Büyük İslam mütefekkiri Bediüzzaman Said Nursi eserlerinde, yüzyıllardır tüm İslam aleminin beklediği Hz. Mehdi'nin gelişi hakkında Peygamberimiz (sav)'in hadisleri doğrultusunda detaylı açıklamalarda bulunmuştur. Bediüzzaman hadislerde verilen bu bilgilere dayanarak, ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi'nin üç ayrı alanda birden Mehdilik yapacağını yani, hem “siyaset mehdisi” hem “saltanat mehdisi” hem de “diyanet mehdisi” olacağını belirtmiştir. Bediüzzaman’ın Hz. Mehdi'nin bu önemli özelliğini açıkladığı sözlerinden biri şöyledir:
“Büyük Mehdi'nin çok vazifeleri var. Ve siyaset aleminde, diyanet aleminde, saltanat aleminde, mücadele aleminde çok dairede icraatları olduğu gibi...” (Şualar, s. 590)
Bediüzzaman'a göre Hz. Mehdi, Mehdilik görevini sadece tek bir alanda gerçekleştirmeyecek, dört ayrı alanda birden büyük ve önemli faaliyetleri olacaktır”.
Ancak Emirdağ Lahikası’na ait yayınlanmamış bir mektubunda, Bediüzzaman'ın “Gerçi hakikat noktasında ahir zamanda gelecek büyük Hz. Mehdi siyaseti tam dindar İsevilere bırakıp yalnız İslamiyet hakikatlarını isbata, izhara, icraya çalışır...” şeklinde bir sözü yer almaktadır. Bediüzzaman'ın bu sözüyle ne kastetmiş olduğu ise, çeşitli çevreler tarafından tartışma konusu olmaktadır. Bediüzzaman'ın bu sözlerine dayanılarak, “Hz. Mehdi'nin yalnızca iman hakikatleri yönünde bir çalışma yapacağı; ancak siyaset ve saltanat alanlarında herhangi bir görev üstlenmeyeceği” şeklinde yorumlar öne sürülmektedir.
Ancak bu düşünce, Bediüzzaman'ın risalelerde yüzlerce sayfa boyunca anlattığı bilgilerle tamamen çelişmektedir. Zira Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç büyük görev hakkında geniş bilgi vermiş ve Hz. Mehdi'nin “diyanet, siyaset, saltanat ve mücadele alanlarında Mehdilik görevini ne şekilde yerine getireceğini” detaylı olarak anlatmıştır. Bu sözlerinde Hz. Mehdi'nin “İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılacağını, Müslümanların manevi liderliğini üstlenerek İslam Birliği’ni sağlayacağını, Hıristiyan dünyasıyla ittifak yapacağını” ayrıntılı olarak açıklamıştır. Bediüzzaman'ın tüm bu izahları hiçbir tartışma ya da tevile yer bırakmayacak kadar açıktır.
Çok açıktır ki eğer Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin sadece iman hakikatleri yönünde bir hizmet yapıp, siyaset ya da saltanat alanlarında görev yapmayacağını düşünseydi, risalelerde böyle bir açıklamaya yer vermez, Hz. Mehdi'nin bu yöndeki görevlerini Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayanarak bu kadar uzun ve ayrıntılı olarak izah etmezdi. Zira Bediüzzaman gibi derin imanlı büyük bir müceddidin, eserlerinde, düşündüğü ve inandığı şeylerin tam tersine açıklamalarda bulunması hiçbir şekilde söz konusu değildir. Açıktır ki ortada bir yanlış anlama vardır ve Bediüzzaman'ın bu mektubundaki sözlerinin yanlış şekillerde yorumlanması söz konusudur. Bu durum Bediüzzaman'ın bahsi geçen mektubunu risalelere koydurtmamış olmasının hikmetlerini de açıkça ortaya koymaktadır. Bediüzzaman da bu konuyu şaibeli gördüğü, kafa karıştırıcı olabileceğini ve yanlış anlaşılabileceğini düşündüğü için söz konusu mektubunu risalelere koydurtmamıştır. Nitekim bu da Bediüzzaman'ın bir kerametidir. Bediüzzaman'ın endişe ettiği durum gerçekleşmiş ve yapılan bu yorum hatası, Bediüzzaman'ın sözlerinin yanlış anlaşılmasına neden olmuştur. Bu nedenle bu konunun açıklığa kavuşturulmasında ve Bediüzzaman'ın bu sözlerle gerçekte ne kastetmiş olduğunun ortaya konmasında fayda vardır.
Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin siyaset alanındaki görevine ilişkin sözlerinin daha iyi anlaşılabilmesi için öncelikle Bediüzzaman'ın “siyaset” kavramını ne anlamda kullandığının ve “Hz. Mehdi'nin siyaset alanında yerine getireceği icraatlar” ifadeleriyle ne kastettiğinin tam olarak açıklanması gerekmektedir.
Bediüzzaman eserlerinde “iki ayrı siyaset kavramı”ndan bahsetmektedir. Bunlardan birincisi, Bediüzzaman'ın da hayatı boyunca uzak durduğunu bildirdiği “dünya siyaseti”dir. Bediüzzaman eserlerinde bu gerçeği pek çok defa dile getirmiştir. Bediüzzaman'ın bu konudaki sözlerinden bazıları şöyledir:
Bir zaman, bu garazkârane (maksatlı, kötü niyetli) tarafgirlik (taraf tutma) neticesi olarak gördüm ki; mütedeyyin (dindar, dini emirlere ve yasaklara uyan) bir ehl-i ilim (ilim ehli), fikr-i siyasisine muhalif (siyaset fikrine karşı) bir âlim-i sâlihi (samimi bir alimi) tekfir derecesinde (küfürle kafirlikle, itham etme derecesinde) tezyif etti (rahatsız etti). Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârane methetti. İşte, siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm, eûzü billâhi mine’ş- şeytâni ve’s-siyâse (şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım.) dedim. O zamandan beri hayat-ı siyasiyeden (siyaset hayatından) çekildim. (Mektubat, 22.Mektup, 4.Vecih, 4.Düstur, s.247)
Hem iman ve hakikat noktasında bu çeşit merakların büyük zararları var. Çünki gaflet verecek ve dünyaya boğduracak ve hakikî vazife-i insaniyeti (insanın gerçek vazifesini) ve âhireti unutturacak olan en geniş daire ise, siyaset dairesidir. (Emirdağ Lahikası, s.46)
Bediüzzaman'ın burada “şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım” sözleriyle bahsettiği “Kuran dışı bir siyaset anlayışı”dır. Nitekim Allah’a sığındığını söylemesi bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır.
Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'nin de bu anlamda bir siyaset ile ilgilenmeyeceğini bildirmektedir. Ancak Bediüzzaman “... Ve sİyaset alemİnde, dİyanet alemİnde, saltanat alemİnde, mücadele aleminde çok dairede icraatları olduğu gibi...” (Şualar, s. 590) sözleriyle de, Hz. Mehdi'nin siyaset aleminde önemli görevler üstleneceğini belirtmektedir. Bediüzzaman'ın burada kullandığı siyaset kavramıyla kastettiği anlam, Bediüzzaman'ın kendisinin de Allah’a sığındığını belirttiği siyaset anlayışından çok farklıdır. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, “Peygamberimiz (sav)'in halifesi” yani “Müslümanların manevi lideri” vasfını taşıyarak tüm dünya Müslümanları arasında İslam Birliği’ni kuracağını, Hıristiyan alemiyle ittifak oluşturacağını ve Hz. İsa ile birlikte, İslam ahlakını tüm dünyada hakim kılacağını belirtmiştir. Bediüzzaman'ın detaylı olarak açıkladığı Hz. Mehdi'nin üstleneceği tüm bu görevler, Hz. Mehdi'nin “Peygamberimiz (sav)'in halifesi yani tüm dünya Müslümanlarının manevi lideri” vasfını taşıyacağını ve “idareci” konumunda olacağını açıkça ortaya koymaktadır.
Ancak halife olması; yani Müslümanların manevi lideri sıfatını taşıması ayrı, siyaset ise ayrı bir konudur. Hz. Mehdi dünya siyasetiyle bizzat ilgilenmeyebilir ama “Müslümanları ilgilendiren her konuda çözüm getirecek kişi olarak manevi liderleri Hz. Mehdi olacaktır”. Hz. Mehdi'nin üstleneceği bu görevin ne şekilde adlandırıldığı önemli değildir. “Hz. Mehdi'nin ilgileneceği siyaset, ‘Kuran ahlakı içerisindeki siyaset’ olacaktır”. Önemli olan Hz. Mehdi'nin yerine getireceği bu vazifenin “Kuran’ın bir hükmü” olmasıdır. “Kuran ahlakına uygun siyaset”in anlamı “güzel ahlaklı, şefkatli, merhametli olmak, adaletli davranmak, müminler arasında birlik ve kardeşliği, barışı ve sosyal adaleti sağlamak, adaletsizliği gidermek, zenginlik ve refahı sağlamak”tır. Kuran’da Hz. Mehdi'nin yerine getireceği bu görev “İslam ahlakının hakimiyeti” olarak müjdelenmektedir:
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir... (Nur Suresi, 55)
Hz. Mehdi de Kuran’ın bu hükmü gereği, tüm Müslümanların huzurunu, birlik ve beraberliğini sağlayacak, İslam ahlakının güzelliğini tüm dünyada yerleşik kılacaktır. Bediüzzaman'ın da siyaset ve saltanat kavramlarıyla kastettiği ana konu budur; “Hz. Mehdi'nin tüm dünya Müslümanlarının liderliğini üstlenmesi ve Kuran'da belirtilen bu hükme uygun olarak İslam dünyasının menfaatleri yönünde faaliyetlerde bulunması”dır. Tüm bunlar Kuran ahlakının ve Kuran ayetlerinin bir gereğidir. Bediüzzaman'ın “o zatın ikinci vazifesi, şeriatı (Kuran ahlakının esaslarını ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetini) icra ve tatbik etmektir” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9) sözleriyle belirttiği gibi, Hz. Mehdi de, Kuran ahlakının gerekliliklerini uyguladığında, İslam Birliği’nin oluşmaması, Hz. Mehdi'nin idareci vasfını taşımaması, yetki sahibi olmaması ya da lider konumunda olmaması söz konusu değildir. Zira tüm bunlar Allah’ın tüm Müslümanları yaşamakla yükümlü kıldığı hükümlerdir. Nitekim Bediüzzaman da Hz. Mehdi'nin bu vasıfları taşıyacağını “Hilafet i Muhammediye (A.S.M.)(Peygamberimiz (sav)'in halifesi) ünvanı ile şeair-i İslamiyeyi(İslam ahlakının esaslarını) ihya etmektir(yeniden canlandırmaktır).” (Emirdağ Lahikası, s. 259) sözleriyle ifade etmektedir.
Bir ayette Allah Müslümanlara, içlerindeki “emir sahiplerine” uymalarını şöyle bildirmektedir:
Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir. (Nisa Suresi, 59)
Bu ayet gibi Kuran'da, Müslümanların, Allah’ın kendilerini dünyada ve ahirette kurtuluşa ulaştırması için göndermiş olduğu elçilere uymalarıyla ilgili çok fazla ayet yer almaktadır. İşte Bediüzzaman'ın, “siyaset aleminde, diyanet aleminde, salatanat aleminde ve mücadele aleminde çok dairede icraatları olduğu gibi” sözleriyle Hz. Mehdi için kastettiği siyaset anlayışı da budur. Bediüzzaman bu sözlerinde yer alan “siyaset ve saltanat” kavramlarıyla Hz. Mehdi'nin, Kuran’ın bu hükmünü ne şekilde yerine getireceğini açıklamaktadır.
Nitekim risalelerdeki Hz. Mehdi'nin görevlerinin açıklandığı sözler dikkatlice incelendiğinde, Bediüzzaman'ın bu sözleriyle ne kastetmiş olduğu kolaylıkla anlaşılmakta; Hz. Mehdi'nin siyaset ve saltanat alanında pek çok görev üstleneceği açıkça görülmektedir.
“Gerçi hakikat noktasında ahir zamanda gelecek büyük Hz. Mehdi siyaseti tam dindar İsevilere bırakıp yalnız İslamiyet hakikatlarını isbata, izhara (açığa çıkarmaya, ortaya koymaya, göstermeye), icraya (uygulamaya, tatbik etmeye, yerine getirmeye) çalışır...” (Emirdağ Lahikası – 1)
Bediüzzaman Emirdağ Lahikası’ndaki mektubunda Hz. Mehdi'nin “siyaseti tam dindar İsevilere bırakacağını” ifade etmiştir. Bediüzzaman'ın bu sözlerinde “dindar İseviler” sözleriyle kimleri kastettiğinin ortaya konulması, Hz. Mehdi'nin görevleri ile ilgili konunun en doğru şekilde anlaşılabilmesi açısından son derece önemlidir. Dikkat edilirse Bediüzzaman burada “Müslümanlığa dönmüş İseviler” dememektedir. Demek ki bahsi geçen kişiler “henüz Müslümanlığı kabul etmemiş Hıristiyanlar”dır. Bu kişiler henüz Kuran’ı kabul etmemiş, İsevilikten dönerek Müslümanlığa tabi olmamış kişilerdir. Oysa ki Hz. İsa geldiğinde Kuran’a tabi olacak ve Müslüman olacaktır. Dolayısıyla İsevi değil, Muhammedi olacaktır. Ona bağlanan İseviler de, onun Müslüman olmasından dolayı, aynı şekilde Muhammedi olacaklardır.
Dolayısıyla Bediüzzaman'ın sözlerinden, burada “bahsi geçen Hıristiyanların henüz Kuran’ın tebliğini kabul etmemiş ve Müslümanlığa dönmemiş kimseler oldukları” açıkça anlaşılmaktadır. Bediüzzaman'ın “dindar İseviler” sözleriyle kastettiği “İncil’e ve Hıristiyanlık dinine bağlı, dindar Hıristiyanlardır”.
Bediüzzaman ahir zaman ile ilgili sözlerinde İseviler ile ilgili “iki aşama”dan bahsetmektedir. “Bunlardan biri Hz. İsa gelmeden önceki, diğeri de Hz. İsa'nın ortaya çıkışından sonraki dönemdir”. Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne gelişinden önceki dönemde dindar İseviler ‘dünya siyaseti’ ile ilgileneceklerdir. Nitekim günümüzde de bu durum açıkça görülmektedir. Bediüzzaman da bu sözlerinde bu gerçeği dile getirmiştir.
Bunun yanı sıra önceki satırlarda bu konuya ilişkin olarak Hz. Mehdi'nin ilgileneceği siyasetin yalnızca, “Kuran ahlakı içerisindeki bir siyaset” olacağı açıklanmıştı. “İşte Hz. Mehdi'nin bu dönemde dindar İsevilere bıraktığı siyaset de ‘Kuran dışı siyaset’ olacaktır”. Nitekim Hz. Mehdi'nin “Kuran’a uygun olmayan bir siyaseti” “Kuran’a tabi olmayan bir topluluğa” bırakması da çok normaldir. Demek ki İslam ahlakının hakim olmadığı bu dönemde güç ve imkanlar, Kuran’a tabi olmamış bu topluluk için müsait olacaktır.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin görevlerini açıkladığı sözlerinde “Büyük Mehdi'nin çok vazifeleri var...” (Şualar, s. 590) şeklinde bildirmektedir. Bu sözlerinin devamında ise yine Hz. Mehdi için “çok dairede icraatları olduğu gibi...” ifadesini kullanmaktadır.
Bahsi geçen Emirdağ Lahikası’ndaki yayınlanmamış mektubunda ise Hz. Mehdi için“... o zat-ı mübarek’in (mübarek şahsın) veyahut onun cemaat-i nuraniyesinin (nurani cemaatinin) şahs-ı maneviyesinin çok vazifelerinden en ehemmiyetli vazifesi olan hakaik-i imaniyenin (iman hakikatlerinin) isbat ve neşrini (yayılmasını)...” (Emirdağ Lahikası-1) sözlerine yer vermektedir.
Bediüzzaman'ın söz konusu mektubundaki sözlerine dayanılarak “Hz. Mehdi'nin siyaset ve saltanat alanlarındaki görevlerini dindar İsevilere bırakıp yalnızca birinci görevi olan iman hakikatlerine yönelik bir çalışma yapacağı” öne sürülmektedir. Ancak Bediüzzaman, yine bahsi geçen bu mektupta “o zat-I mübarek” olarak bahsettiği Hz. Mehdi'nin “çok vazifelerinden” söz etmektedir.
1) Bediüzzaman'ın Emirdağ Lahikası’nda bahsettiği ve risalelerin diğer bölümlerinde de yer alan “çok vazifeleri var” sözleri ne anlama gelmektedir?
Bediüzzaman, Emirdağ Lahikası’ndaki mektubunda olduğu gibi, risalelerde yüzlerce sayfa boyunca Hz. Mehdi'nin “çok vazifeleri olacağı”, “çok dairede icraatları olacağı” şeklinde açıklamalarda bulunmuş; “Hz. Mehdi'nin birinci görevi”, “ikinci görevi” ve “üçüncü görevi” olarak adlandırdığı pek çok sözüne yer vermiştir. Eğer Bediüzzaman “çok vazifeleri var” diyorsa, bunun Hz. Mehdi'nin tek bir görevini ifade etmesi mümkün değildir. Demek ki “Bediüzzaman'a göre Hz. Mehdi'nin tek bir görevi yoktur; birden fazla görevi olacaktır”.
2) Emirdağ Lahikası’na ait söz konusu mektubunda Bediüzzaman “en ehemmiyetli vazifesi olan hakaik-i imaniyenin (iman hakikatlerinin) isbat ve neşri (yayılması)” (Emirdağ Lahikası-I) olduğunu belirtmektedir. Buradan birinci görevin ne olduğu anlaşılmaktadır. Peki Hz. Mehdi'nin, Bediüzzaman'ın “çok vazifeleri” sözleriyle ifade ettiği diğer görevleri nelerdir?
Bediüzzaman bu sorunun cevaplarını risalelerde geniş ve ayrıntılı olarak izah etmiştir. Hz. Mehdi'nin “diyanet, siyaset, saltanat ve mücadele alemlerinde görevleri olduğunu” açıklamıştır. İlerleyen satırlarda Hz. Mehdi'nin bu görevleri detaylı olarak anlatılacaktır.
Bediüzzaman'ın risalelerde ele aldığı bir konuyu, sadece tek bir sözüyle değerlendirmek, yanlış yorumlara neden olabilir. Zira Bediüzzaman Risale-i Nur Külliyatı’nın çeşitli eserlerinde Mehdiyet konusuna yer vermiş, bu konularda birbirini tamamlayan önemli açıklamalarda bulunmuştur. Bu konuda da Bediüzzaman, Emirdağ Lahikası’na ait bu mektubundaki Hz. Mehdi'ye ilişkin açıklamalarını, risalalerin diğer bölümlerindeki izahlarıyla tamamlamaktadır. Bediüzzaman bu bölümlerde siyaset ve saltanat konularını çok geniş bir şekilde açıklamıştır.
Dolayısıyla Bediüzzaman'ın bu mektubunda yer alan bu sözlerinin de, Bediüzzaman'ın risalelerde bu kadar uzun yer ayırdığı ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayanarak detaylı olarak anlattığı diğer sözlerinin ışığında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, Mehdİ Al-i Resul’ün temsil ettiği kudsi cemaatinin Şahs-ı manevisinin üç vazifesi var. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer (insanlar) bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler (Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelenler) cemaati yapacağını rahmet-i İlahiyyeden (Allah’ın rahmetinden) bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak. (Emirdağ Lahikası, sf. 259)
1. safha
Hz. Mehdi'nin birinci görevi olan iman hakikatlerini tebliğ ederek inkarcı felsefelerle mücadele ettiği dönem
2. safha
Hz. Mehdi'nin siyaset ve saltanat alanlarındaki ikinci görevlerini yerine getirdiği dönem
3. safha
Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne geldiği ve Hz. Mehdi ile birlikte İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kıldıkları Dönem
Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'nin yerine getireceği görevleri açıklarken, bunların belirli bir sıra içerisinde gerçekleşeceğini de belirtmiştir. Bediüzzaman'a göre Hz. Mehdi'nin bu görevlerini yerine getirmesi “üç ayrı safha”da gerçekleşecektir.
BİRİNCİ SAFHA: Hz. Mehdi görevine başladığı ilk yıllarda, Bediüzzaman'ın “en ehemmiyetli vazifesi olan hakaik-i imaniyenin (iman hakikatlerinin) isbat ve neşri (yayılması)” (Emirdağ Lahikası-I) sözleriyle bahsettiği birinci vazifesini yerine getirecektir. Bu dönemde Hz. Mehdi siyaset ve saltanat alanlarında görev yapmayacak, bunu, henüz Kuran’a tabi olmamış olan dindar İsevilere bırakacaktır. Bediüzzaman'ın kullandığı "neşr" kelimesinden anlaşıldığı üzere neşriyat yoluyla yani kitap, dergi, CD ve diğer kitle iletişim araçları yoluyla geniş kitlelere iman hakikatleri tebliği yapacaktır.
İKİNCİ SAFHA: Hz. Mehdi ikinci devrede ise siyaset ve saltanat alanlarındaki görevlerine geçecek; İslam Birliği’ni sağlayacak ve inkarcı felsefelere karşı Hıristiyanlarla ittifak sağlayacaktır. Bu dönemde Hz. Mehdi, “Peygamberimiz (sav)'in halifesi” yani “tüm Müslümanların manevi lideri” vasfıyla İslam aleminin başına geçecektir.
ÜÇÜNCÜ SAFHA: Bu üçüncü safhaya geçilen dönem ise, Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne gelişi ve Hz. Mehdi ile birleşmelerinin başlangıç yılları olacaktır. Bu dönem, Hz. Mehdi'nin Hz. İsa'yla birleşerek İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılacakları bir devre olacaktır.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, görevlerine başladığı birinci safhada vazifesine birinci görevi olan iman hakikatleri konusunu esas alarak başlayacağını; siyaset ve saltanat alanlarındaki görevlerini ise daha sonraki zamanlarda gerçekleştireceğini açıklamıştır. Bediüzzaman'ın bu konudaki sözleri şöyledir:
... Bu zamanda öyle fevkalade hakim cereyanlar (fikir akımları) var ki, herşeyi kendi hesabına aldığı için, faraza (farz edelim) hakiki beklenilen ve bir asır sonra gelecek o zat dahi bu zamanda gelse, harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek dİye tahmin ediyorum.
Hem üç mes'ele var: Biri hayat, biri şeriat (Kuran ahlakının esasları), biriimandır. Hakikat noktasında en mühimmi ve en a'zamı (büyüğü), iman mes'elesidir. Fakat şimdiki umumun nazarında (toplumun gözünde) ve hal-i âlem ilcaatında (dünyanın şu anki durumunda) en mühim mes'ele, hayat ve şeriat (İslam dininin esasları) göründüğünden o zât şimdi olsa da, üç mes'eleyi birden umum rûy-i zeminde (yeryüzündeki genel durumda) vaziyetlerini değiştirmek nev'-i beşerdeki cârî olan (bütün insanlar için geçerli olan) âdetullaha muvafık (uygun) gelmediğinden, herhalde en a'zam (büyük) mes'eleyi esas yapıp, öteki mes'eleleri esas yapmayacak. Tâ ki iman hizmeti safvetini (saflığını, halisliğini, samimiyetini) umumun nazarında bozmasın ve avamın (ilmi ve bilgisi az olan kimselerin) çabuk iğfal olunabilen (aldatılabilen) akıllarında, o hizmet başka maksadlara âlet olmadığı tahakkuk etsin (anlaşılsın, delilleriyle ispat edilsin). (Kastamonu Lahikası, s. 57)
Bediüzzaman “... harekâtını o cereyanlara kaptırmamak için siyaset âlemindeki vaziyetten feragat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyorum...” sözleriyle Hz. Mehdi'nin görevine başladığı ilk zamanlarda siyaset ve saltanat alanlarındaki ikinci ve üçüncü vazifelerinden feragat ederek bunları bir sonraki safhaya bırakacağını tahmin ettiğini ifade etmiştir. Bediüzzaman bu ilk safhada, ortamın Hz. Mehdi'nin siyaset ve saltanat alanlarındaki görevlerini gerçekleştirebilmesi için müsait olmadığını belirtmiştir. Ancak ikinci safhada ortam değişecek ve Hz. Mehdi'nin siyaset ve saltanat alanlarındaki ikinci ve üçüncü görevlerini yerine getirebilmesi için uygun hale gelecektir.
Bediüzzaman “Herhalde en azam meseleyi esas yapıp, öteki meseleleri esas yapmayacak” ifadesiyle ise, Hz. Mehdi'nin en önemli konu olan iman hakikatlerini anlatarak dinsizliğe karşı fikri bir mücadele yürütme görevini “birinci sıraya alacağını” belirtmiştir.
“O zat dahi bu zamanda gelse” sözleriyle de, “kendi yaşadığı dönemde Hz. Mehdi'nin siyaset, saltanat ve mücadele alemindeki görevlerinin yerine getirilebilmesinin mümkün olmadığını belirtmiş; Hz. Mehdi'nin bu vazifelerini yerine getirebilmesinin, bu şahsın ancak ahİr zamanda gelmesİyle söz konusu olabileceğini” bildirmiştir. Bediüzzaman'ın bu konuyu açıkladığı sözü şöyledir:
Hem bu üç vezaif (görevin) birden bir şahısta yahut bir cemaatte bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerhetmemesi (birbirine engel olmaması, zarar vermemesi), pek uzak, âdeta kabil (mümkün) görülmüyor, âhir zamanda Al-i Beyt-i Nebevî’nin (Peygamberimiz (sav)'in soyunun) cemaat-ı nuraniyesini (nurani cemaatini) temsil eden Mehdi'de ve cemaatindeki şahs-ı mânevîde ancak içtima edebilir (biraraya gelebilir, toplanabilir). (Kastamonu Lahikası, s. 139)
Bediüzzaman burada Hz. Mehdi'nin siyaset ve saltanat alanlarındaki görevlerini yerine getirebilmesinin, bu şahsın “ANCAK AHİR ZAMANDA GELMESİYLE” mümkün olabileceğini belirtmektedir. “Yalnızca, sadece” anlamlarındaki “ancak” kelimesi, bu konuya çok kesin olarak açıklık kazandırmaktadır. Demek ki Hz. Mehdi bu görevlerini yerine getirebilmek için Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirildiği gibi ahir zamanda gelecek ve bu dönemde şartların değişmesi ile birlikte, zaman içerisinde sırasıyla ikinci ve üçüncü görevlerini de yerine getirebilecektir. Zira o dönemde artık siyaset ile ilgilenmesinin bir mahsuru olmayacaktır.
Bu konu soru cevap şeklinde açıklandığında, Bediüzzaman'ın kastettiği anlam daha iyi anlaşılabilecektir:
1) Bediüzzaman'a göre Hz. Mehdi'nin, diğer görevleri zarar görmeden, siyaset ve saltanat alanlarındaki görevlerini yerine getirebilmesi için nasıl bir ortam oluşmalıdır?
Bu dönem “ahir zaman” olmalıdır.
2) Hz. Mehdi'nin üç görevini birarada yerine getirebilmesi için ne gereklidir?
“Hz. Mehdi'nin ahir zamanda gelmesi” gerekmektedir.
3) Hz. Mehdi'nin siyaset ve saltanat alanlarındaki görevlerini gerçekleştirebilmesi ancak ne şekilde mümkün olabilecektir?
“Ancak Hz. Mehdi'nin ahir zamanda gelmesiyle” mümkün olabilecektir.
4) Bediüzzaman “ancak Mehdi’de ve cemaatindeki şahs-ı manevide içtima edebilir” sözleriyle ne ifade etmektedir?
Bediüzzaman bu sözleriyle “Hz. Mehdi ve cemaati dışında başka hiç kimsenin bu üç görevi aynı anda yerine getiremeyeceğini” açıklamaktadır.
Bedİüzzaman “Hz. Mehdİ'nİn, sİyasetİ hangİ dönemde tam anlamIyla dİndar İsevİlere bIrakacaĞInI” söylemektedİr?
Bediüzzaman'ın Emirdağ Lahikası’na ait, yayınlanmamış mektubunda bahsettiği “Hz. Mehdi'nin siyaseti dindar İsevilere bıraktığı dönem; Hz. Mehdi'nin siyaset ve saltanatla ilgilenmediği, iman hakikatlerini neşr ile uğraştığı bİrİncİ safha”dır. Bediüzzaman'a göre Hz. Mehdi bu devrede siyaseti tam olarak dindar İsevilere, yani henüz Müslüman olmamış Hıristiyanlara bırakacaktır.
Nitekim Bediüzzaman da sözlerinde “Hz. Mehdi'nin siyaseti tam dindar İsevilere bıraktığı bu dönemde yalnız iman hakikatlerini İspata, İzhara ve İcraya çalışmakla ilgileneceğini” bildirmektedir. Bediüzzaman'ın, Hz. Mehdi'nin bu dönemde, “İslamiyetin esaslarını ispat, izhar ve icraya çalışacağını” söylemesi, bu dönemin Hz. Mehdi'nin birinci görevini yerine getirdiği “’ilk dönem’ olduğunu göstermektedir. Zira “İspat” sözünün kelime anlamı “doğruyu delil gööstererek meydana koymak, delil ve şahitle bir şeyin sıhhatini göstermek”tir. “İzhar” kelimesi ise “açığa kavuşturma, ortaya koyma, gösterme” anlamına gelmektedir. Bediüzzaman'ın bu sözlerinden, Hz. Mehdi'nin siyaseti tam dindar İsevilere bıraktığı bu dönemde, birinci görevi olan iman hakikatlerini anlattığı, tebliğ aşamasını yerine getirdiği açıkça anlaşılmaktadır.
Bediüzzaman, ateist felsefelerin ahir zamanda tehlike oluşturacağını bildirmiş, özellikle Darwinist, materyalist felsefelerin ateizmle güç bulacaklarını ve Allah'ın varlığını inkar edecek tehlikeli bir çizgiye geleceklerini ifade etmiştir. Bu nedenle “Hz. Mehdi’nin birinci vazifesinin, maddecilik fikri yani Allah’ı inkar üzerine kurulmuş materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerle fikren mücadele etmek ve bu felsefelerin insanlar üzerindeki etkisini tam anlamıyla kaldırmak olacağını” belirtmiştir:
Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutiyle (etkisiyle) ve maddiyun ve tabiiyyun taunu (materyalizm, Darwinizm ve ateizm hastalığı), beşer içine intişar etmesiyle (insanlar arasında yayılmasıyla, her şeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini (materyalizm, Darwinizm ve ateizm gibi Allah’ı inkar eden dinsiz akımları) tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı dalâletten muhafaza etmek (iman edenleri sapkınlıktan korumak)... (Emirdağ Lahikası, 259)
Ümmetin beklediği, ahir zamanda gelecek zatın üç vazifesinden en mühimi ve en büyüğü ve en kıymetdarı (kıymetlisi) olan iman-ı tahkikiyi neşr (delillere dayalı imanı yaymak) ve ehl-i imanı delaletten kurtarmak (iman edenleri sapkınlıktan korumak). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
Bediüzzaman eserleriyle büyük bir iman hizmeti vermiş pek çok insanın iman etmesine ve imanda derinleşmesine vesile olmuştur. Ancak Bediüzzaman'ın “tam susturacak bİr tarzda” sözleriyle belirttiği "materyalizmi tüm dünyada, tam anlamıyla etkisiz hale getirme" görevi Bediüzzaman tarafından tam anlamıyla yapılmamış; dünya çapında insanların imanını kurtarma görevi Hz. Mehdi’ye verilmiştir.
Bilindiği gibi materyalizmin kuvvet bulması Bediüzzaman zamanında devam ettiği gibi, vefatından yani 1960 yıllarından sonra da günümüze kadar devam etmiştir. Televizyon ve radyo kanallarının gelişmesiyle, yazılı basının da desteğiyle etkisi giderek artmıştır. Yani Bediüzzaman'ın vefatından sonra da materyalizm propagandası artarak 21. yy'a kadar gelmiştir.
Dolayısıyla kendisinin de ifade ettiği gibi, Bediüzzaman'ın döneminde bu konuda tam bir sonuç elde edilememiştir. Bediüzzaman da "tam susturacak tarzda" sözleriyle bu gerçeğe dikkat çekmiştir. Materyalizm, ateizm ve Darwinizm'in çöküşüyle birlikte insanların imanını kurtarma görevi dünya çapında Hz. Mehdi'ye verilmiştir. Bediüzzaman'ın bizzat başladığı, ancak bütünüyle sona ermeyen bu akımla fikri mücadele, Allah’ın izniyle Hz. Mehdi ile devam edecek ve sonuca ulaştırılacaktır.
Bediüzzaman'ın, Hz. Mehdi'nin ikinci ve üçüncü görevlerinden bahsettiği sözlerinde Hz. Mehdi'nin, Diyanet Mehdisi olmasının yanında aynı zamanda Siyaset Mehdisi ve Saltanat Mehdisi olarak da üç görevi birarada yapacağı açıkça görülmektedir. Bediüzzaman'ın bu konuyu delilleriyle birlikte açıklayan sözlerinden bazıları şöyledir:
O zatın ikinci vazifesi, şeriatı (Kuran ahlakının esaslarını ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetini) icra ve tatbik etmektir (uygulamak ve yerine getirmektir). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
1) İcra ve tatbik etmek:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin ikinci vazifesinin, “İslam ahlak ve faziletini, Peygamberimiz (sav)'in gerçek sünnetlerini canlandırmak olduğunu” belirtmiştir. “İCRA VE TATBİK ETMEK”, “uygulamak, yürürlüğe sokmak, yerine getirmek” demektir. Bediüzzaman da bu sözüyle Hz. Mehdi’nin, Kuran ahlakının gerekliliklerini ve esaslarını ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetini tüm insanlar arasında uygulamaya koyacağını ve hayata geçireceğini belirtmektedir. Bu da, Hz. Mehdi'nin İslam birliğini oluşturması ve tüm Müslümanların manevi liderliğini üstlenmesiyle gerçekleştirilecektir.
-Hz. Mehdi “icra ve tatbik etme” görevini nasıl yerine getirecektir?
Çok açıktır ki bunun için Hz. Mehdi'nin “bu uygulamaları gerçekleştirebilecek bir “yetkiye” sahip olması” gerekmektedir. Bu da “Hz. Mehdi'nin siyaset ve saltanat alanında görev yapacağını, tüm Müslümanlara yönelik ‘idareci bir vasfı’ olacağını” açıkça ortaya koymaktadır.
İkinci vazifesi: Hİlafet-İ Muhammedİye (a.s.m.) ünvanı İle (Peygamberimiz (sav)'in halifesi ünvanı ile) şeair-i İslamiyeyi (İslam ahlakının esaslarını) ihya etmektir (yeniden canlandırmaktır) alem-İ İslam’ın vahdetini (İslam aleminin birliğini) nokta-i istinad edip (dayanak noktası yapıp) beşeriyeti (insanlığı) maddi ve mânevi tehlikelerden ve gadab-ı İlâhi'den (Allah'ın azabından) kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı (dayanak noktası) ve hadimleri (hizmetkarları), milyonlarla efradı (fertleri) bulunan ordular lazımdır. (Emirdağ Lahikası, s. 259)
2) Hilafet-i Muhammediye (Peygamberimiz (sav)'in halifesi) ünvanı ile:
Hz. Mehdi, halihazırda çeşitli gruplar halinde dağınık olarak bulunan Müslümanları birleştirecek, İslam ahlak ve faziletini, Peygamberimiz (sav)'in gerçek sünnetlerini canlandıracaktır. İslam aleminin birliğini oluşturacak, bu vesileyle insanlığı maddi ve manevi tehlikelerden kurtaracak ve insanların Allah'ın rızasına uygun bir hayat yaşayarak Allah’ın azabından sakınmalarına vesile olacaktır.
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu ikinci görevini “Peygamberimiz (sav)'in halifesi” yani “Müslümanların manevi lideri” sıfatıyla yerine getireceğini belirtmiştir. Kuşkusuz ki Hz. Mehdi'nin, "İslam toplumunun lideri vasfıyla” İslamiyet'i yeniden canlandırması, milyonları bulan bir topluluğun maddi ve manevi gücüyle hareket ederek tüm yeryüzünde İslam birliğini sağlaması" özellikleri, onun “siyaset ve saltanat alanında yapacağı faaliyetleri” ifade etmektedir.
3) Alem-i İslam’ın vahdetini nokta-i istinad edip (İslam aleminin birliğini dayanak noktası yapıp):
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, daha önce hiçbir müceddid tarafından yerine getirilmemiş olan görevlerinden birinin "İslam Birliği’nin sağlanması" olduğunu bildirmektedir. Hz. Mehdi bu birliğin kurulmasına vesile olacak, milyonlarca Müslümanı biraraya getirecektir. İslam Birliği’nin sağlanması ve bu birliğin liderliği ünvanının taşınması Bediüzzaman'ın döneminde, ondan önceki müceddidlerin tarihinde ve günümüzde de henüz gerçekleşmiş olaylar değildir. Bediüzzaman da bu gerçeği vurgulamış, bu olayların Hz. Mehdi'nin tanınmasında en önemli alametlerden biri olacağını hatırlatmıştır.
Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin ikinci görevi hakkında vermiş olduğu bu bilgiler de yine “Hz. Mehdi'nin ‘idareci’ konumda olacağını ve siyaset alanında önemli görevler üstleneceğini” hiçbir tevile yer bırakmayacak bir şekilde açıklamaktadır. Zira Hz. Mehdi bu birliği sağlayan kişi olarak “lider” vasfıyla İslam birliğinin başında bulunacaktır.
4) Milyonlarla efradı (fertleri) bulunan ordular:
Bediüzzaman bu sözleriyle, Hz. Mehdi'nin bu birlikteliği sağlamasında, ona yardım edecek çok geniş bir kitlenin var olacağından söz etmektedir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin hizmetinde, Allah'ın varlığı ve birliği konusunu, iman hakikatlerini tüm insanlığa anlatacak, geniş kapsamlı bir iman hizmeti yürütecek olan ilim ve iman toplulukları olacağını bildirmiştir. Kuşkusuz sayıları milyonlarla ifade edilen böylesine geniş bir kitlenin yönlendirilmesi Hz. Mehdi'nin “yönetici vasfını” taşıyacağını açıkça ortaya koymaktadır.
Birinci vazife, maddi kuvvetle değil, belki kuvvetli itikad (güçlü ve samimi bir iman) ve ihlas (yalnızca Allah'ın hoşnutluğunu gözetme) ve sadakatle olduğu halde, bu ikinci vazife, GAYET BÜYÜK MADDİ BİR KUVVET VE HAKİMİYET lazım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin (yerine getirilebilsin). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
5) Gayet büyük maddi bir kuvvet ve hakimiyet:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin ikinci görevinin ancak "büyük bir maddi kuvvet ve hakimiyetle" gerçekleştirilebileceğini belirtmiştir. Hz. Mehdi'nin bu vazifesini dünya çapında gerçekleştireceğini hatırlatarak, “Hz. Mehdi'nin sahip olacağı maddi kuvvet ve hâkimiyetin de çok büyük boyutlarda olacağına” dikkat çekmiştir.
-Hz. Mehdi'nin büyük bir kuvvet ve hakimiyete sahip olması neyi ifade etmektedir?
“Kuvvet ve hakimiyet” kavramları “çok büyük bir yetki ve iktidarın varlığını” ifade etmektedir. Hz. Mehdi'nin böylesine büyük bir yetki gücüne sahip olması, “lider vasfıyla yönetici konumunda olacağını” açıkça ortaya koymaktadır.
Peygamberimiz (sav)'in döneminden bu yana böyle bir güç ve hakimiyet sağlanamamıştır. Bediüzzaman böylesine geniş çaplı bir maddi güç ve hakimiyetin Hz. Mehdi döneminde yaşanacağını belirterek, Hz. Mehdi'nin siyaset ve saltanat alanında gerçekleştireceği görevlerin ehemmiyetini açıkça ifade etmektedir.
O ZATIN üçüncü vazifesi, HİLAFET-İ İSLAMİYE'Yİ(İslam halifeliğini) İTTİHAD-I İSLAM'A BİNA EDEREK(İslam birliği üzerine kurarak), İSEVİ RUHANİLERİYLE(dindar Hıristiyanlarla ve Hıristiyan alimleriyle) İTTİFAK EDİP(iş birliği ve dayanışma içerisine girerek) DİN-İ İSLAM'A(İslam dinine) HİZMET ETMEKTİR. Bu vazife, PEK BÜYÜK BİR SALTANAT ve KUVVET ve milyonlar fedakarlarla (milyonların fedakarane katılımlarıyla) tatbik edilebilir (yerine getirilebilir). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
6) Hilafet-i İslamiye’yi (İslam’ın halifeliğini):
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin bir başka görevinin de İslam toplumunu birleştirmek ve Hıristiyan alemiyle ittifak etmek olduğunu bildirmiştir. Hz. Mehdi'nin bu görevini, iman sahiplerinin, Peygamberimiz (sav)’in soyundan gelen fedakar seyyidlerin ve diğer tüm Müslümanların desteğiyle gerçekleştireceğini bildirmiştir.
Bediüzzaman bu sözüyle “Hz. Mehdi'nin dünya çapında tüm Müslümanların manevi liderliğini üstleneceğini” bir kez daha belirterek, “Hz. Mehdi'nin siyaset ve saltanat alanlarında görevlerini” açıklamıştır.
Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi ile ilgili izahlarında defalarca tekrarladığı Hz. Mehdi'nin bu özelliğini görmezden gelerek, yalnızca iman hakikatleri yönünde faaliyet yaparak, siyaset ve saltanat alanlarında bir görev üstlenmeyeceğini iddia edebilmek hiçbir şekilde söz konusu değildir. Bediüzzaman çok açık delillerle Hz. Mehdi'nin bu alanlarda çeşitli faaliyetlerde bulunacağını açıklamış ve tüm bunların Hz. Mehdi'nin tanınmasında en önemli alametlerden olacağını belirtmiştir.
7) İttihad-ı İslam’a (İslam birliğine) bina ederek:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin “siyaset, saltanat ve mücadele alanlarında” yapacağı faaliyetlerden birinin İslam Birliği’ni oluşturmak olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu göreviyle, onun “idareci” konumunda olacağını ve “Müslümanların manevi liderliğini” üstleneceğini ifade etmektedir.
8) İsevi ruhanileriyle (dindar Hıristiyanlarla ve Hıristiyan alimleriyle) ittifak edip (işbirliği ve dayanışma içerisine girerek) din-i İslam’a (İslam dinine) hizmet etmektİr:
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin İslam toplumunu birleştirip Hıristiyan önderleriyle, İslam ve Hıristiyanlığın ortak cephesi olan "materyalizm ve dinsizliğe" karşı ittifak edeceğini ve bu yolla İslam dinine hizmet edeceğini bildirmektedir. Bediüzzaman, “Hz. Mehdi'nin tüm Müslümanların manevi lideri vasfıyla” Hıristiyanlarla kuracağı bu ittifakı anlatarak Hz. Mehdi'nin “siyaset alanında” yürüteceği faaliyetler hakkında bilgi vermektedir. Bediüzzaman tüm bu açıklamalarıyla, Hz. Mehdi'nin yalnızca iman hakikatleri yönünde bir görevi olmayacağını, aksine tüm dünyaya barış ve huzur getirecek çok geniş çaplı hizmetlerde bulunacağını ortaya koymaktadır.
9) Pek büyük bir saltanat ve kuvvet:
Bediüzzaman, İslam birliği ile Müslüman ve Hıristiyan dünyasının ittifakı gibi büyük bir olayın ancak üç şartın oluşmasıyla gerçekleşebileceğine dikkat çekmiştir. Bediüzzaman “PEK BÜYÜK BİR SALTANAT VE KUVVET” sözleriyle bu şartlardan ikisini açıklamaktadır.
“Saltanat” kavramı, güç ve yetki ifade eden bir kelimedir. “Kuvvet” kavramı ise "istediği şeyi icra edebilme gücü yani yetki"yi tanımlamaktadır. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin İslam birliğini oluşturup bu birliğin liderliğini üstleneceğini ve "pek büyük bir kuvvet ve yetkiye sahip olacağını" bildirmiştir. Bediüzzaman'ın "PEK BÜYÜK" sözleri, Hz. Mehdi'nin sahip olacağı bu kuvvetin ve saltanatın çapının büyüklüğünü ifade etmektedir.
Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin ikinci görevinde olduğu gibi, üçüncü görevini de yine çok büyük bir saltanat ve kuvvet ile gerçekleştireceğini belirtmiştir. Hz. Mehdi'nin İslam birliği ve Hıristiyan alemi arasında sağlayacağı ittifak dünya çapında bir hizmet olacak; bu vazifenin gerektirdiği güç ve saltanat da aynı şekilde dünya çapında çok büyük bir hakimiyetle gerçekleştirilecektir.
Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin üçüncü görevi hakkında sayfalar boyunca yapmış olduğu bu açıklamalar, “Hz. Mehdi'nin sadece Diyanet Mehdisi olarak hizmet etmeyeceğini, hem siyaset hem de saltanat alanında dünya çapında çok büyük görevler üstleneceğini” ortaya koymaktadır.
Üçüncü Vazifesi: ... o zat, bütün ehl-i imanın (iman edenlerin) mânevi yardımlarıyla ve İttİhad-I İslâm’In muavenetİyle(İslam birliğinin yardımlaşmasıyla) ve bütün ulema ve evliyanın (alimlerin ve velilerin) ve bilhassa Al-i Beyt’in neslinden (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) her asırda kuvvetli ve kesretli (çok sayıda) bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla (peygamber soyundan gelen fedakar kimselerin katılımıyla) o vazife-i uzmâyı (büyük görevi) yapmaya çalışır. (Emirdağ Lahikası, s. 260)
10) İttihad-ı İslam’ın muavenetiyle (İslam birliğinin yardımlaşmasıyla):
Bediüzzaman burada bir kez daha Hz. Mehdi'nin İslam birliğini oluşturacağından bahsetmiştir. Ancak hiç kuşkusuz ki önceki satırlarda da açıklandığı gibi, Hz. Mehdi bu birliğin başında tüm “Müslümanların manevi lideri” olarak bizzat bulunacaktır. Bediüzzaman verdiği bu bilgilerde “siyaset aleminde görevleri olmasıyla ne kastedildiğini ve Hz. Mehdi'nin bu alanda nasıl bir faaliyet yürüteceğini” açıkça ifade etmektedir.
Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymetdardır (değerlidir), fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede(alanda) ve Şa’Şalı(gösterişli) bir tarzda olduğundan umumun ve avamın nazarında (genelin ve halkın gözünde) daha ehemmiyetli (önemli) görünüyorlar. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)
11) O ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede (alanda) ve şa’şalı (gösterişli) bir tarzda olduğundan:
Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin ikinci ve üçüncü görevlerinin “çok geniş kitleleri ve coğrafyaları kapsayan gösterişli, görkemli ve geniş yankılar uyandıran icraatlar olduğunu” belirtmektedir. Nitekim, İslam Birliğini kurmak, tüm Müslümanların liderliğini üstlenmek, Hıristiyanlarla ittifak ve dayanışma içine girmek ve sonucunda İslam ahlakını yeryüzüne hakim kılmak, dünya tarihinin belki de en büyük ve en görkemli olaylarından olacaktır. Bediüzzaman tüm bu açıklamalarıyla, “Hz. Mehdi'nin yerine getireceği hizmetlerin yalnızca birinci görevi olan iman hakikatleriyle sınırlı olmayacağını, ‘Müslümanların manevi lideri’ olarak dünya çapında çok büyük hizmetler vereceğini” ortaya koymaktadır.
... Hazret-i Mehdi’nin, o vazifesini bizzat kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade edemez. Çünkü hilâfet-i Muhammediye (ASM) (Peygamberimiz (sav)'in halifeliği) cihetindeki (yönündeki) saltanatı, onun ile iştigale (ilgilenmeye) vakit bırakmıyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife (topluluk) bir cihette (yönüyle) görecek. O zat, o taifenin (topluluğun) uzun tedkikatı ile (incelemelerle) yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak... (Emirdağ Lahikası, s. 259)
12) Hilâfet-i Muhammediye (ASM) (Peygamberimiz (sav)'in halifeliği) cihetindeki (yönündeki) saltanatı, onun ile iştigale (ilgilenmeye) vakit bırakmıyor:
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin çalışmalarından önce, Hz. Mehdi'nin birinci vazifesi olan iman hakikatlerini yayma ve materyalizmi fikren yıkma yönünde kullanacağı ilmi malzemeleri hazırlayacak olan bir topluluk olacağından bahsetmektedir. Bediüzzaman “bir cihette” yani “bir yönüyle” sözleriyle ise bu ilmi topluluğun, materyalizmi fikren etkisiz hale getirilmesi çalışmalarını yalnızca bir açıdan yürüteceklerini, dolayısıyla “Hz. Mehdi'nin de kendisine program yaparak bu topluluğun çalışmalarından bu yönüyle faydalanacağını” belirtmektedir. Önceki sayfalarda da belirtildiği gibi, materyalist felsefenin “tam anlamıyla etkisiz hale getirilmesi” ise ancak Hz. Mehdi'nin yerine getireceği hizmetler neticesinde gerçekleştirilecektir.
Bediüzzaman Hz. Mehdi için burada “o vazifesini bizzat kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade edemez” sözlerini kullanmıştır. Bunun nedeninin ise, “Hz. Mehdi'nin dünya çapında tüm ‘Müslümanların manevi lideri’ olarak ‘siyaset ve saltanat alanında gerçekleştireceği büyük görevleri’ nedeniyle vakti olmaması olduğunu” belirtmiştir.
Bediüzzaman'ın bu açıklamaları “Hz. Mehdi'nin tüm dünya Müslümanlarının manevi lideri olarak siyaset ve saltanat alanlarında dünya çapında pek çok hizmette bulunacağını” açıkça ortaya koymaktadır.
... Ahir zamanda şeriat-i Muhammediyeyi (Peygamberimiz (sav)'in yolunu, Kuran ahlakını) ve hakikat-i Furkaniyeyi (Kuran ahlakının esaslarını, hakikatlerini) ve sünnet-i Ahmediyeyi (ASM) (Peygamberimiz (sav)'in sünnetini) ihya ile (yeniden canlandırma ile), ilan ve icra ile (herkese duyurarak ve uygulayarak), başkumandanları olan "Büyük Mehdi"nİn kemal-i adaletini (yüce adaletini) ve hakkaniyetini (haktan ve doğruluktan ayrılmayışını, doğruluğunu) dünyaya göstermeleri gayet makul olmakla beraber, gayet lazım ve zaruri ve hayat-i içtimaiye-i insaniyedeki düsturların (cemiyet hayatına ait kuralların) muktezasıdır (gereğidir)...” (Şualar, s. 456)
13) ŞERİAT-I MUHAMMEDİYE’Yİ (A.S.M.) (Peygamberimiz (sav)'in yolunu, Kuran ahlakını) VE HAKİKAT-İ FURKANİYEYİ (Kuran ahlakının esaslarını, hakikatlerini) VE SÜNNETİ AHMEDİYEYİ (A.S.M.) (Peygamberimiz (sav)'in sünnetini) İhya ile (yeniden canlandırma ile), İlan ve İcra ile (herkese duyurarak ve uygulayarak):
Bediüzzaman bu sözlerinde Hz. Mehdi’nin siyaset ve saltanat alanında izleyeceği yolu anlatmakta, ikinci ve üçüncü görevlerini yerine getirirken kullanacağı yöntemleri açıklamaktadır. Bediüzzaman’ın burada kullandığı “İHYA” kelimesinin anlamı, “YENİDEN CANLANDIRMA”dır. Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, Hz. Mehdi ahir zamanda Kuran’dan uzaklaşmış olan insanların yeniden Kuran ahlakına ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetine göre yaşamalarına vesile olacaktır.
“İLAN” kelimesinin anlamı ise, “HERKESE DUYURMA”dır. Bediüzzaman'ın açıklamalarına göre Hz. Mehdi, Kuran’ın hakikatlerini ve Kuran ahlakını herkesin görebileceği, ulaşabileceği şekilde duyuracaktır. Kitle iletişim araçlarını ve teknolojiyi çok iyi kullanacağı anlaşılan Hz. Mehdi, İslam gerçeklerini çok çeşitli ve hikmetli yöntemler kullanarak tüm dünyaya açıkça gösterecek ve ilan edecektir.
“İCRA” kelimesinin anlamı da, “UYGULAMA”dır. Bediüzzaman bu sözleriyle de Hz. Mehdi'nin, Kuran ahlakını tüm dünyada hakim edeceğini ve tüm toplumlarda yaşanır hale getireceğini belirtmektedir.
-Hz. Mehdi'nin “ihya, ilan ve icra etme” vasıfları neyi ifade etmektedir?
Bediüzzaman'ın burada kullandığı “ihya, ilan ve icra ile” sözleri, bir kez daha Hz. Mehdi'nin “idareci vasfını” ifade etmektedir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, tüm dünyanın şahit olacağı şekilde çok geniş çaplı faaliyetlerde bulunacağını ve bunları gerçekleştirirken “büyük bir yetki” ve “yönetim gücü”ne sahip olacağını ifade etmektedir.
14) Başkumandanları olan ‘büyük Mehdi’nin kemal-i adaletini (yüce adaletini) ve hakkaniyetini (haktan ve doğruluktan ayrılmayışını, doğruluğunu) dünyaya göstermeleri:
Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde de bildirildiği gibi, Hz. Mehdi'nin İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılmasıyla birlikte yeryüzünde görülmemiş bir adalet, huzur ve barış ortamının yaşanacağını belirtmektedir. Hz. Mehdi'nin bu yüce adaletine ve hakkaniyetine tüm dünya şahit olacaktır. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin dünya çapında gerçekleştireceği bu görevi “başkumandanlık” sıfatıyla gerçekleştireceğini ifade etmiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. Mehdi'nin “tüm dünya Müslümanlarının liderliğini” üstleneceğini bir kez daha açıklamaktadır. Bu konuda sorulacak birkaç soruya verilecek cevaplar, Hz. Mehdi'nin bu özelliğinin çok açık bir şekilde anlaşılmasını sağlayacaktır:
-Hz. Mehdi'nin “başkumandanlık” sıfatını taşıması ne anlama gelmektedir?
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu sıfatını hatırlatarak, Hz. Mehdi'nin tüm dünya Müslümanları üzerinde “yönetici” konumunda olacağını bir kez daha açıkça ifade etmektedir.
-Hz. Mehdi'nin tüm dünyaya kemal-i adaletini ve hakkaniyetini göstermesi nasıl gerçekleşecektir?
Yüce bir adalet anlayışının ve haktan ayrılmayışın tüm dünyaya gösterilmesi ancak “dünya çapında bir idare gücüyle” söz konusu olabilir. Tüm insanların Hz. Mehdi'nin adalet anlayışına şahit olmaları, Hz. Mehdi'nin “adalet sağlayabilecek yetkilere sahip bir konumda olacağını” göstermektedir.
Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne gelişi, yukarıda açıklandığı gibi Hz. Mehdi'nin görevlerini yerine getirdiği “üçüncü safha”da gerçekleşecektir. Bu dönemde Hz. Mehdi, Peygamberimiz (sav)'in halifesi yani İslam aleminin manevi lideri sıfatıyla dünya çapındaki tüm Müslümanlar arasında İslam Birliği'ni sağlamış olacak ve lider konumunda olacaktır. Aynı dönemde iki ayrı şahsın Peygamberimiz (sav)'in halifesi yani Müslümanların manevi lideri vasfını taşıması ise söz konusu değildir. Nitekim Hz. İsa geldiğinde, Hz. Mehdi'nin bu durumunda bir değişiklik olmayacak, Hz. İsa da Hz. Mehdi'ye yardımcı olacaktır.
Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bu durum açıkça ifade edilmiş; Hz. Mehdi ve Hz. İsa'nın birlikte namaz kılacakları ve Hz. İsa'nın “imamlık sana verilmiştir” diyerek Hz. Mehdi'yi imamlığa bizzat kendisinin geçireceği bildirilmiştir. Bu hadislerden bazıları şöyledir:
İmamları salih bir insan olan Mehdi olduğu halde, Beytü’l Makdis’e sığınırlar. Orada imamları kendilerine sabah namazını kıldırmak için öne geçtiği bir sırada, bir de bakarlar ki, Meryem oğlu İsa sabah vaktinde inmiştir. Mehdi, Hz. İsa'yı öne geçirmek için arkaya çekilir. Hz. İsa onun omuzlarına elini koyar ve ona der ki, "Geç öne namazı kıldır. Zira kamet (namaza başlama işareti) senin için getirilmiştir." (Ebu Rafi'den rivayet edilmiştir; İmam Şarani, Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman Alametleri, Bedir Yayınevi, s. 495-496)
... Nihayet Meryem oğlu İsa Müslümanların emiri (Hz. Mehdi) ona: Gel bize namaz kıldır, der. Bunun üzerine İsa: Hayır, Allah’ın bu ümmete bir ikramı olarak sizin bir kısmınız diğer bir kısım üzerine emirlersiniz, der. (Sahih-i Müslim, c. 1, s. 209)
Peygamberimiz (sav)'in bu hadisleri son derece anlaşılırdır. Açıktır ki Allah’ın takdiri gereği Hz. İsa, Hz. Mehdi de bir eftaliyet yani üstünlük görmekte ve ona tabi olmaktadır. Bu durum, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde önemle vurgulanmıştır. Bediüzzaman da eserlerinde bu konuyu açıklamış; yeryüzüne ikinci kez gelişinde Hz. İsa’nın Hz. Mehdi'ye tabi olacağını ifade etmiştir:
... Hattâ "Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelir. Hazret-i Mehdi'ye namazda iktida eder (uyar), tâbi' olur." diye rivayeti, bu ittifaka (birleşmeye) ve hakikat-i Kur'aniyenin metbuiyetine (Kur'an hakikatlerine uyulmasına, tabi olunmasına) ve hâkimiyetine işaret eder. (Şualar, s. 587)
Bediüzzaman bu sözlerinde Peygamberimiz (sav)'in bahsi geçen hadisinde anlatılanların açıklamasını yapmıştır. Hz. İsa'nın namazda imamlığı Hz. Mehdi'ye vermesinin, “Hz. Mehdi'nin üçüncü görevi gereği Hıristiyan dünyasıyla yapacağı ittifakın, Hıristiyan dünyasının Müslümanlığa dönmesi ve Kuran’a tabi olmasıyla sonuçlanacağını” açıklamıştır.
Bediüzzaman'ın yaptığı açıklamalara göre “bu ittifak sırasında Hz. Mehdi İslam aleminin, Hz. İsa da Müslümanlığa dönmüş olan Hıristiyan aleminin manevi lideri olacaktır. Ama Hıristiyanlığın Kuran’a tabi olmasından dolayı, Peygamberimiz (sav)'in halifesi yani tüm Müslümanların manevi liderliği vasfını Hz. Mehdi taşıyacaktır. Dolayısıyla “Hz. Mehdi, bu dönemde “hem Müslüman aleminin hem de Müslüman olmuş Hıristiyan dünyasının manevi lideri olacaktır”.
Bediüzzaman'ın yukarıda ele alınan sözleri, Hz. Mehdi'nin, siyaset ve saltanat alanında yerine getireceği çok büyük ve önemli faaliyetler olduğunu delilleriyle birlikte ispat etmektedir. Hz. Mehdi'yi, önceki müceddidlerden ayıracak ve insanlara tanıtacak en önemli alametlerden biri, “Hz. Mehdi'nin bu görevlerin tümünü birarada gerçekleştirmesi” olacaktır. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde ve Bediüzzaman'ın eserlerinde tüm bunlar delilleriyle birlikte çok detaylı olarak açıklanmıştır.
Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'nin üç büyük görevinin kendi yaşadığı dönemde henüz gerçekleştirilmediğini ve hatta o dönemde ne bir şahıs ne de şahsı manevi olarak bir topluluk tarafından bu görevlerin yerine getirilmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir. Bediüzzaman bu konuyu şöyle açıklamıştır:
Hem bu üç vezaif (görevin) birden bir Şahısta yahut bir cemaatte bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerhetmemesi (birbirine engel olmaması, zarar vermemesi), pek uzak, âdeta kabil (mümkün) görülmüyor, âhir zamanda Al-i Beyt-i Nebevî’nin (Peygamberimiz (sav)'in soyunun) cemaat-ı nuraniyesini (nurani cemaatini) temsil eden Mehdi'de ve cemaatindeki şahs-ı mânevîde ancak içtima' edebilir (biraraya gelebilir, toplanabilir). (Kastamonu Lahikası, s. 139)
Bediüzzaman “BU ZAMANDA” sözleriyle kendi yaşadığı dönemden bahsetmektedir. Ve kendi zamanında, Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç görevi tek bir şahsın aynı anda yerine getirmesinin ve bu üç vazifenin birbirini engellememesinin mümkün olmadığını söylemektedir. Bediüzzaman bu kanaatinin ne kadar güçlü olduğunu “PEK UZAK” ve “ADETA KABİL (MÜMKÜN) GÖRÜNMÜYOR” sözleriyle açıkça belirtmiştir. Bu da, Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde Hz. Mehdi'nin henüz gelmemiş olduğunu gösteren önemli bir delildir. Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde, üç görevin birden yerine getirilmesine imkan olmamıştır. Bediüzzaman ancak kendisinden bir asır sonra gelecek Büyük Mehdi'nin bu görevleri birarada yerine getirebileceğini bildirmektedir (Kastamonu Lahikası, s. 57).
Bediüzzaman sözlerinde pek çok kez, ne önceki yüzyıllarda gelen müceddidler zamanında ne de kendi yaşadığı dönemde, Hz. Mehdi'nin üç görevinin birarada yerine getirilemediğini ve bunu ancak Hz. Mehdi'nin gerçekleştirebileceğini belirtmiştir. Bediüzzaman'ın bu konuyu açıklayan sözlerinden biri şöyledir:
Gerçi her asırda hidayet edici, bir nevi Hz. Mehdi ve müceddid geliyor ve gelmiş. Fakat her biri üç vazifelerden birini bir cihette(açıdan) yapması itibarıyla (nedeniyle) AHİR zamanın Büyük Mehdisi unvanını almamışlar. (Emirdağ Lahikası, s. 260)
Ve ONUN ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ OLACAK. (Emirdağ Lahikası, s. 260)
Bediüzzaman eserlerinde “Hz. Mehdi'nin bir veya iki görevi değil, tam olarak üç görevi olduğunu” bildirmektedir. Bu üç görevi birarada yerine getirmeyen şahısların ise ahir zamanın Büyük Mehdisi olamayacağını ifade etmiştir.
Bediüzzaman'ın bu konudaki detaylı açıklamalarına rağmen, bu önemli gerçek gözardı edilerek Bediüzzaman'ın Mehdi olabileceği yönünde bazı fikirler öne sürülmektedir. Halbuki Bediüzzaman eserlerinde bu konuya bizzat açıklık getirmiş, Mehdi olmadığını sayfalar boyunca delilleriyle birlikte açıklamıştır. Bu konudaki tüm bu açık beyanlarına rağmen Risale-i Nur’a ve bu eserin yazarı olarak kendisine Mehdilik konusunda hüsn-ü zan besleyenlere ise, bu düşüncelerinin “karıştırmadan kaynaklanan bir yanlışlık olduğunu” söylemiştir:
“Risale-i Nur’un şahs-ı manevisini (cemaatini) haklı olarak Hz. Mehdi telakki ediyorlar (şahsi bir görüş olarak kabul ediyorlar). O şahs-ı manevinin de bir mümessili (temsilcisi), Nur şakirdlerinin (talebelerinin) tesanüdünden (dayanışmasından) gelen bir şahs-ı manevisi ve o şahs-ı maneviden bir nevi mümessili (temsilcisi) olan BİÇARE TERCÜMANINI ZANNETTİKLERİNDEN, BAZEN O İSMİ (Hz. Mehdi ismini) O’NA VERİYORLAR. Gerçi BU, BİR İLTİBAS (karıştırma) BİR SEHİVDİR (hatadır, yanılmadır), fakat onlar onda mes'ul değiller. Çünki ziyade hüsn-ü zan, eskiden beri cereyan ediyor ve itiraz edilmez. Ben de o kardeşlerimin pek ziyade hüsn-ü zanlarını bir nevi dua ve bir temenni ve Nur talebelerinin kemal-i itikadlarının (imanlarının faziletinin) bir tereşşuhu (yansıması) gördüğümden onlara çok ilişmezdim... (Tılsımlar Mecmuası, s. 201) (Emirdağ Lahikası, s. 248)
Bediüzzaman Risale-i Nur’un şahsı manevisinin ve bu eserlerin yazarı olarak kendisinin kimi zaman Hz. Mehdi olabileceğinin düşünüldüğünü, ancak bunun bir karıştırma ve hata olduğunu belirtmiştir. Bir başka sözünde ise bu düşünceye sahip olan kimselerin iman hakikatlerini anlatma konusu yönünde bir değerlendirme yaptıklarını, ancak Hz. Mehdi'nin diğer iki vazifesi olan “İslam birliğinin sağlanması, tüm İslam dünyasının lideri olması ve Hz. İsa ile birlikte İslam ahlakının dünyaya hakim kılınmasının kendisinde görünmediği hususunu dikkate almadıklarını” söylemiştir. Bundan dolayı da Risale-i Nur’a ve kendisine yapılan Mehdilik yakıştırmasının yalnızca bir “zan”dan ibaret olduğunu belirtmiştir:
... O GELECEK ZATA DAİR HABERLERİ VE İŞARETLERİ, RİSALE-İ NUR’UN ŞAHS-I MANEVİSİNE HATTA BAZEN TERCÜMANINA DA TATBİKE (uydurmaya) ÇALIŞMIŞLAR ve Şeriatı ihya (Kuran ahlakının esaslarını hatırlatarak yeniden hayata geçirme) ve hilafeti tatbik olan ÇOK GENİŞ DAİREDE HÜKMEDEN BU MÜHİM VAZİFESİNİ NAZARA ALMAMIŞLAR (göz önünde bulundurmamışlar). (Tılsımlar Mecmuası, s. 168)
Bediüzzaman, bu sözüyle Hz. Mehdi'ye dair haber ve işaretlerin Risale-i Nur cemaatiyle özdeşleştirilmeye çalışıldığını ancak bu benzetmenin Hz. Mehdi ile ilgili verilen bilgilere uygun düşmediğini belirtmiştir. Bediüzzaman bu benzetmeyi yapan kimselerin Hz. Mehdi'nin iki büyük ve önemli vazifesini gözardı ettikleri için böyle yanlış bir kanaate vardıklarını ifade etmektedir. İslam birliğinin sağlanması ve Hz. Mehdi'nin tüm Müslümanların liderliğini üstlenmesi, Hıristiyanlarla ittifak sağlanması ve Hz. İsa ile birlikte Kuran ahlakının tüm yeryüzüne hakim olması şu ana kadar henüz gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman da dahil olmak üzere, Peygamberimiz (sav)'den sonraki dönemlerde gelen müceddidlerin hiçbiri bu büyük görevleri yerine getirmiş değildir. Dolayısıyla Bediüzzaman da bu gerçeği dile getirerek Risale-i Nur’un şahsı manevisini Mehdilikle vasıflandıranların yanıldıklarını ifade etmektedir. Nitekim bir konuda bir kişiye hüsn-ü zan beslenmesi, bu düşüncenin gerçeği yansıttığını gösteren bir delil değildir. Nitekim Bediüzzaman da risalelerinde bunu dile getirmiştir.