Beyin kabuğundaki
birkaç santimetreküplük bir bölge, göz sinirlerimizden gelen uyarıların
üzerinde toplandığı bir televizyon ekranı gibidir. Ve biz, daha
doğrusu idrakımız, kapkaranlık kafatasının içinde, simsiyah beyin
kabuğunun üzerine düşen renkleri, çeşitli ışık armonilerini, rengarenk
bir kelebeği televizyon ekranından izler gibi izleriz. Tüm dünyamızı,
bu beynimizdeki ekrandan görürüz.
Kimbilir, gördüklerimizin
asılları dışarıda nasıldır? Örneğin beynimizdeki ekranda seyrettiğimiz,
kırmızılı, sarılı, mavili kelebeğin aslı, acaba yine aynı renklere
mi sahiptir? Yoksa, bizim beynimizdeki görüntüsü mü sadece böyledir?
Bu soruların cevabını hiçbir zaman bilemeyiz. Beynin içinde bu görüntüleri
izleyen ruhumuz hiçbir zaman beynimizin dışına çıkıp, bu görüntülerin
asıllarını göremez. Dolayısıyla gördüklerinin asılları ile aynı
olup olmadığını asla bilemez.
Bu o kadar büyük bir
mucizedir ki, insanların birçoğu kavrayamamakta, bilenlerin çoğu
ise anlamazlıktan gelmektedir. Allah insanlara doğdukları andan
itibaren beyinlerinin içinde bir ekran izlettirmekte, her insanın
ruhunu hayatı boyunca kafatası gibi küçücük, dar ve sıkışık bir
yerde yaşatmaktadır. Ancak, izlettirilen görüntü o kadar muhteşem,
o kadar detaylı ve o kadar aslının benzeridir ki, insanlar gerçekte
nerede olduklarını dahi fark edememektedirler. Onlar, beyinlerindeki
kopya görüntüleri izlerken ve kafataslarının içinde yaşarlarken,
tekneyle denize açıldıklarını, uçakla göğe çıktıklarını, kilometrelerce
yol katettiklerini zannetmektedirler. Hatta bu gerçek kendilerine
defalarca anlatıldığı halde, gerçekte kafataslarının içinde yaşadıklarına
bir türlü kanaat getirememektedirler. İşte bu, bir insanın dünyada
karşılaşabileceği en büyük mucizelerden biridir. Bu mucizeyi derinlemesine
düşünmenin, size yepyeni ufuklar açtığını göreceksiniz.
MAL HIRSINA KAPILAN İNSANLARIN
EN BÜYÜK KORKULARI...
Çevrenizdeki
mal hırsına kapılmış insanların en çok nelere değer verdiklerini
bir düşünün: iyi bir ev, lüks eşyalar, gösterişli mücevherler,
son model bir araba, bankalarda yüksek miktarda para, yat... İşte
bu nedenle de bu insanların en çok korktukları şey sahip oldukları
tüm bu maddeleri beyinlerindeki bir ekrandan izledikleri ve asıllarıyla
asla karşılaşamayacakları gerçeğidir.
Oysa bu, 21. yüzyılda
her insanın anlayabileceği şekilde açıklanmış, çok büyük bir bilimsel
hakikattir. İnsanlar beyinlerinde oluşan bir kopya dünya içinde
yaşarlar. Dışarıdaki dünya ile muhatap olmaları mümkün değildir.
Çünkü sesi, ışığı ve kokuyu hiçbir şekilde geçirmeyen kafataslarının
içine girebilen sadece bu maddelerden gelen elektriksel bilgilerdir.
Resimdeki gibi para verip, arkada görülen muhteşem villayı satın
alan insanın içinde bulunduğu durum da böyledir. Kendini bir villa
satın alıyor ve para sayıyor zannederken, aslında beyninde oluşan
bir görüntüyü satın almakta, karşısındaki kişiye de paranın kendisini
değil, görüntüsünü vermektedir. Parayı alan kişi de gerçekte bir
görüntü almaktadır. Yani ortada sadece bir görüntü alışverişi
vardır.
DÜNYANIN EN ZENGİN İNSANI,
ASLINDA DÜNYANIN EN FAZLA MÜLKÜNE DEĞİL... SADECE BU MÜLKÜN BEYNİNDE
OLUŞAN GÖRÜNTÜSÜNE SAHİPTİR
Size ait olduğunu sandığınız eşyaların gerçeklerine aslında hiçbir
zaman sahip olamayacağınızı hiç düşünmüş müydünüz? Bu, lise biyoloji
ve fizyoloji kitaplarında dahi okutulan, herkesin bildiği bilimsel
bir gerçektir.
Bir arabanız olduğunu
düşünelim. İçine binerek direksiyonunu tuttuğunuz, gaz pedalına
basarak istediğiniz gibi hız yaptığınız bu arabayı, aslında beyninizin
içindeki bir ekranda izlersiniz. Önünüzdeki direksiyondan, hız göstergelerinden,
dikiz aynalarından ve arabaya ait tüm parçalardan çıkan ışınlar
gözünüzde elektrik sinyallerine çevrilir ve sinirler aracılığıyla
beynin görme merkezine ulaştırılır. Böylece beyninizde, aslının
aynısı olan bir araba görüntüsü meydana gelir. Ancak dikkat edin!
SİZ ASLININ AYNISI OLAN, AMA ASLI OLMAYAN BİR GÖRÜNTÜ GÖRÜRSÜNÜZ.
İsteseniz de hayatınız boyunca bu arabanın gerçeğini göremezsiniz.
Çünkü siz ne yaparsanız yapın, arabanın görüntüsü hep beyninizin
içindeki görme merkezinde oluşacaktır. Ne kadar isteseniz de görme
merkezinde oluşan görüntünün dışında tek bir nokta dahi görme gücüne
sahip değilsiniz. Bu nedenle aslında sahip olduğunuz, bu arabanın
kendisi değil, bir kopyasıdır.
Aynı şekilde gardrobunuzdaki elbiseleriniz,
içinde yaşadığınız eviniz, mobilyalarınız ve size ait olduğunu düşündüğünüz
tüm servetinizin sadece beyninizde oluşan kopyalarına sahip olabilirsiniz.
Dolayısıyla dünyanın en zengin insanı, aslında dünyanın en büyük
mülküne değil, sadece bu mülkün beyninde meydana gelen kopyasına
sahiptir.
BEYİNDE BİR GÖRÜNTÜ
OLAN FABRİKA, YAT VE ARSALARIN, KENDİLERİNİ BOŞA ÜZEN SAHİPLERİ
Birçok
insanın hayatta en çok değer verdiği şey evleri, fabrikaları, yatları,
arsaları, mücevherleri, bankadaki hesapları, antikaları, kısaca
maddi varlığıdır. Tüm hayatlarını bunları elde etmek için geçirir,
gece-gündüz demeden çalışırlar. En büyük korkuları ise bir gün yıllarını
vererek elde ettikleri bu mallarını kaybetmektir. Ancak bu insanlar
sahip oldukları mal ve mülkün gerçek mahiyeti hakkında hiç düşünmeyerek,
çok büyük bir yanılgıya düşmüşlerdir.
Çünkü "EVİM, FABRİKAM, YATIM, MÜCEVHERİM!"
diye sahiplendikleri ve endişe içinde muhafaza ettikleri bu mallarının
asıllarıyla asla karşılaşamazlar.
Asla gerçek evlerinin içinde
oturamaz, asla gerçek yatlarıyla gezemez, asla gerçek mücevherlerini
takamazlar. Onlar sadece bu eşyalardan beyinlerine ulaşan elektrik
sinyallerini, beyinlerindeki ekrandan izlerler. Bu izledikleri de
gerçek mal ve mülklerinin birebir benzeyen kopyalarından başka birşey
değildir.
İşte
bu büyük gerçek insanların tüm hırslarını, endişelerini bir anda
anlamsızlaştırmakta, beyinlerindeki ekranda izledikleriyle övünenler,
gösteriş yapanlar gerçekler karşısında çok küçük düşmektedirler.
Ancak tüm ömürlerini, bu dünyada kazanç sağlamak için çalışarak
tüketenler, ahireti unutup, yalnızca dünya hayatına yönelenler ölüm
gerçeğiyle karşılaştıklarında çok geç olacaktır. Rabbimiz bu gerçeği
"Keşke o ölüm kesip bitirseydi, malım bana hiçbir yarar sağlayamadı,
güç ve kudretim yok olup gitti" (Hakka Suresi, 27-29) ayetiyle
bizlere bildirir.
İNSANLIK ARTIK BÜYÜK
GERÇEĞİ ANLIYOR
Boğazda
oturup, deniz manzarasını seyrettiğinizde, bu çok zevk aldığınız
görüntü, gerçekte beyninizde oluşur. Yani siz, dışarıdaki gerçek
denizi görmez, beyninizde oluşan kopyasını seyredersiniz. Göz
sinirleri bir elektrik kablosu gibi, dışarıdan gözünüze gelen
ışığı, elektrik sinyali olarak beyninizdeki görme merkezine taşır.
Deniz manzarası ise, küçücük bir nokta olan bu görme merkezinizde
oluşur. Oysa görme merkezinizde tek bir ışık, tek bir renk veya
kıpırtı bile yoktur, çünkü kafatasınız ışığı içeri geçirmez. Buna
rağmen bu küçücük ve kapkaranlık bölgede, son derece detaylı,
alabildiğine renkli, hiçbir elektronik cihazın ürettiği ile kıyaslanmayacak
kadar net ve üç boyutlu bir dış dünya seyredersiniz.
Denizin ve gökyüzünün
mavi rengi, bulutların beyaz görünümü, uzaktaki binaların ahşap
rengi, elektrik sinyallerinin sizin beyninizde meydana getirdiği
renklerdir. Siz, denizin, bulutların, gökyüzünün, binaların gerçek
renklerini hiçbir zaman öğrenemezsiniz. Çünkü hiçbir zaman bunların
asıl görüntüleri ile muhatap olmazsınız. Ancak beyninizin içindeki
öylesine kusursuz bir görüntüdür ki, neredeyse gerçeği ile aynıdır.
Bu yüzden siz doğduğunuz andan itibaren gördüklerinizin, dışarıdaki
gerçek görüntüler olduğunu zannederek yanılırsınız. Oysa gerçek,
sizin sürekli olarak beyninizde oluşan görüntüyü seyrediyor olmanızdır.
Bu durumda,
denizin gerçek renginin mavi olduğundan emin olabilir misiniz? Veya
her insanın tıpkı sizin gibi bulutları beyaz, binaları ahşap rengi
gördüğü kesin midir? İşte bunu asla bilemezsiniz ve hiçbir zaman
da öğrenemezsiniz. Çünkü hiçbir zaman beyninizdeki mekandan çıkıp,
dış dünyadaki gerçek gökyüzünü, denizi, binaları, bulutları göremezsiniz.
Bu, hayatınızdaki
en önemli gerçeklerdendir ve yüzyıllardır büyük bir itina ile insanlardan
gizlenmek istenmiştir. 20. ve 21. yüzyılda meydana gelen bilimsel
gelişmeler, bu gerçeğin çok açık olarak anlaşılmasına ve insanlığa
kolaylıkla duyurulmasına vesile olmuştur. Bu hakikati görmezden
gelmeyin ve mutlaka üzerinde düşünün.
EV Mİ SİZİN İÇİNİZDE,
YOKSA SİZ Mİ EVİN İÇİNDESİNİZ?
Evinin bir odasında oturup,
televizyon izleyen ya da yemek yiyip, ailesiyle sohbet eden bir insan,
kendisi farkında olmasa da, aslında çok büyük bir mucize ile içiçedir.
Bu büyük mucize, bir evin içinde oturan her kişinin gördüğü dört duvardan
ibaret olan görüntünün, aslında o kişinin beyninin içinde olduğu gerçeğidir.
Peki o halde ev mi sizin içinizdedir, yoksa siz mi evin içindesiniz?
İnsanların büyük bir çoğunluğu bu büyük
gerçeği bilmez; kendilerini bir evin içinde oturuyor, o evin içinde
televizyon izliyor ve sohbet ediyor zanneder. Bu gerçeği anlayan kişiler
ise korktukları için bu büyük mucizeyi anlamazlıktan gelirler. Oysa
anlamazlıktan geldikleri bu büyük gerçek, inkar edilmesi mümkün olmayan,
bilimin de ortaya koyduğu kesin bir konudur. Evi oluşturan dört duvardan,
duvardaki tablodan, televizyondan, yerdeki halıdan, renkli döşemeli
koltuklardan ve tavandaki avizeden göze ulaşan uyarılar göz hücreleri
tarafından elektrik akımına çevrilirler. Bu akımlar daha sonra beynin
görme merkezine iletilir ve insan, içinde oturduğunu sandığı ev görüntüsünü
gerçekte beyninin arkasındaki küçücük bir bölgede izler.
Burada insanın aklına
çok önemli bir soru daha gelmelidir: Işığın içeri giremediği simsiyah
kafatasının içindeki bu renkli ve canlı görüntüleri, göze, göz merceğine,
retinaya, irise ihtiyacı olmadan gören kimdir?
Sorunun cevabı, "insanın
ruhu"dur.
İnsanın kendisini bir
odanın içinde zannetmesinin nedeni ise beyninde izlediği görüntülerin
çok net ve gerçeğiyle ayırt edilemeyecek kadar aynı olmasıdır. Bu
da başlıbaşına bir mucizedir.
BİR STADYUM DOLUSU
İNSANIN HER BİRİ AYRI BİR MAÇI İZLER
Bir
futbol maçı izlemek için stadyumdan içeri giren kişi, içeride bulunan
binlerce kişi ile aynı maçı izleyeceğini zannederken, gerçekte çok
büyük bir yanılgıya düşmektedir.
Çünkü stadyumdaki her kişinin beyninde
ayrı bir saha, ayrı futbolcular, ayrı izleyiciler, kısaca ayrı bir
görüntü oluşur. Ancak herkes tek bir stadyumun, tek bir maçın olduğunu
ve binlerce kişinin aynı maçı izlediğini zanneder. Hatta evlerindeki
televizyonlardan bu maçı izleyen kişilerin de ekrandaki aynı maçı
izlediğini zannederler.
Oysa her bir kişinin beyninde gerçeğinden
ayırt edilmeyecek derecede aynı olan, izleyici sayısı kadar kopya
yaratılır. Ne stadyumda oturanlar dışarıdaki görüntüyü, ne de evlerindeki
televizyonun karşısında oturanlar ekrandaki gerçek görüntüyü göremezler.
Çünkü hiçbir insanın beyninin içindeki ekrandan çıkıp, dışarıdaki
görüntünün aslıyla muhatap olması mümkün değildir. Bu insanların tek
görebildikleri şey beyinlerine ulaşan bilgilerin beyinlerindeki ekrandan
yorumlanmasıdır. Gören ruhtur. Hem ruhu, hem aslına birebir benzeyen
görüntüleri, üstelik her bir insan için ayrı ayrı yaratan ise göklerin
ve yerlerin Rabbi olan Allah'tır.
BEYNİNİZDEKİ DERİN SESSİZLİĞİN
İÇİNDE YÜKSEK SESLİ BİR KONSERİ DİNLEYEN KİMDİR?
Dış
kulak, çevredeki sesleri kulak kepçesi vasıtasıyla toplayıp orta
kulağa iletir, orta kulak aldığı ses titreşimlerini güçlendirerek
iç kulağa aktarır; iç kulak da bu titreşimleri sinirler aracılığı
ile beyne gönderir. Duyma işlemi beyindeki duyma merkezinde gerçekleşir.
Peki beyinde sesi duyan kimdir?
Duyma merkezi sese tamamen
kapalıdır. Yani dışarıdan ne kadar çok ses gelirse gelsin, dışarısı
ne kadar gürültülü olursa olsun beynin içi daima sessizdir. Beyne
ulaşan ses değil, sinir uyarılarıdır. Fakat bu derin sesssizliğin
içinde en beğendiğiniz müzikleri, bir stadyuma yerleştirilmiş devasa
kolonlardan yayılan en ünlü grupların konserlerini dinlersiniz.
Hiç düşündünüz mü, sessiz beynin içinde, KULAĞA İHTİYAÇ DUYMADAN
TÜM BİR STADYUMU DOLDURACAK KADAR YÜKSEK OLAN SESİ DİNLEYEN KİMDİR?
Şuursuz et, kemik ve
sinirlerden bir şuur, anlayış ve takdir edebilme yeteneği beklenemez.
Ruhunuza "duyma ve görme yeteneğini" veren, sizi kusursuz
şekilde yaratan Allah'tır. Bu, üzerinde düşünülmesi gereken ÇOK
ÖNEMLİ ve MUHTEŞEM bir gerçektir.
Üstelik bu şuur hiçbir
zaman bir konserin aslını dinleyemez. Hiçbir zaman ünlü bir şarkıcının
sesinin aslını işitemez. Onun işittikleri, asılların birer kopyasıdır.
Ancak bu, o kadar gerçekçi, ASLIYLA TAMAMEN BENZER VE ÜSTÜN KALİTELİ
BİR KOPYADIR ki, insan bunu hiçbir zaman ayırt edemez. Hayatı boyunca
hep asıllarını işittiğini zanneder. İnsanların büyük bir çoğunluğunun
fark edemeyeceği kadar gerçekçi yaratılan bu sesler, Allah'ın yaratışının
bir başka mucizesidir.
Havai
fişek gösterisi izleyen insanların çoğu, havai fişeklerin aslını gördüklerini
sanırlar. Oysa, hiçbir zaman asıllarını göremezler, gördükleri kafataslarının
içinde oluşan havai fişek gösterisidir. Çünkü, havai fişeklerin patlaması
ile oluşan ışıklar insanın gözüne ulaşır ve göz hücreleri tarafından
elektrik akımına çevrilirler. Bu elektrik akımları görme merkezine
iletilir ve biz havai fişek görüntüsünü kafatasımızın arkasındaki
bu yerde seyrederiz. Bu noktada bir kaç olağanüstü soru akla gelir:
1. Kafatasımızın içinde, elektrik uyarılarını
havai fişek gösterisi olarak izleyen kimdir?
2. Kafatasımızın içi
kapkaranlık, ıpıssızdır. Öyle ise bu zifiri karanlığın içinde, rengarenk,
ışıl ışıl havai fişek gösterisini göze ihtiyacı olmadan izleyen
kimdir?
Karanlık
kafatasımızın içinde, rengarenk, ışıl ışıl, parlak, derinliği olan
ve son derece net görüntüleri gören, gördüklerinden zevk alan, heyecan
duyan ve bu nedenle kendisini yaratan Allah'a şükreden, insanın
ruhudur.
İnsanın beyninde
izlediği görüntüler o kadar net ve gerçeği ile aynıdır ki, insanların
büyük bir çoğunluğu gördüklerinin gerçek gösteri olduğunu zannederler
ve bu mucizeyi fark edemezler. BU DA APAYRI BİR MUCİZEDİR; ÇÜNKÜ
ALLAH ŞU ANDA MİLYARLARCA İNSAN RUHU İÇİN MİLYARLARCA GÖRÜNTÜYÜ
AYNI ANDA YARATMAKTA, VE ONLAR ASILLARINI GÖRDÜKLERİNİ ZANNEDEREK
ALDANMAKTADIRLAR.
Bu büyük mucizenin üzerinden
bir kere okuyup geçmeyin. Üzerinde derin derin düşünün. Bu önemli
gerçek size Allah'ın yaratışındaki mucizeleri görmeniz için önemli
bir kapı açacaktır.
İnsan
gözü üstün teknolojiye sahip televizyonlardan çok daha kusursuz çalışır.
Televizyonu oluşturan, özel sistemlere sahip modern laboratuvarlarda
üretilmiş, birbirinden farklı özellikte yüzlerce parçadır. Gözü oluşturan
ise hücrelerdir ve temel maddeleri protein ve yağlardır. Ama herşeye
rağmen üstün teknolojiye sahip televizyonun oluşturduğu görüntü, gözün
oluşturduğu görüntü ile kıyaslandığında çok eksik ve yetersiz kalmaktadır.
Bu nedenle tasarım uzmanları
ve mühendisler yıllardan beri gözün sağladığı netlikte bir görüntü
kalitesini televizyonlarda elde etmek için uğraşmaktadırlar. Ne
var ki dev fabrikalarda ve gelişmiş laboratuvarlarda yürütülen araştırmalarla
elde edilen netlik, gözdeki netliği yakalayamamaktadır.
Örneğin televizyondaki
görüntü iki boyutlu ve sadece belli renk aralıklarındadır. Gözü
oluşturan hücrelerse bize 3 boyutlu, net, rengarenk, GERÇEĞİNE AYIRT
EDİLEMEYECEK DERECEDE BENZER bir görüntü sunarlar.
Gözdeki kusursuz tasarımın
yanısıra üzerinde durulması gereken çok büyük bir konu daha vardır.
Gözdeki hücrelerin görevi kendilerine gelen uyarıları elektrik sinyaline
dönüştürerek beyne göndermektir. Beyinde ise bu elektrik sinyalleri
ışıklı, renkli ve derinliği olan bir görüntü olarak seyredilir.
Ancak unutmamak gerekir ki beynin içi kapkaranlıktır çünkü beyin
ışığı içeri geçirmez. Yani beynin içinde aslında bir görüntü de
oluşmaz. Dış dünya ile ilgili herşey beynimizin içindeki zifiri
karanlığa ulaşan elektrik uyarılarından ibarettir.
Bu karanlığın içinde
GÖZE İHTİYAÇ DUYMADAN dış dünyayı gören, elektrik uyarılarını dışarıdaki
masa, ağaç, gökyüzü, ev, canlı ve cansız varlıklar olarak gören
bir şuur vardır. Bu şuur Allah'ın insanlara verdiği ruhtur.
MATERYALİSTLERİN
GİZLEDİĞİ OLAĞANÜSTÜ GERÇEK, 21. YÜZYILDA ORTAYA ÇIKTI
Alışveriş
yapmak için marketten içeri giren bir insan –kendisi farkında olmasa
bile- gerçekte çok büyük zorluklarla karşı karşıyadır.
- Çünkü beynindeki ekrandan
izlediği bir görüntü içinde hızla ilerlemesi gerekecektir.
- Bu arada beynindeki
ekrandan izlediği insanlar yanından hızla geçerken, onlara çarpmaması
gerekecektir.
- Aynı zamanda beynindeki
ekranda gördüğü raflardan, asılları ile asla karşılaşamayacağı yiyeceklerden
seçmesi gerekecektir.
Bunun nedeni insanın
dış dünyaya ait olan her türlü ayrıntıyı sadece ve sadece beynindeki
bir ekrandan seyretmesi, bu ekrandan dışarı asla çıkamamasıdır.
Her insan hayatı boyunca sadece beynine ulaşan kopya görüntüleri
görür, asla bu görüntülerin gerçeklerine ulaşamaz.
Peki insanın bütün hayatını
beyninin içindeki bir ekrandan izlerken yürümesinin, koşmasının,
alışveriş yapmasının ne kadar zor olduğunu hiç düşündünüz mü?
Ancak Allah üstün bir
ilme sahip yaratışı ile insana bu zorluğu hiç hissettirmemektedir.
Hatta insanların büyük bir çoğunluğu, dünyayı beyinlerindeki bir
ekranda izlediklerinin dahi farkında değildirler.
Belki bu mucizevi durum
üzerinde şu ana kadar hiç düşünmemiş olabilirsiniz. Çünkü materyalist
bilim adamları bu gerçeği bugüne kadar tüm insanlardan gizlediler.
Ancak 21. yüzyılda asırlardır gizlenen bu mucizevi gerçek, bilim
tarafından ortaya çıkarıldı.
EKŞİ
OLAN LİMON DEĞİL, BEYNİMİZDE ALGILADIĞIMIZ KOPYASIDIR
Limon yediğimizde ekşi tadı hissederiz. Ancak bu tadı hisseden dilimiz
değil beynimizdir. Beynimiz, dilimizden başlayarak kendisine ulaşan
uyarıları ekşi bir tad olarak algılar.
Ancak beynimiz hiçbir zaman
bu hissettiklerinin aslıyla muhatap değildir. Çünkü aldığımız tadlar,
kokular, gördüğümüz görüntüler sadece beynimize ulaşan elektrik
akımlarından ibarettir. Beynimize limonun kendisi değil, sadece
aslının bir kopyası ulaşır.
Bu durumda, limonun aslıyla
hiçbir zaman muhatap olamıyorsak, nasıl bu ekşi tadı hissederiz?
Dilimize bir elektrodla
gerekli şiddette elektrik akımı versek yine limon yediğimizi zannederiz.
Oysa ortada ne limon ne de tad vardır. Bu ekşi tadı hissetmemizin
sebebi limonla muhatap olmamız değil, beynimizin kendisine ulaşan
elektrik akımını yorumlayışıdır.
İnsanların büyük bir
çoğunluğu nesnelerin aslını görüp hissettiğine inanır ve buna göre
yaşadığını düşünür. Fakat, gerçekte bu dış dünyanın aslıyla muhatap
değildir. Bu durumda şunları düşünelim:
Beynimizde kopyasını
gördüğümüz nesnelerin dışarıda aslı var diyoruz ama ya dışarıda
asılları yoksa? Çünkü, hiçbir zaman bunu deneme ve görme imkanımız
yok. O zaman dışarıda asıllarının olduğu ihtimali şüpheli değil
mi? En azından her iki ihtimal de % 50-% 50. Öyle ise nesnelerin
asıllarının olduğundan nasıl emin olabiliriz?
İşte bu, insanlık tarihinin
en büyük sırlarından biridir.
BEYİNDEKİ KOPYA HAYATIN
ANLAMAZLIKTAN GELİNMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR
Yemek
için elinize aldığınız bir şeftalinin önce yuvarlak şeklini görür
ve parlak rengini fark edersiniz. Daha sonra tüylü dokusunu, şeftaliye
has keskin ve hoş kokusunu hisseder, bundan zevk alırsınız. Bir şeftali
dilimini tattığınızda ise tadını, yumuşaklığını, kokusunu hissedersiniz.
Ancak gerçekte elinizdeki şeftali aslının bir kopyasından başka birşey
değildir. Sizin şeftalinin aslını görmeniz, koklamanız veya tadını
almanız ise mümkün değildir. Bu, insanların anlamazlıktan geldiği
olağanüstü bir mucizedir.
Şeftaliyi yediğimiz
zaman aldığınız tat, dil üzerindeki tat algılayıcılarının beyne
ulaştırdıkları elektrik sinyallerinin hissedilmesidir. Bu durumda
dikkat edilmesi gereken şey, dilin hiçbir zaman gerçek algılayıcı
olmadığıdır. Siz şeftalinin aslından gelen tadı ağzınızda hissettiğinizi
düşünürsünüz. Ama aslında bu tamamen bir yanılgıdır. Şeftalinin
lezzeti ve görüntüsüne dair tüm bilgiler beynin tat alma merkezinde
oluşmaktadır. Beyne ise şeftalinin şekeri veya lezzeti değil, sadece
elektrik sinyallerinden oluşan bilgiler iletilmektedir. Beyinde
tadı algılayabilecek bir dil yoktur. Dili, dili oluşturan kası,
alıcıları olmaksızın meyvenin lezzetini hisseden ve bundan zevk
alan insanın RUHU'dur.
Ruhun algıladığı bütün
hisler gerçeği ile ayırt edilemeyecek derecede kusursuzdur. Bu yüzden
insanlar bu gerçeği bir türlü fark edemezler.
İnsanların bu apaçık
gerçeği hiç düşünmeden yaşamaları ve bu gerçeği kavrayamamaları
da ayrı bir mucizedir.
İNSAN ANCAK BEYNİNDEKİ
YEMEKLERİ YİYEBİLİR
Çok
çeşitli yemeklerin bulunduğu bir ziyafet sofrasında oturan bir kişi,
sofrada gördüğü yemekleri yediğini zanneder. İşte bu insan, her insanın
düştüğü çok büyük bir yanılgıya kapılmıştır. Çünkü bu kişi gerçekte
dışarıdaki yemek sofrasındaki asıl yemekleri değil, beyninde görüntüsü
oluşan sofradaki yemeklerin kopyalarını yer. Tadı alan beynidir, dili
ya da damağı değil. Kırmızı elmaların, yeşil sebzelerin rengini gören
beynidir, gözü değil. Yine birbirinden lezzetli yiyeceklerin kokusunu
duyan beynidir, burnu değil... Herşey kafatasının içindeki küçücük
bir bölgede gerçekleşir. Bu kişinin gerçek yemek masasında oturması,
gerçek yemeklere dokunması, gerçek yemeklerin kokusunu alması ve gerçek
yemekleri yemesi mümkün değildir. O sadece asıl yemeklerin kopyalarıyla
muhatap olur.
Bu kişinin bu önemli hataya düşmesinin
nedeni ise dışarıdaki yemek sofrası ile beyninde kopyası oluşturulan
yemek sofrasının, birbirinin birebir aynısı olmasıdır. Bu nedenle
de gerçeği ile kopyasını birbirinden ayırt edemez. Gördüğü herşeyin
aslına ulaşabildiğini düşünür, ama bu sırada beyninin içinden dışarı
asla çıkamaz.
İşte bu, insanın
derin düşünerek ulaşabileceği olağanüstü bir gerçektir. Bu mucize,
aslında lise biyoloji kitaplarında bile anlatılmakta, ama insanlar
önyargıları nedeniyle bu gerçeği kavrayamamakta veya anlamazlıktan
gelmektedir.