Hücre içinde gerçekleşen bilgi transferi dünyanın en
iyi istihbarat servislerinden bile daha hızlı ve daha
verimli çalışmaktadır. Teknolojik açıdan hiçbir şekilde
taklit edilemeyen bu sistemin en önemli özelliği dokusal
organizmalardan oluşmasıdır.
"Allah yedi göğü ve yerden de onların
benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan
iner; sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini
ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşattığını
bilmeniz, öğrenmeniz için." (Talak Suresi, 12)
Birçoğumuz yüksek haberleşme kuleleri ile karşılaşmışızdır
ya da haberleri seyrederken yeni açılan benzer bir tesisin
görüntüleri gözümüze çarpmıştır. Bunların bizlerde bıraktığı
ilk izlenim, muhtemelen, çeşitli gelişmiş antenler ve
karmaşık elektronik cihazlarla dolu yapılar olduklarıdır.
Aslında böyle bir görüş hatalı da sayılmaz, çünkü
bu tesislerdeki teknolojik aletleri iyice tanımak için
elektronik ve haberleşme alanında belirli bir uzmanlık
veya mühendislik bilgisine sahip olmak gerekir. Bunun
yanında hemen hemen hepimizin ortak bir kanaati daha
vardır: Dünyanın dört bir yanındaki insanlarla iletişim
kurmamıza olanak sağlayan bu tesisler artık insanlık
için "olmazsa olmaz" bir konumdadır. Şöyle
bir düşünelim: Tüm dünyadaki haberleşme kuleleri, santralleri
ve istasyonları kısa bir süre için devre dışı kalsa
neler olurdu? Açıktır ki böyle bir durum büyük bir kaos
ve kargaşaya yol açardı. Ancak meydana gelen zarar maddi
olarak ne denli büyük olursa olsun yine de telafii edilebilirdi.
Oysa 100 trilyon hücremizin kendi aralarındaki ve
her bir hücrenin kendi içindeki haberleşmenin, saniyelerle
ölçülecek kadar kısa bir zaman zarfında bile devre dışı
kalması ve hücresel mesajların yerine ulaşamaması ölümle
sonuçlanmaktadır. Günümüzdeki haberleşme sistemleri
en ileri teknolojiye sahip elektronik ve mekanik aygıtlar
kullanılarak kurulmuştur.
Oysa insanın sırlarını dahi çözemeyeceği kadar ileri
teknolojiye sahip hücre içi haberleşme sistemleri, protein
yapılı aygıtlar kullanılarak kurulmuştur. Proteinlerin
içinde ise modern aygıtlarda olduğu gibi elektronik
devreler, yarı iletkenler değil; bunların yerine karbon,
hidrojen, oksijen ve azot atomları bulunmaktadır. Hemen
belirtelim, vücudumuzda 30 bin civarında farklı protein
olduğu tahmin edilmektedir ve henüz bunların sadece
%2'sinin vücuttaki görevi tam anlamıyla çözülebilmiştir.
Birçok proteinin yaptığı görev insanoğlu için halen
bir bilinmeyendir.
Hücreler Arasındaki
Sistem
Hücreler arasında kurulu haberleşme sistemi birçok
açıdan insanların kullandıkları haberleşme sistemlerine
benzer. Örneğin hücrelerin zarları üzerinde kendilerine
ulaşan mesajları algılamalarını sağlayan "antenler"
bulunmaktadır. Bu antenlerin hemen altında ise hücreye
ulaşan mesajın kodunu çözen "santraller" bulunur.
Sözü edilen antenler, kalınlığı milimetrenin yüz binde
biri kadar olan ve hücreyi çepeçevre saran hücre zarında
yer alırlar. "Tirozin kinaz" reseptörü olarak isimlendirilen
bu alıcı; anten, gövde ve kuyruk olmak üzere üç temel
bölümden meydana gelir. Antenin hücre zarının dışında
kalan parçasının şekli, uydu yayınlarını toplamakta
kullanılan çanak antene benzer. Her çanak antenin belirli
bir uydunun yayınını almaya yönelik olması gibi, değişik
hormon moleküllerinin taşıdığı mesajların dilinden anlayan
farklı antenler vardır.
Diğer hücrelerden gelen mesajlar -hormonlar-, hücre
zarındaki antenlere temas eder. Ancak her anten yalnızca
tek bir mesajı algılayacak şekilde tasarlanmıştır. Bu,
çok özel bir tasarımın eseridir. Böylece gönderilen
mesaj yanlışlıkla bir başka hücreyi harekete geçirmez.
Hormon ve anten birbirlerine öylesine uygun yaratılmışlardır
ki, bu benzerlik hemen hemen bütün biyoloji kaynaklarında
anahtar-kilit uyumuna benzetilir. Yalnızca doğru anahtar
kilidi açabilir, yani yalnızca doğru hücre gönderilen
mesajla muhatap olur, diğer hücreler için bu mesajlar
hiçbir şey ifade etmez.
Hormon, hücreye ulaştığı andan itibaren hücre içinde
bir sistem devreye girer. Hücreye gelen mesaj çok özel
haberleşme sistemleri tarafından hücrenin DNA'sına ulaştırılır
ve hücrenin bu mesaj doğrultusunda hareket etmesi sağlanır.
Şimdi genel olarak tasvir edilen bu olayın aslında
ne büyük bir mucize olduğunu anlamak için günlük yaşamda
herkesin karşılaşabileceği sıradan bir örnek üzerinde
düşünelim.
Bilgisayar ağına bağlı kişisel bir bilgisayara internet
aracılığıyla bir dizi bilgi gönderilebilir. Bilgisayar
kendisine gönderilen bilgileri bir başka üniteye, örneğin
bilgisayar yazıcısına iletir ve yazıcı bilgiyi kağıt
üzerine döker. Bu, hemen her ofiste rastlanabilecek
türden ve insanlar için sıradan görülen bir olaydır.
Çünkü 80'li yıllardan itibaren bilgisayarlar kullanılmaya
başlanmış, bilgisayar evlere, işyerlerine girmiş, 90'lı
yılların ikinci yarısından itibaren de internet insan
yaşamının bir parçası olmuştur. Bu yüzden yukarıdaki
paragrafta insanı şaşırtacak bir yön yoktur.
Eğer bir gün gazetede gözle görülemeyecek kadar küçük
bir bilgisayar yapıldığı, bu bilgisayarın diğer bilgisayarlarla
haberleştiği yolunda bir haber okursanız şüphesiz tepkiniz
çok daha farklı olur. Belki de bu teknolojinin bu kadar
küçük bir boyuta sığdırıldığına inanamazsınız. Oysa
gerçek hayatta bundan çok daha ileri teknolojiye sahip
bir haberleşme sistemi, gözle göremeyeceğiniz kadar
küçük bir bölgenin içinde her an çalışmaktadır.
Hücrenin antenlerine gelen bir mesajın, büyük bir hızla
hücrenin çekirdeğine iletilmesi, üstelik bu haberleşme
sırasında çok üstün bir teknoloji kullanılmış olması,
gözle görülmeyen bir bilgisayarın yapılmış olmasından
çok daha büyük bir mucizedir. Çünkü hücre bir et parçasıdır
ve sizin bu yazıyı okuduğunuz gözlerinizden, ellerinize
kadar bütün vücudunuz hücrelerin biraraya gelmeleri
ile oluşmuştur. Vücudumuzda her birinin içinde çok ileri
bir haberleşme sistemi olan 100 trilyon küçük canlı
bulunmaktadır. Şüphesiz bu çok büyük bir mucizedir.
(Harun Yahya, Hormon
Mucizesi)
Hücrelerdeki Özel Haberciler
Çevrenizdeki insanlara içinde bulunduğumuz çağın en
önemli iletişim olayının ne olduğunu sorsanız, verilen
yanıtlar arasında ilk sırayı kuvvetli bir ihtimalle
"internet" alırdı. Bu yanıtı verenlere neden böyle düşündüklerine
dair ikinci bir soru yöneltin: Size internet teknolojisinin,
küçük bir zaman diliminde büyük oranlarda bilgiyi dünyanın
bir ucundan diğer ucuna transfer etmeye olanak sağladığını
söyleyeceklerdir. Kimileri bunun haberleşmede bir devrim
olduğunu, kimileri de hayret verici bir gelişme olduğunu
belirtecektir. Elbette internet teknolojisi insanlık
tarihinin en önemli gelişmelerinden birisidir. Ancak
şurası da bir gerçektir ki, internet vasıtası ile sağlanan
bilgi transferinin hız ve kapasitesi, hücreler arasındaki
bilgi transferi ile karşılaştırıldığında oldukça düşük
kalır.
Özellikle beyindeki nöronlar yani sinir hücreleri veya
göz hücreleri gerek sürat gerek kapasite açısından insanoğlunun
bildiği en hızlı bilgi transferi kapasitesine sahiptir.
Söz konusu hücrelerde, hızlı ve kusursuz veri transferini
mümkün kılan sistemler her an işler durumdadır. Sinir
hücrelerinin haberleşme ağı üzerine yapılan son bilimsel
araştırmalar göstermiştir ki, bazı proteinler "inanılmayacak
kadar çok sayıda bağlantı modülüne" sahiptir. Bu proteinler
bu sayede, haberci protein gruplarını sürekli olarak
birarada tutabilmektedir. Sinir hücrelerindeki son derece
hızlı iletişim de, işte bu özel tasarımdan kaynaklanmaktadır.
PSD-95 haberci proteini
Hücreler dünyasının iletişim mekanizmasında yer alan
özel proteinlere, PSD-95'i örnek olarak verebiliriz.
Bu haberci proteinin, özellikle öğrenme işlemiyle ilgili
nöronlarda faal olduğu düşünülmektedir.
PSD-95 proteininin bağlantı modüllerinin üç tanesi
PDZ modülüdür. Bunlardan birincisi reseptörün sitoplazma
içindeki kuyruğuna bağlanır, ikincisi hücre zarının
iyon kanalını kontrol eder, üçüncüsü de sitoplazmadaki
haberci proteinleri yakalar. Diğer bir ifadeyle, PSD-95
proteininin yapısındaki bağlantı modülleri ona birçok
haberleşme unsurunu aynı anda koordine etme imkanı sağlar.
Bu harika haberleşme sistemleri sadece sinir hücreleriyle
sınırlı değildir. Gözlerimizde de benzer sistemler bulunur.
Hemen hatırlatalım ki elinizdeki bu kitabı okumanız,
önemli ölçüde, göz hücrelerinizdeki hızlı haberleşme
sisteminden kaynaklanmaktadır. Böylesi bir sürat olmasaydı,
belki de bu satırlara baktığınız anda birkaç sayfa önce
okuduklarınızı algılıyor olacaktınız.
Sözü edilen muhteşem mekanizmalar hayvanların gözlerinde
de bulunmaktadır. Meyve sineği üzerinde yapılan çalışmalar,
bu canlının çok sayıdaki küçük gözden oluşan göz modelinde
de özel haberleşme modüllerinin varlığını ortaya çıkarmıştır.
Sonuç olarak, buraya kadar anlatılan gerçekleri göz
önüne alalım ve kendi kendimize şu soruları soralım:
Nasıl olmuş da proteinler böylesine akılcı ve özel iletişim
sistemlerini kurmuşlardır? Nasıl olmuş da proteinler
100 trilyon hücrenin farklı ihtiyaçlarına anında cevap
verecek haberleşme ağlarını inşa etmişlerdir? Ve yine
nasıl olmuş da tasarım harikası modüler sistemleri kendi
aralarında anlaşarak dizayn etmişlerdir?.
Bu soruların cevabını teknolojik gelişmelerden bir
örnekle birlikte verelim:
Hücreler dünyasındaki modüler sistemlere en yakın örnek
olarak halen yapımı devam eden Uluslararası Uzay İstasyonu'nu
verebiliriz. Bu istasyon, insanlık tarihinin en büyük
mühendislik başarılarından birisi olarak kabul edilmektedir
ve modüler sisteme göre yapılmaktadır. Hiç kimse bu
uzay istasyonunun atomların, moleküllerin, rüzgarların,
yıldırımların, güneş enerjisinin bir araya gelmesiyle
tesadüfen ortaya çıktığını iddia edemez. Gerçek olan
şudur ki bu uzay aracı, dünyanın değişik ülkelerinden
birçok bilim adamının uzun yıllara dayanan bilgi birikiminin
ve çok detaylı mühendislik hesaplarının sonucunda inşa
edilmektedir.
Bu durumda hücrenin içinde görev yapan ve bilim adamlarının
tam olarak sırlarını çözemedikleri ileri bir teknolojiye
sahip olan haberleşme modüllerinin bir yaratıcısı olduğu
kesindir. Haberci proteinleri de ve bunlardan oluşan
harika iletişim sistemlerini de "herşeyi
yaratan" (Enam Suresi, 101) ve "her işi evirip düzene
koyan" (Secde Suresi, 5) Allah yaratmış ve kusursuz
bir şekilde düzenlemiştir.
Haberci bir molekül hücreye ulaştığı zaman hücre zarında
bulunan antene bağlanır. Bu bağlanma sırasında taşıdığı
mesajı antene aktarır. Antenden aldığı mesajı hücrenin
iç bölümünde bulunan kuyruğuna iletir. Bunun üzerine,
başlangıçta tek başına duran antenler ikili gruplar
halinde biraraya gelirler. Gövde bölümündeki enzimlerin
kuyruk bölümüne fosfat eklemeleriyle kuyruk bölümünün
şekli değişir. Bu işlemler, hücre içinde bulunan haberleşme
modüllerine bir çağrı niteliğindedir.
|