Önceki bölümlerde belirttiğimiz gibi, inkarcılar aslında Allah'ın emirlerine aykırı hareket ettikleri ve Allah'a teslim olmadıkları için büyük bir suçluluk duyarlar. Bundan dolayı da Allah'ın dinine uyan müminlere karşı alaycı bir tavır gösterirler. Kendilerinin yanlış yolda, müminlerin ise doğru yolda olduklarını bilmeleri, müminlere karşı kin duymalarına sebep olur. Bir ayette bu insanların müminlere karşı duydukları kızgınlık şöyle anlatılmaktadır:
... Onlar size kötülük ve zarar vermeye çalışıyor, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise, daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık; belki akıl erdirirsiniz. (Al-i İmran Suresi, 118)
İnkar edenlerin müminlere bu kadar büyük bir kin duymalarının en önemli nedenlerinden biri, onların Allah'a iman ediyor olmasıdır. Tarih boyunca Allah'ın emirlerini yerine getiren, Allah'ın gönderdiği kitaplara ve elçilere itaat eden müminler inkarcıları kızgınlığa sürüklemişlerdir. Yeryüzünde inanan insanlar var oldukları sürece de inkarcılar bu rahatsızlığı duyacak ve bu öfkeyi taşıyacaklardır.
İnkarcılar Allah'ın varlığını ve üstünlüğünü görmezlikten gelmek isterler. Başta da belirttiğimiz gibi, eğer herşeyin Yaratıcısının Allah olduğunu, her olayın O'nun kontrolünde gerçekleştiğini kabul ederlerse kendilerinin de Allah'a itaat etmeleri gerektiği gerçeği ile yüzyüze geleceklerdir. Bu gerçekleri görmezlikten gelmeye çalışırken müminlerin varlığı tüm çabalarını boşa çıkarmaktadır. Müminler inkarcılara ve içinde bulundukları topluma Allah'ın herşeyin Yaratıcısı olduğunu, tüm gücün Allah'a ait olduğunu, dünyadaki yaşamın geçici, ölümün ise apaçık ve kaçınılmaz bir gerçek olduğunu, kısacası inkarcıların unutmaya çalıştıkları tüm gerçekleri hatırlatmaktadırlar. Bu yüzden inkarcılar yeryüzünde iman eden tek bir kişinin bile kalmasını istemezler. İşte bu nedenlerle de iman edenlere karşı düşmandırlar.
Elbette bu düşmanlıklarını kendilerince ifade etmelerinin en kolay yollarından biri de müminlere değer vermediklerini göstermektir. Oysa müminlerin onların değer vermelerine hiçbir şekilde ihtiyaçları yoktur. Bunu da onlara karşı alaycı bir tutum sergileyerek hissettirmeye çalışırlar. Özellikle müminlerin iman etmeleriyle alay etmek, inkarcıların çok yaygın olarak yaptıkları bir ahlaksızlıktır. Kuran'da bunun pek çok örneği anlatılmıştır:
Ve (yine) kendilerine: "İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin" denildiğinde: "Düşük akıllıların iman ettiği gibi mi iman edelim?" derler. Bilin ki, gerçekten asıl düşük-akıllılar kendileridir; ama bilmezler. İman edenlerle karşılaştıkları zaman: "İman ettik" derler. Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise, derler ki: "Şüphesiz, sizinle beraberiz. Biz (onlarla) yalnızca alay ediyoruz." (Bakara Suresi, 13-14)
Ayetlerde görüldüğü gibi inkarcılar müminleri kendilerinden küçük gördüklerini ifade eden konuşmalar yaparlar. Bunu yaparak müminlerin şevkini kırabileceklerini, güçlerini azaltabileceklerini zannederler. Ancak her noktada olduğu gibi bunda da büyük bir yanılgıya düşmektedirler. Çünkü Allah'a iman eden bir insanın hayatında, şevk kırılması, ümitsizliğe düşmek, hüzne kapılmak gibi olumsuzluklar yer almaz. Aksine iman edenler için bu tarz ahlaksızca tavırlara maruz kalmak büyük bir şeref vesilesidir ve bunlar müminleri daha da şevklendiren olaylardır. Çünkü Allah Kuran'da tarih boyunca tüm Müslümanların bu tarz ortamlarla karşılaştıklarını haber vermiştir. Bunun karşılığında inananlar da her dönemde, bu tarz tavırlara sabır gösterdikleri sürece, ahirette bunun güzel bir karşılığını alacaklarını bilmenin şevki ve neşesi içinde olmuşlardır.
Tarih boyunca inkarcıları en çok kızdıran konulardan biri de müminlerin Allah'ın gönderdiği elçiye uymaları olmuştur. Müminler, "Biz elçilerden hiç kimseyi ancak Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik…" (Nisa Suresi, 64) ayeti gereği, Allah'ın elçilerine ve O'nun yolunda mücadele eden salih Müslümanlara büyük bir saygı göstermişlerdir. "Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de…" (Nisa Suresi, 59) ayetine uygun olarak, itaat konusunda birbirleriyle yarışmışlar ve bu konuda kesinlikle bir gevşeklik göstermemişlerdir:
Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse, onu altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. Kim Allah'a ve elçisine isyan eder ve onun sınırlarını aşarsa, onu da içinde ebedi kalacağı ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır. (Nisa Suresi, 13-14)
Müslümanların bu sarsılmaz itaati, inkarcıları her dönemde çok rahatsız etmiştir. Çünkü onlar daima en itibarlı, en çok sözü dinlenen kişilerin kendileri olmasını istemişlerdir. Dolayısıyla müminlerin Allah'ın seçtiği kişiye itaat ediyor olmaları ve bu konuda hiçbir taviz vermemeleri onların müminlere düşman olmalarının sebeplerinden biri olmuştur. Bu nedenle müminlere ve onların itaat ettikleri elçilere alay dolu sözlü saldırılarda bulunmuşlardır:
Dediler ki: "Sana, sıradan aşağılık insanlar uymuşken inanır mıyız?" (Şuara Suresi, 111)
Kavminden, ileri gelen inkarcılar: "Biz seni yalnızca bizim gibi bir beşerden başkası görmüyoruz; sana, sığ görüşlü olan en aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz ve sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine, biz sizi yalancılar sanıyoruz" dedi. (Hud Suresi, 27)
Ayetlerde de bildirildiği gibi, inkarcıların en büyük isteklerinden biri en üstün olanın kendileri olmasıdır. Ancak onlar kendilerini ne kadar büyük görseler de gerçekte büyük bir akılsızlık içinde yaşamlarını sürdürürler. En önemlisi kısacık bir dünya hayatında elde edecekleri makamı, parayı, malları, itibarı, sonsuz ahiret hayatına tercih ederler. Bu da onların akılsızlığının en büyük delillerinden biridir.