Atatürk, sadece siyaset adamlığı ve askeri kişiliğiyle değil, aynı zamanda ahlaki kimliği ile Türk Milleti'nin önünde çok güzel bir örnektir. Ulu Önder Atatürk, İslam ahlakıyla ahlaklanmış, tam bir Osmanlı beyefendisidir. İnsanlara karşı son derece müşfik ve hoşgörülü olan Atatürk'ün yüreği, millet ve insan sevgisiyle doludur. Onu tanıyanlar her zaman bitmek bilmeyen sabrını, fedakarlığını, insan sevgisini takdir etmiş ve medeni kişiliğini gıpta ile izlemişlerdir. Cemiyet hayatına değer vermesi, sosyal ilişkilerdeki başarısı ve candan konuşmaları ile tanınan Atamızın tüm bu özellikleri, aslında onun güzel ahlakının bir yansımasıdır. Büyük Önder, yaşadığı zor şartlarda bile bu kişiliğinden taviz vermemiş her zaman çevresindekilere neşe, canlılık ve moral vererek kendisini tanıyan her insanın kalbinde çok önemli bir yer edinmiştir.
Atatürk'ün güzel ahlakı,Türk Milleti için her ne pahasına olursa olsun hizmeti kendine ilke edinmesinden ve bu uğurda hiçbir özveriden kaçınmamasından anlaşılmaktadır. Fedakarlık için asıl önemli olanın ulusun ve vatanın esenliğini ve güvenliğini sağlamak olduğuna inanan Atatürk gerekirse bu uğurda canını bile feda edeceğini söylemiştir:
"Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere, Türk Milletine canımı vereceğim.6
|
Çocuklara karşı şefkatini her fırsatta gösteren Atatürk, Osmaneli İstasyonu'nda bir öğrencinin |
Ahlakı ile de her zaman Müslüman Türk halkına örnek olan Atatürk son derece merhametli, şefkatli ve bağışlayıcı bir yapıya sahipti. Yakın çevresinden bir dostu Mustafa Kemal'i şu sözlerle anlatmıştır:
"Duruma göre esnek davranmasını bilir, kimseye asla kin tutmaz, ne kadar kızarsa kızsın bir zaman sonra onu affeder, olanları unuturdu. Bu yüzden çevresindeki bir çokları zaman zaman gözden düşer, sonra yeniden affedilir, eski yerini alırdı." 7
|
Atatürk'ün ahlakında ailesinin muhafazakar ve manevi değerlerine bağlı olmasının çok büyük rolü olmuştur. Çocukluğunde iyi bir aile terbiyesi görmüştü. İlk din eğitimini annesi Zübeyde Hanım'dan almış ve yine dindarlığıyla tanınan babası Ali Rıza Bey'in güzel ahlakından da etkilenmiştir. Mazbut bir ortamda büyüyen Mustafa Kemal çevresinde, küçük yaşlardan itibaren efendiliği ve candanlığıyla tanınmıştır.
Atatürk'ün ilişkilerinde saygı ve sevgi esas olmuştu. Ve Mustafa Kemal insana her zaman hak ettiği değeri vermişti. Kalbi milletinin bireylerine karşı sevgi ile dolu olan Atatürk her zaman, "Millet sevgisi kadar büyük bir mükafat yoktur"8 derdi. Mustafa Kemal Atatürk'ün en önemli özelliklerinden biri, çevresiyle olan insan ilişkilerini hep yumuşak, sıcak ve içten tutmuş olmasıdır. Herkese sevgi ve iyi niyetle yaklaşır, her an yardımseverliğini ön planda tutmaya çalışırdı. Çevresinin kalabalık olmasından çok hoşlanır, devlet ve bilim adamlarını akşam yemeklerine davet eder, ülke meselelerinden bahseder, onları çok güzel ağırlardı.
Özel hayatında büyük bir sadelik içinde yaşayan Atatürk, sahip olduğu bu üstün ahlak özelliğini göstermek için birçok çocuğun hamiliğini üstlenmiş, birçoğunu da manevi evlat olarak kendine seçmişti. Atatürk'ün manevi evlatları, Afet İnan, Sabiha Gökçen, Fikriye, Ülkü, Nebile, Rukiye, Zehra, Mustafa, Abdurrahim, İhsan'dır.
Bir ulusu yok olma tehlikesinden kurtaran Atatürk, insanların küçük görülmesinden hoşlanmaz, her kim olursa olsun, Allah'ın yarattığı bir kul olduğu için ona değer verilmesi gerektiğini düşünürdü. Milletinin ayrı ayrı her evladına kıymet verir, herkesin de birbirine aynı değeri vermesini isterdi. İnsanları küçük düşürecek tavırlar, alay ve lakap takma gibi çirkin ahlak özelliklerini hiç sevmezdi.
Karşısındaki insanı küçük görme ve ona alçaltıcı lakaplar takmanın İslam ahlakında da çirkin karşılanan bir tavır olduğunu bilen Atatürk, o dönemde kentlerde yaşayıp da köylüleri küçük gören vatandaşlara, şiddetle karşı çıkmış, köylüyü küçük gören, onların cahil, anlayışsız ve kaba olduğunu savunanlara ve birbirlerine hakaret kastiyle "köylü gibisin" diyen kişilere, "Türkiye'nin gerçek sahibi ve efendisi köylüdür" diye karşılık vermiştir. Köylünün layık olduğu değeri göstermek için de gittiği yerlerde bu sözünü tekrarlamıştır.9
|
Atatürk, güzel ahlakıyla hem Türk Milleti'ne hem de tüm dünya milletlerine örnek olmuş eşsiz bir liderdi. |
Ahlakının temelini İslam ahlakı üzerine kurmuş olan Atatürk'ün bu ahlakı yine Kuran'ın öğretisi ile çok mutabıktır. Zira Hucurat Suresi'nin 11. ayetinde Allah, alay, lakap takma ve küçük düşürmenin çirkin özellikler olduğunu bildirmiş, bir ayetinde şöyle buyurmuştur:
"Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve birbirinizi 'olmadık-kötü lakaplarla' çağırmayın." (Hucurat Suresi, 11)
Atatürk, güzel ahlaklı olduğu kadar aynı zamanda çok ince düşünceli bir insandı. Neşeli, nüktedan yapısı ve keskin zekası ile açıkları kapatır, kimsenin utanacağı bir duruma düşmesini istemezdi. Bir ülkenin Kralının katıldığı yemekli bir davette gelişen bir olay onun güzel ahlakını yine ön plana çıkarmıştı. Atatürk'ün bu olay esnasında gösterdiği ince davranışı şöyle anlatılmıştır:
"Yemek sırasında garsonlardan biri, fazla heyecanlandığı için mi nedir, elindeki büyük porselen tabakla yere yuvarlandı. Sofradakiler utanç içinde önlerine baktıkları bir anda Atatürk sanki hiçbir şey olmamış gibi Kral'a doğru eğilerek : Bu millete herşeyi öğrettim, fakat uşaklığı öğretemedim. diye hem meseleyi kapattı, hem de ortalığı neşeye boğdu. Garsona da 'vazifene devam et! Emrini verdi.10
Türk Milleti'ne bizzat ahlakıyla örnek olmuş Atatürk, gerek devlet yönetimi, gerekse yapmış olduğu reformlarla halkın da güzel ahlakı yaşaması için bir çok tedbir almıştır. Şimdi bu konuları sırasıyla inceleyelim.
|
Atatürk, İzmir dönüşü Uşak'ta karşılanırken dua ediyor. (18 Şubat 1923) |
Atatürk hakkında en çok tartışılan konulardan biri onun din anlayışıdır. Bazı çevreler, Atatürk'ü her zaman 'din aleyhtarı' gibi göstermeye çalışmışlardır. Mustafa Kemal'in sözlerini, izlediği yolu ve politikalarını gözden geçirdiğimizde gerçeğin hiç de bu çevrelerin iddia ettiği gibi olmadığını, aksine Atatürk'ün dinine bağlı bir insan olduğunu görürüz. Atatürk'ün dindarlığını onun en yakınlarında öğrenmek gerekir.
|
Ankara Müftüsü Rıfat (Börekçi) Efendi, İcra Vekilleri Heyeti'nin önüne geçmiş dua ederken. |
Atatürk'ün manevi kızı Sabiha Gökçen Mustafa Kemal şöyle anlatıyor:
"Ata'nın elini öpmek üzere yanına girdim. İşleri ile meşguldü. Bir süre ayakta bekledim. Birden derin bir iç geçirdi. Ve "Allah" dedi. O bunu sık sık tekrarladı. Atatürk hakkında evvelce çok şeyler duymuştum. Bu tesirle olacak bir hayli şaşırdım. Onun ağzından Allah kelimesini duymak beni bir hayli şaşırtmış ve heyecanlandırmıştı. Atanın yüzüne şaşkınca bakmış olacağım ki,
|
-"Sen dindar mısın" diye sordu?
-"Evet dindarım" dedim. Ve bu cevabımı nasıl karşılayacağını anlamak için ürkek ürkek yüzüne baktım. Cevabım hoşuna gitmişti.
"Çok iyi, Allah, büyük bir kuvvettir. Ona inanmak lazımdır" dedi. Ve bu konuda uzun uzun izahat verdi. Ben de o zaman anladım ki, Atatürk hakkında söylenenlerin aslı yoktur. Ve Ata, bütün söylenenlerin hilafında dindar bir insandı.11
Atatürk'ün diğer manevi kızı Ülkü Şüküllüoğlu anlatıyor:
"Annemi Zübeyde Hanım büyütmüştür. Onun anneme anlattığı bir anıyı aktarayım. Atatürk, 25 Ağustos'ta Kocatepe'ye çıktığı zaman orada şöyle dua ediyor: "Allah'ım senin bana verdiğin fikir ve zeka ile ben bütün planlarımı gerçekleştirdim. Bundan sonrası artık senin mukadderatın…" O, Allah'ına inanan bir insandı. Paşa, Ramazan'da Dolmabahçe'de veya Çankaya'da olduğunda anneme "Vasfiye oruç tutuyor musun?" diye sorarmış, annem "tutuyorum" dediğinde çok memnun kalırmış. Bana hastalandığımda dua ettirirdi, kendi de ederdi. Çok iyi hatırlıyorum, tifo geçiriyordum çok üzülmüş beni kurtarması için Allah'a dua etmiş. Annesi Zübeyde hanım da çok dindarmış. Anneme daha 7 yaşındayken Kuran dersi aldırmaya başlamış. Kız kardeşi Makbule hanımın da devamlı namaz kıldığını biliyorum."12
Safiye Ayla anlatıyor:
"Annesi Zübeyde hanım da ablası Makbule hanım da çok dindar insanlardı. Namaz kılarlardı. Tam dindar bir aile ortamında yetişti. Atatürk de dindar bir insandı. Çok beğendiği Hafız Yaşar vardı. O Kuran okunurken gözlerinden yaşlar okunurdu. Hatta bütün hocaları toplayıp ayetleri okuyup izah ederek incelemeler yapardı. Bana "Allah'ın sana verdiği lütfu unutma ve bununla şımarma, mütevazi ol, daima Allah'a şükret" derdi. Kendisine "Paşam şunu yaptın, bunu yaptın" diyenlere "Bana Allah yardım etti, ben talihli bir insanım derdi."13
Vasfi Rıza Zobu anlatıyor:
"Hz. Peygambere çok hürmet ederdi. Peygamberlerin çok sağlıklı bir muhakemeye vakıf olduğuna kaniydi. Bir gece Hz. Peygamberin askeri dehasından bahsediyordu. Orada hiç Muhammed demedi... Onun dine, fikre saygılı bir kişiliği vardı. Kuran'a da çok hürmeti vardı. Yanında üç hafız vardı. Hafız Yaşar, Hafız Hüseyin, Hafız Mehmet. Ben o hafızları, onun yanında Çankaya'da tanıdım. Saygıyla dinlerdi. Onun karşı olduğu yobazlık ve hurafelerdi." 14
Cemal Kutay anlatıyor:
"Dünyada Atatürk kadar İslam Dinini mana ve mefhumuyla kavramış ve onu aslına iade etmek için büyük kavga yapmış başka bir insan yoktur. Mustafa Kemal 1300 sene sonra Hazreti Muhammed'in ruhunu şadedecek esaslar getirmiştir. Bugün secde-i Rahmana alın koyabiliyorlarsa bu onun sayesindedir. Bugün en geçerli iki meal, Ömer Rıza Doğrul ve Ahmet Hamdi Akseki mealleridir. İkisini de Mustafa Kemal yaptırmıştır. Muhammed ismini kullananları kesinlikle affetmezdi. "O büyük insana layık olamazsa ne olacak" derdi." 15
Süreyya Koral (Kılıç Alinin eski eşi) anlatıyor:
"Laikti. Laiklik dinsizlik değildir... Kuran'ın Türkçeleştirilmesi dinin anlaşılmasına vesile olan büyük bir hizmettir. O, dinin politika aracı olarak kullanılmasına ve istismarına karşıydı ve buna hiçbir zaman izin vermedi." 16
Büyük Önder'i tanıyanların da ifade ettiği gibi, Atamız, dine ve manevi inançlarına bağlı ve saygılı bir liderdi. Atatürk'ün İslam Dinini, Kuran'ı, Peygamberimiz (sav)'i öven ve milletimizi İslam Dinini yaşamaya davet eden pek çok sözleri mevcuttur. İşte bu sözlerden bir kaçı:
" İnsanların mücadelelerinde en kuvvetli istihkam (barikat), iman dolu göğüsleridir" 17
"Din vicdan işidir. Herkes vicdanının sesini uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünce ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini milletin işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kaste ve fiile dayanan taassuplar hareketlerden sakınıyoruz." 18
|
26: Hüseyin Rauf (Orbay)'ın (1880-1964) başkanı olduğu TBMM Hükümeti'nin üyeleri ve din adamları Cumhuriyet ilan edilmeden önceki günlerde bir törende görülüyor. |
"Ey millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah'ın selameti, sevgisi ve hayrı üzerinize olsun. Peygamber Efendimiz hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri duyurmaya memur ve elçi olmuştur. Koyduğu esas kanunlar cümlemizce malumdur ki, Kur'andaki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor." 19
"Din vardır ve lazımdır. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur"20
"Milletimiz din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete sahiptir. Bu faziletleri, hiçbir kuvvet milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz da." 21
"Camilerin mukaddes minberleri halkın ruhi, ahlaki gıdalarına en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberlerden halkın anlayabileceği dille ruh ve beyne hitap edebilmekte, Müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur." 22
"Bizim dinimiz en makul ve en tabi dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur." 23 |
"Ey Arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür- Adalet-i ilahiye, O'nun tecellilerine bakarak diyebiliriz ki, insanlar iki sınıfta, iki devrede mütalaa olunabilir, ilk devir insanlığın çocukluk ve gençlik devridir. İkinci devir, insanligin kemal (olgunluk) devridir."24
"Ey millet! Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri tebliğe memur ve resul olmuştur. Koyduğu esas kanunlar cümlemizce malumdur ki Kuran'i azimüssandaki husustur. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir, temel dindir. Çünkü dinimiz akla mantığa hakikate tamamen uyuyor. Eğer akli mantığa, hakikate uymamış olsaydı bununla diğer ilahi ve tabi kanunlar arasında aykırılıklar olmalı gerekirdi. Çünkü bütün kanunları yapan Cenab-ı Hak'tır."25
"Din vardır ve lazımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var malzemesi iyi. Fakat bina uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayi takviye etmek lüzumu hissedilmemiş. Aksine olarak birçok yabancı unsur binayı fazla hırpalamış. Bugün bu binaya dokunulamaz, tamir de edilemez. Ancak zamanla çatlaklar derinleşecek ve sağlam temeller üzerinde yeni bir bina kurmak lüzumu hasıl olacaktır."26
SAYIN ADNAN OKTAR'IN DESTAN TV RÖPORTAJI, 8 MART 2009
ADNAN OKTAR: Bazı kişiler Atatürk'ü kendi kafalarına göre yorumlamaya kalkıyorlar. Ama biz doğrusunu anlatalım da. "Şurası unutulmamalıdır ki diyor, Türk aleminin en büyük düşmanı komünistliktir." Bakın PKK'yı ta o zamandan görmüş. Şu an Türk aleminin en büyük düşmanı PKK hareketi, komünüstliktir. "Behemehal diyor her görüldüğü yerde ezilmelidir." Bu yapılmadığı için PKK bugün boy gösterdi. Atatürk'ün bu sözü tutulsaydı bu olmazdı. Bakın ne diyor. "Ey millet, Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah'ın selameti, atıfatı ve hayrı üzerinize olsun. Koyduğu esas kanunlar Kuran-ı Azümüşan'daki ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhunu vermiş olan dinimiz son dindir, ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate uymamış olsaydı bununla diğer İlahi ve tabi kanunlar arasında ayrılıklar olması gerekirdi. Bütün ilahi kanunları yapan Cenab-ı Hak'tır" diyor. Mesela "Milletimiz din gibi kuvvetli bir fazilete sahiptir. Bu fazileti hiçbir kuvvet milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz da." "Din lüzumlu bir müessesedir" diyor. "Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur" diyor. "Bütün dünyanın Müslümanları Allah'ın son Peygamberi Hz. Muhammed (sav)'in gösterdiği yolu takip etmeli," Dikkat edin bakın ne diyor, "Hz Muhammed (sav)'in gösterdiği yolu bütün dünyanın Müslümanları takip etmeli" diyor. "Ve verdiği talimatları, -Peygamberimiz (sav)'in verdiği talimatları- tam olarak tatbik etmeli." Ölümünden kısa bir süre önce söylemiştir bunu Atatürk.
Atatürk yeni Türk Devleti'ni kurarken milliyetçilik ülküsünden hareket etmiş, fakat bu milliyetçiliğin ancak imanlı, güzel ahlaklı, Müslüman Türk halkının desteği ve çabasıyla başarılı olacağını vurgulamıştır. Yaptığı birçok konuşmada İslam'ın önemine değinmiş, Milli Mücadele'ye başlarken ve milliyetçilik ateşini yakarken en büyük yardımı din adamlarından aldığını söylemiştir. Atatürk milli mücadelede Peygamber Efendimizin yüce ahlakının, mücadeleci ruhunun, en güzel örnek olduğunu sık sık tekrarlamıştır.
İşte Atatürk'ün Hazreti Muhammed (sav) ile ilgili bazı sözleri:
"O, Allah'ın birinci ve en büyük kuludur. O'nun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir; fakat sonsuza kadar O ölümsüzdür."27
"Büyük inkılap yaratan Hazreti Muhammed'e karşı beslenilen sevgi, ancak O'nun koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli edebilir.28
"Bütün dünyanın Müslümanları Allah'ın son peygamberi Hazreti Muhammed (sav)'in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak takip etmeli. Tüm Müslümanlar Hazreti Muhammed (sav)'i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli. İslamiyet'in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilir."29
Atamızın vicdan ve düşünce özgürlüğünün önemi ve gerekliliği ile ilgili bazı sözleri şunlardır:
"Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine malik siyasi bir fikre malik olmak seçtiği bir dinin icaplarını yapmak ve yapmamak hak ve hürriyetine maliktir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hakim olunamaz. Vicdan hürriyeti, mutlak ve taarruz edilemez, ferdin tabii haklarının en mühimlerinden tanınmalıdır."30
"Türkiye Cumhuriyeti'nde herkes Allah'a istediği gibi ibadet eder... Türkiye'de bir kimsenin fikirlerini, zorla başkalarına kabul ettirmeye kalkışacak kimse yoktur ve buna müsaade edilemez." 31
"Taassupsuzluk o kimsede vardır ki vatandaşın veya herhangi bir insanın vicdani inanışlarına karşı hiç kin duymaz, bilakis hürmet eder."32
"Camiler, itaat ve ibadet ile birlikte din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek yani meşveret için yapılmıştır.33
Atatürk'ün güzel ahlakı, uyguladığı din politikasında da etkili olmuştur. Atatürk halkın manevi yönünü kuvvetlendirmeye çalışmış, halkın ancak bu şekilde istenilen refah ve huzura ulaşacağını savunmuştur ve şöyle demiştir:
"Hissiyatı ve vicdani telakkiyatı, ilim ve fenle besleyip eğiterek toplumun gerçek huzur ve saadetine çalışmak ulvi bir görüştür."34
Eşsiz lider Atatürk'ün ülkeyi yönettiği süre zarfında dine yaptığı en iyi hizmet dinin doğru anlaşılması ve yaşanması için ciddi bir mücadele göstermesidir. Atatürk bu amaçla Diyanet İşleri Başkanlığı'nı kurmuştur. İkinci olarak hurafeciliğe karşı çıkmış ve Kuran'ın doğru anlaşılması için Türkçeleştirilmesini sağlamıştır.
Atatürk'ün güzel ahlakının etkileri dine yaptığı hizmetlerde de açıkça görülmektedir. Mustafa Kemal, 23 Nisan 1920'de, TBBM'nin balkonunda meclis üyeleri ile birlikte görülüyor. |
Atatürk Kuran-ı Kerim'e de büyük bir saygı ve itaatle bağlı bir insandı. Kuran'dan söz ederken pek çok kez "kitabı ekmel" yani "en mükemmel kitap" ifadesini kullanmıştır.
Atatürk'e göre Kuran'ın anlaşılarak okunması, yalnızca duvarlarda süs olarak saklanılan bir kitap olmaması gerekiyordu. Mustafa Kemal hurafeleri silmek, akla, fenne, mantığa uygun dediği gerçek İslam'ın anlatılmasını sağlamak istiyordu. Bu sebeple Kuran'ın anlaşılması için Türkçeleştirilmesine karar verdi. Atatürk bu isteğini şu şekilde dile getirmiştir:
"Türkler dinlerinin ne olduğunu bilmiyorlar. Bunun için Kuran Türkçe olmalıdır."
"Türk Kuran'ın arkasından koşuyor fakat onun ne dediğini bilmiyor. Ve bilmeden tapınıyor, benim maksadım, kitapta neler var Türk anlasın."35
Bu maksatla Kuran Türkçeleştirilmiş, Atamızın direktifleriyle Cumhuriyetimiz'in ilk on beş yılında Kuran-ı Kerim'in meali ve tefsiri niteliğinde 9 eser yayınlanmıştı. Atatürk Dolmabahçe Sarayı'nda da Kuran okutturmuş, ayetleri okuyup izah ettirerek manası üzerinde incelemeler yapmıştır.
Atatürk, laikliği, din ve vicdan hürriyetinin temeli olarak görmüştür. Fakat tarihte ve günümüzde laiklik yanlış anlaşılmış, yanlış uygulanmış, bilinçli olarak bazı çevrelerce çarpıtılmaya çalışılarak "dinsizlik" gibi lanse edilmek istenmiştir. Oysa gerçekte laiklik devletin, dinler karşısında tarafsız kalarak insanlara din hürriyetini sağlamasıdır.
Laiklik ilkesinin amacı, gerçekte inancı özgürleştirmektir. Devlet, hangi din veya mezhepte olursa olsunlar vatandaşına vicdan, ibadet ve dini yaşama hürriyeti sağlar. Atatürk'ün laiklik ilkesinin özü, devletin halkını, bir dini kabul etme, o dinin gereklerini uygulama ya da uygulamama konusunda kendi vicdanları ile baş başa bırakması ve onlara özgür bir seçim yapma şansı vermesidir.
Dikkat edilirse sözkonusu laiklik anlayışı İslam'ın özüne de son derece uygundur. İslam Dininde de hiç kimse bir başkasını iman etmeye veya ibadetlerini yapmaya zorlayamaz. Nitekim Allah rızası gözetilmeden (örneğin baskı altında) yapılan ibadetin de Allah katında bir karşılığı yoktur. Bu nedenle Atatürk Türkiye Cumhuriyeti için laikliği seçmiş, kişilerin din ve ibadet özgürlüğünü vererek devletin dine karışmamasını sağlamıştır. İslam ahlakında da kişi, hiçbir baskı olmadan ancak özgür iradesi ile dini yaşar. Şahıslara dışarıdan müdahale ancak, teşvik etme, anlatma, öğüt verme şeklinde olur. Fakat bu konuda da bir zorlama yapılamaz.
Atatürk'ün laiklik ve laik toplum anlayışını en güzel anlatan sözlerinden biri şu şekildedir:"Din ve vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünce ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve tutucu hareketlerden sakınıyoruz." 36
Din konusunda oluşturulan yapay gerilimler ise, ancak Atatürk'ün uyguladığı formülle çözümlenebilir. Atatürk, İslam'a inanan samimi bir dindar olarak, laikliği din ve vicdan özgürlüğünün temeli olarak kabul etmiştir. Gerçek dindarlara ve vatanperverlere düşen görev, Atatürk'ün de yaptığı gibi, hurafalere ve batıl inanışlara karşı gerçek İslam'ı savunarak ve öğreterek ilmi olarak mücadele etmek, öte yandan da Atatürk'ün mirasını "din aleyhtarlığı" gibi göstermek isteyen materyalist-Marksist odaklara karşı tavır almaktır.
SAYIN ADNAN OKTAR'IN EKİN TV RÖPORTAJI 2 ŞUBAT 2009
ADNAN OKTAR : Atatürk cıvıl cıvıl bir insan. Hafıza Kuran okuttuğunu, gece gündüz hafızlara Kuran okuttuğunu niye o filme koymamışlar? Mesela niye şu sözünü o filmde göremiyoruz: "Bütün dünyanın insanları Allah'ın son peygamberi Hz. Muhammed (sav)'in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatlari tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Hz. Muhammed (sav)'i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli. İslamiyet'in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli zira ancak insanlar bu şekilde kurtulabilirler ve kalkınabilirler." Bizim bunu Mustafa filminde görmemiz gerekirdi. "O, Allah'ın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor." Peygamber Efendimiz (sav) için söylüyor. "Benim senin adın silinir, fakat sonuna kadar o ölümsüzdür." Peygamber Efendimiz (sav) için bunu söylüyor. Yani bunları söylemek varken, değil mi, işte yalnızdı, barakadaydı, oturuyordu şeklinde yazılar, tamam iyi niyetle yapıldığı izlenimi veriyor, ama çok çok eksik olmuş. Mesela diyor ki, Saadettin Kaynak şöyle anlatıyor. "Atatürk benden mevlid-i şerifi her mısrasını ayrı bir makamda olmak üzere okumamı istedi." Saadettin Kaynak, "mevlid-i şerifi", bak diyor ki, "her mısrasını ayrı bir makamda olmak üzere okumamı istedi. Sonra da Kuran-ı Kerim'in muhtelif surelerinden bölümler, ayetler okuttu." Saadettin Kaynak'a. "Hatta arkadaşı Nuri Conker'den de Kuran okumasını istedi. O da bildiği Tevbe Suresi'ni okudu. Atatürk bütün bunlardan çok memnun olmuştu. Atatürk dini müziği, Kuran-ı Kerim dinlemeyi çok sever, fakat bilhassa bilinçli olarak Türkçe tefsir edilmesini isterdi. Kuran'ın açıklanmasını isterdi" diyor. "Dini müziğimiz mevlüt, ilahi, ezan, sela, tekbir gibi formlarda büyük bir zenginlik arz eder" diyor. "Ramazan ayında Kuran ve mevlüt okutur ve bundan çok büyük zevk alırdı. Ramazan'da ve kandil gecelerinde sadece beni huzuruna çağırır, Kuran-ı Kerim'den bazı sureler okuturlardı. Ben okurken gözleri bir noktaya takılır, derin bir huşu içinde dinlerdi." Hangi birini söyleyeyim, yani yüzlerce böyle konu var.