Fosil bilimi Darwin'den çok daha önce gelişti. Bu bilimin, yani paleontolojinin kurucusu, Fransız zoolog Baron Georges Cuvier (1769-1832) idi. Cuvier, Britannica'nın ifadesiyle, "fosilleri ilk kez zoolojik bir sınıflandırmaya sokmuş, kaya tabakaları ve fosil kalıntıları arasındaki ilişkiyi göstermiş ve ayrıca yaptığı karşılaştırmalı anatomi çalışmaları ve fosil rekonstrüksiyonları ile, fonksiyonel ve anatomik ilişkileri göstermişti."18
Cuvier'nin önemli bir özelliği ise, onun döneminde Lamarck tarafından dile getirilen evrim teorisine karşı çıkması ve canlı gruplarının ayrı ayrı yaratıldıklarını savunmasıydı. Hayvan anatomilerindeki detaylı ve hassas özelliklere dikkat çeken Cuvier, bu özelliklerin rastgele değişimlere izin vermeyeceğini açıklamıştı. Ona göre, "türler hem fonksiyon hem de yapı itibarıyla o denli iyi koordine olmuşlardı ki, büyük değişimlerde hayatta kalamazlardı... Her tür kendi özel amacı ve her organ kendi özel fonksiyonu için yaratılmıştı."19
Charles Darwin ise fosillere farklı bir yorum getirdi. Ona göre geçmişte dünya üzerinde tek bir ortak atadan diğer canlı türlerini kademeli olarak türeten bir evrim süreci yaşanmıştı ve fosiller bu sürecin kanıtlarıydılar.
Fosil biliminin kurucusu olan Cuvier, yaratılışı savunmuş ve evrimin imkansız olduğunu açıklamıştı. |
Darwin böyle bir yorum getirmişti, ama bu yorum bir kanıta dayanmıyordu. Aksine, Darwin zamanında elde bulunan fosiller hiç de evrim göstermiyordu. Soyu tükenmiş farklı canlılara ait kalıntılar vardı, ama bu kalıntılar Darwin'in teorisinin gerektirdiği gibi birbirlerine akrabalık bağı ile bağlı durmuyorlardı. Bilinen her fosil, bilinen her canlı gibi, kendine has özelliklere sahipti. Doğa tarihi, doğanın şu anki durumu gibi, birbirine çok benzeyen ve yakın türlere değil, birbirlerinden çok farklı ve aralarında büyük yapısal farklılıklar bulunan gruplara ayrılmıştı.
Bu nedenle Darwin, fosilleri teorisi için bir delil olarak kullanamadı. Aksine, teorisi için sorun oluşturan bu önemli meseleyi kitabında "tevil etmeye" (yani bahaneler öne sürerek bu sorundan kurtulmaya) çalıştı. Kitabının "Difficulties on Theory" (Teorinin Zorlukları) başlıklı bölümünde bu konuya yer ayırdı. Bununla beraber, "On the Imperfection of the Geological Record" (Jeolojik Kayıtların Yetersizliği) başlıklı ve sırf fosiller ve ara formların yokluğu konusunu ele alan bir bölüm daha ekledi kitabına.
Ancak kitabın her iki bölümünde de Darwin'in sorunu çok açık bir şekilde görülüyordu. Teorisi, canlı türlerinin çok küçük ve uzun vadeli kademeli değişimlerle ortaya çıktıkları iddiası üzerine kuruluydu. Eğer bu doğru olsaydı, o zaman her türü bir diğerine bağlayan ara formlar yaşamış olmalı ve bunların izlerine de fosil kayıtlarında rastlanmalıydı. Ama fosil kayıtları hiçbir "ara form" göstermiyordu.
Archaeopteryx'in evrimcilerce iddia edildiği gibi "ilkel bir kuş" olmadığı, kusursuz bir uçuş yeteneğine sahip olduğu artık biliniyor. |
Ancak kitabın her iki bölümünde de Darwin'in sorunu çok açık bir şekilde görülüyordu. Teorisi, canlı türlerinin çok küçük ve uzun vadeli kademeli değişimlerle ortaya çıktıkları iddiası üzerine kuruluydu. Eğer bu doğru olsaydı, o zaman her türü bir diğerine bağlayan ara formlar yaşamış olmalı ve bunların izlerine de fosil kayıtlarında rastlanmalıydı. Ama fosil kayıtları hiçbir "ara form" göstermiyordu.
Jeolojinin sözünü ettiğim gibi kademeli bir organik zincir açığa çıkarmadığı kesin; ve bu, belki de, benim teorime karşı öne sürülebilecek en bariz ve en büyük itiraz. Açıklamanın, jeolojik kayıtların olağanüstü derece yetersiz oluşunda yattığına inanıyorum. 20
O zamanlar Darwin'in bu kehaneti bazılarına inandırıcı gelmişti. Sayıları giderek artan Darwinistler yeryüzünü kazarak fosil kayıtlarını genişletmeye ve "kayıp" sandıkları ara formları aramaya başladılar. Onları heyecanlandıracak bazı bulgular da elde edildi... Ama bu heyecanlarının boşuna olduğu zamanla anlaşılacaktı.
Evrimciler adına heyecanlandırıcı bulgulardan biri, Archaeopteryx adı verilen bir kuş fosiliydi. 1860 yılında Almanya'nın Solnhofen kasabası yakınlarında bulunan bu fosil, bir kuşa ait olmasına karşın bazı özgün özellikler içeriyordu. Ağzında dişlerin, kanatlarında pençe benzeri tırnakların var olması ve uzun kuyruğu, fosilin bu açılardan sürüngenlere benzetilmesine neden oldu. Bu ise Darwinistler için bulunmaz bir fırsattı. Darwin'in en ateşli savunucusu olarak bilinen Thomas Huxley, Archaeopteryx'i yarı sürüngen-yarı kuş bir canlı ilan etti. Kanatlarının uçuşa elverişli olmadığı ve dolayısıyla canlının "ilkel bir kuş" olduğu yönündeki yorum, giderek büyük bir popülarite kazandı ve 20. yüzyıl boyunca da sürecek olan Archaeopteryx efsanesi doğmuş oldu.
Ancak bu efsanenin çok yüzeysel olduğu; canlının "ilkel kuş" olmadığı; aksine iskelet ve tüy yapısının uçmaya son derece elverişli olduğu; sürüngenlere benzetilen özelliklerinin tarihte yaşamış ve hatta günümüzde yaşayan diğer bazı kuşlarda da bulunduğu zamanla ortaya çıkacaktı.
Söz konusu bulgular sonucunda "tüm zamanların en ünlü ara form adayı" sayılabilecek Archaeopteryx hakkındaki evrimci spekülasyonlar günümüzde büyük ölçüde dinmiş durumdadır. Ornitoloji (kuş bilimi) uzmanı olan Kuzey Carolina Üniversitesi Biyoloji Bölümü profesörü Alan Feduccia'nın belirttiği gibi "Archaeopteryx'in çeşitli anatomik özelliklerini inceleyen yeni araştırmacıların pek çoğu, bu canlının daha önce hayal edilenden çok daha kuş-benzeri olduğunu göstermiştir". Archaeopteryx hakkında çizilen "yarı sürüngen canlı" portresinin ise yanlışlığı ortaya çıkmıştır; yine Feduccia'ya göre "Archaeopteryx'in theropod dinozorlara olan benzerliği çok büyük ölçüde abartılmıştır."21 Kısacası Archaeopteryx'in günümüz kuşlarından hiçbir farkının olmadığı anlaşılmıştır.
Darwin'in en hararetli savunucusu olarak bilinen Thomas Huxley |
Archaeopteryx dahil olmak üzere- Darwin'den bu yana geçen bir buçuk yüzyıl içinde hiçbir ara form bulunamadığını açıkça söyleyebiliriz. Bu gerçek özellikle 70'li yıllardan itibaren reddedilemez hale gelmiş ve evrim teorisine inanan bazı paleontologlar tarafından da kabul edilmiştir. Bu paleontologlar arasında en çok dikkati çeken isimler Stephen Jay Gould ve Niles Eldredge'dir. "Sıçramalı evrim" (punctuated equilibrium) adı altında farklı bir evrim modeli ileri süren bu ikili, Darwinizm'in "kademeciliğinin" fosil kayıtları tarafından çürütüldüğünü açıkça ve ısrarla dile getirmişlerdir. Gould ve Eldredge'in detaylarıyla gösterdikleri gibi, farklı canlı grupları fosil kayıtlarında aniden ortaya çıkmakta ve sonra da yüzmilyonlarca yıl değişim geçirmeden kalmaktadırlar.
Eldredge, bir başka evrimci paleontolog olan Ian Tattersall ile birlikte yazdığı bir kitapta şu önemli tespiti yapmıştır:
Ayrı türlere ait fosillerin, fosil kayıtlarında bulundukları süre boyunca değişim göstermedikleri, Darwin'in Türlerin Kökeni'ni yayınlamasından önce bile paleontologlar tarafından bilinen bir gerçektir. Darwin ise gelecek nesillerin bu boşlukları dolduracak yeni fosil bulguları elde edecekleri kehanetinde bulunmuştur... Aradan geçen 120 yılı aşkın süre boyunca yürütülen tüm paleontolojik araştırmalar sonucunda, fosil kayıtlarının Darwin'in bu kehanetini doğrulamayacağı açıkça görülür hale gelmiştir.
Bu, fosil kayıtlarının yetersizliğinden kaynaklanan bir sorun değildir. Fosil kayıtları açıkça söz konusu kehanetin yanlış olduğunu göstermektedir. Türlerin şaşırtıcı bir biçimde sabit oldukları ve uzun zaman dilimleri boyunca hep statik kaldıkları yönündeki gözlem, "kral çıplak" hikayesindeki tüm özellikleri barındırmaktadır: Herkes bunu görmüş, ama görmezlikten gelmeyi tercih etmiştir. Darwin'in öngördüğü tabloyu ısrarla reddeden hırçın bir fosil kaydı ile karşı karşıya kalan paleontologlar, bu gerçeğe açıkça yüz çevirmişlerdir.22
Üç evrimci biyoloğun ortaklaşa kaleme aldıkları 1988 basımı Integrated Principles of Zoology (Zoolojinin Entegre Prensipleri) adlı kitapta aynı gerçek şöyle açıklanır:
Pek çok tür milyonlarca yıl boyunca hiçbir değişiklik geçirmeden kalmakta, sonra ani bir şekilde yok olmakta ve onların yerine çok farklı formlar ortaya çıkmaktadır. Dahası, çoğu hayvan grubu fosil kayıtlarında, tamamen şekillenmiş biçimde, aniden ortaya çıkmaktadırlar ve onların ataları sayılabilecek bir gruptan yana keşfedilmiş hiçbir ara form fosili bulunamamaktadır.23
Yeni bulgular, durumu Darwinizm lehine değiştirmemekte, aksine daha da kötüleştirmektedir. Oxford Üniversitesi Zoolojik Kolleksiyonlar Yöneticisi Tom Kemp, Fossils and Evolution (Fosiller ve Evrim) isimli 1999 basımı kitabında bu durumu şöyle kabul eder:
Archaeopteryx'e dair bir rekonstrüksiyon çizim. |
Yeni canlı kategorileri hemen hemen tüm durumlarda fosil tabakalarında belirleyici karakteristikleri zaten mevcut olarak ve bilinen atasal grupları olmaksızın çıkar.24
Böylece, bir zamanlar Darwin'in teorisi lehinde bir kanıt gibi algılanan fosil kayıtları, teorinin aleyhinde bir kanıt haline gelmiştir. Princeton Üniversitesi'nden matematikçi ve evrim karşıtı David Berlinski, durumu şöyle özetler:
Fosil mezarlığı boşluklarla doludur. Hiçbir paleontolog da bunu reddetmemektedir. Bu açık bir gerçektir. Darwin'in teorisi ile fosil kayıtları çelişkilidir.25
Bu çelişkinin en çarpıcı örneklerinden biri ise, Darwinist "hayat ağacı"nın çöküşüdür.
Charles D. Walcott |
Darwinizm'in fosil kayıtlarından aldığı en yıkıcı darbe, Kambriyen Devre ait fosillerin ortaya koyduğu tablodur.
Darwin, yeryüzündeki yaşamın tarihinin ilk başta tek bir kökten çıkan, sonra giderek yavaş yavaş dallara ayrılan bir ağaç olarak şematize edilebileceğini düşünmüştü. Türlerin Kökeni'nde de bu görüşü yansıtan bir şema yer alıyordu. Bu şemayla birlikte insanların zihnine yerleşen "evrim ağacı" kavramı zamanla Darwinizm'in en önemli efsanelerinden biri haline geldi. Binlerce ders kitabı, bilimsel kitap, dergi veya gazete, "evrim ağacı"nın farklı versiyonlarını yayınladı. Canlıların ortak bir kökenden küçük rastlantısal değişimlerle türedikleri fikri, "evrim ağacı" şemaları ile insanlara empoze edildi.
Oysa gerçekler çok farklıydı.
Bunun anlaşılması, en açık olarak "Kambriyen Patlaması"nın keşfedilmesiyle oldu.
Bu keşfin hikayesini öğrenmek için 20. yüzyılın başlarına, 1909 yılına gitmek gerekir. O yıl Charles D. Walcott adlı bir paleontolog, Kanada'nın Rocky Mountains (Kayalık Dağlar) bölgesinde araştırma yapmaya girişmişti. Walcott, Burgess Pass denen bölgede son derece iyi korunmuş kaya katmanlarına (İngilizce terimle "shale") rastladı. Burgess Yatağı'nda (Burgess Shale) çok sayıda fosil bulunduğunu ve bunların Kambriyen Devre ait olduğunu fark etmekte gecikmedi. Bundan sonraki 4 yıl boyunca Burgess Shale bölgesinden 60 ila 80 bin fosili özenle topladı ve yaptığı bu detaylı çalışmayı en ince ayrıntılarına kadar defterlerine not etti.
1. Günümüz süngerlerine benzeyen Metaldetes fosili |
Kambriyen dönemine (545-495 milyon yıl öncesine) ait fosiller, canlıların yeryüzü katmanlarında -bir evrim süreci geçirmeden- kompleks özellikleriyle ortaya çıktıklarını gösterir. |
Walcott'un topladığı fosillerin çok şaşırtıcı bir özelliği vardı: Karşısında, bugün yaşayan tüm filumlara ait canlıların kalıntıları duruyordu. (Filum, hayvanlar aleminde canlıları sınıflandırmak için kullanılan en büyük kategoridir. Hayvanlar 50'nin üzerine filuma ayrılırlar ve bu filumların hepsinin kendine has vücut planları vardır. En çok bilinen filumlar arasında; omurgalıları da içeren kordata, tüm böcekleri içeren artropoda, tüm kabuklu yumuşak hayvanları içeren molluska sayılabilir.)
Walcott topladığı fosillerin hangi filumlara ait olduğuna baktığında çok şaşırdı. Çünkü bulduğu fosil tabakası çok eskiydi ve bundan daha eski tabakalarda kayda değer bir yaşama rastlanmamıştı; ama bu tabakada bilinen filumların neredeyse tamamına ait canlılar vardı. Dahası hiç bilinmeyen filumlara ait fosiller de bulmuştu. Bu, hayvanlar alemindeki tüm vücut özelliklerinin aynı jeolojik devirde, birarada ortaya çıktıklarını gösteriyordu.
Bu ise Darwin'in teorisi için yıkıcı bir darbe oluşturuyordu. Çünkü Darwin canlıların yavaş yavaş dallanan bir ağacın kolları gibi geliştiğini ileri sürmüştü. Darwin'in kurguladığı evrim ağacına göre, yeryüzünde ilk başta tek bir filum olmalı, sonra uzun zaman dilimleri içinde farklı filumlar yavaş yavaş ortaya çıkmalıydı. Oysa Walcott, tüm filumların aynı anda ve aniden ortaya çıktıklarını gösteren kanıtlarla yüzyüzeydi. Bu, "evrim ağacı"nın tepetaklak olması anlamına geliyordu.
Ancak teoriye yönelik bu büyük darbenin açığa çıkması için 70 yıl beklemek gerekecekti.
Çünkü Walcott, 4 yıl boyunca büyük bir titizlikle yürüttüğü çalışmanın sonucunda, elde ettiği fosilleri bilim dünyasına açmak yerine, gizlemeye karar verdi. Walcott Washington D.C.'deki ünlü Smithsonian Müzesi'nin müdürüydü ve koyu bir Darwinistti. Elde ettiği fosillerin evrim teorisine büyük bir sorun oluşturacağını düşündüğü için, bunları açıklamak yerine, müzenin arşivlerine kaldırdı. Burgess Shale fosillerinin gün ışığına çıkması, ancak 1985 yılında, müzenin arşivlerinin yeniden incelenmesi sayesinde oldu. İsrailli bilim adamı Gerald Schroeder bu konuda şu yorumu yapar:
Eğer Walcott isteseydi, fosiller üzerinde çalışmak üzere bir ordu dolusu öğrenciyi görevlendirebilirdi. Ama evrim gemisini batırmamayı tercih etti. Bugün Kambriyen Devri fosilleri Çin'de, Afrika'da, İngiliz Adaları'nda, İsveç'te ayrıca Grönland'da da bulunmuş durumdadır. (Kambriyen Devrindeki) Patlama, dünya çapında yaşanmış bir olaydır. Ama bu olağanüstü patlamanın doğasını tartışmak mümkün olmadan önce, bilgi gizlenmiştir.26
70 yılı aşkın bir süre boyunca Smitsonian Müzesi'nde kapalı kapılar ardında duran fosilleri bulan ve yeniden analiz eden, paleontologlar Harry Whittington, Derek Briggs ve Simon Conway Morris'ti. Bu bilim adamları, Walcott'un bulduğu fosillerin en eski jeolojik devirlerden biri olan Kambriyen Devrine ait olduğunu belirlediler. Bu devirde bu kadar farklı canlıların bir anda ortaya çıkışına da "Kambriyen Patlaması" adını verdiler.
1980'ler, Schroeder'in de belirttiği gibi, aynı zamanda Burgess Shale'e benzeyen iki yeni fosil bölgesinin daha keşfedildiği bir dönem oldu: Kuzey Grönland'da Sirius Passet ve Güney Çin'de Chengjiang. Tüm bu bölgelerde Kambriyen döneminde ortaya çıkan çok farklı canlıların fosilleri bulundu. Chengjiang fosilleri bunların arasında en eskileri ve en iyi korunmuşlarıydı ve ilk omurgalıları da içeriyordu.
1999 yılında bulunan 530 milyon yıllık iki balık fosili ise, Kambriyen'de omurgalılar dahil tüm vücut yapılarının var olduğunu kanıtlayacaktı. Araştırmalar Kambriyen Patlaması'nın jeolojik olarak çok kısa bir dönemi ifade eden 10 milyon yıllık bir süre içinde gerçekleştiğini ortaya koydu. Ve bu süre içinde aniden ortaya çıkan canlıların hepsinde, daha önceleri var olan tek hücreli canlılarda ve birkaç çok hücreli canlıda hiç görülmeyen, son derece kompleks organlar ve sistemler olduğu belirlendi. Stephen J. Gould Kambriyen patlamasını şu şekilde tarif eder:
Böyle bir patlamanın en ünlüsü, Kambriyen patlaması, modern çok hücreli yaşamının başlangıcına damgasını vurmaktadır. Birkaç milyon yıl içinde, neredeyse tüm hayvan anatomilerinin her temel çeşidi ilk defa olarak fosil kayıtlarında ortaya çıkmıştır.27
Evrimciler Kambriyen Patlaması'na karşı çeşitli açıklamalar yapmaya çalışmaktadırlar, ama bunların hiçbiri ikna edici değildir. Ara Geçiş Açmazı adlı kitabımızda da açıkladığımız gibi, Kambriyen sorunu karşısında öne sürülen evrimci tezlerin hepsi çürüktür ve bunu evrimcilerin kendi içlerindeki tartışmalar da açığa çıkarmaktadır.
Ünlü bilim dergisi Trends in Genetics (TIG), Şubat 1999 tarihli sayısında Burgess Shale'deki fosil bulgularının evrim teorisine göre bir türlü açıklanamadığını ve "ileri sürülen tezlerin ikna edici olmadığını" şöyle anlatır:
Küçük bir mekanda bulunmuş olan bu fosillerin, evrim biyolojisindeki bu büyük sorunla ilgili hararetli tartışmanın tam merkezinde yer alması oldukça garip gözükebilir. Fakat bu tartışmalara neden olan şey, Kambriyen Devrinde yaşayan hayvanların fosil kayıtlarında şaşırtıcı bir bollukta ve birdenbire belirmeleridir. Radyometrik tarihlendirmelerin daha kesin sonuçları ya da giderek artan yeni fosil bulguları ise, sadece bu biyolojik devrimin aniliğini ve alanını keskinleştirmiştir. Yeryüzünün yaşam potasındaki bu değişimin büyüklüğü bir açıklama gerektirmektedir. Şu ana kadar birçok tez ileri sürülmüş olsa da, genel fikir hiçbirinin ikna edici olmadığıdır.28
A. HAYALİ |
1. Marella: Hem yürüyebilen hem yüzebilen bir eklembacaklıdır. 2. Xystridura: Trilobitlerin bu türü çok sayıda lensten oluşan kompleks gözlere sahiptir. 3. Pikaia: Bilinen en eski kordota fosili |
Kambriyen Devirde tüm canlı filumlarının birarada var olması, Darwinist soy ağacını temelinden yıkmaktadır. |
Amerikalı biyolog Jonathan Wells, Icons of Evolution adlı kitabında durumu şöyle özetlemektedir:
Evrimin tüm ikonları içerisinde hayat ağacı en yaygın olanıdır, çünkü ortak bir atadan türeme, Darwin'in teorisinin temelidir... Ama Darwin biliyordu ki -ve bilim adamları da yakın zaman önce kabul ettiler ki- erken zamanların fosil kayıtları evrim ağacını başaşağı çevirmektedir. On yıl kadar önce, moleküler kanıtların bu ağacı kurtarması umuluyordu, ama yeni bulgular bu umudu da yıkmıştır. Bunu ders kitaplarını okuyarak öğrenemezsiniz belki, ama Darwin'in hayat ağacı bugün tepetaklak olmuş durumdadır.29
İşte bu nedenle diyebiliriz ki;
Bir zamanlar Darwinizm vardı. Bazıları, bu teorinin fosiller tarafından desteklendiğini zannediyordu. Oysa fosil kayıtları bunun tam tersini söylüyordu. Şimdi ise Darwinizm çökmüştür. Fosillerin, yeryüzünde yaşamın evrimle değil, aniden ortaya çıktığını gösterdiği anlaşılmıştır.
Aniden ortaya çıkışın anlamı ise "yaratılış"tır. Allah tüm canlıları eksiksiz bir şekilde, yoktan yaratmıştır. Bu gerçeği bir ayette Rabbimiz şöyle bildirmektedir:
Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "Ol" der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)
Kambriyen Devirde aniden ortaya çıkan kompleks canlıları gösteren bir illüstrasyon. |
1. Ordovisyen dönemine (495-440 milyon yıl öncesine) ait katmanlarda dahi rastlanan deniz kestanesi fosili ve günümüze ait bir örneği. 2. Jurasik dönemine (200-140 milyon yıl öncesine) ait bir tür karides fosili görülmektedir ve bugünkü karidesler kadar eksiksiz bir görünümüne sahiptir. 3. 25 milyon yıllık kavak ağacına ait yaprak fosili, günümüz kavak ağacının yapraklarından farksız. |
Fosil kayıtlarının ortaya koyduğu önemli bir sonuç "durağanlık"tır. Yüz milyonlarca yıllık fosiller ile yaşayan örnekleri arasında hiçbir fark yoktur. Hiçbir "evrim" yaşanmamıştır. |
1. Karbonifer dönemine (354-292 milyon yıl öncesine) ait bu köpek balığı fosili, köpek balığının milyonlarca sene öncesinde de bugünkü mükemmel haliyle var olduğunun bir göstergesidir. 2. Triasik dönemine (251-205 milyon yıl öncesine) ait ginko ağacının yaprak fosili, günümüzdeki ginko yaprakları ile aynıdır. Bu ve bunun gibi pek çok fosil örneği canlıların birbirlerinden türedikleri iddialarını çürütmektedir. 3. Günümüzde uçuş teknikleri açısından bilim adamları için özel bir araştırma sahası oluşturan yusufçuk, 140 milyon yıl öncesine ait fosilinde de bugünkü mükemmel görünümü ve özellikleri sergilemektedir. 4. Miyosen dönemine (23.8-5.32 milyon yıl öncesine) ait akçaağaç yaprağının fosili (üstte) ve günümüze ait örneği 5. Oligosen dönemine (33.7-23.8 milyon yıl öncesine) ait, akçaağacın kanatlı meyvesinin fosili (solda) 6. Miyosen dönemine ait çiçek fosili |
18- Encyclopedia Britannica 2002, Expanded Edition DVD-ROM, "Cuvier, Georges, Baron"
19- Encyclopedia Britannica 2002, Expanded Edition DVD-ROM, "Cuvier, Georges, Baron"
20- Charles Darwin, The Origin of Species by Means of Natural Selection, The Modern Library, New York, s. 234
21- Alan Feduccia, The Origin and Evolution of Birds, Yale University Press, 1999, s. 81
22- N. Eldredge, and I. Tattersall, The Myths of Human Evolution, Columbia University Press, 1982, s. 45-46
23- Hickman, C.P. [Professor Emeritus of Biology at Washington and Lee University in Lexington], L.S. Roberts [Professor Emeritus of Biology at Texas Tech University], and F.M. Hickman. 1988. Integrated Principles of Zoology. Times Mirror/Moseby College Publishing, St. Louis, MO. 939; (s. 866)
24- Fossils and Evolution, Dr TS Kemp - Curator of Zoological Collections, Oxford University, Oxford Uni Press, s.246, 1999
25- David Berlinksi, Commentary , Sept. 1996 s. 28
26- Gerald Schroeder, "Evolution: Rationality vs. Randomness", http://www.geraldschroeder.com/evolution.html
27- Stephen J. Gould, “An Asteroid to Die For,” Discover, Ekim 1989, s. 65
28- Gregory A. Wray, "The Grand Scheme of Life", Review of The Crucible Creation: The Burgess Shale and the Rise of Animals by Simon Conway Morris, Trends in Genetics, February 1999, vol. 15, no. 2
29- Jonathan Wells, Icons of Evolution, s. 31