Din ahlakını yaşamayan insanların gerçek anlamda sevmeleri ve sevilmeleri imkansızdır. Gerçek sevginin karşılıklı olarak yaşanması için, o insanın herşeyden önce Allah'ı derin bir sevgiyle sevmesi ve Allah'ın sevgisini kazanabileceği bir ahlak göstermesi gerekir. Allah, sevdiği kullarının kalbine bir sevgi verir ve diğer insanların kalbinde de onlara karşı bir sevgi kılar. Unutulmamalıdır ki, sevginin asıl kaynağı ve asıl sahibi yalnızca Allah'tır. Sevgi gibi çok büyük ve kıymetli bir nimeti yaşayabilmek için, insanın öncelikle ahlakı ile bu nimete layık olması ve Allah'tan kendisine bu nimeti vermesini istemesi gerekir. Kötü bir ahlaka sahip olan ya da din ahlakını yaşamayıp cahiliye hayatına özenen bir insan, dünyada da ahirette de bu yüzden mutsuz olabilir, yalnız ve dostsuz kalabilir.
Sevginin Allah Katından verilen bir nimet olduğunu Allah Kuran'ın birçok ayetinde bildirmiştir:
Katımız'dan ona (Hz. Yahya'ya) bir sevgi duyarlılığı ve temizlik (de verdik). O, çok takva sahibi biriydi. (Meryem Suresi, 13)
İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır. (Meryem Suresi, 96)
Onda 'sükun bulup durulmanız' için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Rum Suresi, 21)
Allah'ın gerçek sevgiyi layık gördüğü insanların özelliklerinden bazıları şöyledir:
Sakın onlardan bazılarını yararlandırdığımız şeylere gözünü dikme, onlara karşı hüzne kapılma, mü'minler için de |
Allah'a ve ahirete inanmayan kimi insanlar, dünya hayatını bir mücadele yeri olarak algılarlar; bu insanların batıl görüşüne göre, her insan hayatta kalabilmek için savaş vermeli ve bu savaşta güçlü olanlar güçsüz olanları ezerek hayatlarına devam etmelidirler. Tümüyle sapkın bir inancın ürünü olan bu görüş, insanların güzel ahlaktan tamamen uzaklaşmalarına ve sadece kendi çıkarlarını korumaya dayalı kötü bir ahlak anlayışı geliştirmelerine neden olur. Bu bakış açısının hakim olduğu bir toplumda, zor duruma düşmeyi göze alarak güçsüze yardım etmek, bir başkası için fedakarlıkta bulunmak veya bir başkasının sağlığını, mutluluğunu, rahatını kendinden önde tutmak gibi güzel ahlak özellikleri, gereksiz meziyetler olarak görülür. Dolayısıyla, herhangi bir karşılık elde etmediği sürece hiç kimse birbiri için fedakarlıkta bulunmaz.
Din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda, insanlar arasında bu bakış açısına sıklıkla rastlanabilir. Böyle bir anlayışa sahip olan insanların ise, birbirlerine gerçek anlamda bir sevgi duymaları pek mümkün olmaz. Çünkü insan, kendi rahatını herkesten daha önde tutan bencil bir kişiye karşı kalbinde gerçek ve samimi bir sevgi duyamaz. Karşısındaki insanda tek bir konuda bile bencilliğe rastlaması, ruhunda ona karşı duyduğu sevgiyi olumsuz yönde etkiler. Örneğin bir insanın sadece kendi rahatını düşünmesi, güzel bir yemeği, rahat bir yatağı kendisi için saklayıp, çevresindeki kişileri düşünmemesi bile o kişiye karşı duyulan sevgiyi zedeler. Cahiliye toplumunda insanlar birbirlerinin bu tarz kötü özelliklerine sık sık şahit olurlar ve bu da bilinçaltlarında o kişiye karşı olumsuz bir bakış açısı oluşmasına neden olur.
Cahiliye ahlakını yaşayan kimi insanlar, en yakın dostlarına bile, fedakarlıkta bulunmalarını gerektirecek herhangi bir iş teklif edemezler. Söz gelimi, çocuğu hastalanan biri, iş arkadaşlarından kendisinin yerine işlerini takip etmelerini isteyemez. Anne veya babaya yardım etmek bile kimi zaman çocukları arasında sorun olabilir; hatta bu yüzden aralarında küskünlükler yaşanır. Oysa sorulduğunda herkes anne babasını çok sevdiğini söyler. Ama, fedakarlık gerekince, eğer ciddi bir çıkarları yoksa, kimi insanlar bundan bile kaçınırlar. Oysa gerçekten seven insan sevdiği için her türlü fedakarlığı yapar ve bundan dolayı hiçbir zaman yakınmaz, bıkkınlık duymaz.
Müminlerin birbirlerine olan sevgi ve düşkünlüklerinin en belirgin özelliklerinden biri, birbirleri için seve seve fedakarlıkta bulunmaları, birbirlerinin ihtiyaçlarını kendi nefislerinden üstün tutmalarıdır. Allah'ın Kuran'da bu konuda verdiği örneklerden biri, Mekke'den Medine'ye hicret eden müminleri ağırlayan Medineli müminlerdir.
Kuran'da müminlerin bu güzel ahlakları şöyle bildirilmiştir:
Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Haşr Suresi, 9)
Ayette hem Mekkeli hem de Medineli müminlerin güzel ahlaklarından söz edilmektedir. Mekkeli müminler, mallarını, akrabalarını, eşyalarını, evlerini, bağlarını bahçelerini, işlerini geride bırakarak, Allah'ın dinini yaşayabilmek için yurtlarından çıkmış, Medine'ye hicret etmişlerdir. Allah'ın rızasını kazanabilmek için sahip oldukları herşeyi geride bırakmayı göze almışlardır. Bu, çok üstün bir ahlakın göstergesidir ve onların, kendilerine Allah'ı vekil edinmiş güvenilir insanlar olduklarının bir ifadesidir. Bu güzel ahlakları, diğer müminlerin onlara derin bir sevgi, saygı ve merhamet duymalarına neden olmuştur.
Nitekim, Medineli müminler bu güvenilir ve sadık mümin kardeşlerini en güzel şekilde karşılamış ve en güzel şekilde ağırlamışlardır. Kendi ihtiyaçlarını hiç hesaba katmaksızın mümin kardeşlerine ikram etmişler, en güzel yiyeceklerini ve giyeceklerini onlar için ayırmışlar, onlara en rahat edecekleri barınakları sağlamışlardır. Bu fedakarlıkları ise, Allah'a ve müminlere olan güçlü ve samimi sevgilerinden kaynaklanmaktadır. Bu güzel ahlakları, onlara karşı da sevgi duyulmasına neden olmaktadır. Allah onları Kuran'da sevgi ve övgüyle anmış, 1400 senedir Kuran'ı okuyan her Müslümanın kalbinde onlar için bir sevgi ve saygı kılmıştır.
Müminlerin fedakarlıklarının bir başka örneğini Allah Kuran'da şu ayetleri ile bildirir:
Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. Biz size, ancak Allah'ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür. Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimiz'den korkuyoruz. (İnsan Suresi, 8-10)
Kendisi ihtiyaç içinde olduğu halde, yoksula yemeğini ikram eden bir kimseye karşı insanların kalbinde doğal olarak bir sevgi ve saygı hissi oluşur. Bu durumu şöyle bir örnekle açıklayalım; çok yorgun ve aç olduğunuzu, ve yanınızda sizinle aynı durumda olan iki kişi daha olduğunu düşünelim. Önünüzde ise sadece tek bir kişiye yetecek kadar yemek ve sadece tek kişinin yatacağı bir yatak olsun. Yanınızdaki kişilerden biri size ihtiyacınız olup olmadığını bile sormadan büyük bir hırsla yemeği kendisi yemeğe başlasın ve yatağa kendisi yatmak için ısrar etsin. Diğeri ise aç olduğu halde önündeki yemeği size ikram etmek istesin ve yatakta sizin yatmanız için ısrar etsin. Böyle bir durum karşısında, bencil davranan kişiye karşı içinizde doğal olarak bir soğukluk, fedakar olana karşı da sevgi oluştuğunu fark edersiniz. Allah insan ruhunu güzel ahlaktan hoşlanacak, böyle insanlara karşı sevgi ve muhabbet duyacak şekilde yaratmıştır.
Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir. Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir… |
ADNAN OKTAR: Bir Müslüman kadının her şeyden önce Allah'tan çok korkması gerekir. Allah'ı çok sevmesi, Allah'a deli âşık şeklinde bağlanması lazım. Kuran'ın hükümlerine, Kuran ahlakına çok titiz ve iffetli olması lazım. Böyle bir kadında Allah özel bir nur, özel bir etkileyicilik, tutkuya açıklık meydana getirir. Yani onun ruhunda bir kadın gücü vardır, bu ortaya çıkar. Kadın etiyle kemiğiyle kadın olmaz. Yani o bir et yığını gibi olur, başka bir şey olmaz. Ama güzel ahlakıyla, derinliğiyle, takvasıyla, Allah'a olan yakınlığıyla eğer derinleşirse, Allah onun ruhundaki kadını ortaya çıkarır. O aklı başında, dindar, aynı kendisine has özellikleri taşıyan, yine Allah'tan korkan bir mümin erkekle karşılaştığında, Allah o mümin erkeği özel olarak ondan çok etkilenecek şekilde yaratmıştır. Çünkü mümin erkekte de ona karşı etkileyecek özel erkek ruhu ortaya çıkar. Ve Allah ondan olağanüstü etkilenmesini sağlar. Yoksa erkek de etle, kemikle erkek olmaz. Yani dev bir et kitlesi olur o, koskocaman bir et kitlesi olur, başka bir şey olmaz. Kasapta da biliyorsunuz koskoca et kitleleri var.
İnsan güzel ahlakıyla, derinliğiyle, Allah aşkıyla, Allah'a olan tutkusuyla insan olur. Böyle bir durumda Allah bunun sırrını da açıklamıştır. Mümin erkekler mümin kadınlara, mümin kadınlar mümin erkeklere diyor. Onların ruhundaki gerçek tutkuyu birbirleriyle karşılaştırır Allah. O zaman kadın ve erkek hayret edecekleri bir etkilenme gücüne girerler. Yani tarif edilemeyen bir 6. hissin içine girerler. Sadece müminler bunu tanırlar Bilmezler mesela dini, Allah'ı tanımayan bir insana bunu anlatsan da hiç bir şekilde bunu anlamaz.
Ama bütün insanlarda bu içgüdü olarak vardır. O yüzden filmlerde hep aşktan bahsederler, tutkudan bahsederler ama hemen hemen çok büyük bir bölümü yahut bayağı bir kısmı bunu hiç anlamaz. Sadece çıkartmaya çalışır. Yani ona beyninde gizli bir hayranlık vardır ama bulamaz, onun ne olduğunu bir türlü bulamaz. Mesela kadın evleneceği vakit aradığı kıstaslar oluyor. Önce parası, birinci derecede parası. Sonra tahsili, sonra iyi bir mevkide olması, arabası, yazlığının olması gibi yani kat kat kat gelişen özellikleri arıyorlar. Şimdi bunu aradığında o zaman Allah'ın ona verdiği tutkuyu kullanamaz insan. O zaman da o evin ona hiç bir faydası olmaz. Mesela ev sadece ona han gibi bomboş bir yer gibi gelir. Yani hiçbir etkisi olmaz. Arabası da sadece onu bir yerden bir yere götüren bir teneke yığını, bir metal yığını gibi olur.
Bunlar Allah sevgisi ve Allah tutkusuyla bir anlam kazanacak şeylerdir. Dolayısıyla Peygamber Efendimiz (sav) malı için evlenen malından mahrum olur diyor, güzelliği için evlenen güzelliğinden mahrum olur diyor. Çünkü güzellik mesela bir gün grip nezle olur güzelliği bir anda tiksinebilir, insan hiç ummadığı şeyden bile tiksinir, mesela onun bir aciz halini görür, bir acizliğini görür iğrenir ve bir daha ondan ömür boyu kurtulamaz. İnsan zayıf bir varlıktır. Ama Allah aşkıyla sevdiğinde, Allah'ın tecellisini sevdiği için Allah'ta sonsuz büyük güç olduğu için ve sonsuz güzellik olduğu için o sonsuz güzelliğe sonsuz mükemmelliğe karşı hayranlığın bir tecellisi olarak insana baktığı için asla yıkılmayan bir sevgiye sahip olur ve gittikçe gelişen derinleşen bir tutkuya sahip olur. Bununla insan mutlu olabilir ve bununla çok şiddetli etkilenir. Onun dışında ev de çok itici gelir o zaman, araba da, adamın yahut kadının güzelliği de evlenen kişiye itici gelir bundan kurtulamaz yani bu Allah'ın koyduğu bir kanundur. Sadece derin seven insanların özelliğidir bu.
O da Allah'ın aşkıyla insanı severse bu ortaya çıkar başka türlü olmaz. Para o tip insanlarda bilakis bunalım meydana getirir çünkü parayı muhafaza etmek için daha fazla tedbir alması lazım. Mesela çeklerim ödenmedi diyor, onun için canı yanıyor, parayı bankaya koyuyor ya banka da iflas ederse ne yapacağız diyor, yastığın altına koyuyor yine olmuyor, küpe koyuyor ya küpü bulursalar diyor. Yani çok canını yakar, çok huzursuz olur. Ancak Allah aşkıyla insan huzur bulabilir, tevekküllü ve rahat olabilir. Yani para arttıkça şahısların birçoğunda huzursuzluk ve acı da artar. (Kaçkar TV; 29 Ocak 2009)
Cahiliye ahlakını yaşayan kimi insanlar, birbirlerine karşı kolaylıkla kızgınlık duyabilir, hemen kinlenebilirler. Kendilerine küçük bir zarar veren birine karşı dahi hemen nefret duymaya başlayabilirler. Çok küçük nedenlerden dolayı dostluğunu bitiren, 'en yakınım' dediği dostuna bir anda düşman kesilen birçok insan vardır. Bunun nedeni, Kuran ahlakı yaşanmadığında, insanların affedicilik gibi, sabır, sevgi ve üstün bir ahlak gerektiren özelliklerden uzak bir yaşam sürmeleridir.
Oysa müminler çok sabırlı ve affedicidirler. Küçük hatalardan ya da insani kusurlardan dolayı karşılarındaki kişiye kızgınlık duyup bir anda onlarla olan ilişkilerini bitirmezler. Ona her defasında bir fırsat daha verir, doğru olanı hatırlatır ve davranışlarını düzeltmesi için yardımcı olurlar.
Sevdikleri dostlarının eksiklerini ortaya çıkarıp onlara kızgınlık ve kin duymak yerine, onların hatalarını, eksiklerini telafi etmeye çalışır, Kuran ile öğüt vererek onlara destek olurlar. Gerçek sevgide, dostlar arasında büyük bir anlayış ve hoşgörü hakim olur. Her sorun sevgi ve anlayışla, huzur içinde çözülür.
Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve sözü doğru söyleyin. Ki O ( Allah), amellerinizi ıslah etsin ve günahlarınızı bağışlasın… (Ahzap Suresi, 70-71) |
Allah Kuran'da insanlara affedici olmaları gerektiğini şöyle öğütlemektedir:
Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. (Nur Suresi, 22)
... İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun. Yine de onları affet, aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever. (Maide Suresi, 13)
Allah'ın müminleri yükümlü kıldığı Kuran ahlakında affediciliğin sınırı yoktur. Nitekim yukarıdaki ayette müminlere, sürekli ihanet gördükleri kişileri dahi affetmeleri emredilir. Bu inanca sahip olan bir kişi, bir insanın hatası yüzünden büyük zararlara uğrasa bile, bu insanı kolaylıkla affedebilir.
Arkasından olumsuz konuşan, kendisine kötülük yapmaya çalışan veya maddi zarara girmesine sebep olan bir insanı affederek, ahlakıyla onun için güzel bir örnek olabilir, onu kendisi için yakın bir dosta dönüştürebilir. Nitekim önemli bir hata yaptıktan sonra affedildiğini görmek, müminin ruhunda kendisini affeden kişiye karşı büyük bir muhabbet ve bağlılık meydana getirir. Allah affediciliğin gerçek sevginin oluşması için gereken özelliklerden biri olduğunu Kuran'da şöyle bildirmektedir:
İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir. (Fussilet Suresi, 34)
Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve sözü doğru söyleyin. Ki O ( Allah), amellerinizi ıslah etsin ve günahlarınızı bağışlasın … |
Gerçek sevginin oluşması için öncelikle sevginin önündeki bencillik, çıkarcılık, samimiyetsizlik gibi engellerin kaldırılması gerekmektedir. Kibir, sevginin oluşmasını engelleyen en önemli sebeplerden biridir. Tevazu ise sevginin en önemli şartlarındandır. Çünkü tevazu sahibi olmayan ve kendisini diğer insanlardan üstün gören birinin, hayatta en değer verdiği varlık kendi nefsi olur. Diğer insanları kendinden daha değersiz, daha aşağı görür. En akıllı, en vicdanlı, en saygın insanın kendisi olduğuna inanır, bir anlamda nefsini ilahlaştırmış olur. Dolayısıyla, bu bakış açısına sahip olan bir insanın, kendisinden daha değersiz gördüğü bir kişiye bağlanması, onun için fedakarlıkta bulunması, onun nefsini kendisinden önde tutması, diğer bir deyişle kalbinde ona karşı gerçek bir sevgi oluşması pek mümkün olmaz. Bu nedenle sevgi ve kibir birbirine tamamıyle zıt iki özelliktir. Kibirli bir insan ne başkaları tarafından sevilebilir, ne de kendisi insanlara karşı derin bir sevgi duyabilir.
Kibirli insanların sevgisiz bir hayat yaşamalarının birçok sebebi vardır. Kibirli insanlar, nefislerindeki kendilerini yüceltme isteğinden dolayı genellikle alaycı bir karakter sergilerler. Çevrelerindeki insanların kusurlarını dile getirdiklerinde, kendi üstünlüklerini daha iyi vurgulayabileceklerini düşünürler. Sürekli alay eden ve konuşmalarıyla çevresindekileri küçük düşürmeye çalışan birine karşı ise, hiç kimse kalbinde samimi bir sevgi duyamaz.
Tevazulu insanlar ise, bu kimselerin aksine çok sevilirler. Tevazulu insanın karşısındaki kişiye değer verdiği hissedilir, bu nedenle bu ahlakı gösteren kimselerin yanında herkes rahat eder. Böyle bir insan, kendisine verilen tavsiyeleri can kulağıyla dinler, hiçbir konuda "en iyiyi ben bilirim" iddiasında olmaz, gurur yapmadan hemen en güzel olan tavrı gösterir.
… İşte sizin ilahınız bir tek ilahtır, |
Doğruya karşı direnmez, yanlışa karşı öfkeyle yaklaşmaz. İnsanların sorunlarına karşı duyarlı davranır ve ince düşünceli olur. Hiçbir konuda bir üstünlük iddiası olmadığı için, "önce o sevgi göstersin, önce o selam versin, önce o benimle konuşsun" gibi kibirden kaynaklanan hesaplar içine girmez. Karşısındaki insan katı ve kibirli olsa bile, alçakgönüllü davranır. Herkesin fikrine önem verir, herkesin selamına en güzeliyle cevap verir, herkese karşı sevgi ve saygı dolu olur. Kısacası Kuran ahlakının getirdiği tevazu, çok uyumlu, her fikre açık, hiçbir konuda kibir yapmayan, her zaman karşısındaki insanları onore eden, onlara ihtimam gösteren ve değer veren bir insan modeli oluşturur. Bu nedenle tevazulu insanlar çok sevilen insanlardır.
Allah müminlerin bu güzel özelliğini Kuran'da şöyle bildirir:
O Rahman (olan Allah)ın kulları, yeryüzü üzerinde alçakgönüllü olarak yürürler ve cahiller kendileriyle muhatap oldukları zaman Selam derler. (Furkan Suresi, 63)
Allah bir başka ayetinde de, alçakgönüllü olan kullarını sonsuz cennet hayatıyla müjdeler:
... İşte sizin İlahınız bir tek İlahtır, artık yalnızca O'na teslim olun. Sen alçakgönüllü olanlara müjde ver. (Hac Suresi, 34)
Allah Al-i İmran Suresi'nde, insanların, tevazulu ve yumuşak huylu olması nedeniyle Peygamberimiz (sav)'in çevresinde toplandıklarını belirtmektedir:
Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et. Eğer azmedersen artık Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever. (Al-i İmran Suresi, 159)
Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak. (Beled Suresi, 17) |
Allah'tan korkup sakınmayan bazı insanlar çok kolay yalan söyleyebilirler. Bir insanın yalan söylediğinin anlaşılması ise, eğer o kişi bunu dürüstçe itiraf edip tavrını düzeltmemişse, ona karşı sevgi duyulmasını engeller. Çünkü yalan söyleyen bir insan, hangi sözünün doğru hangi sözünün yanlış olduğunun bilinememesinden dolayı güvenilmezdir. İnsan güven duymadığı birine karşı sevgi de duyamaz.
Müminler ise, büyük bir kayba uğrayacak ya da maddi-manevi zararla karşılaşacak olsalar dahi hiçbir zaman için yalana tenezzül etmezler. Onlar, her zaman her konuda dürüst ve güvenilir bir ahlak gösteren insanlardır. Hiçbir zaman doğruları gizlemez, menfaatlerini kollama adına doğruları çarpıtmaz, yerine getiremeyecekleri sözler vermezler. Ayrıca İslam ahlakını yaşayan bir insan için yalanın büyüğü küçüğü de olmaz. Bu nedenle müminler, hiçbir zaman için karşı tarafa iyi görünmek, itibarını korumak, gösteriş yapmak, maddi kazanç sağlamak ya da herhangi bir şekilde zarar vermek gibi amaçlar için de asla yalan söylemeye yanaşmazlar.
Bu güzel ahlak özelliği, ruhu sevgiye yönelten vesilelerden biridir. Çünkü insanın ruhunda dürüst ve doğru gördüğü insanlara karşı hemen bir sevgi oluşur. Peygamber Efendimiz (sav) sohbetlerinde müminlerin birbirlerine olan sevgisinin önemini belirtmiş ve bu sevginin oluşması için güvenilirliğin yaygınlaşmasını buyurmuşlardır:
Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Nefsim yed-i kudretinde olan zâta yemin ederim ki, imân etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe imân etmiş olmazsınız! Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz şeyi haber vereyim mi? Aranızda selamı yaygınlaştırın!" 13
Kuran'ın "... Nefisler ise 'kıskançlığa ve bencil tutkulara' hazır (elverişli) kılınmıştır..." (Nisa Suresi, 128) ayeti, her insanın nefsinde birtakım olumsuz özellikler olabileceğini hatırlatmaktadır. İnsan, Allah'ın kendisi için takdir ettiği ömür süreci içerisinde, nefsini sahip olduğu bu olumsuz özelliklerden arındırmakla ve cennet ahlakındaki mükemmelliğe ulaşmak için çaba harcamakla sorumludur. Ancak buna rağmen insan, hayatının sonuna kadar, yaşadığı her an hata yapmaya da açık bir varlıktır.
Gerçek sevgi ve dostluğun yaşanabilmesi için, kişilerin insanın bu durumunu unutmamaları gerekmektedir. Bir kimse, sevdiği insana karşı çok sabırlı ve affedici olmalı, dostunun kusurlarına karşı sabır ve anlayış göstermeli, onun eksiklerini telafi etmeye çalışmalıdır. Çünkü sevmek ve sevilmek, sabırlı olmayı, özveride bulunmayı gerektiren özelliklerdir. Hatalar karşısında gösterilecek olan sabır, kişiler arasında sevgi ve hoşgörünün gelişmesini sağlar. Müminler, temelde birbirlerine güvendikleri, Müslüman oldukları ve birbirlerine saygı duydukları için, birbirlerinin hatalarını hoşgörü ve affedicilikle karşılarlar. Müslüman kardeşlerinin, sadece hatalarını telafi edebilmek, Kuran ahlakını en güzel şekilde yaşayabilmek için gösterdikleri samimi çaba bile, tek başına onlara karşı sevgi duymaları için yeterlidir. Bu nedenle, kardeşlerinin yanlış bir sözüyle ya da tavrıyla karşılaşsalar bile, ona karşı sabır gösterir, en güzel davranışla karşılık verirler.
Peygamber Efendimiz (sav) de, müminlere, kardeşlerinin kusurlarını örtmelerini, onlara destek olmalarını buyurur:
Kim bir Müslümanın ayıbını örterse, Allah da onun dünya ve ahirette ayıbını örter. Kim de musibete uğrayan bir kimsenin musibetini bertaraf ederse Allah da kıyametta onun musibetlerinden birini defeder. Kim de kardeşinin hacetini görürse Allah da onun hacetini görür. 14
Allah'ı seven ve daima Allah'tan razı olan bir insanın sabrı, cahiliye toplumlarındaki kimi insanların sabır anlayışlarından çok farklıdır. Bu gibi insanlar, eğer karşılarındaki kişiden bir çıkar umuyorlarsa veya toplumun tepkisinden çekiniyorlarsa, bazı durumlara "tahammül" edebilirler. "Tahammül eden" kişi kendini surat asmaya, söylenmeye, aksilik çıkarmaya hak sahibi olarak görür. "Bu kadar zorluğa katlanıyorum, bunun karşılığında istediğimi yapmak hakkım" gibi bir düşünceye kapılırlar. Örneğin hasta bir arkadaşına bakmak zorunda kalan bir insan, eğer Kuran ahlakını yaşamıyorsa, bir yerden sonra mutlaka bu durumdan sıkılmaya, öfkelenmeye ve şikayet etmeye başlar. Geceleri uykusuz kaldığını, yorgun düştüğünü, işinin çok zor olduğunu ya da kimsenin kendisi gibi böyle bir zorluğa katlanamayacağını söyler. Bu durumdan duyduğu sıkıntı ve içinde yaşadığı öfke açıkça hissedilir. Hasta olan arkadaşını minnet altında bırakacak konuşmalar yaparak, ona kendisine borçlu olduğunu hatırlatır.
Sabırlı bir insan ise, sevdiği kişinin her türlü isteğine, ihtiyacına şevkle karşılık verir ve ona elinden geldiğince yardımcı olur. Yaptıklarından dolayı karşısındaki kişiyi asla minnet altında bırakmaz. Sabır, Allah'ın Kuran'da müminlere tavsiye ettiği güzel bir ahlak özelliğidir:
Ey iman edenler, sabredin ve sabırda yarışın, (sınırlarda) nöbetleşin. Allah'tan korkun. Umulur ki kurtulursunuz. (Al-i İmran Suresi, 200)
Bir insana karşı sevgi duyulmasına neden olan ahlak özelliklerinden biri de "sadakat"tir. Allah Kuran'da müminleri sadakatlerinden dolayı mükafatlandıracağını bildirir. Bu nedenle Rabbimiz'in beğendiği bu ahlak özelliğini müminler hiç koşulsuz olarak uygularlar. Müminlerin bu özelliğini Allah bir ayetinde şöyle açıklamaktadır:
Çünkü Allah, (sözüne bağlı kalıp doğru olan) sadıkları sadakatlerinden dolayı mükafatlandıracak, münafıkları da dilerse azablandıracak veya tevbe (nasib edip tevbe)lerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. (Ahzab Suresi, 24)
Müminler en zor koşullarda dahi Allah'a ve iman edenlere olan sadakatlerinden asla taviz vermezler. Allah Kuran'da Hz. Musa (as) 'a tabi olan gençleri örnek vererek müminlerin bu özelliğine dikkat çekmiştir:
Sonunda Musa'ya kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusuyla- iman eden olmadı. Çünkü Firavun, gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı. Musa dedi ki: Ey kavmim, eğer siz Allah'a iman edip Müslüman olmuşsanız artık yalnızca O'na tevekkül edin. (Yunus Suresi, 83-84)
İman edenler ve elçiler, tarih boyunca öldürülme, zenginlik ve itibarın elden alınması, iftiraya uğrama gibi tehditler altında yaşamışlardır. Hayatları boyunca birbirlerinden ayrılmayan Müslümanlar, Allah'a olan sevgileri, korkuları ve bağlılıkları nedeniyle, tüm bu tehlikeleri göze almış ve bunlardan yılmamışlardır. Allah'a olan bu kayıtsız-şartsız sadakatleri, müminlerin birbirlerine karşı coşkulu bir sevgi duymaları için yeterli bir sebeptir. Allah Kuran'da müminlerin bu özelliklerini şöyle haber vermektedir:
Mümin olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Resulüne iman ettiler, sonra hiçbir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd ettiler (çaba harcadılar). İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir. (Hucurat Suresi, 15)
İşte Allah, iman edip salih amellerde bulunan kullarına böyle müjde vermektedir. |
Merhamet sevginin bir parçasıdır. Bu nedenle gerçek sevginin yaşanabilmesi için merhametin de tam olarak anlaşılması gerekmektedir. Peygamberimiz (sav)'in merhameti, bu konuda tüm Müslümanlar için çok güzel bir örnek oluşturmaktadır. Allah Kuran'da Hz. Muhammed (sav)'in bu üstün ahlakından şöyle bahsetmektedir:
Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O'nun gücüne giden, size pek düşkün, müminlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir. (Tevbe Suresi, 128)
Merhametli bir insan çevresindeki kişilerin sıkıntı içinde yaşamasını istemez; kendi hayatı, sağlığı, rahatı ne kadar önemliyse çevresindeki insanlarınki de en az o kadar önemli ve hatta kendi hayatından daha önde olur. Bu nedenle merhametli bir insanın en önemli özelliklerinden biri, çevresindeki kişilerin sorunlarına karşı duyarsız kalmaması ve onların sorunlarının çözümü için gayret göstermesidir.
Peygamber Efendimiz (sav), müminlere, tüm insanlara karşı merhametli olmalarını şöyle buyurmuştur:
"Merhametli olmadıkça imân etmiş olmayacaksınız." "Ey Allah'ın Resulü dediler, hepimiz merhametliyiz." "Hayır dedi, bundan maksad ehlinize olan merhametiniz değil, bilakis halka, umuma olan merhametinizdir."15
İnsanın asıl hayatı, ölümü ile birlikte başlayan ahiret hayatıdır. Dünya her insanın geçici olarak ve sadece denenmek için bulunduğu bir yerdir. Bu gerçeğin şuurunda olan müminler, birbirlerine olan sevgilerini, asıl olarak birbirlerini ahiretteki sonsuz hayatlarına hazırlayarak gösterirler. Kendileri Allah'ın rızasına, rahmetine ve cennetine ne kadar çok kavuşmak istiyorlarsa, çok sevdikleri mümin kardeşlerinin de aynı nimetlere ve güzelliklere kavuşmalarını isterler. Aksinde, insanın sonsuza dek, bir daha kurtuluş imkanı olmaksızın cehennem azabıyla karşılık göreceğini bilmeleri, iman edenlerin bu konuda büyük bir şevk ve kararlılık içerisinde hareket etmelerini sağlar. Birbirlerinde gördükleri hatalı ya da kusurlu yönleri hiç vakit geçirmeksizin hemen telafi etmeye ve birbirlerini Allah'ın en fazlasıyla razı olacağı ahlaka ulaştırmaya çalışırlar. Birbirlerini daima iyi ve güzel olana davet eder, kötülüklerden sakındırmaya gayret ederler. Onların bu konudaki şevk ve azimleri, birbirlerine olan gerçek sevgilerinin de en açık göstergelerinden biridir. Allah Kuran'da, iman edenlerin birbirlerinin ahiretlerine yönelik bu güçlü sevgi anlayışlarını şöyle haber vermektedir:
Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 71)
Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen(bir hanif) olarak dine, |
İnsanların birçoğu için hayatlarının en önemli konusu, kendi nefislerinin rahatıdır. Ancak gerçek sevgide insan kendi nefsini unutur ve sevdiği insanın rahatı ve huzuru ön plana geçer. Onu rahat ettirmek için elinden gelen her türlü gayreti gösterir. Her zaman, sevdiği kişinin isteklerini, kendi isteklerine tercih eder. Örneğin birlikte yaptıkları bir iş nedeniyle kendisinin övülmesindense sevdiği insanın övülmesi onun için daha önemli olur. Kendi haklı çıkmaktansa sevdiği kişinin haklılığından daha çok zevk alır. Eğer emek gerektiren bir işin yapılması gerekiyorsa, sevdiği kişinin yorulması yerine kendisi yorulmayı tercih eder. Asla karşı tarafı utandıracak, küçük düşürecek, kıracak bir tavır içine girmez. Bunun sebebi ise Allah'ın rızasını, sevgisini ve cennetini kazanma isteğidir. Bir insan ancak Allah'ın rızasını kazanmak için karşısındaki kişiyi bu kadar fedakarane ve samimi bir anlayışla sevebilir.
13- Müslim, İmân 93, (54); Ebû Dâvud, Edeb 142, (5193); Tirmizî, İsti'zân 1, (2589)
14- Hz. Müslime İbni Muhalled r.a, Ramuz El-Ehadis, s. 423.8
15- Kütüb-i sitte, cilt 10, s.134