Derin bir nefes aldığınızda, bu nefes ile birlikte çok çeşitli şeylerin kokularını da aynı anda algılarsınız. İçtiğiniz kahvenin, içeride pişen yemeğin, vazoda duran çiçeğin ve dışarıdaki dumanlı havanın kokusunu aynı anda alır ama hepsini ayrı ayrı algılarsınız. Bunun sebebi, burnunuzun, aldığı kokuları 30 saniye içinde analiz edip değerlendirmesi ve bu sayede yaklaşık 3000 kokuyu birbirinden ayırt edecek kadar mükemmel bir kapasiteye sahip olmasıdır.
Dakikalar içinde milyarlarca koku hücresinden gelen mesajlar, burunda bulunan on binlerce hücreye aktarılır. Buradaki hız olağanüstüdür. Milyonlarca bilgi saniyenin binde biri gibi zaman aralıklarında "hiçbir hata yapmadan" bir hücreden diğerine hareket edip durur. Bu işlemler kısa bir süre içinde burnunuza gelen sayısız kokuyu ayırt edebilmenizi sağlar. Aynı zamanda burna iletilen bilgilerin tanınması ve organize edilmesi koku duyarlılığını da artırır. Gelen kokuların her birinin ayırt edilmesi ve tanınması, burundaki koku alma hassasiyetini de oldukça artırmıştır. (Tim Jacob, "Olfaction", 2001, http://www.cf.ac.uk/biosi/staff/jacob/ teaching/sensory/olfact1.html)
Buradaki hatasız iletişimin olağanüstülüğünü şöyle açıklayabiliriz: Belirli bir bilginin bir milyon telefon hattıyla taşındığını ve bu hatların sayısının bir santralde aniden bine indirildiğini varsayalım. Böyle bir geçiş durumunda, ne kadar gelişmiş bir teknoloji kullanılırsa kullanılsın, yüksek ihtimalle orijinal bilgilerde bir kayıp veya hata olacaktır. Buna karşın, koku hücreleri aynı görevi, yaşadığımız süre boyunca kusursuz olarak yapmaya devam ederler. Aynı anda çok sayıda koku ile muhatap olmamız, bu kokuları birbirinden ayırt etmemizi engellemez; sayı ne kadar artarsa artsın tüm kokuları birbirinden zorlanmadan ayırt edebiliriz.
Bir insanın, dakikalar içinde kendisine ulaşan binlerce kokuyu hatasız algılayacak bir sisteme sahip olması belki de onu hayatı boyunca hiç şaşırtmamıştır. İnsan, gülü kokladığında tanıdığı gülün kokusunu, kahveyi kokladığında tanıdığı kahvenin kokusunu alıyor olmasını yadırgamaz. Bir meyvenin kokusunun hangi aşamalarla kendisine zamanla tanıdık hale geldiğini belki de hiç düşünmemiştir. Oysa hayatının her anında burnun koku alma bölümünde bunu sağlayan kompleks işlemler devam etmektedir. Tüm insanların sahip olduğu bu özel sistem ancak Allah'ın dilemesiyle vardır, O'nun kontrolü ile kusursuz şekilde işler. İnsana sunulmuş diğer tüm nimetler gibi bu özel nimet de Allah'ın bir ikramıdır.
İşte gaybı da, müşahede edilebileni de bilen, üstün ve güçlü olan, esirgeyen O'dur. Ki O, yarattığı herşeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. (Secde Suresi, 6-7)
Bakteriler olmadan yeryüzünde canlılığın sürmesi mümkün değildir. Toprağa atıp, çürüyüp ufalanacağından emin olduğumuz tüm atıklar, bakterilerin faaliyetleri sonucunda yok olurlar. Onlar, yeryüzündeki tüm atık maddeleri işlenebilir ve yeniden kullanılabilir hale getirirler. Ölü bir madde, onların vesilesiyle çürür. Bakteriler, bu maddenin her parçasını küçük minerallere ayrıştırır ve bunların besin olarak canlılara sunulmasını sağlarlar. Suyumuzu onlar arıtır, topraklarımızın verimini onlar artırırlar. Bedenimizde de önemli işler bakteriler tarafından gerçekleştirilir. Bakteriler, bağırsaklarımızdaki vitaminleri sentezler, yediklerimizi yararlı şekerlere ve polisakkaritlere (bir karbonhidrat grubu) dönüştürürler. Yemeklerle aldığımız yabancı mikroplara karşı savaşı da gerçekleştirirler.
Yeryüzü için büyük öneme sahip azot döngüsü, tümüyle bakterilere bağımlıdır. Bakteriler havadan nitrojeni (azot) alır ve onu yapı taşlarımız olan nükleotidlere ve aminoasitlere dönüştürürler. Bu, yeryüzünde, insan da dahil başka hiçbir canlının gerçekleştiremeyeceği gerçek anlamda hayranlık uyandırıcı bir işlemdir. Bakteriler, endüstriyel yöntemlerle 5000C'de ve normalin 300 katı kadar basınç altında gerçekleştirilebilecek bir işlemi, saniyeler içinde sorunsuz olarak yerine getirmektedirler.
Bunlardan çok daha önemlisi, bakteriler bize soluduğumuz oksijeni sunarlar. Dünyamızın solunabilir oksijeninin büyük bir kısmı fotosentez yöntemi ile mikoorganizmalar tarafından sağlanmaktadır. Siyanobakteriler, algler ve denizleri dolduran diğer minik organizmalar havaya her sene yaklaşık 150 milyar kg oksijen salarlar. (Hemen Her Şeyin Kısa Tarihi, Bill Bryson, Boyner Yayınları, 2003, sf. 264)
Dünya'da yaşamın varlığına vesile olan sayısız sebepten sadece bir tanesi olan bakteriler, Darwin'in evrim teorisini tümüyle ortadan kaldırmıştır. Darwin bu canlıların ilkel olduklarını varsaymış ve tüm teorisini bu varsayım üzerine şekillendirmiştir. Ancak 21. yüzyıl bilimi bu canlıların hiç de ilkel olmadıklarını tüm açıklığıyla ortaya koymuştur. Sahip oldukları özellikler ve gerçekleştirdikleri harikalar, tesadüflerle asla oluşamayacak mükemmel varlıklar olduklarını gösterir. Bir bakteri, kendi kendine oluşamayacak, kendi kendine söz konusu yetenekleri edinemeyecek kadar komplekstir ve evrim teorisi tek bir bakterinin sözde tesadüfen ortaya çıkışını hiçbir şekilde açıklayamamaktadır.
Tüm bunlar, müthiş komplekslikleri, mükemmel yapıları, kusursuz işlemleri gerçekleştirme yeteneğini birarada yaratıp yeryüzünün her yanında var eden Allah'ın sanatının tecellileridir. Bu örnekle Allah, "en basit" yakıştırmasının yapıldığı en küçük tek hücreli canlının bile ne derece kompleks ve üstün özelliklere sahip olabileceğinin delillerini sunmuştur. Allah, insana, tek hücreli bir canlıya muhtaç yaşadığını hatırlatmıştır. Bundan öğüt alanlar, Allah'ın rızası ve cenneti için çabalayanlar ve Allah'ı gereği gibi takdir edenler olacaktır. Çünkü Allah, yerde ve gökte olanları boşuna yaratmamış, onlarda, her insanın öğüt alıp Allah'a yönelmesi için deliller kılmıştır.
Gaybın anahtarları O'nun Katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır. (Enam Suresi, 59)
Evrendeki büyüklükler ve uzaklıklar, insanın hayal gücünün çok ötesindedir. Dünya şartlarındaki bizim için büyük olan rakamlar, evrenin tümü düşünüldüğünde aslında oldukça küçüktürler. Örneğin, evrende 300 milyar galaksi bulunduğu hesaplanmıştır. Bu galaksilerden sadece biri olan içinde bulunduğumuz Samanyolu galaksisinde 250 milyar yıldız vardır. Bu yıldızlardan sadece biri olan ortalama büyüklükteki Güneş'in çapı, Dünya'nın çapının 103 katı kadardır. Güneş'e en yakın olan yıldız Alpha Centauri'nin Güneş'ten uzaklığı bile 78.000 kilometre gibi büyük bir uzaklıktır.
Henüz sırrı çözülememiş olan uzay ve onun içindeki milyarlarca galaksi, kendi yörüngelerinde kendileri için belirlenmiş bir yönde hareket etmekte ve devasa çekim kuvvetleri ile birbirlerini etkilemektedirler. Bu azametli evrende dev büyüklükleri ile tüm yıldızlar, bunları takip eden uydular hatta bunların üzerindeki tek bir buz veya toz tanesi, kısacası evrendeki her şey kendileri için belirlenmiş bir kader dahilinde hareket eder. Her birinin hareketi, dönüş hızı, sıcaklıkları, uzaklıkları Allah'ın Katında belirlenmiştir. Yerin derinliklerindeki gözle görülmeyen küçücük bir canlıyı yaratan, onun için bir kader belirleyen Allah, evrendeki dev yıldızları da en mükemmel şekli ile yaratandır ve diğer her şey gibi onları da sürekli olarak Kendi kontrolü altında tutmaktadır. Kebir olan Allah, büyüklüğünü ve kudretini, toprağın altında yaşayan bir canlıda da, kainatın derin karanlıklarındaki dev galaksilerde de açıkça sergileyip gösterendir.
İnsan, yerde ve gökte olan her neyi araştırırsa araştırsın, mutlaka Allah'ın üstün ve kusursuz sanatı ile karşılaşacaktır. Varlıkların hiç biri, tesadüfen bir özellik kazanamaz, tesadüfen mevcut düzen ve dengelerini koruyamazlar. Bunların tümü, üstün ve sonsuz bir aklın kontrolünde ve hakimiyetindedir. Her yerde varlığını gösteren bu üstün akıl, alemlerin Rabbi olan Yüce Allah'a aittir.
Evrende 300 milyar galaksi bulunduğu sanılmaktadır. Bunlardan sadece bir tanesi olan Samanyolu Galaksisi içinde Güneş, 250 milyar yıldız arasından sadece bir tanesidir ve Dünya'nın 103 katı kadar büyüktür. Uçsuz bucaksız evreni kaplayan tüm dev yıldızlar da, bunlara ait tek bir toz tanesi de Allah'ın kontrolündedir. |
Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "Ol" der, o da hemen oluverir. |
Küçücük bir karınca yaklaşık 500.000 sinir hücresine sahip büyük bir iman hakikatidir. Neredeyse tüm amacı besin toplayarak yaşamını devam ettirmek olan böyle bir canlıda bile Allah, kompleks yapısı ve üstün iletişim sistemi ile mucizevi bir sinir ağı var etmiştir.
Bu olağanüstü sistem sayesinde karıncalar oldukça değişik iletişim yöntemleri kullanabilirler. Avlarını bulmaktan birbirlerini takip etmeye, yuvalarını kurmaktan düşmanlarıyla savaşmaya kadar birçok faaliyeti sahip oldukları bu özel sinir ağının vesilesiyle gerçekleştirebilirler. Allah'ın kendilerine sunmuş olduğu üstün donanım sayesinde hiç bir yardıma ihtiyaç duymadan mükemmel şekilde hayatlarını sürdürebilirler.
Oysa bir karıncanın, sahip olduğu 500.000 sinir hücresinden haberi bile yoktur. Bir karıncanın yaşaması için bu kapsamlı donanımı ne bir insan ona sağlayabilir, ne bilim adamları, ne de tesadüfi olaylar... Darwin'in öngördüğü tesadüfi mutasyonlar, tek bir karıncadaki bu muhteşem sistemin tek bir hücresini bile ortaya çıkaramazlar. Tesadüfler, bir canlının nereden ne hissetmesi gerektiğini bilemez, buna göre yepyeni bir vücut sistemi meydana getiremezler. Evrimcilerin öne sürdükleri evrim mekanizmaları, söz konusu mevcut kompleks sisteme yalnızca zarar getirirler. Bu özel sistemin sebebinin, bilinçsiz tesadüfler olması mümkün değildir.
Karıncalar, kendi bedenlerindeki kapsamlı sinir ağına yaratıldıkları andan itibaren sahiptirler. Çünkü her canlı gibi onlar da, her incelikte ve her olayda büyüklüğünü gösteren Rabbimiz'in eseridir ve her an O'nun kontrolündedirler. Tüm varlıklara can veren, onları dirilten ve yaşatan Muhyi olan Allah'tır ve Yüce sanatı, tek bir karıncada bile en mükemmel şekli ile sergilenmiştir.
Gökte burçlar kılan, onların içinde bir aydınlık ve nurlu bir Ay var eden (Allah) ne Yücedir. O, gece ile gündüzü birbiri ardınca kılandır; öğüt alıp-düşünmek isteyenler ya da şükretmek isteyenler için. (Furkan Suresi, 61-62)
İnsan, sürekli olarak yerçekimi kuvvetine karşı direnç gösterir. Oldukça kararında olan bu hassas çekim kuvvetinin sebebi, Dünya'nın büyüklüğüdür. Dünya'nın büyüklüğü, Allah'ın dilemesiyle, üzerinde canlılığın oluşabilmesine olanak verecek şekilde özel olarak belirlenmiştir. |
İnsan, ayağa kalkıp yürümeye başladığında, üzerinde ne yukarı ne de yere doğru bir basınç hissetmez. Oturmak, yürümek, koşmak son derece olağan işlerdendir. Oysa ayağa kalkıp yürüdüğünde, hatta koltuğunda rahat otururken bile oldukça güçlü yerçekimi kuvvetine karşı direnç gösterir. Bu kuvvet öylesine kararında bir orana sahiptir ki, insan, günlük hayatında gösterdiği bu direncin farkında bile değildir.
Bunun en önemli sebebi Dünya'nın büyüklüğüdür. Dünya eğer biraz daha küçük olsaydı yerçekimi çok zayıflayacak ve atmosfer Dünya çevresinde tutunamayacak, dağılıp gidecekti. Biz de tıpkı atmosfer gibi yeryüzünde bir türlü sabit duramayacaktık. Eğer Dünya daha büyük olsaydı, bu kez de yerçekimi çok artacak ve bazı zehirli gazları da tutan atmosfer öldürücü hale gelecekti. Bizler, bu zehirli gazlardan korunmayı başarsak bile, oturduğumuz yerde ağırlaşacak ve hareket edemeyecektik.
Ancak böyle bir sorun hiçbir zaman söz konusu değildir. Çünkü Dünya'nın büyüklüğü, üzerinde bizim yaşayabilmemize olanak verecek şekilde oldukça özel belirlenmiş bir orana sahiptir.
İnsanın yaşayabilmesi için bir araya gelen sebepler, öylesine büyük bir hassasiyete sahiptir ki, bunlardan bir tanesinin bile tesadüfen meydana gelmiş olması mümkün değildir. Bilim adamları Dünya'daki yaşama elveren şartların oluşma ihtimalini hesap etmişler ve bunun 10 üzeri 123 (10123)'te bir ihtimal olduğunu belirlemişlerdir. (Roger Penrose, The Emperor's New Mind, 1989; Michael Denton, Nature's Destiny, The New York: The Free Press, 1998, s. 9) Bu rakam, 10'un yanına 123 sıfırın gelmesiyle oluşur ve Dünya'da yaşama elverişli bir ortamın tesadüfen oluşmasının imkansızlığını açıkça ilan eder.
Elbette Allah dilese, yarattığı tüm yıldız ve gezegenleri yaşama elverişli kılabilirdi. Allah dilese, yarattığı insanların ne su içmeye, ne yemek yemeye, ne belli orandaki özel gazları solumaya, ne yerçekimi kuvvetine, ne de Güneş'e ihtiyacı kalmazdı. Her birini ayrı ayrı yaratan Allah, dilese hiçbirini birbirine bağımlı kılmayabilirdi. Ancak sadece yaşam için bile sayısız sebep bir araya gelmiş ve bunlar bizleri hayrete düşüren detaylara sahip olmuşlardır. Bütün bunlar, her şeyi Allah'ın yarattığı ve her an kontrolü altında tuttuğu gerçeğini bir kez daha hatırlatmakta, bizlere Allah'ın Yüce kudretini bir kez daha takdir edip O'na yönelme imkanı vermektedir.
Göklerin ve yerin mülkü O'nundur; çocuk edinmemiştir. O'na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. (Furkan Suresi, 2)