Hatırlatma: Maddenin Ardındaki Sır Konusu
Vahdeti Vücut değildir.
Madde Dışarıda Vardır, Ama Biz Aslına Ulaşamayız.
FİLMLERDEKİ MESAJ
MATRİX
(THE MATRIX)
Beynimizin İçindeki Görüntülerin
Dışına Çıkamayız
Doğumumuzdan
itibaren beş duyumuza bağlı olduğumuz için "dış dünya"nın,
duyularımızın bize tanıttığından farklı olabileceğini
hiç düşünmemişizdir.
İnsanın hayatına dair bildiği herşey gözleriyle
gördükleri, kulaklarıyla duydukları, elleriyle dokunduklarından,
kısacası duyu organlarıyla algıladıklarından oluşur.
Yani insan daima kendi "kişisel dünyasında" yaşar. Uzaydaki
yıldızlar, üzerinde yaşadığımız dünya, dünyayı dolduran
milyarlarca insan, çevremizde gördüğümüz her canlı,
evimiz, evimizin içindeki eşyalarımız, şu an üzerinde
oturduğumuz koltuk, elimizde tuttuğumuz kitap ve daha
milyonlarca detayla şimdiye kadar binlerce kez karşılaşmışızdır.
Ancak bunların hepsi, yine bizim "kişisel dünyamıza"
ait hislerdir. Hiçbir insan, şimdiye kadar kendi seyrettiği
bu dünyanın dışına çıkamamıştır. İnsan ne yaparsa yapsın,
tüm yaşantısının ve bedeninin bir hayal olduğu, bunların
asılları ile muhatap olmadığı gerçeğini değiştiremeyecektir...
Yanda filmden gördüğünüz kareler, Neo'nun,
Matrix'in ne olduğunu öğrenmek için Morpheus'la yaptığı
görüşmeye aittir. Morpheus bu konuşma esnasında, Neo'ya
Matrix'in ne olduğunu tarif ederken, bu sistemden "gerçeği
görmesini engelleyen bir perde" olarak bahsetmektedir:
Morpheus : Neden
burada olduğunu anlatayım. Bir şey bildiğin için buradasın.
Bildiğini açıklayamıyorsun. Ama hissediyorsun. Hayatın
boyunca hissettin. Dünyada ters giden bir şeyler var.
Ne olduğunu anlamıyorsun, ama orada beyninde kıymık
gibi seni çıldırtan birşey. Seni bana getiren şey
bu duyguydu. Neden söz ettiğimi biliyor musun?
Neo : Matrix mi?
Morpheus : Ne olduğunu
öğrenmek ister misin? Matrix her yerde. Etrafımızda.
Şu anda, bu odada. Pencereden dışarı baktığında görürsün
ya da televizyonu açtığında. İşe gittiğinde hissedersin...
Vergi öderken. Gerçeği görmemen için dünya, bir perde
gibi önüne çekilmiş sanki.
 
Filmin kahramanı Neo, gerçeği öğrenmek
üzere, bulunduğu kapsülden çıkarılıp uyandırılana kadar,
kendisine gösterilen hayali dünyanın farkında değildir.
Çünkü hayatının her anında bu sistemle iç içe yaşamış
ve çevresindeki tüm insanlardan bu hayatın gerçek olduğu
telkinini almıştır. Bu nedenle Neo'nun ikna edilmesi,
o ana kadar gerçek zannederek yaşadığı hayatının bir
hayalden ibaret olduğunu kavraması vakit almıştır.
Bu
durum günümüzde maddenin aslı konusunda bilgilendirilen
bir kısım kimseler için de geçerlidir. Maddenin mutlak
varlığına inanan ve gördüklerinin dış dünyadaki asılları
ile muhatap olduğuna emin olan kimseler birtakım mantıksız
itirazlara yönelmektedirler. Ancak burada anlatılanlar,
-kim ne kadar itiraz ederse etsin- tıpkı bir fizik kanunu
veya bir kimya formülü kadar kesin gerçeklerdir.
Matrix filminin yukarıdaki görüntüleri
ile benzerlik içinde olan izahlarımızdan bir kısmı şöyledir:
- Dünyada yaşadığımız hayatın birer parçası olan tüm
olaylar, insanlar, binalar, şehirler, arabalar, mevkiler,
kısacası hayatımız boyunca gördüğümüz, tuttuğumuz,
dokunduğumuz, kokladığımız, tattığımız, dinlediğimiz
herşey, gerçekte beynimizde oluşan görüntü ve hislerdir.
Biz, bize verilen telkinle bunların, beynimizin dışındaki
bir dünyada sabit olduklarını, her birinin maddesel
varlıklar olduklarını ve bizim bu nedenle bunların
asıllarını gördüğümüzü, hissettiğimizi zannederiz.
Oysa, biz hiçbir varlığın aslını asla göremeyiz ve
bu varlıkların asıllarına asla dokunamayız. Kısacası
bizim hayatımız boyunca madde sandığımız herşey aslında
bir hayal olarak beynimizde meydana gelen görüntülerden
oluşmaktadır. (Hayalin Diğer Adı: Madde,
s. 8)
- Eğer dikkatlice düşünürseniz, gören, işiten, dokunan,
düşünen ve şu anda bu kitabı okuyan akıllı varlığın,
sadece bir ruh olduğunu ve sanki bir tür perde üzerinde
"madde" denen algıları seyrettiğini hissedebilirsiniz.
Bunu kavrayan insan, insanlığın büyük bölümünü aldatan
maddi dünya boyutundan uzaklaşıp, gerçek varlık boyutuna
girmiş olur. (Sonsuzluk Başlamış Durumda,
s. 46)
Gören Gözlerimiz Değildir, Görüntü
Beynimizde Oluşur
Daha önce de belirttiğimiz gibi, hayatımız
boyunca aldığımız telkinle, tüm dünyayı gözlerimizle
gördüğümüzü zannederiz. Hatta "gözlerimiz dünyaya açılan
pencerelerimizdir" diye biliriz. Oysa, görmenin bilimsel
açıklamasına göre gerçek böyle değildir; çünkü biz gözlerimizle
görmeyiz. Gözlerimiz ve gözlerimize bağlı olan milyonlarca
sinir hücremiz, sadece "görme olayının" gerçekleşmesi
için beyne mesaj ileten kablo görevine sahiptirler.
Matrix adlı filmde de başrol oyuncusu,
gerçekte kablolarla makineye bağlı olduğu ve gözleri
kapalı olarak bir koltukta yattığı halde, çok canlı
bir hayat yaşadığı hissine kapılmaktadır. Ancak o ana
kadar gördüğü tüm rengarenk, aydınlık, canlı görüntüler,
kendisine fiziksel bir gözün varlığına ihtiyaç duymadan
gösterilmiştir. Aynı şekilde koştuğunu, hareket ettiğini,
kavga ettiğini zannettiği görüntüleri de, kaslarını
kullanmadan bir koltukta yatarken sadece izlemiştir.
Filmin kahramanı gerçek hayata dönüp gerçek
zannettiği şeyleri, aslında hayali bir dünyanın içinde
yaşadığını anladığında ise çok şaşırmıştır. O güne kadar
cam bir fanusun içinde, beynine verilen elektrik sinyallerinden
oluşan hayali bir dünyada yaşadığı halde, kendisini
bir bilgisayar programcısı zannetmekte ve yandaki resimde
görülen mekanda uyumaktadır. Yani hayatı sandığı herşey
gerçekte bir hayaldir.
Neo : Ne yapıyorsun?
Morpheus : Kasların
çöktü onları yeniden çalıştırıyoruz.
Neo : Gözlerim neden
acıyor?
Morpheus : Onları
hiç kullanmadın. Dinlen Neo. Yanıtlar geliyor.
  
Yukarıdaki konuşmalardan anlaşıldığı üzere,
Neo gözlerini ya da vücut kaslarını kullanmadan kendisine
beynine iletilen yapay sinyallerle gerçek bir hayat
yaşadığı izlenimi edinmiştir. Gözlerini hiç kullanmadığı
halde son derece renkli, aydınlık ve canlı bir dünya
ile muhatap olmuş; aynı şekilde kaslarını kullanmadığı
halde hayatı boyunca kendini hareket halinde hissetmiştir.
Buradaki durum her insan için de benzerdir.
Örneğin bir kişi markette alışveriş yapan insanlara
baktığında, bu insanları ve marketi gözleriyle görmez;
çünkü bu manzaraya ait görüntü gözünün önünde değil,
beyninin arka tarafında oluşur. Dolayısıyla göze ihtiyaç
duymaksızın, beyninin ilgili bölgesine gönderilen yapay
sinyallerle de aynı görüntüyü görmesi mümkün olabilecektir.
Filmin
yukarıdaki kareleri ile paralel olarak, kitaplarımızda
yer alan ifadelerden bir kısmı şöyledir:
- Odanızın penceresinden dışarıdaki manzarayı seyrettiğinizde,
hayatınız boyunca aldığınız telkinden dolayı, bu manzarayı
gözlerinizle gördüğünüzü zannedersiniz. Oysa gerçek
böyle değildir. Çünkü siz gözlerinizle dışarıdaki
bir manzarayı görmezsiniz. Siz, beyninizin içinde
oluşan manzaraya ait görüntüyü görürsünüz. Bu bir
tahmin ya da bir felsefe değil, bilimsel bir gerçektir.
(Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 10)
- Bilindiği gibi, gözümüzdeki hücrelerden gelen elektrik
sinyalleri, beynimizde görüntüye çevrilir. Örneğin,
beyin, görme merkezine gelen bazı elektrik sinyallerini
bir ayçiçeği tarlası olarak yorumlar. Öyle ise gören
göz değildir.
Peki, gören gözlerimiz değilse, beynin arka kısmında,
kapkaranlık bir mekanda, bir göze, retinaya, merceğe,
göz sinirlerine, göz bebeğine ihtiyaç duymadan, elektrik
sinyallerini rengarenk bir ayçiçeği tarlası olarak
gören, bu gördüğü manzaradan zevk alan kimdir?
. beynin içinde oluşan bu görüntüleri, bir televizyon
ekranından izler gibi izleyen, izledikleri ile sevinen,
üzülen, heyecanlanan, hoşnutluk duyan, telaşlanan,
merak eden kimdir? Tüm gördüklerini ve hissettiklerini
yorumlayacak bilinç kime aittir?
Hayatı boyunca, kapkaranlık, sessiz kafatasının içinde
kendisine gösterilen görüntüleri izleyen, düşünen,
sonuç çıkaran, karar veren bilinç sahibi varlık kimdir?
Bütün bunları algılayan, bilinci meydana getiren varlığın,
şuursuz atomların oluşturduğu, su, yağ protein gibi
maddelerden meydana gelen beyin olamayacağı açıktır.
Beynin ötesinde, çok daha farklı bir varlık olmalıdır.
. Beyninin içindeki görüntüyü "görüyorum" diyen, beyninin
içinde duyduğu sesleri "duyuyorum" diyen, kendi varlığının
şuurunda olan ve "ben benim" diyen bu varlık Allah'ın
insana vermiş olduğu ruhtur. (Hayalin Diğer Adı:
Madde, s. 79-80)
Tüm Lezzetler Beyinde Oluşur
Tat alma algısı da diğer duyu organlarına
benzer şekilde açıklanabilir. İnsan dilinin ön tarafında
dört farklı tip kimyasal alıcı vardır; bunlar tuzlu,
şekerli, ekşi ve acı tatlarına karşılık gelir. Tat alıcılarımız
bir dizi işlemden sonra bu algıları elektrik sinyallerine
dönüştürür ve beyne iletirler. Ve bu sinyaller de beyin
tarafından tat olarak algılanır. Bir pastayı, peyniri,
portakalı ya da sevdiğiniz bir yemeği yediğinizde aldığınız
tat, gerçekte elektrik sinyallerinin beyin tarafından
yorumlanmasıdır.
Matrix filminde de bu gerçek yemek masasındaki
konuşmalar esnasında şöyle yorumlanmıştır:
Tank : Haydi dostum.
Şampiyonların kahvaltısı. (Neo'ya lapa benzeri bir
yemek ikram ediliyor.)
Mouse : Gözlerini
kapatırsan yumurta yediğin izlenimine kapılırsın...
Bana neyi hatırlattı biliyor musun? Leziz buğday.
Hiç leziz buğday yedin mi?
Switch : Hayır,
ama aslında sen de yemedin.
Mouse : Demek istediğim
de bu. Makinelerin leziz buğdayın tadını nereden bildiğini
merak ediyorsundur. Belki yanlış yaptılar. Belki leziz
buğdayın tadı yulaf ezmesi ya da ton balığı gibiydi.
Bu durumda insanın aklına çok şey takılıyor. Örneğin
tavuk, belki tavuğun tadına karar veremediler, bu
yüzden tavuk etinde herşeyin tadı var.
Dozer : Yediğim
şey sentetik aminoasitler, vitaminler, minerallerle
birleştirilmiş. Vücudun ihtiyacı olan herşey.
  
Filmin bir başka sahnesinde ise, gerçekleri
-Matrix adlı sistemin kendilerine hayali bir dünya yaşattığını-
bilen karakterlerden biri, yediği yemeği şöyle tarif
etmektedir:
Mr. Reagan : Biliyor
musunuz bu bifteğin var olmadığını biliyorum. Bunu
ağzıma koyduğumda Matrix'in beynime bunun sulu ve
lezzetli olduğunu söylediğini biliyorum...
 
Yukarıdaki karelerde açıklama yapan kişi,
tüm hayatının kendisine bir bilgisayar programı tarafından
gerçekmiş gibi gösterildiğini bilmektedir. Bu nedenle
yediği bifteğin lezzetinin gerçekte var olmadığını,
bunu sadece beyninde algıladığını söylemekte, ancak
yine de bu lezzetten gerçekmiş gibi zevk aldığını belirtmektedir.
Bu konuşmalara ilişkin kitaplarımızda yer verilen açıklamalardan
bir kısmı şöyledir:
- Bizim gördüğümüz, dokunduğumuz, duyduğumuz ve adına
"madde", "dünya" ya da "evren" dediğimiz kavramlar,
sadece ve sadece beynimizde oluşan elektrik sinyalleridir.
Örneğin meyve yiyen biri, aslında meyvenin beynindeki
algısıyla muhataptır, aslıyla değil. Kişinin "meyve"
diye nitelendirdiği şey, meyvenin biçimi, tadı, kokusu
ve sertliğine ait elektriksel bilginin beyinde algılanmasından
ibarettir. Eğer beyne giden görme sinirini keserseniz,
meyve görüntüsü de bir anda yok olur. Veya burundaki
algılayıcılardan beyne uzanan sinirdeki bir kopukluk,
koku algınızı tamamen ortadan kaldırır. Çünkü meyve,
birtakım elektrik sinyallerini beynin yorumlamasından
başka bir şey değildir. (Evrim Aldatmacası,
II. baskı, s. 203-204; Zamansızlık ve Kader Gerçeği,
s. 24)
-

Çilek suyu içen bir kişinin beynine giden
tat alma sinirleri kesilse, içtiği meyve suyunun
tadını tamamen yitirecektir. |
Beyninizde oluşan bir pasta görüntüsüne beyninizde
oluşan şeker tadı eklenir ve pasta hakkında herşey
sevdiğiniz hale gelir. Siz iştahla pastanızı
yediğinizde aldığınız tat, aslında elektrik sinyallerinin
beyninizde meydana getirdiği bir etkiden başka bir
şey değildir. Beyniniz dışarıdan gelen uyarıları
nasıl yorumlarsa siz ancak onu bilirsiniz. Yoksa dışarıdaki
nesneye asla ulaşamazsınız; örneğin çikolatanın kendisini
göremez, koklayamaz ve tadamazsınız. Ya da beyninize
giden tat alma sinirleri kesilse, o an yediğiniz herhangi
bir şeyin tadının beyninize ulaşması mümkün olmaz,
tat duyunuzu tamamen yitirirsiniz. Aldığınız tatların
olağanüstü gerçekçi olması üstelik bunlara ait görüntüleri
de seyrediyor olmanız sizi kesinlikle aldatmasın.
Konunun bilimsel açıklaması bu şekildedir. (Hayalin
Diğer Adı: Madde, s. 40)
- Aynı şekilde, bugüne kadar hiçbir insan nanenin
aslının tadına bakmamıştır. Nane olarak algıladığı
tat, beyninde oluşan bir algıdır sadece. Çünkü nanenin
aslına ne dokunabilir, ne onun aslını görebilir, ne
aslının kokusunu veya tadını alabilir. Sonuç olarak, biz hayatımız boyunca bize gösterilen kopya
algılarla yaşarız. Ancak bu kopyalar o kadar gerçekçidir
ki, hiçbir zaman kopyalarını yaşadığımızı fark etmeyiz. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 46)
- ... Bir çikolatayı ya da sevdiğiniz bir
meyveyi yediğinizde aldığınız tat, elektrik sinyallerinin
beyin tarafından yorumlanmasıdır. Dışarıdaki nesneye
ise asla ulaşamazsınız; çikolatanın kendisini göremez,
koklayamaz ve tadamazsınız. Örneğin, beyninize
giden tad alma sinirleri kesilse, o an yediğiniz herhangi
birşeyin tadının beyninize ulaşması mümkün olmaz;
tad duyunuzu tamamen yitirirsiniz. Bu noktada karşımıza
bir gerçek daha çıkar: Bir yiyeceği tattığımızda bir
başkasının o yiyecekten aldığı tadın veya bir sesi
duyduğumuzda başka birisinin duyduğu sesin bizim algıladıklarımız
ile aynı olduğundan emin olmamız mümkün değildir.
(Evrim Aldatmacası, II. baskı, s. 202-203)
Tüm Kokular da Beynin İçinde Oluşur
Algıladığınız kokular da aslında uzak bir
mesafeden size ulaşmaz. Koku alma merkezinizde oluşan
etkileri, dışarıdaki maddelerin kokusu zannedersiniz.
Oysa bir gülün görüntüsü nasıl ki görme merkezinizin
içindeyse, o gülün kokusu da aynı şekilde koku alma
merkezinizin içindedir. Dışarıda ne gülün ne de ona
ait bir kokunun varlığını bilemezsiniz. Çünkü algılarımızın
bize tanıttığı dış dünya aslında beynimize ulaşan "elektrik
sinyalleri bütünü"nden başka bir şey değildir. Beynimiz
hayatımız boyunca bu sinyalleri değerlendirir. Biz de
maddenin "dışarıdaki" aslı ile muhatap olduğumuzu sanarak
yanıldığımızın farkında olmadan bir ömür süreriz.
Matrix filminin bir sahnesinde de kokunun
gerçekliğinden şüphe edilmekte, fakat bir yandan da
algıdaki inandırıcılığa dikkat çekilmektedir.
Ajan : Ben buradan
nefret ediyorum. Bu hayvanat bahçesinden, bu hapishaneden,
bu gerçeklikten ya da her ne diyorsanız. Artık dayanamayacağım.
En çok da koku, böyle bir şey varsa. Bunu fazlasıyla
hissediyorum.
Filmdeki Matrix adlı bilgisayar sisteminde,
"güvenlik sorumlusu ajan" karakterinin yukarıdaki ifadelerinden
de anlaşıldığı gibi, diğer tüm algılarımız gibi kokunun
da aslı olup olmadığını anlamamız mümkün değildir. Bu
konu kitaplarımızda şöyle yer almıştır:
- Vanilya kokusu, gül kokusu gibi uçucu moleküller,
burnun epitelyum denilen bölgesindeki titrek tüylerde
bulunan alıcılara gelirler ve bu alıcılarda etkileşime
girerler. Bu etkileşim beynimize elektrik sinyali
olarak iletilir ve koku olarak algılanır. Sonuçta
bizim güzel ya da çirkin diye adlandırdığımız kokuların
hepsi uçucu moleküllerin etkileşimlerinin elektrik
sinyaline dönüştürüldükten sonra, beyindeki algılanış
biçiminden başka bir şey değildir. Bir parfümü, bir
çiçeği, sevdiğiniz bir yemeği, deniz kokusunu, hoşunuza
giden ya da gitmeyen her türlü kokuyu beyninizde algılarsınız.
Fakat koku molekülleri beyne hiçbir zaman ulaşamazlar.
Ses ve görüntüde olduğu gibi beyninize ulaşan yalnızca
elektrik sinyalleridir. Sonuç olarak, doğduğunuz
andan itibaren dışarıdaki nesnelere ait olarak bildiğiniz
kokular duyu organlarınız aracılığı ile hissettiğiniz
elektrik uyarılarıdır. (Evrim Aldatmacası,
II. baskı, s. 202)
- ... bir görüntünün zihnimizde oluşması için, dışarıda
bir kaynak olmasına ihtiyaç yoktur. Aynı durum koku
algısı için geçerlidir. Nasıl ki rüyanızda veya hayalinizde
olmayan bir kokuyu duyabiliyorsanız, gerçek hayatta
da kokusunu duyduğunuz nesnelerin dışınızda mevcut
olup olmadıklarından emin olamazsınız. Dışınızda bu
nesnelerin var olduğunu düşünseniz de, asla onların
asılları ile muhatap olamazsınız. (Hayalin Diğer
Adı: Madde, s. 38)
Şu Anda Bir Rüyada Olmadığınızı
Nasıl İspatlarsınız?
İnsanlar rüyalarından uyandıklarında o
ana kadar görmüş olduklarının hayal olduğunu anlarlar,
ama "uyanma" görüntüsüyle başlayan ve adına "gerçek
hayat" dedikleri hayatın bir hayal olabileceğinden nedense
hiç kuşkulanmazlar. Oysa, "gerçek hayatımız" dediğimiz
görüntüleri algılayış şeklimiz, rüyalarımızı algılayış
şeklimizle tamamen aynıdır. Her ikisini de zihnimizde
görürüz. Ve rüyalarımızdan uyandırılmadığımız sürece,
onların bir hayal olduğunu anlamayız. Ancak uyandığımız
zaman "demek ki gördüklerim bir rüyaymış" deriz.

Doğduğumuz andan itibaren dışarıdaki nesnelere
ait olarak bildiğimiz kokular, hep burnumuz aracılığı
ile hissettiğimiz elektrik uyarılarıdır.
|
Öyle ise şu anda gördüklerimizin bir rüya
olmadığını nasıl ispatlayabiliriz? Sadece henüz uyandırılmamış
olduğumuz için, içinde bulunduğumuz anı gerçek zannediyor
olamaz mıyız? Her gece gördüğümüz rüyalardan daha uzun
süren bu rüyadan bir gün uyandırıldığımızda, bu gerçekle
karşılaşacak olmamız pekala mümkündür. Ve bunun aksini
ispatlayabileceğimiz hiçbir delilimiz yoktur.
Rüyada "elinizle tutar, gözünüzle görürsünüz",
ama gerçekte ne eliniz vardır ne gözünüz, ne de görülüp-tutulacak
bir şey. Bütün bunları beynin dışarısında sağlayan hiçbir
maddi gerçeklik yoktur. Açıkça aldanırsınız. Peki gerçek
yaşamla rüyayı ayıran nedir? Gerçek yaşamın sürekli
olup, rüyanın kopuk kopuk olması ya da rüyada farklı
sebep-sonuç ilişkilerinin bulunması mı? Bunlar temelde
önemli farklar değildir. Çünkü sonuçta her iki yaşantı
da beynin içinde oluşur. Rüya sırasında gerçek olmayan
bir dünyada rahatlıkla yaşayabiliyorsak, aynı şey pekala
içinde bulunduğumuz dünya için de geçerli olabilir.
Rüyadan uyandığımızda gerçek yaşantı dediğimiz daha
uzun bir rüyaya başlamadığımızdan hiçbir şekilde emin
olamayız. Rüyayı hayal, dünyayı gerçek saymamızın nedeni,
sadece alışkanlıklarımız ve ön yargılarımızdır. Ve bu
durum, belki de bir gün, şu anda yaşadığımızı sandığımız
dünya hayatından aynen rüyadan uyandırıldığımız gibi
uyandırılabileceğimizi gösterir.
Matrix adlı filmde de, bu önemli nokta
üzerinde durulmaktadır. Filmin başrol oyuncusu Neo,
sık sık rüya ile gerçek hayat arasında ikileme düşer.
Filmin bir sahnesinde Neo, aynaya baktığında aynadaki
kırıklardan dolayı yüzünü üç parça şeklinde görür. Daha
sonra aynadaki kırığın kaybolarak görüntüsünün düzeldiğini
görür. Bunun şaşkınlığıyla etrafındakilere dönerek onların
da bu durumu görüp görmediklerini sorar. Gerçekliğini
kontrol etmek için aynaya dokunduğunda ise, ayna yapışkan
bir hal alır ve vücudunu metalik bir kaplama gibi sarmaya
başlar, hatta bu kaplamanın soğukluğunu dahi hissedebilmektedir.
Tüm bu gördüğü, hissettiği şeylerin gerçek olabileceğine
ihtimal vermediği halde, yaşadıkları vücut dengesini
sarsacak derecede gerçekçidir. Bilge kişi rolündeki
Morpheus da Neo'ya, gördüklerinin, yaşadıklarının gerçekliğine
aldanmaması için, gerçek dünya ile hayal dünya arasındaki
farkın ne olduğunu sorar:
Morpheus : Gerçek
olduğuna inandığın bir rüya gördün mü Neo? Ya o rüyadan
uyanamazsan? Hayal dünyası ile gerçek dünya
arasındaki farkı nasıl anlardın?
Neo : Bu olamaz!
Morpheus : Ne olamaz?
Gerçek mi?
Aşağıda bu konu ile ilgili kitaplarımızda
yer verdiğimiz örnekler ve izahlar bulunmaktadır:
Rüyasında yüksek bir yerden aşağı düşen bir insan
da bunu bütün vücudu ile hisseder. Oysa o anda yatağında
hiç kıpırdamadan yatmaktadır. Ya da, rüyasında ayağı
kayıp su birikintisinin içine düştüğünü gören bir insan,
tüm kıyafetlerinin ıslandığını, çıkan rüzgar nedeniyle
üşüdüğünü hissedebilir. Ancak bulunduğu yerde ne bir
su birikintisi, ne de rüzgar yoktur. Hatta çok sıcak
bir odada uyuyor olmasına rağmen ıslaklığı ve üşümeyi,
aynı uyanıkken olduğu gibi yaşar. (Hayalin Diğer
Adı: Madde, s. 60)
İnsan aslında güven içinde evinde uyurken, rüyasında
lunaparkta hızla dönen vagonlara bindiğini görebilir.
Vagonların hızını, zaman zaman ters döndüğünü, esen
rüzgarı gerçeğinin aynısı gibi hissedebilir. (Hayalin
Diğer Adı: Madde, s. 61)
Rüya ile gerçek hayat arasındaki benzerliğe
dikkat çekilen, filmin bir başka sahnesi şöyledir:
(Kendisinden
bilgisayar çipi satın almak için evinin kapısına gelen
müşterilere)
Neo : Hiç rüyada
olduğundan ya da uyandığından kuşkuya düştüğün oldu
mu?
Yan sayfadaki karede Neo bir türlü uyanıp
uyanmadığından emin olamamaktadır. Uyandığında saatin
çaldığını duymakta, kendisini odasında bulmakta, masasını,
bilgisayarını görmektedir; fakat rüyasında yaşadıkları
o kadar gerçekçidir ki, bunların hayal olduğundan bir
türlü emin olamamaktadır. Yaşadığı bu çelişkinin verdiği
şaşkınlıktan ötürü, kendisinden bilgisayar çipi satın
almak için kapısına gelen müşterileri, kendisine hiç
iyi görünmediğini söylerler. Neo da yukarıdaki ifadesiyle
yaşadığı ikilemi kapısına gelen bu kişilerle paylaşmak
ister.
Neo'nun yaşadığı bu ikilem aslında son
derece doğaldır. Aslında düşünen her insan böyle bir
çelişki içinde olduğunu fark edebilir. Kitaplarımızda
bu konuya dikkat çektiğimiz pek çok pasaj vardır. Bunlardan
biri şöyledir:
Peki rüyanızdan hiç uyanmadan yaşamaya devam etseniz,
rüya içinde yaşadığınızın, gördüklerinizin hiçbirinin
aslı ile muhatap olmadığınızın farkına varabilir misiniz?
Kesinlikle hayır. Uyanıp, kendinizi yatağınızda
uyuyorken bulmadığınız sürece, hiçbir zaman rüyada olduğunuzu
anlayamazsınız ve koskoca bir ömrü gerçek hayatınızı
yaşadığınızı zannederek geçirirsiniz. Öyle
ise, gerçek hayat dediğimiz hayatımızın da bir rüya
olmadığını nasıl ispatlayabiliriz? Bir gün bu gördüğümüz
hayattan çıkıp kendimizi bambaşka bir yerde, bu hayatımıza
dair görüntüleri izlerken bulmayacağımıza dair bir bilgimiz
var mıdır? (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 65)
Matrix filminde, gerçeklerin farkında olan
Morpheus, Neo'ya gördüklerine inanmaması, gerçeği kavramak
için araştırması gerektiğini sık sık öğütlemektedir.
Filme ait aşağıdaki satırlarda da, yine Morpheus, Neo'nun,
gördüklerine inanmadan evvel sorgulaması gerektiğine
şöyle dikkat çekmektedir:
Morpheus : Gözlerinden
belli. Sende gördüklerini kabullenen birinin gözleri
var. Uyanmayı beklediğin için. Tuhaf ama bunlar
gerçekten pek uzak değil.
İnsanların da içinde yaşadığımız dünyanın
gerçek durumunu sorgulaması gerekmektedir. İnsan, dışında
var olduğuna inandığı dünyanın aslına hiçbir zaman ulaşamayacağı
gerçeğinin farkına varmalı ve bu gerçekten dünyadaki
amacı ile ilgili kesin doğrulara ulaşmalıdır.
Filmde
de yoğun olarak vurgulanan, maddeyle muhatap olamadığımız
gerçeği konusunda, kitaplarımızda verilmiş örneklerden
bir kısmı şöyledir:
- ... insanlar genelde "dış dünya" kavramının içine
herşeyi dahil etmezler ya da etmek istemezler. Bu
konuda biraz samimi ve cesur düşünecek olursanız,
evinizin, içindeki eşyalarınızın veya antikalarınızın,
yazlığınızın, yeni aldığınız arabanızın, ofisinizin,
mücevherlerinizin, bankadaki hesabınızın, gardırobunuzun,
eşinizin, çocuklarınızın, iş arkadaşlarınızın ve sahip
olduğunuz diğer şeylerin de size gösterilen bu "hayali
dış dünyaya" dahil olduğu gerçeğini fark edersiniz.
Etrafınızda gördüğünüz, duyduğunuz, kokladığınız kısacası
beş duyunuzla algıladığınız herşey bu "hayali dünya"ya
aittir; en sevdiğiniz sanatçının sesi, oturduğunuz
iskemlenin sertliği, kokusu hoşunuza giden bir parfüm,
sizi ısıtan Güneş, renkleriyle göz alıcı bir çiçek,
pencerenizin dışında uçan bir kuş, denizin üzerinde
hızla ilerleyen bir sürat motoru, bol ürün veren bahçeniz,
işinizde kullandığınız bilgisayar ya da dünyadaki
en kaliteli müzik setiniz...
Gerçek budur. Çünkü dünya yalnızca insanı denemek
için yaratılan bir görüntüler bütünüdür. İnsanlar
kısa yaşamları boyunca aslında gerçekliği olmayan
algılarla denenirler. (Evrim Aldatmacası, s. 213-214)
- Çevrenizdeki mal hırsına kapılmış insanların en
çok nelere değer verdiklerini bir düşünün: İyi bir
ev, lüks eşyalar, gösterişli mücevherler, son model
bir araba, bankalarda yüksek miktarda para, yat...
İşte bu nedenle de bu insanlar, sahip oldukları tüm
bu maddeleri beyinlerindeki bir ekrandan izledikleri
ve asıllarıyla asla karşılaşamayacakları gerçeğinden
çok korkarlar.
Oysa kabul etmek istemeseler de beyinlerinde oluşan
bir kopya dünya içinde yaşamaktadırlar. Dışarıdaki
dünya ile muhatap olmaları mümkün değildir. Çünkü
sesi, ışığı ve kokuyu hiçbir şekilde geçirmeyen kafataslarının
içine girebilen sadece bu maddelerden gelen elektriksel
bilgilerdir. (Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 104)
- Bir insanın sahip olduğunu sandığı herşeyi, evi,
arabası, ailesi, işi ve tüm dostları beyninin içinde
meydana gelen his ve görüntülerden ibarettir. Bu gerçeği
kavrayan bir insan, herşeyin tek sahibinin, bu görüntüleri
beyninde yaratan Allah olduğunu anlar. Dünya hayatına
hırsla bağlı olan insanlar bu nedenle bu gerçekten
çok büyük bir korku duyarlar. (Hayalin Diğer Adı:
Madde, s. 103)
Zamansızlık Gerçeği
Zaman, bizim, yaşadığımız olaylar arasında
yaptığımız kıyasa dayalı bir kavramdır. Örneğin, bir
kişi arabaya biner. Sonra kontak anahtarını çevirir
ve gaz pedalına basarak arabayı hareket ettirir. Bir
miktar yol aldıktan sonra arabasını kaldırımın kenarına
park eder. Kişi, tüm bu eylemler arasında kıyas yapar;
her biri arasında bir süre geçtiğini düşünür ve böylece
zaman algısını elde eder.
Tüm olaylar bize belli bir sıralama yöntemi
ile gösterildiği için, zamanın hep ileri doğru aktığını
düşünürüz. Örneğin bir yaprak ağaçtan hep aşağı doğru
düşer, yukarı doğru çıkmaz veya yağmur damlaları hep
gökyüzünden düşer, damlaların hiçbir zaman taneler halinde
yukarı doğru çıktığını görmeyiz. Bu durumda bir yaprağın
ağacın üzerindeki hali geçmiş iken, aşağıya düştüğü
hali gelecektir. Oysa eğer hafızamızdaki bilgiler, bir
filmin başa sarılması gibi tersine doğru gösterilmeye
başlarsa bizim için gelecek, yani yaprakların aşağıda
bulunduğu hali geçmiş olur, ağacın tepesindeki hali
ise gelecek olur.
Bu örnekten anlaşıldığı gibi zaman, algılayana
bağlı olarak değişken bir algıdır. Zamanın izafiyeti
yani değişkenliği o kadar farklıdır ki, bizim için binlerce
yıl süren bir zaman dilimi, bir başka boyutta sadece
tek bir saniye bile sürebilir. Hatta, evrenin başından
sonuna kadar geçen çok büyük bir zaman dilimi, bir başka
boyutta, bir saniye bile değil, ancak bir "an" sürüyor
olabilir.
Matrix filminde de tüm algılarla beraber,
zamanın da izafi olduğu vurgulanmakta ve Neo'ya zaman
konusunda da yanıldığı anlatılmaktadır. Aşağıdaki karelerde
filmin kahramanı Neo, 2060 yılında ABD'de yapılmış,
hava ve kara taşıtı olarak kullanılan bir geminin içerisindedir.
Daha evvel Matrix'in içinde giydiği şık kıyafetleri
ya da yaşadığı şehrin modern görünümü artık yoktur.
Bunun yerine eskimiş kıyafetler giymekte ve harap görünümlü
bir mekanda bulunmaktadır.
Neo
: Morpheus bana ne oldu? Burası da ne?
Morpheus : Ne değil,
ne zaman?
Neo : "Ne zaman"
mı?
Morpheus : 1999
yılında olduğumuzu sanıyorsun ama 2199'a yakınsın.
Kaç yılında olduğumuzu tam olarak söyleyemem, çünkü
tam olarak biz de bilmiyoruz. Şimdilik bunu açıklayabilecek
bir şey söyleyemem.
Bir kimseye tüm yaşadıkları gibi zaman
algısı da yapay sinyallerle çok farklı olarak hissettirilebilir.
Zamansızlık gerçeği ile ilgili kitaplarımızda yer almış
olan izahlardan bir kısmı şöyledir:
- Zaman bir algıdan ibaret olduğuna göre de, tümüyle
algılayana bağlı, yani göreceli bir kavramdır.
Zamanın akış hızı, onu ölçerken kullandığımız referanslara
göre değişir. Çünkü insanın bedeninde zamanın akış
hızını mutlak bir doğrulukla gösterecek doğal bir
saat yoktur...
Zamanın
göreceliği, rüyada çok açık bir biçimde yaşanır. Rüyada
gördüklerimizi saatler sürmüş gibi hissetsek de, gerçekte
herşey birkaç dakika hatta birkaç saniye sürmüştür.
(Zamansızlık ve Kader Gerçeği, s. 70-71)
- ... zamanın izafi (göreceli-rölatif) bir kavram
olduğu, materyalistlerin yüzyıllardır zannettikleri
gibi değişmez ve sabit olmadığı, değişken bir algı
biçimi olduğu da bu yüzyılda ortaya çıkmıştır. Zamanın
ve mekanın izafiyeti Einstein'ın "Rölativite" teorisiyle
kanıtlanmış ve bu gerçek bugünkü modern fiziğin temelini
oluşturmuştur.
Sonuç olarak, zaman ve mekan mutlak olmayan, başlangıçları
olan, Allah'ın yoktan var ettiği kavramlardır. Zamanı
ve mekanı yaratan Allah, elbette ki bunlara tabi değildir.
Allah, zamanın her anını zamansızlıkta belirlemiş,
tespit etmiş ve yaratmıştır. (Zamansızlık ve Kader
Gerçeği, s. 10)
- İnsanlar zamana bağımlı oldukları için böyle bir
olay onlara uzak gelir, oysa Allah katında zaman yoktur,
daha önce de belirttiğimiz gibi geçmiş ve gelecek
tek bir andır. Tıpkı bir video kasetteki karelerin
tek bir anda var olması gibi. Biz bir filmi seyrettikten
sonra nasıl ki o filmi geriye doğru sarıp yeniden
seyredebiliyorsak, bizim için geçmiş olayları Allah'ın
dilemesiyle yeniden seyretmemiz mümkündür. Önemli
olan Allah'ın o an bize o olaylara ait algıları tekrar
hissettirmesidir. (Sonsuzluk Başlamış Durumda,
s. 90)

Anılarımız da Aslında Birer Hayaldir
Filmin başrol oyuncusu Neo, gerçekleri
yani şimdiye kadar gerçek sandığı hayatının bir hayalden
ibaret olduğunu öğrendikten sonra, tekrar Matrix adındaki
sanal dünyaya gittiğinde çevresini hayretle izler. Arabadaki
yolculuğu boyunca geçmişine ait birtakım şeyleri hatırlar;
ancak bunların hiçbirinin gerçekte yaşanmamış olmasından
dolayı şaşkınlık duyar. Neo'nun, geçmişine ait anılar
olarak düşündüğü olayların tamamı, hafızasına yapay
olarak verilmiş görüntülerden ibarettir.
Morpheus : İnanılmaz
değil mi?
Neo : Allah'ım.
Trınıty : Ne oldu?
Neo : Orada yemek
yerdim. Harika makarna yaparlar. Hayatımla ilgili
anılarım var. Hiçbiri olmamış.
Bu
konuda kitaplarımızda yer vermiş olduğumuz açıklamalardan
birkaçı şöyledir:
- Biz, bize verilen telkinden dolayı, geçmiş, şu
an ve gelecek gibi bölümlere ayrılmış zaman dilimlerini
yaşadığımızı zannederiz. Oysa, "geçmiş" gibi
bir kavrama sahip olmamızın tek nedeni, -daha önce
de belirttiğimiz gibi- hafızamıza bazı olayların verilmesidir. Örneğin, ilkokula kaydolduğumuz an hafızamızda bulunan
bir bilgidir ve biz bu nedenle bunu geçmiş bir olay
olarak algılarız. Gelecekle ilgili olaylar ise hafızamızda
bulunmaz. Bu nedenle biz henüz haberdar olmadığımız
bu olayları "yaşanacak", "gelecekte meydana gelecek"
olaylar olarak kabul ederiz. Oysa geçmiş nasıl bizim
için yaşanmış, tecrübe edilmiş, görülmüş olaylar ise,
gelecek de aynı şekilde yaşanmıştır. Ancak bu olaylar
bizim hafızamıza verilmediği için biz bunları bilemeyiz.
(Hayalin Diğer Adı: Madde, s. 139)
- 5 yaşındayken bakkaldan aldığınız bir gofreti yerken
hissettiğiniz şeker tadı, 7 yaşında ilkokula başlayacağınız
gün sabah erken saatte heyecanla uyanmanız, lisedeki
coğrafya dersinde içinizde duyduğunuz sıkıntı, matematik
öğretmeninizin tahtaya yazdığı uzun denklemler, bir
yakınınızı kaybettiğiniz trafik kazasında hissettikleriniz,
işinizde kazandığınız bir başarı nedeniyle yaşadığınız
gurur, yıllarca hayal ettiğiniz bir şeyi almaya giderken
duyduğunuz sevinç kısacası yaşadığınız ve hissettiğiniz,
başınızdan geçen tüm bu olaylar aslında aynen durmakta,
yalnızca sizin beyninizde muhafaza edilmemektedir.
Muhafaza edilen de hatıra olarak, anı olarak yani
geçmiş gibi hissettirilmektedir. Şu an var olan o
sahneleri beyniniz algılamamaktadır... İnsanlar akan
bir zamana tabi olduklarını düşünür, yaşamlarının
geçmiş, şimdi ve gelecek olmak üzere bölümlere ayrıldığını
sanırlar. Fakat yaratılmış her canlının, her olayın
ve herşeyin aynı bir film şeridini oluşturan kareler
gibi, kare kare sonsuz olarak yaratıldığını ve aynı
anda var edildiğini bilmek bu kavrayışı kolaylaştıracaktır.
(Sonsuzluk Başlamış Durumda, s. 74-75)

Matrix ve Matrix Reloaded filmleri tüm dünyada
büyük yankı uyandırdı. Pek çok televizyon kanalında,
dergi ve gazetelerde, filme konu olan maddenin
aslına ilişkin bilimsel gerçekler tartışıldı.
Bu filmlerin milyonlarca insanın ilgisini çekmiş
olmasının en önemli nedenlerinden biri ise,
insanların bu konunun önemini kavramış ve derin
düşünmeye başlamış olmalarıdır.
|
Bu Gerçeğin
Bizi Ulaştırdığı Olağanüstü Sonuç
İnsan beyninin dışında madde olarak adlandırılan,
görüntüden oluşan ve sağlamlık hissi verilen bir alem
vardır. Ancak siz bu aleme asla duyularınız aracılığı
ile ulaşamazsınız. Her insan beyninde oluşan alemi seyreder,
beyninde oluşan aleme dokunur, beynindeki alemin sesini
dinler.
Allah,
yarattığı madde alemini, her insana beyninde bir görüntü
olarak izlettirmekte ve bu görüntüye sağlamlık, sertlik
vererek görüntüyü gerçek gibi algılattırmaktadır. 20.
yüzyılda bilimsel bulgularla kanıtlanan bu gerçek yüzyıllarca
önce yaşamış olan büyük İslam alimi İmam Rabbani tarafından
etraflıca açıklanmıştır. İmam Rabbani, mektuplarından
birinde şöyle bir izahta bulunmaktadır:
Hâricde ve hakîkatde,
Allahü Teâlâdan başka, mevcûd yokdur. Allahü Teâlâ,
kudreti ile, kendi isimlerinin ve sıfatlarının kemâlini
mümkinât sûretlerinin perdesinde göstermiş, ya'nî
eşyâyı, kendi kemâlâtına uygun olarak, his ve vehm
mertebesinde, îcâd etmiş, var etmişdir. Böylece, eşyâ,
vehmde görünmekde, hayâlde devâm etmekdedir. O hâlde
eşyâ, hayâlde göründüğü için vardır. Lâkin Allahü
Teâlâ, bu görünüşe devâm verdiği, yok olmakdan koruduğu
eşyanın yapısına sağlamlık verdiği ve ebedî mu'ameleyi
de bunlara bağlı kıldığı için, vehmdeki varlık ve
hayâldeki devâm da, hakîkî varlık olmuşdur. (İmam-ı
Rabbani, İkinci Cilt, 44. Mektup)
Burada
anlatılan, her insanın üzerinde büyük bir ciddiyetle
düşünmesi gereken çok önemli bir hakikattir. Çünkü bu
gerçeği görmezden gelen her insan, ömrü boyunca küçücük
bir noktada oluşan görüntüyü gerçek zannederek yanılmaktadır.
Örneğin beynindeki bir noktada oluşan binaların sahibi
olduğunu zanneden bir adam, bu görüntüden dolayı kibirlenir,
şımarır, bir gün öleceğini unutarak kendisini sonsuz
güçlü zanneder. Veya beynindeki bir noktada oluşan fakir
hayat görüntüsü başka bir insanın ezik, mutsuz ve umutsuz
yaşamasına neden olur. Beyninin içindeki küçücük bir
yerde oluşan para görüntüsünü kaybeden insan hemen perişan
olur. Beyninin içindeki araba görüntüsünün çizildiğini
gören bir başkası ise hiddetlenir, mal hırsından dolayı
büyük bir öfke duyar. Oysa, bu kişilerin her biri rüyasında
zengin veya fakir olan, veya rüyasında arabası çizilen
bir insandan farklı bir durumda değildirler. Çizilen
araba, beynimizin içinde oluşan bir araba görüntüsüdür.
Bu arabanın aslını, dışarıdaki gerçek halini hiç kimse,
hiçbir zaman bilemez ve göremez. Bunu ancak beynimizdeki
ve dışındaki alemi yaratan Yüce Allah bilir.
İşte bu gerçeğin farkında olmayan, veya
çok açık olmasına rağmen bu gerçeği kabullenmek istemeyen
insanlar, hayatları boyunca hep yanılgı içinde, gerçekleri
görmezden gelerek yaşarlar. Bu insanların durumu bir
sinema filmini veya tiyatro oyununu gerçek zannederek
bu filmin veya oyunun içinde yaşamak isteyen bir insanın
durumu gibidir. Çevresindekiler bu insanı ne kadar ikna
etmeye ve ona gerçekleri göstermeye çalışsalar da bu
insan bunu anlamazlıktan gelir.
Ancak
her insanın, hiçbir istisna olmaksızın, bu gerçeği anlayacağı,
kavrayacağı ve kabul edeceği bir an vardır. İşte bu
an her insana ölümle birlikte gelecektir. Ölümle birlikte
insanın beyninde seyrettiği dünya hayatına dair görüntü
değişecek, bunun yerine ölüm anının, hesap gününün ve
ahiretin görüntüsü gelecektir. Allah'ın Kuran'da bildirdiği
gibi, ölümle birlikte insan sanki bir uykudan uyanacak,
rüyasından gerçek dünyaya geçer gibi, gerçek ve sonsuz
hayatına geçecek, bu hayatın da görüntüsü daha net ve
gerçek olacaktır. Aynı rüyasındaki daha bulanık görüntüden
uyanıp daha net olan dünya hayatına geçiş yapan insan
gibi. Ayetlerde tüm alemlerin Rabbi olan Allah bu gerçeği
şöyle bildirmektedir:
Demişlerdir ki: "Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız
yerden bizi kim diriltip-kaldırdı? Bu, Rahman (olan
Allah)ın va'dettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler
doğru söylemiş". (Yasin Suresi, 52)
Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin;
işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık.
Artık bugün görüş-gücün keskindir. (Kaf Suresi, 22)
Her sözü güvenilir, ilim ve hikmetiyle
örnek olan Peygamber Efendimiz (sav) de bir hadis-i
şeriflerinde "insanlar uykudadır,
ölümle uyanırlar" (İmam Gazali, İslam
Klasikleri 2, Bedir Yayınları, 18 s. 36152) buyurarak
bu gerçeğe dikkat çekmiştir.
Gerçek
olan ölümden sonraki hayattır. Dünya hayatı ise, aynı
bir rüya gibi insana beynindeki küçücük bir noktada
izlettirilen bir görüntü alemidir. Bir insanın bu görüntüye
aldanıp, gerçek ve sonsuz hayatını unutması, düşünmemesi
ise büyük bir gaflet ve yanılgıdır. Bu gerçeği dünyada
görmeyenler ahirette büyük bir pişmanlık yaşayacaklardır.
Hayatları boyunca bağlandıkları, gerçek zannederek peşinden
sürüklendikleri, Allah'ı ve ahireti unutarak şirk koştukları
insanların, malların, mevkilerin, ünvanların aslında
birer hayal olduğunu, beyinlerindeki görüntüler olduğunu
anlayanlar bu pişmanlıklarını dile getireceklerdir.
Asla yok olmayacağını zannettikleri şeylerin birer birer
kaybolduğunu gördüklerinde büyük hüsrana uğrayacaklardır.
Allah, bu insanların ahiretteki itiraflarını Kuran'da
şöyle bildirir:
Sonra onlara denilecek: "Sizin şirk
koştuklarınız nerede? Allah'ın dışında (taptıklarınız)."
Dediler ki: "Bizi bırakıp-kayboluverdiler. Hayır, biz
önceleri (meğer) hiçbir şeye tapar değilmişiz." İşte
Allah, kafirleri böyle şaşırtıp-saptırır. (Mü'min Suresi,
73-74)
. Nihayet elçilerimiz, hayatlarına
son vermek üzere kendilerine gittiklerinde onlara diyecekler
ki: "Allah'tan başka taptıklarınız nerede?" "Onlar bizi
bırakıp-kayboldular" diyecekler. (Böylelikle) Bunlar,
gerçekten kâfirler olduklarına kendi aleyhlerinde şehadet
ettiler. (Araf Suresi, 37)
Dünyada bu gerçekleri görmezden gelerek,
düşünmeyen her insan ahirette aynı konuşmayı yapabilir,
aynı telafisi olmayan pişmanlığı yaşayabilir. Allah'ın
bir rüya gibi gösterdiği dünya hayatına kapılıp gidenler,
ölümü gerçek ve tek yaşantılarının sonu zannedenler,
ölümle birlikte içinde bulundukları bu gaflet uykusundan
uyanacak, rüyalarından ayrılacaklar ve işte o zaman
asıl gerçeği göreceklerdir. Aklını ve vicdanını kullanan,
samimi ve dikkatli düşünen her insan ise, daha dünyada
iken gerçekleri fark ederek, ahiret hayatı için ciddi
bir gayret içinde olacaktır. |