu gerçek detaylarıyla ortaya konmaktadır.
Nitekim pek çok evrimci de "körelmiş organlar" hikayesinin cehaletten kaynaklanan bir argüman olduğunu kabul etmiş durumdadır. Evrimci biyolog S. R. Scadding Evolutionary Theory (Evrimsel Teori) dergisinde yazdığı "Körelmiş Organlar Evrime Delil Oluşturur mu?" başlıklı makalesinde bu gerçeği şöyle ifade eder:
(Biyoloji hakkındaki) bilgimiz arttıkça, körelmiş organlar listesi de giderek küçüldü... Bir organın işlevsiz olduğunu tespit etmek mümkün olmadığına ve zaten körelmiş organlar iddiası bilimsel bir özellik taşımadığına göre, "körelmiş organlar"ın evrim teorisi lehinde herhangi bir kanıt oluşturamayacağı sonucuna varıyorum.77
Evrimcilerin bu sonuca varmaları bir buçuk asır kadar uzun bir zaman sürmüş olsa da, sonuçta Darwinizm'in bir hurafesi daha tarihe karışmıştır.
Gould, 1980'de yayınlanan "Pandanın Baş Parmağı" adlı kitabında bu canlının el yapısının "hatalı tasarım" olduğunu öne sürmüştü. Ama yeni bilimsel araştırmalar, bu iddiayı geçersiz kıldı ve pandanın bu özelliğinin oldukça önemli olduğunu ortaya koydu. |
Bu bölümün başında Richard Dawkins'in "gözdeki hatalı özellik" iddiasının geçersizliğini incelemiştik. Aynı fikirlere sahip bir diğer evrimci ise Stephen Jay Gould'dur. Harvard Üniversitesi paleontoloğu olan Gould, 2002 yılındaki ölümüne kadar, ABD'nin en önde gelen evrimcilerinden biri olmuştur.
Ve Gould'un da aynı Dawkins'in retina örneği gibi, bir "hatalı özellik" iddiası vardır: Pandanın baş parmağı.
Pandanın elinde, insan elinde olduğu gibi, dört parmaktan ayrı duran ve böylece cisimleri tutmayı kolaylaştıran ayrı bir baş parmak yoktur. Hayvanın beş parmağı da yanyana uzanır. Ama bu beş paralel parmağının dışında, bileğinden çıkan "radyal susamsı kemik" (radial sesamoid bone) olarak isimlendirilen bir kemik çıkıntısı daha bulunmaktadır. Bunu kimi zaman bir parmak gibi kullandığı için, biyologlar buna "pandanın baş parmağı" adını vermişlerdir.
Gould'un iddiası ise, pandanın elinin bu yapısıyla verimsiz olduğudur. Bu iddiayı o kadar önemsemiştir ki, iddia 1980 yılında yayınlanan kitabının ismini oluşturmuştur: The Panda's Thumb (Pandanın Baş Parmağı)
Oysa Gould'un "hatalı özellik" iddiası da, Dawkins'inki gibi yanlıştır.
Gould'un hatası, pandanın baş parmağını, insan eli gibi düşünmesi ve fonksiyonelliğini insan eliyle kıyaslamasıdır. Paul Nelson, bu konuda şu yorumu yapar:
Pandanın baş parmağı bazı işler için -örneğin klavye kullanmak gibi- optimal (ideal) olmasa da, kendi üstlendiği işlev için, yani bambu soymak için son derece uygun gözükmektedir.78
The Giant Pandas of Wolong (Wolong'un Dev Pandaları) adlı bilimsel inceleme kitabının yazarları ise, şu yorumu yaparlar:
Panda, birinci parmağının çıktığı tüysüz yüzeyi ile sahte baş parmağını aynen bir maşa gibi kullanarak, bambu kamışlarını büyük bir hassasiyetle tutabilmektedir... Pandanın yaprak yemesini izlerken... tutma kabiliyeti karşısında hepimiz etkilendik. Önayaklar ve ağız büyük bir uyum içinde çalışmakta ve ona büyük bir hareket ekonomisi kazandırmaktadır.79
Panda, birinci parmağının çıktığı tüysüz yüzeyi ile sahte baş parmağını aynen bir maşa gibi kullanarak, bambu kamışlarını büyük bir hassasiyetle tutabilmektedir... Pandanın yaprak yemesini izlerken... tutma kabiliyeti karşısında hepimiz etkilendik. Önayaklar ve ağız büyük bir uyum içinde çalışmakta ve ona büyük bir hareket ekonomisi kazandırmaktadır.79
1999 yılında Nature dergisinde yayınlanan bir inceleme, pandanın baş parmağının hayvanın doğal ortamı açısından son derece verimli olduğunu göstermiştir. Dört Japon araştırmacının ortak yürüttükleri çalışma, "kompüterize tomografi" ve "manyetik rezonans resimlendirmesi" teknikleri ile yürütülmüş ve sonuçta pandanın baş parmağının "memeliler arasında bulunan en olağanüstü yönlendirme tekniklerinden biri" olduğu sonucuna varılmıştır.80 " Role of the giant panda's 'pseudo-thumb'" (Büyük Pandanın "Sahte Baş Parmağının Rolü") başlıklı makale, şu yorumla bitmektedir:
" Role of the giant panda's 'pseudo-thumb'" (Büyük Pandanın "Sahte Baş Parmağının Rolü") başlıklı makale, şu yorumla bitmektedir:
Büyük pandanın elinin, daha önceki morfolojik modellerde ileri sürüldüğünden çok daha rafine bir tutma mekanizması olduğunu göstermiş bulunuyoruz.81
Kısacası, son 150 yıl içinde evrimciler tarafından ortaya atılan tüm "körelmiş organ" veya "hatalı özellik" iddiaları, sözü edilen biyolojik yapıların daha yakından incelenmesi sonucunda boşa çıkmıştır.
Evrimciler doğadaki hiçbir biyolojik yapının kökenini açıklayamaz iken, bu yapıların gerçek açıklaması olan yaratılış gerçeğine karşı öne sürdükleri itirazlar da çürümüştür.
Bu nedenle diyebiliriz ki; bir zamanlar Darwinizm vardı. Bu teori, canlıların "hatalı" veya "körelmiş" organlarla dolu olduğunu iddia ediyordu.
Bugün ise bu teori bilimsel delillerle çürütülmüştür.
Pandanın Parmağı Tümüyle İşlevseldir | |
A. Thumb (Başparmak) | 3. Yan Bilek Kemiği |
Evrimciler yaratılışı inkar etmek için doğada kusur ve uyumsuzluk ararlar. S. J. Gould'un pandaların baş parmakları ile ilgili iddiası buna bir örnektir. Oysa Gould yanılmaktadır. Çünkü bu kemiksi parmak Gould'un zannettiği gibi bir kusur değildir. Aksine hareketi kolaylaştırır ve tendonların yırtılmasını engelleyici etkiye sahiptir. 1999 yılında Nature dergisinde yayınlanan bir inceleme, pandanın baş parmağının hayvanın doğal ortamı açısından son derece verimli olduğunu göstermektedir. Dört Japon araştırmacının ortak sürdürdükleri çalışma, "kompüterize tomografi" ve "manyetik rezonans resimlendirmesi" teknikleri ile yürütülmüş ve sonuçta pandanın baş parmağının "memeliler arasında bulunan en olağanüstü yönlendirme tekniklerinden biri" olduğu sonucuna varılmıştır. (Endo, H., Yamagiwa, D., Hayashi, Y. H., Koie, H., Yamaya, Y., and Kimura, J. 1999. Nature 397: 309-310) Yukarıda, çalışmayı yürüten uzmanların pandanın el yapısı ile ilgili yaptıkları bilgisayar çizimi yer alıyor. |
66- Dawkins'in "kör saatçi" tezinin çürülmesi için bkz. Lee Spetner, Not By Chance: Shattering the Modern Theory of Evolution, Judaica Press, 1997; Michael J. Behe, Darwin's Black Box: The Biochemical Challange to Evolution, The Free Press, 1996; Phillip E. Johson, Darwin on Trial, 199, 2nd.ed., InterVarsity Press, 1993
67- Richard Dawkins, The Blind Watchmaker, London: Penguin Books,1986; s.93-94
68- Michael Denton, "The Inverted Retina: Maladaptation or Pre-adaptation?", Origins & Design, 19:2, Issue 37, 1999
69- Michael Denton, "The Inverted Retina: Maladaptation or Pre-adaptation?", Origins & Design, 19:2, Issue 37, 1999
70- Walls, G.L. (1963). The Vertebrate Eye . New York: Hafner Publishing Company; s.652
71- Michael Denton, "The Inverted Retina: Maladaptation or Pre-adaptation?", Origins & Design, 19:2, Issue 37, 1999
72- McIlwain, T.J. (1996). An Introduction to the Biology of Vision. Cambridge: Cambridge University Press; s. 14
73- Michael Denton, “The Inverted Retina: Maladaptation or Pre-adaptation?”, Origins & Design, 19:2, Issue 37, 1999
74- Charles Darwin, The Origin of Species, III. ed. Chapter 13: Mutual Affinities of Organic Beings: Morphology: Embryology: Rudimentary Organs
75- http://www.cerrah.net/apandist.htm
76- www.geocities.com/CapeCanaveral/Lab/6562/evolution/designgonebad.html
77- S. R. Scadding, "Do 'Vestigial Organs' Provide Evidence for Evolution?", Evolutionary Theory, Cilt 5, Mayıs 1981, s. 173
78- Paul A. Nelson, "Jettison the Arguments, or the Rule? The Place of Darwinian Theological Themata in Evolutionary Reasoning", Access Research Network, 1988, http://www.arn.org/docs/nelson/pn_jettison.htm
79- George Schaller, H. Jinchu, P. Wenshi, and Z. Jing, The Giant Pandas of Wolong , Chicago: University of Chicago Press, 1986, s.4, 58
80- Endo, H., Yamagiwa, D., Hayashi, Y. H., Koie, H., Yamaya, Y, and Kimura, J., Nature, vol. 397, 1999, ss. 309-310
81- Endo, H., Yamagiwa, D., Hayashi, Y. H., Koie, H., Yamaya, Y., and Kimura, J., Nature, vol. 397, 1999, ss. 309-310