Adamlık dininin yaşam felsefesi ve kuralları, Kuran ahlakının tamamen tersi olan batıl bir inanıştan kaynaklanır. Bu şeytani inanış kişinin tüm yaşantısına hakim olan, toplumda da doğal ve geçerli görülen bir zihniyettir. Kuran'ın pek çok yerinde kötü ahlak modeli olarak tarif edilen tavır ve hareketler, adamlık dinini yaşayanlar tarafından çoğu zaman meziyet olarak kabul edilir.
Bu batıl din, kuralcılığın hakim olduğu bir hayat tarzıdır. Toplum, büyük kısmı atalarından miras kalmış birtakım kurallara sahiptir. Bu kuralları ise, "... Gerçekten biz, atalarımızı bir ümmet (din) üzerinde bulduk ve doğrusu biz, onların izlerine uymuş kimseleriz." (Zuhruf Suresi, 23) diyen inkarcı toplumlara benzer şekilde, adeta İlahi bir hüküm gibi korunmaktadır.
Bu kuralların dışına kolay kolay çıkılmaz. Yemek yeme adabından, yatma vakitlerine, sevgi ve saygı gösterme şekillerinden, arkadaş seçimine, misafir ağırlamaya kadar, hep daha önceden belirlenmiş kurallara göre yaşanır. Bu batıl dini tercih eden ve bu batıl dinin adamı olma yolunda ilerleyen her kişi, toplumun büyük çoğunluğu tarafından kabul gören ortak bir üslubu ve tavrı benimsemek zorundadır. Hatta bu tavırların ustalıkla icra edilmeleri bir üstünlük ölçüsü olarak kabul edilir. Tercihler Allah'ın rızasına göre değil, adamlık dininin koyduğu hak olmayan ölçülere göre yapılır. Bu çarpık anlayış, adamlık dinine tabi olanlarda geniş çaplı karakter ve davranış bozukluklarına sebep olmuştur. Aşağıda, bunların en belirgin olanlarını ana başlıklar altında inceleyeceğiz.
İslam dinindeki samimiyet, doğallık ve içtenlik yerine adamlık dininde, samimiyetten tamamen uzak, her biri özel olarak ayarlanan ve zaman içinde kişinin karakterinin bir parçası haline gelen suni tavır ve davranışlar vardır.
Adamlık dini mensubu, çarpık anlayışının sonucu olan bu yapmacık hareket ve mimikleri, samimiyetsiz üslubu ile daha ilk bakışta kendisini belli eder. Bu yapmacık tavır ve davranışların her biri, mesaj vermek, ilgi çekmek, gösteriş yapmak, menfaat gözetmek vs. gibi belli amaçlara yönelik olarak sergilenir.
Adamlık dininde, duyguların çoğu zaman konuşma yoluyla değil de, bakış ve tavırlarla ifade edilmesi esastır. Bunun sebebi, kişinin hissettiği birçok duyguyu açıkça belli etmeyi gururuna yedirememesidir. Bu yüzden duygularını ima yollu tavır ve davranışlarla belli eder. Avami lisanda "trip atma" şeklinde ifade edilen bu davranış bozuklukları adamlık dini insanının temel kişilik yapısını oluşturur. Kızma, bozulma, kıskanma, özenme, hayranlık gibi hisler kimi zaman böyle dolaylı şekillerde dışavurulur.
Sinirlenince kapıları çarparak kapatma, kızdığını belli edecek bakışlar atma, hiç cevap vermeden yoluna devam etme, sinirlendiğini belli etmek için ses tonunu mümkün olduğunca kısık tutarak konuşma adamlık dini insanının dışavurum tavırlarından bazılarıdır. Genelde açık ve samimi bir üslup yerine ima yollu anlatımlar tercih edilir.
İslam dinindeki asaletin yerine adamlık dininde, tavırlarda basitlik hakimdir. Arkadaşlar arasındaki tartışmalarda kızıp başını çevirme, susup konuşmama, kapıyı çarparak çıkma, birdenbire arkasını dönüp ortamdan ayrılma, surat asma ve bunu belli bir süre devam ettirme gibi sessiz protesto hareketleri, gülünecek şeylere kasıtlı olarak gülmeme, sorulan sorulara duyduğu halde cevap vermeme ya da ters ve aksi cevaplar vererek karşı tarafı bezdirme gibi basit ve bayağı hareketler, bunlardan birkaçıdır.
Adamlık dininin mensupları, gün içinde sürekli olarak birbirlerine karşı üstünlük elde etmeye çalışır, ellerinden geldiğince karşı tarafı ezmeye uğraşırlar. Çünkü ancak karşı tarafı ezdikleri takdirde yükseleceklerini düşünürler.
Sinirli ve aksi görünme, çok meşgul olduğu ve kimseye tahammül edemediği izlenimi verme gibi tavırlar, genellikle işyeri sahibi veya üst makamdaki kişiler tarafından kendi altlarında çalışanlara karşı gösterilir. Karşı tarafı adam yerine koymadığını belli eden tavırlar göstermek de adamlık dininde makbul sayılan davranış biçimlerindendir. Toplum içinde konuşurken yalnızca belli kişileri muhatap alarak onlara bakarak konuşmak, belli kişileri adeta o ortamda yok saymak adamlık dininin aşağılama tavırlarındandır. Karşısındaki ile ilgisi olduğunu bildiği bir konuyu sırf onu muhatap almıyor görünmek için ona bakmadan yanındakilere anlatmak da sık sık yapılan hareketlerdendir.
Karşı taraf bir konu anlatırken yüzüne bakmadan elindeki işle uğraşmaya devam edip mümkün olduğunca ilgisizmiş gibi davranmak, sorduğu soruya duyduğu halde cevap vermemek adamlık dininde bir şahsiyet belirtisi olarak görülür ve üstün olabilmenin, bazı şeyleri "aşmış" görünmenin yollarından biri olarak kabul edilir. İlgisiz gibi görünmek, bir aşağılama yöntemi olarak hayatın her safhasında büyük bir itina ile uygulanır. Örneğin selam verilen kişi olmak çok önemlidir. Önce selam verenin karşı taraf olmasına özen gösterilir. Selamı duymazlıktan gelmek de karşı tarafı küçük düşürme metodu olarak kullanılır. Halbuki Kuran'da bildirilen ahlak ölçüsü çok farklıdır:
"Bir selamla selamlandığınızda, siz ondan daha güzeliyle selam verin ya da aynıyla karşılık verin..." (Nisa Suresi, 86)
Birtakım yapmacık hareket ve tavırlarla diğer insanlara karşı üstün gelmeye, kendi eksik ve kusurlarını örtmeye çalışmak, ancak Allah ve ahiret inancına tam olarak sahip olmayan kişilerde görülen bir zihniyet bozukluğudur. Allah'ı gereği gibi takdir edemeyen adamlık dini mensupları, yalnızca Allah'a güvenip dayanan ve Allah'tan başka hiçbir şeyden çekinip korkmayan müminlerin aksine sürekli bir korku, güvensizlik, tedirginlik ve şahsiyet bozukluğu içerisindedirler. Diğer insanlara karşı küçük düşmek, altta kalmak, ezilmek, kaale alınmamak gibi endişeler bu kişilerin gündelik hayatlarında önemli bir sorun teşkil eder. Bu yüzden, kendi içlerinde buna karşı kendilerince bir savunma mekanizması geliştirirler. Bu, onların en önemli zaaflarından birisidir. Genellikle de toplum içinde, bu zaaflarını kapatmak amacıyla "en iyi savunma saldırıdır" gibi sapkın bir mantık içinde hareket ederler.
ADNAN OKTAR: Firavunlarda, Nemrutlarda da bu vardır insanın bir enaniyeti vardır, ene denen birşey enaniyet. O bütün vücudu kapladığında insan delirir. Şuuru artık kapanır. Şeytanlaşır, Deccaller, Firavunlar ve Nemrutlarınn özelliği odur. Bazen insanlarda da olur o. Yani o vücut artık kontrolünü kaybeder, delirir adam, gurur, kibir ve kendini beğenmişlikten. Onu kontrol edemezsin, ondan sonra şuuru adeta tam kapanıyor. ”Sırf ene kesilir” diyor Said Nursi Hazretleri, yani "bütün vücut ene kesilir" diyor. Enaniyetten deliriyor, kendini beğenmekten. Herşeyde kendini beğenir, her fikrinin doğru olduğunu düşünür. Vardır böyle tipler, bilmiyorum hiç rastladınız mı? Yani allamedir, herşeyi bilir, en iyi o bilir, en akıllı odur, en güzel konuşan odur, herşeyin en doğru teşhisini o koyar, haşa üstüne varlık tanımaz. Halbuki Allah diyor ki, şeytandan Allah’a sığınırım “Her bilenden daha fazla bir bilen vardır.”. Ama ona göre o en iyi bilen o zaten.
Toplu ortamlarda insanların ilgisini çekebilmek, varlığını hissettirmek, kendini kanıtlamak maksadıyla başvurulan yapmacık tavır ve davranışların en belirginlerini şöyle sıralayabiliriz:
Bulunduğu ortama aykırı tavır ve davranışlarla farklı görünmeye, kendine özel bir hava vermeye çalışmak, neşeli samimi bir ortamda ciddi ve ağır takılmak, az konuşmak ya da ciddi, konsantre olunması gereken bir ortamda laubali hareketler yapmak... Olaylara normalden fazla tepkiler vererek veya aşırı tepkisiz davranarak ilgi çekmeye çalışmak. İçinde fırtınalar koptuğu halde bir olayı son derece olgun karşılamış gibi davranmak. Ani tavır değişiklikleri göstermek, gülerken birden anlamsız bir şekilde ciddileşmek veya sakinken aniden taşkın hareketler yapmaya başlamak, ani kahkahalar atmak. Normal konuşurken bir anda abartılı bir üsluba geçmek, örneğin ses tonunu yükseltmek ya da aşırı kısık bir sesle konuşmaya başlamak. Bu arada, yüz mimiklerinde ve el kol hareketlerinde de aynı şekilde abartılı bir hava estirmek. Değişik duruş ve oturuş tripleri yapmak. Bu suretle dikkat ve ilgiyi üzerinde tutmaya çalışmak. Birisinden ilgi görene kadar yakınlık göstermemek, daha sonra ilgilenmek, kendisine samimi davranan, yakınlık gösterenlere karşı ilgisiz davranmak, tepeden bakmak, kendisine yüz vermeyen, küçümseyen, ilgi göstermeyenlere yaranmaya, ilgisini çekmeye çalışmak...
Toplu ortamlarda ilgi çekmek için başvurulan yöntemlerden bazılarını da şöyle sıralayabiliriz: "Kendine meşgul havası vermek", "hasta, rahatsız ya da sıkıntılı hal görüntüsü vermek", "kasıtlı hata yapmak, olay çıkarmak", "görmediği bir şeyi görmüş gibi anlatmak"... Kendisiyle ilgilenilmediği veya kaale alınmadığı ortamlarda dikkat çekmek için ya da herkesten daha farklı ve özel bir ilgi görebilmek amacıyla şahsiyet gösterileri yapmak da bu yöntemlerinden biridir. Bu gösterilerin temeli rol yapmaya dayalıdır. Bazı örnekler vermek gerekirse:
Öyle olmadığı halde, şaşırmış, kızmış, sevinmiş, beğenmiş gibi davranmak, bunları belli eden mimik ve hareketler yapmak. Kaşlarını kaldırmak, kaşlarını çatmak, sert bakmak, imalı bakmak, dudaklarını büzmek, gözlerini kısmak, vs... Protesto hareketleri yapmak, örneğin, kendi de aynı fikirde olduğu halde bir konuda kasten muhalefet etmek gibi...
Bilinen bazı özelliklere sahip olduğu halde, bunlardan özellikle bahsetmeyip başkalarının konu açmasını beklemek, bu özelliklerinden bahsedilince de tevazu yapmak, bu şekilde, kimbilir başka bahsetmediği, bilinmeyen ne üstünlükleri var, ama tevazusundan söylemiyor izlenimi uyandırmak.
Gerçekte hissedilmeyen samimiyetsiz hareket ve davranışlarda bulunmanın sebeplerinden biri insanlardan elde edilmesi umulan çeşitli menfaatlerdir. Sevmediği fakat çıkarı bulunduğu birine sempatik görünmeye çalışmak, onun dalkavukluğunu yapmak, her fırsatta gözüne girmeye, kendini beğendirmeye çaba göstermek, patronuna, amir veya müdürüne karşı sahte bir sadakat ve saygı göstermek, şartlar değiştiğinde ise gözünü kırpmadan vefasızlık yapmak adamlık dini mensuplarına göre olağan davranışlardandır.
Ayrıca yaranma zihniyetinden dolayı veya korktuğu, çekindiği için doğru bildiğini söyleyememek, bunu da herkese hak verme, demokratlık gibi teviller ile kapamaya çalışmak da yapılan hareketlerdendir.
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. (Hadid Suresi, 20)
Yukarıdaki ayette adamlık dininin önemli bir özelliği olan övünme ve gösteriş yapma konusunun insanlar arasında ne kadar yaygın olduğuna dikkat çekilmektedir. İslam dininde hayatın en büyük amacı Allah'ın rızasını kazanabilmektir, ancak adamlık dininde hayatın en büyük amacı insanların rızasını kazanabilmektir. Bu nedenle adamlık dininde gösteriş yapmak hayati önem taşır. Çevresi tarafından beğenilen, takdir edilen, hayran olunan, özenilen veya gıpta edilen insan olmak herşeyden daha önemli olur. Bu batıl dinde insanlar çevreleri için giyinir, konuşur, ev döşer, meslek seçer veya kitap okurlar. Tüm yaptıklarında en büyük hedefleri yaptıkları için insanların takdirini toplayabilmektir. Örneğin kitapçıya gidip bir kitap seçerken en merak ettikleri konuya değil, en çok satan kitaba bakarlar. Hangi kitabı okuduklarında daha "havalı" ve günün modasına daha uygun olacağını düşünürler. Çünkü burada kitap okumanın amacı görgü, bilgi veya kişiliğini geliştirmek değil, çevresine karşı anlatacak bir şeyler bulabilmektir.
Birçok insan çocuğunu yetiştirirken onun sabırlı, hoşgörülü, imanlı, merhametli veya cömert bir insan olması için uğraşmaktan ziyade, yanlış da olsa çevresi tarafından makbul görülen özelliklere sahip olması için gayret eder. Örneğin en prestijli okula sokabilmek için uğraşırlar, yeteneği olmadığı halde piyano dersi aldırırlar, sırf arkadaşlarına gösteriş yapabilmek için kendilerine anne yerine "mami" vs. gibi Türkçe'de kullanılmayan ifadelerle hitap etmesini isterler, kibirli bir çocuk olarak yetiştirmenin makbul görüleceğine inanırlar. Çünkü adamlık dininde çocuk çok önemli bir "gösteriş" konusudur. Çocuğun iyi bir kolejde okuması, birkaç yabancı dil bilmesi, güzel olması, iyi giyinmesi, arkadaşlarının arasında popüler olması veya yetenekli olması anne ve babanın çevredeki itibarı açısından çok önemlidir. Nitekim adamlık dini sohbetlerinde anne ve babalar çocuklarının ne kadar tevazulu, ne kadar şefkatli veya ne kadar yumuşak başlı olduklarını değil, insanların gıpta edecekleri bu tip özelliklerini anlatmayı tercih ederler. Bu nedenle de çocuklarının ahlakıyla değil, görüntüsü ile ilgilenirler.
Hava atma konularından bir diğeri "gösterişli ev" sahibi olmaktır. İnsanlar ev seçerken kendi rahatlıklarından ziyade, çevrelerinin bakış açısına önem verirler. Hangi muhitte ve kaç katlı olmasının, nasıl bir manzara görmesinin, kaç metre kare olmasının kendilerini daha itibarlı yapacağına bakarlar. Evin içini de tümüyle çevrelerinin bakış açısına göre döşerler. Başka bir renkten hoşlansalar bile moda olan rengi seçerler, koltuklar son derece rahatsız olmasına rağmen sırf pahalı ve gösterişli diye satın alırlar, hiç beğenmedikleri bir döşeyiş şekline sadece ünlü bir mimara yaptırdıklarını söyleyebilmek için katlanmak zorunda kalırlar. Büyük vakitleri bu evin içinde geçtiği halde, sırf bu kadar para verdikleri salon eskiyip de gösterişleri bozulmasın diye misafir gelmesi haricinde salona adımlarını bile atmazlar. Hatta bazı insanlar, mobilyaların üzerlerini örtülerle veya naylonlarla kaplayıp kendileri içeride küçük bir odada otururlar. Yani evin yarısını gösterişe, diğer yarısını da yaşamaya ayırırlar.
Övünmek insanlar için öylesine büyük bir tutkudur ki, en yakın gördükleri kişilere bile mutlaka "gösteriş yapmak" isterler. Bunu en iyi yapabilecekleri yerlerden birisi davetlerdir. Gelen kişileri görmek istedikleri için değil, sadece onlara "hava atabilmek" için büyük davetler verirler. Davetin her detayı bu amaca uygun olarak hazırlanır. Yemekler bile lezzetlerine göre değil zengin gösterme niteliklerine göre seçilirler. Burada amaç misafirlerin bu yemekten lezzet alması değil, bu yemeğe harcanan paraya gıpta etmesidir. Böyle bir toplantıda herkes birbirinin kıyafetine, ayakkabısına, çantasının markasına, mobilyalara, takılan mücevherlere veya kullanılan parfümlere bakar.
Davete katılanların tüm konuşmaları bir çeşit "gösteriş yarışı"nı andırır. Konuşmalarda herkes bir konuda kendini ispat etmek ister. Kadınlar yurt dışı seyahatlerinden, gittikleri bir ülkenin güzelliğinden, hizmetçi bulmanın zorluklarından, terzilerinden, aldıkları marka kıyafetlerden, berberlerinden, kuyumculara sipariş ettikleri mücevherlerden bahsederek kendilerini ispat etmeye ve diğer kadınları ezmeye çalışırlar. Erkekler iş sahasında kazandıkları başarılarla, çevrelerinin geniş olmasıyla, ekonomi ve siyasi konulardaki yorumları ya da sanki konuya çok hakim bir insan edasıyla yaptıkları önerilerle ön plana çıkmaya çalışırlar. Dolayısıyla bu tip adamlık dini sohbetlerinde samimiyet, sıcaklık, dostluk oluşması imkansızdır. Nitekim bu tip davetliler toplantıyı terk ettikten sonra mutlaka geride kalanların kritiğini yaparak geceyi noktalarlar. Konuştukları kişilerin samimiyetsizliğinden, gösteriş yapmaya çalıştıklarından, ne kadar sıkıldıklarından, ev sahiplerinin görgüsüzlüğünden, evin dekorasyonunun kötülüğünden, yemeklerin lezzetsizliğinden bahsederler. Böylece adamlık dininin hakim olduğu bu tip toplantıları son derece bıkkın, sıkılmış ve canları yanmış bir şekilde terk ederler.
Adamlık dini içinde yaşayan bir insan Kuran'da bildirilen akıl ve anlayış keskinliğinden oldukça uzaktır. Buna rağmen bu kişiler kendi akıllarını çok beğenirler ve diğer insanlardan kendilerini çok akıllı zannederler. Adamlık dini insanı herkese her konuda fikir verecek bir akla sahip olduğu kanaatindedir. Sağdan soldan duyduğu yarım yamalak, kulaktan dolma bilgileri, başına gelen olaylardan kendince çıkardığı sonuçlarla sentezleyip büyük bir hayat tecrübesi edindiğini sanır. Herkese her fırsatta bu tecrübeyi ispatlamaya çalışır. Burada akıl, zeka, ahlak ve kültür gibi özellikler ikinci derecede kalır. En büyük prim yapan unsurlardan biri de, yaş faktörüdür. Bu sözde üstünlük; "sen gelirken biz gidiyorduk", "ben senin küçüklüğünü bilirim" gibi ifadelerle vurgulanır.
Fikir öne sürdüğü, bilmişlik yaptığı herhangi bir konuda haksız olduğu anlaşılsa bile, haksızlığını kabullendiği çok nadir rastlanan bir durumdur. Yanılmak, hata yapmak, haksızlığının ortaya çıkması adamlık dini insanının hiç işine gelmez. Çünkü zaten asıl önemli olan bir sonuca varılması, doğruların, gerçeklerin ortaya çıkması değil çoğunlukla kendi komplekslerinin tatmin bulmasıdır.
Bu tür bir ortamda yetişen çocuklarda da, daha küçük yaşlardan benzer özellikler yerleşmeye başlar. Örneğin kültürlü, entelektüel, varlıklı, fakat İslam ahlakından uzak bir yapıya sahip bir ailenin çocuğu çoğunlukla bilmiş, ukala, insanları küçük gören, kendini her konuda haklı ve yeterli sanan bir kişilik edinir. Küçüklükten "büyümüş de küçülmüş" bir görünümü olan bu gibi çocuklar, İslam ahlakı ile eğitilmedikleri takdirde bu batıl yapıyı hayatlarının her döneminde üzerlerinde taşırlar.
ADNAN OKTAR: Materyalist Darwinist düşünce otomatik olarak egoist ve bencil ruhu, yani bencillik felsefesini getirir. "Ben kurtulayım kime ne olursa olsun", "bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" kafası gelişir. Egoistlik çok korkunç bir şeydir. Çok rahatsız edici bir şeydir. Bencil toplumlar, bencil insanlar. Bencil çalışma gurupları, egoistçe yaklaştıkları için hep kendi çıkarlarını gözetirler. O zaman tabi kanun ve nizam tanımıyorlar. Hak hukuk tanımazlar, güzellik, sevgi, şefkat, merhamet, saygı gibi duyguları çok gereksiz görürler. O yüzden şu an dünyada görülen bu ekonomik kriz de bütün şiddetiyle bu zeminde gelişebiliyor. Halbuki insanlar çok tevekküllü olsalar, Allah’a tevekkül etseler, herşeyde bir hayır görseler, merhametli olsalar, komşusunu kendisinden daha çok koruyup kollasalar, “komşusu açken tok olan bizden değildir” sözünü, Peygamberimiz (sav)'in bu güzel sözünü güzel bir ahlak kaidesi olarak ele alsalar bambaşka bir ortam olur. Mesela sadaka verilmiyor, zekat aşağı yukarı çok zor, halbuki Müslümanlar fakirleri koruyup kollarlar, insanlara iyilik yaparlar. Özellikle borçları affederler, borçların affedilmesi çok önemlidir. Ve korkup hırs yapıp bir şeyi bir yere biriktirmezler, altını, gümüşü, parayı biriktirmezler, onu Allah yolunda kullanırlar, çünkü Allah’tan geleceğini umarlar. O yüzden şimdi bir kasılma oldu bütün dünyada. Çünkü herkes parasını tutuyor, herkes altını gümüşünü tutuyor, hiç kimse imalat yapmak istemiyor, herkes korku ve tedirginlikle neticeyi bekliyor. Böyle olmaz. Bu bir kollaps, yani tam anlamıyla bir açmaz. Hastalık bu.
ADNAN OKTAR: ... Dinsiz yetiştirilen egoist bencil yetiştirilen bir insan yaşlı bir insan gördü mü sokağa bakmaya başlıyor. Mesela yolda gidiyorsa gözünü çeviriyor, mesela adam iki büklüm, acı çekiyor. Ne var, aslan gibi delikanlısın, al ellerinden paketleri. "Amca nereye kadar istiyorsan götüreyim" de, değil mi, saygı ve sevgi göster, insan bundan mutlu olur. Allah ona o zaman güç kuvvet verir, neşe verir, mutluluk verir. Kendini orada kurnaz zannediyor, halbuki o zalimliğin egoistliğin acısıyla o an zaten hemen karşılaşmış olur. Hemen onun tokadını yemiş olur.
Adamlık dininde insanların dengesiz yönlerinin olması ilgi çekici ve makbul görülür. Bu nedenle birçok insan aslında son derece normal bir kişiliğe sahip olmasına rağmen özellikle "dengesiz" tavırlarda bulunur. Çünkü bu, çevresindeki insanlar arasında itibar elde etmesine ve takdir toplamasına sebep olacaktır. Adamlık dininin bu çarpık zihniyeti nedeniyle dikkat çekebilmek için canını tehlikeye atanlar dahi görülebilir. Özellikle gençler arkadaşlarına hava atmak ve insanların hayranlığını kazanmak maksadıyla, akılsızca cesaret gösterileri yapılır. Örneğin arabayla sürat yaparlar. Çok tehlikeli olabilecek bir virajda öndeki arabayı sollamaya kalkarlar. Özellikle karşıdan gelen aracın üzerine sürüp son anda kenara çekilirler. Hem kendi hayatlarını hem de diğer kişilerin hayatlarını hiçe sayarak kendilerine "delilik derecesinde cesur, ölümden bile korkmuyor" dedirtmek isterler. Halbuki bir insan aslında ölümden korkmadığından değil, adamlık dininin etkisine kapıldığı için bu tip bir tavır içine girer. Ancak unutulmamalıdır ki, delice sürat yaparak sözde bir cesaret gösterisi sergileyen bir genç tam o anda bir kaza yaparsa, yüzündeki bütün o çılgınlık giderek yerini çok ciddi ve korku dolu bir ifadeye bırakacaktır. Yardım istemeye ve ölmemek için dua etmeye başlar. O anda adamlık dini tümüyle etkisini yitirir ve yerini Allah korkusu alır.
Dengesiz görünmenin başka bir yöntemi, korkulan, çekinilen dolayısıyla da takdir edilen insan olabilmek için, zaman zaman öfkesine hakim olamıyormuş taklidi yapmaktır. Bir konuya sinirlendiğinde yumruğunu sıkarak duvara vurmak, cama yumruk atarak elini kanatmak, yüzünü elleriyle kapayarak bir süre sakinleşmeyi beklemek, hemen içki içmeye başlamak adamlık dininin gereği olarak yapılan belli başlı tavırlardandır. Hatta çoğu kişi "benim pskopat bir yönüm vardır" ya da "karanlık bir yönüm vardır, ama her zaman ortaya çıkmaz" gibi açıklamalarla kendisini yarı deli gibi göstererek insanların arasında itibar kazanmaya çalışır.
İnsanın hayatını tehlikeye atan birtakım sporlar da genelde bu imajı verebilmek için yapılır. Çoğu kişi sakatlanmaktan, bedenen zarar görmekten veya ölmekten korktuğu halde sırf çevresine hava atabilmek için bu sporlara yönelir. Bu yönüyle adamlık dini normal akla sahip olan insanları da anormal hareket etmeye ve hasta bir kişilik geliştirmeye zorlamış olur.
Adamlık dininde, zengin insanların beceriksiz olması gerektiğine dair bir yanlış inanç vardır. Bu inancın mantığı şu düşünceye dayanır: Zengin olan insanlar yanlarında fiziksel olarak güç sarf edecekleri işleri yaptıracak ücretli çalışanlar bulundururlar. Örneğin yemeklerini kendileri yapmaz, aşçı tutarlar. Evlerini kendileri temizlemez, hizmetçi edinirler.
Kıyafetleri söküldüğünde kendileri dikmezler, bir eşya kırıldığında onu yerden toparlamak için gayret sarf etmezler, bir yere gidilmesi gerektiğinde adresi şoföre verir, yolu bulmasını ondan beklerler, alışverişe kendileri çıkmaz eve getirttirirler, rahatsızlıklarında eve özel doktor getirtir, hastane prosedürlerinin neler olduğunu bilmezler. Araba bozulsa, lastik patlasa, herhangi bir eşyaya zarar gelse bunları telafi etmesi için mutlaka yanlarında çalıştırdıkları kişiyi görevlendirirler. Tüm bunlar servet sahibi insanlara mahsus bir hayat şeklidir. Bu nedenle başkalarının desteğiyle yaşamaya alışmış olan bu insanlar, el becerilerini geliştirme gereği duymazlar.
İşte bu zihniyet, kendisini zengin gibi gösterip hava atmak isteyen birçok insanın aslında becerikli olmasına rağmen "beceriksizlik taklidi" yapmasına sebep olur. Bu nedenle özellikle kadınlar arasında "el becerisi gelişmemiş, hiçbir şeyden anlamayan insan" havası vermek oldukça yaygındır. Örneğin bir genç kızın aslında bildiği halde arkadaşlarının yanında "ben çay yapmasını bilmem, ben yemek yapmaktan hiç anlamam, hayatım boyunca mutfağa girip bir şey yaptığımı hatırlamam, ben hiç iyi dikiş dikemem, bugüne kadar elime iğne iplik almadım" gibi sözler söylemelerinin altında yatan düşünce budur. Bu şekilde her işini başkasına yaptırma olanağı olan zengin bir insan görünümü vermeye çalışırlar.
Bir insan bir eşyayı neden beğenmez ve değersiz görür? Çünkü daha iyisine sahiptir. Örneğin sarayda oturan bir insan bir apartman dairesini beğenmeyebilir ve dekorasyon şeklini eleştirebilir. Ancak gecekonduda oturan bir insan için güzel bir apartman dairesi büyük bir saray hükmündedir. Çünkü kendisi çok daha kötü koşullarda yaşamaktadır.
Bir insan diğer bir insanın aklını neden beğenmez? Çünkü kendisinin daha akıllı olduğuna inanıyordur. Bir insan diğer birinin fikrini neden beğenmez? Çünkü kendisinin daha iyi fikirleri vardır. Bir insan karşısındakinin yaptığı işi neden beğenmez? Çünkü kendisi daha iyi yapabilecek bir beceriye sahip olduğunu düşünüyordur. Dolayısıyla bir şeyi beğenmemek, genellikle o şeyin daha iyisine sahip olmak anlamına gelir.
Bu nedenle çevrelerine herşeyin en mükemmeline sahip insan havası vermek isteyenler, gördükleri hiçbir şeyi beğenmezler. Hatta beğenseler bile bunu belli etmez, bir kusur bularak mutlaka eleştirmek isterler. Örneğin arkadaşlarıyla birlikte lüks bir restorana giden bir kişi, hayatı boyunca böyle lüks bir restorana gitmemiş olsa bile, yine de buranın yemeklerinde veya dekorasyonunda ya da garsonların tavırlarında bir kusur bulmaya çalışır. "Bence yemekleri pek iyi değildi, manzarası çok kötüydü, ne biçim döşenmiş insan daralıyor" gibi eleştiriler getirerek, bundan çok daha iyi yerler gördüm havası vermeye çalışır.
Genç kızlar kendilerinden daha güzel bir kız gördüklerinde mutlaka bu kişide bir kusur bularak kendi üstünlüklerini vurgulamak isterler. Örneğin saçlarının güzelliğine güvenen bir genç kız, kendisinden daha güzel birini gördüğünde "saçları ne biçim, saç modeli hiç yakışmamış veya saçları biraz seyrek galiba" gibi eleştirilerle aslında kendisinin daha üstün olduğunu vurgulamaya çalışır. Boyu uzun olan bir genç kız, kendisinden biraz daha kısa boylu ama daha güzel birini gördüğünde hemen "boyu kısa" gibi sözlerle bu kişiyi kendince küçük düşürmeye çalışır.
Adamlık dininin bu hatalı anlayışından dolayı bir kişinin kendisinden daha üstün gördüğü, daha akıllı, daha güzel, daha yetenekli bulduğu bir insanın özelliklerini övücü şekilde dile getirdiğine rastlayamazsınız. Örneğin bir köşe yazarının kendi yaşıtı olan bir başka yazarı övdüğünü, kendisinden daha akıllı bulduğunu veya tespitlerinin, üslubunun kendisinden daha isabetli olduğunu açıklayan bir yazısını görmeniz pek mümkün olmaz. Bir sanatçının kendi seviyesinde gördüğü bir başka sanatçıyı takdir etmesi, daha güzel ve yetenekli olduğunu söylemesi çok nadirdir. Ancak genellikle bu insanların birbirlerini kıyasıya eleştirdiklerine rastlayabilirsiniz. Örneğin bir psikolog diğerinin yöntemini beğenmez, bir diyet uzmanı diğer diyet uzmanlarının izlediği yöntemi eleştirir, bir televizyon sunucusu diğer sunuculara mutlaka bir kusur bulur. Bunun nedeni kendi yeteneklerini, akıllarını veya konumlarını üstün gösterme çabasıdır.
Konuşma, insanların fikir, düşünce ve duygularını, istek ve arzularını dış dünyaya aktarmalarına, birbirleri arasında geniş çaplı iletişim kurmalarına yardımcı olur. Oysa adamlık dininde konuşma, bu temel amaçlarının dışına taşarak adamlık dini insanının çarpık psikolojisinin bir dışa vurum aracı haline gelmiştir. Adamlık dini insanının bütün kompleksleri, kişilik bozuklukları, psikolojik problemleri, ruhsal sapmaları konuşması sırasında ortaya dökülür. Büyük bir çoğunluk kendisini dışarıya karşı olduğundan farklı ve üstün gösterme sevdasındadır. Bu gösteriş de, tavır ve davranışlarla olduğu gibi büyük ölçüde konuşma yoluyla gerçekleştirilir. Bu bölümde adamlık dini fertlerinin konuşmalarını, üslup, içerik, tavır, mimik ve diğer özellikleri açısından ele alacağız.
ADNAN OKTAR: Bazen öyle tipler görüyorum ki hakikaten görgüsüz ve cahil, ama kulağına küpe takmış, saçını da üç numaraya vurmuş, tişört giymiş, kelimeleri böyle yaya yaya konuşuyor, ilginç konuşma şekilleri geliştirmişler şimdi yeni. Bir acayip. Kelimeleri sündürerek falan, işte kulağına walkman midir nedir ondan takıyor, bir şeyler yapıyor. Ultra modern görünümlü kendi kafasına göre, ama tam cahil ve görgüsüz. Ben saçını kazıtmasına bir şey demiyorum, yahut kesmesine. O hoşuna gidiyorsa yapsın. Tişört giymesine de, walkman takmasına da. Hoşuna gidiyorsa yapsın. Ama bununla çağdaş olduğunu zannetmesi çok ilkel. Çünkü çağdaşlık sevgi dolu olmak, merhametli, şefkatli olmak, itinalı, dikkatli olmak, lafını sözünü bilmek, lafın nereye gideceğini bilmek, temizliğe dikkat etmek, diğer insanları rahatsız etmemek, Yaratandan ötürü yaratılmışları sevmek, çiçeklere, bitkilere, çocuklara, güzelliklere, her şeye karşı bir hayranlık duymak, onları koruyup kollamak, olayların girift taraflarını görmek budur çağdaşlık.
Adamlık dini bir "kalıplar" dinidir. İnsan bu kalıpları benimsediği ve uyguladığı müddetçe toplum içinde benimsenir ve rağbet görür. İnsan ilişkilerinde çok önemli bir yer tutan konuşmanın da bu batıl dinde kendine özgü sayısız kalıpları vardır. Adamlık dininde konuşmalar ortam ve duruma göre bu kalıplardan uygun olanlarının seçilip ardı ardına getirilmesiyle oluşur. Kişinin sarf ettiği sözleri gerçekten hissedip hissetmediği hiç önemli değildir. Adamlık dini insanı, hissettikleri dışa vurduklarından farklı olduğu için -diğer bir deyimle içi dışı bir olmadığı için- bir anlamda "iki yüzlü"lüğün tarifi içine girer. Normal bir insan için ikiyüzlülük her ne kadar utanılacak bir durum olsa da adamlık dinini yaşayan bir kişi utanılacak bir duruma düştüğünün farkında değildir.
Kişi adamlık dininde, nefret ettiği halde seviyor görünmeyi, sevdiği halde ilgisiz görünmeyi, umursamadığı halde saygı göstermeyi, üzülmediği halde üzülmüş gibi, sevinmediği halde sevinmiş gibi davranmayı, içinden gelmediği halde gülüp kahkaha atmayı ya da ağlamayı, hiç etkilenmediği halde çok şaşırmış görünmeyi öğrenir. Şartların gerektirdiğine göre de bu öğrendiklerini uygular.
Karşısındakiler de aynı yapıya sahip oldukları için yapmacıklık ve samimiyetsizliği yadırgamaz, doğal karşılarlar. Sıra kendilerine geldiğinde de aynı sahte ve suni karakter yapısını sergilemekten kaçınmazlar. Samimiyetsiz konuşma çeşitlerinden bazı örnekleri şöyle sıralayabiliriz:
Olayları anlatırken daha fazla ilgi çekebilmek için abartılı bir üslup kullanmak. Basit bir şeyi önemliymiş, önemli bir şeyi de basitmiş gibi anlatmak. Konuşurken, Türkçe karşılıkları olsa bile, yabancı kelimeler kullanarak yabancı dil bildiğini belli etmek...
Bilmediği bir konu anlatılırken belli etmeyip biliyormuş gibi davranmak, o konu hakkında duyduğu bir şeyi ekleyip sanki bütün konuya hakimmiş havası vermek. Anlatılanlardan etkilenmediği halde yapmacık abartılı tepkiler vermek ve hissetmediği halde hayret, beğeni, kınama, üzülme, onaylama, destekleme sözleri sarf etmek. Örneğin aslında şaşırmadığı halde, "pes doğrusu", "ay inanmıyorum", "şok olduk"... gibi ifadeler sarf etmek.
Bunların çoğu samimi olarak hissedildiği için söylenmez. Aslında karşı taraf da bu lafların yapmacıklığından haberdardır. Ancak önemli olan bu kalıpların yerli yerinde ustaca kullanılmasıdır. Gerisine aldırış edilmez. Samimiyetsizlik ve ikiyüzlülük adamlık dininde öyle doğal bir hal almıştır, öyle benimsenmiştir ki, kazara bir derece açık sözlü, içi dışı bir, samimi görünen birisine rastlansa onun bu özelliğinden olağandışı bir olaymış gibi bahsedilir. Adamlık dininin yaşandığı çevrelerde insan samimiyetsizliğinde başarılı olduğu ölçüde toplum içinde başarılı olur. Toplumda insanların hayranlık duyacağı mevkilere ulaşmış pek çok insana dikkat edildiğinde, bu kuralları uygulamada son derece usta oldukları görülecektir. Erkeklerde iş hayatında, mesleki kariyerde bir yükselme aracı olan samimiyetsiz konuşmalar kadınlarda eş, dost, arkadaşlar arasında bir övünme vesilesi olarak kullanılır. Kocanın makam-mevkisi, zenginliği, çocuklarının okul durumları, tatilde gidilen yerler, sosyal ilişkiler ve faaliyetler bire bin katılarak anlatılır. Yapmacık konuşma çeşitlerine örnek olarak aşağıdakileri de sayabiliriz:
Karşı tarafın esprilerine, ayıp olmasın diye veya ondan çekindiği ya da ona yaranmak için zoraki gülmek, içinden gelmediği halde yapmacık kahkahalar atmak. Sinirlenince abartılı kibar bir üsluba geçip sinirlendiğini ses tonuyla belli etmek de adamlık dininde sıkça rastlanan tavır bozuklukları arasındadır.
ADNAN OKTAR: Adamlık dini toplumun birçok kesiminden kardeşimizin karşılaştığı bir gerçektir. Aşırı yapmacıklık, aşırı yapmacık konuşmalar, yani doğal olmamak. Mesela birini görüyor, "Vay vay vay sen nerelerdeydin" diyor. Samimi olarak "ben seni çok özlemiştim. Allah kavuşturdu, elhamdülillah" dersin, candan bir konuşma olur. Tekrar tekrar "inan çok mutlu oldum. İnan çok sevindim." Yani yalan mı söylüyorsun da inandırmaya çalışıyorsun. Yemin ediyor mesela, "yemin ederim çok sevindim" diyor. Üzülmen mi gerekiyor, tabi ki sevinirsin. Bu tip, böyle yapmacık zorlama izahları kastediyorum. Toplumun birçok kesiminde insanları rahatsız eden, doğal olmayan konuşma üslubu bu. Bir de tabi samimi konuşan insan vardır. Bu insanın içini rahatlatır. Candan konuşuyordur, içinden gelerek konuşuyordur. Ama yapmacık insanda, bir an önce şu konuşmayı kesse de bir bitse diye insan düşünüyor. Tahammülü çok güç bir konuşma şeklidir. Buradan da anlayabilir, yani içine sıkıntı veriyorsa bir adam bilsin ki adamlık dinindedir o, ama içtenlikle ve rahatlıkla severek dinliyorsa onun konuşmalarını, varlığından huzurluysa o da adamlık dinini yaşamıyordur inşaAllah.
ADNAN OKTAR: Böyle ilginç tipler olur ya, çok çok yapmacık, akıl almaz samimiyetsiz bir tavra girer ve garip bir şov yapar, onu andıran çok garip bir üslupla anlatıyorlar dini. Zaten dikkatlice bakanlar, biraz hafızasını kontrol edenler hemen anlarlar. Böyle akılsızca, sanki din için konuşurken özel bir üsluba gerek varmış gibi uhrevi bir üslupla, gözleri dalıyor, bir şeyler yapıyor, arkada hafif bir müzik, böyle kaval sesi, ney sesi gibi. Niçin bunlara gerek var? Din apaçık gerçeğin ta kendisidir.
Gerçekten eğlenen insanın da yüzünde bir ifade olur. Hiç mutlu değiller. Birbirlerine, hepsini tenzih ederim ama büyük bir bölümü, bir şov sunuyorlar ve mutluluk şovu tarzında oluyor bu. Çok eziyetli bir şey bu.
Adamlık dininin konuşmalarındaki en belirgin özellik konuşmaların boş ve amaçsız olmasıdır. Halkın % 90'dan fazla bir kesiminde, "laf olsun diye, konuşmak olsun diye konuşmak" adeta istemsiz bir davranış haline gelmiştir. Sonuca götürmeyecek, kalıplaşmış beylik konular bu boş konuşmaların temelini teşkil eder. Bu tür konuşmaların konu içeriği çok geniştir. Halk arasında, avami lisanla, "geyik muhabbeti" olarak da tanımlanan bu konuşmalar adamlık dini insanının gündelik yaşamında önemli bir yer işgal eder. Konuşmaların fazla değişmeyen klasik açılışları vardır: "Dünyanın hiçbir yerinde yok...", "Avrupalı bunu yapmaz...", "24 saatte..." diye başlayan konuşmalar, "beni başa getirecekler...", "biz adam olmayız...", "onların hepsi benim yanımda yetişti..." şeklindeki konuşmalar uzar, genişler, konudan konuya atlanır. Bilinen veya bilinmeyen her türlü konuda fikir beyan etmeye yönelik konuşmalar da en çok rağbet görenlerdendir. Hiçbir sonuca bağlanamayan, bağlansa da hiçbir fayda getirmeyen bu tip konuşmalar genelde karşı tarafa fikir, düşünce, yorum sahibi olduğunu hissettirme kompleksinden kaynaklanır.
Adamlık dininde gerçekten konuşulup halledilmesi gereken konular bile karmaşa ve çözümsüzlüğe sürüklenir. Çok kısa sürede çözülebilecek meseleler saatlerce uzatılır. Konuşmalar karşılıklı iddialaşma, inatlaşma ve kişilik gösterisine dönüşür. İş toplantıları, arkadaş toplantıları, apartman toplantıları hep bu tür görüntülere sahne olur. Hikmetsizlik, konuşmaların her anına işler. Konuları özlü, hikmetli, akılcı bir biçimde dile getirmek mümkün değildir. Çünkü hikmet ancak, Allah'ın dileyip seçtiği kullarına verdiği bir üstünlüktür. Bir Kuran ayetinde şöyle buyrulur:
Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Bakara Suresi, 269)
Kuran'da bildirilen akıl ve hikmete sahip olmayan adamlık dini insanı, birkaç cümlede anlatılabilecek bir konuyu dakikalarca hatta saatlerce anlatamaz. Bazı durumlarda da kısa sürede anlatabileceği konuyu özellikle dakikalarca uzatıp "tadını çıkartır". Televizyonlardaki açık oturumlarda çok kısa sürede çözülebilecek meselelerin saatlerce tartışması yapılır, ama hiçbir sonuca varılmaz. Bu konu hakkında Kuran'da şöyle bildirilmektedir:
İnsanlardan öyleleri vardır ki, bilgisizce Allah'ın yolundan saptırmak ve onu bir eğlence konusu edinmek için sözün 'boş ve amaçsız olanını' satın alırlar. İşte onlar için aşağılatıcı bir azap vardır. (Lokman Suresi, 6)
Adamlık dininde kişi lafı uzatıp bir türlü konunun özüne inemez. Çok konuştuğu halde birşey anlatamaz. Gereksiz girişler, anlamsız bağlantılarla çok basit bir konuyu bile içinden çıkılamaz bir hale sokar. Konuşmalarının arasına kendine dikkat çekmeye, fikir ve düşüncelerini önemli göstermeye ya da bilgi ve kültürünü ispatlamaya yönelik imalı sözler katmaya çalışır. En hayati konularda bile kendi şahsının öne çıkması birinci planda, konuşulan konu ikinci plandadır. "Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, '(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur..." (Hadid Suresi, 20) ayeti nde haber verilen özellikler adamlık dininin konuşmalarında da çok yoğun olarak kendini gösterir.
Bunlara, hep bir ağızdan konuşmak, karşısındakinin sözünü kesmek, konuyu yarıda kesip kendince önemli gördüğü başka bir konu açmak, yerli yersiz, bilip bilmediği her konuya karışmak gibi hareketleri de ekleyebiliriz.
Adamlık dininin konuşmalarında düşüncesizlik sık sık kendini gösterir. Anlattığı konu ya da kullandığı üslup karşı tarafın ilgisini çekmediği halde bunu fark edemeyip aynı tempoda anlatmaya devam etmek, daha önce anlattığı şeyleri unutup tekrar tekrar anlatmak, herkesin bildiği şeyleri çok orijinal bir konu anlatıyor edasıyla anlatmak, bir kişinin vakti yokken lafa tutmak adamlık dinine has düşüncesizliğin en belirgin örneklerindendir. Bütün bunların yanı sıra, yapılan yersiz ve kötü espriler konuşmaların daha da hikmetsiz bir hale gelmesine sebep olur.
Patavatsızlık, düşüncesiz konuşma şekillerinden biridir. Yanlış anlaşılmaya müsait sözler sarf etmek, lafın ucunun nereye varacağını hesaplayamamak, konuşurken çeşitli potlar kırmak bu sınıfa girer. Çoğu zaman kasıtlı bir aşağılama ya da alay etme amacı olmadığı halde bilinçsizce sarf edilen sözlerle insanları rencide etmek adamlık dini insanına mahsus bir davranıştır. Toplu ortamlarda, orada bulunan kimselerin çeşitli maddi veya fiziksel kusur, eksiklik ya da özürlerini dikkate almadan, gerek de olmadığı halde, bu konuları gündeme getirmek o kişiler için taciz edici olabilir. Örneğin saçları dökük ya da boyu kısa veya maddi durumu kötü olan bir insanın yanında bu özellikleriyle ilgili yersiz konular açmayı, küçük düşürücü espriler yapmayı adamlık dinine özgü düşüncesizlikler arasında sayabiliriz.
Konu ne olursa olsun iddiacı ve tartışmacı bir üslup takınmak adamlık dininin özelliklerindendir. Bunun yanı sıra ses tonunu yükselterek baskın çıkmaya çalışmak özellikle karşı tarafa kendi fikrini kabul ettirmenin bir gereği olarak kullanılır.
Kendisiyle aynı ortamda bulunan kişileri muhatap kabul etmeyip, onlar hakkında, "bu", "şunlar" gibi terimler kullanmak, karşısındakinin yüzüne bakmadan konuşmak, espriyle bozmak, laf sokmak da adamlık dininde karşı tarafı aşağılama metotlarındandır. Duyduğu halde kendine ağır bir hava vermek için sorulan sorulara cevap vermemek, duymazdan gelmek kullanılan başka bir yoldur. Bunların yanı sıra duyduğu bir şeyi kasten tekrarlatmak, anladığı halde anlamazdan gelmek, karşı taraf bir şey anlatırken onu kaale almadığını ve dinlemediğini belli edecek şekilde başkasıyla farklı bir konu konuşmaya başlamak saygısız ve alaycı konuşmanın diğer örneklerindendir.
Karşısındakinin anlattığı konuyla ilgilenmediğini, küçümsediğini belli eden alaycı ifadeler kullanmak "tabi tabi haklısın", "aynen devam et" gibi... kelimeler kullanmak, ayrıca otoriter üslup takınarak "bakayım"lı konuşmak ("ver bakayım", "gel bakayım" gibi...) bu konuyla ilgili diğer örneklerdir.
Telefonda konuşurken, normal zamanda kullandığı ses tonu ve üsluptan farklı bir ses tonu ve üslup kullanmak yine adamlık dini özelliklerindendir. "Alo" kelimesini bulunduğu yerdeki statüsüne göre, farklı samimiyetsiz şekillerde telaffuz etmek, örneğin patron ve müdür konumundaysa sesini özellikle kalın ve tok bir tona getirip ağır ve ekstra ciddi bir üslupla telefonu açmak gibi.
Adamlık dininde telefonla konuşurken görülebilen diğer hareketler de şöyle sıralanabilir: Karşılıklı konuşmalarda rahat söyleyemeyeceği şeyleri telefonda cesaret bulup söylemek, çıkarı olan birisinden telefon beklerken telefonun başından ayrılmadığı halde telefon çalınca hemen açmamak, uzun bir süre çaldıktan sonra cevap vermek...
Karşı tarafla konuşurken etrafındakilere kaş göz işaretleriyle mesaj vermek. Kendini tanıtma ve vedalaşma sırasında yapmacık samimiyet kalıpları kullanmak, sinirlendiğini belli etmek için ahizeyi vurarak kapatmak, konuşurken karşı tarafa samimiyetsiz iltifatlar yapıp telefonu kapattıktan sonra karşı taraf hakkında olumsuz veya alaycı konuşmak gibi davranışlar da adamlık dinine has hareketlerdir.
Kalem Suresi'nin 10-13. ayetlerinde, adamlık dini mensuplarının gösterdiği basit ve aşağı tavırlar birbiri ardına tarif edilir. Bu konu ile ilgili olarak bildirilen ayetler şöyledir:
Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran, aşağılık. Alabildiğine ayıplayıp kötüleyen, söz getirip götüren. Hayrı engelleyip sürdüren, saldırgan, olabildiğince günahkar. Zorba, saygısız, sonra da kulağı kesik. (Kalem Suresi, 10-13)
Ayetlerin ilk başında söylenen "alabildiğine ayıplayıp kötüleme", adamlık dininde çok rastlanan bir tavırdır. Bu şeytani dinin mensupları içinde, insanların yüzüne karşı iyi davranan, sonra da arkasından çekiştiren insan modeli son derece yaygındır. Hiç kimse birbirinin eksik ve hatalı yönleriyle, düzeltmek kastıyla ilgilenmez. Zaten, başkalarının hatalarını düzeltmek de pek arzu edilmez. Kişinin herhangi bir hatası, ancak bir alay ya da dedikodu konusu olarak gündeme gelir.
Adamlık dininde adeta bir eğlence ve oyalanma konusu haline gelen dedikodunun, sosyal yaşamda önemli yeri vardır. Toplumda bu kötü huyun eleştirilmesi ve reddedilmesi beklenirken aksine çoğunlukla teşvik edildiği görülmektedir. Oysa Kuran'da bu konuda verilen hüküm şudur:
Ey iman edenler zandan çokça kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönünü araştırmayın). Kiminizde kiminizin gıybetini yapıp arkadan çekiştirmesin Sizden biriniz ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi?... (Hucurat Suresi, 12)
ADNAN OKTAR: Boş konuşma ne eziyettir ne zordur, hele yapmacık bir insanın boş konuşmalarını dinlemek, öyle insanlara dikkat edin hep groge olur. Aklı başında bir insan adeta perişan olur sıkıntıdan. En güzel şey oradan çıkıp gitmeleridir. Dedikodu yapıldığında da dedikodusu yapılan insanı överseniz dedikodu yapanın zevkini boğazına tıkarsınız çok iyi olur. Yani üç beş tane övücü söz söylerseniz dedikodunun hiçbir anlamı kalmaz onun için.
Samimiyetsizliğin yanı sıra alaycılık da adamlık dini insanlarının ortak davranış bozukluklarındandır. Kuran'da açıkça yasaklanan alaycılığın, ne derece çekinilmesi gereken bir davranış olduğu bir ayette şöyle bildirilmiştir:
Arkadan çekiştirip duran ve kaş göz işaretiyle alay eden her kişinin vay haline... (Hümeze Suresi, 1)
Buna karşın adamlık dininde, kişinin fırsat bulduğunda hiç çekinmeden bir başkasıyla alay etmesini ve onu küçük düşürmesini engelleyen hiçbir kural yoktur. Tam tersine alay eden kişinin safında olmak herkes için daha cazip bir durumdur. Alaycı ve küçük düşürücü tavırlara şu örnekleri verebiliriz:
Bir topluluk içinde samimi olduğu kişilerle kaş göz işareti yaparak diğer bazı kişileri alaya almak, topluluk içinde insanları aşağılamak kastıyla onların hatalarını, eksiklerini, kusurlarını gündeme getirmek ve bunları alay konusu yapmak, kişinin fiziksel özellikleriyle alay etmek, karşı tarafın eksik ya da vasat özelliklerini, o şahsı bu özelliklerin zıt olanlarıyla överek alay konusu yapmak.
Ayrıca şaka ve esprilerle veya kötü lakaplar ve sıfatlar takmak suretiyle insanları küçük düşürmek, bakış ve mimiklerle insanları küçümsemek ve aşağılamak, karşısındakinin küçük düşürücü şekilde taklidini yapmak, üslup, ses tonu ve seçilen kelimelerle karşı tarafı ezmeye çalışarak kendi üstünlüğünü ortaya koymak, birisi bir şey anlatırken onun eksikliğini ima ederek başkasıyla gülüşmek, duyamayacağı bir şekilde onun hakkında fısıldaşmak gibi hareketler adamlık dininde sık sık görülür.
Bunların yanı sıra ortamda hata veya sakarlık yapan birisiyle toplu olarak dalga geçmek, eğlence konusu edinmek için saflığı ya da iyi niyetiyle tanınan bir kişiyle özellikle uğraşıp onun her hareketinden, her sözünden alay edilecek bir şeyler çıkarmak, sevmediği, ezmek istediği bir kimseyi bilhassa kalabalık ortamları kollayarak küçük düşürmek de adamlık dininin özelliklerindendir. Oysa alaycılık, aşağılama, lakap takma gibi davranışlar Kuran'da şiddetle kınanmış ve yasaklanmıştır:
Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve birbirinizi 'olmadık-kötü lakaplarla' çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe etmezse, işte onlar, zalim olanların ta kendileridir. (Hucurat Suresi, 11)
Adamlık dininin en temel esaslarından biri umursamaz görünümdür. Çünkü bu batıl dinde umursamazlık, sözde akıl, yetenek ve şahsiyet üstünlüğünü vurgulama yöntemi olarak kullanılır. Çok özel, önemli ve herkesten daha üstün bir şahsiyete sahip insan izlenimi vermenin yolunun, "umursuzluk" olduğuna inanılır. Bu nedenle özellikle gençler arasında umursuz tavırlar çok yaygındır.
Bir lisenin en popüler kızlarını veya erkeklerini düşünün. Genellikle bu kişilerde alçakgönüllü, herkese karşı sevgi dolu, saygılı ve candan bir tavır göremezsiniz. Çünkü güzel ahlakın en önemli özellikleri olan bu tip tavırlar, cahiliyede küçük düşürücü bulunur. Adamlık dininin mensupları arasında popüler olabilmek için mümkün olduğunca kibirli ve umursuz olmak gerekir. Herkese selam vermemek, ancak selam verilen insan olmak bu anlamda çok önemlidir. Sevgi gösteren değil, ancak kendisine sevgi gösterilen kişi olmak da. Çevresindekilerle ilgilenmiyormuş gibi görünmek, birisi candan bir tavır gösterdiğinde mesafeli davranmak, sadece yakın birkaç arkadaşıyla samimi olup bunların dışında herkese karşı ilgisiz davranmak da bu anormal davranışlara örnektir.
Umursamazlığın bir de ikinci bir yönü vardır ki, "boş verme" mantığı olarak kendisini gösteren bu yönü, cahiliye toplumunun hemen hemen tamamına hakim durumdadır. Bu ruh halinde insanlar tehlikeyi fark etmez, fark etseler bile akılsızca umursamazlar. Çünkü adamlık dini tehlikeye karşı sakin davranmayı bir üstünlük olarak gösterir. Bu nedenle cahiliyede umursamazlıktan kaynaklanan ölümler, sakatlanmalar, hastalanmalar çok fazla olur. Örneğin kablosu elektrik kaçağı yapacak şekilde yıpranmış olan bir eletronik aleti tamir ettirmek yerine, "boş ver biz böyle şeylerden korkmayız" diyerek bu şekliyle kullanmak bu umursuzluğun bir göstergesidir. Ya da elektirik tesisatı eskimiş ve her an yangın çıkma tehlikesi olan bir apartmanda oturanların, "boş ver bu apartman sağlam apartmandır bir şey olmaz" sözleriyle bu tehlikeyi görmezden gelmeleri… Hatta insanların birçoğu, "biz eski toprağız bize bir şey olmaz" mantığıyla yıllarca doktora gitmez, hastalıkları için herhangi bir tedavi görmeye gerek duymaz. Adamlık dininin bu umursuzluğu nedeniyle, vücudundaki kanseri, tümörleri, virüsleri fark etmeden yıllarca yaşayan ve durum fark edildiğinde de ölümün eşiğine gelmiş insanlar çok fazladır.
Bu umursuzluğun getirdiği bir başka tehlike ise çevreye zarar verme ihtimalidir. Örneğin bazı kişiler 3-4 yaşındaki çocuklarını "hiçbir şey olmaz" zihniyetiyle evde yalnız bırakabilmektedirler. Döndüğünde çocuğunu sobaya yapıştığı veya gazı açtığı için yaralı ya da ilaç içtiği veya camdan düştüğü için ölü bulan insanlara çok sık rastlanır. Bu tip haberler her gün gazete sayfalarında çıkar. Ancak adamlık dininin umursamazlığı bu noktada da kendini gösterir. Bu haberleri okuyan insanlar böyle bir olayın kendi başlarına gelmeyeceğine inandıkları için aynı tavra devam ederler.
Cahiliye ahlakında "umursuzluk" o kadar yaygındır ki, insanlar birbirlerinden sürekli olarak "boş ver, aldırma, hiçbir şey olmaz" gibi sözler işitirler. Hatta bu dinin sapkın anlayışından dolayı insanlar, herhangi bir tehlike karşısında tedbir almaya veya tedbir alınmasını teklif etmeye utanırlar. Çünkü korkaklıkla suçlanırlar. Örneğin yangın tertibatı olmayan büyük bir iş yerinde çalışanların, gerekli teçhizatların getirilmesini teklif etmesi ya da eskimiş olan asansör tertibatının yenilenmesini istemeleri oldukça zordur. Çünkü böyle bir durumda işyerindeki diğer insanlar büyük bir ihtimalle alaycı esprilerle bu kişiye korkak muamelesi yapacaklardır. Halbuki sırf akılsızca bir "kendini ispatlama" zihniyetiyle yapılan bu tip umursuzlukların sonu genellikle bu insanların zararına neticelenir.
Ancak burada önemli bir noktaya dikkat çekmekte yarar vardır. Elbette bir tehlike karşısında aşırı panik olmak, bir anda şuuru kapanır derecede dehşete düşmek gibi tavırlar da doğru değildir. Allah insanlara Kuran'da tevekküllü olmalarını yani zor durumlarda, tehlike anlarında da Allah'a güvenip dayanmalarını emretmiştir. Bu konudaki bazı ayetler şöyledir:
De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)
… Kim de Allah'a tevekkül ederse, O, ona yeter. Elbette Allah, Kendi emrini yerine getirip-gerçekleştirendir. Allah, herşey için bir ölçü kılmıştır. (Talak Suresi, 3)
Ve (Hz. Yakup) dedi ki: "Ey çocuklarım, tek bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ben size Allah'tan hiçbir şeyi sağlayamam (gideremem). Hüküm yalnızca Allah'ındır. Ben O'na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnızca O'na tevekkül etmelidirler." (Yusuf Suresi, 67)
Yukarıdaki ayette görüldüğü gibi Hz. Yakup, çocuklarına tevekküllü olmayı öğütlemekte, ancak aynı zamanda yapacakları işte tedbir almayı da hatırlatmaktadır. İşte, salih bir Müslümanın göstermesi gereken tavır da budur. Ne adamlık dininin gereği olan umursuzluk, ne de Allah'ın çirkin olduğunu bildirdiği tevekkülsüzlük doğru tavırlar değildir. İnsan gördüğü her tehlikeye karşı aklını kullanıp tedbir almalı, ama aynı zamanda da Allah'ın dilemesi dışında hiçbir tehlikenin önüne geçemeyeceğini bilerek Rabbimiz'e teslim olup tevekkül etmelidir.
Adamlık dini topluma son derece acımasız ve insaniyetsiz bir sistem getirir. Bu nedenle halkın büyük bir çoğunluğu çevresine karşı son derece düşüncesiz ve merhametsizdir. Dolayısıyla insanların sadece bir gün içinde defalarca morali bozulur, kırılır, kalbi sıkılır. Adamlık dininin zalimliği nedeniyle son derece gergin, asabi, azap dolu bir hayat yaşarlar. Herkesin çok dışa dönük ve neşeli bildiği insanların bile hemen hemen tamamı, akşam yatağına yattığında saatlerce ağlayan, için için büyük bunalımlar yaşayan insanlardır. Çünkü toplumun geneline adamlık dini tam hakim durumdadır ve bu batıl dinin getirdiği her tavır ve her mimik insanlar için -kendileri de aynılarını yapıyor olsa da- katlanması çok güç bir eziyettir.
Örneğin maddi durumu iyi olmadığı için iş yerine her gün aynı kıyafetle gitmek zorunda kalan bir insan düşünelim. Bu kişi için her gün aynı kıyafeti giymek büyük bir sıkıntı konusudur. Çünkü mutlaka çevresindeki insanlar bu konuyu kendi aralarında konuşur, bu durumdan dolayı ona değer vermez ve "bu kazak da üstünde parçalanacak", "senin de başka kıyafetin yok galiba" gibi düşüncesizce esprilerle alaycı bir tavır takınırlar.
Bir iş yerinde, okulda, yazlıkta, kursta veya bir topluluğun olduğu herhangi bir mekanda mutlaka insanların arkasından konuşan birilerinin olduğunu bilmek de çok sıkıntı vericidir. Çünkü insanlar mutlaka kendi arkalarından konuşulanları bir vesileyle duyar ve bundan dolayı kalplerinde büyük bir sıkıntı hissederler.
Adamlık dininde insanlar çok ince yöntemlerle birbirlerinin moralini bozabilirler. Örneğin yeni kıyafet giymiş birine, "güzel kıyafet, ama sana pek olmamış, dünkü kıyafetin sana daha çok yakışmıştı" demek, genellikle karşıdaki insanı aşağılamak için yapılır. Çünkü adamlık dininde övgü, iltifat veya güzellik dile getirme yoktur. Bu nedenle insanlar birbirlerinin güzel yönlerini övmezler. Saçını değişik bir model yapmış birine çok beğendiği halde, "bu da yakışmış, ama eski modelin sende daha güzel duruyor" demek de, adamlık dininin iğneleyici üsluplarından biridir. Her güzellikle bir kusur bulmak ve güzel olan yerine kusurlu olanı dile getirmek adamlık dininin bir kuralıdır. Örneğin çok güzel bir insanı, "güzel ama daha güzellerini de gördüm", "güzel, ama şurası kusurlu", "güzel, ama gözleri yeşil olsaymış daha güzel olurmuş" gibi ifadelerle övmekten kaçmak bu kuralın gereğidir.
Başkalarının hatalarından, eksiklerinden veya kusurlarından yola çıkarak eğlenmek de adamlık dininde uygulanan bir zalimlik çeşididir. Örneğin bir insanın gözündeki bozukluğu, şaşı olmasını espri konusu yapmak ve arkasından "sana mı bakıyor bana mı bir türlü anlamıyorum", "göz göze gelemiyorum" diyerek kahkahalarla gülmek… Sakar bir insanın eline bir şey verirken "aman ha sıkı tut" gibi espriler yapmak… Saçları dökülen birine sürekli olarak piyasadaki yeni çıkan ilaçları sayarak gülmek, "yeni saç ekme yöntemleri geliştirmişler, sana da bir randevu alalım", "bugün bir iki tel daha dökülmüş herhalde" gibi espriler yaparak kendince neşelenmek… Boyu kısa birine "aşağıda havalar nasıl", "aşağıdan dünya nasıl görünüyor" gibi cahilce sözler söylemek... Tüm bunlar adamlık dininden kaynaklanan zulüm yöntemleridir. Ayrıca düşen bir insana gülerek, onu mahçup etmek, kıyafeti sökük olan birini eğlence konusu yapmak, dili sürçen birinin taklidini yapmak da bu batıl dinin zalimliklerinden bazılarıdır.
Bu tip durumlarda espri yapılan kişi de genellikle kendisine yapılan bu şakalara adamlık dininin tavırlarıyla cevap verir. Örneğin bozulmadığını düşünsünler diye gülerek karşılık verir. Ancak içinde söylenenlerin sıkıntısını ve acısını mutlaka hisseder. Veya o da karşı tarafın bir kusurunu yüzüne vurur ve bu çirkin tavırlar karşılıklı olarak sürüp gider.
İnsanları kızdırmaya çalışmak adamlık dininin bir diğer önemli özelliğidir. Halk arasında birçok insan çeşitli sebeplerle bu yöntemi kullanır. Kimisi sevmediği bir insana rahatsızlık vermek, kimisi de kendisine kötülük yapan birinden intikam almak istediği için kızdırıcı davranır. Kimisi için ise kızdırmak adeta bir yaşam şekli olmuştur. İnsanların zaaflarını ortaya çıkarmaktan ve öfkelenmelerini seyretmekten hoşlanır ve bu şekilde nefsini tatmin eder. Annesine, babasına, öğretmenlerine, arkadaşlarına karşı her tavrının altında kızdırıcı bir yön olur. Ancak adamlık dininin bu özelliği, insanlar tarafından çok açık olarak uygulanmaz. Kızdırmanın belirli yöntemleri vardır. Bunlardan birkaçı şunlardır:
Karşı tarafı kızdırmaktan zevk alan insanlar bu yönteme çok sık başvururlar. İnsanların önem verdiği, heyecan duyduğu, telaşlandığı konularda normalin dışında sakin bir tavır göstererek karşılarındaki insanı rahatsız ederler. Özellikle gençlerin anne ve babalarına karşı olan tavırlarında buna sıkça rastlayabilirsiniz. Örneğin dışarı çıkmasına izin vermeyen annesinden intikam almak isteyen bir genç kız, onun bütün sorularına son derece lakayt ve sakin bir ses tonuyla cevap verir.
Annesi telaş içinde kaybettiği bir şeyi aradığında ve kızından yardım istediğinde sakin bir şekilde "görmedim" diyerek kafasını çevirir ve gazetesini okumaya devam eder. Annesi telefonda bir şey not etmek için acil kalem kağıt istediğinde, yavaş hareketlerle yerinden kalkıp ağır adımlarla kalemi ve kağıdı alıp son derece sakin bir tavırla bunları annesine götürür. Annesi samimi ve neşeli bir şekilde okulda neler yaptığını sorduğunda sadece "hiç" diye cevap verir. Candan bir tavırla gününün nasıl geçtiğini sorduğunda sadece "iyi" diyerek yürümeye devam eder. Çünkü tüm bu tavırlarının karşı tarafı kızdıracağını bilir.
Acelesi olan bir insana onun işine engel olacak ve hızını kesecek bir sakinlikle davranmak da adamlık dinindeki bir kızdırma yöntemidir. Örneğin işine geç kalan bir insan tam kapıdan çıkarken yukarıdaki odada çantasını unuttuğunu söylediğinde, son derece ağır adımlarla merdivenleri çıkarak, çantayı alıp yine uykulu bir sakinlik içinde kapıya getirmek, sırf karşı tarafı kızdırmak için yapılan bir eylemdir. Öğrencisine büyük bir gayret içinde bir konu anlatmaya çalışan bir öğretmeni ilgisiz gözlerle dinleyip en sonunda da sakin bir sesle "ben hiçbir şey anlamadım" demek, öğretmenini kızdırarak nefsini tatmin etmek isteyen cahiliye insanının tavrıdır.
"Sakin takılma"nın bir başka şekli sorulan sorulara bir türlü doyurucu cevap vermemektir. Örneğin "evin her yerini aradım ama ayakkabılarımı bulamadım sen gördün mü?" sorusuna sadece "evet" diye cevap vermek bir kızdırma taktiğidir. Bunun ardından "peki nerede gördün" sorusuna yalnızca "odada" cevabını vermek ve ne hangi oda olduğunu ne de yerini tarif etmemek karşı tarafın bir sürü soru sormasını gerektirecektir. "Hangi odada, odanın neresinde, hangi dolapta, dolabın hangi rafında" gibi soruların sorulması gerekecektir. Böylece sadece tek bir cümleyle halledilebilecek bir konu, dakikalarca uzayarak ve karşı tarafı zahmete sokarak kızdırıcı bir hale bürünmüş olacaktır. Bu nedenle sorulan sorulara tam ve açıklayıcı cevap vermemek, adamlık dininin kızdırma yöntemlerinden biridir.
Cahiliye toplumlarında bu yöntemi genellikle kavgalı kişiler birbirlerinden intikam almak için kullanırlar. Kavgalı oldukları insanı kızdırarak rahatsız etmek, ona huzursuzluk vermek için uygularlar. Böylece bir nebze de olsa intikam aldıklarını düşünürler. Örneğin kavga ettikleri kişinin de bulunduğu bir toplulukta ondan yana bakarak konuşmamak, sanki o ortamda öyle bir insan yokmuş gibi davranmak, herkesin esprisine gülerken onunkine gülmemek, herkese selam verirken ona selam vermemek, herkese veda ederken ona etmemek, herkesin hatırını sorarken onun yanından geçip gitmek, adamlık dini kıstaslarına göre "sana değer vermiyorum, bilgin olsun" anlamına gelir.
Bu yöntem kızdırmayı hayat şekli haline getirmiş insanlar tarafından da çok sık uygulanır. Kendisiyle konuşan bir insanın anlattıklarını çok iyi duyduğu halde dinlememiş gibi yapmak, "pardon sen en son ne demiştin", "bir şey mi söyledin" gibi sorularla karşı tarafı pek umursamadığını göstermek bu insanların uyguladığı bir adamlık dini tavrıdır. Anladığı bir konuyu sürekli açıklattırmak da diğer bir kızdırma yöntemidir. Örneğin kendisine "biraz ağır davranıyorsun, hızlı olsan daha başarılı olursun" diyen birinin ne söylemek istediğini çok iyi anladığı halde, "nasıl ağır yani" gibi bir soru sormak karşı tarafa iş çıkarmak ve onu bu söylediğine pişman etmek için yapılır. Annesinden daha düzenli olması için uyarı alan bir genç kızın buna cevaben "nasıl daha düzenli olabilirim ki" gibi sözlerle karşılık vermesi de bu eleştiriye karşı geliştirilen bir kızdırma taktiğidir. Halbuki her insan hızlı hareket etmenin veya düzenli olmanın ne demek olduğunu daha çocuk yaşlarda öğrenir ve bunlar son derece kolay uygulanabilecek konulardır.
Kızdırmanın diğer bir yöntemi "laf dokundurma" tabiriyle bilinen bir tavır bozukluğudur. Örneğin tanıdığı biri vasıtasıyla şirkete girmiş ve üst düzey yöneticiliğe yükseltilmiş bir elemanın olduğu iş toplantısı sırasında, "keşke bizim arkamız da güçlü olsaydı da, biz de kısa yoldan yükselseydik" demek buna bir örnektir. Veya istemeyerek yaptığı bir hata yüzünden zarara sebep olan birinin yanında "bazı insanların hatalarının ceremesini biz çekiyoruz, bildiğiniz gibi" şeklinde sözler sarf etmek yine "laf dokundurmak" maksatlıdır. Burada isim vermemek, özellikle "bazı insanlar" diye belirtmek yine adamlık dininin çirkin kurallarındandır.
Arkadaşının sınavlarda hep kendisinden daha iyi not almasını kıskanan bir öğrencinin bu kişinin yanında, "sabahlara kadar çalışıp belli etmeyen nice kişiler var" demesi, laf dokundurarak karşı tarafı kızdırmak için yapılır.
İnsanlar genellikle sözle anlatamadıkları şeyleri bakışlarına yansıtarak karşı tarafa anlatma yolunu seçerler. Çünkü bakışla yapılan bir ima hiçbir zaman maddi olarak ispat edilemez ve insanlar bakışlarındaki anlamı kolaylıkla reddedebilirler. Örneğin karşısındakine kinle bakan bir insan, "o an heyecanlandım, bakışlarım ondan değişmiştir, yoksa kinle hiçbir ilgisi yok" dediğinde bunu herkes kabul etmek zorunda kalır. Ya da bakışlarında alaycılık olan birinin, "yoo ben seni gayet ciddi dinliyorum, bir an aklıma bir şey geldi de ondan bakışlarımda gülme görmüş olabilirsin" dediğinde buna kimse itiraz edemez. Çünkü bakıştaki alaycılığın maddi bir delili yoktur. Ancak insan bakışlarıyla karşısındakine, her türlü olumlu veya olumsuz düşüncesini belli edebilir. Bu nedenle cahiliye toplumlarında kızdırma yöntemi olarak sadece bakışlarını kullanan birçok kişi vardır.
Örneğin insanlar genellikle kavgalı oldukları bir kişiyle konuşmak zorunda kaldıklarında gözlerine son derece anlamsız ve donuk bir bakış yerleştirirler. Bu bakış, yine karşı tarafı umursamadığını anlatan ve bundan dolayı da karşı tarafı kızdıran bir bakıştır. Nefsine ağır gelen ve gururunu kıran bir konu anlatıldığında, göz kapaklarını yarıya indirerek, çok ağır bir şekilde açıp kapayarak ve aynı anda da bomboş bakarak karşı tarafı dinlemek de adamlık dininin bir parçasıdır.
Karşı tarafı küçük gördüğünü belli ederek kızdırmak için ise gözlere alaycı bir bakış yerleştirilir. Bu yöntem, yüz gülmüyorken, gözlerin gülmesi şeklindedir. Karşı tarafın ciddi bir konuşmasını ciddi bir yüzle ancak gözlerinde gülümsemeyle seyreden biri, bu tavırla "anlat ama söylediklerin bir kulağımdan giriyor bir kulağımdan çıkıyor" demenin bir başka yöntemini uygulamış olur.
Adamlık dinini yaşayan bir insan, karakter ve ahlak olarak hayatı boyunca hiçbir ilerleme kaydedemez. Çünkü adamlık dini eleştiriye ve yeni fikirlere kesin bir yasak koymuştur. Bir insanın kendisinden büyük, zengin, kültürlü, yüksek makama sahip, güzel ve tecrübeli bir kişiyi eleştirebilmesi veya ona yeni fikirler getirebilmesi neredeyse imkansızdır. Hatta adamlık dininde bu konuda o kadar sert kurallar vardır ki, 20-30 yıllık arkadaşlıklar tek bir eleştiri nedeniyle bir daha görüşmemek üzere bir anda sona erebilir.
Örneğin adamlık dinine göre bir insanın, tavrıyla, ahlakıyla, karakteri veya mimikleri ile ilgili olarak karşısındaki kişinin fikrini alması ve ona danışması son derece küçük düşürücüdür. Bu nedenle genellikle cahiliye toplumunda kimsenin kendisiyle ilgili konularda bir başka kişinin fikrini aldığını ve danıştığını göremezsiniz. Örneğin "Karakterimde seni rahatsız eden bir yön var mı? Gülüşlerimde, yüz mimiklerimde veya yürüyüşümde bir kusur görüyor musun? Bana kişiliğimle ilgili verebileceğin bir tavsiye var mı? Nasıl bir insan olsam daha rahat edersiniz ya da daha çok sevilirim? Kıyafet zevkimi nasıl buluyorsun bana bu konuda verebileceğin bir öneri var mı?.." gibi sorular duymak hemen hemen mümkün değildir. Çünkü bir insanın kendisini geliştirmek için çevresinden fikir alması adamlık dininin zihniyetine taban tabana zıttır. Herkes kendisini "en iyi, en kültürlü, en görgülü, en akıllı" kişi olarak kabul eder. Eksiklikleri ve kendisini geliştirmesi gereken yönleri olduğunu bilse bile bunu çevresine belli etmek istemez.
Adamlık dini, fikir danışmamanın yanı sıra eleştiriye de tam anlamıyla kapalıdır. Örneğin kendi alanında uzman bir doktor veya bir mühendis düşünelim. Kendilerine gelen bir kişi eğer başka bir uzmanın fikrinin kendisininkinden farklı olduğunu ifade ederse, mutlaka "o zaman git ona muayene ol veya o zaman git evini ona yaptır" gibi bir cevap verirler. Kendi sahasında uzman olan insanlar, genellikle meslektaşlarının fikirlerini almak istemez ve mutlaka kendi dediklerinin yapılmasını isterler.
Bu inanca göre bir insanın kendinden küçük birinden, örneğin yeğeninden eleştiri alması imkansızdır. Hemen hemen hiçbir genç, amcasına ya da teyzesine karakterleriyle ilgili bir öneride bulunamaz. Söz gelimi bir akrabasının daha sabırlı, daha hoşgörülü veya daha ince düşünceli olmasını isteyen bir çocuk, bunu kendisine söylediğinde büyük bir ihtimalle ya alaycı, ya umursamaz ya da öfkeli bir tavırla karşılaşır. "Bu yaşta senden tavsiye alacak değilim ya" zihniyetiyle hareket eden insanlar kendilerinden küçük yaşta birinin aklına ihtiyaçları olmadığını düşünürler. Halbuki güzel ahlaklı imanlı bir genç, imansız ancak yaşlanmış olan bir insandan kat kat daha akıllı, vicdanlı ve ruhen olgun olabilir.
Nitekim Kuran'da bildirilen, Hz. İbrahim'in babasını doğru yola çağırmak için söyledikleri bu konuya bir örnektir:
"Babacığım, şeytana kulluk etme, kuşkusuz şeytan, Rahman (olan Allah)a başkaldırandır." "Babacığım, gerçekten ben, sana Rahman tarafından bir azabın dokunacağından korkuyorum, o zaman şeytanın velisi olursun." (Babası) Demişti ki: "İbrahim, sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursan, andolsun, seni taşa tutarım; uzun bir süre benden uzaklaş, (bir yerlere) git." (İbrahim:) "Selam üzerine olsun, senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim, çünkü, O, bana pek lütufkardır" dedi. (Meryem Suresi, 41-47)
Adamlık dininde, makam ve kültür de eleştiri almayı engeller. Bir işçi, çalıştığı fabrikanın genel müdürüne asla bir tavsiyede bulunamaz. Ne işle ilgili, ne o kişinin karakteriyle ilgili, ne de başka bir konuyla ilgili. Örneğin çevresindekilere karşı hoşgörüsüz ve baskıcı olan bir genel müdür, eğer işçilerinin birinden bu konuda bir tavsiye alacak olursa büyük bir ihtimalle yapacağı ilk iş bu kişiyi işinden çıkarmak olur. Çünkü adamlık dinine göre bu büyük bir hakarettir.
Oysa bu son derece yanlış bir bakış açısıdır ve Kuran ahlakı ile hiçbir şekilde bağdaşmamaktadır. Böyle bir eleştiri gelmesi her insan için çok büyük bir nimet ve büyük bir dostluk gösterisidir. Kuran'da insanlara, birbirlerine iyiliği emretmeleri ve kötülükten menetmeleri emredilmiştir. Allah'ın bu emrini yerine getiren bir insana engel olmak, kendisine tavsiye edilen bir iyiliğe yüz çevirmek, elbette son derece çirkin bir tavırdır.
Bir insanın manevi değerlerini kaybetmesiyle birlikte bu boşluğun yerini dinsizlik sistemi üzerine kurulu olan adamlık dini doldurur. İslam ahlakının olmadığı yerde mutlaka adamlık dini vardır. Adamlık dininin olduğu yerde ise insaniyet, ince düşünce, fedakarlık gibi güzel ahlaka uygun davranışlar yoktur.
Bu durumu adamlık dini bireylerinin misafirliğe bakış açısını örnek vererek açıklayabiliriz. Ancak adamlık dininin bakış açısından önce İslam ahlakının misafirlik konusunda sunduğu güzellikleri anlatmakta yarar vardır.
Kuran ahlakını yaşayan bir kişinin evine misafir olarak gittiğinizi varsayalım. Sizi evinde kabul eden kişi, bu misafirliğinizi büyük bir sevinçle karşılayacaktır. Çünkü İslam ahlakında misafir ağırlamak bir güzellik olarak görülür ve misafir her zaman el üstünde tutulur. Bu nedenle eve girdiğiniz andan itibaren sizi yeni tanıyan insanlar olsa bile son derece güler yüzle, cana yakın ve sıcak bir ilgiyle karşılaşırsınız. Sizi misafir eden kişinin imkanları kısıtlı olsa bile elindeki tüm olanakları sizin için seferber edecektir. Çünkü Kuran'da Allah, misafire o daha istemeden ihtiyaçlarının sunulacağı bir ağırlama adabı öğretmektedir. Kuran'da bildirilen Hz. İbrahim'in misafirlerine yönelik tavrı, İslam ahlakında misafire nasıl bir bakış açısı olması gerektiğini göstermektedir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
"Sana İbrahim'in ağırlanan konuklarının haberi geldi mi? Hani, yanına girdiklerinde: "Selam" demişlerdi. O da: "Selam" demişti. "(Haklarında bilgim olmayan) Yabancı bir topluluk." Hemen (onlara) sezdirmeden ailesine gidip, çok geçmeden semiz bir buzağı ile (geri) geldi. Derken onlara yaklaştırıp (ikram etti); "Yemez misiniz?" dedi. (Zariyat Suresi, 24-27)
Ayetlerde görüldüğü gibi, Hz. İbrahim tanımadığı halde misafirlerine son derece ince düşünceli davranmış, onlara sezdirmeden, onları mahcup etmeden ikramda bulunmuştur.
Ancak adamlık dininin hakim olduğu kişilerin tavrı böyle bir durumda son derece bencil ve insaniyetsiz olur. Eğer adamlık dininin etkisi altında olan bir kişinin evine misafirliğe giderseniz, burada yoğun olarak hissedeceğiniz duygu "yük olma"dır. Çünkü cahiliye ahlakında misafir, kendi deyimleriyle fazladan bir "boğaz'" olarak görülür. Karşılıklı çıkar alış verişi olan insanlar, aralarındaki ilişkinin bozulmaması için mecburen birbirlerini bir sıraya tabi olarak belirli zamanlarda ağırlarlar. Adamlık dini kurallarına göre bir kişi diğerinin evine gittiğinde sıra mutlaka diğerine gelir. İki-üç kere üst üste bir taraf diğerine misafir olmaz.
Bu bakış açısı gereği misafirin bir an önce evine dönmesi beklenir. Birkaç saatten fazla bu kişiye tahammül edilmez. Eğer yemeğe davet edilmediyse önüne kesinlikle yemek sunulmaz. Olabilecek en az masrafla misafiri evine yollama gözüyle bakıldığı için, en ucuz gelecek şekilde dışarıdan alınan birkaç şey ikram edilir. Evdekiler genellikle yiyeceklerin iyilerini kendilerine ayırıp kötülerini sunma ve bu şekilde kar elde etme telaşına düşerler. Misafirin bir tabaktan fazla yemesi son derece itici görülür ve eğer kendiliğinden biraz daha yiyecek isterse ev sahipleri mutfakta arkasından "amma çok yedi, bir an önce gitse de rahatımıza baksak" gibi kızgınlık ifadeleriyle misafirin ne kadar görgüsüz olduğunu konuşurlar. Misafirin evde dolaşması da hiç hoş karşılanmaz, ne kadar çok kalırsa kalsın salon sınırlarının dışına çıkması istenmez. Salondan dışarı çıktığında evde bir rahatsızlık oluştuğu ona hissettirilir.
Eğer misafir uzak bir yerden gelmişse ve birkaç akşam kalması gerekiyorsa, o zaman ev sahiplerinin tahammülü iyice azalır. Bir süre sonra misafirin yediği herşey, yaptığı her hareket, kullandığı her kıyafet rahatsızlık vermeye başlar. Tabağındaki zeytin çekirdeklerinden içtiği çayın sayısına, kaç tabak yemek yediğinden kaç kere banyo yaptığına ve ne kadar su harcadığına kadar herşeyi hesaplarlar. Her hareketlerinde misafirin evde fazlalık olduğunu ona hissettirirler. Bu nedenle böyle bir evde rahat etmek imkansızdır.
Ancak elbette bu durumun bir de diğer yönü vardır. Evde misafir olarak bulunan kişi de adamlık dininin kuralları çerçevesinde hareket etmektedir. O da misafir olduğu evde maksimum fayda elde etmeye çalışırken, çevresindekilere rahatsızlık verip vermediğini düşünmez. O da başka yönlerden düşüncesizlik yapar.
Sonuç olarak adamlık dininde insanlar her durumda hem kendilerine hem de çevrelerindekilere sıkıntı veren bir ortam oluştururlar. Bunun nedeni ise sahip oldukları Kuran'dan uzak, çirkin ahlaktır. İslam dininin bir insanda meydana getirdiği sıcaklıkla, adamlık dininin cahiliye ahlakı arasındaki zıtlık, bu örnekte olduğu gibi günlük hayatın her alanında kendisini açıkça gösterir. Adamlık dininin oluşturduğu insaniyetsiz, düşüncesiz, bencilce tavırlardan dolayı birçok insan rahat yaşayamaz, içi sıkılır, yakın, güvenilir ve çok sevdiği sıcak bir dost bulamaz. Ancak buna rağmen adamlık dini dünyada milyonlarca insan tarafından büyük bir kararlılıkla uygulanmaya devam eder. Ve bu şekilde insanlar kendi kendilerini sıkıntıya sokmuş olurlar. Bu durum Kuran'da insanlara şöyle açıklanmaktadır:
Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar. (Yunus Suresi, 44)
Adamlık dininin her yaş kategorisi için belirlediği bir tavır tarzı vardır. Bunun yazılı bir metni ve açıklaması yoktur. Ancak insanlar, dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar, bunu bilir ve bütün detaylarıyla uygularlar. Örneğin 50 veya 60'lı yaşlara gelmeye başladıklarında yaşam şekillerinin, konuşmalarının, kıyafetlerinin, ses tonlarının, üsluplarının adamlık dininin kurallarına uygun şekilde değişmesi gerektiğine inanırlar.
Bu değişikliğin ana prensibi dünya nimetlerinden el çekme, şikayet ve karamsarlık üzerine kuruludur. Bu yaşlara gelen insanlar genellikle hayattan şikayet etmeye başlarlar. "Nasılsın?" sorusuna bu yaşlarda verilen cevap genellikle "işte idare ediyoruz, ne olsun bildiğin gibi" veya "ne yapalım, hastalıklarla uğraşıyoruz" gibi olumsuz cevaplardır. Çünkü hayattan zevk almaya bir hakları olmadığına ve bu yaştan sonra tüm nimetlerden uzaklaşmaları gerektiğine dair batıl bir inançları vardır.
Özellikle kadınlarda menopoz ve erkeklerde andropoz dönemleri, adamlık dinine göre tavrın tümüyle değişmesi gereken bir dönemdir. Bu döneme girmiş olan birçok insan tüm güzellikleri terk eder. Bedenlerine bakmayı bırakırlar. Hem görünümlerine önem vermez hem de temizliklerine dikkat etmezler. Koyu renkler giymeye başlar, genellikle kahverengi, gri, siyah gibi renkleri tercih ederler. Bu bir nevi "yaşlılık yası"dır.
Canlı, göz alıcı renklere örneğin kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, pembe gibi renklere gerek olmadığını düşünürler. Halbuki bu son derece anlamsız bir kuraldır. İnsanlar Allah'ın yarattığı renkleri her yaşta kullanabilir ve bu nimetten her yaşta faydalanabilirler. Bu yaşlarda bazı kişilerin tavırları ve üslupları da tümüyle değişir. Bedenen bir güçsüzlükleri olmadığı halde birçok kişi bu yaşlara geldiğinde ağır, yavaş hareket eden, cansız bir insan olması gerektiğine inanır. Bu nedenle tepkileri donuklaşır, aslında çok hızlı konuşabilecekken özellikle ağır ağır, tane tane konuşmaya başlar. Kısaca süratli bir şekilde anlatacağı bir konuyu ağır hareketlerle uzun uzun anlatır. Bunu yaşlılığının bir gereği olarak görür.
Gençken son derece hayat dolu olan bir insan yaşlılıkla birlikte aniden neşesini, ümidini, hareketliliğini, canlılığını kendi iradesiyle yok eder. Örneğin güzel bir manzaranın, güzel bir insanın, güzel bir şarkının veya kendisine gösterilen güzel bir tavrın sevincini ve heyecanını yaşamaz. Aksine bu tip anlarda sevinmek yerine hüzünlenir.
Adamlık dininin getirdiği batıl kurallara göre insanlar bu yaşlardan sonra ölümü beklemeye başlamalıdır. Bu nedenle 60'lı yaşlara gelmiş olan hemen hemen tüm insanların hayatını ölümü bekleyerek geçirdiğini görürsünüz. Bu yaştan sonra artık yapacak bir şey kalmadığı inancı hakim olduğu için üretim tümüyle durur. Elbette bu yaşlar ölümün insana çok yaklaştığı ve bu gerçeğin unutulmaması gerektiği bir dönemdir. Ancak adamlık dinini yaşayanlar burada da yanılgıya kapılarak, ahlaklarını güzelleştirerek, Allah'tan çok korkarak ve O'nu çok severek ölüme hazırlık yapmazlar. Tam tersine onlarınki büyük bir akılsızlıkla ahireti de göz ardı ederek, herşeyden kendini çekip "gün öldürmek" olarak tabir edilen, sadece ölümü bekleyerek geçirilen boş bir yaşamdır.
Gençken fikir üreten bir insan bu yeteneğini kullanmayı bırakır, son derece zeki ve becerikli olan bir kişi sırf yaşı ilerlediği için hiçbir şeyden anlamayan, zor duyan, zor düşünen, hiçbir şeyi beceremeyen bir insan taklidi yapmaya başlar. Çoğu insan son yirmi senesini pencerenin başında oturup dışarıyı seyrederek veya bütün gün televizyondaki dizileri izleyerek, dünyaya ait güzelliklerin tümünden elini çekerek geçirir. Bunun zararlarından biri ise kendisini düşünmemeye, hareket etmemeye ve yeteneklerini kullanmamaya alıştıran bu insanların zihinsel faaliyetlerinin giderek yavaşlaması ve erken bunama meydana gelmesidir. Elbette böyle bir ahlakı ve yaşam tarzını benimseyen bir insanın ahiretteki kaybı çok daha büyük olacaktır.
Oysa doğru olan, insanın fiziksel yapısı elverdiği, gerçekten bir rahatsızlığı olmadığı sürece hem bedenen hem de zihnen çalışması, dünyada ahiret için hayır işlemeye devam etmesidir. Allah bir ayetinde, "Şu halde boş kaldığın zaman, durmaksızın (dua ve ibadetle) yorulmaya-devam et" (İnşirah Suresi, 7) şeklinde emretmektedir. Kuşkusuz Allah'ın emri her yaştaki insan için geçerlidir.
Adamlık dininin en önemli özelliklerinden biri, insan değerlendirme şeklidir. Bu şeytani dinde insanlar asıl olarak zengin ve fakir olarak ikiye ayrılırlar. Her iki gruba farklı bir bakış açısı ve dolayısıyla da farklı bir davranış şekli hakimdir. Zengin ve fakir insanlara karşı gösterilen tavır farklılığı, tüm mimiklerine, ses tonuna ve hatta bakış şekline kadar dünyanın hemen hemen her yerinde aynıdır. Bir Amerikalı da bu batıl dinin gereği olarak söz konusu tavrı yerine getirir, bir Rus da, bir Fransız da…
Özet olarak bu tavır farklılığını şu şekilde maddeleyebiliriz:
1- Kendilerinden daha zengin ve itibarlı kişilere karşı genellikle cahiliye insanları ince ve yumuşak bir ses tonu kullanır ve mümkün olduğunca kibarlaşarak konuşurlar. Fakir bir insana karşı ise ses tonu doğallaşır, kişinin gerçek sesi neyse bu ortaya çıkar. Konuşma sertleşir, kabalaşır, kibarlaşma ihtiyacı hissedilmez. Anlatılacak olan konu son derece net ve en kısa şekliyle anlatılır. Bir iş yerinde genel müdüre kullanılan ses tonu ve üslupla iş yerinin çaycısına kullanılan üslup arasındaki farklılık bu konuya açık bir örnektir. Genel müdürden menfaat elde etme ihtimali olduğu için çalışanlar ona değer verdiklerini hissettirmek amacıyla mümkün olduğunca nezaketli, alçak gönüllü ve saygılı bir ses tonu ve üslup kullanırlar. Ancak çaycıdan bir çıkar beklentileri yoktur ve bu nedenle konuşurken ona değer vermez bir üslubu tercih ederler.
2- Zengin bir kişi geldiğinde hareketler aceleci ve itinalı olur. Herşeyin istediği gibi olması, her arzusunun yerine getirilmesi, hoşuna gitmeyecek bir durum oluşmaması için herkes telaşa düşer. Fakir bir insan geldiğinde ise genellikle kimse onun varlığını umursamaz. Son derece sakin, yavaş ve ilgisiz hareket edilir. Zengin olan biri içeri girdiğinde ayağa kalkılır, üst baş düzeltilir, oturuşa çeki düzen verilir. Fakir olan birine karşı ise ayağa kalkılmaz, hatta ondan yana bakılmaz, oturuşta herhangi bir değişiklik yapılmaz.
3- Zengine genellikle "siz" diye hitap edilir. Fakir bir kişiyle ise direk "sen" diye konuşulur. Örneğin bir bakkal alışverişe gelen zengin bir müşteriyi mutlaka "ne arzu etmiştiniz" gibi saygılı bir cümleyle karşılar. Ancak eğer içeri giren müşterinin fakir olduğunu anlarsa "Ne istedin" veya "ne baktın" gibi aşağılayıcı bir ifade kullanır.
4- Zengine karşı çok titiz bir saygı hakimdir. Zengin kişinin yaşı küçük olsa bile ona bir büyüğe gösterilen saygı gösterilir. Hatta yaşça küçük olan insanların bile eli öpülür, kalkılıp yer verilir. Fakire ise yaşça büyük olsa bile çocuk gibi davranılır. "Ne yapıyorsun bakalım", "Ne istedin, söyle bakalım" gibi çocuklara kullanılan ifadelerle hitap edilir.
Adamlık dininin insan ayırımı ve bu bakış açısının insanların tavırlarına ne şekilde yansıdığı herhangi bir dükkana girildiğinde bile açıkça gözlemlenebilir. Bir butiğin içine zengin ve tanınan bir müşterinin girdiğini varsayalım. Böyle bir müşteri kapıdan girer girmez bütün dükkan çalışanlarının dikkati bu kişiye yönelir. Hemen güler yüzle selamlanır, ne arzu ettiği sorulur. Görmek istedikleri, bir veya birkaç tezgahtar tarafından hızlı hareketlerle hemen önüne açılır. O daha birine bakmadan hemen bir diğeri getirilir. Tezgahtarların yüzünde sürekli bir gülümseme ve nezaket olur. Eğer yanında çocuğu varsa sürekli çocuğa iltifat edilir. Ne kadar sevimli ve güzel bir çocuk olduğu, ne kadar zeki olduğu söylenir. Çocuk yaramaz ve küstah olsa bile her tavrı nezaketle karşılanır. Dükkanda bir şey kırsa hiçbir öneminin olmadığı defalarca dile getirilir.
Bir de aynı mağazaya fakir bir müşterinin girdiğini varsayalım. Eğer kıyafetlerinden ve tavrından maddi gücü olmayan bir insan olduğu anlaşılıyorsa, bu kişinin mağazaya girmesiyle kimse ilgilenmez. O birinin yanına gidip bir soru sormadıkça kimse ona yönelmez. Bir şey görmek istediğinde son derece ilgisiz ve ağır tavırlarla istediği önüne çıkarılır. Tezgahtar genellikle kendiliğinden fazladan bir şey gösterme girişiminde bulunmaz. Ayrıca müşterinin isteklerini yerine getirirken yüzünde son derece lakayt ve sıkıntılı bir ifade olur. Bu kişinin bir an önce mağazadan gitmesini istediği için bir yandan isteklerini yerine getirirken bir yandan da özellikle dışarıyı seyreder veya dükkandaki başka bir kişiyle sohbet eder. Müşteriye hiç değer vermediğini, yanındaki çalışan kişiyle sohbetini hiç bölmeyerek belli eder. Eğer bu kişinin yanında çocuğu varsa ve yaramazsa, sinirli bir şekilde çocuğuna sahip çıkmasını tembihler.
Bu örnek adamlık dininin insanlara bakış açısını ortaya koyması bakımından çok açıklayıcıdır. Çünkü buradaki mantığı ve davranış şeklini, bir banka veznedarında, bir garsonda, terzide, bakkalda veya ayakkabıcıda görmek mümkündür. Dünyanın neresine giderseniz gidin, buna benzer tavırların çoğunun din ahlakından uzak yaşayan insanlara hakim olduğunu görürsünüz.
Adamlık dininde bir insana saygı, ilgi ve alaka göstermek için o kişinin belirli bir maddi güce sahip olması şarttır. Servet miktarı arttıkça adamlık dinine mensup olan insanların o kişiye karşı duyduğu hayranlık da o derece artar. Örneğin bir lokantaya gittiğinizde zenginliğiyle tanınan bir müşteriye karşı büyük bir ikram ve ilgi olduğunu görürsünüz. Hatta eğer ülkenin sayılı zenginlerinden biriyse büyük bir ihtimalle para alınmaz. Onun bu lokantaya gelmesi şeref olarak kabul edilir ve hiçbir şekilde ücret ödemesi talep edilmez. Halbuki fakir bir müşterinin hesabı ödeyecek kadar parası çıkmasa, bu büyük bir olay olur. Parası çıkışmadığı için azarlanır, aşağılanır ve oradan kovulur. Yani zengin olandan para talep edilmezken, fakir olanın bu hesabı son kuruşuna kadar ödemesi istenir.
Bu iki insan arasındaki tek fark zenginliktir. Bu nedenle burada gösterilen saygı ve ilgi de aslında zengin olan kişinin kişiliğine ve ahlakına değil, sadece parasınadır. İşte bu da, adamlık dininin çirkinliklerinden biridir.
İslam dininde ise insanlar sadece ahlaklarına göre değerlendirilir. Fakir ama güzel ahlaklı olan bir insan, zengin ama Allah'ın emirlerine karşı gelen bir insandan kat kat daha üstündür. Bu nedenle İslam dininde insan ayrımı kesinlikle yoktur. Zenginliğin, itibarın, gücün değil güzel ahlakın geçerli olduğu bir anlayış vardır. Allah bir ayetinde şöyle buyurur:
Bizim Katımızda sizi (Bize) yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. İşte onlar; onlar için yaptıklarına karşılık olmak üzere kat kat mükafat vardır ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler. (Sebe Suresi, 37)
İslam dininde dost seçerken de tek ölçü o kişinin ahlakıdır. Adamlık dininde ise arkadaş seçme ölçüsü yine çok farklıdır. Her kültürün kendisine has birtakım kuralları vardır. Örneğin "entel" çevreden olan bir kişi kendisine arkadaş seçerken mutlaka kendi kültürüne uygun biri olmasına özen gösterir. Bunun için de önce dış görünüşüne bakar. Temiz, düzgün, ütülü, klasik giyimli biri yerine serkeş giyimli, boynuna fular bağlayan, ayağında kalın büyük botlar olan, temizliğine özen göstermemiş, gümüş takılı, keçi sakallı veya mor ojeli biriyle arkadaşlık kurmayı tercih eder. Çünkü adamlık dininde genellikle bu görünümün yansıttığı belirli bir kültür vardır. Dünyayı umursamayan, ahlaki değerlere önem vermeyen, insanlara değer vermeyen, kimsenin kendisine karışamayacağını ve kimseye karşı sorumlu olmadığını düşünen batıl bir hayat görüşüdür bu.
Bir de dostluk ölçüsünü karşısındakinin sadece maddi durumuna bakarak belirleyen çevreler vardır. Bu adamlık dini çevrelerinde karşıdaki kişinin konuşulacak, fikri alınacak, arkadaşlık kurulacak bir insan olup olmadığını anlamak için önce kıyafetlerini fiyatlarına göre teker teker değerlendirmek gerekir. Ceketinin, ayakkabılarının, çantasının, parfümünün, kol saatinin, gömleğinin hatta çoraplarının bile markası son derece önemlidir. Kıyafetlerden sonra eğer görülebilecek bir yerdeyse arabası olup olmadığını öğrenmek, eğer arabası varsa markasını öğrenebilmek önemli olur. Bunlar ilk adım için gereken koşullardır. İkinci adımda ise bu kişinin ailesiyle ilgili bilgi edinmek gerekir. Babasının mesleği, hangi okulda okuduğu, annesinin çevresi, gittiği berber, tatil yaptıkları ülkeler, yazlık evlerinin nerede olduğu, hangi muhitte oturdukları vs. gibi özellikler kalıcı bir dostluk kurup kurmamak için karar verme aşamasında gereken bilgilerdir. Eğer karşıdaki kişi tüm bu özelliklerden geçer not alırsa o zaman bu kişinin ahlakı, karakteri, inancı veya dünya görüşü her ne olursa olsun hiç fark etmez, mutlaka arkadaş olunabilecek insan kategorisine girer.
Tüm bu vasıflara sahip olan ancak hiçbir konuda kültürü olmayan, son derece insaniyetsiz, kaba, görgüsüz veya ahlakı son derece itici olan insanlar vardır. Çevreleriyle alay eder, her konuda önce kendi çıkarlarını korurlar. Gönül almayı, özür dilemeyi, hata kabul etmeyi bilmezler. Menfaatleriyle çatıştığı durumlarda kolaylıkla yalan söyler, başkalarının sorunlarıyla ilgilenmezler. Kimsenin rahatı, mutluluğu veya sağlığı adına herhangi bir zorluk altına girmez, fedakarlık yapmayı bilmezler. Ancak yine de bu kişilerin çevresinde çok geniş bir insan kitlesi görürsünüz. Aslında herkesin, ahlakındaki bozuklukları fark ettiği halde bu insana karşı gösterdiği ilginin tek sebebi, adamlık dinine hakim olan çarpık ölçülerdir.
Bu nedenle cahiliye toplumunda genellikle farklı sosyal sınıflardan gelmiş, maddi durumları biribirine benzemeyen insanlardan oluşan bir arkadaş grubu görmeniz mümkün olmaz. Zenginler mutlaka zenginlerle, orta halliler orta halli insanlarla, kültürlüler kültürlülerle, fakir olanlar ise kendilerine benzer insanlarla dostluk kurarlar.
Kuran ahlakına göre dostluk ve arkadaşlığın tek ölçüsü vardır kişinin samimiyeti, güzel ahlakı, Allah sevgisi ve korkusu. Müminler arasında kimin mal varlığının ne kadar olduğunun, kimin hangi okuldan mezun olduğunun, kimin hangi meslekte olduğunun, kimin hangi semtte oturduğunun hiçbir anlamı ve önemi yoktur. Çünkü müminlerin dostluğu, bu dünyevi değerlerin hiçbir öneminin olmadığı, asıl yurt olan ahirete göre ayarlıdır. Bir müminin diğer mümine olan sevgisinin ve şefkatinin asıl kaynağı ise, Allah'ın o mümindeki tecellisi, coşkulu bir Allah sevgisi ve içli bir Allah korkusudur.
Kuran'ı yol gösterici olarak kabul eden bir insanın en belirgin özelliklerinden biri, son derece fedakar oluşudur. Çünkü böyle bir kişi tüm mülkün Allah'a ait olduğunu ve O'nun rızasını aramak için kendisine emanet olarak verildiğini, dolayısıyla Rabbimiz'in gösterdiği şekilde hayır yolunda harcaması (infak etmesi) gerektiğini bilir. Bu harcama, yani infak, İslam'ın en temel ibadetlerinden biridir.
Müminlerin, sahip oldukları malları ellerinden geldiği ölçüde infak etmeleri, yani Allah'ın Kuran'da saydığı kimselere "... fakirler, düşkünler, zekat işinde görevli olanlar, kalpleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda olanlar ve yolda kalmışlara" (Tevbe Suresi, 60) vermeleri gerekir. Allah'ın rızası için yapılacak olan bu ibadet, müminler için büyük zevk, neşe ve huzur kaynağıdır. Kuran'da farklı ayetlerde bu ibadetin önemi vurgulanır.
Bakara Suresi'nin 177. ayetinde asıl iyiliğin "mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) verenlerin tavrı" olduğu; İnsan Suresi'nin 8. ayetinde müminlerin "ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirdikleri" bildirilir. "Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir" (Al-i İmran Suresi, 92) ayeti de, konunun önemini açıklamaktadır.
Müminlerin oluşturduğu bir toplumun da kuşkusuz en önemli özelliklerinden biri, Allah'ın rızasını kazanmanın önemli yollarından olan infak ve fedakarlığın uygulanmasıdır. Toplumun üyeleri, kendi şahsi menfaatlerini değil, mümin toplumunun genel menfaatlerini düşünür ve ona göre davranırlar. Kendi menfaatleri ile bir diğer müminin menfaati çatıştığında ise, Allah'ın rızasını kazanmak için, karşı tarafın menfaatine uygun davranırlar. Kuran'da, Medine'ye hicret eden müminler ile Medineli müminler arasında yaşanan üstün ahlak örnekleri şöyle tarif edilir:
Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin "cimri ve bencil tutkularından" korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Haşr Suresi, 9)
Buna karşılık, adamlık dini tamamen şahsi menfaatlere dayalı bir toplum modeli kurar. Adamlık dininde yetişen bir insan, çocukluğundan itibaren çıkarcı ve bencil bir karaktere sahip olması yönünde teşvik edilir. Ailesinden, arkadaşlarından, toplumun genelinden gördüğü örnek insan modeli çıkarcı, fırsatçı, her ortamda kendi şahsi menfaatlerini gözetip koruyan insan modelidir. Bu telkinle zaman içinde "gemisini kurtaran kaptan" olmayı öğrenir.
Uyanıklık ve fırsatçılık, "adam" olması gereken bir kişide aranılan özelliklerdendir. Her ortam ve işte kendi çıkarına maksimum fayda sağlayabilmek, uyanıklık göstergesidir. Buna göre insan, içinde bulunduğu her ortamda kendi şahsi menfaatlerini düşünmeli, "en çok fayda" prensibi ile hareket etmelidir. Bireyler arasındaki ilişkiyi de yine en çok fayda prensibi şekillendirir. İş yerinde patron çalışanlardan, çalışanlar patronlarından elden geldiğince yararlanmaya çalışırlar. Alış verişte müşteri satıcıdan, satıcı müşteriden, arkadaşlar birbirlerinden en çok oranda faydalanmaya çalışırlar.
Adamlık dininin yaşandığı toplumlarda sömürme olağan karşılanır ve toplumun genel ahlakı haline gelmiştir. Herkes kendi olanakları dahilinde kendinden bir kademe altta olanı sonuna kadar sömürebilme çabası içindedir. Toplumda bu tür fırsatları kaçırmak ise akılsızlık, avami deyimle "enayilik" olarak değerlendirilir. "Dünyaya bir kere gelinir" felsefesine dayalı bu zihniyet kişilerde Allah korkusunun bulunmamasından kaynaklanır. Bu çıkar yarışı, insana basit bir karakter kazandırır.
Tüm bunların yanında, adamlık dinine mensup bazı insanların da kimi zaman fedakarlık gösterdiklerine, fakirlere, ihtiyaç içinde olan kişiler yardım ettiklerine rastlamak mümkündür. Ancak burada önemli bir nokta vardır: Adamlık dininin söz konusu sözde "fedakar" mensupları, yaptıkları harcamayı müminlerinki gibi Allah rızası için ve içlerinden gelerek değil, insanlara gösteriş olsun diye yapmaktadırlar. Bir ayette, bu kişilerin durumu şöyle bildirilir:
Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağanak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremezler. Allah, kafirler topluluğuna hidayet vermez. (Bakara Suresi, 264)
Bu tür kimseleri, fakirlere ya da kimsesiz çocuklara yardım için oluşturulmuş kuruluşlara büyük miktarlarda bağış yaparken görebilirsiniz. Ama yaptıkları bu bağışlar mutlaka medyada yer alır, yüz binlerce kişi bu insanların "hayırseverliğine" şahit olur. Amaçları da zaten budur. Bu kişiler gerçekte son derece cimridirler ve diğer insanlara en ufak bir yardımda bile bulunmazlar. Yaptıkları gösterişli bağışlarla ise gerçekte bir ticaret yapmış olurlar. Verdikleri paraya karşılık toplumda iyi bir imaj satın almaktadırlar. Bu, hem kibirlerini okşar hem de daha karlı yatırımlar yapmaları için bir tür sermaye olur. Kuran'da, söz konusu kişilerin gerçekte cimri oldukları ve yaptıkları infakın da gösterişe yönelik olduğu şöyle haber verilir:
Onlar, cimrilikte bulunurlar, insanlara da cimriliği emreder (önerir)ler. Allah'ın fazlından kendilerine verdiğini gizli tutarlar. Biz o kafirlere aşağılatıcı bir azap hazırlamışızdır. Ve onlar, mallarını insanlara gösteriş olsun diye infak ederler, Allah'a ve ahiret gününe de inanmazlar. Şeytan, kime arkadaş olursa, artık ne kötü bir arkadaştır o. Allah'a ve ahiret gününe inanarak Allah'ın kendilerine verdiği rızıktan infak etselerdi, aleyhlerine mi olurdu? Allah, onları iyi bilendir. (Nisa Suresi, 37-39)
Cimriliğin inkarcıların vasfı olduğu bir ayette şöyle belirtilir:
Şimdi, o yüz çevireni gördün mü? Azıcık verdi ve gerisini kaya gibi sımsıkı elinde tuttu. (Necm Suresi, 33-34)
Kalem Suresi'nde adamlık dinindeki söz konusu cimri karaktere sahip olan bahçe sahiplerinden söz edilir. Ayetler şöyledir:
Nihayet sabah vakti birbirlerine seslendiler: "Eğer ürününüzü devşirecekseniz erkence kalkıp-çıkın." Derken, aralarında fısıldaşarak çıkıp-gittiler: "Bugün sakın oraya hiçbir yoksul girip de karşınıza çıkmasın" (Kalem Suresi, 21-24)
Ayetlerde tarif edilen bahçe sahipleri, fakirlerle karşılaşmadan işlerine gitmeye çalışmaktadırlar. Çünkü fakirlere yardım etmek istememektedirler, ancak bir fakirle karşılaşmaları durumunda, ona para vermek zorunda kalacaklardır. Onları böyle davranmaya zorlayan şey, insanların kendileri hakkında olumsuz düşünecekleri yönündeki endişeleridir. Kısacası, son derece samimiyetsiz, riyakar ve basit bir karaktere sahiptirler. Bu, adamlık dininin klasik karakterlerinden biridir.
Müminin şahsiyeti ve asaleti ise yalnızca Allah'ın rızasını aramasından ve dünyada bir iyilik ve hayır yarışı içinde olmasından kaynaklanır. Allah'ı memnun etmek için insanların mal ve mülk edinme yolunda gösterdikleri uyanıklıklar değil, yaptıkları işlerde O'nun rızasını ne kadar gözettikleri önemlidir. Allah Katında makbul olan uyanıklık ise İslam'ın, müminlerin menfaatlerini sürekli gözetme, müminlerin refah ve ferahını artırma, Allah'ın rızasının her zaman en çoğunu aramakta taviz vermeme, nefsinin, heva ve hevesinin kötü arzularına kapılmama, şeytanın ve nefsinin hile ve vesveselerine aldanmama, imanını ve aklını gitgide daha fazla arttırma, ahlakını daha fazla güzelleştirme yolunda gösterilen bir dikkat ve şuur açıklığıdır. Bu şekilde, Allah'ın rızasının en çoğunu arayan müminlerin de asil ve şahsiyetli karakterleri görünümlerine de yansır. Kuran'da bu durum şöyle tarif edilmektedir:
Muhammed Allah'ın elçisidir. Ve onunla birlikte olanlar da kafirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rüku edenler, secde edenler olarak görürsün; onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnutluk arayıp-isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir. İşte onların Tevrat'taki vasıfları budur: İncil'deki vasıfları ise: Sanki bir ekin; filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, sonra sapları üzerinde doğrulup-boy atmış (ki bu,) ekicilerin hoşuna gider. (Bu örnek) Onunla kafirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden iman edip salih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir va'detmiştir. (Fetih Suresi, 29)
Adamlık dininde ayakta kalabilmek, hayatını sürdürebilmek için dışarı karşı kendini olduğundan daha farklı göstermek, ne kadar önemli ve gerekliyse, karşı tarafı kendi istediği şekle sokmak, onu kontrolü ve hakimiyeti altına almak, kendi istediği doğrultuda yönlendirmek de aynı derecede önemlidir. Buna kısaca "adam bağlamak" adı verilir. Adam bağlamanın kendine göre teknik ve taktikleri vardır ve adamlık dininde öne geçmenin yollarından biri de adam bağlama sanatındaki ustalıktan geçer. Adam bağlama, adamlık dininde o derece önemli bir konudur ki, özel olarak sırf bu konuda akıl veren pek çok kitap yazılmıştır.
Elbette adam bağlanırken kullanılan en büyük araç yine karşıdakinin adamlık dini özelliklerinden kaynaklanan zaaflarıdır. Kişinin adamlık dini ruhuna sahip olduğu ölçüde onun zaafları, dolayısıyla bağlanabilme kapasitesi artar.
Adamlık dini insanının kibir ve enaniyeti, gösteriş ve hava atma merakı, övülme, takdir edilme tutkusu, duygusallığı, kendini olduğundan farklı gösterebilme, yaranabilme çabası türünden zaafları, onun ustaca tekniklerle istenilen yönde kullanılabilmesini kolaylaştırır.
"Bağlanacak" adamın kişi için çıkar sağlayabilecek herhangi bir imkana sahip olması onu bağlamak için yeterli sebeptir. Bu, devlet dairesindeki bir memurdan evlenmek için "göze kestirilmiş" bir koca adayına kadar her çeşit insan olabilir. Her türlü sosyal alanda -iş, okul, ticaret, siyaset, sosyal yaşam, evlilik...- bağlandığı takdirde işini görmesine, çıkar elde etmesine, sosyal veya ekonomik konumunu güçlendirip geliştirmesine yardımcı olabilecek insanlar mevcuttur. Yeter ki kişiye, konuma ve şartlara göre gereken doğru bağlama yapılsın!
Bağlamanın dereceleri, bağlayanın ustalığı, tecrübesi, kabiliyeti, çabası ve kararlılığıyla doğru orantılıdır. Aynı şekilde bağlanacak adamın zekası, uyanıklığı, kompleksleri, beklentileri ve zaafları da onun bağlanabilmesini ve bağlanma derecesini etkileyen unsurlardır.
Adamlık dininin ortaya çıkardığı çirkin insan karakterlerinden biri de yancı karakteridir. Yancıların en belirgin özelliği, aslında zengin olmadıkları halde zengin gibi yaşamaları, satın alacak güçleri olmadığı halde pahalı kıyafetler giymeleri, iyi evlerde oturmaları, aileleri ekonomik olarak zor durumda olduğu halde kendilerinin zengin bir çevrede yaşamalarıdır. Yancılar bu olanaklara, kendilerine hedef seçtikleri bir insanın "sırtından geçinerek" sahip olurlar. Kendilerine dost edindikleri bu insanın parasından, çevresinden, olanaklarından, evinden, arabasından ve sahip olduğu her türlü imkandan faydalanarak hayatlarını sürdürürler. Bunun karşılığında ise yancılığını yaptıkları insanın her türlü ayak işini yapma, onu övme, nefsini tatmin etme, kendisine olan güvenini sağlama gibi görevleri vardır.
Eğer çevrenize dikkatlice bakarsanız toplum içinde hemen her zengin veya ünlü kişinin yanında bir tane yancıya rastlamanız mümkündür. Aslında her ikisi de aynı tarz giyinmelerine, aynı üslupla konuşmalarına rağmen hangisinin yancı, hangisinin yancılık yapılan kişi olduğunu hemen ayırt edebilirsiniz. Çünkü yancılar genellikle aşağılanan, azarlanan, hizmet eden, karşı tarafı sürekli öven, konuşmalarını tasdikleyen, istekleri yerine getiren, ilgilenen, üstüne düşen kişidir. Diğeri ise övülen, istekleri yerine getirilen, sözleri tasdik edilen ve aşağılayan taraftır.
Yancının en büyük görevi yanındakini eğlendirmek, neşelendirmek, kendine olan güvenini ayakta tutmaktır. Kendisini çirkin hissettiği zamanlarda onu güzel olduğuna inandırmak, morali bozuk olduğunda dengesini sağlamak, espri yaptığında gülmek, dertlerini dinlemek, ona çözümler üretmek veya kimsenin saygı duymadığı bu insana saygı göstererek onu tatmin etmektir.
Bu nedenle bu iki kişi günün her saatini beraber geçirirler. Her yere beraber gider, alış verişe beraber çıkar, berbere, eğlence yerlerine birlikte gider, evde beraber oturur hatta geceleri beraber kalırlar. Yancılar alış verişte genellikle yancısı oldukları kişinin kıyafetleri denemesini bekler, giyinmesine yardımcı olur, çantasını tutar, cep telefonundan arayanları onun adına cevaplandırır, notlarını iletir, kıyafetlerin hangisinin yakıştığını söyler ve isteklerinin tümünü yerine getirirler. Kıyafetleri deneyen kişi de kendisine birçok şey aldıktan sonra yancısına da birkaç parça kıyafet alarak ona yaptığı hizmetlerin karşılığını verir. Genelde yemeğe, berbere veya bir eğlence merkezine gidildiğinde zengin olan taraf mutlaka yancısının parasını da öder.
Yancıların başka bir belirgin özelliği kendi evlerinde değil, genellikle yancılığını yaptıkları kişilerin evinde kalmalarıdır. Bu evin imkanlarından istifade eder, arkadaşının gardırobundaki kıyafetleri kullanır, yemeklerini bu evde yer, bu evin hizmetkarlarını kendisine hizmet ettirir. Ancak bunları yapabilmek için arkadaşının anne babasına sürekli iltifat eder, gönüllerini alır, çok cana yakın davranır. Gerçekten de anne ve baba çocuklarının hatırı ve yalnız kalmaması için bu kişiyi evden biri gibi görmeye başlar ve bu durumu kabullenerek ona bakmaya başlarlar. Bundan da rahatsızlık duymazlar, çünkü yancının en yetenekli olduğu konulardan biri insanları "bağlama" özelliğidir. Yancı, çıkarları için her tarza bürünebilen bir kişidir. Halk arasındaki deyimle "herkesin nabzına göre şerbet vermeyi" ve sahtekarlığı iyi bilir. Kim nasıl bir üsluptan hoşlanıyorsa hemen o üslubu kullanır. Kendisine ait bir şahsiyeti yoktur. Bu çirkin ahlakı taşıyan kişiler genellikle haysiyetsiz ve onursuz oldukları için menfaatlerinin yönüne göre hemen şahsiyet değiştirebilirler.
"Adam olmanın" gereklerinden biri de kavgacı bir karaktere sahip olmaktır. Çünkü kavgada yenen taraf olmak adamlık dininde çok önemli bir itibar meselesi olarak kabul edilir. Adamlık dinine göre galip taraf olmak aklın, gücün veya karakterin üstünlüğüne alamettir. Yenilen taraf olmak ise zayıflık alametidir. Bu nedenle insanlar herhangi fiziksel bir kavga ya da tartışma ortamında haksız da olsalar mutlaka üstün gelmek için ellerinden geleni yaparlar. Kavganın bir diğer önemi ise şahsiyet belirtisi olarak kabul edilmesidir. Bir insan eğer hoşuna gitmeyen bir durumda karşısındakine tavır alabiliyorsa adamlık dinine göre bu, onun güçlü bir karaktere sahip olduğunu gösterir. Dolayısıyla dini yaşamayan insanlar arasında sık sık kavga sahnelerine rastlamak mümkündür.
İnsanların kavgaya en açık olduğu yerlerden biri trafiktir. Dolayısıyla adamlık dininin binlerce detayını görebildiğimiz yerlerden biri de trafiktir. Yolda sadece 10-15 dakikalık bir süre için araba kullansanız bile yüzlerce adamlık dini tavrına rastlayabilirsiniz.
Örneğin trafikte insanlar genellikle çevrelerini aşağılar ve insanlara değer vermediklerini göstermek için ellerinden geleni yaparlar. Birbirlerine yol vermezler. Hatta eğer arkalarında korna çalan ya da selektör yakan olursa bunu onur meselesi yapar ve altta kalmamak için aceleleri olsa bile özellikle ağır hareket ederler. Çevrelerindeki her araba kullananı eleştirir, sık sık çevrelerine elleriyle işaretler yaparak arabanın içinde bağırırlar. Bir taksiye, dolmuşa veya herhangi birinin arabasına bindiğinizde sıklıkla "ne yapıyorsun kardeşim kör müsün, önüne bak önüne, buradan geçeceksin de boyun mu uzayacak, ne demeye korna çalıyorsun sağır mıyız, kim verdi sana bu ehliyeti, bizim de acelemiz var sadece sen misin acelesi olan "gibi sözler işitir ve bu sözlere uygun yüz mimikleri görürsünüz.
Trafikte en büyük kavgalar ve dolayısıyla en şiddetli adamlık dini tepkileri de kaza esnalarında görülür. Bir dönemeçte birbirine çarpan iki araba olduğunda genellikle her iki şoförün de suçu birbirine attığını görürsünüz. Trafik polisi olaya müdahale etmediği sürece suçlu olan taraf büyük bir ihtimalle kendi suçunu kabul etmez. Genellikle bu tip kazalarda her iki taraf da öfke gösterilerine başlar. Yüksek sesle bağırarak karşı tarafı sindirmeye çalışır eğer bunda başarılı olamazsa öfkeden deliye dönmüş tavırlar sergilemeye başlar. Bunun karşı tarafa korku vereceğini ve haksızlığını kabul edeceğini düşünür. Eğer bu da yeterli olmazsa galibiyetini ispat edebilmek için kaba kuvvete başvurur ve bu şekilde kendince itibarını kurtarmak ister.
Genellikle bu tip durumlarda insanların gerçekten kendilerine engel olamadıkları için kavga ettikleri düşünülür. Halbuki bu tip tavırların tümü adamlık dininin gereği olarak ve en ince detayına kadar planlanarak yapılır. Kaza yapan kişilerin, arabalarından inerlerken kullanacakları ses tonundan mimiklerine ve hatta söyleyecekleri sözlere kadar herşey ezberlerindedir. Kaza olur olmaz otomatik olarak, ezberledikleri bu kuralları uygulamaya başlarlar. Böylece dünyanın her yerinde ortak olan bu mimik ve tavırları adamlık dininin bir gereği olarak yerine getirmiş olurlar.
Adamlık dininin erkekleri arasında yaygın olan ortak bir kişilik yapısı vardır: "Delikanlılık".
Erkeklerde ergenlik çağıyla başlayan ve genellikle orta yaş sınırlarına kadar devam eden delikanlılık ruhu kişinin tavır ve davranışlarını büyük ölçüde etkiler. Temel vasfını "delikanlılık" olarak tanımlayan bu kitlenin ortak tavır ve davranış biçimleri vardır.
Kendine göre çeşitli prensipleri olan bu kişilik yapısının ileri safhalarında olayın bir felsefe ve ahlak sistemi haline geldiği görülür. Kendine göre doğruları yanlışları ve erdemleri olan bir delikanlı karakteri vardır. Bu sisteme göre arkadaşının, komşunun, mahallenin kızlarına bakmak büyük ahlaksızlıktır. Fakat tanımadığı birine yapıldığında bu hareket çapkınlık, delikanlılıktır. Yakınlarının, mahallenin kadınlarına ve kızlarına karşı da göstermelik bir koruma ve kollama mantığı vardır. Lafa gelince, doğruluk, dürüstlük ya da kendi tanımlarıyla "harbilik" delikanlılığın değişmez düsturudur, ama yolunu bulur, kalıbına uydurulursa her türlü sahtekarlığı yapmak uyanıklık olarak takdir görür.
Genelde kendini kanıtlama üzerine kurulu bu çirkin kültürde gergin, asabi ve saldırgan bir ruh hakimdir. Bunalımlı ve psikopat takılmak, ani çıkışlar, dengesiz hareketler yapmak, her an kavga ya da gerilim çıkarmaya hazır olmak ne kadar delikanlı olunduğunun bir göstergesidir. Dışarıya karşı daha caydırıcı bir görünüm verebilmek, çekinilen birisi olabilmek için kendine aşırı dengesiz bir görünüm vermek de sık başvurulan bir yöntemdir.
Sohbetleri genellikle maç, kavga ya da cinsellik üzerine yoğunlaşır. Kulaktan dolma bilgilerden, gazete haberlerinden edinilen kırık dökük malzemeyle, siyasi, ekonomik ya da sosyal konularda konuşmak, kendi deyimleriyle "geyik muhabbeti" yapmak makbuldür.
Kimseyi takmama, kafasına göre takılma, asilik gibi ferdi özellikler taşıyan "delikanlı" sosyal ve ideolojik dürtülerini ise "taraftarlık" zihniyetiyle tamamlar. Fanatik bir taraftar psikolojisi vardır. Taraftarlık, futbol takımı, arkadaş grubu, aynı mahallenin, aynı caddenin çocuğu olma, aynı işi yapma gibi çeşitli yapıların herhangi birinde ya da hepsinde kendini gösterir. Taraftarlar arasında birbirini koruma ve kollama da delikanlılık ahlakının bir parçasıdır.
Yaş ilerledikçe, kişinin sosyal, ekonomik ve kültürel düzeyinde ulaştığı aşama ile orantılı olarak delikanlı karakterinden bir uzaklaşma ve yeni şartların gerektirdiği farklı adamlık dini kişiliklerine doğru bir kayma görülür. Örneğin sosyal seviye olarak fazla ilerleme kaydedememiş, alt kültür düzeyine mensup kişilerde, bilgisizliğin verdiği kompleks ve kimliksizliğin bir sonucu olarak delikanlı karakterini tam bir kimlik olarak benimseme hali oluşur. İşiyle, mesleğiyle, zenginliğiyle, kültürü ve zekasıyla toplum içinde sivrilemeyeceğini, ön plana çıkamayacağını, hava atamayacağını anlayan kişiler de çoğunlukla delikanlılığa dört elle sarılma ihtiyacı hisseder. Hayatının sonuna kadar da bu ruhu taşır. İçinde yaşadığı toplumun büyük kesimi de bu durumda olduğu için delikanlı karakteri çoğunluğun ortak ve geçerli karakter yapısını oluşturur, yadırganmaz, aksine kabul ve destek görür.
Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, delikanlı karakterinin özelliği olarak gösterilen cesaret, korumacılık, dürüstlük elbette güzel özelliklerdir. Ama burada üzerinde durulan delikanlı karakterinde tüm bu güzel özelliklerin özünün değil göstermelik bir kaç örneğin yaşanması ve bunların güzel ahlak özelliği olarak sahiplenip, Allah rızası için yaşanılmamasıdır.
Adamlık dininin sahip olduğu yanlış saygı anlayışına geçmeden önce, Kuran'da bildirilen saygı anlayışına bakmak gerekir. Kuran'da bildirildiğine gibi, bir mümin, öncelikle Allah'a karşı büyük bir saygı içindedir.
Al-i İmran Suresi'nin, 199. ayetinde, "... Allah'a derin saygı gösterenler olarak inananlar"dan söz edilir. Enbiya Suresi'nin, 90. ayetinde ise Peygamberlerden söz edilirken, "... gerçekten onlar hayırlarda yarışırlardı, umarak ve korkarak Bize dua ederlerdi. Bize derin saygı gösterirlerdi" denir. Müminun Suresi'nde de yine müminler için "Rablerine olan haşyetlerinden dolayı saygıyla korkanlar" (Müminun Suresi, 57) ifadesi kullanılır. Saygı, başka ayetlerde de Allah'a duyulan içli korkunun (haşyet) bir parçası olarak kullanılmaktadır.
Dolayısıyla müminin sahip olduğu saygı hissinin kaynağı, Allah'a duyduğu saygıdır. Diğer insanlara göstereceği saygı da, bu asıl saygının bir yansımasıdır. Mümin, Allah'a saygı duyduğu için, O'na itaat eden, O'nun rızasını kazanmaya çalışan diğer insanlara, yani tüm müminlere de saygı duyar. Saygıya layık olmayanlara, yani Allah'a isyan eden, O'nun rızasına aykırı hareket eden, Allah'ı tanımayan inkarcılara ise kalben saygı duymaz. Bu insanlara da nezaketle ve güzel sözle davranır, ancak içten bir saygı duyması mümkün olmaz.
Ancak elbette, adamlık dinindeki saygı anlayışı Kuran'da tarif edilen bu gerçek saygı kavramından tamamen uzaktır. Müminlerdeki saygı, daha önce de belirttiğimiz gibi, temeli Allah'a olan saygıdan kaynaklanan içten ve samimi bir duygudur. Adamlık dininde ise, yüzeysel, belli kalıplara oturtulmuş, tamamen şekilci ve karşılıklı çıkar ilişkilerine dayanan riyakar davranış biçimleri olarak kendisini gösterir.
Adamlık dinine göre "saygı" göstermek, yerine göre nazik davranmak ve çeşitli ortamlara göre kurallaştırılmış söz ve hareket kalıplarını suni bir tarzda uygulamaktır. Saygı, kişinin toplumda bir yer edinmesine yardımcı olan, ortamına ve kişisine göre şekli, süresi değişen ve katlanılması gerektiğine inanılan bir tavır farklılığı olarak kabul edilir.
Adamlık dininin yaşam felsefesi ikiyüzlülüğe ve sahtekarlığa dayalı olduğu için, saygı da zorla ve istenmeden gösterilir. Kişi, saygı göstermek zorunda olduğu anlara tahammül eder. Saygı, karakterin bir parçası değildir. Bu yüzden adamlık dininde kişinin en rahat ettiği ortamlar hiç kimseye saygı göstermek zorunda olmadığı ve gerçek karakterini rahatlıkla gösterebildiği ortamlardır. Bu tür ortamlarda kişinin üslubunun bozukluğu, ahlak anlayışının çarpıklığı, kişiler hakkındaki gerçek düşünceleri ve gerçek tavrı ortaya çıkar.
Saygı anlayışı mekanlara ve ortama göre değişim gösterdiği gibi yaşa göre de değişir. Adamlık dininde kişinin kendine güvendiğini, hiç kimseyi önemsemediğini, dolayısıyla kimseye karşı bir korkusu olmadığını yani şahsiyetinin tam gelişmiş olduğunu ispat etmesi, "rahatlık" adı altında son derece basit ve saygısız davranmasıyla olur. "Rahat" olarak algılanan ortamların kendine has davranış ve konuşma tarzları vardır. Hiç tanımadığı birinin evinde buzdolabını açma, arkadaşına gittiğinde odasını karıştırma, dolabını açıp kıyafetlerini giyme, ayaklarını mümkün olduğunca yükseğe uzatarak, yatar vaziyette oturma, samimiyet adı altında sürekli densizlik yapma, yakın mesafeden bağırarak yüksek sesle konuşma, küfürlü konuşma, bütün esprilerine cinselliği katma bu çirkin özelliklerin en belirginleridir.
Buraya kadar görüldüğü gibi, adamlık dini, Kuran vesilesiyle insana verilen ahlaki prensiplerin hemen hepsine ters bir ahlak modeli içermektedir. Bu, kuşkusuz Allah'a hesap verileceğinin unutulduğu ve insanların büyük bir gaflet içinde dünya hayatının geçici süsüne kapıldığı bir toplumda ortaya çıkar. Bu toplum, Kuran'daki deyimle bir "cahiliye" toplumudur, tamamen cahildirler, çünkü bu topluluk Allah'ın varlığından ve ahiretten habersiz gibi yaşamaktadır.
Bu toplumun insanları için dünya hayatı tek kıstastır. Oysa dünya hayatı insana aldanıştan başka bir şey vermez:
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, "(eğlence türünden) tutkulu bir oyalama", bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir "çoğalma-tutkusu"dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)
Allah'ı unutmuş olan toplum, kısa sürede dünya hayatını tek kıstas alan cahiliye kültürünü üretir. Bu kültürün içinde, atalardan miras kalan batıl inançlar, çıkar ilişkilerine dayalı sayısız kural yer almaktadır. Adamlık dini, söz konusu cahiliye kültürünün adıdır.
Bu toplum içinde doğan insan ise, söz konusu kültürü uzun bir eğitim süreci içinde benimseyecektir. Bilinç kazanmaya başladığı andan itibaren, önce ailesi, sonra da yakın çevresi tarafından adamlık dininin kültürü ile yoğrulur. Gittikçe kendi şahsi menfaatleri için diğer insanları kullanmayı, "gemisini kurtaran kaptan" olmayı, mal, makam ve mevki hırsını öğrenir. Cahiliye toplumu insanları, ona "adam" olmak için neler yapması gerektiğini birer birer aşılar.