11-20

11- Hz. İsa ve Hz. Mehdi İle Ahir Zamanda Zuhur Edeceği Bildirilen Diğer Şahıslar Herkes Tarafından Tanınabilecek Midir?

Hatta HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM'IN NÜZULÜ (yeryüzüne inişi) dahi ve KENDİSİ İSA ALEYHİSSELAM OLDUĞU, NUR-U İMANIN DİKKATİYLE (imanın ışığıyla) BİLİNİR; HERKES BİLEMEZ. Hatta DECCAL VE SÜFYAN GİBİ EŞHAS-I MÜDHİŞE (ürkütücü şahıslar) KENDİLERİ DAHİ KENDİLERİNİ BİLMİYORLAR. (Şualar, s. 487)

Bediüzzaman, Hz. İsa'nın ahir zamanda yeryüzüne ikinci kez geleceğini bildirmekte, ancak bu mübarek zat geldiğinde herkesin kendisini tanımayacağına dikkat çekmektedir.

Bediüzzaman "HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM'IN NÜZULÜ" sözleriyle Hz. İsa'nın, Allah'ın bir mucizesi olarak ahir zamanda insani bedeniyle gökyüzünden yeryüzüne ineceğini anlatmaktadır. Bediüzzaman verdiği bu bilgilerle Hz. İsa'nın ahir zamanda Hristiyan toplumunun başında bir mana ya da manevi bir lider olarak değil, bizzat hidayet önderi "BİR ŞAHIS" olarak bulunacağını kesin ifadelerle açıklamaktadır.

Bediüzzaman bu sözleriyle Hz. İsa'nın yeryüzüne indiği zaman, kendisinin de Hz. İsa olduğunu önceleri bilmeyeceğini, ancak daha sonra farkına varacağını bildirmiştir.

Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne geleceği Kuran'da bildirilmiş ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde haber verilmiş bir gerçektir. Bediüzzaman, çevresindeki insanların, Hz. İsa'nın ahir zamanda beklenen peygamber olduğunu ancak "İMANLARIYLA FARK EDEBİLECEKLERİNİ" söylemiştir. Bu da yine Bediüzzaman'ın Hz. İsa'dan bir şahs-ı manevi olarak söz etmediğini açıkça ortaya koymaktadır. Bediüzzaman burada açıkça insanların bir şahs-ı maneviyi değil, "BEKLEDİKLERİ BİR ŞAHSI" tanımalarından bahsetmektedir. Bediüzzaman ayrıca "HERKES BİLEMEZ" diyerek Hz. İsa'yı herkesin tanıyamayacağını bir kez daha belirtmiş, bahsedilenin bir şahs-ı manevi değil, maddi varlığıyla ortaya çıkacak "BİR İNSAN" olduğunu tekrar vurgulamıştır. Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi Hz. İsa ikinci kez yeryüzüne geldiğinde de samimi olarak iman edenler imanlarının vesilesiyle, Allah'ın izniyle bu mübarek zatı hemen tanıyacak, onun yardımcısı ve destekçisi olacaklardır.

Bediüzzaman, bu sözleriyle Mesih Deccal ve Süfyan Deccal gibi, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'ye karşı inkara dayalı bir mücadele verecek olan ahir zaman şahıslarının da herkes tarafından teşhis edilemeyeceğine dikkat çekmektedir. Bediüzzaman burada kullandığı "EŞHAS-I MÜDHİŞE" sözlerinde geçen "EŞHAS-I" kelimesiyle, Süfyan ve Deccal'in "BİRER ŞAHIS" olduğunu belirtmektedir. Bediüzzaman eserlerinde şahıs anlamına gelen benzer kelimeleri Hz. İsa ve Hz. Mehdi için de kullanmaktadır. Süfyan ve Deccal'in şahıs olarak ortaya çıkacağını kabul edip, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin ise sadece şahs-ı manevilerinin olacağını düşünmek son derece çelişkilidir. Bediüzzaman'ın da bildirdiği gibi, Süfyan Deccal ve Mesih Deccal nasıl birer şahıs olarak ortaya çıkıyorlarsa, bunların fitnelerini ortadan kaldıracak olan Hz. İsa ve Hz. Mehdi de Allah'ın izniyle ahir zamanda mübarek zatlarıyla ortaya çıkacaklardır.

12- Gelmesi Beklenen ‘Büyük Mehdi’ İle Daha Önce Mehdi Olduğu Zannedilen Kişiler Neden Birbirine Karıştırılmaktadır?

Ayrıca hem iki Deccal'in sıfatları ve halleri ayrı ayrı olduğu halde, mutlak gelen RİVAYETLERDE İLTİBAS OLUYOR (karıştırılıyor), BİRİ ÖTEKİ ZANNEDİLİR. HEM "BÜYÜK MEHDİ"NİN HALLERİ SABI MEHDİLERE (önceki Mehdilere) İŞARET EDEN RİVAYETLERE MUTABIK (uygun) ÇIKMIYOR, hadis-i müteşabih (birçok anlama gelebilecek hadis) hükmüne geçer. (Şualar, s. 582)

Bediüzzaman, Peygamberimiz (sav)'in ahir zamanla ilgili hadislerinde bahsi geçen Deccallerin özelliklerinin ve faaliyetlerinin birbirine benzediğini; bu sebeple birinin diğeri zannedilebildiğini söylemektedir. Ancak bu hadislerde "Büyük Mehdi"ye dair bildirilen özelliklerin, "sabık Mehdiler" olarak bahsettiği, önceki dönemlerde gelmiş olan müceddidlerden çok farklı olduğunu belirtmiştir:

Bediüzzaman "İLTİBAS OLUYOR (KARIŞTIRILIYOR) BİRİ ÖTEKİ ZANNEDİLİR" sözleriyle, hadislerde bahsi geçen Deccallerin karıştırılabildiğini hatırlatmıştır. Bediüzzaman ahir zamanda gelecek "Büyük Mehdi" ile "sabık Mehdiler" arasında ise böyle bir karıştırmanın söz konusu olamayacağını belirtmiştir. Bunun sebebinin de "Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde sabık Mehdiler ile ilgili olarak verilen bilgilerin Büyük Mehdi'nin özellikleri ile uyuşmaması" olduğunu ifade etmiştir.

Bediüzzaman bu sözleriyle "BÜYÜK MEHDİ"nin "geçmiş zamanlarda gelmemiş olduğunu", bu mübarek şahsın, "Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği tüm özelliklere birden sahip olmasıyla tanınacağını" dile getirmiştir. Zira bir kişinin Mehdi olabilmesi için Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirilen özelliklerin tamamını birden üzerinde göstermesi gerekmektedir. Yoksa bazı alametlerin var zannedilmesiyle, o kişinin Mehdi olduğunun düşünülmesi doğru değildir. Hz. Mehdi, Allah'ın izniyle ortaya çıktığı zaman, Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği tüm bu alametleri üzerinde taşıyacaktır. Peygamberimiz (sav)'in bildirdiği gibi "seyyid", yani Peygamberimiz (sav)'in soyundan olacak, İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılacak, yeryüzüne benzersiz bir adalet, huzur, bolluk ve bereket getirecektir. Bediüzzaman da buradaki sözleriyle bu alametlerin farklılığına dikkat çekmiş, bu özelliklerle uyuşmayan şahısların Hz. Mehdi olamayacağını hatırlatmıştır.

Bediüzzaman bu konuyu anlattığı sözlerinde bir başka konuyu daha vurgulamış, hadislerde bildirilen Deccallerin, sabık Mehdilerin ve Hz. Mehdi'nin "manevi kişilikler" değil, "BİRER ŞAHIS" olduklarını belirten açıklamalar da yapmıştır. Zira "BİRİ" ve "ÖTEKİ" sözleri burada "KİŞİ" ifade eden zamirler olarak kullanılmıştır. Bediüzzaman bu sözleriyle hem "SABIK MEHDİLERİN" hem de "BÜYÜK MEHDİ"nin "BİRER ŞAHIS" olduklarını ifade etmektedir.

Bediüzzaman eserlerinde sabık Mehdilerin, ahir zaman Mehdisi'nin üç büyük görevini yerine getiremedikleri için Büyük Mehdi olamayacaklarını anlatmıştır. Bunun bir diğer sebebinin ise yukarıda da açıklandığı gibi, Büyük Mehdi'nin özelliklerinin Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde sabık Mehdilere dair bildirdiği özelliklere uymaması olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman bu açıklamalarıyla Hz. Mehdi'nin, ortaya çıktığında bu özelliklere sahip olmasıyla tanınıp teşhis edilebileceğini hatırlatmıştır. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirdiği, Hz. Mehdi'nin ahlakına, fiziksel özelliklerine, soyuna, mücadelesine, yerine getireceği faaliyetlere ait alametler görülmediği takdirde ise, bir kişinin Hz. Mehdi olabileceğinden bahsedilemeyeceğini belirtmiştir. Dolayısıyla da verdiği bu bilgilerle, hadislerde bildirilen müjdelerin henüz gerçekleşmediğine ve Hz. Mehdi'nin geçmiş dönemlerde gelmiş bir şahıs olmadığına dikkat çekmiştir.

Bediüzzaman bu sözleriyle aynı zamanda Hz. Mehdi'nin manevi bir varlık olmadığını, "BİR ŞAHIS" olarak müminlerin başında bulunup, onlara önderlik edeceğini de açıklamıştır. Şöyle ki:

1- Bediüzzaman, daha önce gelen Mehdilerin birer şahıs olduklarını anlatıp ardından da Büyük Mehdi ile aralarındaki farkı açıklamıştır. Demek ki Büyük Mehdi de "BİR ŞAHIS"tır.

2- Önceki Mehdiler belirtilen görevleri yerine getirememişlerdir. Ama bu görevleri Büyük Mehdi yerine getirecektir. Bu görevlerin yapılabilmesi ise, bir şahsın var olmasını gerektirmektedir. Demek ki Büyük Mehdi de "BİR ŞAHIS" olacaktır.

3- Büyük Mehdi, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde tarif ettiği sabık Mehdi'lere dair özelliklere uymamaktadır. Büyük Mehdi, Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde müjdelediği ahir zaman Mehdisi'nin özelliklerini taşıyacaktır. Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde, Hz. Mehdi'nin bir şahs-ı manevi olmadığı fiziksel özellikleriyle, ahlakıyla tarif edilen bir şahıs olduğu yüzyıllardır tüm İslam alimleri tarafından bilinen bir gerçektir. Bediüzzaman da burada Büyük Mehdi'nin, hadislerde anlatılan sabık Mehdilerden bu farkına dikkat çekerek, yine "BİR ŞAHIS"tan bahsettiğini ifade etmiştir.

Bu açıklamalarda bahsi geçen "sabık Mehdilerin" birer şahıs oldukları kabullenilirken, Bediüzzaman'ın aynı açıklamalarında yine bir şahıs olacağını belirttiği "Büyük Mehdi"nin "bir şahs-ı manevi" olacağı düşüncesini öne sürmek elbette ki çelişkilidir. Böyle bir durumda, rivayetlerde belirtilen ahir zaman Mehdisi'nden önce gelen tüm Mehdilerin de birer şahs-ı manevi olması gerekirdi ki, böyle bir durum olmamıştır. Dolayısıyla da böyle bir yaklaşım son derece yanlış ve mantıksızdır. Bediüzzaman'ın da müjdelediği gibi, Peygamberimiz (sav)'in rivayetlerindeki özelliklere sahip olmasıyla tanınacak olan Büyük Mehdi, ahir zamanda "BİR ŞAHIS" olarak ortaya çıkacak ve Allah'ın izniyle Bediüzzaman'ın belirttiği üç görevi birden bizzat yerine getirecektir.

13-Hz. Mehdi’nin Hangi Alanlarda Faaliyetleri Olacaktır?

BÜYÜK MEHDİ'NİN ÇOK VAZİFELERİ VAR VE SİYASET ALEMİNDE, DİYANET ALEMİNDE, SALTANAT ALEMİNDE, MÜCADELE ALEMİNDE ÇOK DAİRELERDE İCRAATLARI (işleri) OLDUĞU GİBİ...(Şualar, s. 590)

Bediüzzaman, ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi'nin;

-    Siyaset,

-    Diyanet,

-    Saltanat

alanlarında büyük görevleri olacağını bildirmekte, ve bu görevlerin hepsini birden tam olarak yerine getiren kişinin Hz. Mehdi olabileceğini ifade etmektedir.

Bediüzzaman "Büyük Mehdi"nin, sabık Mehdiler olarak adlandırdığı kişilerden en önemli farklarından birinin, onun yerine getireceği "büyük görevler" olduğunu bildirmiştir. Bediüzzaman "ÇOK VAZİFELERİ VAR" diyerek, yerine getireceği bu görevlerin Hz. Mehdi'yi insanlara tanıtacak önemli bir alamet olduğunu vurgulamaktadır. Bediüzzaman, bu görevlerin tamamı birden yerine getirilmediği takdirde ise, bir kimsenin Hz. Mehdi olmasının söz konusu olamayacağını hatırlatmaktadır.

Bediüzzaman bu sözlerinde "ÇOK VAZİFELERİ VAR" dediği Hz. Mehdi'nin bu görevlerinin neler olduğunu açıklamaktadır. Hz. Mehdi'nin, "SİYASET MEHDİSİ, SALTANAT MEHDİSİ ve DİYANET MEHDİSİ olarak bu üç özelliğe birden sahip olacağını ve bu üç alanda birden Mehdilik yapacağını" söylemektedir. Dikkat edilirse Bediüzzaman bu görevleri "üç ayrı kişi"nin yerine getireceğinden bahsetmemiştir. Tam tersine Hz. Mehdi'nin bu "ÜÇ KONUDA BİRDEN" müminlerin önderliğini üstleneceğini belirtmiştir. Bu sözleriyle ayrıca, "Mehdiliği üçe bölmenin, tek bir tanesinin Mehdilik için yeterli olacağını söylemenin" yanlışlığını ortaya koymaktadır.

Bediüzzaman verdiği bu bilgilerle, Hz. Mehdi'nin imkanlarının çok geniş olacağını ve bu görevlerin tam yapılmasının bu üç alanda birden güç sahibi olunmasıyla gerçekleştirileceğini açıklamaktadır. "ÇOK DAİRELERDE İCRAATLARI OLDUĞU GİBİ" sözleriyle ise, Hz. Mehdi'nin bu "faaliyetlerinin ve etki alanının çapının genişliğini" belirtmektedir.

Bediüzzaman yaşadığı süre içerisinde çok büyük bir iman hizmeti yürütmüş ancak bu üç alanda birden imkan ve yetkilere sahip olmamıştır. Aksine kendisi ömrünü esaret, maddi sıkıntılar ve zorluklar altında geçirmiştir. Çeşitli haksızlıklara uğramış, eziyetlere tabi tutulmuş, yaşamının büyük bölümünü hapis ve sürgün gibi şartlar altında sürdürmüştür. Kuşkusuz ki eğer Bediüzzaman Mehdi olsa ve diyanet, saltanat ve siyaset alanlarındaki üç görevi yerine getirmiş olsaydı, böyle bir durum söz konusu olmazdı. Dolayısıyla Bediüzzaman, Hz. Mehdi hakkında verdiği bu bilgi ile, kendisinin Hz. Mehdi olamayacağını bizzat kendi sözleriyle bir kez daha delillendirmiştir.

Bediüzzaman bu sözleriyle ayrıca Hz. Mehdi'nin "lider vasıflarını taşıyan üstün BİR ŞAHIS" olduğuna bir kez daha dikkat çekmiştir. Bediüzzaman'ın saydığı görevlerin her biri ancak "BİR İNSAN"ın üstlenebileceği sorumluluklardır. "MEHDİ" kelimesi, "HİDAYET BULAN VE HİDAYETE YÖNELTEN" anlamındadır. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin "DİYANET", "SİYASET" ve "SALTANAT" aleminde bu "MEHDİLİK VASFINI" taşıyarak büyük sorumluluklar üstleneceğini belirtmektedir. Bir şahs-ı manevinin diyanet, siyaset ve saltanat konularında yetki sahibi olması; bu alanlarda insanların sorumluluklarını üstlenerek adalet sağlaması hiçbir şekilde söz konusu değildir. Tüm bu sorumlulukların yerine getirilmesi Bediüzzaman'ın da belirttiği gibi, "HİDAYET BULMUŞ BİR İNSANIN", "iman, akıl ve vicdan kullanarak yerine getirebileceği görevler"dir. Bediüzzaman da sözleriyle bu gerçeği vurgulamış, Hz. Mehdi'nin bir şahs-ı manevi olamayacağını ifade etmiştir.

14- Hz. Mehdi Siyaset İle İlgilenecek Midir?

Yukarıdaki sorunun cevabında da açıklandığı gibi Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç büyük görev hakkında geniş bilgi vermiş ve Hz. Mehdi'nin “diyanet, siyaset, saltanat ve mücadele alanlarında Mehdilik görevini ne şekilde yerine getireceğini” detaylı olarak anlatmıştır. Bu sözlerinde Hz. Mehdi'nin “İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılacağını, Müslümanların manevi liderliğini üstlenerek İslam Birliği’ni sağlayacağını, Hristiyan dünyasıyla ittifak yapacağını” ayrıntılı olarak açıklamıştır. Bediüzzaman'ın tüm bu izahları hiçbir tartışma ya da tevile yer bırakmayacak kadar açıktır.

Eğer Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin sadece iman hakikatleri yönünde bir hizmet yapıp, siyaset ya da saltanat alanlarında görev yapmayacağını düşünseydi, risalelerde böyle bir açıklamaya yer vermez, Hz. Mehdi'nin bu yöndeki görevlerini Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayanarak bu kadar uzun ve ayrıntılı olarak izah etmezdi.

Ancak Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin siyaset alanındaki görevine ilişkin sözlerinin daha iyi anlaşılabilmesi için öncelikle Bediüzzaman'ın “siyaset” kavramını ne anlamda kullandığının ve “Hz. Mehdi'nin siyaset alanında yerine getireceği vazifeler” ile ne kastettiğinin tam olarak açıklanması gerekmektedir.

Bediüzzaman “... Ve siyaset aleminde, diyanet aleminde, saltanat aleminde, mücadele aleminde çok dairede icraatları olduğu gibi...” (Şualar, s. 590) sözleriyle, Hz. Mehdi'nin siyaset aleminde önemli görevler üstleneceğini belirtmektedir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, “Peygamberimiz (sav)'in halifesi” yani “Müslümanların manevi lideri” vasfını taşıyarak tüm dünya Müslümanları arasında İslam Birliği’ni kuracağını, Hristiyan alemiyle ittifak oluşturacağını ve Hz. İsa ile birlikte, İslam ahlakını tüm dünyada hakim kılacağını belirtmiştir. Bediüzzaman'ın detaylı olarak açıkladığı Hz. Mehdi'nin üstleneceği tüm bu görevler, Hz. Mehdi'nin “Peygamberimiz (sav)'in halifesi yani tüm dünya Müslümanlarının manevi lideri” vasfını taşıyacağını ve “idareci” konumunda olacağını açıkça ortaya koymaktadır.

Ancak halife olması; yani Müslümanların manevi lideri sıfatını taşıması ayrı, siyaset ise ayrı bir konudur. Hz. Mehdi dünya siyasetiyle bizzat ilgilenmeyebilir ama “Müslümanları ilgilendiren her konuda çözüm getirecek kişi olarak manevi liderleri Hz. Mehdi olacaktır”. Hz. Mehdi'nin üstleneceği bu görevin ne şekilde adlandırıldığı önemli değildir. “Hz. Mehdi'nin ilgileneceği siyaset, ‘Kuran ahlakı içerisindeki siyaset’ olacaktır”. Önemli olan Hz. Mehdi'nin yerine getireceği bu vazifenin Kuran’ın bir hükmü olmasıdır. “Kuran ahlakına uygun siyaset”in anlamı “güzel ahlaklı, şefkatli, merhametli olmak, adaletli davranmak, müminler arasında birlik ve kardeşliği, barışı ve sosyal adaleti sağlamak, adaletsizliği gidermek, zenginlik ve refahı sağlamak”tır. Kuran’da Hz. Mehdi'nin yerine getireceği bu görev İslam ahlakının hakimiyeti olarak müjdelenmektedir:

Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir... (Nur Suresi, 55)

Hz. Mehdi de Kuran’ın bu hükmü gereği, tüm Müslümanların huzurunu, birlik ve beraberliğini sağlayacak, İslam ahlakının güzelliğini tüm dünyada yerleşik kılacaktır. Bediüzzaman'ın da siyaset ve saltanat kavramlarıyla kastettiği ana konu budur; “Hz. Mehdi'nin tüm dünya Müslümanlarının liderliğini üstlenmesi ve Kuran'da belirtilen bu hükme uygun olarak İslam dünyasının menfaatleri yönünde faaliyetlerde bulunması”dır. Tüm bunlar Kuran ahlakının ve Kuran ayetlerinin bir gereğidir. Bediüzzaman'ın “o zatın ikinci vazifesi, şeriatı (Kuran ahlakının esaslarını ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetini) icra ve tatbik etmektir (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9) sözleriyle belirttiği gibi, Hz. Mehdi de, Kuran ahlakının gerekliliklerini uyguladığında, İslam Birliği’nin oluşmaması, Hz. Mehdi'nin idareci vasfını taşımaması, yetki sahibi olmaması ya da lider konumunda olmaması söz konusu değildir. Zira tüm bunlar Allah’ın tüm Müslümanları yaşamakla yükümlü kıldığı hükümlerdir. Nitekim Bediüzzaman da Hz. Mehdi'nin bu vasıfları taşıyacağını Hilafet i Muhammediye (A.S.M.) (Peygamberimiz (sav)'in halifesi) unvanı ile şeair-i İslamiyeyi (İslam ahlakının esaslarını) ihya etmektir (yeniden canlandırmaktır).” (Emirdağ Lahikası, s. 259) sözleriyle ifade etmektedir.

Bir ayette Allah Müslümanlara, içlerindeki “emir sahiplerine” uymalarını şöyle bildirmektedir:

Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir. (Nisa Suresi, 59)

Bu ayet gibi Kuran'da, Müslümanların, Allah’ın kendilerini dünyada ve ahirette kurtuluşa ulaştırması için göndermiş olduğu elçilere uymalarıyla ilgili çok fazla ayet yer almaktadır. İşte Bediüzzaman'ın, “siyaset aleminde, diyanet aleminde, salatanat aleminde ve mücadele aleminde çok dairede icraatları olduğu gibi” sözleriyle Hz. Mehdi için kastettiği siyaset anlayışı da budur. Bediüzzaman bu sözlerinde yer alan “siyaset ve saltanat” kavramlarıyla Hz. Mehdi'nin, Kuran’ın bu hükmünü ne şekilde yerine getireceğini açıklamaktadır.

15- Nur Talebelerinin Bediüzzaman’ı Mehdi Zannetmelerindeki Hata Nereden Kaynaklanmaktadır?

Bazı ayet-ı kerime (ayetler) ve ehadis-i şerife (hadisler) AHİR ZAMANDA GELECEK BİR MÜCEDDİD-İ E BERİ (en büyük müceddidi) mana-yı işari ile (işari anlamda) haber veriyorlar. Fakat O GELECEK  ZATIN  VE  CEMİYETİNİN ÜÇ VAZİFESİNDEN en ehemmiyetlisi (önemlisi) olan ve zahiren (görünüşte) en küçüğü görünen imanı kurtarmak ve hakaik-i imaniyeyi (iman hakikatlerini) güneş gibi göstermek vazifesini Risale-i Nur ve şakirdlerinin (talebelerinin) şahs-ı manevisi tam yaptıklarından; O GELECEK ZATA dair HABERLERİ VE İŞARETLERİ, RİSALE-İ NUR'UN ŞAHS-I MANEVİSİNE HATTA BAZEN TERCÜMANINA DA TATBİKE (uydurmaya) ÇALIŞMIŞLAR ve Şeriatı ihya (Kuran ahlakının esaslarını hatırlatarak yeniden hayata geçirme) ve hilafeti tatbik olan ÇOK GENİŞ DAİREDE HÜKMEDEN BU MÜHİM VAZİFESİNİ NAZARA ALMAMIŞLAR (göz önünde bulundurmamışlar). (Tılsımlar Mecmuası, s. 168)

Bediüzzaman Hz. Mehdi'den bahsederken, "O gelecek zatın ve cemiyetinin ÜÇ VAZİFESİ" olacağını belirtmiştir.

Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu üç görevini şöyle açıklamıştır:

1- Bediüzzaman, ateist felsefelerin ahir zamanda tehlike oluşturacağını bildirmiş, özellikle Darwinist, materyalist felsefelerin ateizmle güç bulacaklarını ve Allah'ın varlığını inkar edecek tehlikeli bir çizgiye geleceklerini ifade etmiştir. Bu nedenle Hz. Mehdi'nin birinci vazifesinin, maddecilik fikri yani Allah'ı inkar üzerine kurulmuş materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerle mücadele etmek ve bu felsefelerin insanlar üzerindeki etkisini tam anlamıyla kaldırmak olacağını belirtmiştir.

2- Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin ikinci vazifesinin, İslam ahlak ve faziletini, Peygamberimiz (sav)'in gerçek sünnetlerini canlandırmak olduğunu belirtmiştir. Hz. Mehdi, halihazırda çeşitli gruplar halinde dağınık olarak bulunan Müslümanları birleştirerek İslam Birliği’ni sağlayacak ve İslam dünyasının liderliğini üstlenecektir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bu birlikteliği bir dayanak noktası yapacağını ve bu şekilde Müslümanları bazı tehlikelerden koruyacağını ifade etmiştir.

3- Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin üçüncü vazifesinin İslam toplumunu birleştirmek ve Hristiyan alemiyle ittifak yapmak olduğunu belirtmiştir. Hz. Mehdi'nin bu görevini, iman sahiplerinin, Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen fedakar seyyidlerin ve diğer tüm Müslümanların desteğiyle gerçekleştireceğini bildirmiştir.

Hz. Mehdi bu görevlerin üçünü birden yerine getirecek ve bu, onun tanınmasını sağlayacak ve en önemli alametlerinden olacaktır. Bediüzzaman kendisi de dahil olmak üzere, daha önce yaşamış olan hiçbir müceddidin bu üç görevi birarada yerine getiremediğini, bunları ancak Hz. Mehdi'nin gerçekleştireceğini belirtmiştir.

Bediüzzaman, bu sözüyle yaygın olarak yapılan bir yorum hatasına işaret etmektedir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'ye dair haber ve işaretlerin Risale-i Nur cemaatiyle özdeşleştirilmeye çalışıldığını ancak bu yakıştırmanın Hz. Mehdi ile ilgili verilen bilgilere uygun düşmediğini belirtmiştir. Bediüzzaman bu yakıştırmayı yapan kimselerin Hz. Mehdi'nin iki büyük ve önemli vazifesini gözardı ettikleri için böyle yanlış bir kanaate vardıklarını ifade etmektedir. İslam Birliği’nin sağlanması ve Hz. Mehdi'nin tüm Müslümanların liderliğini üstlenmesi, Hristiyanlarla ittifak sağlanması ve Kuran ahlakının tüm yeryüzüne hakim olması şu ana kadar henüz gerçekleşmemiştir. Bediüzzaman da dahil olmak üzere, Peygamberimiz (sav)'den sonraki dönemlerde gelen müceddidlerin hiçbiri bu büyük görevleri yerine getirmiş değildir. Dolayısıyla Bediüzzaman da bu gerçeği dile getirerek Risale-i Nur'un şahs-ı manevisini Mehdilikle vasıflandıranların yanıldıklarını ifade etmektedir.

Bediüzzaman, risalelerin yazarı olması nedeniyle, bazı çevreler tarafından kendisinin de Hz. Mehdi olarak nitelendirildiğini belirtmiştir. Ancak yukarıda da açıklandığı gibi Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin yerine getireceği iki büyük görev dikkate alınmadığı için böyle yanlış bir yorumda bulunulduğunu ifade etmiştir. Dolayısıyla Mehdilik konusundaki bu düşüncenin asılsızlığını bir kez daha belirtmiştir.

Bediüzzaman bu düşüncenin yanlışlığını kullandığı "HATTA" kelimesiyle bir kez daha vurgulamıştır. Bediüzzaman "hatta" kelimesini burada, "bundan daha da garip ve daha da acayip olanı" anlamında kullanmıştır. Risale-i Nur'un Mehdi olduğunun zannedildiğini, bundan daha da garip olarak kendisine yönelik de böyle bir iddiada bulunulduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman bu ifadesiyle, öne sürülen bu Mehdilik iddiasının yanlışlığını bir kez daha vurgulamaktadır.

Bediüzzaman bu sözünde ayrıca kendisine Mehdilik iddiasında bulunulmasının "sürekli olarak devam eden bir iddia olmadığını" kullandığı "BAZEN" kelimesiyle ifade etmiştir.

Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç görevden bahsettiği kimi sözlerinde Hz. Mehdi'nin ayırt edici bir özelliği olarak "ÇOK GENİŞ DAİREDE HÜKMETMESİ"ne dikkat çekmiştir. Hz. Mehdi'nin bu özelliği son derece önemlidir. Hz. Mehdi görevlerini sadece belirli bir bölgede yerine getirmeyecek, onun etki alanı çok geniş bir dairede, yani dünya çapında olacaktır. Bediüzzaman, "dar daire" olarak ifade ettiği "küçük çaplı" uygulamaların Müslümanları yanıltmaması gerektiğini belirtmektedir. Hz. Mehdi'nin ikinci ve üçüncü görevlerini geniş dairede gerçekleştireceğini hatırlatarak, Risale-i Nur'un şahs-ı manevisine yapılan Mehdilik yakıştırmasının yanlışlığını delilleriyle birlikte açıklamaktadır.

Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'nin yerine getireceğini belirttiği görevler konusunda "ÇOK GENİŞ ÇAPLI BİR HÜKMETME" yani "DÜNYA ÇAPINDA" bir sonuç ise bugüne kadar gerçekleşmiş değildir. Bu da Hz. Mehdi'nin geçmiş dönemde ortaya çıkmış bir şahıs ya da şahs-ı manevi olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Söz konusu üç görevin dünya çapında yerine getirilmesi, Allah'ın izniyle Hz. Mehdi'nin en önemli alametlerinden olacak ve onu tüm insanlara tanıtacaktır.

Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin dünya çapında gerçekleşecek olan ikinci (İslam Birliği'ni kurmak) ve üçüncü (Kuran ahlakını tüm dünyaya yaymak) görevlerinin,  onun ayırt edici ve tanıtıcı özellikleri olduğunu hatırlatmıştır. Çünkü bu görevleri dünya çapında yapacak olan tek şahıs Hz. Mehdi'dir. Dolayısıyla eğer bu görevler bu özellikleriyle birlikte gerçekleşmemişse, bu durumda Mehdilik konusunda herhangi bir iddiada bulunabilmek de söz konusu değildir. Çünkü böyle bir iddia Peygamberimiz (sav)'in hadisleriyle, İslam alimlerinin ve Bediüzzaman'ın bu doğrultuda yaptıkları açıklamaların tümüyle çelişecektir.

Bediüzzaman da bu sözleriyle, Hz. Mehdi konusunda bir iddiada bulunabilmek için dünya çapında gerçekleşmesi gereken bu iki büyük görevin yerine getirilip getirilmediğinin dikkate alınması gerektiğini hatırlatmaktadır. Bediüzzaman bu delillerin oluşmadığı bir durumda yapılacak bir Mehdiyet benzetmesinin hatalı bir çıkarım olacağını belirtmektedir. Bediüzzaman kulllandığı "NAZARA ALMAMIŞLAR" ifadesiyle, kendisini veya Risale-i Nur'u Hz. Mehdi zannedenlerin bu önemli hususu gözden kaçırdıklarını ve bu sebeple de yanıldıklarını ifade etmiştir.

16- Ahir Zamanda Hristiyanlığı Kim Temsil Edecektir?

... HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM, İSEVÎLİK ŞAHS-I MANEVÎSİNİ TEMSİL EDEREK DİNSİZLİĞİN ŞAHS-I MANEVÎSİNİ TEMSİL EDEN DECCAL'İ yok eder...(Mektubat, s. 6)

Bediüzzaman, Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez geleceğini ve Deccal'in fitnesini fikren etkisiz hale getireceğini bildirmektedir.

Bediüzzaman bu sözleriyle “HZ. İSA'NIN, HRİSTİYANLIĞIN ŞAHSI MANEVİSİNİ TEMSİL ETTİĞİNİ” belirtmektedir. Bediüzzaman, tarih boyunca gönderilmiş tüm elçiler ve peygamberler gibi, Hz. İsa'nın da onu destekleyen, ona inanan ve onu takip eden kimselerden oluşan bir şahsı manevisi olacağını bildirmektedir. Ancak Bediüzzaman “İSEVİLİK ŞAHSI MANEVİSİNİ TEMSİL EDEREK” sözleriyle, Allah’ın adetullahına (Allah’ın kanununa) uygun olarak “HZ. İSA'NIN DA BU ŞAHSI MANEVİNİN BAŞINDA BİZZAT BİR HİDAYET ÖNDERİ OLARAK BULUNACAĞINI” ifade etmektedir. Nitekim bir şahsı manevinin bir şahsı maneviyi temsil etmesi söz konusu değildir. Bir şahsı manevinin oluşabilmesi için, onun başında öncelikle “BİR ŞAHSIN” var olması gerekmektedir. Bediüzzaman da bu gerçeği vurgulayarak Hz. İsa'nın bir şahsı manevi olmadığını, kendi şahsı manevisinin başında bulunacağını ve onlara bizzat önderlik edeceğini açıklamaktadır.

Bediüzzaman'ın belirttiği bu gerçekler bir iki soru sorulduğunda da kolaylıkla anlaşılmaktadır:

1- İsevilik şahsı manevisini bir kişi temsil ediyor. Bu kimdir?

Hz. İsa.

2- Hz. İsa kimi temsil ediyor?

İsevilik şahsı manevisini.

Bu soruların cevapları Bediüzzaman’ın Hz. İsa’dan ve şahsı manevisinden ayrı kavramlar olarak bahsettiğini açıkça ortaya koymaktadır.

17- Ahir Zamanda Dinsizliği Kim Temsil Edecektir?

... HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM, İSEVÎLİK ŞAHS-I MANEVÎSİNİ TEMSİL EDEREK DİNSİZLİĞİN ŞAHS-I MANEVÎSİNİ TEMSİL EDEN DECCAL'İ yok eder...(Mektubat, s. 6)

Bediüzzaman bu sözlerinde aynı Hz. İsa gibi, Deccal'in de bir şahsı manevisi olacağını belirtmektedir. Ancak Bediüzzaman “DİNSİZLİĞİN ŞAHS-I MANEVİSİNİ TEMSİL EDEN DECCAL'İ” sözleriyle, Deccal'in de yine “BİR ŞAHIS OLARAK DİNSİZLİĞİ TEMSİL EDEN BU ŞAHSI MANEVİNİN BİZZAT BAŞINDA BULUNACAĞINI” ifade etmektedir.

Bediüzzaman eserlerinde, Peygamberimiz (sav)'in ahir zamanda geleceğini müjdelediği tüm isimlerin birer şahıs olduklarını çeşitli delillerle açıklamıştır. Deccal de bu ahir zaman şahıslarından biridir. Bediüzzaman Deccal'in bir şahıs olacağını ne kadar detaylandırarak açıkladıysa, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin birer şahıs olacakları konusunda da aynı açıklıkta deliller ortaya koymuştur. Kuşkusuz ki Bediüzzaman'ın bu anlatımlarından bir kısmını farklı yorumlayıp, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin birer şahsı manevi, ancak Deccal'in bir şahıs olacağını düşünmek çok yanlış bir yaklaşım olacaktır. Zira Bediüzzaman Deccal gibi, “Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin de BİRER ŞAHIS OLARAK geleceklerini” ısrarla tekrarlamış ve bunları delilleriyle birlikte açıklamıştır.

18- Hz. İsa Geldiğinde Onu Kimler Tanıyabilecektir?

... HAZRET-İ İSA ALEYHİSSELAM GELDİĞİ VAKİT, herkes ONUN HAKİKÎ ÎSA, olduğunu bilmek lâzım değildir. ONUN MUKARREB VE HAVASSI (derin imanlı yakın talebeleri), nur-u iman (imanın ışığı) ile ONUTANIR. Yoksa bedahet (birdenbire ve açıkça) derecesinde HERKES ONU TANIMAYACAKTIR... (Mektubat, s. 60)

Bediüzzaman, ikinci kez yeryüzüne gelişinin ilk yıllarında Hz. İsa'yı tanıyabilecek insanların sayısının çok az olacağını bildirmiştir. Buna göre, ancak yakın çevresi ve derin iman sahibi talebeleri Hz. İsa'yı imanlarının nuru ile tanıyabilecek, fakat toplumun geneli onun açıkça Hz. İsa olduğunu bilmeyecektir.

Bediüzzaman burada kullandığı "HZ. İSA ALEYHİSSELAM GELDİĞİ VAKİT" sözleriyle birkaç önemli konuya açıklık kazandırmaktadır. Bediüzzaman "GELDİĞİ VAKİT" ifadesiyle öncelikle Hz. İsa'nın "KESİN OLARAK GELECEĞİNİ" müjdelemektedir. "GELME" fiiliyle ise Bediüzzaman Hz. İsa'nın "manevi bir varlık" olmadığını "BİR ŞAHIS" olduğunu açıklamaktadır. Bir şahs-ı manevinin "gelmesi" söz konusu değildir. Bir şahs-ı manevi ancak "oluşabilir". "GELME" eylemi "bir insanın yapabileceği bir fiil"dir. Bediüzzaman da bu sözleriyle bu önemli farkı vurgulamakta ve Hz. İsa'nın bir şahıs olarak yeryüzüne geleceği konusuna kesinlik kazandırmaktadır.

Bediüzzaman ayrıca buradaki "HAKİKİ İSA" sözleriyle Hz. İsa'nın, yeryüzüne ikinci kez gelişinde, yine hepsi birer şahıs olan "sahte Mesihler"den farklı olacağını vurgulamış ve bu mübarek zatın "GERÇEK HZ. İSA" olacağını belirtmiştir. Hz. İsa geldiğinde, Kuran ayetlerinde ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde bildirilen işaretlere uygun özellikleriyle, bu sahte mesihlerden ayırt edilecek ve Bediüzzaman'ın belirttiği gibi "hakiki Hz. İsa" olacaktır.

Bunun yanı sıra Bediüzzaman burada "MUKARREB VE HAVASSI" diyerek Hz. İsa'nın "DERİN İMANLI YAKIN TALEBELERİ" olacağından bahsetmiştir. Bir şahs-ı manevinin "talebeleri" ya da "yakın çevresi" olacağından bahsedebilmek hiçbir şekilde mümkün değildir.

Ancak bir insanın talebeleri olabilir. Kuşkusuz Bediüzzaman da bu gerçeği çok iyi bilmektedir. Hz. İsa'nın talebelerinden bahsederek, onun bir şahs-ı manevi olmadığını Müslümanlara açıklamakta, mübarek şahsıyla talebelerinin başında bizzat bulunacağını haber vermektedir.

Bediüzzaman "HERKES ONU TANIMAYACAKTIR" sözleriyle Hz. İsa'yı ilk geldiği yıllarda herkesin bilip anlayamayacağını, dolayısıyla toplumun genelinin onu tanıyamayacağını ifade etmektedir. Bediüzzaman bu sözleriyle yukarıda anlatılan ve insanlara ait bir durum olan "TANINMA" özelliğine bir kez daha dikkat çekmektedir. Eğer Bediüzzaman Hz. İsa'nın bir şahs-ı manevi olduğu kanaatinde olsaydı, böyle bir açıklama yapmaz. Hz. İsa'nın tanınmasından bahsetmezdi. Ama Bediüzzaman "ONU" kelimesiyle Hz.  İsa'nın "BİR ŞAHIS" olduğunu belirtmiş ve sonra da açıkça onu kimlerin tanıyamayacağını açıklayarak, bu durumu bir kez daha vurgulamıştır.

19- Bediüzzaman, Hz. Mehdi’de Görüleceğini Belirttiği Hakim Sıfatına Sahip Olmuş Mudur?

20- Hz. Mehdi’nin ‘En Büyük Müçtehid’ Olacağını Söyleyen Bediüzzaman İçtihad Etmiş Midir?

Ahir zamanın en büyük fesadı zamanında, elbette EN BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD (ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük İslam alimi) hem EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD (her yüzyıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük İslam alimi, yenileyen, yenileyici), hem HAKİM, hem MEHDİ hem MÜRŞİD (doğru yolu gösteren kişi) hem KUTB-U AZAM (Müslümanların kendisine bağlandıkları büyük evliyalardan, zamanın en büyük mürşidi) olarak BİR ZAT-I NURANİYİ (nurlu bir zatı) GÖNDERECEK ve O ZAT da, EHL-İ BEYT-İ NEBEVİDEN (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) OLACAKTIR. (Mektubat, s. 411-412)

Bediüzzaman ahir zaman alametlerinin şiddetlendiği dönemde Allah'ın insanların kurtuluşuna vesile olması için Peygamberimiz (sav)'in soyundan nurani bir şahıs olan Hz. Mehdi'yi göndereceğini bildirmiş ve bu kutlu zatı geçmiş dönemlerdeki müceddidlerden ayıran özellikleri anlatmıştır.

EN BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD ve EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD:

Peygamberimiz (sav) hadislerinde her yüzyıl başında insanlara din ahlakını ve hükümlerini anlatan, dönemin ihtiyaçlarına göre açıklamalarda bulunan bir müceddid gönderileceğini bildirmiştir. Örneğin İmam-ı Rabbani 1000. Hicri yılın müceddididir. Mevlana Halid-i Bağdadi ittifakla Hicri 12. ve 13. asırlar arasındaki müceddiddir. Bediüzzaman da Hicri 12. asrın müceddidi Mevlana Halid'den tam yüz sene sonra yayınlanan Risale-i Nur'un müellifi (yazarı) olması sebebiyle kendisinin de 13. ve 14. asırlar arasındaki müceddid olduğunu belirtmiştir.

Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin ise kendisinden sonra geleceğini -tarih vererek- bildirmiş, Hicri 14. ve 15. yüzyıllar arasındaki "müceddid"in Hz. Mehdi olacağını müjdelemiştir. Bediüzzaman bu sözünde de Hz. Mehdi için "EN BÜYÜK MÜCEDDİD ve EN BÜYÜK MÜÇTEHİD" sıfatlarını kullanmaktadır. "MÜCEDDİD" dini hakikatleri devrin ihtiyaçlarına göre açıklayan, "MÜÇTEHİD" de ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük İslam alimi ve önderidir. Bu vasıftaki büyük zatlar, İslam toplumlarına örnek olmuş, yol göstermiş, zamanın kutbu olmuş önderlerdir. Bu önderlerden kimi içtihat etme (hükümleri usulüne uygun olarak Kuran ve hadislerden istifade ile ortaya koyma) ve hüküm verme vasıflarından dolayı "mezhep önderleri" olmuşlardır; Müslümanlar da onlara uymuşlardır.

İmam Hanefi, İmam Şafi, İmam Hanbeli, İmam Maliki bu önderlerden olup 4 mezhebin kurucularıdır. Bütün ehl-i sünnet onların verdiği hükümlerle amel etmektedir. Bediüzzaman bu "müçtehid ve müceddid"lerin en büyüklerinin ise Hz. Mehdi olacağını ifade etmiştir. Bu da Hz. Mehdi'nin içtihat etme (hükümleri usulüne uygun olarak Kuran ve hadislerden istifade ile ortaya koyma) ve hüküm vermeye en yetkili kişi olarak, kendisinin de "tüm mezhepleri kaldıracağını" göstermektedir. Zira en büyük mezhep imamı olduğuna göre zaten tüm diğer mezhepleri kaldırması gerekir. Zamanında herkesin ona uyacağının bildirilmiş olması da bunu doğrulamaktadır.

Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin "en büyük müceddid ve müçtehid" olduğunu söyleyerek onun tüm mezheplerin üstünde olacağını ifade etmiştir. Geçmişten günümüze pek çok İslam alimi eserlerinde bu konuya değinmişlerdir. İslam tarihinin en büyük alimlerinden biri olan Muhyiddin Arabi ise "Fütühat-ül Mekkiye" isimli eserinde bu konuda şöyle bilgi vermiştir:

... MEHDİ, DİNİ PEYGAMBER'İN ZAMANINDA OLDUĞU GİBİ AYNEN UYGULAYACAK. YERYÜZÜNDE MEZHEPLERİ KALDIRACAK. HALİS HAKİKİ DİNDEN BAŞKA HİÇBİR MEZHEP KALMAYACAK. (Muhammed B. Resul El Hüseyin El Berzenci, Kıyamet Alametleri, s. 186-187)

Hüseyin Hilmi Işık ise, Saadet-i Ebediye adlı eserinde Hz. Mehdi'nin bu özelliğini şöyle haber vermiştir:

HAZRET-İ MEHDİ, AHİR ZAMANDA DÜNYAYA GELECEKTİR. Resulullah Efendimizin (sav) soyundan olacaktır. İsa Aleyhisselam'la buluşacak, MEZHEPLERİ KALDIRACAK, YALNIZ ONUN MEZHEBİ KALACAK. (H. Hilmi Işık, Saadeti Ebediye, s. 35)

Bediüzzaman Said Nursi bilindiği gibi Şafi mezhebindendir. Bir mezhep sahibi değildir ve bir başka mezhep kurucusuna tabi olmuştur; İmam Şafi'yi imamı olarak kabul etmiştir. Bediüzzaman bu konuyu eserlerinde şöyle ifade etmiştir:

"Evvelâ: Ben Şafiî'yim..." (Emirdağ Lahikası, s. 38)

"... hem hususî Şafiîce ibadetime." (Büyük Tarihçe-i Hayat, s. 202)

"Yalnız bu kadar var. Ben Şafiîyim..." (Büyük Tarihçe-i Hayat, s. 206)

"Hattâ Şafiî mezhebinde olduğu için..." (Emirdağ Lahikası, s. 573)

Oysa ki Hz. Mehdi tüm mezhepleri kaldıracak ve tüm mezheplerin üzerinde olacaktır. Bir mezhebe bağlı olan Bediüzzaman da, bu özelliğin Hz. Mehdi'ye ait olacağını belirterek kendisinin Hz. Mehdi olmadığını açıklamıştır.

HAKİM:

Bediüzzaman'ın kullandığı "HAKİM" kelimesinin sözlük anlamı, "Haklı ve haksızı ayırıp adalet üzere hükmeden, idare eden"dir. Bediüzzaman eserlerinde Hz. Mehdi'nin yerine getireceği görevlerinden bahsetmiş, halihazırda dağınık halde bulunan tüm İslam dünyasını birleştirip bu birlikteliğin liderliğini üstlenmenin de Hz. Mehdi'nin bu görevlerinden biri olduğunu belirtmiştir. Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin, burada belirttiği "HAKİM"lik sıfatını kullanarak, tüm İslam aleminin başında olacağını ve Müslümanların meselelerine çözüm getireceğini bildirmiştir. Buna göre, Hz. Mehdi karar mekanizmasının başında olacak, onun adil hükümleri ve yönlendirmesiyle İslam dünyası idare edilecektir. Böyle bir gelişme şu ana kadar gerçekleşmemiştir. Nitekim Bediüzzaman da bu gerçeği hatırlatarak Hz. Mehdi'nin henüz gelmediğini dile getirmiş; ortaya çıktığında Hz. Mehdi'nin bu "HAKİMLİK VASFINI TAŞIMASIYLA TANINABİLECEĞİNE" dikkat çekmiştir. Bediüzzaman Said Nursi, şerefli fikri mücadelesini sürdürürken 28 yıl gibi uzun bir süreyi hapisanelerde ve sürgünlerde geçirmiştir. Yaşadığı süre içinde çoğu zaman “mahkum” olmuştur; ancak “hakim” olmamıştır.

MEHDİ:

Bediüzzaman Rabbimiz'in, ahir zamanın en zorlu ortamında, tüm insanların kurtuluşuna vesile olması için göndereceği mübarek zatın ayrıca "MEHDİ" vasfını da taşıyacağını bildirmiştir. "MEHDİ" kelimesi, "HİDAYETE EREN, HİDAYETE VESİLE OLAN VE HİDAYETE YÖNELTEN" anlamlarındadır. Mehdi sıfatı, özel bir lütuf olarak Allah'ın hidayetine mazhar olan ve Allah'ın kendisine yol gösterdiği kişiyi tanımlamaktadır. Ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi de ismini bu özelliğinden almaktadır

MÜRŞİD ve KUTB-U AZAM:

Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin özelliklerinden bazılarını saydığı bu sözünde onun aynı zamanda hem "MÜRŞİD" hem de "KUTB-U AZAM" olacağını bildirmiştir. "MÜRŞİD" kelimesi "DOĞRU YOLU GÖSTEREN KİMSE" anlamına gelmektedir. "KUTB-U AZAM" ifadesi ise "MÜSLÜMANLARIN KENDİSİNE BAĞLANDIKLARI BÜYÜK EVLİYALARDAN, ZAMANIN EN BÜYÜK MÜRŞİDİ" anlamındadır. Bediüzzaman bu sözünün başındaki "ahir zamanın en büyük fesadı zamanında" ifadesiyle, Hz. Mehdi'nin dünyanın belki de en buhranlı devresi olan ahir zamanda, dünya çapında yapacağı çalışmalarla, imandan ve doğru yoldan, din ahlakından uzaklaşmış insanlığı gafletten uyandırıp hidayete yönelteceğini bildirmiştir. Hz. Mehdi, Müslümanların kendisine bağlandığı, zamanın en büyük yol göstericisi olacaktır.

ZAT-I NURANİ:

Bediüzzaman burada Hz. Mehdi'nin "BİR ZAT-I NURANİ" olduğundan bahsetmektedir. Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bir şahs-ı manevi olduğunu vurgulamak isteseydi burada "bir zat-ı nuraniden" değil, "bir şahs-ı manevi-i nuraniden" bahsederdi. Ancak çok açık olarak Hz. Mehdi için "BİR ZAT" ifadesini kullanmıştır. Ayrıca "NURANİ" kelimesiyle de bu mübarek zatın bir özelliğini de vurgulamış, onun "NURLU BİR ŞAHIS" olduğunu belirtmiştir.

EHL-İ BEYT-İ NEBEVİDEN:

Bediüzzaman bu sözüyle de Hz. Mehdi'nin "BİR ŞAHIS" olduğunu bir başka önemli delili hatırlatarak yeniden açıklamaktadır. Bediüzzaman "HZ. MEHDİ'NİN PEYGAMBERİMİZ (SAV)'İN SOYUNDAN GELEN BİR ŞAHIS OLACAĞINI" belirtmektedir. Bediüzzaman eserlerinde bu konuyu da çok sık olarak vurgulamaktadır. Bediüzzaman bir şahs-ı manevinin,  peygamber  soyundan  gelemeyeceğini kuşkusuz ki çok iyi bilmektedir. Bu özelliğini hatırlatarak Hz. Mehdi'nin mübarek bir soydan gelen "BİR İNSAN" olacağını ifade etmektedir.  Bunun yanı sıra Bediüzzaman risalelerde birçok kez kendisinin Peygamberimiz (sav)'in soyundan olmadığını belirtmiş ve Hz. Mehdi geldiğinde, diğer müceddidlerden bu özelliğiyle ayırt edilebileceğine dikkat çekmiştir.

 

PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo
İNDİRMELER
  • 1-10
  • 11-20
  • 21-28
  • “Akıllı Tasarım” Saptırmacası
  • Ek Bölüm: Evrim Teorisinin Sonu