Dünya hayatındaki tek amaçları Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak olan ve Allah'a gönülden teslim olan müminler tüm hayatlarını Allah için yaşarlar. Kuran'ın "De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır." (Enam Suresi, 162) ayetiyle bildirildiği gibi, yaptıkları her işte, gösterdikleri her tavırda Allah'ın rızasını kazanmayı hedeflerler. Sahip oldukları herşeyi Allah'ın rızasını ve hoşnutluğunu kazanmaya adayan müminlerin sevgileri de yine ancak Allah içindir. Allah'ı tüm sıfatlarıyla tanıyan, O'nun gücüne ve büyüklüğüne her an şahit olan, Rabbimiz'in rahmetini, sevgisini ve şefkatini tüm yaşamı boyunca her an hisseden bir müminin Allah sevgisi, hiçbir sevgiyle kıyaslanmayacak kadar güçlüdür. Allah Bakara Suresi'nde müminlerin Kendisi'ne olan güçlü sevgileri ile, müşriklerin çarpık sevgi anlayışları arasındaki farkı şöyle bildirmektedir:
İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını 'eş ve ortak' tutanlar vardır ki, onlar (bunları), Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür... (Bakara Suresi, 165)
Ayette bildirildiği gibi, insanların bir kısmı Allah'a ortak koşmakta ve diğer varlıkları Allah'ı severcesine sevmektedirler (Allah'ı tenzih ederiz). Müminler ise, hiçbir insanın, maddenin ya da canlının gerçekte kendine ait bir gücü ya da güzelliği olmadığını bilirler. Bunların hepsini, sahip oldukları tüm özelliklerle birlikte yoktan yaratan ancak Allah'tır. Hiçbir canlı kendi güzelliğini tasarlayıp meydana getiremez. Bir insanın yüzündeki güzelliği ya da bir hayvanın sahip olduğu sevimliliği belli bir ömürle yaratan ve ecelleri geldiğinde hepsini yok edecek olan Allah'tır; her güzellik yalnızca Allah'ın hakimiyetindedir. İşte bu nedenle mümin, karşılaştığı tüm güzellikleri, insanları, hayvanları, doğayı Allah'ın yarattığını bilerek sever. Dolayısıyla asıl sevgisi, tüm bu güzellikleri ona veren ve herşeyin sahibi olan Allah'a yöneliktir.
Peygamber Efendimiz (sav) de müminlere, birbirlerine duydukları sevginin Allah rızası için olması gerektiğini hatırlatmıştır:
Hz. Ebû Zerr (radıyallâhu anh) anlatıyor: Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir. 10
İman bağlarının en sağlamı Allah için dostluk, Allah için düşmanlık, Allah için sevgi, Allah için nefrettir.11
...O'na mülkünde ortak yoktur, her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. (Furkan Suresi, 2) |
Allah'a ortak koşan biri ise, bir insanın güzelliğini överken, bu güzelliğin o kişiye ait olduğunu sanır. Bu, bir resim sergisini gezen ve beğendiği bir tablonun güzelliğinin o tabloya ait olduğunu sanarak, o tabloyu öven insanın durumuna benzer. Oysa, asıl övülmesi gereken tabloyu yapan ressamdır. Dolayısıyla, bir insan beğendiği bir güzellikle karşılaştığında, hoşuna giden bir ses duyduğunda, bir yiyecekten zevk aldığında, hemen bu güzellikleri yaratan Rabbimiz'i düşünmeli; sevgisini, hoşnutluğunu ve şükrünü O'na yöneltmelidir. Allah'a şirk koşmadan iman edenler, sahip oldukları herşeyi Allah'a borçlu olduklarını bildikleri için Allah'a çok güçlü bir sevgiyle bağlıdırlar.
Allah, Kuran'da Hz. İbrahim'in müşrik olan kavmine şöyle seslendiğini bildirir:
(İbrahim) Dedi ki: Siz gerçekten, Allah'ı bırakıp dünya hayatında aranızda bir sevgi-bağı olarak putları (ilahlar) edindiniz. Sonra kıyamet günü, kiminiz kiminizi inkar edip-tanımayacak ve kiminiz kiminize lanet edeceksiniz. Sizin barınma yeriniz ateştir ve hiçbir yardımcınız yoktur. (Ankebut Suresi, 25)
Ayette bildirildiği gibi, Allah'a ortak koşanların dünya hayatında birbirlerine duydukları bağlılık, ahirette büyük bir nefrete dönüşür. Bunun sebebi, Allah'ı unutarak birbirlerini hayatlarının en büyük amacı haline getirmeleridir. Allah bunun karşılığında, bu insanların şirk içindeki sevgi ve bağlılıklarını, ahirette sonsuza kadar sürecek bir kin ve nefrete çevirmektedir.
Kuran'da, dünya hayatına ait metaları ya da insanların sevgisini kazanmayı, Allah'ın hoşnutluğundan daha öncelikli gören insanlar şöyle uyarılmaktadır:
De ki: Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kar getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resûlü'nden ve O'nun yolunda çaba harcamaktan daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez. (Tevbe Suresi, 24)
Binasının temelini, Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa binasının temelini göçecek bir yarın kenarına kurup onunla birlikte kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi? |
İman edenler, dünya hayatının tüm bu süslerinin Allah'a ait olduğunu bilir ve bunları ancak Allah'ın tecellileri olarak severler. Örneğin, müminlerde Allah'ın beğendiği güzel ahlak tecelli ettiği için en fazla sevgi, yakınlık ve dostluğu müminlere karşı duyarlar. Bu sevgi, soy, ırk gibi yakınlıklara ya da herhangi bir çıkara dayalı değildir. Paranın, makamın, kültürün ya da maddi değerlerin de hiçbir önemi yoktur. Allah, müminler arasındaki bu sevgiyi Kuran'da şöyle bildirmektedir:
Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret eden (mümin)leri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Haşr Suresi, 9)
Giuseppe Castiglionne'nin Louvre Müzesi'nde sergilenen "Le Salon Carre" isimli tablosu, 1865. |
Ayette bildirildiği gibi, müminler, iman eden herkesi öz kardeşleri gibi kabul ederler. Bir başka müminin iyiliğini, rahatını sağlamak için hiçbir fedakarlıktan kaçınmazlar. Müminlerin bu sevgi anlayışı ise ancak imanın ve Kuran ahlakının yaşanması ile kazanılabilmektedir.
Peygamber Efendimiz (sav) sevginin önemini ve gerçek sevgiyi yaşayan müminlerin üstünlüklerini bir hadisinde şöyle belirtmiştir:
Hz. Ömer (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah'ın kulları arasında bir grup var ki, onlar ne peygamberlerdir ne de şehidlerdir. Üstelik kıyamet günü Allah indindeki makamlarının yüceliği sebebiyle peygamberler de, şehidler de onlara gıpta ederler. "Orada bulunanlar sordu: "Ey Allah'ın Resulü! Onlar kim, bize haber ver!" "Onlar aralarında ne kan bağı ne de birbirlerine bağışladıkları bir mal olmadığı halde, Allah'ın adına birbirlerini sevenlerdir. Allah'a yemin ederim, onların yüzleri mutlaka nurdur. Onlar bir nur üzeredirler. Halk korkarken, onlar korkmazlar. İnsanlar üzülürken, onlar üzülmezler. 12
Sevgi gibi büyük bir nimeti müminlere bahşeden ise Rabbimiz olan Allah'tır. Allah Hz. Yahya (as)'a Kendi Katından bir sevgi duyarlılığı verdiğini şöyle bildirmektedir:
(Çocuğun doğup büyümesinden sonra ona dedik ki:) Ey Yahya, Kitabı kuvvetle tut. Daha çocuk iken ona hikmet verdik. Katımız'dan ona bir sevgi duyarlılığı ve temizlik (de verdik). O, çok takva sahibi biriydi. (Meryem Suresi, 12-13)
Kim ihsanda bulunan (biri) olarak yüzünü (kendini) Allah'a teslim ederse, artık gerçekten o kopmayan bir kulpa yapışmıştır. Bütün işlerin sonu Allah'a varır. |
Bir başka ayette ise Allah, iman edip salih amellerde bulunanlara Kendi Katından bir sevgi bahşedeceğini haber vermiştir:
İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır. (Meryem Suresi, 96)
Burada çok önemli bir konunun daha üzerinde durmak gerekir. Allah'ın rızasına göre seven bir insan, en güzel ahlaklı, Allah'a en bağlı, en takva olan kimseyi herkesten çok sever. Bu nedenle Peygamberimiz (sav) bütün müminler için en sevgili, en yakın dosttur.
ADNAN OKTAR: “Allah’ın benim için takdir ettiği mükemmel kaderi yaşadığımı daha çok düşünüyorum. Böylece içim her zaman rahat oluyor.” Doğru. “Hocam hiç beklemediğimiz olağanüstü bir olay olsa ve bunun sonuçları bize zahiren zarar veriyor gibi gözükse, burada da yine kadere teslim tavrımızı nasıl koruyabiliriz?” Zaten bunun güzelliği, tadı oradadır. Bir yönüyle yani. Hepsi boydan boya güzeldir ama burada daha bir güzelleşmiş demektir. Mesela Resulullah (sav)’in zamanında, ayet var Kuran’da, iki taraftan sıkıştırıyorlar. Mesela bir bu taraftan bir o taraftan. Düşmanın arasında kalıyorlar. Bir kısmı diyorlar ki –haşa- Allah hakkında zanlarda bulunuyor, birincisi bir kere Allah -haşa- var mı yok mu diye, sıkıştığında. İşte imtihan budur. Görüyor musunuz Cenab-ı Allah’ın imtihanını. Daha önce iman ediyor. Ama sıkıştığında Allah hakkında zanlarda bulunuyor. Kimi de diyor Allah’ın Resulü hakkında zanlarda bulunuyor diyor. Yani, bizi aldattı mı acaba –haşa-, bize yalan mı söyledi acaba gibi zanlarda bulunuyorlar. Bir kısım müminler de ne diyorlar –şeytandan Allah’a sığınırım- Allah’ın ve Resulu’nun bize vaadettiğidir bu diyorlar ve imanları artıyor. İşte makbul olan budur.
İşte elmasla kömür orada ayrılıyor. Demek ki insan ateşle imtihan olur. Altını da alırsın, ham altını, ateşin içine koyuyorsun, gümüş de öyledir. O ecarif (kötü, pis) kısmı ateşte üst tarafa çıkar, o köpük ve berbat olan kısım. Onu bir atarsın. Tertemiz altın kalır altında. İşte Allah insanları böyle, ateşle imtihan eder, zorla imtihan eder. Kaliteli, aklı başında, yiğit, dürüst, samimi insanlar asla etkilenmezler, sürekli Allah’a sadakatlerini devam ettirirler.
Allah’a sürekli hüsnü zan edilir. Allah’a bir kere inanılır. Bir kere dost olunur. Bir kere aşkla, delicesine sevilir ve bir daha sonsuza kadar bırakılmaz. Her ne olursa, olsun. Kolun kopar, ayağın kopar, öbür ayağın kopar, gözünü çıkarırlar, burnunu koparırlar hala aşkla “Allah” dersin. İman budur. Allah sevgisi budur. Bunun dışındakiler iman olmaz. İnşaAllah. Seviyorsa tam bağlıdır. Mesela bunu insan hayatında da görüyoruz. Mesela diyorlar ki ölüyorum, bayılıyorum diyor evleniyorlar. İşte aşk bu diyorlar, bayıldım... Adam diyor ki ben iflas ettim diyor. Aman, olay tamamen tersine dönüyor. Bir anda aşkı köşke dönüşüyor. Haydi bana müsaade diyor. Bir başkasının gösterdiği mesela köşk, möşk varsa o tarafa doğru gidiyor. Bakın işte bu bir vicdansızlıktır.
İnsan sevdiğini, ölümüne bırakmaz, ölümüne. Asla. Mesela benim sevdiğim birisi olacak da, ben onu bırakacağım?
Asla. En şiddetli zor olsa bile bırakılmaz, en şiddetli. Yeri göğü inletirsin Allah diye yine bırakmazsın. İnşaAllah. Aksi kalleşliktir, vefasızlıktır. Değil onu, mesela kadıncağız, kızcağızı makyajsız görüyor bitiyor adam için. Yani o kadar basit. Mesela grip, nezle oluyor onun bitap, bitkin halini görüyor o da bitiyor, yetiyor. Mesela doğum yapıyor, doğum onu çökertiyor, değişiyor doğumdan dolayı. Doğumdan sonra boşanmalar çok fazladır dikkat ederseniz. Yetiyor tabi, mesela bakın boşanmalara dikkat edin hep doğum sonrasıdır veya kaza sonrası. Mesela yüzüne birşey oluyor. Kardeşim nasıl vicdan bu, insan bırakır mı? O senin parçan. Allah sana onu emanet vermiş. Değil mi? Sonsuza kadar bırakılmaz. Zaten cennette en güzel şekliyle senin yanına gelecek. Zaten bir insan kaç yıl güzel kalabilir, bir kadın. Zaten yaşlanacak o. Yaşlılığın güzelliği gelecek yani o anlamda kadınsı vasfı gidecek, değil mi o insani güzelliği gelecek. Ve o haliyle onu seveceksin. Aksi zulümdür. O da Allah’ın bir kulu. Yani sana 24 saat böyle çivi gibi dümdüz nasıl dursun o çocuk. İnsan o yani. Affetmiyorlar öyle birşeyi. İşte bu vefasızlıktır.
Allah aşkıyla seven onu her halükarda sever. Çünkü derin bir sevgidir Allah aşkı. Yani bitmek tükenmek bilmeyen bir sevgi vardır. Her ne olursa olsun. Mesela eli yüzü yanar daha da şefkatle seversin. Kolu kopar daha şefkatle seversin. Dikkat edin mesela yaralanmalarda sakatlanmalarda falan mutlaka boşuyorlar. Bu nasıl vicdandır, insan nasıl kıyar buna?
Mesela bir yolda insan rastlasa, 20 yılını vermişsin, 10 yılını vermişsin, insanın içi parçalanır. Olacak iş mi? Tahayyül dahi edemiyorum yani. Çok korkunç birşey. İşte bu ancak Allah sevgisi, Allah korkusu ve derin imanla oluşabilecek birşeydir... Tutkuda aşkta böyle şey olmaz. Deli aşık bunları düşünmez. Şunun bunun hesabını yapmaz. Sadece Allah’ın tecellisi olarak aşkla sever ve asla da bırakmaz, asla. Ölümüne bırakılmaz. Anlatıyorlar mesela bakıyorum, keşke bilseler aşkı. Keşke tutkuyu bilse. Ama üslubundan anlıyorum bilmediğini. Yani yazının içeriğinden anlaşılıyor. Çünkü Allah’tan hiç bahsetmiyor. Allah’tan bahsetmeden nasıl aşkı yaşıyorsun sen, tutkuyu yaşıyorsun.
İşte mesela görüyor, adamın altında Jaguar araba var. Aşağı iniyor böyle Clark Gable gibi. Cebi dolar dolu falan. Diyor işte gönlünde fırtınalar koptuğunu, perişan olduğunu, bir anda işte şehir akımına kapılmış gibi çarpıldığını falan söylüyor. Sonra adam bir trafik kazası yapıyor, araba bir gidiyor, eli yüzü bir yaralanıyor adamın. Aşkı adamın, köşkü anında yerle bir, uçuyor. Yani çünkü sahte aşk o.
Allah aşkında, Allah tutkusunda bu daha da coşar. Mesela insanın eşinin sakatlandığını düşün yani kolu kopsa... İnsan kat kat, onu deli gibi sever. Çünkü acıma da devreye girmiş oluyor. Şefkat hakim olmuş oluyor. (Çay TV, 1 Ekim 2009)
…De ki: "Hiç şüphesiz Allah'ın yolu, asıl yoldur. İnkar edenler, Beni bırakıp kullarımı veliler edindiklerini mi sandılar? |
Onlar, Allah'ı bırakıp da (Allah'ın) kendisine bir delil indirmediği ve haklarında (hiç bir) bilgileri olmayan şeylere tapıyorlar. Zulmedenler için hiç bir yardımcı yoktur. |
Allah'a gönülden bağlanan ve Allah'ı çok seven bir insan, O'nun yarattığı tüm güzelliklere karşı kalbinde bir sevgi hisseder; bir çiçek, kelebek, kuş, kedi ya da güzel bir manzara böyle bir kişinin içinde büyük bir heyecan uyandırır. Aynı şekilde güzel huylu, güzel yüzlü bir insan da kalpte samimi bir hayranlık oluşturur. Çünkü insanın tüm bu gördükleri Allah'ın tecellileridir. Allah'a duyulan coşkulu sevgi, O'nun sonsuz güzelliğinin, sanatının, aklının ve gücünün tecelli ettiği herşeye karşı insan ruhunda doğal bir sevgi ve muhabbet meydana getirir. Bu nedenle Allah'a gönülden bağlanan insanlar, gerçek sevgiyi yaşayabilen yegane kişilerdir.
… Allah'a hiç bir şeyle şirk koşmamız bizim için olacak şey değil. Bu, bize ve insanlara Allah'ın lütuf ve ihsanındandır, ancak insanların çoğu şükretmezler."
(Yusuf Suresi, 38)
Kuran ahlakı ise gerçek sevginin temelini oluşturur. Bir insanı ahlakıyla, kişiliğiyle ve sahip olduğu tüm özellikleriyle derin bir sevgiyle sevmek, ancak kişinin Kuran'a uymasıyla mümkün olabilir. Çünkü Kuran'a uyan bir insan, Allah'ın beğendiği ahlakı yaşamakla, pek çok sevilecek güzel özellik kazanmış olur. Allah'ın "... Sürekli olan salih davranışlar, Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlı, varılacak sonuç bakımından da daha hayırlıdır." (Meryem Suresi, 76) hükmünü bilerek tüm bu güzel ahlak özelliklerinde bir ömür boyunca sabır ve kararlılık gösterir; vefa, sadakat, saygı, sevgi, alçakgönüllülük, fedakarlık, dürüstlük, hoşgörü, bağışlayıcılık, merhamet, yumuşak huyluluk, cesaret, kararlılık gibi özellikler ancak Allah korkusunun ve Kuran ahlakının yaşanmasıyla süreklilik kazanabilir. Bu süreklilik, müminin sevgide de bir ömür boyunca sabır ve kararlılık göstermesini sağlar. Sevginin temeli iman, Allah korkusu ve Kuran ahlakına dayandığı ve Allah rızası için sevdiği için müminin sevgisi çok güçlü ve derindir. İman edenlerle yaşadığı dostluğun, ahirette sonsuza dek süreceğini bilmesi de sevgiyi güçlü ve daimi kılan bir başka nedendir.
Kuran'a uyan bir insanın yaşadığı bu üstün ahlak onu hem Allah Katında hem de müminlerin gözünde çok değerli bir varlık haline getirir. Kuran'a uyan, takva sahibi bir mümin herşeyden önce Allah'ın sevgisini ve rızasını kazanacağını umar. Allah sevdiği kulunu, diğer müminlere de sevdirir, ona Kendi Katından bir nur, güzellik verir ve insanların kalplerinin ısınmasını sağlayacak özellikler kazandırır.
ADNAN OKTAR: MaşaAllah, genelde insanlar dinin açıklamalarını normal ahlaki açıklamalar olarak sade bir konu olarak zannediyorlar ve çok üstünde durmadıkları bazı yönleri oluyor. Halbuki dinin içinde birçok sır vardır. Mesela bunlardan bir tanesi de sabırdır. Sabır sayesinde insanlar tahmin edemeyecekleri derecede konforlu ve güzel yaşarlar. Gerçek sevginin önündeki engelleri sabır tamamen kaldırır. Eğer sabır olmasa insan çok hassas bir varlıktır, yani 15 dakika içerisinde dostluğu bitirir, yarım saat bile sürmez, bir konuşmasına aklı takılır, bir ilgisizliğine aklı takılabilir, herhangi bir konudaki cevap şekline aklı takılabilir. Onu bitirmek için o yeterli olur ki daha da vahim oluyor onlar için tabii teşhisler, yani akla hayale gelmedik teşhis koyabiliyorlar. Makul bir şeyi çok ters anlayabilir veyahut hakikaten ters bir tavır koyabilir karşıdaki şahıs ama bir kereliğine yapacaktır veya iki kere yapacaktır ama gerçekten sevgiye açık bir insandır, onu bir kalemde insan kaybedebilir. Bu sebeple de insanlar arasında sevgi bağını muntazam devam ettirme imkanı hemen hemen hiç yok gibidir, çok çok nadir insanda görülür yani dünyada büyük bölümü insanların bu dertle muzdariptir. Sorsanız işte -dün de söylemiştim- bir arkadaşım var der, iki arkadaşım var der o kadar. Gerçek sevginin oluşması için bir kere keskin dikkat gerekir çünkü insan çok akıllı olmazsa, çok keskin dikkate sahip olmazsa, insanı da iyi tanıyamazsa karşısındaki insanı, onunla farkında olmadan sürekli çatışır ve farkına varmadan ona itici olacak tavırları yapmaya başlar. Mesela cahillik insanda çok olumsuz etki yapar ama aklı başında bir insan cahillikten kaçınır ve kendini eğitir, bilgisini artırır. Ama insanlar cahilliği önemli görmüyorlar. Halbuki cahillik insana çok olumsuz etki yapar, mesela akılsızlık çok olumsuz etki yapar ama insan seviyorsa cahilliğini eğitilebileceğini bilir. Mühim olan sevmeye karar vermektir. Eğitirsen bir süre sonra onun cehaleti gidebilir, akılsızın da akılsızlığı gidebilir bir süre sonra çünkü zeki olduktan sonra Kuran’a uyan bir insan bir süre sonra çok akıllı olur. Onu sabırla eğitmek, Allah’ı sevdirecek şekilde onun yönlenmesini sağlamak lazım. Yani kendisini sevdirmeye çalışmak çok tehlikelidir; o sonunda mutlaka gider yani boş gelen boş gider, bu böyledir. Allah’ı sevdiren kendini sevdirmiş olur yani gerçek sevginin kaynağına insanları yöneltmek lazım, yani beni sev, beni sevle olmaz. Allah’ı sev olacak, Allah’ı sevdiğini de o Allah’ın tecellisi olarak karşısındaki insanı sevecektir. (Kayseri TV, 22 Kasım 2009)
Kuran ahlakından uzak bir yaşam süren insanlar, pek çok konuda olduğu gibi, sevgi konusunda da çarpık bir anlayışa sahiptirler. Bu kimseler her ne kadar kendi aralarında sevgiyi ve saygıyı yaşadıklarını düşünseler de, genelde bunlar yanlış temeller üzerine kurulmuş olan ilişkilerdir.
Aşağıda Kuran ahlakını yaşamayan insanların bazılarının sevgilerini dayandırdıkları değerler incelenmektedir.
Şirke dayalı sevginin örnekleri, kadın ile erkek arasındaki ilişkilerde sıklıkla görülür. Bazı kimseler Allah'a duymaları gereken sevgiyi ve bağlılığı, hiçbir şeye güç yetiremeyen aciz varlıklara yöneltirler. Kimi zaman, bir insanı hayatlarının asıl amacı haline getirir, her an her yerde onun ismini anar, onu yüceltir ve onun sevgisini kazanmaya çalışırlar. Sabah kalktıkları andan itibaren, gün boyunca sürekli olarak o kişiyi düşünürler. Ya da o kimseyi düşünüp, sabaha kadar uykusuz kalabilirler. Allah'ın rızasını kazanmak yerine, sadece onu hoşnut etmeyi hedefler, hatta kimi zaman, o kişiyi razı etmek için Allah'ın rızasına uygun olmayan işler yapabilirler. Onun için her türlü fedakarlığı göze alır, ama Allah'ın rızasını kazanmak için çaba harcamazlar. Bu kişiler adeta birbirlerini "ilah" edinmişlerdir. Nitekim sevgiyi anlatan bazı şiirlerde, yazılarda ya da romantizm üzerine yapılan konuşmalarda "tapmak-tapınmak" fiili çok sık kullanılmaktadır. İşte bu tür yanlış bir sevgi anlayışınının temeli Allah'a şirk koşmak üzerinedir. Allah bir ayetinde, cahiliye inancına sahip olan insanların yaşadığı bu şirk sevgisine dikkat çekmiş, Allah'a duyulan gerçek sevginin bunun çok üstünde bir güce sahip olduğunu ve çok daha kuvvetli bir bağlılık ile yaşanacağını bildirmiştir:
Siz dünyanın geçici yararını istiyorsunuz. Oysa Allah (size) ahireti istemektedir. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.(Enfal Suresi,67) | … Sen onları birlik sanırsın, oysa kalpleri paramparçadır. Bu, şüphesiz onların akletmeyen bir kavim olmaları dolayısıyla böyledir. (Haşr Suresi, 14) |
... atalarınızı andığınız gibi, hatta ondan da kuvvetli bir anma ile Allah'ı anın... (Bakara Suresi, 200)
Allah sevgisi, tüm sevgilerin üzerindedir. Allah sevgisine tercih edilen, kalpten Allah sevgisini çıkarıp da onun yerine konulan bir sevgi, insanın Allah'a şirk koşmasına neden olur ve bu da, insanı cehenneme sürükleyebilir. Ancak insanların bir kısmı böyle bir tehlikenin farkında değillerdir.
Bir insanın başka insanları sevmesi, onlara düşkün olması, ailesini, yakınlarını sevgi ile koruması elbette çok güzel bir ahlaktır. Daha önce de belirtildiği gibi, sevgi duyabilmek, sevgi ve yakınlığı yaşayabilmek Allah'ın insanlara verdiği çok güzel bir nimettir. Ancak bu sevgi, sadece Allah'ın rızası için yaşandığında insana dünyada ve ahirette mutluluk getirir. Allah'tan üstün tutulan sevgiler, insana dünyada da ahirette de acı ve azap getirir. Allah dünyada birbirlerini şirk koşan insanların ahirette cehennem azabından kurtulabilmek için birbirlerini fidye olarak vermek istediklerini şöyle bildirir:
Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister; Kendi eşini ve kardeşini ve onu barındıran aşiretini de; Yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa. (Mearic Suresi, 11-14)
ADNAN OKTAR: Tabi en doğrusunu Allah bilir ama mesela dünyada eğer insanın ruhu böyle çamurlaşmışsa ve pişmişse yani nasırlaşmışsa hiçbir şeyden zevk almaz hale gelir. Mesela, bir güzellik, bir çiçeğin güzelliği, bir meyvenin güzelliği, bir kadının güzelliği onun için teknik güzelliğe dönüşür artık, yani tutkunun derinliği ruhtaki şiddetli haz ortadan kalkar. Bu da çok çok büyük bir beladır, samimi sevgiyle, sevginin arasında çok büyük bir fark vardır. Filmlerde görüyoruz böyle sevgi taklitleri yapıyorlar. İşte falanca falancaya aşık oldu diyor ama ertesi gün sille tokat kavgayla ayrılıyorlar. Bunların hepsi sevgi taklidi, bunların hiçbirisi sevgi değil, bunlar hep çıkara dayalı, oyuna dayalı, taklide dayalı, romantizm taklitli oyunlar, gerçek sevgide derinlik, tutku, Allah aşkı vardır. Ve Allah'ın tecellisi olarak onu gördüğü için, ruhunda tarifi mümkün olmayan çok şiddetli bir haz duyar. Ve kişinin gücüyle orantılı olarak, iman ve akıl gücüyle orantılı olarak, bu bazen dayanılmaz dereceye gelebilir yani çok çok şiddetli ruhunu, çok şiddetli sarsan bir zevke dönüşebilir. Biz buna tutku diyoruz. Bunu insanların yaşaması çok çok büyük bir nimettir. Bu ancak, Allah korkusu, Allah sevgisi ile ve samimiyet ve derinlikle elde edilir Bu olmadığında işte dünyada o sevgisini, tutkusunu, güzelliğini kaybedenlerden Kuran bu şekilde bahsediyor. (Ekin TV; 26 Ocak 2009)
Birçok insan kabul etmek istemese de, bazı ilişkilerde, insanların bilinçaltlarında bir çıkar beklentisi olur. Kimi insanlar, kendilerine bazı çıkarlar sağlayabileceklerini umdukları bir insanla karşılaştıklarında hissettikleri heyecanı, "sevgi" olarak algılarlar. Halbuki kalplerinde hissettikleri heyecan, bu insanın kendisine değil, onun sahip olduklarına karşı duydukları "tutkulu bir hevestir". Nitekim birçok insanın karşısındaki kişiye olan sevgisi, bu insanın sahip olduğu mülke ve servetin derecesine bağlı olarak değişir. Zenginlik insan nefsinde heyecan meydana getirdiği için, en fazla heyecan en zengin olan kişiye karşı duyulur. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu his sevgi değildir; sadece dünya malına karşı duyulan bir tutkudur. Zengin olan bir kişinin ahlaki özellikleri bu bakış açısına sahip olan insanlar için önem taşımaz. Dolayısıyla sinirli, kaba, bencil, akılsız, merhametsiz, çıkarcı, samimiyetsiz, düşüncesiz olsa bile, sadece zengin ya da şöhretli olması bu kişiye ilgi gösterilmesi için yeterli olur.
Bazı kimseler ise, kendilerini eğlendiren insanlarla birlikte olmak isterler ve "benimle arkadaş olacak kişinin beni güldürebilmesi gerekir" gibi açıklamalar yaparak bunu itiraf ederler. Dolayısıyla bu yakınlık da sevgiye dayalı değildir; sadece bir menfaat beklentisinden ibarettir. İnsanın, nefsi gülmek istediği için kendisini güldürecek biriyle birlikte olmaktan zevk alması, onu sevdiği anlamına gelmez. Fakat birçok kişi çıkar elde etmekten duyduğu bu rahatlamayı sevgiyle karıştırır ve bu insanı çok sevdiğini iddia eder.
Bazı kişiler de, güzel insanlarla beraber görünmenin kendilerine itibar kazandıracağına inanırlar. Bu nedenle arkadaş olmak için güzel insanları seçerler; ölçüleri karşılarındaki kişinin boyu, gözünün ve saçının rengi, burun yapısı gibi fiziksel özellikleri olur. Güzellik olduktan sonra, o insan için, bu kişinin aklının, vicdanının veya insani özelliklerinin hiçbir önemi yoktur. Ancak bu konuları önemsememesini, karşısındaki kişiye duyduğu sözde sevgiye bağlar. Halbuki bu sevgi, bu insanlar için, "bu kişinin güzelliğinin bana kazandırdığı itibarı seviyorum" anlamı taşımaktadır. Güzellik gittiğinde geriye kalan ruh ise, bu kişi açısından hiçbir önem taşımaz. Karşısındaki kişi güzel olduğu için, onun merhametsizliğini, ince düşünceli olmamasını ya da insanlara karşı alaycı olmasını görmezlikten gelir.
Bazı insanların en önemli gördükleri çıkarlardan biri ise, kendi ifadeleriyle "hayat garantisi" elde etmektir. Birçok insanın, geleceğini garanti altına alamamak, yalnız yaşamak zorunda kalmak, ekonomik açıdan muhtaç duruma düşmek, hastalandığında kendisine bakacak birini bulamamak gibi endişeleri vardır. Kimileri, bu endişelerini yenmenin en bilinen ve en sağlam yolu olarak evliliği görürler. Bu nedenle, bu özelliklere sahip olduğunu düşündükleri kişiye bağlanır ve onu hiç kaybetmek istemezler. Bu "gelecek korkusu" üzerine kurulu birlikteliği ise, çoğu zaman gerçek sevgi zannederler.
Hayatları boyunca, bu kişinin hoşlanmadıkları birçok yönüne, sadece bu endişeleri yüzünden tahammül etmek durumunda kalırlar. Komşuları ya da arkadaşları ile dertleşir, içerisinde bulundukları durumdan yakınırlar ama, sorulduğunda sadece menfaat beklentisiyle bağlandıkları eşlerini çok sevdiklerini söylerler. Oysa, Kuran ahlakına uygun olarak yaşanan gerçek sevgide hiçbir şekilde bir karşılık beklentisi olmaz. İnsan, karşısındakini hiçbir çıkar beklemeden, o kişide Allah'ın tecellilerini gördüğü için, büyük bir fedakarlık ve coşku ile sever. Onun gıyabında hiçbir zaman için olumsuz konuşmalar yapmaz. Samimi sevgisinden dolayı, ancak onu öven, koruyan konuşmalar yapar. Ona karşı hiçbir zaman için zoraki bir tahammül içinde olmaz, acizlikleri ya da eksiklikleriyle karşılaşsa bile, ona karşı şefkat ve merhamet duyar; eksiklerini sessizce, hissettirmeden kapatmaya çalışır; her an onu rahat ettirmek ister, her istediğini zevkle ve şevkle yerine getirir. Samimi sevgisini, dostluğunu ve yakınlığını en güzel şekilde ifade eder.
Kuran'a dayalı olmayan sevgiler, kısa sürede biter. Söz gelimi, taraflardan biri karşısındakinden umduğu çıkarları elde edemeyeceğini gördüğünde, öncesinde duyduğu heyecan hemen bıkkınlığa dönüşür. Aynı şekilde bir acizliğini gördüğünde ya da bir hastalığına şahit olduğunda, o kişi onun için artık katlanılması gereken bir insan oluverir. Özellikle de, bu kişinin görünümünde bir bozulma olursa; örneğin bir kaza sonucunda yüzünde izler kalırsa, bu, o insan için sevginin sonu demektir. Çoğu insan çevresindeki insanlarda veya basında çıkan haberlerde rastlamış olabilir; çok iyi yürüyen bir evlilik gibi gösterilen ilişkilerin bitme sebepleri genellikle hastalık, acizlik veya iflastır. Eşi çok güzel veya zengin dahi olsa, onun hastalık sırasındaki acizliklerini gördüğü için aralarındaki sevginin bittiğini söyleyen ve bu nedenle birbirlerinden ayrılan pek çok çift vardır. Aynı şekilde zengin ve varlıklı günlerindeyken çok iyi anlaştıklarını düşünen bazı insanlar, mal varlıklarını yitirmeleriyle birlikte kendilerine gösterilen sevgi ve yakınlığın da bir anda sona erdiğini görürler.
Halbuki gerçek sevgi gün geçtikçe artar, asla azalmaz. Karşısındaki kişiye ahlakı için değer veren bir insan, bu ahlakın inceliklerini gördükçe ona olan sevgisi giderek artar. Bu insanın bir kaza sonucu sakat kalması, bütün servetini yitirmesi, bedenini yaraların kaplaması veya buna benzer bir zorluğun içine girmesi sevgiyi hiçbir şekilde etkilemez. Hatta bu zorluklar, karşı tarafın tevazusunu, olgunluğunu artırabileceği ve o kişiyi daha güzel ahlaklı bir insan yapacağı için, sevgisi daha da güçlenebilir. Bu tür olayların sevgiyi etkilememe sebebi, gerçek sevginin, kişinin yaşadığı Kuran ahlakına dayalı olmasıdır. Bir insanın Allah'tan içi titreyerek korkup sakınması, her an O'nun rızasını araması ve Kuran ahlakını en güzel şekilde yaşaması, sevgiyi oluşturan asıl sebeplerdir. Bu nedenle Kuran ahlakını yaşayan insanlar arasındaki sevgi, bu tür olaylardan hiçbir şekilde olumsuz olarak etkilenmez, hatta daha da güçlenerek artar.
ADNAN OKTAR: Onun için insanlarda şu an bir sevgi boşluğu var dünyada. Bütün dünyada. Ben yabancı kanalları seyrediyorum bütün bu mankenler, artistler şunlar bunlar. Hepsini ben yakından takip ederim, hayatlarına bakarım az veya çok. Hiçbirinin ama hiçbirinin gerçek sevgiyi yaşamadığını görüyorum. Mesela o kadınların gözündeki boşluk, o anlamsızlık. Mesela diyor ki çok mutlular karşı karşıya gelmişler, kadın cam gibi bakıyor. Öyle olur mu o zaman, öyle olsa? Ve en basit şeylerden kavga ediyorlar. En basit şeylerden ayrılmaya çalışıyorlar. Fakat en vahimi, evlenmeden önce yapılan anlaşma. Eğer diyor, boşanırsan diyor, bana şunları şunları şunları ödeyeceksin, şunları şunları yapacaksın diyor. Kardeşim boşandıktan sonra... eğer böyle bir ihtimal varsa, zaten boşanacağına hiç evlenmesen? İnsan sevdiğinden bir daha boşanır mı? Sonsuza kadar birlikte olmaya niyet etmişsin. O Allah'ın tecellisi. İnsan bırakır mı sevdiğini? Ancak -Allah vermesin- dinini, imanını terk eder yani çok büyük ahlaksızlık yapar ve kontrol edemiyorsundur bırakırsın yani başka çare kalmamıştır, bırakırsın. Allah vermesin. Onun dışında insan eşini asla bırakamaz. Allah'ın tecellisi o. Bütün dünyaya Allah ceza verdi. Yani yüzde doksanına diyorum, bakın en az hatta yüzde doksan dokuzuna böyle bir ceza verdi Allah bu dünyada. İnsanlardan sevgiyi aldı Allah. Yani evlenenler hep mantık evliliği yapıyorlar. Tutkuya dayalı, aşka dayalı, Allah aşkına dayalı evlilik yapamıyorlar.
SUNUCU: Cezanın sebebi nedir?
ADNAN OKTAR: Allah'ı unuttular, Darwinizm'e girdiler, materyalizme girdiler. Kardeşim şimdi evlendiği kadını bir maymun türü olarak görüyor yani maymundan evrimleşmiş bir hayvan ve yok olup gidecek bir hayvan olarak görüyor. Başında biraz saç bulunan, tüy bulunan işte eli ayağı olan bir maymun gibi görüyor. O da onu karşısındakini maymun gibi görüyor. Yani daha gelişmiş, daha değişik bir maymun türü olarak görüyor. İki maymun bir evde yaşıyor olarak düşünüyorlar. Yani nasıl mağaralarda maymunlar daha önce yaşıyorsa, biz de evde yaşıyoruz diyor biraz daha gelişmişiyiz diyor. Şimdi bu durumda aşk, tutku, derinlik olur mu? Yani mümkün mü? Kafası beyni boşalıyor adamın. Ve bakıyorum ben, aslan gibi delikanlı, çok mekanikler. Kızlara bakıyorum, bayanlara bakıyorum, çok mekanikler. Mesela mankenler, ben bakıyorum görüyorum. Yani gözlerinde en ufak bir derinlik pırıltısı, bir tutku pırıltısı görülmüyor. Hadi evlenelim diyorlar, nedir mesleğin diyor. Haa şu diyor, çok güzel diyor. Araban var mı diyor, var diyor. Birdenbire içinde bir aşk hissettiğini söylüyor ona karşı tarif edilemeyecek bir aşk meydana geldiğini söylüyor. Malın gücü arttıkça aşkın derinliği de artıyor. Artık delice bir tutkuya dönüştü benimkisi diyor. Adam, çok özür dilerim iflas ettim diyor. Üç gün sonra diyor ki, bir şey oldu, ayrılsak mı acaba diyor. İşte böyle gelen böyle gider. Malla gelen malla gider. Etle gelen etle gider.
SUNUCU: Bunlar materyalizmin etkileri.
ADNAN OKTAR: Tabi ki. Tabi ki. Mesela tipine göre evleniyor. Başka tipi daha düzgün birini buluyor. Bitti. Parası için evleniyor daha zengin biri ona biraz göz kırpıyor, onu bırakıyor ona gidiyor. Mesleği için diyor, mesela adam bir mühendisse, baş mühendis oluyor daha gelişmişi oluyor, tamam ona gidiyor. Neye göre geliyorsa, ona göre de gidiyor. Onun için gerçek sevgi oluşamıyor, gerçek tutku oluşamıyor Dünyaya Allah aslında büyük bir afat verdi, büyük bir bela verdi. Yani sevgi olmadan zaten dünyanın bir anlamı yok. O zaman sürünme kalıyor geriye daha. Yani yemek yiyecek, televizyon seyredecek, yatacak, kalkacak, banyoya girecek, yine yemek yiyecek, yine yatacak, yine kalkacak, banyoya gidecek, işine gidecek. İşyerleri adeta onun için bir hapishane gibi oluyor. Küçük bir beton yığını mesela büro denen yer, altı var üstü var sağı solu var beton. Önüne de bir bilgisayar koyuyorlar. Sabahın sekizinden akşamın bilmem kaçına kadar tıkır tıkır çalışıyor. Sonra eve geliyor başka bir betonun içine daha giriyor, apartman dairesinin içine giriyor. Orada da yemeğini yiyor, bulaşığı yıkıyor, çamaşırı yıkıyor, adamla kavga ediyor kadın, sonra uyuyorlar, sabah oluyor yine yemeklerini yiyorlar yine o beton yığınının içine giriyor yine tıkır tıkır tıkır sayıyor. Bu otuz yıl falan devam ediyor. Sonra emekli oluyor. Emekli olduktan sonra da tek beton yığınının içine giriyor. Bu hayat mı bu? Yani bunun için mi geldik biz dünyaya? Bunun adına sürünme derler.
SUNUCU: Şu an bütün dünyada söz konusu olan durum bu ama..
ADNAN OKTAR: Yani sürünmenin diğer adıdır bu. Böyle hayat olmaz. Aşkla yaşanır, tutkuyla yaşanır yani delice tutkuyla. Ama öyle bir şey oldu mu şu kadarcık bir yer, delice bir tutku varsa yani şiddetli zevklidir, her şey zevkli olur. Mesela kurbağaya bakarsın canın gider böyle şefkat duyarsın hatta mesela karıncayı görürsün onu derin bir sevgiyle Allah'ın tecellisi olarak seyredersin. Çünkü o küçücük patileriyle gidiyor, gidiyor, gidiyor bir bakıyorsun kendini temizliyor kafasını gözünü temizliyor. Sen nereden öğrendin o küçücük canınla o temizlenmeyi? Ve vernikli gibi parlıyor pırıl pırıl. Patisinin ucunda şu kadarcık patisinin ucunda bütün vücudunun özellikleri ve ondan sonraki neslin bütün özellikleri kodlu. Amber içinde karınca var yüz milyon yıllık yahut yüz yirmi milyon yıllık, donmuş kalmış hayvan içinde aynısının tıpkısı hiç değişmemiş. Ama ona Allah aşkıyla bakarsak güzel olur. (Tempo TV; 21 Eylül 2009)
Allah dilediğine rızkı genişletir-yayar ve daraltır da. Onlar ise dünya hayatına sevindiler. Oysaki dünya hayatı, ahirette (ki sınırsız mutluluk yanında geçici) bir meta'dan başkası değildir. Kim çarçabuk olanı (geçici dünya arzularını) isterse, orada istediğimiz kimseye dilediğimizi çabuklaştırırız, sonra ona cehennemi (yurt) kılarız; ona, kınanmış ve kovulmuş olarak gider. |
10- Kütüb-i Sitte, 10. cilt, s.140; Ebû Dâvud, Sünnet 3, 4599
11- Kütüb-i Sitte, 10. cilt, s. 141
12- Kütüb-i Sitte, 3345